Milliyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Milliyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ekim 2017 Cuma

Yargıtay'a Zor Emin Aga Soruları

Yargıtay'a Zor Emin Aga Soruları

Bu Fotoğraftaki Kişiyi Tanıdınız mı 

26 Ocak 2009 10:3628 

Şubat döneminde Genelkurmay karargahında yargı mensuplarına verilen brifingte ön saflarda oturan ve konuşmacıyı pür dikkat dinleyen kişiyi tanıdınız mı? 

Ergenekon operasyonunun 10. dalgasında şüpheliler arasına alınıp evi aranan Sabih Kanadoğlu, Yargıtay Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaptığı 28 Şubat döneminde Genelkurmay karargahında yargı mensuplarına verilen brifinglerde ön saflarda oturuyordu. 10 Haziran 1997'de düzenlenen ve Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı Korgeneral Çetin Saner ile İstihbarata Karşı Koyma Daire Başkanı Tümgeneral Fevzi Türkeri'nin sunuş konuşması yaptığı brifinglerde Sabih Kanadoğlu 3. sırada oturmuş ve Genelkurmay'ın yargı mensuplarına verdiği direktifleri dikkatle dinlemişti. Brifinglerin organizatörlüğünü ise geçtiğimiz günlerde Ergenekon zanlısı olarak gözaltına alınan Genelkurmay Adli Müşaviri Erdal Şenel yapmıştı. 

(Vakit) 



Yargıtay'a Zor, Emin Ağa Soruları ,


14 Ocak 2009 10:21 

Gerçeker, 'YARSAV dernek'tir diyor. Madem YARSAV bir dernek, nasıl oluyor da açıklamalarını Yargıtay'da yapıyor ve Yargıtay üyeleri Emin Ağa'yı delice alkışlıyor? 

Taha Akyol/Milliyet 

YARSAV soruları 

YARGITAY Başkanı Sayın Hasan Gerçeker Ergenekon soruşturması hakkında sorumlu ve özenli bir dil kullanıyor, tartışmalarda taraf olmaktan dikkatle sakınıyor. Doğru bir hukuk ilkesini ifade etmekle yetiniyor: 
“Yargılama devam ediyor. Bizim bu aşamada bir şey söylememiz yanlış olur! Hukuk her şeyi kendi içinde halleder.” 
Yargı mensuplarına yakışan budur; vakur ve adalet mesleğine uygun bir duruştur. 

Gerçeker Devam ediyor: 


“Soruşturma sonuçta Yargıtay’a gelecek. Yargıtay’ın bu konuda görüş belirtmesi yanlış anlamalara sebep olur...” 
Gazeteciler haklı olarak YARSAV’ın açıklamalarını sorduğunda Yargıtay Başkanı şu cevabı veriyor: 
“YARSAV dernek. Ama Yargıtay adli yargının en tepesindeki kurum!..” 
Yargıtay Başkanı’nın bütün bu söylediklerine tüm kalbimle ve zihnimle katılıyorum. 
Ama aklıma takılan sorular da yok değil... 

Merak ediyorum 


Madem “YARSAV dernek”tir, buna karşılık “Yargıtay adli yargının en tepesindeki kurum”dur, öyleyse bir dernek kendi özel görüşlerini nasıl olur da Yargıtay binasında açıklayabilir?! 
Yargıtay’ın kurumsal olarak “konuşmama” özeni gösterdiği bir adli konuda, bir derneğin görüşlerini Yargıtay binasında ilan etmesi “yanlış anlamalara sebep” olmaz mı?! 
YARSAV Başkanı Sayın Emin Ağaoğlu, bir Yargıtay savcısıdır; emekli falan değildir, kamu görevi devam ediyor. Ağaoğlu’nun ateş püsküren basın toplantısında onu coşkuyla alkışlayanlar da Yargıtay’ın bazı üyeleridir! 
Merak ediyorum; hangi tavır doğru? 
Adli soruşturma hakkında Yargıtay’ın “konuşmama” kararı mı?.. Yoksa YARSAV’lı Yargıtay mensuplarının öfkeli, gösterili basın toplantısı yaparak görüşlerini ilan etmeleri mi?! 

