21 Ocak 2021 Perşembe

ADANA MERSİN BOMBALAMALARI ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER

ADANA MERSİN BOMBALAMALARI ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER

 

Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
19.05.2015 

Şubat ayının ortalarında İzmir'de Ege Üniversitesi öğrencisi Fırat Yılmaz Çakırığlu adlı ülkücü bir genç öldürüldü. Bu öldürme olayı açık olmasına rağmen üstü örtülerek "Doğulu genç öğrenciler" tarafından yapıldığı imajı oluşturdu. Hatırlanacağı gibi MHP yetkilileri ambulansın geç gönderdiğini söyleyerek ölümden devleti sorumlu tutan açıklamalar yapmıştı. Bu olayın meydana geldiği zaman İç Güvenlik Yasası tartışmalarının en yoğun yaşandığı bir zaman olduğu dikkate alındığında bu olayın karanlık yüzünün aydınlanmamış olması daha sonraki olaylara zemin hazırlamıştır. 

Ergenekon hükümlüsü mafya lideri Sedat Peker'in Fırat Yılmaz'ın ölümünden sonra verdiği mesaj sonradan meydana gelen olayların kimler tarafından organize edildiğini göstermektedir. Sedat Peker, "Şehitimize karşı kan isteyen genç arkadaşlarım, haklısınız ancak sizler Türk-İslam davasını başarıya ulaştıracak olan kadrolarsınız. Her şeyden çok ihtiyaç duyduğumuz geleceğin bilim adamları ve fikir adamlarısınız. Şehit kardeşlerimizin kanı mutlaka alınmalıdır. Bu kanı alacak olanlar ise en az bizim kadar Milliyetçi olan polislerimiz, askerlerimiz ve istihbaratçılarımız olmalıdır." Demişti. Aynı açıklamasında AKP'nin Meclis Genel Kuruluna sevk ettiği İç Güvenlik yasasını da "hareketlerimizi bir plan dahilinde gerçekleştirmeliyiz. Vakti zamanını akıllıca ve sabırlı bir şekilde beklemeliyiz. Mevcut hükümet toplumda bu yönde ki serzenişlerin çoğalması üzerine iç güvenlik yasası adı altında bir kanun paketi çalışması hazırladı. Maalesef ki muhalefet partilerinin tamamı ve paralel yapı bu pakete var gücüyle karşı çıktılar." Savunmuştu. MHP'nin CHP ve HDP ile birlikte karşı çıktığı İç Güvenlik Yasasına ülkücüler adına Sedat Peker'in sahip çıkmış olması, geçmişin ülkücü mafyası ile AKP hükümeti arasındaki bağlantıyı göstermektedir. 

Fırat Yılmaz cinayetinden sonra Lüleburgaz'da üniversite öğrencisi Adıyamanlı Ramazan Fırat da, birlikte yaşadığı ülkücü arkadaşları tarafından hunharca öldürüldü. Ne yazık ki bu olay da unutuldu. Bu olaylar aydınlatılmadan, peşinden gelecek olayları önlemek mümkün değildir. Bu olayların oluşunda AKP'nin siyasi bir kararı vardır. Bu siyasi kararın sorumluları üst düzeyde bulunuyorlar. Bu tür olaylarla "kontrollü bir kaos" ortamı oluşturmak istiyorlar. Bunun sonucunda rakiplerini daha kolay tasfiye ediyorlar. Son günlerde "paralel" adı altında Gülen hareketi üzerinde uygulanan baskı ve tutuklamaların yoğunluğu da dikkate alındığında AKP'nin bu fırsatttan yararlandığı görülüyor. Yılbaşından bu yana Savcının rehin alınması, Fenerbahçe otobüsüne silahlı saldırı yapılması, HDP Genel Merkezine yapılan saldırıların hepsi bu konsept çerçevesindedir. Ağrı Diyadin olayı da bundan kopuk değildir.
 
CB Erdoğan'ın çözüm sürecini yok sayan açıklamalarıyla bu olaylar arasında bağlantı vardır. 

HDP'ye yönelik yapılan organize saldırılar, 2009 yılında DTP'ye yapılan saldırıları hatırlatmaktadır. Samsun'da DTP Eş Başkanı Ahmet Türk'e yumruklu saldırı, İzmir'deki saldırılar, Balıkesir'de Kürtlerin ev ve iş yerlerine yönelik saldırılardaki benzerlik dikkat çekicidir. O dönemde KCK adı altında tutuklamalar oluyor, DTP'nin kapatılmasının hazırlıkları yapılıyordu. Şu anda HDP'ye karşı yapılanların bundan farkı yoktur. Kritik bir aşamada emekliliği henüz gelmemiş Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının emekliliğini istemesi, sonrasında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına Erdoğan'ın yeni atama yapmış olması HDP'ye yönelik kapatma davasının hazırlığı olabilir. Erdoğan'ın son günlerde PKK'ye terör örgütü, HDP'ye "terör örgütünün uzantısı" demeye başlaması kapatma davasının hazırlığı olabilir. 

Böylece, barajı aşacak HDP'yi kapatma davası ile durdurmak ya da kontrol altına almak amaçlanmış olabilir. Burada önemli olan husus "Devletin Kürtlerle hem mücadele hem de müzakereyi birlikte yürüttüğünün" bilinmesidir. Daha dün müzakereler yoğun yapılırken, mücadele de devam ediyordu. Her iki yöntemin bir arada yürümesi mümkün değildir. "Müzakere yaparken, mücadele edemezsin ya da mücadele ederken müzakere edemem" demeden bu konuda yol almak mümkün değildir. Her şey ortada olmasına rağmen, HDP'de "iyimserlik konforuna" kapılmış yöneticilerin bu anlayışa devam etmiş olmalarının maliyeti daha büyük olabilir. 
Adana ve Mersin parti binalarına konulan patlayıcıların konulma biçimi, patlatılma yöntemi organizasyonun büyüklüğünü ve HDP'nin içine sızmanın boyutunu da ele veriyor. Bu patlayıcıları, HDP binalarına taşıyanlar isterlerse daha büyük patlayıcılar da koyabilirler. HDP ve Kürt hareketine bu şekilde mesaj da verilmek istenmiş olabilir. Burada HDP'nin çıkarması gereken derslerden biri de "kolayca sızma ve sızanları" ortaya çıkarmaktır. Aksi durumda "Paris katliamına" benzer katliamlar yakın olabilir. Unutulmaması gereken bir husus da Türkiye'de bir iç savaş olması halinde, bunun en kanlı süreci Adana ve Mersin'de olacaktır. Bunda kaybecekler Türk, Kürt, Arap, Sünni ve Alevi olacaktır. Kısacası Türkiye olacaktır. Tüm partilerdeki duyarlı insanlar bunun farkına varmalı, yanlışların önüne geçmelidirler. 

Geçmişin Ülkücü tarlalarının sürücüleri Süleyman Soylu gibi kişiler AKP içinde bu işi yapıyorlar, MGK kararıyla...

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder