Hukuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hukuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ekim 2017 Cuma

EMİNAĞAOĞLU SANDIĞI SİLDİ


EMİNAĞAOĞLU SANDIĞI SİLDİ 

18 Mart 2009 08:17 

' Sandık Ne Derse o olur '  Yok böyle bir şey! 

Eminağaoğlu: "Hukukun üstünlüğü, yasama ve yürütmenin üstündedir. Onlar da hukukun üstünlüğüne uymak zorundalar. Bir hukuk devletinde yasamanın fonksiyonu farklıdır. Yürütmenin farklıdır, yargının farklıdır. Ve hepsinin ortak paydası hukukun üstünlüğüdür. Ancak şu algı yanlış. Millet iradesi eşittir yasama, sandık ne derse o olur. Hayır. Hayır böyle bir şey yok." 

YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu'yla Zaman Gazetesi'nden Nuriye Akman'ın yaptığı çok ilginç röportaj: 

-Özel yaşamınızda mükemelliyetçi, hataları tolere edemeyen biri misiniz? 

-Özellikle Yarsav'dan sonra eşimin yükünü daha çok arttırdığıma inanıyorum. Çünkü Yarsav ve görevim bütün zamanımı kaplamış durumda. Her şeye koşturmak için çabalarım. 

Hataları tolere etmesini bilirim.ama doğruyu yakalamak anlamında ayrıntıları da elde etmek isterim. 

-Dışarıya çatık kaşlı, sert mizaçlı bir resim veriyorsunuz. Sizi böyle yapan şey nedir? 

-Şu an karşı karşıyayız. Şu anki mizacımı o resimlerle bağdaştırabiliyor musunuz? 

-Şu anda gayet sakin görünüyorsunuz. 

-Ben her zaman böyleyim. Ama haberlerde hep belirli resimlerim kullanılıyor. 

-Fotomontaj mı yapılıyor? 

-Hayır, o resimler de bana ait. Tabii açıklama yaptığınız konular her zaman gülümseyerek konuşulmayacak konular. Ama ben çatık kaşlı bir insan değilim. 

-Ama kabul edin, mesajlarınızı öfkeyle dile getiriyorsunuz. 

-Onu bir kararlılık ve inanç olarak söyleyebilirsiniz. Kesin doğrularla kamuoyunun önüne çıkarım. Hukuksal yönden hiçbir yanlışla kamuoyunun önüne çıkmam. O doğrulara olan inancımın bir ifadesidir. O fotoğrafların öncesinde ve sonrasında yine sakinlik vardır. Ama bir konuşmanın bütünlüğü içerisinde yansıtılmazsa, sadece bir kareyi alırsanız onu bulabilirsiniz. 

Gerek aile yapımda, gerek arkadaş çevremde, gerek çocuklarıma karşı son derece sinirleri alınmış bir insanım. Gerçi onlar beni sinirlendirmek içinde bir şey yapmazlar. 

-Yarsav sizin başkanı olduğunuz ilk dernek mi? 

-Hukuksal olarak kurucu üyesi ve başkanı olduğum ilk sivil örgüt. Öğrenci derneklerine hep sempati duymuşumdur. Ama bir öğrenci derneği üyesi olmadım. 

-Hiç tutuklandınız mı? 

-Hayır. 

-Soruşturma geçirdiniz mi? 

-Şu dönemde geçiriyorum. 

-Gerekçe? 

-Kendi hakkınızdaki soruşturmanın içeriğini bilme hakkınız var. Ama Bakanlık, her türlü başvuruma rağmen bildirmiyor. Ben bir tesadüf eseri hakkımdaki incelemeden haberdar oldum. Ki aradan sekiz ay geçmişti. Konuyu söylemiyorlar. Birleşmiş Milletler yargı bağımsızlığı temel şartında hakkında disiplin incelemesi ve soruşturması başlatılan kişi isterse, bunları bildirmek zorundadır diye hüküm vardır. Adalet Bakanlığı hakkımda tek yanlı bir şeyler üretiyor. Bu örgütlenme özgürlüğüne bir baskıdır. Benim üzerime Demokles'in kılıcı gibi tutulan bir incelemedir. Bir yanlışlığım varsa elbette ben dokunulmaz bir insan değilim. Ama bunlar nafile çabalardır. Türkiye'de gerçekten sivilleşmeye, örgütlenmeye, hukukun üstünlüğüne alışamamanın bir yansımasıdır. 

-İki şapkanız var. Yargıtay Cumhuriyet Savcılığı ve Yarsav başkanlığı. Fakat şimdi dernek başkanlığınız savcılığınızın önüne geçti. 

-Doğal olarak. 

-İkincil işin, esas işin önüne geçmesinin neresi doğal? 

-Ben isim olarak öne geçmek istemem. Benim kamusal görevim itibariyle açıklama yapma konusu başsavcımıza aittir. O görevlerim orayla ilgilidir. Ama ilk kez Türkiye'de yargıç ve savcıların sivil meslek örgütünü kuruyorsunuz. Yargı sorunlara boğulmuş durumda. Ve bugün Türkiye'de yargının en rahat olduğu dönem 1961 anayasasının 71, 12 Mart'a kadar olan dönemi. 12 Mart'ta geri gitmişiz. 12 Eylül'de biraz daha geri gitmişiz. Bugün 12 Eylül'ün de gerisine düşmüş durumdayız. Bu sorunlar yumağında, tüm sorunlarla mücadele etmek anlamında ister istemez öne çıkıyorsunuz. Ama tüm bu mücadele Yarsav adı altında yapılan bir mücadeledir. Yoksa benim kişisel bir mücadelem değildir. Yarsav'ın öne çıkmasını isterim. 

-Ama bir yandan da savcılık yapıyorsunuz. Dernek başkanlığının asıl görevinizi zedeleyici bir yanı yok mu? 

-Hayır, asla. 

-Her konuda görüş bildiriyorsunuz. Sonuçta benzer konular sizin önünüze dava olarak gelecek. Dolayısıyla aldığınız kararlara gölge düşecek. Soru işaretleri olacak. Bundan çekinmiyor musunuz? 

-Türkiye yargıda sivilleşmenin ne olduğunu kavrayabilmiş değil. Bunu kavradığında bu eleştiriler ortadan kalkacaktır. Bakınız en yakın örnekler, İtalya, Fransa, Almanya daha birçok örnek verebilirim. O ülkelerdeki yargı örgütlerinin açıklamalarına bakın, dersiniz ki Yarsav niye bunlar kadar sert değil. 

-Artık bundan da daha sert nasıl olunursa! 

-Ben en son size Fransa'daki yargı örgütünün açıklamasını vereyim. Dersiniz ki Yarsav'ın açıklamaları niye böyle vurucu değil. Bizim Yarsav olarak amaçlarımız, hukukun üstünlüğü, etkinliği, egemenliği, insan hakları, yargının bağımsızlığı, yargıç ve savcıların sorunları. Buna yönelik her konuda açıklama yaparız. 

-Yarsav 501 üye ile kuruldu. Bugün 1250 üyesi var. Toplam 11 bin hakim ve savcı olduğuna göre camiada kimse sizi fazla takmıyor mı? 

-Bu Türkiye'nin sivilleşmeden ne kadar uzak olduğunu, AB söylemleriyle getirilen düzenlemelerin içselleştirilemediğini, gerçekten etkin kullanılamadığı bir ortamın yaratılmadığını, takiyye yapıldığını, gösteren bir tablodur. 

-Herkes size üye değil diye neden AB söylemi takiyye olsun? 