Evet, merak ediyorum, hangisi doğru? 

Sayın Yargıtay Başkanı’nın tavrı benim yargıya güven ve yargıya saygı duygularımı güçlendirmiştir. Ama YARSAV’ın Yargıtay’da basın toplantısı yaparak tartışmalarda keskin ‘taraf’ haline gelmiş olması beni kaygılandırmıştır: YARSAV Başkanı’nın öfkesi ve onu alkışlayan yargıçların keskin tavrı, yarın önlerine gelecek herhangi bir dosyaya bakışlarını etkiler mi? Etkilemez mi? 
Bilmediğim için kaygılıyım zaten. 
Sayın Başkan Gerçeker ve Yargıtay’ın sayın üyeleri, ne dersiniz, kaygılanmakta haksız mıyım? 

İzin alındı mı? 


Yargıtay Başkanı “Bu aşamada bir şey söylememiz yanlış olur” dediği halde YARSAV nasıl oluyor da öfkeli, gösterili basın toplantısını Yargıtay binasında yapıyor? 
Yargıtay Başkanı’ndan izin alarak mı? 
İzin aldıysa Sayın Başkan’ın sözlerine ne diyeceğiz? 
Yoksa YARSAV, Yargıtay Başkanı’ndan izin bile almadan mı Yargıtay binasını kullandı?! Eğer böyle ise, en azından, bu nezaketsizliği yaptırtan öfke adalet adına kaygı verici değil midir? 
Sayın Başkan Gerçeker... Ben ömrüm boyunca “yargının tarafsızlığını” savundum; o yazılarım daha çok kavramların felsefi anlamlarıyla ilgiliydi... Şimdi bambaşka bir endişe hissetmeye başladım: 1970’lerde polis teşkilatında yaşanmış vahim POL-DER ve POL-BİR kutuplaşmasına benzer bir kutuplaşma mı oluşacak yargıda?! 
Kestiği parmağın acımaması gereken adalet bunu kaldırabilir mi?! 
Bu sorumu, adalet dağıtan bütün vicdanlara soruyorum. 
aktif haber 




***

Türkiye’de Yargı Sorunu


Türkiye’de Yargı Sorunu 


Taha Akyol 
11 Haziran 2008 

ANAYASA Mahkemesi’nin bugünkü sayın üyeleri geçmişteki kararları okusalar eminim “Seleflerimiz böyle kararları nasıl vermiş?!” diye teessüf ederler. 
Yüce Mahkeme, Yassıada’daki ihtilal mahkemesinin kararlarını eleştirmeyi suç saymış, “Düşünmek serbest ama düşünceyi açıklamak suç” diye karar vermişti! 


(Karar: 1963/83) 

Askeri suçlarla ilgili bir davada “İdam cezası bile az!” diye gerekçe yazmıştı! (Karar No: 1966/29) 
1960’larda Adalet Partisi’ni halkın yine tek başına iktidara getirmesini engellemek için CHP “barajsız seçim sistemi”ni savunurken, Yüce Mahkeme de nispi temsil sistemindeki mütevazı çevre barajını iptal etmişti! (Karar No: 1968/13) 
O zaman Hikmet Sami Türk, CHP’li Oya Araslı gibi ‘sol’ hukukçular da bunu “Mahkeme parlamentonun yetkisine tecavüz ediyor” diye eleştirmişti. 
12 Eylül’den sonra ise, mahkeme, ülke genelinde yüzde 10 barajını ve ilaveten çevre barajını bile demokrasiye uygun bulmuştu! (Karar No: 1987/27) 

Tarihsel blok 

Demek ki, Anayasa Mahkemesi’nin içtihatları değişiyor; bu bir... İkincisi, bu kararlar Anayasa Mahkemesi’nin bakışındaki “merkezi bürokratik ideoloji”yi yansıtıyor; egemen “tarihsel blok”un ideolojisi. 

