Çok Ortaklı Devlet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çok Ortaklı Devlet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Aralık 2016 Perşembe

DEVLETLERİMİZ ve ANAYASALARIMIZ BÖLÜM 4



 DEVLETLERİMİZ ve ANAYASALARIMIZ  
BÖLÜM 4


Buradaki sorular ve cevaplar şöyle: 

RTE: Şu anda Türkiye Cumhuriyeti’nde 27 etnik grup yaşamakta. Bu 27 etnik grubun da varlıklarının tanınması gerekmektedir. ‘Türkiye Türklerindir’ gibi tezler yanlıştır. Türkiye, Türkiye’de yaşayan herkesindir. (Buradaki “herkesin” sözünden bireyleri değil, etnik/ırk gruplarının küme kimliğini anlamak lazım. SS) 

Soru: Örneğin Kürtler biz ayrı yaşamak istiyoruz diyebilirler. 

RTE: Bu durumda belki Osmanlı Eyaletler (özerklik. SS) sistemi benzeri bir şey yapılabilir. 

Soru: Bağımsızlık isterlerse, tamamen ayrılmak isterlerse 

RTE: Bu toprak üzerinde böyle bir bağımsız yapıyı kurma kudreti varsa kurar. Ama kudreti yoksa… 

Soru: Buna hakkı var mıdır? Kudreti olmayabilir… 

RTE: Bu hakkı kimden isteyeceği önemlidir. 

Soru: Hak istenmez. O hak meşrudur ya da değildir. Burada sorulan o; meşru mudur? 

RTE: Coğrafi bütünlük içerisinde evet, ama coğrafi ayrılık içerisinde hayır. 

Soru: Coğrafi bütünlükten kastınız misak-ı milli sınırları mı? 

RTE: Ona orda hudut tayin edemem. 

Soru: O zaman bu hak da meşru değildir diyorsunuz. 

RTE: Eyaletler tarzı bir sistem içinde olabilir diyorum. 

Soru: Ama bağımsız bir devlet olarak tasarlayamam diyorsunuz. 

RTE: Tasarlayamam çünkü bu coğrafyanın mücadelesini veren sadece Kürtler olmamıştır ki! 

Soru: Ama o coğrafyada yaşayan insanların böyle bir talebi olduğunda… “Biz kendi kimliğimizle, bayrağımızla, Kazakistan, Özbekistan gibi bir ülke olmak istiyoruz” derlerse, siz bu hakkı meşru bulur musunuz; bunu öğrenmek istiyorum! 

RTE: Onu meşru olarak görmüyorum. (23) 

Bu röportajda; “Kürtler bağımsızlık isterlerse” sorusuna verilen “Coğrafi bütünlük içerisinde evet” ve “coğrafi bütünlükten kastınız misak-ı milli sınırları mı”? sorusuna verilen “Ona orda hudut tayin edemem” cevabı daha da ileri hesapların olduğunu düşündürmektedir. 

Röportajın özeti; İşte size, “ Çok Ortaklı Devletin ” temeli 

Erdoğan’ın hedefi gayet açık. Bu gün de bunları savunuyor. Türkiye sadece Türklerin değil, 27 etnik gruba aittir. Atatürk devleti Türklere göre kurmakla yanlış yapmıştır” gibi söylemlerin tamamı, bu iddialardan kaynaklanıyor. Soyu, boyu, aşireti ne olursa olsun hepimizin, bir olan Türk Milletinin eşit, şerefli evlatları olduğumuz gerçeği inkâr ediliyor. Hatta Selçuklu, Osmanlı da dâhil, bu topraklardaki bin yıllık ortak tarih ve medeniyetimiz de yok sayılıyor. 

Bölücü terör örgütü PKK’nın başı APO’nun, “Türkiye vatandaşlığı” ve “coğrafi bütünlük içinde kalarak” çözüm dediği, “Demokratik Cumhuriyet Projesi”,(24) (İki kimlikli, iki dilli, iki özerk bölgeli cumhuriyet) de böyle değil mi? Habur, Oslo ve İmralı mutabakatı da bu gerçeği teyit etmiyor mu? 

Zannederiz ki bu değerlendirmeler, “yeni” anayasa ve ”yeni” Türkiye adı verilen toplum mühendisliği çalışmasında, siyasi iktidarın konumunu belirlemeye 
yetecektir. 

İşte biz buna bölünme diyoruz. Ama bu görüşü savunanlar; milli devletten vazgeçip, çok ortaklı devlet kurulunca, ülke büyüyecek, bu herkesin menfaatine 
olacaktır. “Milli Birlik ve Kardeşlik” tesis edilecek, ülkeye “barış ve eşitlik” gelecek diyebiliyorlar. Sanki bu devasa boyutlu çalkantılar, “çocuk oyuncağı” ve bu yayılmayı emperyal güçler seyredecekmiş gibi. Şu anda Suriye’de süper güçler restleşmiyormuş, sanki Saddam Kuveyt’e böylesine telkinlerle sokulmamış gibi. 

Geçmişte kanlı bir şekilde dağılan Yugoslavya’dan, emperyalistlerin zorla, kanla ve katliamla kurduğu bugünkü bölünmüş Irak’ın başına gelenlerden ve Libya 
ile Suriye’de yaşanan vahşetten ibret alınmadığı hayretle ve dehşetle görülmektedir. 

Sözün burasında yine soralım: Acaba iktidar, BOP ve PKK ile aynı görüşte denebilir mi? Hayır. Bir yol arkadaşlığından bahsedilebilir. Anlaşıldığı kadarıyla “çok ortaklı etnik federasyona” geçilince, siyasi iktidarın projesi tamamlanıyor, yol bitiyor, devam etmiyor. 

Ama PKK ve BOP’un yolu devam ediyor. PKK’nın yolu “Büyük Kürdistan”, BOP’un yolu, “Büyük Ermenistan”, “Büyük İsrail” ve “Büyük Yunanistan” kuruluncaya kadar devam ediyor. 
Unutmayalım ki, bütün bunlar bin yıllık haçlı seferlerinin değişmeyen emelidir. 

“Çok ortaklı etnik bir devlet” kurdurularak, ülkemiz kanlı bir iç çatışma tuzağına düşebilecektir. Bu gidiş neden görülmüyor? Komşularımızın başına gelenlerin, tuzağa düşürülmüş Türkiye için daha da vahim sonuçlar doğuracağı, neden kestirilemiyor? BOP’a göre, ülkemiz böylesine kanlı bir iç çatışmaya sürüklendiğinde, Allah korusun, “Büyük Kürdistan”a geçiş yapılacaktır. Bu bölünmek demektir, sonucu iç çatışmadır. Ülke bu kaosta çırpınırken, haçlılar yola devam edecektir. 

Büyük Kürdistan” kuruldu diyelim, bu ortamda durumu ne olacaktır? Haçlının asıl hedefi, bu topraklarda Türk-İslam medeniyetini yok etmek olduğuna göre, cevabı açık değil mi? 

SONUÇ 

Anayasalar ve yasalar donmuş metinler değildir. İhtiyaca göre geliştirmeye ve değiştirmeye muhtaçtır. Ancak; bütün bunlar devletin milliliği ve milletin egemenliği ile oynanmadan, yapılmalıdır. Esasen temellerimizi yok edecek böyle bir yıkıma, kurucu irade, anayasamız, tarih şuuru ve sorumluluğumuz, kültürümüz ve egemenlik hakkımız izin vermez. Hiçbir iktidarın ve meclisin de böyle bir yetkisi yoktur. Çünkü bu ana yapı asırlardan beri gelen ve bedeli ödenmiş kutsal bir emanettir. 

Buna rağmen devletin temelleri değiştirilirse, kanaatimizce bu silahsız darbe olur. 

