Erdoğan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Erdoğan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ocak 2021 Cumartesi

" Eyy AB..." Dönemi kapandı... Erdoğan: AB'ye Üyelik stratejik hedefimiz

" Eyy AB..." Dönemi kapandı... Erdoğan: AB'ye Üyelik stratejik hedefimiz





MUSTAFA BALBAY 

26 Mart 2018 Pazartesi, 

Türkiye-AB Zirvesi'ne katılmak üzere İstanbul Atatürk Havalimanın dan Bulgaristan'ın Varna şehrine hareketi öncesi açıklamalarda bulunan AKP'li 
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Bugün de AB üyeliği stratejik hedefimiz olmaya devam ediyor" dedi.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye-AB Zirvesi'ne katılmak için Bulgaristan'ın Varna kentine gitti.

Bulgaristan seyahati öncesinden Atatürk Havalimanı'nda açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “AB ile köklü ilişkilerimiz var. 

Hükümetimiz döneminde bu ilişkiler hiç olmadığı kadar ilerlemiştir. Türkiye'nin AB yolculuğunda en iyi mesafeler bizim dönemimizde almıştır. 

Zaman zaman gerilimin arttığı, tıkanıkların yaşandığı dönemleri de hep birlikte gördük. Tamamen teknik bir boyut olarak ele alınması gereken teknik fasıllar konusuna belli siyasi çevreler tarafından nasıl bir siyasi boyut kazandırıldığına da şahit olduk. Türkiye olarak yolumuza döşenen mayınlara aldırmadan tam üyelik hedefiyle yolculuğumuzu sürdürdük. 
Bugün de AB üyeliği stratejik hedefimiz olmaya devam ediyor. 

Niyetini, gayesini ve ciğerini çok iyi bildiğimiz çevrelerin Türkiye'nin AB'de saygın, eşit, tam üye olarak hak ettiği yeri almasına engel olmasına asla izin 
vermeyeceğiz. Ülkemizin konumuna, gücüne ,dünyada, bölgede oynadığı role uygun şekilde AB ile görüşmelerimizi sürdüreceğiz. 
Bugünkü zirvede daha önceden mutabakata vardığımız gelişmeleri de ele alacağız. Bölgesel ve güvenlik konularına ilaveten ülkemizin müzakere sürecinde karşılaştığı suni engellerin kaldırılması, katılım sürecimizin tekrar canlandırılması AB liderleri ne tekrar ileteceğiz. 

Muhataplarımıza Türkiye'nin çifte standartlara tahammülü olmadığını bir kez daha hatırlatacağız" dedi.

“BİZİM SERGİLEDİĞİMİZ SAMİMİYETİ GÖSTERMEDİ, GÖSTERMİYOR"

Erdoğan, “AB ile ekonomiden enerjiye, ulaşımdan terörle mücadeleye uzanan birçok konuda yüksek düzeyli diyalog mekanizmalarımız var. 
AB ile birlikte çalıştığımızda ne denli verimli sonuçlar çıktığını 2016'daki göç mutabakatı gözler önüne sermiştir. Ülkemiz mutabakatın tüm 
unsurlarını yerine getirmiş, Ege'deki insani kriz böylece dinmiştir. Ülkemizin anlaşmaya bağlılığını tüm AB'li liderler ikrar ediyor. AB kendi 
yükümlülüklerini yerine getirme konusunda bizim sergilediğimiz samimiyeti göstermedi, göstermiyor. Suriyeli mültecilere yönelik mali katkılarının 
halen çok cüzi bir kısmı ülkemize ulaştı. Bugün bu konuları ayrıntıları ile masaya yatıracağız" diye konuştu.

“ÜSTÜNE GİDİLMEZSE BÖLÜCÜ TERÖR ÖRGÜTÜ YANDAŞLARI DAHA ÇOK PERVASIZ HALE GELECEKTİR"

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Ayrıca Türkiye'nin terörle mücadelede AB'den amasız, fakatsız ve net bir işbirliği beklediğini tekrar vurgulayacağız. 

Ne yazık ki bu konuda AB'den bizzat kendi ilkeleri ile çelişen açıklamaları duyuyoruz. İki taraf arasındaki güvenin tekrar inşası için terörle mücadelede 
Avrupalı dostlarımızın desteğini almamız şarttır. Avrupa'da PKK'ya yönelik atılan bazı adımlar önemlidir ancak beklentilerimizi karşılamaktan çok uzaktır. 

Bölücü örgüt yandaşlarının Afrin operasyonu dolayısıyla Avrupa şehirlerinde sergiledikleri şiddet ve barbarlık inanıyorum ki, Avrupalı dostlarımızın da 
gözünü açmıştır. Camilerimizi ateşe veren sokaktaki vatandaşlarımıza saldıran Avrupalı şirketleri hedef alan teröristler, Avrupa'nın emniyeti için de çok büyük bir tehdittir. Şayet şimdiden önlem alınmazsa, üstüne gidilmezse bölücü terör örgütü yandaşları daha çok pervasız hale gelecektir. 

Türkiye olarak ikazlarımızı yapacak, vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğiyle ibadet hürriyetinin tesisi noktasında meselenin takipçisi olacağız" dedi.

 “GEREĞİNİ DE SİNCAR'DA BİZ YAPARIZ"

Cumhurbaşkanı Erdoğan bir gazetecinin, PKK'nın Sincar'a çekildiğine dair bilgilerin bulunduğunun sorması üzerine, “Dün akşam itibariyle Irak merkezi yönetiminin Sincar'a yönelik bazı operasyon girişimlerin bende istihbarat örgütümüzden aldım. Bunun netice itibariyle tamamiyle  bitip bitmediği konusunda şu anda takipteyiz. Kısmı olarak bir mudahaleleri olmuş olabilir. Bugünde Irak'tan bu konularla ilgili olarak bir yetkili zaten Türkiye'ye gelecek. Onlarla da MİT Müsteşarımızın 
Bu görüşmelerden sonra çok daha sağlıklı bir neticeyi alırız.  

Temennimiz odur ki; 

Irak Merkezi Yönetimi gerçekten Sincar'da bu operasyonun hakkıyla versin. Eğer bunu başarmakta bir sıkıntı varsa, burada da ikili görüşmelerimiz yapalım. Orada gereğini de Sincar'da biz yaparız. Çünkü Sincara da bizim öyle çok tahammülümüz yok. 60-70 kilometrelik bir mesafede, bu kadar yakın bir mesafede olan ve terör örgütünün girip çıkmasının yoğun olduğu böyle bir yerde isminin şu olması, bu olması… Artık bunlara biz yabancı değiliz, alıştık.  Ve PKK, YPG, PYD yeni yeni isimlerle bazı uydurma isimlerin de çıkmasıydı, bunları artık biliyoruz. Bundan sonra zaten çıkacak isimlere de pek yabancı olmayız. Bütün mesele o bölgeden bize yapılabilecek her hangi bir tacize karşı şunu bilecekler ki;  Türkiye gereğini her an yapacaktır" yanıtını verdi.

“SAYIN TRUMP'IN KENDİ İRADESİ DEĞİLDİR DİYE DÜŞÜNÜYORUM"

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “ABD'den Mümbiç açıklamasına karşı Trump ile görüşme olur mu?" şeklindeki soruya ise şöyle yanıt verdi:

“Mümbiç bizim için yeni bir şey değil. Sayın Obama döneminde beri üzerinde durduğumuz bir konuydu. Mümbiç ile ilgili devletlerin eğer devamlılığı esastır ilkesinden harketle olaya bakacaksak; o zaman Sayın Obama'nın bize söylediği, 'kesinlikle buralarda YPG, PYD bunlar duramaz, Fırat'ın doğusuna çekilecektir'. Bu Obama'nın bize verdiği sözdü. Obama'dan sonra bu yeni yönetim bize yine benzer sözler verdiler. Çünkü biz kendilerine 'buralar ne YPG'nin ne de PYD'nin, bunlarla buranın yakından uzaktan alakası yok. Buraların yaklaşık yüzde 90'ı tamamen oradaki Arap nüfusa aittir. Böyle olduğuna göre, size de, bize de düşen buraları sahiplerine teslim etmektir. Daha sonra Sayın Tillerson'un Türkiye ziyaretinde 
kendisiyle konuştuğumuzda da bize 'Mümbiç'in güvenliği beraber sağlayalım' teklifiyle geldi. 'Güvenliğini beraber sağlayalım' dediği zaman bundan ne anlaşılır? 'Buralara bizim girmek gibi bir niyetimiz yok, buradan bu terör örgütlerini çıkaralım ve buranın güvenliğini Amerika-Türkiye birlikte sağlayalım'. Bizi şu anda bulunduğumuz nokta bu. Ya güvenliği sağlamada müşterek hareket edebiliriz ama 'biz çıkmayız, biz buradayız' gibi yaklaşımlar bana göre Sayın Trump'ın kendi iradesi değildir diye düşünüyorum. Ama biz zaten bu tür gelişmeler de anında Sayın Trump'la da, Sayın Putin'le de bu tür görüşmeleri yapıyoruz, yapmaya da devam edeceğiz" şeklinde konuştu. 

“BİZ BURALARDA BİR İŞGAL KUVVETİ OLARAK BULUNAMAYIZ"

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir gazetecinin Trump telefon görüşmesinin ardından gelinen noktanın ne olduğunu sorması üzerin, şunları kaydetti: 

“Ben Tillerson ile yaptığımız görüşmeyi şu anda dile getiriyorum. Onu da tabi Amerika'nın bir teklifi olarak düşünüyorum. Ama bizim bu konudaki düşüncemiz belli. Biz Mümbiç ile ilgili ne diyoruz; Türkiye olarak kesinlikle biz buralarda bir işgal kuvveti olarak bulunamayız. Buraların sahipleri kimlerse, biz buraları sahiplerine teslim edelim, bu konuda yardımcı olalım. Amerika'nın üzerine düşen görev budur, bizim üzerimize düşen görev budur, İran ve Rusya'nın üzerine düşen görev budur. Hep birlikte biz bunu yapmalıyız"


21 Ocak 2021 Perşembe

KOALİSYON GÖRÜŞMELERİ VE ERDOĞAN'DAN KAYNAKLANAN ZORLUKLAR

KOALİSYON GÖRÜŞMELERİ VE ERDOĞAN'DAN KAYNAKLANAN ZORLUKLAR

 

Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
17.07.2015 
Koalisyon hükümetinin kurulmaması durumunda, Türkiye yeni bir seçim sürecine girecektir. Seçim sürecine damga vuracak husus AKP/MHP çekişmesi olacaktır. 
MHP, 7 Haziran gecesi belirlediği "yeniden seçim" stratejisini istikrarlı bir şekilde savundu. MHP'nin AKP ile koalisyon hükümeti kuracağı olasılığını ortadan kaldırdı. Mevcut duruma göre AKP/HDP koalisyonu imkansız, AKP/CHP koalisyonu ise zayıf görünüyor. AKP'nin liderliğie devam eden CB Erdoğan'ın sürekli olarak seçimi kastederek "milleti" adres göstermesi, 2015 yılının son aylarına doğru "yeniden seçim" gündeme gelmiş durumdadır. 