Genelkurmay Başkanı, Yüce Mahkeme’nin son kararını “malumun ilanı” olarak nitelerken, kararı önceden bildiğini değil, paralel bir bakışı ifade ediyordu tabii. 
Parti kapatma, özelleştirme, dışa açılma, piyasa ekonomisi, fikir hürriyeti, din ve vicdan özgürlüğü, tahkim gibi konulardaki tutucu, statükocu yargı kararları da bu 
“ Tarihsel Blok ” un ya da “ Merkezi Bürokratik İdeoloji ” nin yansımalarıdır. 
(..) 

Tarafsız Yargı 

Ankara Hukuk Fakültesi’ndeki yeni bir doktora tezi, gelişen demokratik hukuk anlayışının mükemmel bir örneğidir: Dr. Ozan Ergül’ün “Türk Anayasa Mahkemesi ve Demokrasi” adlı başarılı tezi. (Adalet Yayınları 2007) 
Dr. Ergül, anayasa hukukuna hem evrensel açıdan hem hem siyaset bilimi ve sosyoloji gibi komşu bilimler açısından bakıyor. Bizde çoğu yargı kararları bu açılardan çok zayıftır maalesef. 
Dr. Ergül, Anayasa Mahkemesi’nin “çevre”ye (çoğunluğa) karşı “merkez”in hegemonik üstünlüğünü korumak üzere yapılandırıldığını anlatıyor. Bu yüzden mahkemenin “ Merkez değerleri hegemonik bir biçimde koruma görevini kendisinde gördüğünü ”, Böylece “ Sekter ” ve “ çoğunluk karşıtı ” olduğunu, bu tavrını sürdürmesi halinde Yüce Mahkeme’nin “vesayetçilik” eleştirisinden kurtulamayacağını belirtiyor. (Sf. 296 vd.) 
Dr. Ergül, ünlü “367 kararı” ile “ Anayasa Koyucu “ rolünü de üstlenen Anayasa Mahkemesi’nin “hak eksenli olmaktan çok ideolojik eksenli” davranmakla eleştirildiğine dikkat çekiyor. (Sf.334) 
(..) 

Milliyet 

***

15 Mart 2017 Çarşamba

12 Eylül Askeri Darbesi ve Basın;


12 Eylül Askeri Darbesi ve Basın;


( BAŞKA BİR BAKIŞ AÇISI ELE ALINAN  VE O DÖNEMİ ANLATAN YAZI)
OKUYALIM..

Medya gerek açıktan gerekse de haberleri sunuş şekliyle darbeyi destekledi. Darbeye veya orduya dair herhangi bir olumsuz haber veya yazı yayınlayan gazeteler veya dergiler sansür, toplatılma veya süresiz kapatma gibi yaptırımlarla karşı karşıya kaldı.

İktidar mücadelesinde hangi yönetim biçimi olursa olsun siyaset ile iletişim araçları arasında ilişki her dönemde var olmuştur. Çünkü her iktidar kendi varlığını sürekli meşru kılmak zorundadır. İktidarlar, iletişim araçlarıyla bir yandan kendi meşruluğunu sağlamaya çalışırken, diğer yandan politikalarının kamuoyunca desteklenmesini ve uygulanmasını amaçlar. Siyasi otoriteler veya iktidarlar belirli konuların kamuoyuna açıklanması ve toplum fikirlerinin yönlendirilmesi için medyayı kullanır.
Medya politikası oluşurken kimi zaman sansür, toplatma, yasaklama ve kapatma gibi baskı politikaları uygulanır, kimi zaman da kaba müdahaleler değil, uygun çizgide düşünen personelin seçilmesi ve editörler ile çalışan gazetecilerin kurum politikasıyla uyumlu öncelikleri ve haber değeri kriterlerini içselleştirmeleri sağlanmaya çalışır. Medya devletin sözde amaçlarını gerçek diye kabul eder, devletin politikasının ve eylemlerinin gerçek nedenlerini ender olarak araştırır.