Çünkü devletin birinci görevi; Türk Milletinin birliğini, vatanın bütünlüğünü ve devletin bağımsızlığını korumak ve yaşatmaktır. Tarihin derinliklerinden gelen 
egemenliğini yok etmek ve ülkenin bütünlüğünü bölmek değildir. Hiçbir merci ülkenin bir parçasını, mesela Doğu Trakya’yı Yunanistan’a veriyorum diyemez. Böyle bir durum vaki olduğunda, Anayasa hukukçularının söylediği “milletin direnme hakkı” doğar. Bu ilke konusunda Alman Anayasası şöyle diyor: m.20/4 : “Bu anayasa düzenini ortadan kaldırmak isteyen herkese karşı, başka bir çözümün bulunmaması halinde, bütün Almanlar direniş hakkına sahiptir.”(25) 

1982 Anayasamızın Başlangıç bölümünün son cümlesi şöyledir; “Türk Milleti tarafından, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.” 

Eğer maksat samimi olarak anayasamızı daha “demokratik”, “özgürlükçü” ve “temel insan haklarına saygılı” hale getirmek ise, bu mümkündür. Bunun için 
milli kültürümüzde, parçası olduğumuz uluslararası hukukta buluşmak yeterli olacaktır. Acele etmeden, en geniş manada uzlaşarak çalışmaya başlanmalıdır. 

Bu bakımdan, Birleşmiş Milletler Şartı, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve bu çerçevede geliştirilip imzalanmış olan uluslararası bütün sözleşme ve anlaşmalar bize yardımcı olacaktır. 

Böyle bir düzenin kurulabilmesi için de, önce yargının gerçekten bağımsız ve tarafsız olması, hukuk devletinin teşkili şarttır. Bu yapı oluşturulmadan; devlet ve millet adına hiçbir adil düzen kurulamaz. Demokrasi ve özgürlükten, hür medya ve haberleşmeden, katılımcılıktan, özellikle partilerin demokratikleşme sinden, toplumda korkusuzca yaşamadan, insan temel hak ve özgürlüklerinden, inanç, ibadet, düşünce ve ifade hürriyetinden, nasıl bahsedilebilir? 

Umulur ve temenni edilir ki, aklın ve ilmin yolu seçilir; devletin ve milletin kimliğiyle uğraşmak gibi, hiçbir iktidarın hakkı ve üzerine vazife olmayan tehlikeli yanlışlardan vazgeçilir, masum milletimizin gerçek ihtiyaçlarının karşılanması esas alınır. 

Milli birliğimiz ve bütünlüğümüzün sağlamlaştırılması için; öncelikle ayrımcılığı, bölücülüğü, ırkçılığı ve siyasi etnikçiliği reddeden, milli-üniter yapımızı daha da takviye eden bir anayasa yapılmalıdır. 

Bu anayasa mutlaka “adalet mülkün temelidir” ilkesi üzerine inşa edilmelidir. Bu durumda; demokrasi, özgürlük, bireylerin eşitliği, kalkınma, huzur, kardeşlik ve 
insan temel hak ve hürriyetlerinin ancak bu yapı içinde gerçekleşebileceği görülecektir. 

Böylece ülkemiz, varlığına yönelen saldırılara karşı milli güçlerimizle gerçekten savunulur; kanlı terör belası ve haçlı planları ortadan kaldırılarak, milletimiz birlik içinde, refah ve zenginlik yolunu tutar, vatanımıza huzur gelir. Böylece milli devlet, güçlü iktidar yapısıyla ayağa kalkabilir, Türk-İslam medeniyetiyle çevremize ve insanlığa hizmet sunacak konuma gelebiliriz. 

Kaynaklar: 

(1) Prof. Dr. Suna Kili, Prof. Dr. A. Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara 1985 2)A.g.e, s. 96 

(2) a.g.e.173 

(3) Hürriyet, 23.10.2011 

(4) Fuat Köprülü, Akşam, 28 Teşrinievvel, 1334 (1918) 

(5) Hüseyin Rahmi Akyüz (Ed.), Yeni Anayasa Raporu II, Ankara, Memur-Sen (Memur Sendikaları Konfederasyonu), Aralık 2011. 

(6)http://www.samanyoluhaber.com/gundem/Iste-Abant-Toplantisi-sonuc-bildirgesi/739126 (06.05.2012) 

(7)Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, http://www.haber3.com/iste-gulenin-anayasa-onerisi-1121607h.htm (06.05.2012) 

(8) Avrupa Birliği Üyesi Bazı Ülkelerin Anayasaları, T.C. Adalet Bakanlığı, Mayıs 2011, s.265 

(9) Avrupa Birliği Üyesi Bazı Ülkelerin Anayasaları, T.C. Adalet Bakanlığı, Mayıs 2011, s.265 

(10) M. Kemal Pekdemir, Tarihin En Tartışmalı Padişahı Abdülhamid, 2008, s.39 

(11) Pekdemir, a.g.e. s.39 

(12) Necdet Sevinç. Osmanlı’nın Yükselişi ve Çöküşü, 2008, s.434 

(13) İlhan Bardakçı, Zaman Gazetesi, (a) 7 Temmuz 1995 

(14) Dr. Ali İhsan Gencer, İlk Osmanlı Anayasasında Türkçenin Resmi Dil Olarak Kabulü Meselesi. A.Ü. Siyasal Bilgiler Fak. Yayınları no:423, Armağan, 
Kanunu Esasi’nin 100. Yılı 

(15) Sevinç, a.g.e. s.435 

(16) Pekdemirli, a.g.e. s.46 

(17) a.g.e. s.47 

(18) “ Yeni Anayasanın Şifreleri ” Milli Düşünce Merkezi 

(19) II. Meşrutiyet Döneminde Osmanlı Meclis-İ Mebusanı’nın Çalışmaları (1908-1912) http://ulkunet.com/UcuncuSayfa/mehmet_kaan_calen_4849.pdf 

(20)http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?p=1301085 

(21)Kopenhag Siyasi Kriterleri ve Türkiye (Mevzuat Taraması), İnsan Hakları Derneği yayın 

(22)http://www.milliyet.com.tr/ocalan-in-dort-ayakli-paradigmasi/fikret bila/siyaset/yazardetay/08.12.2010/1323501/default.htm 

(23)http://bianet.org/bianet/bianet/102616-dtp-kongresi-sonuc-bildirgesinin-tam-metni 

(24)http://www.akparti.org.tr/site/haberler/tezimiz-turkiye-cumhuriyeti-vatandasligi/36643 

(25)Cumhuriyet Tartışmaları (Yeni Arayışlar, Yeni Yönelimler) [Röportajlar] [Hazırlayanlar: Metin Sever, Cem Dizdar], Ağustos 1993 (2. Baskı), 462 S. 
Başak Yayınları. S. 417-431. 

(26)http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/03/03/abdullah_ocalan_genel_af_onerdi?paging3 


**********

MİLLİ DÜŞÜNCE MERKEZİ HAKKINDA 


Merkezimiz ilk olarak Temmuz 2008 tarihinde, Eski Devlet Bakanı Sadi SOMUNCUOĞLU başkanlığında, faaliyetlerine Ankara Balgat adresinde başlamıştır. 
Yaklaşık iki buçuk yıl burada çalışmalarını sürdürdükten sonra faaliyetlerinin genişlemesi üzerine Ocak 2011’de şimdi bulunduğu Kızılay’daki yerine taşınmıştır. 
Kuruluşundan bu yana önceden belirlenmiş programı çerçevesinde ilgi duyan herkese açık olan hizmetlerine kesintisiz olarak devam etmektedir. 