Yapılacak seçimlerde sağ/sol bloklaşma anlamında AKP+MHP ile CHP+HDP oylarında HDP'de AKP'den gelebilecek oylar haricinde ciddi bir artış olmayacaktır. Hatta, HDP 7 Haziran'dan farklı olarak büyük şehirlerde yaşayan laik kesimlere yönelik olarak özgürlükçü laiklik konusunda söylem ve aday düzeyinde açılımlar içine girerse CHP'yi biraz daha gerileterek oyunu yüzde onbeşin üzerine çıkararak Mecliste MHP'den daha fazla sandalyeye sahip olabilir. 

7 Haziran seçimlerinde MHP'nin söylem ve aday belirlemedeki tavrı Türk/İslam sentezindeki İslam yönünün ağırlık kazanması şeklindeydi. Bir anlamda AKP nasıl ki, Türklük yönüne ağırlık verdiyse, MHP İslami yöne ağırlık vermeye başladı. Öyle görülüyor ki, seçimlere damga vuracak husus da AKP/MHP çekişmesi olacaktır. MHP'nin 7 Haziran'dan sonra Türk/İslam büyük davasından söz etmiş olması, MHP'ye daha fazla ideolojik malzeme sunuyor. MHP Genel Başkanının diğer partilerden fazla "Kadir Gecesini" sahiplenir yönündeki tavrı, İslamcılık yönüyle MHP'nin daha fazla ön plana çıkacağını gösteriyor. 

Neredeyse aradan bir yıl geçti. AKP, sahip olduğu kitlesel desteğe rağman, gerçek anlamda işleyen bir parti haline gelemedi. Erdoğan, genel başkanken parti olup olmadığı niteliği o kadar önemli değildi. Erdoğan'ın genel başkanlığında olduğu dönemde, AKP'nin kuruluşunda yer alanların etkili olduğu düşünülürse, o dönem itibarıyla AKP şimdiye göre daha fazla parti görüntüsünde idi. Kaldı ki, liderin parti üzerindeki ağırlığını anti demokratik olarak nitelemek mümkün değildir. Sorun, CB olmuş birinin AKP'nin genel başkanı ve yönetimi üzerinde vesayet kurmasıdır. Bunun devam etmesi veya başka bir biçime bürünmemesi halinde yapılacak seçimlerde AKP'nin daha fazla gerilemesiyle sonuçlanabilir. 

Gerek CHP ve MHP'nin gerekse HDP'nin AKP ile ilgili olarak koalisyon görüşmeleri ni yürütürken, AKP'deki bu siyasi gerçekliği kabul etmeleri gerekmektedir. Erdoğan'ın konumu sıradan bir CB'lığı değildir. 7 Haziran seçimlerini yönlendiren, aday belirlemesini doğrudan yapmış bulunan Erdoğan'ın oluşabilecek koalisyon hükümetini kendi başına bırakması mümkün değildir. Bunu aksini yapacak olan da Erdoğan'dan başkası değildir. Bu nedenle, Davutoğlu'nun koalisyon görüşmeleri öncesi, "Erdoğan'ı tartıştırmayız" tavrı kabul edilebilir bir tavır değildir. 
Bu anlamda, siyasi olarak MHP'nin tavrı politik gerçeklere daha uygundur. Koalisyona en yakın görünen CHP ve "yapıcı muhalefet edeceğini" söyleyen HDP'nin tavrı politik gerçeklere uygun değildir. Bu şekilde oluşacak AKP/CHP koalisyonunun uzun ömürlü olması mümkün olmadığı gibi yapılacak erken seçimlerde özellikle CHP'ye pahalıya mal olabilir. Bundan AKP'nin de karlı çıkmayacaktır. Bu da Türkiye'deki siyaseti çıkmaza sokacaktır. Erdoğan'ın bu gerçekleri görüp, kendi konumuna çekilmeli, çoğunluğu sağlamamış AKP'yi eskisi gibi yönetmeyeceği gerçeğini kabul etmelidir. Ancak bu şekilde Türkiye'de normalleşme yaşanabilir. Erdoğan'ın bayram namazı çıkışından sonra HDP'yi küçümser tarzda"Uzantı" olarak nitelemesi ve "Dolmabahçe mutabakatını tanımıyorum" şeklinde söylemine devam ediyor oluşunun üzerine söylenecek söz hala kalmış mı? HDP, Davutoğlu'nun söylediklerine değil, Erdoğan'ın söylediklerine bakmalıdır. Bir de Davutoğlu'nun yanında başka AKP'li yokmuş gibi sicili kırık Yalçın Akdoğan ve Efkan Ala ile HDP'yi ziyaret etmesi üzerinde de düşünülmelidir. HDP, gerçekleşecek AKP/CHP koalisyonundaki Erdoğan'ın derin rolünü görerek tavrını göstermelidir. 

Aksi durumda, çözüm süreci denilen süreç, kısır döngüye dönüşmekten başka bir hal almayacaktır. 

***

MUHALEFETİN ERDOĞAN / DAVUTOĞLU İLİŞKİSİNDEKİ YANILGILARI

MUHALEFETİN ERDOĞAN / DAVUTOĞLU İLİŞKİSİNDEKİ YANILGILARI


Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
05.06.2015 

Erdoğan'ın seçim meydanlarına inip,AKP'ye oy istemesinin CB'nın tarafsızlığı çerçevesinde değerlendirmek Türkiye'de oluşturulan siyaset değişikliğini görmemek anlamına geliyor.  AKP 7 Haziran seçimlerini ister kazansın ister kaybetsin değişmeyecek bir siyasal gerçeklik varsa o da Erdoğan'ın CB'lığının devam etmesidir. "Halkın seçtiği CB" etiketi, Erdoğan'ın CB'lığı süresince kullanılmaya devam edecektir. 

Erdoğan en büyük siyasi hamlesini "çözüm sürecini bir tarafa bırakmak suretiyle" AKP'ye karşı yaptı. AKP'nin HDP ile birlikte oluşturduğu "Dolmabahçe deklerasyonu" ve "izleme heyetini" CB bir açıklaması ile ortadan kaldırdı. AKP, buna karşı koymayarak "Erdoğan'ın söylediklerinin kendileri için talimat" olduğunu söyleyerek, "fiili başkanlığı" esas aldı. Seçimlere de bu atmosferde girdi. Erdoğan, gerek program gerekse aday tespiti konusunda AKP ve Başbakan Davutoğlu'na inisiyatif bırakmadı. Muhalefetpartileri bunu Davutoğlu'nun zaafı ve yetmezliği şeklinde değerlendirme yapmak yerine, "Davutoğlu'na yapılan bir haksızlık" şeklinde gösterdiler. "Zavallı Davutoğlu, "Ahmet Hoca'yı da kurtaracağız" benzeri söylemler, Erdoğan/Davutoğlu ilişkisinin gerçek anlamda algılanmadığını ortaya koyuyor. Çünkü, Davutoğlu'nun Emanetçi bir genel başkan/Başbakan dahi değildi. O, Erdoğan adına "genel başkanlığı/başbakanlığı" yürüten kişi konumundadır. Daha doğrusu, siyasi kişilik ve bağımsızlıktan kendi arzusu ile vazgeçmiş biridir. Temel görevi, fiili başkanlığı, hukuktan muaf tutmak için elinden geleni yapmaktır. Paralel yapıyı devletten silmek ve Kürt Siyasal Hareketinin eşit bir taraf haline gelmesini önlemek onun en başta gelen görevi olup, buna gönüllü olarak hazır olduğunu pratiği ile ortaya koymuştur. HSYK'nın oluşumuna müdahale edilerek, "paralel tasfiyesinde" adım atılmış, İç Güvenlik Yasası ile CB, Örtülü ödeneği kullanma imkanına kavuşmuştur. Bunları kendisine sağlayan Davutoğlu hükümeti olmuştur. Davutoğlu değerlendirirken bu siyasal gerçeklikler göz önünde bulundurulmalıdır. 

Seçime doğru gidilirken, Tayyip Erdoğan'da belirginleşen milliyetçi söylemin milliyetçi kesime taktik bir mesaj olduğu yönünde yapılan yorumlar doğru değildir. Doğru olan Erdoğan'ın "Devlet dilinin en önemli sözcüsü" haline geldiğidir. Bu sözcülük, CB olmasıyla birlikte öncülüğe dönüşmüş durumdadır. Erdoğan'ın Yargı ve üst bürokrasinin belirlenmesindeki rolü İktidara kim gelirse gelsin devam edecektir. Erdoğan daha seçimler olmadan bu ağırlığını AKP lehine kullandığı için AKP'siz iktidarı büyük ölçüde seçenek dışında bırakmış gibi görünüyor. 

CB'nın Türkiye siyasetinde oynadığı rolün en önemli örneği, Demirel'in Cumhurbaşkanlığı döneminde MGK adına Erbakan/Çiller hükümetinin devrilmesidir. Erdoğan'ın arkasındaki siyasal/toplumsal destek de dikkate alındığında Erdoğan'ın etkinliğinin boyutu Demirel'in CB'liğini katbekat aşacak durumdadır. Bu nedenle siyaset Erdoğan çerçevesinde şekillenmeye devam edecektir. 

***

17 Ocak 2021 Pazar

ERDOĞAN: DEVLET DİLİNİN EN ÖNEMLİ SÖZCÜSÜ

ERDOĞAN: DEVLET DİLİNİN EN ÖNEMLİ SÖZCÜSÜ




Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
05.05.2015 

Seçime doğru gidilirken, Tayyip Erdoğan'da belirginleşen milliyetçi söylemin milliyetçi kesime taktik bir mesaj olduğu yönünde yapılan yorumlar doğru değildir. Doğru olan Erdoğan'ın "Devlet dilinin en önemli sözcüsü" haline geldiğidir. Bu sözcülük, CB olmasıyla birlikte öncülüğe dönüşmüş durumdadır. 
Dönüşümün kritik tarihi 30 Ağustos resepsiyonudur. 30 Ağustos'ta Genel Kurmay Başkanı Özel'in "çözüm sürecinden haberimiz yoktur" demiş olması Erdoğan'ın bu dönüşümü "ordu" desteğinde yaptığının en önemli işaretidir. Sonrasında IŞİD'in Kobani işgal girişimi ve 6-8 Ekim'de Kürt Halkının gösterdiği bunun somut sonuçlarıdır. 
Erdoğan'ın şahsında oluşturulan Türk devletinin yeniden inşasıdır. Yeni Türkiye olarak ifade edilen Yeni Türkçülükte eskiden olduğu gibi Kürde ve Kürtlüğe dair bir şey yoktur. Erdoğan bu konuda nettir. Söylediklerini seçimlere dönük taktik olarak görmemek gerekiyor. 
AKP'nin 7 Haziran seçimlerinde yeniden iktidar çoğunluğunu elde etmesi, Erdoğan'a fiili başkanlık konusunda büyük imkanlar sunacaktır. AKP, bir parti olmaktan çıkacak, devlet kadrolarını oluşturan yargı mensuplarından en küçük memurlara partili/militanlık ön planda olacaktır. Bu da karşıt durumda olanların yaşam alanlarının daha da yok olmasıdır. 2015 yılı 1 Mayısı bu anlamda 7 Haziran sonrasının provası niteliğinde idi. İstanbul gibi metropol bir şehri bir günlüğüne ev hapsine mahkum etmesi, bunu önümüzdeki dönemlerde Türkiye'nin her alanında yaygınlaştırma yoluna gidebilir. 
Bu bakımdan 7 Haziran seçimleri dönüm noktasıdır. AKP'nin yeniden kazanması, önceki dönemler gibi AKP'nin kazanması gibi olmayacaktır. CB seçimlerinde yüzde 52 oy alan Erdoğan'ın AKP üzerinden totaliterliğin ilanı anlamına gelecektir. Yanlış tercihiyle, Erdoğan'a CB seçimlerinin birinci turda seçilmesini sağlayan CHP ve MHP'nin bu konuda inandırıcılığı kalmamıştır. Muhalifliğin kalbi HDP'de atmaktadır. HDP'nin başarısı Erdoğan'ın totaliterliğini önlemenin ötesi anlamlara sahiptir. AKP ve Erdoğan bunu bildiği için seçim stratejisini HDP Ve Demirtaş karşıtlığı üzerine kurmuştur. 

***

Cengiz Çandar'ın kaleminden Doğu Perinçek ve Erdoğan'la oluşan ittifakı

Cengiz Çandar'ın kaleminden Doğu Perinçek ve Erdoğan'la oluşan ittifakı




Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
30.01.2015 


Cengiz Çandar, Mezopotamya Ekspresi kitabında, Türkiye-Irak Kürtleri bağlantısının kurulmasındaki rolü nedeniyle, derin devletin kontrolündeki basın yayın organlarında "kişilik katli"ne uğratıldığından söz eder. Bu konuda işaret fişeğini Ertuğrul Özkök'ün ateşlediğini, Doğu Perinçek ve dergisinin de kendisini yaylım ateşine tuttuğunu yazmaktadır. Çandar kitapta, "Perinçek ekibinin bana yönelik kullandığı dilin prototip bir istihbaratçı dezenformasyonu olduğunu görüvermiştim" belirlemesini yaparak Perinçek'in kendisiyle ilgili söylediklerinin kontr-terör yetkililerinin söyledikleriyle aynı olduğunu söylemektedir.(s.162)
Türkiye'nin Irak Kürtleriyle siyasal ilişki geliştirmemesi için elinden geleni yapan derin devletin çelik çekirdeği Özel Kuvvetler Komutanı Binbaşı Aydın'ın, 2004'te Doğu Perinçek'le ilgili olarak Cengiz Çandar'a söylediği "sağ olsun Doğu Perinçek abimizin bizim için yaptıklarından haberimiz var." sözleri, o dönemde Özel Kuvvetler/Perinçek ilişkisinin boyutunu gözler önüne sermektedir. Çandar bundan hareketle, Doğu Perinçek'in Özel Kuvvetler, JİTEM gibi askeri güvenlik kuruluşları ve istihbarat örgütleriyle özel ilişkisi olduğunu söylemektedir. Kobani'nin IŞİD tarafından istila edilmesi sırasında Kobani karşıtı söylemde Perinçek ile CB Erdoğan'ın aynı görüşte olduğunun görülmesi, Erdoğan'ın "derin devletteki" rolünü açığa çıkarmaktadır. Son olarak da AKP'nin desteğiyle Perinçek'in Ermeni soykırımına karşı tezlerinin savunma görevinin Perinçek'e verilmiş olması, işbirliği ve eşgüdümün düzeyini göstermesi bakımından ilginçtir. Zaten, Erdoğan bunun işaretlerini vermekten de kaçınmamaktadır. En son, HDP'ye yönelik olarak söyledikleri, onun "çözüm süreci" konulu bir gündeminin olmadığını göstermektedir. 

Doğu Perinçek'in özel kuvvetler vs. ile ilişkisi 12 Eylül öncesine dayanmaktadır. Cengiz Çandar, kitapta Doğu Perinçek'le ilgili olarak Filistin Fetih Örgütü yöneticisi Abu Halid'in kendisine "Gün gelir Türkiye'ye dönersen, kesinlikle hapisten çıkmış bulunan arkadaşlarınla birlikte olup, eski örgüt ilişkilerini tazeleyemeyeceksin, çünkü konuştular, bir gizli örgütün lider kadrosu konuşursa o örgüt bitmiştir artık. Polisle mi çalışıyor bilemezsin, polis onlara bize çalışacaksın" önerisini getirdiğini söylemiştir.(s.284-288)

Doğu Perinçek, o zaman söylediklerini hiçbir zaman söylemediği kadar resmi bir devlet görevlisi olarak söylemeye devam ediyor. Bunu Yeni AKP ile birlikte yapıyor. AKP onun önündeki tüm engelleri kaldırıyor. Ajanlıktan, resmi devlet görevlisi olmaya doğru gidiyor. Erdoğan'ın tek adamlığını kabul etmiş Ergenekon bu şekilde yeni liderliğini bulmuş oluyor. Bu, Erdoğan için de Perinçek için de sonun başlangıcı olabilir. İlk darbe Kobani'de vuruldu. 2015 Haziran'da bunun devamı gelecektir. Çünkü Perinçek/Erdoğan ilk kez Kobani karşıtlığında "Ayn El Arap" diyerek aynı çizgide olduklarını gösterdiler. Yargı darbesi yaparak "Ermeni soykırımı" söyleminin avukatlığını yapması için Perinçek'in önünü açmakla kalmadılar. Heyetler halinde onunla birlikte Sttasbourg'daki mahkeme salonlarına kadar gittiler. Bu nedenle Cengiz Çandar'ın Perinçek için yaptığı tespitleri hiçbir zaman akıldan çıkarmamak gerekiyor. Bunu öncelikle Kürt Siyasal Hareketi ve HDP'nin anlaması gerekiyor. HDP, bunu anladıkça parti olarak gireceği seçim barajını kolayca aşacaktır. Bunu Türkiye'deki toplumun gücüyle yapacağına inanarak kapalı kapılar ardında yapılmak istenenleri deşifre edecektir. Kapalı kapılar ardında yapılmak istenilenin Erdoğan/Perinçek ittifakına "sahte bir Kürt dayanağı" sağlamaktan başka bir işe yaramadığı görüldükçe, demokratik siyaset kazanacaktır. 

Hiç kimsenin Türkiye'de " Tek Adamlığın" taşlarını döşeme lüksü yoktur. 

***

21 Aralık 2020 Pazartesi

Gezi'yi Geziciler bile unuttu. O hala unutmadı.

Gezi'yi Geziciler bile unuttu. O hala unutmadı.

Feyzi Çelik 
İstanbul. 2017
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ

ÖNSÖZ

PKK’nin kuruluşu olan 1978’den 2018’e kadar kırk yıllık bir süre geçti. 1984’de başlayan çatışmalı ortamın yerine barış ortamının gelmesi için bir çok girişimde bulunuldu. Bu girişimlerin en önemlileri AKP hükümeti döneminde oldu. 2009’da Oslo Süreci olarak başlayan süreç 2011-2012 yıllarındaki çatışmalardan sonra 2013 yılının başında Çözüm Süreci adı altında gündeme geldi. En önemli barış süreci de bu dönemde oldu. Kürt Siyasal Hareketinin çok önem verdiği bu süreç 2015 yılında yerini çatışmalı bir sürece bıraktı. 

Bir tıkanma vardı karşılıklı güvensizlik ve beklentilerdeki farklılıklar ilkin kendisini Kürt hareketinin gençlik örgütlenmesinde gösterdi. Lice ve Cizre örnekleri. Bunlar sıkıntı vermeye devam ediyor. Bazen heykel tartışması, bazen de yüzü maskeli gençlerin kimlik kontrolü haberleri eşliğinde. 

Bu gibi olayların, siyasi karar vericilerin kendi kitlelerini beklenti içine sokmalarından ileri geliyor. Beklentinin insanlar üzerindeki yıkıcı etkisi olayları geri dönülmez bir noktaya götürebiliyor. 

Aslında sorunu örgüt/hükümet çerçevesinden kurtarmak gerekirdi Erdoğan ve süreci yönetenlerin(?)  hatası akil adamları kısa sürede devre dışı bırakmasıydı. Üçüncü bir denetim gücü olmalıydı. Denetim veya izleme ne denilirse denilsin, bunun hukuksal çerçeveden yoksunluğu da ayrı bir garabet olarak duruyordu. 