Medya ve siyaset arasındaki bu ilişki Türkiye siyasi tarihi içinde de karşımıza çıkıyor. Türkiye toplumunda siyaset odaklı değişim 1960, 1971 ve 1980 askeri darbeleri ile kesintilere uğramış ve genelde basın siyasetin askeri çözümlerle belirlenen çizgileri karşısında destekleyici oldu. Zira iktidarların basın üzerindeki kontrolü, basın yasaları ila, kâğıt fiyatları, resmi ilan ve reklam gelirleri, ucuz maliyetli kredi kullandırma ve dağıtım gibi alanlarda belirleyicidir. Aksi halde, medya sansür, toplatma ve kapatma cezaları ile ilan ve reklâm gelirlerinden pay gibi yaptırımlarla karşı karşıya kalabilir. Dolayısıyla gündem yaratma, kanaat ve tutum oluşturma, kamuoyu oluşturma, siyasallaştırma gibi işlevleri bulunan medya, askeri darbelerin ve iktidarları meşruiyetlerini sağlama aracı olur. Özellikle 12 Eylül 1980 darbesi ve darbeyle oluşturulan yeni yönetimin meşruluğunun sağlanmasında medya önemli bir araç oldu.

Darbeyi gerçekleştirenler, darbenin ilk gününden itibaren radyo televizyon ve gazeteler aracılığıyla propaganda çalışmaları yürüttü ve darbenin meşruluğunu ileri sürmeye çalıştı. Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, oluşturulan Milli Güvenlik Konseyi'nin kararıyla sık sık TRT ekranlarına çıktı ve darbenin gerekçelerini sıralayarak kamuoyunu darbenin meşruluğu konusunda ikna etmeye çalıştı.

Darbe öncesinde tirajı en yüksek olan gazeteler, Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet ve Tercüman'da yayınlanan haberlerde ve köşe yazılarında ülkenin içinde bulunduğu kaos sık sık büyük puntolarla okuyucuya sunuldu ve kaosun mevcut hükümetçe sona erdirilemediği belirtildi. Gazetelerde hemen her gün manşet sayfada sunulan haberlerden bazıları şöyleydi:

" Anarşik olaylarda 25 kişi öldü " (27 Ağustos 1980-Milliyet), " Ocak'tan Eylül'e Anarşi Raporu: 8 ayda 1606 ölü. Son aylarda günde ortalama 10 kişi terör olaylarında hayatını kaybediyor" (2 Eylül 1980-Milliyet), "Demirel'in 170 günlük iktidarında 1361 kişi öldü" (12 Mayıs 1980-Cumhuriyet), "Terör eylem için pilot iller seçti" (9 Eylül 1980- Hürriyet)

TBMM'de Cumhurbaşkanı'nın 100'den fazla oylama yapılmasına karşın seçilemediği, " Meclis'te yine havanda su dövüldü ", " Meclis aday, vatandaş iş bekliyor" başlıklı haberlerle kamuoyuna yansıtıldı. Sonuçta ülkenin bir kaos içinde olduğu ve bu kaosa TBMM'nin son veremeyeceği mesajı verildi. Hürriyet gazetesinin 10 Eylül'den itibaren yayınlamaya başladığı "Lider" isimli araştırma yazısı orduya davetiye olarak değerlendirilebilir. Saldun Tanjun imzalı araştırma yazısında "Liderlerin sinirleri çelik gibi olmalı. Lider kendisini izlemekten pişman olmayacağımız Mustafa Kemal gibi sabırlı, akılcı, insanı ve toplumu bilmeli. Lider iç tehlikeleri saptamasını bilmeli. Lider halkın bütününü zafere ulaştıran adamdır" deniliyordu.

Diğer yandan, Tercüman gazetesi de " Fikirler, Görüşler, Düşünceler " adlı yazı dizisiyle mevcut sorunların Anayasa'dan kaynaklandığını, 1961 Anayasası'nın değiştirilmesi gerektiğini aktardı. "Siyasi Hayat ve Anayasa Uygulamaları" başlıklı Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı imzalı yazı, "Bizim gülmeye takatımız kalmamıştır... Gülemiyoruz, fakat seyrediyoruz... Katlanıyor... Bekliyoruz... (7 Eylül 1980)", "Terörle Mücadelede Metod Meselesi" başlıklı Mehmet Demir imzalı yazı da "İtalyan usulünün benimsenmesi, ülke şartlarına uygun bir mücadele programının yapısal bir çözüm olarak düşünülmelidir." (9 Eylül 1980) sözleriyle bitirildi. Tercüman gazetesi aynı zamanda "Türkiye'de en büyük 300 firma yöneticilerinin görüşleri" başlığı altında düzenlenen anketin sonuçları, "Devlet, otorite boşluklarını giderip, yasaları hakim kılmadıkça, çalışma barışı sağlanamaz" mesajıyla verildi.