Bilgi Şölenleri ismi ile her hafta Çarşamba günü gerçekleştirilen sistematik toplantılarda, ülkemizin temel meseleleri, alanında uzman kişiler tarafından sunum ve tartışmalar eşliğinde incelenmektedir. Bu çalışmaların amacı Türkiye ve Türk-İslam Dünyasının ana meseleleri üzerinde kapsamlı bir bilgi birikimi ve görüş birliği sağlamaktır. 

Bugüne kadar 191 Bilgi Şöleni yapılmıştır. 

Yine bu amaçlar doğrultusunda serbest sohbet imkânı sağlayan Cumartesi toplantıları da aralıksız olarak sürdürülmektedir. Bilgilendirici ve kaynaştırıcı nitelikte olan bu sohbetlerde gündemin önemli olayları beyin fırtınası şeklinde değerlendirilmektedir. 

Geniş katılım ile yapılan bu çalışmalar, ülkemiz içinden ve dışından, her yerden takip edilebilmesi için video şeklinde internet sitelerimizden yayınlanmaktadır. 

(www.millidusunce.org ve www.iktidarmuhalefet.com) 

Öte yandan belirli kıstaslara göre seçilen üniversite ve sonrası dönemi gençlerine milli bir şuur kazandırmak üzere, belli bir program dâhilinde, bilgi seminerleri 
verilmektedir. 

Önemli gördüğümüz bir diğer çalışmamız da, dağınıklık içerisinde, tek tek kalmış ve birçok fedakârlıkla faaliyetlerini sürdürmeye çalışan milli düşünce 
kuruluşlarıyla, birlikte hareket imkânını oluşturmak ve bir işbirliği zeminini hazırlamaktır. Bu ortak çalışmamız müspet bir sonuca ulaştığında, bu kuruluşlarımız milli hedeflerimiz doğrultusunda güç birliği sağlamış olacaktır. 

Bunların yanında merkezimiz ülkemizin öncelikli sıcak meseleleri hakkında kamuoyunu aydınlatmak üzere yayınlar da yapmaktadır. 

Yayınlanan Eserler Şunlardır: 

1- Son Haçlı Seferi: PKK Açılımı – Ocak 2010 
2- Etnik – Irkçı – Bölücü PKK Terörünü Doğru Anlamak – Temmuz 2011 
3- “Yeni” Anayasanın Şifreleri – Kasım 2011 
4- Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Hangi Milletin Devleti? - Haziran 2012 


Merkezimizin bütün Çalışmalarını, bilim adamlarımızın makalelerini ve yurt içinde ve dışında gelişen önemli olaylara ait haberleri internet sitelerimizden dileyen herkes kolaylıkla takip edebilmektedir. 

Sadi SOMUNCUOĞLU 
Milli Düşünce Merkezi Genel Başkanı 
Açıklama: mdmlogo.png
Mart 2013, Ankara 
Açıklama: mdmlogo.png
GMK Bulvarı Özveren Sokak Nu:2/2 
Demirtepe Durağı Kızılay/ANKARA 
Tel: 0 (312) 231 31 94 – 95 Belgeç: 0 (312) 231 31 22 
www.millidusunce.org 
www.millikanal.com 
e-posta: bilgi@millidusunce.org 
Yayın Numarası: 5 
Baskı Basımevi: 
BA: BT: 



 (   www.millidusunce.org ve www.iktidarmuhalefet.com   ) 






DEVLETLERİMİZ ve ANAYASALARIMIZ BÖLÜM 3



 DEVLETLERİMİZ ve ANAYASALARIMIZ  
BÖLÜM 3



“ Halklara Özgürlük ” Stratejisini BOP devraldı 

“ Halklara Özgürlük ” sloganını 1965-1980 döneminde Sovyetler Birliği yandaşı işbirlikçiler çok kullandı. Bu amaçla mitingler yaparlardı. Her fraksiyonun 
çekirdeğinde, “Kürtçü”ler de bulunurdu. Ne tesadüf ki, aynı sloganı şimdi biraz rötuşlayarak AKP’liler, küreselciler, II. Cumhuriyetçiler, dinci ırkçılar ve Stalinist 
PKK’lılar kullanıyor. Bir ve bütün olan Türk halkı dün “halklara özgürlük” diye bölünmek isteniyordu, bugün bu iş “etnisitelere özgürlük” siyasetiyle yürütülüyor. 

Ancak şimdi durum çok değişti. İktidar, “ Ümmet ve yeni Osmanlıcılık ” gibi halka hoş gelen söylemlerle; BOP, AB, PKK ve işbirlikçilerin desteğiyle devletin temellerini yıkmaya devam ediyor. Tehlike çok büyük!.. 

Nereden nereye? Sovyetlerin Türk Milleti’ni bölerek ele geçirme stratejisini, BOP devralmıştır. Sadece Türkiye’de değil, bütün İslam ülkelerinde, aynı siyaset uygulanıyor. Demek ki fitnenin ve vahşetin kaynağı, Komünistiyle, kapitalistiyle emperyalizm imiş! 


“Yeni” Anayasanın da buna göre, Türk Devleti’ni ve Türk Milleti’ni dağıtacak şekilde hazırlanmakta olduğu anlaşılmaktadır. Aceleleri olmalı ki, anayasanın çıkmasını beklemeden, ülkeyi etnik parçalara ayıracak kanunlar, İmralı “ Mutabakatı ”na göre peş peşe çıkarılmaktadır. 

Osmanlı ve yüce dinimiz alet ediliyor 

Devletimizin tasfiyesine karşı halkın tepkisini kırmak için sığındıkları iki değerimiz, Osmanlı ve yüce dinimizdir. Mesela; “Osmanlı herkesin devletiydi, ama T.C. öyle değil… Atatürk ve arkadaşları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni sadece Türklerin devleti olarak kurdu, diğerlerini, Kürdü, Arabı, Lazı vs. yok saydı, inkâr etti, Türkiye’nin temel meselesi budur, bunu çözmek istiyoruz.” 

Evet, mesele dönüp dolaşıp, Türk Devleti’nin paylaşılmasına geliyor. Bu belli de, “Osmanlı’da böyle değildi” yalanı çok önemli. Bu hususun üzerinde 
durmalıyız. Çünkü meselenin özü buradadır. 

Osmanlı’nın egemenlik anlayışına bakalım: 

Bugünkü tartışmaları bire bir Osmanlı da yaşadı. Devletin kimliği ve dili açısından bugün iddia edilenler, o dönemin adeta kopyası gibidir. Demek ki biz bu filmi daha önce de görmüşüz. Ama ders almadığımız ve tarih şuurundan mahrum olduğumuz için, başımız yine belada. 

Bugüne kadarki; 1876, 1921, 1924, 1961 ve 1982 anayasaları sıfırdan yapılmıştır, ama devletin Türk Milleti’ne ait olduğunu gösteren kurucu hükümler hep aynı kalmıştır. Aynı kalması da kaçınılmazdı. Zira devletin kurucusu hep Türk Milletiydi. Anadolu Beylikleri, (Bu dönemde bile etnik grupların egemenliği yoktu.) Anadolu Selçukluları ve Osmanlı Devleti, tek başına Türk Milletinin devletiydi ve ortağı da yoktu. 