İki liderin "Sözüne" güven ve bağlılığın temel alınması en büyük zorluktu. CB seçimlerinden önce çıkarılan çözüm süreci çerçeve yasası da bir türlü somutlaşmayın ca, beklentiler, kitleler tarafından oyalanma şeklinde algılanmaya başlandı. Birbiriyle ilgili konular arası bağlantılar yok sayılırken, birbiriyle ilgili olmayan konular bağlantılı gibi gösterildi. Bu da ikili(?) arasındaki sorunlara bakış açısını derinleştiriyor. Bakış açısındaki derinleşmenin daha da büyümesi veya yakınlaşmaması açısından bundan sonrasını AKP için iyi görmüyorum.Dolayısıyla Kürt hareketi için de.
Hükümet Öcalan'a imkansızı yap! diyor; Ondan, yüksek hızla koşan atı durdurmadan binmesi isteniliyor. O atı durdurmak o kadar kolay değilken, bir de ona binmenin zorlukları ortadadır. At durmayınca, ata da binilmeyince de suçlu da o ata binmesini isteyenler değil de, ata binemeyen şimdi de suçlu ilan edilince, gerçek niyetin ne olduğunu siz düşünün tıpkı iyi bir yüzücüyü içinde yeterli su bulunmayan havuzda yüzmeye zorlamak gibi. Bir zamanlar aynısının yapılması Filistin Halkının lideri Arafat'tan da istenilmişti. Arafat koşan atı yakalayamadığı gibi düşmanları tarafından zehirlenerek öldürüldü. 
Bunun en önemli sonuçlarından biri de tüm enerjinin buraya kanalize edilip, siyasi karar vericilerin devre dışında kalmasının oluşturduğu tehlike ve en önemlisi inisiyatifsizliğin hareketi hareketsizleştirmesi. Başka bir deyişle, Kürtlerin siyasi mekanizmaları işlemiyor günübirlik hareket ediliyor AKP'de de benzer durum var. Kişiye bağlılık (Öcalan/Erdoğan)

"Sorunu Erdoğan çözer" görüşü çökmüş durumda. Siyasal ve hukuksal mekanizmalara ihtiyaç var.  Sorunu halletmek için hiçbir şey yapılmadığı zaman her iki taraf sorunu haletmemek için her şeyi yaparlar. Kürt hareketine katılımlar öncekini katlayarak artarken, hükümet tarafı da "Dağa çıkmış çocuk anneleri" gündeme getirilir. Bir anda yeni gündemler oluşur. Liderler bu gündemi sönümlendirmek/harlandırmakla meşgul olurlar. Bir tür bumerang gibi, çözüm olmadıkça atılan bumerangın atana geri dönmesi durumu. IŞİD ve Kobani'de de böyle. 
AKP konuya algı yönüyle bakıyor, geçmişte denenmiş psikolojik taktikleri uyguluyor. Süreci rahmete doğru götüren de bu. Algı oluşturalım denilirken, sürece ihtiyacı olanların buna inancının tükenmesiyle sonuçlanması. Kürtlere yönelik ırkçılığın zirve yapmaya başlaması. 
Sorun, Erdoğan'ın kendisi. "Gezi hayaleti" onun üzerinden gitmiyor. Gezi'yi Geziciler bile unuttu o hala unutmadı. Bu da onu zora sokuyor. Büyük güçler karşısında bocalıyor, onlara taviz vermekte cömert, güçsüzler karşısında ise cimrileşiyor.  Batı ona, her istediğini yaptırabilecek bir durumda. İçerdeki korkular, onu buna zorluyor, mecbur bırakıyor. 
Kürt siyasetinin bunu iyi görmesi, değişen güç dengeleri arasında iyi karar vermeleri lazım. 

Sürecin geleceği ne olacak? 

Yine başa dönülecek gibi görünüyor: Her iki taraftan biri diğerine yerine getirmesi imkansızı yapmasını istemeye devam ediyor. Bu da işi zora sokuyor. Hükümet tarafı, PKK'den silahı bırakmasını, Kürt tarafı ise Kürtlerin siyasi statü elde etmesini esas alan kolektif hak talebindeki meşru talebini dile getiriyor. Her iki taraf arasındaki bakış açıları arasındaki farklılık makası giderek açıldı. Çözüm süreci çıkmaza girmesine rağmen  çatışmasızlık bir süre daha devam etse de bunun uzun sürmeyeceği kısa bir süre sonra anlaşıldı. Taraflar bir süre “Masayı hiç kimse Devirmeyecek” konumundayken, Mart 2015’te Dolmabahçe’de kurulan masayı Erdoğan son noktayı koydu. O günden itibaren İmralı ile görüşmeler kesildi, HDP’ye savaş açıldı. Diyarbakır, Suruç ve Ankara katliamları oldu. Barış elçisi Tahir Elçi öldürüldü. Yurtseverliği yoğun Kürt şehirleri yıkıma uğratıldı. 15 Temmuz Darbesi, Belediyelere Kayyum atanması, milletvekili, belediye başkanı ve HDP yöneticilerinin cezaevine kapatılması süreci başladı. Sorunun çözümü iyice zorlaştı. Sorunun çözümü, ancak pratik rolleri oynayabilecek aktörlerin oyuna dahil olmasıyla mümkündür. Bu da toplumun daha fazla rol alması gerektiğidir. 

Feyzi Çelik İstanbul.
2017


***

25 Ekim 2020 Pazar

BİR İHTİMAL DAHA VAR!

BİR İHTİMAL DAHA VAR!




İşçi Partisi, Aydınlık ve Ulusal Kanal çevresinin Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan, İhsanoğlu ve Demirtaş’ın dışında Cumhuriyetçi, laik ve demokrat güçlerin tercih edebileceği bir üçüncü aday çıkarmak için son dakikaya kadar mücadele ettiği biliniyor. Bu bağlamda CHP içinden bazı milletvekillerinin de desteğiyle Emine Ülker Tarhan’ın adaylığı gerçekleştirilmeye çalışıldı, ama aday olmak için gerekli olan 20 milletvekilinin desteği sağlanamadığından bu girişim başarısızlıkla sonuçlandı. Dolayısıyla Ağustos ayında Cumhurbaşkanlığı yarışı bir “BOP eş başkanı”, bir “Osmanlı hayranı İslamcı” ve bir “bölücünün” arasında olacak ne yazık ki…

Peki, Cumhuriyetçi, laik, demokrat güçler ne yapacak? Her şey bitti mi artık?
Örneğin Cumhuriyetçi güçler de 4 Temmuz akşamı Can Ataklı’nın Ulusal Kanal ekranlarından yaptığı gibi, isim vermeden, ama diğer bütün seçeneklerin olmazlığını vurgulayarak sonunda Ekmeleddin İhsanoğlu’na oy vereceğini mi ilan etmeli?

Cumhuriyetçi güçlerin kendilerine dayatılan Ekmeleddin İhsanoğlu seçeneği karşısında Can Ataklı gibi boyun eğmek dışında başka bir seçenekleri yok mu gerçekten?

Bu soruya bir yanıt vermeden önce, bir an için seçime Cumhuriyetçi güçlerin de bir adayla katıldığını varsayalım. Örneğin bir an için, Emine Ülker Tarhan’ın aday olması için gerekli olan 20 milletvekilinin imzasının elde edildiğini ve Tarhan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimine 4. aday olarak katılma hakkını elde ettiğini düşünelim.
Peki, o zaman ne olacaktı?

10 Ağustos günü, sandık başına gidecek ve Emine Ülker Tarhan için oy kullanacaktık. Amaç, Emine Ülke Tarhan’ın Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan daha fazla oy alarak ikinci tura kalmasını sağlamak ve böylece ikinci tur oylamada Erdoğan’a karşı Cumhuriyetçi oyların toplanacağı bir direniş cephesi yaratabilmekti. Emine Ülker Tarhan’ın adaylığının tartışıldığı günlerde, Erdoğan’ı durdurabilmenin tek formülü olarak, özelikle Doğu Perinçek tarafından savunulan görüş bu değil miydi?
Bugün artık kesinleşti ki Cumhurbaşkanlığı seçimi sadece üç adayın katılımı ile yapılacak ve ne yazık ki bu stratejinin uygulanması mümkün değildir. Ama her şey yine de bitmiş değil. Eğer Emin Ülker Tarhan seçime aday olarak katılsaydı, sandığa gidip onun birinci turda en çok oy alan iki adaydan biri olması için oy kullanacak olanlar, bence bugün de hâlâ bir şeyler yapabilirler. 10 Ağustos günü, yine sandığa gider ve BOŞ OY kullanırlar! Kısacası biz Cumhuriyetçi, laik demokrat güçlerin Cumhurbaşkanlığı seçiminde adayımız “BOŞ OY” olur!

Mesela bu şekilde davranılacak bir seçimde birinci tur sonunda şöyle bir sonuç ortaya çıkarsa bu nasıl yorumlanmalıdır?

ERDOĞAN: % 45
İHSANOĞLU: %22
DEMİRTAŞ: %7
BOŞ OY: %26

Bu durumda yasal olarak ikinci tur oylamaya Erdoğan ve İhsanoğlu katılma hakkını elde ederler. Ama birinci tur öncesinde Cumhuriyetçi, laik ve demokrat güçlerin birinci tur oylamada sandığa gidip BOŞ OY kullanacaklarının propagandası iyi yapılırsa, şu açık bir şekilde görülecektir ki, yasal sonuç ne olursa olsun bu, toplumsal gerçeği yansıtmamaktadır.

Böyle bir davranış tarzının iki sakıncası vardır: 
Birincisi, açıktır ki hukuksal sonuç almak olanaklı olmayacaktır.
Yani en nihayetinde ikinci tur oylama yine Erdoğan ile İhsanoğlu arasında olacaktır.

İkincisi de bu biçimde BOŞ OY kullanmak amacıyla sandığa gidip bir anlamda gövde gösterisi yapılsa bile, bu davranış en sonunda bu düzmece seçime, bu danışıklı dövüşe bir tür hukuksal geçerlilik, bir meşruiyet kazandıracaktır.
Ne var ki bu olumsuzlukların yanında elde edilecek bir kazanım vardır ki,
bence ilk iki sakıncayı dengeler.

Eğer Cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci turunda BOŞ OY’ların sayısı en azından sıralamada ilk iki arasında yer alırsa, başka bir anlatımla BOŞ OY’lar Ekmeleddin İhsanoğlu’na verilecek oylardan daha çok olursa,  o zaman bu ülkede Cumhuriyetçi, laik, demokrat güçlerin hâlâ var olduğu; bu tür düzmece seçimlerle, dayatmalarla Cumhuriyeti tasfiye etme girişimlerine kimsenin meşruiyet kazandıramayacağı bütün dünyaya gösterilmiş olur.