Darbeyi meşrulaştıran haberler ve köşe yazıları, 12 Eylül Askeri Darbesi'nin ardından da devam etti. Askeri darbe, Milliyet gazetesinde 12 Eylül tarihinde "Silahlı Kuvvetler yönetime el koydu", Tercüman gazetesinde 13 Eylül tarihinde "Silahlı Kuvvetler yönetime el koydu. MGK Başkanı Org. Evren Açıkladı: Yeni Anayasa Hazırlanacak", Hürriyet gazetesinde 13 Eylül tarihinde "Terörün sonucu: Yönetim Milli Güvenlik Konseyi'nde - Atatürk yolunda devam" başlığıyla okuyucuya sunuldu. Hürriyet gazetesi darbe yönetiminin kullandığı argümana uygun olarak, darbe haberine Atatürk'ün posterini ekleyerek, "Ne sağ, ne de sol../ Atatürk Türkiyesi doğrultusunda bir ülkenin haysiyetli kişileri olarak birlik içinde, dipdiri ve senin yolundayız / Şuna asla şüphen olmasın; Senin emanetin Cumhuriyet, ilelebet payidar olacaktır / Hainler, gafiller, tüm iç ve dış düşmanlar hakkettiklerini bulacaktır / Müsterih ol Atam" şiirini yayınladı.

Gazeteler darbe haberlerini verirken, dış basında darbeye ilişkin olumlu değerlendirmeleri de yayınlayarak, Avrupa'nın dahi darbeyi desteklediği mesajını verdi. Tercüman, "Dış Dünya: TSK'nın yönetime el koyması basın ve yayın araçları tarafından ilk olarak duyuruldu: Ordu Mecbur kaldı. (13 Eylül 1980)", Milliyet "Ordunun yönetime gelmesi dışta olumlu karşılandı (13 Eylül 1980), Hürriyet, "Observer: Teröristleri temizleyip yönetim sivillere devredilecek. (15 Eylül 1980) başlıklı haberlerle dış dünyanın darbeyi desteklediğini ileri sürdü. Darbenin gerçekleştiği haberlerinin yanı sıra "İstanbul Üniversitesi, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ülkede bütünlüğü sağlamak amacıyla tüm yurtta yönetime el koymasını kutladı. (15 Eylül 1980 - Hürriyet)" şeklindeki haberlerle akademik dünyanın da darbeyi desteklediği mesajları verildi.

Kanaat önderi kabul edilen köşe yazarları da darbeyi destekleyen açıklamalar yaptı. 

Hürriyet gazetesi yazarı Oktay Ekşi 17 Eylül 1980 tarihli köşe yazısında, " Türkiye tam bir onarım yönetimi altına girmiş bulunmaktadır. Bu yönetim, özgürlükçü demokratik sisteme ve Atatürk ilkelerine bağlı olanları tatmin edecek bir tutum içindedir" diyerek darbe yönetimine destek çağrısı yaptı. Darbe öncesinde sık sık Org. Kenan Evren'in "Anarşi yaratıcıları Ordu'nun yumruğu altında ezilecektir. Türk ulusu bağrından doğan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yarattığı güven ortamı içinde sonsuza kadar birçok bayramları refah ve mutluluklarla kutlayacaktır (30 Ağustos 1980)" benzeri açıklamalarına manşette veya ilk sayfada yer veren Tercüman gazetesinin tüm köşe yazarları darbeyi desteklemiştir. Sadece Nazlı Ilıcak 10 Eylül 1980 tarihli "Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete..." içerikli yazısını 14 Eylül 1980 tarihinde "Kıyamet koptu. Dünyanın sonu değilse bile, demokrasinin sonu geldi..." sözleriyle devam ettirmiş ancak hemen ardından 16 Eylül tarihindeki yazısında " Ümidimiz memleketimizin birlik ve beraberliğimizin son şansı olan Türk Silahlı Kuvvetleri harekatının başarısı ile neticelenmesidir " diyerek darbeyi meşru gösterdi. Basının darbeyi meşru gösteren yaklaşımı darbenin birinci yılında da sürdü. Darbenin birinci yılında Milliyet'in manşeti "Sağol Mehmetçik", Tercüman'ın manşeti "Huzur, 1 yaşında", Hürriyet'in manşeti "El ele, kol kola mutlu günlere gidiyoruz... Ve evet! Düzlüğe çıkıyoruz" oldu.