Meşrutiyet dönemini hatırlayalım. Sultan Abdülhamit Han Padişah. 1876’da ilan edilen Kanunu Esasi tartışılıyor. Entrikalar birbirini kovalıyor. Anayasa için üç 
ayrı komisyon kuruluyor. Mithat Paşa’nın başkanlık ettiği komisyonun devletin diliyle ilgili teklifi, “yeni ve sivil” anayasa diyenlerle aynı. Okuyalım: “Osmanlı 
halkının her biri, kendi lisanı üzere talimi tekellümde serbesttir.”(10) 

İlginçtir, anayasa çalışmalarının arkasında o gün de Batılı güçler vardır. Basın yoluyla kamuoyunu yönlendirmek, çıkarlarına uygun bir anayasa yapılmasını sağlamak için işbirlikçi devlet adamlarını desteklemekteler. Birkaç misal verelim: 

İngiltere’de yayımlanan 15.11.1876 günlü Westminster Gazette’nin haberine bakalım: 

“İstanbul’daki Rum ve Ermeni Patrikhanelerinin anayasa hazırlıklarında verdikleri destek, Türkleri bir kere daha medeniyet kapısından içeri sokacaktır. Anayasanın, üzerinde müzakereler yapılan bir maddesine göre, Osmanlı Devleti’nin çeşitli milliyetleri bundan sonra artık kendi dilleri ile okuyacaklar, yazacaklar ve devlete başvuruda bulunacaklardır. Böylece çok yakın zamanda, her milliyetin kendi muhtar idaresine kavuşması da imkân dâhiline girecektir. Türk asıllı olmayanlar, geri kalmış bir kültür olan Türkçenin engellerinden kurtulacaktır.”(11) 


Bu yazının sonundaki imzanın sahibi ise, “ Evangelos Petridis, Heybeliada Ruhban Okulu Müdürü ve Patrik Yardımcısıdır.” 

Bugün Ruhban Okulunu açmaya çalışanlar, PKK’nın siyasi ve demokratik çözüm (!) talebini savunanlar, “ Kürt sorunu ” güçle değil, ancak siyasi diyalogla çözülebilir dayatmasını yapan, dış güdümlü işbirlikçiler meselenin köklerinin nerelere kadar gittiğini anlamak için bu haberi iyice okumalıdırlar. 

Anayasa ortak komisyonda müzakere edilirken, Trablusşamlı Bahattin Dai Efendi şu teklifi yapar: 

“Peygamber efendimiz Arapça konuşur. Her padişah Türkçenin kısırlığının kurbanı olmamak için, Arapça öğrenir. Anayasayı bu çeşitli halklara nasıl Türkçe olarak anlatabilirsiniz? O halde her unsurun kendi mektebi, kendi gazetesi, kendi kâtibi ve kendi dairesi olması gerekir.” (12) 

Görülen o ki, o zaman da, günümüzde olduğu gibi, devletin kurucusu olan Türk Milleti’ne karşı, Müslim-Gayrimüslim aynı safta yer alabilmişler. Bugün de aynı 
olması anlamlı değil mi? 

Sadrazam Mithat Paşa, Nafıa Müsteşarı Ermeni Odyan Efendi’yi, İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Derby’ye gönderip desteğini ister. Odyan Efendi; “Bu anayasa Hıristiyan ve diğer uyrukluların hukuklarını daha fazla temin edecektir. Bu konuda istediğiniz güvenceyi hükümetim kabul edecektir. Anayasayı Avrupa hükümetleri tarafından garanti altına almanızı teklif ediyorum…” der. Bu talep Osmanlının içişlerine açıktan karışmak olarak görüldüğünden kabul edilmez. (13) 

136 yıl önce yaşanan bu ibret verici acı gerçekler, bugün de aynen tekrarlanıyor. İçeride ve dışarıda işbirliği halinde, devletimizin temellerini oymaya, egemenliğimizi paylaştırmaya ve Türk Milleti’ni aldatmaya çalışıyorlar. 

Devam edelim. Anayasa hazırlama komisyonu uzun tartışmalardan sonra orta yolu bulur. Taslağın 18. Maddesi şöyle olur: “Osmanlı ülkesinde yaşayan 
unsurların her biri kendilerine ait dil ile eğitim ve öğretimde muhtardır. Fakat devlet hizmetinde bulunmak için devletin resmi dili olan Türkçeyi bilmek şarttır.” (14) 

Yani resmi dil Türkçe, ama unsurların diliyle eğitim ve öğretim serbest olacaktır. 

Bu öneriler bugün de aynen önümüze konuyor. Koca Osmanlı’yı halletmişler, demek ki şimdi sıra bugünkü devletimize gelmiş oluyor. Tarih tekerrür ettirilmek isteniyor. 

Bu metne sadece Eğinli Sait Paşa itiraz eder ve Sultan Abdülhamit Han’a bir layiha (rapor) verir. Durumu yakından takip eden Sultan Abdülhamit Han, Mithat Paşa’yı çağırtıp, şu uyarıda bulunur: 

“Bilmeliydiler ki Paşa, nasıl Kur’an-ı Kerimi Arapça okumaktan vazgeçmezsem, devletimin toprakları üzerinde de, Türkçe konuşulmasından ve Türk lisanından 
başkasını kabul edemem. Böyle bir maddenin yer alacağı Kanun-u Esasi’yi bana getirmeyin.” (15) 

Padişahın kararlı tutumu üzerine madde düzeltilir. Ama dil tartışmaları mecliste de devam eder. 12. oturumda 

Suriye Milletvekili Nevfel, Erzurum Milletvekili Ermeni Hanazap ve İstanbul Milletvekili Vasiliki Efendi, devletin dilinin değiştirilmesi amacıyla ortak bir teklif hazırlar. Buna göre; “Osmanlı Devleti’nin resmi dilinin Türkçe olduğunu belirten madde değiştirilmeli ve resmi dil olarak Türkçe ile beraber Rusça ve Ermenice de kabul edilmelidir.” (16) 

Önergeyi gören Meclis Başkanı Ahmet Vefik Paşa öfkeyle; 

“Bu ne vicdansızlık ve bu ne vefasızlıktır!.. Sizler hala evinizde, okullarınızda, kitaplarınızda kendi dilinizle yazıyor ve konuşuyorsanız, bu imkânı bu devletin 
alicenaplığına borçlusunuz. Teklifinizi vermemiş olun. Ben de duymamış olayım” (17) diyerek işleme koymaz. 

Bugün de, Mithat paşalar, Odyan efendiler, Nevfel efendiler, Hanazap efendiler, Vasiliki efendiler görev başındadırlar. Ancak Sultan Abdülhamit Han gibi bir 
devlet başkanımız, Ahmet Vefik Paşa gibi bir Meclis başkanımız, Sait Paşa gibi bir devlet adamımız var mıdır? Gerçekler ortada… 

 Evet, demek ki değişen bir şey yok. Emperyalistler de, işbirlikçileri de aynı. Haçlılar gemi azıya almış merhametsizce saldırıyor. 

Birinci olarak; şu çarptırılan kavramlar meselesi ile devam edelim. “Osmanlı herkesin devletiydi” diyorlar, bu ifade bireyler için söyleniyorsa doğrudur. Türkiye Cumhuriyeti de herkesin devletidir. Ancak söz konusu “egemenlik” ise yanlıştır. Zira egemenlik millete, Türk Milletine aittir. Bireye değil. Birey egemen değil, hür olur. Doğru cümle; “Osmanlı gibi Türkiye Cumhuriyeti de herkesin devletidir. Egemenlik ise, her ikisinde de Türk Milletinindir” şeklinde olmalıydı. 

İkincisi olarak; “ Demokrasi ”, “ Özgürlük ” ve “ Eşitlik ” gibi kavramlar, bütün dünyada bireyler/vatandaşlar için kullanılır. Etnik, Irk, Din, Felsefi görüş, Cinsiyet, Sosyal sınıf gibi topluluklar için söz konusu edilemez. Çünkü en basitinden, bunların küme adına hareket etmesi, oy kullanması, hukuk önünde eşitliği, özgürlüğü ve demokratlığı olmaz. İnsanlık kümelerin eşitliğini sağlayacak hukuki kriterleri bulamamıştır. Ama bireylerin eşitliğini sağlayacak kriterler sözleşmelerle ortaya konulmuştur. Bireylerin eşitliği, kümelerin eşitliğini de sağlar. 