Böyle bir seçenek Can Ataklı gibi, en sonunda boyun eğip “ne yapalım başka yapacak bir şey yok ki?” demeye getirerek üstü kapalı bir şekilde Ekmeleddin İhsanoğlu için destek vereceğini açıklamaktan çok daha onurlu ve çok daha işlevseldir.

Bu önerdiğim seçeneğin daha radikal olanı, hiç sandığa gitmemek ve seçime katılım oranını en azından yüzde 70 altına düşürmektir. Bu ikinci seçeneğin daha az göze batıcı ve ses getirici olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle, eğer kitlesel olarak yapılabilirse ve sonunda boş oylar en azından % 20’ler düzeyine çıkarılabilirse, sandığa gidip BOŞ OY kullanmanın da aslında Cumhuriyetçi, laik, demokrat güçlerin sesini duyurması için etkin bir yol olduğu açıktır.
Ayrıca böyle bir seçenek, Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında gündeme gelecek CHP Olağanüstü Kurultay’ında Cumhuriyeti güçlerin elini güçlendirecek, Kılıçdaroğlu ve ekibinin tasfiyesini daha da kolaylaştıracaktır.
Kısacası, her şey bitmiş değil. Mücadele son dakikaya kadar sürmelidir. Hele ki sözkonusu olan Cumhuriyet, laiklik ve demokrasi mücadelesi ise umutsuzluğa kapılmak, teslim olmak asla düşünülmemelidir.

Ne güzel diyordu Nazım:

Mesele esir düşmekte değil,
Teslim olmamakta tüm mesele…

SERDAR ANT
5.7.2014

19 Ocak 2020 Pazar

ERDOĞAN İLK ŞERİAT KANUNU NU YAYIMLADI,

ERDOĞAN İLK ŞERİAT KANUNU NU YAYIMLADI,






Oraj POYRAZ

22 12 2019


Şeriat Nedir,? 
Nasıl bir şeydir.? 
Bilmeyenler için söyleyeyim.
Öyle Boynuzlu, Kuyruklu bir şey beklemeyin.

İşte böyle sindire sindire, yavaş yavaş geliyor.
Anayasanın, yasaların, yönetmeliklerin, genelgelerin İslam şeriatına uygunluğu na bakılır. Devletin resmi mevzuatında dinli, imanlı, Allahlı, Kur'anlı, fıkıhlı cümleler kurulur.

Siz Müslüman olmayabilirsiniz, siz Sünni de olmayabilirsiniz, siz Müslüman olursunuz da genel geçer klişelere uymazsınız.
Bunların hiç önemi yok.
Eşşşşek gibi uyacaksınız.
Çünkü sizin adınıza, sizin için , size rağmen, karar verecek bir ilahiyatçılar var.

Ortada uzlaşma, pazarlık için hiçbir zaman, zemin, imkan yok.
Dogma neyse o size dayatılacak.

Gel kardeşim konuşalım falan yok.
Dayatma ve zorbalık var.

Oraj POYRAZ (0raj....@neomailbox.net / oraj....@openmail.cc )


ERDOĞAN İLK 'ŞERİAT KANUNUNU' YAYIMLADI


22.12.2019 12:38


AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 'Din kişinin hayatına nüfuz etmezse kişi zamanla yapıp ettiklerini dinleştirir. Bunun için İslam bize göre değil biz İslama göre hareket edeceğiz. . ' sözü yaşama geçirildi ve Kuranıkerim’den ayetler Hz. Muhammet’in hadis-i şeriflerinden Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çalışmalarından alıntılar yapılan şeri bir karar Resmi Gazete’de yayımlandı.

Son Dakika. . AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla İlk şeri kanun Resmi Gazete'de yayımladı

Karar ile faizsiz finans kuruluşları denetçileri için belirlenen etik kurallar fıkhi (İslam hukuk kuralı) hükümlere bağlandı.

14 Aralık 2019 tarihli Resmi Gazete’de Kamu Gözetim Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu’nun 12 Aralık 2019 günü aldığı “Faizsiz Finans Kuruluşlarının Bağımsız Denetimini Yürüten Denetçiler İçin Kurallar” kararı yayımlandı.

Cumhuriyet Gazetesi'nden Işık Kansu'nun haberine göre; Kuranıkerim’den ayetler Hz. Muhammet’in hadis-i şeriflerinden Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çalışmalarından alıntılar yapılan kararın giriş bölümünde “muhasebenin İslam dininin farz-ı kifaye (yapanın sevabını aldığı tümden yapılmadığı durumda toplumun tümünün sorumlu olduğu yükümlülük) olarak gerekli kıldığı mesleklerden” sayıldığı kaydedilerek şöyle denildi:

“Adil olma kavramı (adalet) Kuranıkerim’de birçok ayette geçmektedir. ‘Şüphesiz Allah adaleti iyilik yapmayı yakınlarına yardım etmeyi emreder’ ve ‘Allah size emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor...’

"HALİFELİK İLKESİ. . TAKVA... ALLAH'A HESAP VERME"

Adalet kavramının muhasebe felsefesinde ‘ön yargı taşımama’ olarak bilinen bir karşılığı da vardır. Muhasebe ve denetim standartları ilkesel olarak bu kavramın hayata geçirilmesine öncülük etse de adalet esasen etik bir değerdir. Bu sebeple mesleki görev ve hizmetlerini yerine getirirken denetçilere gösterecek etik kurallara ihtiyaç bulunmaktadır. ”

Kararda fıkhi ilke ve kuralların bu etik kurallara amaçları bakımından diğer tüm nedenler üzerinde sürekli ve değişmez dini kaynaklı potansiyel bir yaptırım gücü sağladığı belirtilerek denetçiler için etik ilkelerin dini dayanakları sıralandı. Bu dayanaklar arasında “insanın yeryüzündeki halifeliği ilkesi ihlas (ibadette içtenlik) takva (Allah’tan korkma) Allah’a hesap verilecek” olması yer aldı.

"ALLAH-U TEÂLÂ SİZİ İZLİYOR VE KIYAMET GÜNÜ HESAP VERECEKSİNİZ"

Mesleki yeterlik ve özen ilkesine dayalı etik davranış kuralları da tanımlanırken “Denetçi mesleki görev veya hizmetlerini özenle ve düzgün biçimde yerine getirirken Allah-u Teâlâ’ya topluma mesleğine müşterisine ve kendisine karşı sorumlu olduğu” denildi. Bir başka kurala göre de; denetçilere Allah-u Teâlâ’nın kendisini sürekli izlediğinin ve kıyamet gününde hesap vereceğinin bilincinde olması zorunluluğu getirildi.

HAYATI DİNLEŞTİRME.,

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçen kasım ayı sonundaki Din Şûrası’nda yaptığı konuşmada “Dini hayattan tecrit eden belli kalıplara şekillere davranışlara hapseden dogmatik bir anlayışa itibar etmeyeceğiz. Bir Müslüman dinini hayatın şartlarına göre değil hayatını inancının esaslarına göre uyarlamakla mükelleftir” demiş ve eklemişti:

“Din kişinin hayatına nüfuz etmezse kişi zamanla yapıp ettiklerini dinleştirme yanlışına düşer. Bunun için İslam bize göre değil biz İslama göre hareket edeceğiz. ”

KAZAN: KURALLAR LAİK CUMHURİYET’E UYMALI

Hukukçu Turgut Kazan içinde yaşadığımız dönemde anayasasız bir Türkiye yaratıldığına dikkat çekerek şunları söyledi: “Siyasi iktidar ve Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ne isterse yapabileceğini düşünüyor. Şeklende olsa halen bir anayasamız var. Cumhurbaşkanı da bu anayasaya göre seçildiğine ve yemin ettiğine göre böyle bir şey kural dışıdır. Türkiye Cumhuriyet’i laik bir Cumhuriyettir. Kuralların hukuka laik Cumhuriyet’e uygun olması gerekir. Şimdi bir kez daha anlaşılıyor ki her şeyi adım adım birilerinin anladığı İslamiyet’e uydurmaya çalışmalarının bir adımıdır. Şüphesiz ki kural dışıdır. ” Kaynak; Cumhuriyet

https://www.birhaberoku.com/erdogan-ilk-seriat-kanununu-yayimladi-27874

 ***

Turk ün haysiyeti onuru ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür.

Gazi Mustafa Kemal ATATURK

- - - - - - - - - - - - -

JEAN MESLIER : SAĞDUYU TANRISIZLIĞIN İLMİHALİ

187. ESKİ VE YENİ DİNLER, SOYUT KURUNTULARINI VE GÜLÜNÇ AYİNLERİNİ HEP BİRBİRLERİNDEN ALMIŞTIR

Eski rahiplerin dinleri yok oldu, ya da daha dogrusu bu dinler bicim degistirmekten baska bir sey yapmadi. Her ne kadar yeni ilahiyatcilarimiz onlara sahtekar gozuyle bakiyorlarsa da, genel toplami artik bizim icin var olmayan sistemlerinden bircok daginik kisimlari topladilar. Teolojinin baska bir tarzda yeniden giydirmekten baska bir sey yapmadigi dogmalari cagdas dinlerimizde hala aynen bulmakla kalmiyoruz; hurafeler bulasmis dini islerinin, Thergie'lerinin*, buyulerinin, efsunlarinin dikkat ceken artiklarini da bu dinlerde goruyoruz. Misir'dan alinmis tuhaf fikirlerle dolu oldugunu gordugumuz ibrani dininin peygamberlerinden, rahiplerinden, yasa yapicilarindan kalan turbeleri saygiyla ziyaret etmeleri hala Hiristiyanlara emredilir. Bu sekilde, hilekarlar ya da puta tapan hayalciler tarafindan duslenen garabetler hala

Hırıstiyanlar ın "kutsal" gÖrüşleridir.

Tarihe biraz goz atilirsa, insanlarin butun dinleri arasinda goze carpici benzerlikler gorulur. Yeryuzunun her yerinde dini fikirlerin, kavimleri, donem donem kederlendirdigi ve sevindirdigi gorulur. Her yerde igrenc ibadet yerlerinin, ibadet islerinin zihinleri mesgul ettigi ve meditasyon konulari oldugu gorulur. Cesitli hurafelerin soyut hayaletlerini ve ayin bicimlerini birbirlerinden aldiklari gorulur.