Medya gerek açıktan gerekse de haberleri sunuş şekliyle darbeyi destekledi. Zaten darbeye veya orduya dair herhangi bir olumsuz haber veya yazı yayınlayan gazeteler veya dergiler sansür, toplatılma veya süresiz kapatma gibi yaptırımlarla karşı karşıya kaldı. İlk olarak Arayış Dergisi ile Demokrat, Hergün ve Aydınlık gazeteleri temelli kapatıldı. Türkiye Gazeteciler Sendikası Ankara Şubesi Genel Sekreteri Mehmet Genç gözaltına alındı ve TGS Ankara Şubesi 9 Aralık 1980'e kadar kapatıldı. İstanbul'daki sekiz gazeteden Milli Gazete dört kez toplam 72 gün, Cumhuriyet dört kez toplam 41 gün, Tercüman iki kez 29 gün, Günaydın iki kez 17 gün, Güneş ve Milliyet birer kez toplam 10'ar gün, Tan bir kez 9 gün, Hürriyet iki kez toplam yedi gün kapatıldı. Bu gazetelerin yetkilileri ve yazarlarının defalarca ifadeleri alındı, her biri hakkında birçok dava açıldı, birçoğu mahkûm oldu, tutuklandı. Darbeden sonraki dört yılı kapsayan bir araştırmanın sonuçlarına göre; gazete ve dergiler 41 kez toplatıldı veya yayımı durduruldu veya kapatıldı. Bazı sıkıyönetim komutanlıkları, kimi gazetelerin, kendi sorumluluk bölgelerine sokulması ve satışını yasaklamışlardır. Yarıya yakını Bakanlar Kurulu'nca olmak üzere 927 yayın yasağı getirildi. Bu dönemde basın dışı suçlananlar hariç, gazeteci, yazar, çevirmen ve sanatçılara verilen mahkumiyet kararlarının toplamı 316 yıl, 4 ay, 20 güne ulaştı.

Yeni Anayasa'nın onaylatılması

12 Eylül'ün ardından hazırlık çalışmaları çok öncesinden başlatılan ve sürekli gündemde tutulan anayasa tartışmaları sonuca ulaşmaya başladı. 1961 Anayasası'nın "anarşi" ve "terör"e neden olduğuna ilişin başlatılan kampanyaya Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) gibi ekonomi kuruluşları da açıktan destek verdi. Tercüman gazetesince hazırlanan bir dizi Anayasa semineriyle birlikte daha otoriter ve baskıcı bir anayasanın ideolojik temelleri atıldı. Bu seminerlerde oluşturulan "yeni anayasa"ya ilişkin önerilerin birçoğu 1982 Anayasası'nda yer aldı. Darbenin ardından bu kez SİSAV tarafından düzenlenen ve Tercüman gazetesi yazarları ile Aydınlar Ocağı yöneticilerinin danışman ve konuşmacı olarak katıldıkları seminerlerde dile getirilen düşünceler yeni anayasanın ideolojik çatısını oluşturdu.