-Biz kurulduğumuz zaman yaklaşık 7 binin üzerinde yargıç, savcı vardı. 501 kurucu üye ile kurulduk ki bu kadar bir sayı ile kurulan bir dernek göremezsiniz. Ve kuruluş sürecinde Adalet Bakanlığı müsteşarı dahil olmak üzere herkese gittik. Kim kurucu üye olmak istiyorsa herkesin imzasını aldık. Hiç ayrım yapmadık. Ve 501'e geldiğinde de gidip Ankara valiliğine verdik. Bugün yargıç, savcı sayısı 11 bine yaklaşmış durumda. Biz neden 1250 üyede kaldık. Yarsav'ın yargıç adayından yüksek mahkeme başkanına kadar her görevden üyesi var. Ama şimdi Avrupa'daki yargı örgütü başkanları ile konuşuyoruz. Adalet bakanlıkları orada yargının meslek örgütleriyle düzenli toplantılar yapıyor, onlardan düzenli raporlar alıyor. Ve o raporlarla yargının sorunları çözülmeye çalışılıyor. Türkiye'de adalet bakanlığı bizi muhatap almamak adına her şeyi yapıyor. Ve çok uzunca bir süre bizim Yarsav olarak yazdığımız yazılar, Adalet Bakanlığı'ndan Ömer Faruk Eminağaoğlu diye yanıtlanmıştır. 

-Yarsav adını kullanmak istemediler yani. 

-Daha ilgincini söyleyeyim, Adalet Bakanlığı resmi çeviri yaparken, 2006 AB ilerleme raporuna Yarsav girmiştir. Yarsav ibaresi çeviriden çıkartılmıştır. Dışişleri'nin sayfasında vardır. Adalet Bakanlığı'nda dört yüze yakın yargıç çalışır. Bir tane üye yoktur. Neden? Adalet Bakanlığı'nda çalışan yargıçlar güvenceli değildir. Yine hiçbir askeri yargıç Yarsav'a üye değildir. Adalet Bakanlığı ve bakanlığın bağlı olduğu hükümet, Yarsav'a bir darbe anlayışı ile yaklaşmıştır. Bu anlayış yargıç ve savcılarda bir tedirginlik yaratmıştır. 

-Suçu Adalet Bakanlığı'na atacağınıza neden kendinizde aramıyorsunuz? Sizin derneğiniz ya da şahsınız güven vermemiş olamaz mı yani? 

-Bunu kabul etmiyorum. AB'ne yargıda örgütlenme serbest diye yazı yazan şu anki siyasi irade, bu yazıların tam aksini yapmıştır. 

-Meslektaşlarınızdan 1250 kişiyi ikna ettiniz. Ama diğerleri ikna olmadılar. Bu kadar basit! 

-Hiç kimseyi ikna etmedik. O katılım herkesin kendi iradesiyledir. Mesleğin her yerinden üye varken, Adalet Bakanlığı'ndan dört yüz yargıç ve savcının dört yüzü de mi Yarsav'a karşı? 

Tamam, Adalet Bakanlığı'nda tam bir homojen yapı yok. Ancak şu anki siyasi iradenin Yarsav'a yaklaşımı, onların üye olmasını engelliyor. Türkiye'de en güvencesiz bürokratlar Adalet Bakanlığı'nda çalışan bürokratlaştırılan yargıç ve savcılardır. Üçlü kararname ile gelirler, bakan git derse giderler. 

-Bu durumda size üye olan 1250 kişi cesur, diğerleri korkak mı oluyor? 

-Söylediğim gibi bu bir serbest ve sivil irade. Yarsav'a üye olan herkes belli bir siyasi düşüncede olan insanlar değil. Her düşünceden Yarsav üyesi vardır. Ama yargıç ve savcılar siyasi düşünceleri ile öne çıkan insanlar değildir. Kuruluş aşamasında Adalet Bakanlığı müsteşarına imza için gittiğimizde, cesaret isteyen bir adım ama tarih sizi yargılayacaktır demişti. Bu bir cesaret değil, hak kullanımıdır. Hakların kullanımı cesaret durumuna gelmişse, vay hukuk devletinin haline. 

-Yargıçlar ve savcılar siyasi düşünceleri ile öne çıkmaz diyorsunuz ama biz sizin siyasi görüşünüzü biliyoruz. 

-Hayır, bilmiyorsunuz. Fakat siyasi iradenin Yarsav'a olan tutumu nedeniyle siyasi iradeye yönelik yapmak zorunda olduğunuz çalışma ve açıklamalar, Türkiye'deki algı sorunu nedeniyle Yarsav bir hükümet karşıtı konuma oturtulmuş durumda. 

-Bu çatışmada, bu algıda sizin hiç mi payınız yok? 

-Hayır efendim. Bunu kesinlikle kabul etmiyorum. Çatışmayı çıkaran, siz kurulduğunuzda hemen karşınıza bir kapatma yasası çıkaran bir siyasi irade olursa bu çatışmayı kim çıkarır? 

-Rica ederim, sizin üslubunuz da kuşatıcı, birleştirici değil ki. Aksine ayrımcı ve bölücü bir resim veriyorsunuz. 

-Tam aksine bakın biz Adalet Bakanlığında çalışan yargıç ve savcılar güvenceli olsun, gerekçesiz bir şekilde görevden alınmasınlar, şu şu konularda ilke kararı alın diye HSYK'ya başvuru yaptık. Adalet Bakanlığı olumlu olarak bir şey ortaya koysun biz sonuna kadar destek olmaya hazırız. Fakat tüm başvurularımız sonuçsuz kalıyor. 

-Ama siz meslektaşlarınızın yaşam koşullarının daha iyi olması için çalışan bir örgüt resmi vermiyorsunuz ki. Politize olmaktan çekinmeyi bırakalım, özellikle bu konuda çaba sarf ediyormuş gibi bir görüntü var. Cumhurbaşkanından Diyanet İşleri Başkanına, TBMM üyelerinden kendi meslektaşlarınıza kadar kavga etmediğiniz kimse kalmadı. 

-Hukukun üstünlüğünü hazmedemeyen, karşı olan herkese karşı söyleyecek sözümüz vardır. Bu kişilerin kim olduğu, ne olduğu bizim için hiç önemli değildir. Biz cumhurbaşkanı ile, başbakanla, Diyanet İşleri başkanıyla, Adalet Bakanıyla kavga etmiyoruz. Biz ya o kurumların bazı açıklamaları, eylemleri vardır ya da bizim hukuk adına yaptığımız açıklama ve eylemler o kurumların yaptığı iş ve işlemlerin hukuksallık boyutunun fotoğraflarını çekmiş ve hoşlarına gitmemiş olabilir. Türkiye'de herkes Yarsav'ı olumlu karşılamak zorunda değil. Yarsav her türlü eleştiriye açıktır. Yarsav'ın söylemleri bir takım kurumlarla kavga etmek için değil, topluma hukuksal fotoğrafı göstermek içindir. Bu o kurumların beklentileri ile örtüşmeyebilir. 

-Başkalarının algısını önemsemeyen bu tutumunuz kendi üyelerinize de zarar vermiyor mu? Mesela Danıştay'daki birçok üyenizin yürütmenin işlemleri ile ilgili davalar önlerine geldiğinde verdikleri kararları şüpheli hale getirmiş olmuyor musunuz? 

-Ne ilgisi var? Bakın Yarsav'ı kurduğumuz zaman 501 kurucu üye ile Ankara Valiliği'nden bir yazı aldık. Şöyle diyor, 493 kurucu üyenizi değiştirin. Kimleri değiştirmeyin? Sekiz tane emekli kurucu üyeniz kalsın. Diyor ki Ankara Valiliği, yargı bağımsızlığını savunamazsınız. 

-Aynen böyle bir ifade mi var? Yargı bağımsızlığını savunamazsınız diye. 

-Tabii ki. Bu, devletin egemenlik hakkı ile ilgili bir konudur. Egemenlik hakkına tecavüz ediyorsunuz diyor. Biz resmi bir kurum değiliz. Yargı bağımsızlığını gerçekleştirecek kurum değiliz. Çaba gösterecek bir örgütüz. Yapamazsınız diyor. Sekiz tane emekliye bırakın, onlar da yargı bağımsızlığını savunmasın diyor. Yarsav ne yapacak bu siyasi anlayışa göre. Araba kampanyası mı? Yargıda sivil örgüt kuruyorsanız elbette bu örgütün üyeleri yargıçlar ve savcılar olacak. Görevdekiler de olacak, emekliler de olacak. Ama bakın Yarsav yönetim kurulu on üç kişidir. Ve o on üç kişi hiçbir Yarsav davasına katılamaz. 