Dinler, genellikle bunlari birlestirmek, eklemek ve o anki amaclarina uymayanlari kaldirmak hakkini koruyarak, seleflerinin malzemelerini kullanmislardir. Misir dini, putatapma (sanemperestlik) ayinini bu dinden uzaklastirmis olan Musa'nin dinine temel hizmetini gormustur. Musa hizipci bir Misirlidan baska bir sey olmamistir.

Hiristiyanlik, birleştirilmiş " Yudaizm"den (Musevilikten) başka bir şey degildir. Müslümanlık ise, Hiristiyanlıktan, Yahudilikten ve Arabistan'in eski dininden ibarettir.

Gökyüzü Ruhlari ile İlişkiler üzerine kurulu bir tür büyü.
- - - 
Konuşan, Adamin beyni degil, Gırtlagıydı.

George Orwell1984

- - - - - - - - - - - - -
Hayat bir firsat tır ve Manaya Gebedir.
Ama yaşadığınız hayat, Seçimleriniz üstüne kurulur.

KURTZ, PAUL (1925) ABD'li filozof ve yazar.
Ateistin Kutsal Kitabi - Aforizmalar - Derleyen Joan Konner

***

11 Kasım 2019 Pazartesi

Erdoğan ve Seviye Meselesi

Erdoğan ve Seviye Meselesi,


Ömer Laçiner 
07 Ağustos 2014







Cumhurbaşkanlığı seçimi  kampanyasında 'seviye'nin hayli düşük olduğuna dair tespitlere  itiraz eden yok. Seviyenin düşük olmasının birincil  nedeni  tarafların ve dolayısı ile adayların Cumhurbaşkanlığı makamının ülke-toplum ve bölgenin yaşadığı son derece kritik konjonktür bağlamında  öncelikle ve asıl olarak nasıl bir rol-işlev üstlenmesi gerektiği konusunda farklı yaklaşımları temsil etmelerine rağmen; bu temel konuyu yeterince açık, önemini kavratıcı biçimde işleyemiyor oluşlarıdır. Ne Recep Tayyip Erdoğan hayal ettiği başkanlık rejiminin reklamı ekseninde yürütüyor kampanyasını; ne de Ekmeleddin İhsanoğlu temsil ettiği parlamenter rejim cumhurbaşkanı adayı kimliği ile Bay Erdoğan'ın fiilen tarumar ettiği kuvvetler ayrımı ve hukuk devleti ilkelerinin önem ve değerini vurgulayan bir kampanya ile rakibini sıkıştırmayı becerebiliyor. Mevcut ülke ve bölge konjonktürü bağlamında eşitlik ve demokrasi ekseninde sağlanacak bir toplumsal birlik duygusunun hayati önemini gayet başarılı biçimde anlatarak adaylar içinde en 'seviyeli' kampanyayı yürüten Selahattin Demirtaş ise ana akım medya tarafından peşinen marjinalize edildiği için; genel kampanyanın seviyesizliği izlenimini değiştiremiyor.
Seviyesizlik tespitinin ikincil ama hiç de daha az önemli olmayan nedeni, gerekçesi ise bu tür kampanyaların olmazsa olmazı olan adayların birbirlerini eleştiri üslubu ve bu amaçla kullanılan argümanlardır. Adayların rakiplerini eleştirme haklarını kullanırken Cumhurbaşkanlığı gibi bir toplumun en saygın makamına yaraşır bir üslup içinde konuşmalarını, argümanlarını da bu düzeye uygun konu ve kanıtlarla savunmalarını beklemek medeni bir toplum için asgari bir talep ve kuraldır sadece. Ne var ki bu en basit kurala dahi riayet edildiğini söyleyemiyoruz.
Ama dikkat edilsin; bu riayetsizlik sadece ve sadece R. T. Erdoğan tarafından yapılıyor. Ne İhsanoğlu ne de Demirtaş şimdiye kadar rakipleri hakkında  edep ve saygı sınırlarını aşan tek bir sıfat kullandılar ne de yakışıksız, 'belden aşağı vuran' argümanlara tenezzül ettiler. 'Seviyesizliğe' kanıt diye gösterilen her şey ya bizzat Bay Erdoğan'ın söz ve davranışlarıdır ya da hempalarının marifetleridir.
R. T. Erdoğan’ın bugüne kadar Türkiye'de Başbakanlık yapmış, cumhurbaşkanı adayı olmuş kişiler arasında açık ara en 'ağzı bozuk', en şirret üsluplu ve en 'belden aşağı vurma'ya hevesli kişi olduğu herhalde tartışmasız bir gerçek. Yandaş ve yalakaları bütün bu negatif niteliklerle bezeli konuşmalarını ve bunlara eklediği külhani tarzı, onun 'hitabet sanatını ustaca kullanması' diye tanımlayıp pek övüyorlar. Ama bu türden hitabet ustalıklarının en tehlikeli demagoglara, kifayetsiz muhterislere ve faşist liderlere has bir 'sanat' olduğunu eklemeyi elbette 'unutuyor'lar. Asıl üzerinde duracağımız konu açısından bir detay ama değinmeden geçemeyiz. R. T. Erdoğan, hitabetinin şu bahsettiğimiz özellikleri ile aynı, ‘dindar liderler' kategorisi içinde yer aldığı Turgut Özal ve Necmettin Erbakan'dan 'kopmuş' bir edep ve saygı düzeyini temsil ediyor. Özal ve Erbakan siyasal rakiplerinden şahsen bahsederken terbiye dışı, küçültücü sıfatları kullanmazken Bay Erdoğan'ın özellikle 2011 seçiminden sonra küçültücü veya alaylı bir sıfat eklemeden rakiplerinin adını anmaz hale gelişi gayet 'manidar' bir tezat oluşturuyor.
Ancak, asıl ürkütücü nokta, bu en basit nezaket kuralına dahi aldırmama tutumunun Erdoğan tarz-ı hitabet ve siyasetin en hafif lekesi olması. Polis kurşunu ile öldürülmüş bir çocuğun -Berkin Elvan'ın- acılı annesine iftira atmaktan çekinmeyip onu miting kalabalıklarına yuhalatmayı başarı sayan birinden söz ediyoruz çünkü. Kabataş olayı yalanını defalarca tekrarlayabilmiş bu zat, birkaç gün önce S. Demirtaş'ı Zaza olduğu için yuhalatmayı da becerdi. Özetle ifade edecek olursak; benzer örneklerin listesi uzar gider de; bu zatın şu son iki aylık kampanyası esnasında 'Cumhurbaşkanlığı makamına yakışır' diyebileceğimiz  iki satırcık lafını, jestini zor buluruz.
Fakat asıl soru şu: Yalanla, iftirayla, çarpıtmalarla yüklü olmasına bilhassa gayret edilerek icra edilen bu ‘hitabet sanatı' nasıl oluyor da AKP'nin % 50’ler civarında oy toplamasının birincil nedeni, etkeni addediliyor? Ve yine, nasıl oluyor da R. T. Erdoğan bu ülke tarihinin hakkında en ağır kanıtlı yolsuzluk, rüşvet, kayırma ve yalancılık ithamı yapılan en üst makam sahibi olmasına ve bu ithamlardan aklanmak için normal, hukuki yollara başvurmak yerine elindeki iktidar gücüyle mevcut hukuku felç eden, tamamen gayrı meşru usullere tevessül etmesine rağmen o % 50 civarındaki oy tarafından hayranlıkla alkışlanıp desteklenebiliyor?
Gerçekliği olabildiğince yakından kavramak istiyorsak ve bunu dönüştürmek cesaretini, umudunu koruyor iseniz; her şeyden önce o % 50 oyun 'masumiyeti'ni ima eden açıklamaları bir yana bırakınız. Yani ortada Erdoğan'ın 'ustaca' yalanlarla, demagoji hileleri ile kandırdığı ve böylece onun yolsuzluk falan yapmayan, yalan ve iftiraya başvurmayan temiz bir kişi olduğuna inanan bir kitle yok. 'Çalmış, biraz yalan söylüyor, çarpıtıyor olabilir ama çalışıyor, refahımızı arttırıyor ya' bahanesine sığınanlar da asıl 'Erdoğansever' kesimi oluşturanlar değil.
O % 50'nin büyük kısmı, çoğunluğu tam aksine Erdoğan, konum ve menfaatlerini korumak ve azamileştirmek için elindeki tüm araç ve imkânları hak, hukuk ve insaf ölçülerini çiğneyerek kullanma kararlılığına 'bayılıyor' ve özeniyor. İstediğini elde etmek için yalana, dolana başvurmanın mubah olduğuna inandığı gibi kendi isteğinin en sıradan ve küçük bahanesini diğerlerinin en değerli ve akli gerekçesinden daha büyük sayabiliyor. Nitelikten ziyade niceliği ve dolayısıyla fikren, ahlaken ve fiilen değerli nitelikler edinerek gelişmeyi değil, sayılarla ölçülebilen türde bir 'büyüme'yi hedefliyor ve önemsiyor. Erdoğan kişiliğinin şu özetle ifade edilen içeriği ile ona hayran kitlenin ortalama kişilik özellikleri bire bir örtüşüyor. Ve dolayısıyla  olabilecek en tam bir özdeşleşme kuruluyor aralarında.
Bu özdeşleşme halinin dikkate değer bir noktası, Türkiye tarihi açısından -asla olumlu anlamda değil ama, gerçekten- 'yeni' olan bir  boyutu var. Özetle açıklamaya çalışayım: Bu ülke tarihinde geniş kitlelerin kendisi ile bir özdeşlik bağı kurduğu birçok lider geldi geçti. Bunlardan Erdoğan ile kıyaslanabilecek olanları, örneğin Menderes, Demirel, Özal ve Ecevit'i  göz önüne getirelim: Büyük bir seçmen kitlesinin belirli bir dönem bu liderlerle özdeşlik hissi yaşamalarının 'maddi' temeli elbette onların kendileri gibi toplumun orta-alt katmanlarından, aynı sosyo-kültürel ortamlardan gelmiş olmalarıydı. Gerçi Ecevit böyle sayılmazdı ama gerek görüntüsü, gerekse 'devletlû’lara has kibir ve gösterişten arınmış tavrıyla hakiki bir 'halkçı' olarak 'halk'ın bağrına bastığı bir lider oldu. Dolayısı ile Erdoğan ile bu liderler arasında  özdeşleşmenin maddi temeli açısından pek fark yok. Ama olgunun moral -'manevi'- boyutuna, siyasal psikoloji düzeyine baktığımızda farklık apaçık beliriverir. Çünkü  söz konusu liderler çoğunluk tarafından 'bizden biri, benim gibi' diye algılanmaktadır ama aynı zamanda o liderlerin kendilerinde olmayan veya kendilerince edinilememiş olan imrenilesi bazı insani yüksek niteliklere sahip oldukları da bilinir. Örneğin Demirel ve Özal -bu arada Erbakan da- rakipleri tarafından da kabul edilen yüksek zekaları, geniş bilgi dağarcıkları ve üst düzey mühendis nitelikleri ile, Ecevit geniş kültürü medeni vasıfları ve cesareti yanında  hayranlık uyandırıcı akıcılıktaki düzgün konuşma yeteneği ile kitlelerin 'süper ego'sunu harekete geçirmiş, özdeşleşme ilişkisini bu düzeyde kurmuşlardır. Yani o liderlerle kurulan bağ, kitlelerin onlardaki üst insani nitelik ve edinimlere derin saygısını ve sahip olabilme arzu ve özlemini içerir. Onlarla özdeşlik duygusunu yaşarken kendisinin o nitelik ve edinimlere sahip olmuş halini hayal edebilir. Oysa Erdoğan ile özdeşleşme halinin  bununla hiçbir ilgisi yoktur. Erdoğan üst insani nitelikler açısından bu ülke ortalamasını ile aynı düzeydedir. Ne zekâsının yüksekliği ne bilgi düzeyinin derinliği ve genişliği ile ne yüksek zihni nitelikler gerektiren bir faaliyet alanındaki parlaklığı ile ne de ahlaki vasıflarının olgunluğu ile temayüz etmiş biridir. Ortalamamızın tipik bir temsilcisidir sadece. Böyle olmasına rağmen şu anda sahip olduğu büyük güç ve iktidar imkânlarına erişmiş, şimdiye kadar ortalamanın çok üzerinde insani nitelik ve edinim sahibi olanların gelebildiği makamlara oturabilmiştir. 'Erdoğan vakası' doğal güdülerine, güç ve büyüklük arzularına yoğunlaşmış birinin ortalama, hatta daha düşük insani-ahlaki niteliklere sahip olsa bile servet ve iktidar gibi nicel büyüklüklere ulaşabileceğinin kanıtlanışıdır. Niceliğin niteliğe zaferi diye de algılanabilir. Ve Erdoğan ile Türkiye orta sınıf ve ortalamasının çoğunluğu arasındaki özdeşlik ilişkisinin 'sırrı' tam da bu noktadadır. Erdoğan o kesimlerin az önce işaret edilen içerikteki süper egosunu değil, tam tersine doğal ego ve dürtülerini alter egolarını harekete geçirdiği için idolleşiyor. Yükselişi nicelikselin insani niteliklere karşı zaferi diye de algılandığı, özellikle de Erdoğan böyle anladığı için, örneğin miting meydanlarında İhsanoğlu'nun  nezaket gibi insani-medeni niteliğini 'monşerlik' diye sarakaya alıyor, kendisinin beceremediği diller bilme niteliğini küçümsemeye yelteniyor ve bütün bu seviyesizlikleri nedeniyle de taraftarları şevk ile alkışlayabiliyorlar onu.
Ama karamsarlığa kapılmamak gerek. Bu devir, bu evre Erdoğan ve şakşakçılarının zannettiğinden çok daha bir kısa süre sonra kaçınılmaz olarak bitecek. Marx, “Bir üretim -dolayısı ile toplum ve siyaset- tarzı/düzeni içerdiği tüm imkanları tüketmeden yok olmaz” derdi. Demek ki kadim ve modern siyasetin bu dip çökeltisinin deneyiminden geçmek de gerekiyormuş. Fakat bu cürufu yakından görmekle insani niteliklerimizin gürleşeceği bir geleceği çok daha temizlenmiş bir bilinçle tasavvur etme ve kurma imkânını da edineceğimizi unutmayalım.
*Bu yazı, eşzamanlı olarak T24 internet gazetesinde yayımlanmıştır.