Toparlarsak; Büyük Atatürk ve arkadaşlarının, Osmanlı Devletinin devamı olan Türkiye Cumhuriyeti Devletini, aynen Osmanlı Devletinde olduğu gibi, Türk Devleti olarak kurması, son derece isabetli ve gerçekçi olmuştur. 

Asırlardan beri süren Türk egemenliğinin ve çağın gereği de buydu. 

Soruyoruz; “Etnik gruplar yok sayıldı, inkâr edildi, devlete ortak yapılmadı. Osmanlı böyle değildi” dayatması üzerine “yeni” anayasa peşinde koşanlar, acaba yaptıklarının ne manaya geldiğini vicdanları önünde hiç sorguluyorlar mı? 


Bu gerçek dışı iddia, Türk Milletini bir bütün olarak görmek istemeyenlerin zihniyetinin ürünüdür. Sosyal gruplar Türk Milleti’nin parçası ve unsurudurlar. Bireyleri eşittir. Uluslararası hukuk ve dünya düzeni de böyledir. 


TBMM veya siyasi iktidar “ yeni ” Anayasa yapabilir mi? 


TBMM veya parti iktidarları, ihtiyaç halinde Anayasayı ıslah edici değişiklikler elbette yapabilirler. Hatta görevleridir. Bunda ihtilaf olamaz. Ancak, Türk Milletinin asırlardır devam eden egemenliğini değiştiremezler. Çünkü bu egemenlik, binlerce yıl öteden başlayan, bugüne ve yarına akıp giden Türk Milletine ait bir hayat hakkıdır. Bu hakkın ortadan kaldırılması, Türk Milletinin yok edilmesine denktir… Millete düşmanlıktır. Türk Milleti var oldukça, Türk’ün egemenliği de yaşayacaktır. 


Konuyu teknik yönüyle ele alan değerli hukukçu Prof. Dr. Çetin Yetkin şu analizi yapıyor: 

“Yeni bir anayasa yapılıp yürürlüğe girinceye kadar, eskisi yürürlükte kalacaktır. O halde, yapılacak tüm işlemler yürürlükteki anayasaya uygun olmalıdır. Bu 
açıdan 1982 Anayasası’na bakarsak, her şeyden önce, 11/1. Madde hükmünün şöyle olduğunu görürüz 

6. Maddenin 2. fıkrasında denilmektedir ki, ‘Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.’ Anayasa Yapmak hiç kuşkusuz, bir devlet yetkisinin kullanılmasıdır. O nedenle, ilk olarak TBMM’nin Görev ve Yetkileri başlığını taşıyan 87. ve sonraki maddelere baktığımızda Meclis’in tüm yetkileri tek tek sayıldığı halde böyle bir yetkinin tanınmadığını görüyoruz. İdare ile ilgili 123. ve sonraki maddelerde de böyle bir yetki söz konusu değildir. 


1982 Anayasası’nın 175. Maddesi Anayasa maddelerinin nasıl değiştirilebileceğini hükme bağlamıştır. Başka bir deyişle, Anayasa’da yapılacak herhangi bir “değişiklik”, yine Anayasa’nın belirlediği biçimde yapılabilecektir. Nitekim şu ana değin hep böyle yapılmıştır. Ancak, burada söz konusu olan “maddelerde değişiklik”tir. Sıfırdan yeni bir anayasa değildir. 

1982 Anayasası’nın 4. Maddesi, ilk 3 Madde hükmü değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” dediğine, 2. Maddesi “Başlangıç”ta belirtilen temel ilkelere dayandığına, bu ilkelerde “…egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milleti’ne ait olduğu” kaydedildiğine göre, devletin kuruluş esasları asla değiştirilemez. (18) 

Yeni bir anayasa hazırlama ihtiyacı 1908 yılında da gündeme gelmiş, ancak 1908-1912 Meclis-i Mebusan’ı kendini kurucu meclis olarak görmediğinden böyle bir yetkisinin olmadığı dikkate alınarak mevcut anayasada bazı değişikliklerle sorun çözülmeye çalışılmıştır..(19) 

Bu hukuki tespitlerden sonra tekrarlayacak olursak; Anayasanın ruhu değiştirilemez. 61 ve 82 anayasaları da, bu temel gerçeğe saygılı olmuştur. Türk Devleti’nin kimliğini hiçbir güç yok edemez. 


Haçlı Seferlerinin Bugünkü adı BOP..,; 


Bilindiği gibi Büyük Ortadoğu ve Genişletilmiş Afrika Projesi (BOP), bölgenin 22 İslam ülkesinin sınırlarını, emperyalist Batının ihtiyacına göre yeniden 
şekillendirmeyi amaçlıyor. Bu belirleme ise; ülkelerin durumuna göre değişik yollardan, değişik araçlarla yapılmaktadır. Irak’ta askeri güç kullanılarak; Libya, 
Tunus, Mısır, Suriye gibi ülkelerde iç isyan ve çatışmalarla; Türkiye’de “demokrasi, özgürlük, eşitlik” siyasetiyle yürütülmektedir. İşbirlikçiler, PKK terörü, AB üyeliği ve “ABD stratejik ortaklığı el ele çalışmaktadır. 

Bu çerçevede gelişmelere bakıldığında, ABD, AB ve PKK’nın, “yeni” bir anayasa istediği açıkça görülmektedir. İstemekle de kalmamakta, terör dahil her yönden 
saldırmaktadır. Devletimizin milli (bir millet) ve üniter/tekil (tek merkezden yönetim) yapısı bozulmadığı sürece de, bölünmesi mümkün değildir. 

Bunun için millet ve devlet yapısı dağıtılmaya çalışılmaktadır. Bu hedefe ulaşılırsa, daha sonraki bir vadede devamı da gelecektir. O da, İran, Irak, Suriye ve Türkiye’den koparılacak parçalar üzerinde “Büyük Kürdistan”ın kurulmasıdır. 

Tarih şuuruna sahip olanlar meselenin burada da bitmeyeceğini, bin yıldan beri devam eden haçlı emellerinin gereği olarak, Türk’ün Anadolu’ya 
hapsedilmesi ve eritilmesiyle, bu topraklarda “Büyük Ermenistan-İsrail-Yunanistan” gibi egemenliklerin kurulmasına kadar devam edeceğini bileceklerdir. Bu son safha ne kadar sürer bilinmez. 

Haçlı/BOP Saldırısının Delilleri 

. Büyük Ortadoğu ve Genişletilmiş Afrika Projesi (BOP)’un resmi haritasına bakıldığında her şey ayan beyan görülecektir. Tereddüdü olanlar, “Sevr 
haritasını” ve “Sevr Antlaşması”nı da hatırlayabilirler. Bunların Barzani Yerel Yönetimi haritasıyla nasıl örtüştüğünü göreceklerdir. 

. R. Tayyip Erdoğan 2004 yılında, daha yolun başında açıklıyor: “Türkiye'nin Ortadoğu'da bir görevi var. Nedir o görev? Biz Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesinin 

Eşbaşkanlarından bir tanesiyiz. Ve bu görevi yapıyoruz biz… Diyarbakır'a çok farklı bakıyorum. Yani Diyarbakır istiyorum ki... şu anda... Yani Amerika'nın da hani düşündüğü... 

Büyük Ortadoğu Projesi var ya... Genişletilmiş Ortadoğu... yani bu proje içerisinde Diyarbakır bir yıldız olabilir... bir merkez olabilir... Bunu başarmamız lazım.”(20) 

ABD’nin PKK terörünü nasıl desteklediğini bilmeyen yoktur. PKK’yı Irak’ın kuzeyinde barındırdığını, eğitim ve lojistik ihtiyaçlarını karşıladığını, yakinen biliyoruz. Besleyip üstümüze saldığı, binlerce insanımızı katleden terör örgütüyle “siyasi çözüm” adına egemenliğimizi paylaşmamız için alenen dayattığını da biliyoruz. 