Hazırlanan 1982 Anayasası'nın propagandası gerek ekonomi kuruluşları gerekse de bizzat darbeyi gerçekleştirenler tarafından basın aracılığıyla yapıldı. Kenan Evren TRT'de ve gazetelerde yeni Anayasa'yı tanıtıcı açıklamalar yaptı. Evren'e göre "Anayasa'ya Hayır" diyenler vatan hainleri, dış güçlerden emir alan anarşist ve teröristlerdi. Evren'in tanıtım faaliyetleri kapsamında Adana'da yaptığı konuşmada şu sözleri dikkat çekicidir: "Nusuh ile uslanmayanı etmeli tekdir/Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir. Gençler belki bilmez, bizde bu beyit çok yaygındır. Yani önce nasihat et, sonra ikaz et, en sonunda döversin. Biz önce işi nasihatle halletmeye çalışıyoruz".

Aynı günlerde sıkıyönetim komutanları da "Anayasa'ya Hayır" diyen "anarşist" ve "teröristlerin" yakalanacağını açıkladı. Anayasa halk oyuna sunuluncaya kadar, gazetelerde ve televizyonda Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren'in açıklamaları, haberlerde ve köşe yazılarındaki mesajlar, seminerlerde yapılan konuşmalar, ekonomi kuruluşları temsilcilerinin açıklamaları yeni anayasanın propagandasını oluşturdu. Aksini savunanlar ise gözaltı ve tutuklamalarla karşı karşıya kaldı, gazeteler sansürlendi veya kapatıldı. Sonuç olarak referanduma sunulan yeni Anayasa, halkın yüzde 91,27'sinin katılımıyla yüzde 91,37 kabul oyuyla kabul edildi.(EK/EÜ)

* Bu yazı Marmara Üniversitesi Radyo-TV bölümü yüksek lisans öğrencisi Evin Katurman'ın hazırladığı " 12 Eylül ve Basın: Toplumsal Rıza Nasıl Sağlandı? " başlıklı makalesinden kısaltılarak alındı.


http://www.bianet.org/bianet/toplum/93099-12-eylul-askeri-darbesi-ve-basin

***

9 Mart 2017 Perşembe

Şarkıya Fazla Kaptırmış Kendisini,


Şarkıya Fazla Kaptırmış Kendisini,


Selcan Taşçı,


Kapatma Davası ”ndan başlayıp  “ AKP’yi Hedef alan tehditler ” diye nitelendirdiği bir dizi olayı sıraladıktan sonra “ama” diyor;

Eski Türkiye ile mücadele etmek suretiyle, Yeni Türkiye’yi inşa etTİK...  O gün nasıl ki askeri vesayete karşı mücadele ettiySEK bugün de cemaat vesayetine karşı mücadele ediyoRUZ...  BİZİM karşı olduğuMUZ Ahmet’in ya da Mehmet’in vesayeti değil, doğrudan vesayetçi yapıya karşıYIZ... Gülen hareketi kendi hesaplaşmasını yapıp (...) hukuksuz uygulamalara imza atmış olabilirler. Bu (...) BİZİM askeri vesayet ve Ergenekon’la mücadeleMİZİN yanlış olduğu anlamına gelmez. Peki bu BİZE bir mükellefiyet yükler mi? Yükler. (...) cemaat ele geçirmek istediği yerlere, Ergenekon bayrağını sallamak suretiyle sızdıysa bunu tasfiye etmek göreviMİZ olmalı. O nedenle diyorum ki, geçmişte askeri vesayete karşı mücadele verDİK şimdi de cemaat vesayetine karşı mücadele edecegiz.

Bu satırları yazan kişi Yalçın Akdoğan olsa anlarım; nihayetinde AKP milletvekili, Başbakan’ın Başdanışmanı.
Yiğit Bulut olsa -eski yazılarını hatırlayıp çok gülerim ama- anlarım; nihayetinde Başbakan’ın danışmanı.
Ne bileyim Yıldıray Oğur olsa, Hilal Kaplan olsa, Ahmet Taşgetiren olsa -kendilerine “ödenek” tahsis edilmişti- “akil”lik  kontenjanından “kadrolu” sayılabilirler; anlarım.

Ve fakat  “birinci çoğul şahıs”  ekiyle AKP’nin bütün eylemlerini sahiplenen, kendisini de bu siyasal yapıya dahil eden kişi iktidara yakın da olsa halihazırda bir gazetenin Ankara temsilcisi. Bir gazetecinin bir siyasi yapıdan taraf olmasını dahi aylarca-yıllarca tartışmış medyamızın, meslek örgütlerinin, şimdilerde gazetecilerin “parti sözcüsü” gibi, “biz” diye manifestolar döşenmesini garipsememesi de epey garip değil mi! Ya televizyon kanallarının “Biz” diyerek AKP’ye yakın değil; resmen dahil olduğunu beyan etmiş birine hâlâ “gazeteci” sıfatıyla “propaganda” yaptırmaya devam etmesi?!
Muhalefetteki siyasi partilerden herhangi biri, gazeteciliğini AKP’nin siyasi mücadelesine adadığını ilan eden bu zatı herhangi bir etkinliğine davet edebilir mi bundan böyle? Gazetecilik yapmaya mı geliyor, ajanlık için mi; emin olabilir mi?

***
Yazıyı yazarken fonda  “Beraber yürüdük biz bu yollarda...”  çalıyordu belli ki; şarkıya fazla kaptırmış kendini!
Abdülkadir Selvi’ye AKP yöneticisi, sözcüsü, milletvekili, danışmanı, personeli vs. olmadığını sadece  “gazeteci”  olduğunu hatırlatmalı bence biri. Hayır, her şey bir yana bu “yanılsama” sağlığı için de tehlikeli...

Aydını Böyleyken, Kızılır mı Cahile

Medyanın halleriyle başladık  madem, devamını da öyle getirelim bugün.
Akif Beki ile Aslı Aydıntaşbaş’ın kısır/sonuçlanmamaya mahkum tartışmalarından birine denk geldim dün sabah.

Hafta içi hemen her sabah göründükleri ekran, Türkiye’nin sayılı haber kanallarından biri; CNNTürk. İkisi de gazeteci, yani “haberdar etmek”  öncelikli vazifeleri.

Aydıntaşbaş, güya Başbakan’ın yılbaşı gecesi yayınlanan “Millete Hizmet Yolunda” konuşmasını yorumlayacak.

Birinin, hele ki gazeteciyse, hele ki milyonların karşısına çıkıp da fikir beyan edecekse, konuştuğu konuda asgari ölçüde -ki asgari bilgi de yetmez yoruma, derinlemesine incelemeli ki çözebilmiş olsun aslında ne anlama geldiği-nasıl anlaşılması gerektiğini- bilgi sahibi olması beklenir değil mi?
Bu hanımefendide o yok işte!
Millete Hizmet Yolunda konuşması üzerine bayağı iddialı bir tonda ahkâm kesiyor ama ilk cümle şöyle
Galiba daha önce başka bir adı vardı... Şimdi adı başka...
Haydaaaa; biliyorum bu esprinin de suyu çıktı ama bahçıvansın  biberin yok, gazetecisin haberin yok demekten başka ne söylenir şimdi buna!
Ulusa Sesleniş ”ten “ Millete Hizmet Yolunda ”ya geçiş sırasında onca tartışıldı, sayısız köşe yazarı yazdı, bir dolu gürültü patırtı çıktı, ülkenin en köklü gazetelerinden birinin de yazarı olan Aslı Hanım’ın konuya alakası  “ Galiba adı başkaydı ” derecesinde! Neyse yayın sırasında biri mesajla bildiriyor da öğreniyor “Ne hakkında konuştuğu”nu!
Yorumun devamı şöyle:
Anladığım kadarıyla Duaları referans gösteriyor...
Üzerine yorum yaptığı konuşmayı izlememiş bile yani; başka gazetecilerin yorumlarından anladığı kadarıyla yorumluyor!

Dünkü Çocuk değil; Cumhuriyet, Yeni Yüzyıl, NTV, Sabah, Habertürk, Akşam, Milliyet, SkyTürk’ te çalışmış, Ankara ve Washington temsilcilikleri yapmış

Tecrübeli” varsaydığımız gazetecinin, ülkemizde gazeteciliğin hali bu işte!
Aydını bu seviyede olan memlekette nasıl kızalım cahile, cahilin tercihlerine!


***