***

5 Kasım 2019 Salı

GEÇMİŞİMİZLE BUGÜNÜ MUKAYESE YAZILARI., BÖLÜM 4

GEÇMİŞİMİZLE BUGÜNÜ MUKAYESE YAZILARI.,   BÖLÜM 4



Sözde Ermeni Soykırımı. 1915

Sözde Ermeni Soykırımı (Genozid: 1948 Nürnberg mahkemelerinde litaratüre giren bir kelime zaten 1915 olayları ile özdeşleştirilemez) ) 
tekrar günümüzün konusu oldu.

     5 Ekim 2000 Tarihli bir, kaynağı BM Genel Sekreteri Sözcüsünün Dairesi olan bir belge var. 
Bu belge bir bilgisayar iletişim ağı çerçevesinde gelmiştir; ama altında sözcü Farhat Haq’in adi yer almaktadır. 

Bu Belgede şöyle diyor:

“Birleşmiş Milletler Ermeni deneyimini ‘soykırım’ diye tanımlayan bir yazanağı hiçbir zaman ne onaylamış ne de desteklemiştir.”


Buna ek olarak OdaTV’denbir alıntıyı bilgilerinize Sunuyorum:  

Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Atatürk’ün Bütün Eserleri” çalışmasının 11. cildinin 60, 61 ve 62 sayfalarında yer alan bu röportajda, Mustafa Kemal, gazeteci Streit’in “Harbi Umumi esnasında yapıldığı mütemadiyen ağızlarda dolaşan Ermeni katliam ve tehciri hakkında hükümetinizin resmi görüşü nedir?” sorusuna şöyle yanıt verdiği yazar:

“Rus ordusu 1915’te bize karşı büyük taarruzunu başlattığı bir sırada o zaman Çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Ermeni Komitesi, askeri birliklerimizin gerisinde bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti. Düşmanın sayı ve malzeme üstünlüğü karşısında çekilmeye mecbur kaldığımız için kendimizi daima iki ateş arasında kalmış gibi görüyorduk. İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız şekilde katlediliyor, gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm sürdürülüyordu.

Bu cinayetleri işleyen ve saflarına eli silah tutabilen bütün Ermenileri katan çeteler, silah, cephane ve iaşe ikmallerini bazı büyük devletlerin daha barış zamanından beri kendilerine kapitülasyonların bahşettiği dokunulmazlıklardan istifade ederek ve bu maksada yönelik olarak büyük stoklar husule getirmeye muvaffak oldukları Ermeni köylerinden yapıyorlardı.

İngiltere’nin barış zamanında ve harp sahasından uzak olarak İrlanda’ya reva gördüğü muameleye hemen hemen kayıtsız bir şekilde bakan dünya kamuoyu, Ermeni ahalisinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz. Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve bunlardan çoğu, şayet İtilaf devletleri bizi tekrar harp etmeye zorlamasa idi, evlerine dönmüş olurlardı.”

‘AMERİKALI GENERAL HARBORD ŞAHİDİMİZDİR’

Gazeteci Streit’in “Ermeniler ve Rumlar tarafından Türklere karşı vukuu rivayet edilen katliam hakkında ne gibi malumat verebilirsiniz?” sorusuna ise Atatürk şu yanıtı vermişti:

 “Gerek Umumi harp sırasında gerek Mütareke’den sonra Ermeniler ve Rumlar tarafından Müslüman ahaliye yapılan zulümler üzerinde durmak uzun bir hikaye olur. Brest-Litovsk Antlaşması’nın yapılmasını müteakip Rusların Doğu vilayetlerimizi tahliyeye başladıkları sırada Ermeni çetelerinin yapmış oldukları katliam ve tahribat kafi derecede herkesin malumudur. Sivas’ta benimle görüşmüş olan, daha sonra bu bölgeleri ziyaret etmiş eden ve buralarda Ermeni çetelerinin davranışları hususunda tafsilatlı gözlemlerde bulunarak daha sonra kendisine bu konuda anlatmış olduğum şeylerin doğru olduğunu Amerikalı General Harbord, Amerikan kamuoyunun kendisinden faydalı malumat temin edebileceği bir şahidimizdir. Taşnaklar daha sonra da Kars ve Oltu bölgelerinde Alexandropol Antlaşması’nın yapılmasına kadar cinayetlerine devam etmişlerdir” diyerek yanıtlamıştı.

‘WİLSON PROJESİ SADECE GÜLÜNÇTÜR’

Atatürk, “Wilson Ermenistan sınırları hakkındaki fikriniz nedir?” şeklindeki soruyu da şöyle yanıtlamıştı:  

“Ermenistan birkaç günden beri tekrar Taşnakların eline düşmüştür. Alexandropol Antlaşması’nı samimiyetle tatbik mevkiine koyacak her Ermeni hükümeti dostluğumuza güvenebilir. Milyonlarca Türk’ü binlerce Ermeni’nin hakimiyetine terk etmeye kalkışan Wilson projesi sadece gülünçtür” diye cevap vermişti.



****

Artık Sormak Zamanı: Asıl Dertleri Ne?

HAŞMET BABAOĞLU
05 Kasım 2019, Salı


   Bırakın, CHP'li vekiller, belediye başkanları ve yancıları bol bol konuşsunlar...
"Bak bu olmadı!" diyerek onları siyaseten maske takmaya ve ettikleri lafları daha sonra evirip çevirip düzeltmeye zorlamayın...
Bunları yapmayın ki, gerçek yüzlerini, esas hesaplarını, kafalarının arkasında yatanları görmek isteyen görebilsin...
Buna ihtiyacımız var.
Mesela Tunç Soyer'in Barış Pınarı Harekâtı'yla ilgili "hepimizi huzursuzluğa, karamsarlığa iten bu savaş bir an önce bitsin" şeklindeki sözlerini eleştiren AK Parti İzmir vekili Mahmut Atilla Kaya "Kimse karamsar değil. Türkiye asker selamı veriyor, Soyer karalar bağlıyor" derken yerden göğe haklı.
Fakat Kaya "Sayın Soyer'in acilen bir düzeltme yapma zarureti vardır" derken yanılıyor.
Hayır, düzeltmesin!
Bulandırmasın!
Öyle "ecnebi" haliyle kalsın.
Gerisini hemşehrileri ve partilileri düşünsün.

***

   Aynı şey Soyer ve diğer CHP'lilerin "Kıbrıs'ı rahat bırakma"ya duydukları ilgi için de geçerli.
Saklanmadan konuşmalılar...
Kılıçdaroğlu gibi baş döndüren laf çevirmelerden medet ummalarındansa, böylesi daha iyidir.
Önümüzdeki süreçte özellikle Kıbrıs ve Doğu Akdeniz konusunda kimin ne düşündüğünü milletin açık seçik bilmesi gerekiyor.
Kaldı ki, İmamoğlu, Soyer gibi CHP'lilerde bu konuda gördüğümüz "uyum" basit bir şey değil.
Merkezinde Doğu Akdeniz sorunu yatıyor.
Bu "uyum"un Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin güçlenmesine şiddetle karşı uluslarası network'le bağlantılı olmadığını kim iddia edebilir?
O yüzden belki filmin makarasını önce geriye doğru sarıp CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır'ın Şubat ayında Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki sondaj faaliyetini "israf" olarak değerlendirmesine ve hiç sıkılmadan "orada ne işimiz var?" diye sormasına bakmak gerek.

***

   Bir de CHP Genel Başkanı'nın 7 Aralık 2018'deki KKTC ziyareti ve Akıncı'yla görüşmesi var tabii.
Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz ziyaretle ilgili yazılı bir açıklama yapmıştı.
Açıklamadaki "Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki yalnızlığı"ndan şikâyet ilgi çekiciydi. Hatta laf arasına sondaj faaliyetleri çerçevesinde Mısır ve İsrail'le ilişkilerimizin düzeltilmesi gereği sıkıştırılmıştı.
Şimdi CHP o "iş"in esasen yalnız görülecek bir iş olduğunu bilmez mi?
O halde, asıl dertleri ne?


**************

İnsanlık, Evrensel Hukuk filan mı dediniz, geçiniz...

HAŞMET BABAOĞLU 
06 Ağustos 2018, Pazartesi


Markette kasa kuyruğundayım...

Arkamdaki orta yaşlı iki hanım siyasetten (!) laflıyor.

   İçlerinden biri benim işitmemi isteyen bir ses tonuyla "İktidar Batı'yla aramızı bozmak için elinden geleni yapıyor" diyor. Soran gözlerle dönüp baktığımı 
görünce şöyle devam ediyor: "Böyle böyle insanlığımızdan kaybedeceğiz..."
Daha başta "Cihanda sulh" tercihini zengin ülkeler karşısında ceket iliklemek olarak anlayıp kabullenmişler. Esas hikâyeyi şimdi onlara nasıl anlatacaksın? 
İmkânsız gibi bir şey.
Çocukları oralarda okusun, onlar pasaportlarına vize alsın...
Varsın ABD bütün dünyayı yaksın!
Umurlarında değil.
Ben asıl o son cümleye takılıyorum...
Hani Batı'yla bozuşursak "insanlıktan olacağımız" iddiasına...

***
Hep Vurguluyorum ya...

Seçici körlük üzerine kurulu müthiş bir talim terbiyenin ürünleriyiz.
Mesela...
Alman destekli STK'lar ve demokrasi vakıflarında çalışan yurttaşlarımıza Almanya'da kaybolan 14-18 yaş arası mülteci çocukların sayısının 9 bini bulmasından söz açtınız mı hiç?
Ben söyleyeyim...
Ya otomatik bant kaydı gibi Türkiye'deki insan hakları ihlallerinden söz ediyorlar ya da kulaklıklarını takıp müzik dinlemeye başlıyorlar.
Almanya'ya bir biçimde gelen kimsesiz mülteci çocuklar "insan" değil mi, diye sormak faydasız bu tayfaya...
Oysa akla gelen sorular çok can yakıcı...
Ne oluyor bu çocuklara?
Hangi uğursuz, hırsız çetelerin eline düşüyorlar?

***
Batı dediğimiz şey filozoflardan, edebiyatçılardan, bilginlerden falan oluşmuyor. Bu bakış problemlidir, bizim Cumhuriyet dönemi eğitim müfredatının göz bağcılığıdır.
Mülteci çocuklardan bahis açtım ya, oradan devam edeyim.
Acaba o hanımefendinin şu sıralarda ABD'de iyice ayyuka çıkan insanlık krizinden haberi var mıdır? Sanmam. Gazetelerde küçücük çıkan o haberler gözüne takılmamıştır bile...

Ailelerinden koparılan mülteci çocuklar (aslında yaşları o kadar küçük ki, bebeler demek yanlış olmaz!) Teksas eyaletindeki toplama kamplarında tutuluyorlar.
"Banyo yapmaya götürüyoruz" diyerek annelerinin kucağından alınmış tam 11 bin 786 çocuk...
İşin bir başka skandal tarafı, bu uygulamanın Obama döneminde de yapıldığının ortaya çıkması.
"İnsanlık", "evrensel hukuk", "modern demokrasi" mi demiştiniz?

Geçiniz...



***

Erdoğan-Maduro-Venezuela-Meksika hattı.



BÜLENT ERANDAÇ 
07 Ağustos 2018, Salı 

Erdoğan-Maduro-Venezuela-Meksika hattı
EY Amerika, arka bahçende artık Yeni Türkiye var. Başkanımız Tayyip Erdoğan'ın "İhracatta yeni dönemde önceliğimiz Meksika, Çin, Rusya ve Hindistan pazarlarıdır" sözlerine ve Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Kalın'ın Maduro ile beraber çektirdiği son fotoğrafına iyi bakınız Aziz Milletimiz. Büyük Türkiye'nin gelecek 60-70 yılının hamleleri ve fotoğraftır bu.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Venezuela Devlet Başkanı Maduro'ya yapılan suikastı protesto ederken, beraber çekilmiş fotoğrafını paylaştı, "Güçlü ol dostum" ifadesini kullandı.
Bu fotoğrafla verilen mesaj, "Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Yeni çok kutuplu dünyanın lideri" tabirini kullanan Venezüella Başkanı Maduro'ya tam destekti.
Birbirini tamamlayan iki konu, gelecek yıllardaki jeopolitik dengeleri çok etkileyecek ERDOĞAN -MADURO-VENEZUELA -MEKSİKA HATTI, harika bir şekilde, dünya kamuoyunun dikkatine sunulmuştur.
Venezuela ve Meksika, ABD emperyalizminin göz diktiği iki ülke. Amerika'nın arka bahçesi. Darbeler yaptırdığı, masum insanların kanına girdiği bu ülkelerle, mazlumların gür sesi Başkan Erdoğan'ın özellikle ilgilenmesi, çok dikkate değerdir. Güney Amerika'ya uzanacak Türkiye'nin gerçek dost eli, Derin ABD'ye yapılmakta olan çok aklı hamlelerdir.


 HİBE OTOBÜSLER.

Başkan Erdoğan'ın talimatıyla İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin, TİKA aracılığıyla Ocak 2017'te Gineli makamlara hibe ettiği 50 belediye otobüsünün bir kısmı başkentte trafiğe çıktı. Bir Afrika ülkesi daha Türk kardeşlerine teşekkürlerini gönderdi.

CHP bölünür mü?

SİYASET Kulislerinde Öne çıkan iki fısıltı var.

1) CHP bölünür mü? Muharrem İnce'nin ayrı bir parti için yola çıkacak nefesi var mı? İnce'nin Amerikalı arkadaşları, ayrı bir parti için kendisine ne kadar yardım edebilir? Kemal Kılıçdaroğlu olağanüstü kurultay yapmıyor. CHP şu anda, sadece delege bazında değil, teşkilat/ belediye başkanlıkları cenahında da iki ayrı parça... Genel tabloya bakınca şunu görüyoruz: O zaman ne olacak? Düz mantıkla bakarsak, CHP'nin ikiye bölünme noktasında. Ancak, Muharrem İnce'nin 'nefesi yetmez' deniyor. Çünkü İnce düzenini CHP'nin içinde kurmuş durumda. Arkasında duranların yarısı, ayrılma olursa onu takip etmez deniyor. Daha da önemlisi, Derin CHP (İstanbul mahfilleri), Muharrem İnce'yi zayıf buluyor. Yerel seçim sonrası Kemal Bey'in yerine bir başka ismi hazırlıyorlar. (NOT: Birisi kadın 3 isim üzerinde duruluyor.)

2) KASIM'DA YEREL SEÇİM OLUR MU? Yerel Seçimin Kasım- 2018'e alınması konusuna "CHP yanaşmaz" düşüncesi ağırlıkta. CHP kıvırırsa, AK PARTİ -MHP-BBP hazır. HDP'li milletvekilleri de, alınmasından yana. Ağustos- Eylül ayında gelişmeler hızlanırsa, Anayasa değişikliği için 400 oyun çıkması, şartları oluşabilir. Mesala 4 KASIM 2018!

Oğuzhan Asiltürk-Temel Karamollaoğlu neden korktu?
SAADET Partisi'nin Ekim ayında yapılması planlanan olağan kongre gelecek yıla bırakıldı.
Erteleme kararı alınırken "Alelacele yapılacak bir kongreyle, yerel seçime gitmek faydalı olmaz" denildi.
Saadet demek, Oğuzhan Asiltürk demek. Asiltürk ve Temel Karamollaoğlu'nun korktuğu bir şeyler var.
24 Haziran'da CHP ile ittifak yapılması, Saadet'in muhafazakâr-mütedeyyin seçmeni tarafından tepki görmüştü. Parti kararına rağmen Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan'a destek verilmişti. Saadet teşkilatında, Asilturk-Temel Bey yönetimine oluşan tepkilerin kongrede vücut bulması, CHP'ye tavır koyacak yeni yönetimin göreve gelmesi ihtimali kuvvetlenirken, erteleme kararı çıktı.

EVET, Derin ABD'de şeytanlık bitmez. Trump, 12-13 Ekim'de Arabistan, Mısır, Ürdün ve BAE ile ARAP NATOSU çatısı altında bir ordu oluşturma toplantısı yapacak. İslam NATO'su sözde İran'ın yayılmacılığına karşı mücadele ediyor gerekçesiyle kurulacak.
Aslında İsrail'in güvenliğini sağlamayı maskeleyecek. Bu işi, Evangelist ABD liderliği- Pence ve Pentagon yapıyorsa aman dikkat" Evanjelist- Siyonistler'e göre Büyük İsrail'i oluşturmada 7 aşama var. Günümüzde, 3'ncü aşamadalar.

DERİN SÖZ

"(Şeytan) Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va'detmez." Nisa Suresi, 120. ayet



***********