. 1998’de toplanan AB Bakanlar Komitesi’nin kararı şöyleydi: “Kürt sorunu’ siyasallaştırılarak, uluslararasılaştırılarak ve halkların hukukuna göre çözülecektir.” 

13 yıldır yaşananlar, aynen böyle seyretmiyor mu? 

. PKK’nın yan kuruluşu İnsan Hakları Derneği (İHD)’nin imzasını taşıyan 320 sayfalık, 1998’de hazırlanan “Kopenhag Siyasi Kriterleri ve Türkiye (Mevzuat 
Taraması) kitap(19), o sırada İstanbul’da bulunan AB Komisyonu Genişlemeden Sorumlu Komiseri Verheugen’a elden teslim edilmişti. (Bu bilgiler kitabın 
giriş bölümünde verilmektedir.) 

. Bir yıl sonra, Aralık 1999’da Türkiye’ye AB adaylık statüsü verildi. 2000 yılından itibaren de uyum adına önümüze konan yol haritasındaki ve ilerleme 
raporlarında yer alan siyasi şartlar, inanılır gibi değil, ama bu kitaptan alınmıştır. 

. Kitapta; Türk Milletinin ve devletinin bütünlüğünün çözülüp, etnik/ırk gruplarına göre, çok ortak bir rejime nasıl geçileceği, ayrıntılarıyla inceleniyor. 

Kanunlardan “Türk”, “Türk Milleti” ve “milli” kavramlarının nasıl çıkarılacağı, Anayasa maddelerinden hangilerinin nasıl değiştirileceği, genel af, 66. Maddeden Türk kimliğinin çıkarılması, anadillerde eğitim, öğretim ve yayın gibi düzenlemelerin; adı ister AB süreci olsun, ister “PKK açılımı” hepsi mevcuttur. 

Gerçekler bu kadar açıktır. 

O halde, devletimizi, milletimizi ve vatanımızı muhafaza için hepimize görevler düşmektedir. Başından itibaren anlatmaya çalıştığımız da budur. 

Tarafların konumu 

Uzatmadan Türk Milleti adına soralım, acaba siyasi iktidar, Türkiye’nin “demokratikleştirilmesi” denilen bu projenin neresinde duruyor? Bunun cevabı Başbakan 
Erdoğan’ın açıklamalarında mevcuttur. “Abaza’sıyla, Boşnak’ıyla, Roman’ıyla, Arnavut’uyla bir milletiz. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kimseyi rahatsız 
etmemeli. Üst kimliğimiz Türkiye vatandaşlığı olmalıdır” (20) söylemini her vesileyle tekrarlıyor. 

Eğer bu cümle şöyle kurulsaydı mesele olmayacaktı: “Biz Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Gürcü’süyle, Abaza’sıyla, Boşnak’ıyla, Roman’ıyla, Arnavut’uyla hepimiz Türk Milletiyiz. Türk Devletinin eşit vatandaşıyız. Bu kimseyi rahatsız etmemeli.” Ama böyle söylenmiyor. 

Devletin kimliği konusunda PKK’da aynen böyle söylüyor. Diyor ki: “Türkiyelilik üst kimliği çerçevesinde, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı esas alınmalıdır.”(21) 

Arada fark var mı? 

 Başbakan’ın Gaziantep konuşmasın daha açık. Aynen; şöyle: “Millet dediğiniz zaman zannediyor ki millet sadece Türk. Hayır, millet sadece Türk değildir. Milletin içinde Türk'ü de vardır, Kürt'ü de vardır, Laz'ı da vardır, Çerkez'i de vardır, Abaza'sı da vardır. Onun için 'tek millet' diyoruz ve bunu biz genişleterek ne dedik? 'Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı çatısı altında bu milleti toparlayalım.”(22) şeklinde ifade ediyor. Bu “halklara özgürlük” değil mi? 

Bir ve egemen olan Türk Milleti, açıkça inkâr ediliyor. Birçok parçaya ayrılıyor. Aslında bu, milli-üniter devletimizin yıkılması demektir. Bu anlayış yeni değildir. 
Osmanlı devrinde de, İngilizlerin adamı Prens Sabahattin ile Hürriyet ve İtilaf Partisi, Osmanlı Devletine “Ademi Merkeziyet ve liberalizm” sistemini kabul ettirmek için çok uğraştı, ama başaramadı. 

Konuyla ilgili olarak daha da ayrıntılı bilgi vermek için, “2. Cumhuriyet Tartışmaları” adıyla 1993’te yayınlanan kitaptan, Erdoğan ile yapılan röportajı okumalıyız. 

4.CÜ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR



***

DEVLETLERİMİZ ve ANAYASALARIMIZ BÖLÜM 2



DEVLETLERİMİZ ve ANAYASALARIMIZ  
BÖLÜM 2


Ülkemizi Bölmek için atılan adımlar 

Tarihi akış ve dünya gerçeği böyledir, ama bugün asırlar ötesinden gelen egemenliğin Türk Milletine ait olmasına itiraz edilmektedir. Bölücü terör örgütü de, “yeni” anayasa sevdası da buradan çıkmaktadır. Egemenliğin sosyal topluluklara dağıtılması amacıyla, alt yapıdan, bir millete göre inşa edilmiş olan devletin temellerinden başlanmıştır. Bu konuda TBMM’den çıkan yasalara bakalım. Örnekleri şunlardır: 

. Devlet televizyonunda 24 saat Kürtçe yayın yapılması, 
. Kürtçenin devlet okullarında seçmeli ders olması, 
. Üniversitelerde Kürtçe bölümlerin açılıp, öğretmen yetiştirilmesi, 
. Partilere etnik dillerde propaganda imtiyazı tanınması, 
. Etnik örgütlenmelerin ve bölücü propagandaların serbest bırakılması, 
. Yerel belediyelerin “Kürtçe” yazışma yapmaları, 
. Kürtçe bilme şartı ile kamu görevlisi istihdamı, 
. Merkezden bağımsız, Bölgesel Kalkınma Ajanslarının kurulması, 
. Büyük Şehir Belediyeler Kanunu, 
. Kamu Reformu Kanunu, 
. Mahkemelerde ana dilde savunma, 
. Ana dilde kamu hizmetlerine erişim, (Bekliyor) 
. Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Komisyonu kurulması (Etnik grupların eşitliği. Bekliyor.) 
. Kamuda etnik ayrımcılığa son verilecek (Kurumların etnikleşmesi. Bekliyor) 


Bu düzenlemelerle; Anayasamız 2. Maddesinde devletin dili “Türkçe” dediği halde, devlet iki dilli hale getirilmiştir. Anayasamızın “Giriş” bölümünde ve 6. Maddesinde “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Türk Milletinindir” dediği halde, devlet iki unsurlu/kimlikli hale getirilmiştir. Kısaca Devlet şimdiden iki ortaklı hale getirilmiştir. Anayasaya aykırı olarak yapılan bu değişiklikler, her şeyden önce ağır bir suçtur. 

Sahi Kenan Evren ne yapmıştı? 

Soruyorlar; “Devlet niçin sadece Türk’e ait oluyor?”, “Niçin diğerleri dışlanıyor?” Bu zihniyete göre; Türk Milleti, dünyanın en eski milletlerinden biri değil; sadece Anadolu’da kesintisiz olarak bin yıldır egemenlik ve yüksek bir medeniyet kurmadı; tesis ettiği Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tek sahibi değil; asırlar boyu bu yüksek medeniyet dairesi içinde yaşayan etnik topluluklara mensup bireyler, dışlanmak bir yana, kaynaşarak Türk Milletinin eşit, şerefli birer üyesi olmadı. Türk Milleti, diğerleri gibi etnik bir topluluktur. 

 Bu zihniyet; inkârcıdır ve sadece Türk’e değil, Yüce Dinimize de, tarihe de, ilme de isyan halindedir. Devleti ve milleti bölme uğruna, bir ve bütün olan ümmeti 
parçalayarak tevhit akidesini de çiğnemektedir. 

Hâsılı dün Sovyetler Birliğinin içimizdeki işbirlikçileri, ülkemizi bölmek için “ Halklara özgürlük ” diyorlardı; bugün batı işbirlikçileri “etnik gruplara özgürlük” diyor. 

Arada bir fark var mıdır? Yoktur. 

Bunun için egemenliğimize ortak olmak isteyen PKK; Habur, Oslo ve İmralı mutabakatı çerçevesinde şu düzenlemeleri bekliyor: 


1) Ya Türk adı çıkmalı veya diğer etnik adlar da girmeli, 
2) Bütün etnik gruplar, Türk’le eşit konumda olmalı, 
3) Ana dillerde eğitimin önü açılmalı, 
4) Etnik özerk bölgeler kurulmalı, 
5) Genel af sonucunu doğuracak bir düzenleme yapılmalı. 


Evet, çözüm denilen açıkça budur. Türk milletinden istenen, 1923 öncesine dönmesi; sanki Türkiye Cumhuriyeti Devleti hiç kurulmamış veya bugünlere 
gelmek için bunca can ve kan verilmemiş gibi. Tekrarlayalım onlar için “çözüm”; Türklerin ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin; haçlılar, işbirlikçileri ve PKK ile 
anlaşarak “çok ortaklı bir devlet”e razı edilmesidir! 

“Yeni” Anayasa için STK’lar devrede 

Şimdi de “ Yeni ve Sivil” anayasa için yapılan çalışmalara değinelim. Öncelikle TBMM uyum komisyonuna sunulan önerilere bakalım. 

Meclise görüş bildiren STK’lardan bazıları şunlar: HAK-İŞ, MÜSİAD, TÜSİAD, TESEV, MEMUR-SEN, MAZLUM-DER, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, Abant Platformu, İnsan Hakları Derneği (PKK’nın yan Kuruluşu), KESK, İmam Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği, Ehlibeyt Vakfı vb. 

Bunlara, henüz ne olduğu açıklanmayan “yeni ve sivil” anayasayı şimdiden kurtuluş reçetesi gibi tanıtmaya çalışan ve bunun için Türkiye’yi dolaşıp kamuoyu oluşturma gayretine düşen TEPAV’ı da ilave etmeliyiz. 

Bunların görüşlerindeki ortak noktalar ise, Anayasadan Türk adı çıkarılmalı, egemenlik açısından bütün etnik gruplar (Türk de dâhil) eşit konuma getirilmeli, ana dilde eğitim ve öğretim yapılmalı, etnik özerklik tanınmalı cümleleriyle özetleyebiliriz. 

Bilindiği gibi bu görüşleri; AKP, CHP, BDP, ABD, AB, Barzani, PKK, Dinci-Kürtçü Partiler ve yazarlar, Küreselci ikinci cumhuriyetçiler gibi işbirlikçiler de hararetle 
savunmaktadırlar. 

Bu önerileri biraz daha yakından görelim. 

Devlet memurlarının sendikası MEMUR-SEN adına hazırlanan raporda; “Vatandaşlık etnik bir kimliği (Türk’ü) esas aldığından, diğer etnik grupları yok 
saymaktadır… Bütün etnik grupları referans almak için Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını esas almalıdır… Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı bulunan herkes, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır denilmelidir.” (5) 

Abant Platformu sonuç bildirisinden okuyalım; Dil konusundaki teklifleri; “Anayasa'da farklı ana dillerde eğitim yapılma hakkı tanınmalıdır. Veya “Resmi dilin öğrenilmesi ve öğretilmesi şartı ile herkes eğitimde ana dilini kullanma hakkına sahip” olmalıdır. 

Özerklik konusundaki; “Türkiye'nin idari yapısı, yerinden yönetim (âdem-i merkeziyet) esasına dayanır. Yerel yönetimler üzerindeki her türlü idari vesayet 
kaldırılmalıdır. Veya merkezden yönetim istisna, yerinden yönetim esastır.” (6) 

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın teklifi: “Anayasanın başlangıç bölümü kaldırılmalı. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ortak paydası, yeni anayasanın temel felsefesi olmalı. İlk ve ortaöğretim kurumlarında eğitim dili Türkçe olup yeterli sayıda velinin talebi halinde diğer bir dilin de eğitim dili olarak kullanılması ve ayrıca ana dillerin öğretilmesi için gereken düzenlemeler yapılır.”(7) 

TEPAV’ın ülkeyi tarayan konferansları da oldukça ilginçtir. Başta TBMM Başkanı Cemil Çiçek (yetkisizliğini ve tarafsızlığını unutarak), TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu ve parti temsilcileri ile birlikte il il dolaşarak, bol bol “yeni ve sivil” anayasa reklamı yapıyor. Şu ana kadar 12 ilde toplantı yapılmış. Konuşmalarda; mevcut Anayasayı ve 1987’den 2010’a kadar TBMM tarafından yapılan 136 değişikliği aşağılayan, kamuoyunu meçhul bir anayasa için şartlandırmaya çalışan telkinler ve propagandalar yapılıyor. Özellikle, devletimizin milli ve üniter kimliğini savunanlar eleştiriliyor, içeriği bilinmeyen “yeni ve sivil” anayasanın her derde deva olacağının telkini yapılıyor. 

Devlet Kimliğini Değiştirme Adımları 

Tarihimizde altı defa yeni anayasa yapıldı, ancak egemenliğimize hiç dokunulmadı. Şimdi ilk defa, resmen Meclis’te tartışılıyor. Çok kimlikli-ortaklı bir devlet yapısı için, ülke sosyal gruplara ayrıştırılıp egemenliğin paylaştırılmasına çalışılıyor. Sanki savaşa girip de mağlup olmuşuz gibi!... 

Bu bakımdan Türk milletinin ikna edilmesi gerekiyor. Diyorlar ki; “Dünyamızda milli-üniter devletlerin devri bitiyor… Federasyonlar dönemi başlıyor… Ulus devlet bize dar geliyor… Türkiye’yi büyütmek için, çağa uymak ve federasyona geçmek zorundayız.” 

Gerçekten böyle mi? Dünyaya bakalım. Sovyetler Birliği (SSCB) dağıldıktan sonra, bağımsızlığını kazanan 15 devlet milli-üniter yapıda kurulmuştur. Varşova Paktından bağımsızlığını kazanan Merkezi ve Doğu Avrupa’nın 6 ülkesi, milli ve üniter devlet olarak yola devam etti. Çek ve Slovaklar ayrılarak milli ve üniter devletlerini kurdu. Federal yapıda olan Belçika Krallığı, Flaman ve Valon bölgesi olarak fiilen ikiye bölünmüş durumda, milli-üniter devletlerini kurma mücadelesini vermekteler. Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti, 20 yıla varan kanlı etnik çatışmalardan sonra dağıldı ve yerine milli-üniter yapıda birçok devlet kuruldu. 

Buna karşılık milli-üniter devlet olarak kurulup da, federasyona dönüşen tek bir örnek yoktur. İşgalcilerin kurduğu Irak Federal Cumhuriyeti hariç. Demek ki, 
propaganda edilenin tersine, dünyamızda federasyonlar devri bitiyor, milli-üniter devletlere dönüş devam etmektedir. Bunlar iyi niyetli ve dürüst de olmadıklarını 
her adımda belli ediyor. 

Türk Milletini hazmettirme, inandırma ve hatta aldatma yolunda bir iddia da şu: 1982 Anayasası’nda 29 yılda 136 değişiklik yapılmıştır. 1987’den itibaren AKP dönemi dâhil her Meclis ve her iktidar çok sayıda değişiklik yapmıştır. Özellikle AB taleplerinin büyük kısmı aynen yasalaştırılmıştır. Bu sebeple 17 Aralık 2004 Zirve kararıyla, Türkiye’nin Kopenhag Siyasi Kriterleri’ni yerine getirdiği ileri sürülerek, çok övünülen “ Müzakere ” tarihi verilmiştir. 

Düne kadar yapılan bütün değişiklikleri, içeriden ve dışarıdan alkışlayanlar, nedense bugün aşağılayıcı bir üslupla itiraz etmekteler. Diyorlar ki; “136 değişikliğe rağmen bu bir darbe anayasasıdır… Milli iradenin yaptığı bu değişikliklerle de, yamalı bohçaya döndü... Sistematiği bozuldu… Bütünlüğü kalmadı…” Ama esas değişmesi gereken ‘anayasanın ruhu’ kaldı… Bu amaçla “ ‘Demokratikleşme’ ”, ‘ Özgürleşme ’ ve “ ‘İnsan haklarına dayalı ’ “ ‘ yeni’  ” bir Anayasaya ihtiyaç vardır.” 

Burada bir parantez açalım ve bir tespitte bulunalım. Çok partili demokrasilerde rejimin temel kurumu olan partilerin bünyelerinde, demokrasi kurum ve kurallarıyla işlemiyorsa, o ülkede gerçek bir demokrasiden bahsedilemez. Mesela; İktidar partisi tek adam zihniyetiyle yönetiliyor. Bu zihniyet kaldıkça anayasalara ne yazılırsa yazılsın, değişen bir şey olamaz. Nitekim mevcut Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu, partilerin demokratik esaslara göre yönetilmesini istediği halde, buna itibar edilmiyor. Rejimin ruhu demek olan bu konuda samimiyet böyle olunca, “demokratikleşme” ve “özgürleşme” sözlerinin sadece kitleleri aldatmaya yönelik olduğu açıklık kazanıyor. 

Parantezi kapatıp şu “ Yamalı bohça ”, “ Sistematik ” ve “ Bütünlük ” bozuldu meselesine dönelim. Fütursuzca denilmek isteniyor ki; 1987’den beri milli irade, hep yanlış yapmıştır. İyi de neden? Acaba meclislerin kabiliyeti mi yetmemiştir? Eğer böyleyse şimdiki Meclisin ehliyetine nasıl güveneceğiz? Bunun için elde bir delil var mı? 

Hayır. Samimi değiller, çünkü mesele başka. 

Üstelik AKP dönemi hariç Anayasa değişikliklerinin tamamı Meclis’teki partilerin uzlaşmasıyla olmuştur. 


Egemenliğin içi Boşaltılıyor 

Bu beyanlara, “Yeni” Anayasa’ya gerekçe hazırlamak için başvuruluyor. Mesele çok açık. Bunun için Anayasa’nın “ruhu” denilen ve Anayasa’dan çıkarılmak istenen maddelere bakmak yeterlidir. Başlangıç bölümünde; “Türk vatanı ve milletinin ebedi varlığını ve yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğunu… Türk Milleti tarafından demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.” 


. 66. Madde: “Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” 

. 4. Madde: “Anayasa’nın 1. Maddesindeki Devlet’in şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2. Maddesindeki Cumhuriyet’in nitelikleri ve 3. Maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.” 

. 6. Madde: “Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milleti’nindir.” 

. 42. Madde: “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.” 

Burada bir parantez açıp, 66. Madde üzerinde durmalıyız. Metinde geçen “Türk Devleti” ibaresi “bir ırkı” çağrıştırdığı iddiasıyla, ısrarla çıkarılmak isteniyor. 
Hâlbuki burada, Türk olmak için esas alınan “ırk” değil, ”vatandaş” olmaktır. Bu esas, milli devletin temelini teşkil ettiği için çok önemlidir. Devlet yapımızın kilidi gibidir, asla değiştirilmez. 
Burada, vatandaşlık ve milli egemenlik konusunda demokratik batıdan çok çarpıcı iki örnek vereceğiz. 

Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasası’ndan 

“Madde 116: Alman vatandaşlığı. 

(1) Bu anayasadaki anlamda Alman, diğer yasal düzenlemeler saklı kalmak üzere, Alman vatandaşlığına sahip olanlar veya Alman soyundan 
olup 31 Aralık 1937 tarihindeki Alman İmparatorluğu sınırları içinde kabul edilmiş olan mülteci veya sürgün edilmiş olanlar ile bunların eşi veya füruu. 
(2) 30 Ocak 1933 ve 8 Mayıs 1945 tarihleri arasında siyasi, dini veya ırki nedenlerle vatandaşlıktan çıkarılanlar ve bunların füruu, başvuruları üzerine 
tekrar vatandaşlığa alınırlar. 
Bunlar, 8 Mayıs 1945’den sonra Almanya’da yerleştikleri ve aksine bir istekte bulunmadıkları takdirde vatandaşlıktan çıkarılmış sayılmazlar.” (8) 

Fransa Anayasası’ndan: 

Başlangıç: (28 Ağustos 1789 Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Bildirgesi) 

“ Her egemenliğin özü, esas itibariyle millettedir; hiçbir heyet, hiçbir fert, açıkça milletten gelmeyen herhangi bir otoriteyi kullanamaz.” 

“ Ülkenin bütünlüğüne zarar verecek hiçbir değişikliğe girişilemez ve böyle bir usul sürdürülemez.” 

“ Millet, Milli mensubiyetlerden husule gelen külfetler karşısında, tekmil Fransızların dayanışmasını ve eşitliğini ilan eder.” (1946 Anayasası’ndan) 

“ Cumhuriyetin dili Fransızcadır.” (Madde 2) 

“ Milli Egemenlik Fransız halkına aittir”(11) (Madde 3)(9) 

Bu iki örnekte de, milletin adı; Alman ve Fransız’dır. Bütün devletlerde olduğu gibi. Kurucu iradenin ve egemenliğin sahibinin “ Millet ” olduğu gerçeği, Fransız 
İnsan ve Vatandaşlık Hakları Bildirgesi ile bütün dünyaya ilan edilmiştir. 

Bütün bu gerçeklere ve Türk Milleti’ne rağmen, Türk kimliğinin değiştirilmesi için komik gerekçeler icat edilmektedir. Bunlara göre; “Türk” milletin değil bir 
etnisitenin adıdır. Devletin üst kimliği Türk etnisitesi olunca; diğer etnik gruplar inkâr edilirmiş, dışlanırmış, ayrımcılık yapılırmış! Çatışma ve terör de buradan 
çıkıyormuş! Bunun yerine üst kimlik Türkiye vatandaşlığı olmalı, egemenlik karşısında her sosyal grup eşit siyasi konuma getirilmeli, böylece barış sağlanmalıymış! Son olarak da, “akan kanı ve terörü durdurmak” iddiasıyla, İmralı’da PKK başı ile varılan “mutabakat” da, aynen böyle değil mi? Anayasaya “Türk” ve “Kürt” adı yazılmayacak, yerel yönetimlerin yetkisi, özerkliği ve ana dilde eğitimi kapsayacak şekilde düzenlenecekmiş! 

Böylece devleti kuran, meşruiyetin ve gücün kaynağı “Türk Milleti” yerine, coğrafyanın adı olan “Türkiye” ve sosyolojik muhtevası olmayan “vatandaşlık” 
getirilecektir. Böylece Türk Devleti ortadan kaldırılmış olacaktır. Neticede, Fransız Devleti, Alman Devleti, İspanyol Devleti, Amerikan Devleti, Yunan Devleti olacak, ama Türk Devleti olmayacak öyle mi? 

3.CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..



***