-Yönetim kurulunun Yarsav davalarına bakamaması tamam. Ama eleştirdiğiniz idarenin eylemleri ile ilgili önüne karar geldiğinde bakabilmek, hoş bir manzara mı? 

-Yarsav'ın açtığı bir davaya, Yarsav'ın yaptığı bir suç duyurusuna bakan, yönetim kurulunda olmayan yani davaya bakabilen yargıç ve savcı arkadaşlarımız, hayır sizin bu davanızı reddediyoruz. Sizin bu suç duyurunuza takipsizlik veriyoruz demişlerdir. Hukuksal doğru neyse odur. Yargıçlar hukukun üstünlüğünü içselleştirmiş insanlardır. Yasalar ne diyorsa bu böyle yapılır. Diğer ülkelerdeki yapılar nedir diye hiç incelemeye girmeden ezberden eleştiriliyor Yarsav. Kanada'ya bakın. Kanada'da yargı örgütü dava açıyor, aynı şeyler devam ediyor. Türkiye de buna alışacak. 

-Sizce bu ülkeyi hakimler ve savcılar yönetse daha mutlu bir ülkede mi yaşardık? 

-Ülkede mutlu bir ortam olması, olmaması olayın siyasi boyutu. Ama biz Yarsav olarak hukukun üstünlüğü geliştirilsin, yeterlidir diyoruz. 

-Hukukun üstünlüğü derken yargının, yasama ve yürütmeye karşı üstünlüğünü savunuyor gibisiniz. 

-Hukukun üstünlüğü, yasama ve yürütmenin üstündedir. Onlar da hukukun üstünlüğüne uymak zorundalar. Bir hukuk devletinde yasamanın fonksiyonu farklıdır. Yürütmenin farklıdır, yargının farklıdır. Ve hepsinin ortak paydası hukukun üstünlüğüdür. Ancak şu algı yanlış. Millet iradesi eşittir yasama, sandık ne derse o olur. Hayır. Hayır böyle bir şey yok. 

-Sandık eşittir millet iradesi, o da eşittir yasama tabii. Neresi yanlış bunun? 

-Egemenlik anlamında söylüyorum. 

-Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Size göre değil midir? 

-Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, doğru. Bu da eşittir yasama, yanlış. Bu eşittir yasama, yürütme, yargı, anayasadaki yetkili diğer organlardır. Türkiye'nin sorunu bu. Yasama ben her şeyim derse sorun olur. Çünkü anayasa ne diyor, egemenlik milletindir. Millet egemenliğini anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organlar eliyle kullanır. Yasama bunu sandıkta milletten alır. Yargı da yine milletten alır. Yargı da millet adına karar veriyor. Yargı da egemenlik yetkisi kullanıyor. Yargı yasamaya tabii değil. Ama sonuçta yargı çoğulcu demokraside ve hukuk devletinde öne çıkar. Nerede öne çıkar? Yargı bir vesayet makamı olarak öne çıkmaz. Hukukun üstünlüğü için denetim yapar, yasamayı da denetler Anayasa mahkemesi. Yürütmeyi de denetler, idari yargı. Halkın bu organları seçimlerle denetimi ayrı bir şey. 

-Peki Anayasa Mahkemesi, kendini yasamanın yerine koyarak, yeni kanun koyuculuk yaparsa ne olacak? Türkiye'de asıl sorun bu değil mi? 

-Anayasa Mahkemesi, bir yasayı iptal ederken ya da iptal başvurusunu reddederken, neden o sonuca vardığının gerekçesini göstermek durumundadır. Bu gerekçede, aynen mahkeme kararının sonucu gibi herkesi bağlar. Bu durum, yasa koyucunun yerine geçerek yeni bir yasa yapma anlamını taşımaz. Yasama organı yeni yasa yaparken o gerekçeleri gözetmek zorundadır. Gözetmezse konu tekrar Anayasa Mahkemesi'ne gider. Bir hukuk devletinde Anayasa Mahkemesi, kararını verirken "olmazları" gerekçeleriyle ortaya koyar. Yoksa bu olmamış şöyle yasa çıkar demez, diyemez. Derse yasa koyucunun yerine geçmiş olur. 

Sayın Başbakan peki anayasa mahkemesini kim denetleyecek dedi. Hiç kimse denetlemeyecek. Anayasa mahkemesini kim denetleyecek derseniz, hukuk devletine nokta koyarsınız. Anayasa mahkemesi hukuksal denetim yapar, anayasal denetim yapar. Onu kim denetleyebilir. Uluslararası başvuru yollarınız vardır. Gidersiniz insan hakları mahkemesine. 

-Ama Anayasa Mahkemesi'nin iç hukukta denetlenememesi, onu pervasızlığa itmiyor mu? 

-Hayır efendim Hukuk devletinde yargıyı yine yargı denetler. Mahkeme karar verir, yargısal denetimini yine yüksek mahkeme yapar. Anayasa Mahkemesi tek dereceli organ. Yani karar veriyor ve kesin. Anayasa mahkemesi veya diğer mahkemeler iki dereceli çalışsa, yani bir dairesi karar verse, genel kurulunda itiraz edilse, öyle bir ortam olsa yargıyı yasama, yürütme denetleyemez. Böyle bir şey olmaz. Bunu tartışırsak o zaman biz birkaç yüzyıl geriye gideriz. 

-Yargı darbeleri de ülkemizi geri bırakıyor. Madem bu kadar hassassınız neden Sabih Kanadoğlu şapkasından 367 numarasını çıkardığında itiraz etmediniz? 

-İşte bu tartışmalar anayasa kararlarındaki hukuksal boyut okunmadığı, gözetilmediği için çıkıyor. 

Bugün 367'yi eleştirenler acaba kaç tanesi, o kararı okumuştur? Yargı kararlarına siyasi irade yön veremez. Yargı yargıya bırakılmalıdır. 

Türkiye'deki sorun yargının yargıya bırakılmaması sorunudur.


***

7 Temmuz 2017 Cuma

Savaştayız!


Savaştayız!

Aydın Bolat
04.05.2016


PKK;  ABD ve Rusya’nın YPG’ ye verdiği silahlarla TSK ve polisle savaşıyor. Şehirlerimizi işgal ediyor, yakıyor, yıkıyor...

PKK maskesiyle ABD’nin Black Water güvenlik şirketinin lejyoner keskin nişancıları asker ve polisimizi şehit ediyor.

Ankara, İstanbul, Bursa, Diyarbakır, Gaziantep, Halep...  PKK, YPG, DAİŞ vekâlet savaşçılarının bombalı eylemleriyle ardı ardına eş zamanlı ve koordineli olarak sarsılıyor. Canlı bombalar sivil hedeflere ve masum insanlara saldırıyorlar. Terör her yerde... Sokakta, camide, okulda, mecliste, medyada...

ABD, İngiliz, Fransız askerleri üniformalarıyla Suriye’de YPG milisleriyle omuz omuza DAİŞ hedeflerine operasyon düzenliyor... Aynı cephede savaşıyorlar. France 24 TV kanalı, operasyon videosunu Batılı askerlerin yüzlerini buğulandırarak (gizleyerek) yayınlıyor. PKK’nın Suriye uzantısı YPG teröristleri müttefiklerimizle silah arkadaşı..!

ABD; PKK’nın Türkiye içinde yürüttüğü şehir savaşını Black Water güvenlik şirketi marifetiyle organize ve komuta ediyor...

Kilis’i DAİŞ, Rus yapımı Katyuşa roketleriyle vuruyor.2016 yılı içerisinde bu saldırılarla 20 vatandaşımız öldü, 100’e yakını yaralandı. Kaçan kaypan roketler değil artık DAİŞ’in sistematik saldırıları bunlar.

Halep’i Rusya ve Esad bombalıyor.

ABD; bölgede, Suriye’de ittifak edecek ülke bulamıyor. Bölgedeki müttefiki PKK, PYD, YPG teröristleri... Açıktan silah veriyor, eğitiyor, yönetiyor, ortak operasyonlar yapıyor. Türkiye’nin itirazına, defaatle uyarılarına rağmen PKK ve PYD ile direkt ilişkiler kuruyor. Bu terör örgütlerini Suriye’de, Irak’ta, Türkiye’de kullanıyor, koruyor ve destekliyor.

Türkiye’yi hedef alan kanlı terör örgütleri PKK, YPG, DHKP-C Avrupa’da, Rusya’da fink atıyor. Büro açıyor, gösteri düzenliyor, sergi açıyor, himaye görüyor ve siyasi mülteci kabul ediliyorlar.

ABD, Rusya, Esad rejimi, Batı ülkeleri, PKK, YPG, PYD Suriye’de birlikte çalışıyorlar. Koordineli hareket edip aynı oyun planının içindeler. DAİŞ de çoğu kez onlarla birlikte oynanan oyunun bir aktörü olarak sahne alıyor. ABD Savunma Bakanı Ashton Carter senatoda; “ PKK ile PYD/YPG irtibatlı, ikisi de terör örgütü ” derken, Dışişleri sözcüsü Kirby onu yalanlıyor. “ PYD/YPG terör örgütü değil, YPG Suriye’de bizim kara gücümüz ” diyor.

HDP’yi teröre esir ediyor, CHP’yi kullanıyor, MHP’yi kilitliyor, AK Parti’yi karıştırmaya çalışıyorlar...

Halep, Musul, Kilis, Antep, Diyarbakır, Sur, Cizre, Mardin, Şırnak, Hakkâri fark etmiyor. Hedef Ankara, hep birlikte Türkiye ile savaşıyorlar.
ABD, Rusya, Batı için buralar tek cephe ve hedef durumunda.

DAİŞ’lilerin öldürülmesi karşılığında Halep, Suriye elden gidiyor... 

Umurlarında değil!

Cephe neresi, hedef kim? Dost var mı, düşman kim? 

Çok belli değil mi?

Tüm bunlar ortada iken ve sımsıcak yaşanırken ABD’nin Ankara büyükelçisi “Türkiye’nin terörle mücadelesini destekliyoruz. ABD’nin Türkiye’nin güvenliğine ve toprak bütünlüğüne yönelik taahhüdü sarsılmaz güçtedir.” diyebiliyor. Yalan, riya, samimiyetsizliği twitterda sırıtıyor.

Her saldırı sonrasında ABD sürekli “Biz uyarmıştık” diyorsa; “PKK ile ABD iç içe yaşıyor, birlikte çalışıyor ve Türkiye’de ortak eylem yapıyorlar” algısı doğmuyor mu? Türkiye’de sürekli riskli iller ve bölgeler ilan etmek neyin nesi? Dostluk mu?
Eğit-Donat’la oyaladılar, “güvenli bölge”yi savsakladılar. YPG üzerinden PKK’ye silah verdiler. Türkiye’nin DAİŞ’le mücadelesini görmezden geldiler. Hatta destekliyorsun dediler...

Bu güvensiz, ikiyüzlü, çifte standartlı, yalancı politikalara Türkiye’nin de bölge ülkelerinin de karnı tok artık.

NATO ülkeleri olarak (ABD, Almanya, Hollanda, İspanya) Suriye sınırındaki hava savunma sistemi Patriotları bu kritik süreçte çekeceksin... Şimdi de HIMARS (Yüksek Hareket Kabiliyetli Topçu Roket Sistemi) bataryalarını Kilis hattına verelim diyeceksin! Bunun teknik ve askeri bir nedeni yok, tamamen siyasi maksatlı. Tavşana kaç tazıya tut. Neden istenir bilinmez?  İncirlik neden hala ABD’nin kullanımında? Katyuşa füzeleri neden önlenemiyor? Kilis neden risk ve tehdit odağı? Kilis DAİŞ’in geçiş noktası, lojistik, eleman ve kaçakçılık hattı... Türkiye’nin Fırtına obüs atışlarına misilleme hedefi. TSK’nın Suriye’ye girmesi için tahrik saldırıları...

Kilis aynı zamanda Afrin’e PYD için yol hattı, Öncüpınar’dan muhaliflerin Halep eksenine Türkiye ile son sınır irtibat noktası. Yani Kilis stratejik bir merkez. DAİŞ, YPG ve Türkiye’ye müzahir muhalif gruplar için...

Bu Türkiye’yi hedef alan bir savaş! Biz Suriye’de, Irak’ta ve içeride ABD, Rusya, Batı ile bazen de İran ve İsrail ile savaşıyoruz. Bu gayet net ve açık!
ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, İran askerleri üniformalarıyla Suriye’de terör örgütü YPG ve rejimle yan yana savaşıyorlar.

Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, Pakistan askeri neden Özgür Suriye Ordusu, Fetih ordusu ile birlikte orada savaşamıyor?

ABD, Rusya, Batı ülkeleri askerlerini Suriye’ye gönderiyorlar da Türkiye neden gönderemiyor?

Suriye’de Batı askeri var da, İslam Askeri niçin yok?

Ülkemiz, vatandaşlarımız, Suriye üzerinden bir saldırı altında. Meşru müdafa hakkımız uluslararası hukukun güvencesinde değil mi? BM Güvenlik Konseyi’ne bir bildirimde bulunmak yeterli Suriye’ye müdahale etmek için. Şimdi Kilis, Karkamış, sonra Nizip, Antep. Buna daha ne kadar dayanılabilir ki?
Bu konu; “Birileri bizi Suriye savaşının içine çekmek istiyor...” argümanıyla tartışılamaz. O zaman; “birileri (ABD/Rusya) Türkiye’nin böyle bir şey yapmasından korkuyor ve Türkiye, Suriye’ye girerse oyun bozulur telaşındalar...” argümanı da masaya konmalı.

Ortak hedef DAİŞ ise neden rahatsız oluyorlar, sevinmeli değiller mi? Yoksa gizli Suriye projeleri yara alır, saklı oyun planları zarar mı görür? “Kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz” (CB) diyorsak yapmamız gerekenler belli artık. Elbette Türkiye her ihtimale hazır, zaman, zemin, tayming dikkatle izleniyordur. Devlet, millet, hükümet Kilis’i de, Antep’i de, Hatay’ı da koruyacak kapasite, sorumluluk ve iradeye sahiptir. Buna kuşku yok!

Sınırsız savaş stratejileri geçerli artık. Asimetrik savaş kuralları cari. Savaş, askeri gücün dışındaki tüm güçlerin de kullanıldığı bir zemine doğru evriliyor. Topyekûn savaş... Çevre, finans, ticaret, kültür, hukuk ve medya... Yeni savaş alanları. Vekâlet savaşı, düşük yoğunluklu harp... Yeni kavramlar. İttifaklar taktik gereği, ahlakı yok, kural tanımaz bir mücadele bu. Dünyanın tamamı savaş alanı, küresel savaş konsepti. Hedef ülkenin; siyasi kararlılığını, siyasi bağışıklık sistemini çökertmek asıl amaç. Orduların cephede karşılaşması 3. ve 4. derecede. Düşük yoğunluklu savaşın silahları terör örgütleri, vekâlet savaşının araçları... Bölgemizde DAİŞ, PKK, PYD; Hizbullah... bunlara örnek.
Türkiye’de medyanın bir bölümü vekâlet savaşının içeriye sızmış 5. kolu gibi davranıyor. MİT tırları olayında bu role basın özgürlüğü adına soyundular malum.

Canlı bombanın taziyesine giden milletvekili hangi gücün temsilcisi, neyin ajanı?
Türkiye’yi hedef alan bu savaşı içeride kazandık, dışarıda da kazanacağız. Yaşadığımız testle; dostu, düşmanı yeniden güncel ledik. Kendi gücümüzü, ordumuzu, yurdumuzu, milletimizi yeniden tanıdık ve tanımladık. Türkiye vatan coğrafyasına ve medeniyet haritasına sahip çıkacak güç ve iradeye sahiptir. Şehitlerimizi bu büyük savaşın, bu kutlu mücadelenin, yeniden dirilişin ve Yeni Türkiye’nin fedaileri olarak şükranla yad edelim.

http://www.sde.org.tr/tr/authordetail/savastayiz/4534


***

7 Mart 2017 Salı

KARIŞIKLIK,


KARIŞIKLIK,



Yekta Güngör Özden
16.04.2007


Cumhurbaşkanı seçimi yaklaştıkça ilgili Anayasa kurallarına ilişkin görüş ayrılıkları daha belirginleşiyor. Hukuku siyasallaştırmak yerine siyaseti hukuksallaştırmayı düşünmek gerekirken kimilerinin adaylık beklentileri, kimilerinin salt siyasal amaçlarla görüş açıkladıkları bir ortamda gerçeği bulmak giderek güçleşmektedir. Anayasa’nın ilgili kurallarının yorumuna bakılarak yol çizilmekte, yöntem belirlenmektedir. 96. maddenin yollamasıyla 102. maddeye eğildiğimizde toplantı yeter sayısına ilişkin açıklık bulunmaması nedeniyle tüm TBMM toplantılarının açılması için öngörülen 184 milletvekili koşuluna dayanmak amaca uygun değerlendirmedir. Oylama yöntemi de (sandıkta gizli oy toplanacağından) birinci oylamanın geçerli olmasını gerektiren 367 oyun sonraki katılımlarla toplanabileceğini olanaklı kılmaktadır. Sandıkta bir ya da daha çok kişiye verilmiş 367 oyun bulunması öncesinde de 367 milletvekilinin bulunduğunu gösterecektir. Zihinlerde karışıklık yaratan kişisel çabalar, bilgiçlik taslayarak seçimi olanaksız kılma amaçlı dayanaksız değerlendirmeler çözüm yerine yeni sorunlar yaratacaktır. Tersine görüşlere katılmasak da hepsinin açıklanmasını saygıyla karşılıyor, tartışmalardan doğrunun bulunacağını umuyoruz. Sonuçta sorunu Anayasa Mahkemesi çözümleyecek, kararına katılmasak bile uyacağız. Yeter ki yukarda değindiğimiz gibi amaçlı değil, yansız ve hukuksal değerlendirmeler yapılsın. Kimlerin neler söylediği ibretle izlenmektedir.

Barzani’nin Tehditleri

Sonradan düzeltilmeye, neden ve gerekçe gösterilmeye kalkışılsa da Barzani Türkiye’ye gözdağı vermeye yeltenmiştir. TBMM’nde adamları olduğunu söyleyen Irak’lı kürt liderler, Türkiye’deki kuyruklarına güvenmektedirler. Kürtçe dâvetiyelerden Nevruz’u sömürme, saldırı girişimlerine, Irak’a operasyonun Diyarbakır’a yapılmış sayılacağına kadar gündeme getirilen taşkınlıklar gereken yaptırım uygulanmadıkça, ağızlarının payı verilmedikçe ivme kazanma görünümündedir.

İktidardaki yakın ve yandaşlarının anlamsız ve sakıncalı hoşgörüleri Türkiye’yi kışkırtan ve kızdıran söylemlerin kaynağıdır. Millî Güvenlik Kurulu duyarlı davranmıştır.

İktidar-muhalefet ilişkilerinin sertleşmesi de iç ve dış düşmanlara güç vermektedir. Türkiye’de ne zaman siyaset havası bozulsa dış baskılar ve saldırılar artmaktadır. Güneydoğu’da son günlerde verilen şehitler bu görüşü doğrulamaktadır.

İktidar herkesle kavgaya tutuşmuştur. Dışişleri Bakanı’nın Milliyet’te yayımlanan görüşmesinde “...kimse cesaret edemez” biçimindeki sözleri bile küçük görme, böbürlenme ve bildiklerini okuma alışkanlıklarını yansıtmaktadır.

Görevini yapan Cumhuriyet Savcıları tehdit edilmekte, “Halk aydınına sahip çıkıyor” denilerek eğilimleri belli kimselerin övgüsü yapılmakta, silâhlı kuvvetlere yönelik sindirme, çekindirme, etkisizleştirme söylemleri “sitem” ve “yanıt” adı altında ısrarla sürdürülmektedir.

Azınlıkçı, belli alt-üst kimlik ayrımcıları konuşmacı olarak çağrılmakta, gönderilmekte, ulusal kimliği yadsıyan ve unutan bu karıştırıcıların kimileri de Atatürkçülük taslamaktadır. Apo’nun ağzıyla bildiri yayımlayan imzacılar “Kürt ulusu”ndan söz etmekte, kırk yıldan bu yana yerlerinde saydıklarını, değişmediklerini gösteren eski görüşlerini yineleyerek toplumu yanıltmaktadırlar. “Türk Ulusu” demekten kaçınanların, Türklüğe saldırılara karşı çıkmayanların sakıncalı vurgulamaları herkesi düşündürmelidir. Atatürk’ün adını bile anmayanların hâlâ komünizm şarkıları söylemeleri de. Sosyalizmi dejenere eden uygulamaların övgüsüyle bir yere varılamayacağı açıktır.

Cumhuriyet Mitingi

Toplumsal duyarlık toplumsal tepkiyle açıklanır. Demokratik devingenlik uygar çıkışlarla ortaya konulur ve kanıtlanır. Suskun, durgun toplum “ölü toprağı serilmiş…” sözünü anımsatan bir aldırışsızlığın karanlığını düşündürür. Kimsenin burnunu kanatmadan, camını kırmadan tepkilerini açıklayarak iktidarları eleştirmek her yurttaşın en doğal hakkıdır. Zamanında milletvekili ve Başbakan olmasına yol açanların etkisiz çıkışları bir yana, Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Merkezi öncülüğünde demokratik kitle örgütlerinin bir araya gelip Cumhurbaşkanı seçimi için görüşlerini mitingle açıklamaları olumlu bir gelişmedir. İktidarın ve yandaşı medyanın engelleme çabalarına karşın olumlu geçeceğini ummaktayız. Ancak iktidarın girişimlerine, çabalarına karşı etkin söylem ve yanıt gerekirken “Uzlaşma”dan söz etmenin anlamı ve yararı yoktur. Kiminle ve ne için uzlaşılacaktır? Yasal ve biçimsel yönden iktidarın hakkı görünen olasılıklar adı geçen kişiler nedeniyle ulusal bir soruna dönüşmüştür. Ancak köprüler atılmış durumdadır. Olumsuzlukları gözeten ve gideren bir anlayışın öncelikle ve özellikle iktidara egemen olması beklenir. Toplumsal duyarlığın bir günlük mitingle değil sürekli sıcak tutulacak canlılıkla sürmesi gerekir. Sonuç alınıncaya değin demokratik tepkiler en uygar biçimde birbirini izlemeli, giderek büyüyüp güçlenmeli ki yararlı olabilsin. Bunun için de çok iyi düşünülüp düzenlenmiş, çok iyi yönetilen bir etkinlik zorunludur. Deneyimli yöneticilerin, kuruluşlararası dayanışmayla, yozlaşmayı, çizgi ve amaç dışına çıkmayı, sataşmayı ve bozgunculuğu geçersiz kılıcı önlemlerle, etkili konuşma ve yayınlarla ulusal nabız tutulmalıdır. Mitingden yararlanıp kötülük düşünenlerin umutları kursaklarında kalmalıdır. Yazımız yayımlanmadan iki gün önce gerçekleşmiş olacak mitingin ülkemize aydınlık ve esenlik getirmesini dilemekteyiz.

Genel Başkanlığım zamanında işlemleri tamamlanıp kimi katkılar sağlanmış Ahmet Taner Kışlalı Kültür Merkezi yapımı için Cumhurbaşkanlığının benim dönemimden sonraki yardımlarının aykırı hiçbir yönü yoktur. Olsa olsa Dernek giderleri için kullanılıp kullanılmadığı, bunlarda kuraldışılık olup olmadığı üzerinde durulabilir. Bu da yardımın yapılmasını, yapanı etkilemez, ilgilendirmez. Derneğin sorumluluğu söz konusu olabilir, o kadar.

Asıl aykırılıklar

Cumhurbaşkanı seçiminde iktidarı desteklemeye kendini adamış medya kesiminin gözardı ettiği aykırılıklar ve çirkinlikler sürmektedir. Antalya İl Genel Meclisi’nin Anayasa’ya ve lâikliğe bağlılık andını kaldırıp sıkmabaşa olanak tanıyan kararıyla Kültür ve Turizm Bakanı’nın alfabeye üç harf eklenmesi önerisi iyi değerlendirilmelidir. Sakıncaları açık bu girişimlerin Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerine yönelik olduğunu anlamak için ilgilileri yeniden ilkokula almak mı gerekmektedir?

Nobel ödüllü 53 kişinin Türk ve Ermeni ilişkileriyle ilgili bildirisi de “Sizden tazminat istenmesin ama siz de soykırımı kabûl ediniz” anlamlı içeriğiyle sözde uzlaşma-anlaşma önerirken kurnazca bir dayatmayı yinelemektedir.

Prof. Dr. Özer Ozankaya’nın yeni yapıtı

Prof. Dr. Özer Ozankaya’nın Cem Yayınları arasında çıkan “ Toplumbilim ” adlı yeni yapıtını okuyucularımıza salık veriyorum. Atatürkçü bilim adamımızın önceki yapıtları gibi bu çalışması da alanında yararı ve katkısı olacak içeriktedir.





***

27 Temmuz 2015 Pazartesi

Cumhurbaşkanları da Yargılanır…

Cumhurbaşkanları da yargılanır…




Yekta Güngör Özden, Gökçe Fırat’a anlattı:

Cumhurbaşkanları da yargılanır…



Yekta Güngör Özden



Bülent Ecevit’in muhalefetine rağmen AYM’ye seçildim
CHP’nin Başhukuk Danışmanlığını, avukatlığını yaptım ama kimi CHP’lilerden kurtulmak için Anayasa Mahkemesi yolunu seçtim. Zannettiler ki biz Anayasa Mahkemesi’nde partizanlık yapacağız. 15 yıl avukatlık yapmış, baro başkanı olmuş bir insan oraya geldiği zaman partizanlık yaparsa o insan değildir. Ben onu yapmadım. 5 yıl süreyle, üyesi olduğumuz partilerin malî denetim oturumlarına çıkmıyorduk. Ama Meclis’ten gelen yasalar bir partinin yasası olmadığı için onların denetimine katılıyorduk. Böyle bir incelemede dinlenen bir CHP’li bakana açıklaması için 13 soru yönelttim. Şimdi hiç kimse “Yekta Bey CHP lehine şu oyu kullandı ya da şu partiye karşı şunu yaptı” diyemiyor.
Çok fazla hukuk fakültesi açıldı. Sanırım 110’u geçti. Ne kadar çok hukuk fakültesi açılırsa, o kadar çok kötü hukukçu yetişiyor. Avukatlıktan yargıçlığa geçiş sınavlarında hile yapıldığını duymuşsunuzdur. İktidar, zamanında kendisine hizmet etmiş adamları taltif etmek için oraya getiriyor.
Ben Anayasa Mahkemesi üyeliğine başvurunca CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, karşıma başka aday çıkarmıştı. Bana Anayasa Mahkemesi’ne gitmemem için haber gönderdi. Rahmetli Mustafa Üstündağ telefon açarak “Genel Başkan adaylığınızı geri çekmenizi istiyor” dedi. “Ben çocuk değilim. Genel Başkan’ın oluru ya da müsaadesiyle adaylığımı koymuş da değilim. Kaybederim ama geri çekmem” dedim. Askeri Yargıtay’dan gelen bir üye rahmetli oldu. Zamanın Cumhurbaşkanı Vekili Sırrı Atalay onu Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçti, böylece de benim önüm açıldı ve seçime girdim. Önce Adalet ve Anayasa Karma Komisyonu’nun üçe indirdiği adaylar arasına girdim, sonra da Senato Genel Kurulu beni asıl üye olarak seçti.




Yekta Güngör Özden


Başyazarımız Gökçe Fırat, Yekta Güngör Özden ile
Özden’in Ankara’daki evinde görüştü.


Siyasi partiler devletin üstünde değildir
Gökçe FIRAT: Parti kapatmalarının ortadan kaldırılması projesi bugün Cumhurbaşkanı tarafından da gündeme getirildi. Ne diyorsunuz?
Yekta Güngör ÖZDEN: Ben siyasal partilerin kapatılma davalarının sanıyorum onüçünde imzası bulunan bir Anayasa Mahkemesi üyesiyim. Verdiğim kararların hiçbirinden pişmanlık duymadım.
Bizim amacımız ve görevimiz; yurttaş olarak özen ve duyarlılık içerisinde ülkemizin değerlerini korumak, Anayasa Mahkemesi üyesi olarak da devletin niteliklerini giderek güçlendirmek ve bu bağlamda karşılaşacağımız güçlükleri aşmak, kötülükleri engellemektir. Ancak siyasi partiler o kadar kendilerini düşünüyor, partizanlıklarını o kadar ileri götürüyorlar ki onlar için Anayasa kuralları, devletin niteliklerinin korunması, sürekliliği pek önemli değil. Onlar partilerini devletin üzerinde gördükleri için ne yaparlarsa yapsınlar “partiler kapatılmasın” istiyorlar.
Dikkat ederseniz, her seçimden sonra Meclis Anayasa Komisyonu’nu toplayarak, önergeler getirerek, giderek parti kapatılmasını olanaksız duruma düşürdüler. Şimdi AKP’nin Meclis’e verdiğini duyduğum önerisi bu amacı taşıyor.
En kabasını söylüyorum: Anayasa’nın 1., 2. ve 3. maddelerinin değiştirilmesi bile önerilemez. Bu önermeme sınırı Anayasa’nın 4. maddesinden gelir. Kimi açıkgözler “4. maddeyi kaldırırız, bunun değiştirilmeyeceğine dair bir kural yok, onu kaldırınca ilk üç maddeyi de değiştirebiliriz” diyorlar. Hâlbuki bir deponun bekçisini ortadan kaldırarak o depoyu soyabilirsiniz. Fakat depoyu soymak ne kadar suçsa, ondan daha büyük suç da bekçiyi öldürmektir. Onun için 4. maddenin de ilk üç maddeden ayrı bir yanı yoktur.
Bunun gibi ilk üç maddedeki durumlara aykırı davranacaklar, örneğin Kürt ırkçılarının gündeme getirdiği sorunlar, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bundan önceki İçişleri Bakanı’nın “Anayasa’yı tanımıyorum” demesi gibi eylemlerin hepsi partisel düzlemde işlendiğinde yaptırımsız kalacak, devlet siyasetçilerin ayakları altında ezilecektir. Siyasi parti kapatma davalarında Anayasa ile oynamanın ülkenin geleceği bakımından yararlı olmayıp tehlikeli olduğu görüşündeyim.


AKP’nin kapatılması gerekir
Gökçe FIRAT: Şu anda Anayasa Mahkemesi Başkanı olsaydınız, bir hukukçu olarak AKP ya da HDP gibi partilerin eylemleri dolayısıyla kapatılması gerektiğini düşünür müydünüz?
Yekta Güngör ÖZDEN: Gerekir. Bir kere Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuksal varlığının yapıtaşı Anayasa’dır. Biliyorsunuz anayasalar ulusal hukukun kaynaklarıdır. Bu Anayasa da Türkiye Cumhuriyeti’nin ne tür bir devlet olduğu, nerelere bakacağı, 5. maddede olduğu gibi devletin temel amacının ve görevlerinin ne olduğu yazılıdır. Bunlara aykırılıkları eylem olarak saptanmış ise o zaman partinin kapatılması gerekir.
AKP lâiklik karşıtlığı nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nin Hazine yardımından yoksun kıldığını söylediğim kararından sonra düzeldi mi? Hayır. Aynı tutumu sürdürüyorlar. Hepsi birer suçtur. Anayasa’nın gereği olarak içtikleri antlar var. Bunlar kişisel olarak değerlendirilse de AKP’nin işlem ve eylemleri bu kişilerin imzalarıyla yürütülüyor, sözleriyle açıklanıyor. Parti işlemi, kararı durumunda olursa kapatma nedeni olur.
Örneğin Suriye’ye giden tırlar meselesi var. Daha başka, sayılacak birçok eylemleri var. Bunları bir araya getirip tartarsak bir değişmezlik görmüyorum. Sorunuzun yanıtını şöyle vermek isterim: Anayasa Mahkemesi’nin hakkında verdiği kararla AKP, bir oyla kapatılmaktan kurtulup Hazine yardımından yoksun kalmıştır, ortam nasılsa, bugün de tutumun aynı olduğu koşullar varsa kapatılır diyorum. Onlar özür dilemiş, kendilerini düzletmiş, Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonra kendisine gelmiş değiller. Tersine büsbütün kapatmayı önleyip gemi azıya almayı düşünüyorlar.


HDP’nin kovuşturulması gerekir
Gökçe FIRAT: Meselâ HDP’li milletvekilleri çok açık bir şekilde “Bizim başkanımız Abdullah Öcalan’dır, hepimiz de PKK’lıyız” şeklindeki açıklamaları yapıyorlar. Bunlar için bir yaptırım olması gerekmez mi?
Yekta Güngör ÖZDEN: Gerekir. TBMM üyeliği sıfatını üzerinde taşırken Türkiye’nin varlığına karşı çıkan, Türk insanını, askerini, bebek, kadın, yaşlı ayırmadan 30 binlere varan rakamlarda katleden bir insanın peşinden koşanlar; kendi Silahlı Kuvvetleri’ne, insanına, devletine karşı demektir. Bu suçları işleyenlerle aynı düzeye düşmektirler. Hepsinin durumu bana göre birer kovuşturmayı gerektiren eylemdir. Parti olarak, karar ve eylem biçimini almışsa dâva nedeni olur.
Gökçe FIRAT: Bir de şöyle bir örnek var: Anayasamıza göre belli isimleri alan partiler kurulamaz ve kapatılır. Ama Türkiye Komünist Partisi için Anayasa Mahkemesi kapatmaya gerek görmedi. Şu anda başkan olsaydınız, bu kanunu nasıl yorumlardınız?
Yekta Güngör ÖZDEN: Türkiye Komünist Partisi’nin kapatılması için başvuru yapılmadan evvel “Neden başvuru yapılmadı?” diye soran bir vatandaşım. Komünizmin bilimsel bağlamdaki niteliğiyle daha evvel “Rusya’dan altın gelse kabul etmeyiz” diyen anlayışın olduğu yıllardaki durumuyla bugünkü durumu arasında fark olabilir. Anayasa Mahkemesi’nde kaç oyla kapatılmasının reddedildiğini hatırlamıyorum. Benim düşüncem; “komünist partisi”ne ilişkin siyasi partiler yasasındaki kurulmazlık açıklığı durdukça hiç kuşkusuz buna uyulması gerektiğidir. Yasaya uymak hâkimlerin görevidir. Anayasa Mahkemesi onu ihmal edecek durumda değildir. Yürürlükteyse uymak zorundadır. 2820 no.lu Siyasî Partiler Yasası’nın ilgili 96. maddesinin son fıkrası değişmedi. Demek ki Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın görüşü değişik.


Türkiye’de “Kürdistan” yoktur ve olamaz
Gökçe FIRAT: Aynı şekilde “Kürdistan” ismine de izin verdiler. Bu isimle de bir parti kuruldu…
Yekta Güngör ÖZDEN: Bana göre o da yanlış. Türkiye’de “Kürdistan” yoktur ve olamaz.
Gökçe FIRAT: Peki Anadolu Partisi? Bu isim de bir bölgeyi temsil ediyor olabilir mi? Yarın bir “Akdeniz Partisi, Karadeniz ya da Trakya Partisi” gibi partiler kurulursa bunun bir anayasal yaptırımı olabilir mi?
Yekta Güngör ÖZDEN: Hayır. Nedeni de şudur: onlar bu ülkenin isimlerini taşımış olurlar. Bu isimleri taşımaları suç olmaz ama bu isimleri kötüye kullanma eylemleri ortaya çıkarsa o zaman kapatılması düşünülür. Fakat Anadolu Partisi ismi dolayısıyla kapatılması gerekmez. Anadolu, yurdumuzdur.
Parti kapatma konusunda en önemli sorun “Başka adla yenisinin aynı doğrultuda kurulması”dır. Bunu engelleyecek etkin önlemler alınabilir, etkin yaptırımlar getirilebilir. Yoksa oldubittiye bakılıp kapatma yönteminden vazgeçilemez.


Anayasayı tümden değiştirmek açık darbe olur
Gökçe FIRAT: AKP ve Cumhurbaşkanı şu anda bu Anayasa’yı toptan kaldırmak için açık çağrılar yapıyor. Başkanlık sistemine geçelim diyor. 367 hattâ 400 vekili bulurlarsa Anayasa’yı toptan kaldırabilirler mi?
Yekta Güngör ÖZDEN: 400 milletvekili garanti altına alınmaya çalışılıyor. Anayasa’yı toptan ortadan kaldırmanın hukuksal bir dayanağı yoktur. Anayasa’yı toptan kaldıracak bir karara imza atanların hepsi Anayasa suçlusu durumuna düşer. Anayasa’nın 4. maddesinde yazıyor. 1.,2. ve 3. maddelerin bırakın kaldırılmasını, değiştirilmesinin bile önerilemeyeceği belirtiliyor. Bunları kaldıramazlar ki toptan kaldırabilsinler.
Gökçe FIRAT: Peki, bir oldubitti yaparlarsa?
Yekta Güngör ÖZDEN: O bir ihtilâl, bir darbe olur. Yapanlar da tam anlamıyla Anayasa suçlusu olurlar. Önlenir mi, kim ya da kimler önler, kestirilemez.
Gökçe FIRAT: Böyle bir darbeyi yargılayacak bir kurum var mı?
Yekta Güngör ÖZDEN: O gün belli olur. Bugünden bir şey söylemek güçtür. Ama görevinin bilincinde olanlar, görevi namus bilerek yapan insanlar bunu elbette olumlu veya olumsuz yanlarıyla değerlendireceklerdir. Ancak böyle bir insan kalmamışsa da hiç söyleyecek bir şey yok.


Başkanlık Türkiye’ye demokrasi değil dikta getirir
Gökçe FIRAT: Peki, bu Anayasa’da kısmî tadilât yaparak, Meclis’i koruyarak bir başkanlık sistemi monte edilirse Anayasa’ya aykırı olur mu olmaz mı?
Yekta Güngör ÖZDEN: Anayasa’nın bugünkü kuralları ile Türkiye Cumhuriyeti’nin Meclis’in ve Cumhurbaşkanı’nın konumlarına ilişkin kuruluşundan bugüne kadar gelen yapısı göz önüne alınırsa başkanlık sisteminin Türkiye için yararlı bir sistem olmadığı görülür.
Kuvvetler ayrılığındaki en sert ilişkiyi ortaya koyan sistemde Cumhurbaşkanı olarak halkın tek veya çift dereceli olarak seçtiği insanın yasama organının, yargının karşısında kendisine özellikle yürütmede tanınan aşırı yetkilerle her zaman demokrasi dışına taşabileceği bir konum var. Bunu iyice araştırmak, incelemek gerekir. Başkanlık sistemi özde Anayasa’yla bağdaşmaz. Bizim durumumuz ona elverişli değil. Biçimsel olarak da tartışılır.
Öncelikle Türkiye’de başkanlık sisteminin ne olduğunu anlamak için bakalım. Bugün Anayasa’daki geniş yetkilerine karşın başkanlığı isteyen Recep Tayyip Erdoğan’ın, başımıza ağır bir baskı sistemi getireceğinden ben kuşku duymuyorum.
Anayasa Mahkemesi’nin tüm üyelerini seçilen adaylar arasından 1982 Anayasası’na göre atıyor. 1961 Anayasası’na göre bir üyelik için kurumlar doğrudan doğruya seçim yapıyordu. 1982’de üç aday gösterilip içinden birini Cumhurbaşkanı’nın seçmesi getirildi. Ne anlar Cumhurbaşkanı Yargıtay, HSYK, Danıştay üyesinden? Kimin ne olduğunu nereden bilerek seçiyor? Bunun kötü yönlerini düşünmek lâzım. Hep kendisine partililerinin, yakınlarının, getirdikleri ya da kendi tanıdıklarını seçiyorlar. Bir tür atama. Yandaşlar yeğleniyor.
Bugünkü haliyle bile sakıncalı olan sistemi yeterli bulmayıp daha fazla yetkiyle donanmayı istiyorsa bu Türkiye’nin değil, bu ulusun başına ağır bir çorap olur. Başkanlık sistemi bu anlayıştaki insanların elinde Türkiye’yi aydınlığa değil, kopkoyu karanlığa götürür. Erkler ayrılığı bugünkü tutumla anlamını yitirir, diktaya yönelme olur.
Anayasa’ya uyup uymadığına gelelim. Bugün İstanbul ve Ankara’daki çeşitli üniversitelerinin profesörlerinden oluşan bir heyet Anayasa ile bağdaşmazlığıyla ilgili bir açıklama yaparak bildiri imzalamışlar. Henüz okumadım, ona bakarak bir değerlendirme yararlı olur.
Fakat benim de az önce söylemeye çalıştığım gibi Cumhuriyet’in TBMM’yi yasama organı olarak başa alıp, Cumhurbaşkanı’nı yürütmenin başı saydığı bir sistemle başkanlık sisteminin pek uyuştuğu kanısında değilim. Dünya örneklerine, başta ABD’ne, Güney Amerika, Afrika ve Ortadoğu uygulamalarına bakmak gerekir.


Yekta Güngör Özden

Günümüz cumhurbaşkanı Yüce Divan’a gönderilebilir
Gökçe FIRAT: Fiilen başkanlık sistemine geçtik sayılmaz mı? Cumhurbaşkanı şu anda hem Başbakan hem Cumhurbaşkanı… Şu anda bu neden engellenemiyor? Bir Cumhurbaşkanı çıkıp açıkça iktidar partisi için oy isteyebiliyor. Hâlbuki Cumhurbaşkanı’nın tanımı ve yetkileri belli… Buna engel olabilecek hiçbir kurumsal düzenleme, hiçbir madde yok mu?
Yekta Güngör ÖZDEN: Var. İnsanların özelde verdikleri sözleri tutmaları kişilik meselesidir. Sözüne güvenilmeyen bir insanın toplum içerisindeki değersizliği çok açıktır. Kaldı ki siz bir de bunun üzerinden ant içen bir insanı düşünün. Anayasa gereği olarak içtiği anda uymuyor.
Günümüz Cumhurbaşkanı’nın, böyle söz ediyorum, çünkü bugün var yarın olmayabilir, Anayasa gereği içtiği anda aykırılıkları her gün birbirine ekleniyor. Çok ağır biçimde sürüyor. Bu aykırılıkların bana göre sorumluluğu Yüce Divan’a göndermeye yeterlidir.
Ama onu da Anayasa’nın 105. maddesine göre TBMM üye sayısının üçte birinin önerisi, dörtte üçünün de kabulü olması sağlar. Bu da tıpkı siyasi partilerin kapatılmasının güçleştirildiği gibi güçleştirilmiştir. Bunları da ona güvenerek yapıyorlar.
Neden Yüce Divan? Onu da açıkça söyleyeyim. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan da önce TBMM’nin açılışında kabûl edilen 2 no’lu yasa İhanet-i Vataniye (Vatana İhanet) yasasıdır. Turgut Özal’ın zamanında Terörle Mücadele Yasası’nın anımsayabildiğim kadarıyla geçici 2. maddesiyle Vatana İhanet Yasası’nı yürürlükten kaldırdılar.
Şimdi “vatana ihanet”in sözü ediliyor ama ne olduğu gerçekte belli değil. TBMM’ye üçte bir imzayla verilecek vatana ihanet suçlamasına ilişkin önerinin tartışılmasında bunlar ortaya çıkacak. TBMM dörtte üç oyla da bu eylemlerin, Anayasa’ya, anda aykırı tutum ve davranışların, vatana ihanet sayılmasına karar verirse sonuç Yüce Divan olur. Yüce Divan, Cumhurbaşkanı’nın eylemlerinin vatana ihanet olup olmadığını takdir edecektir. Ortada vatana ihaneti öngören bir yasa olmadığı için takdir Anayasa Mahkemesi’nin Yüce Divan sıfatıyla çalışmasına kalıyor.
Bana göre anda aykırılık vatana ihanet sayılabilir. Bu kadar açık konuşuyorum. Bir Cumhurbaşkanı’nın vatana ihanet etmesi için mutlaka casusluk mu yapması gerek? Bir Cumhurbaşkanı’nın vatana ihanet sayılabilecek tutumlardan kaçınacak özeni, duyarlılığı, dikkati olması gerekir. Cumhurbaşkanı bunlar olmadan hareket ederse, istediğini yaparsa, istediğine bağırır, istediğine küfrederse bu Cumhurbaşkanı’nın Cumhurbaşkanlığı tartışılmaktan öte geçersiz duruma düşer. Sorumsuz görevli, tümüyle sorumsuz Cumhurbaşkanı olamaz. Ancak iktidarlar Anayasa, hukuk dinlemiyor, hiçbir şeye aldırış etmiyorlar.


Cumhurbaşkanının yetkileri budanmalı
Gökçe FIRAT: Bir de şimdi Kabataş olayıyla ilgili bir tartışma dönüyor. Cumhurbaşkanı diyor ki “Kabataş’ta bir kamera kaydı yoksa bile türbanlı insanlara baskı oldu.” Gezi dönemini dikkate alırsak bu bir iç savaşı kışkırtmaktır. Yandaş gazeteciler, olmadığı kanıtlandığı halde, bunu hâlâ devam ettiriyorlar. “Kamera kaydına da gerek yok, bizce bu olmuştur” diyorlar. Bununla ilgili yapılabilecek hukukî mücadele sizce nedir?
Yekta Güngör ÖZDEN: Öncelikle suçlanan insanların bunu yapanlar hakkında tazminat davaları açmaları gerekir. Bir kere Cumhurbaşkanı yalan söylemez. Önemli olan bu. Cumhurbaşkanı işine geldiği gibi konuşuyor. Bir konunun gerçek olup olmadığını ayırmadan her şeyin kendisinin gösterdiği gibi kavranmasını, anlaşılmasını ve uygulanmasını istiyor. Bunun diktadan ne farkı var?
Gökçe FIRAT: Anayasa tartışmaları içinde hâlâ 12 Eylül Anayasası’nın savunulduğunu söyleyenler de var. Siz Anayasa Mahkemesi Başkanlığı yapmış bir kişi olarak Türkiye’nin daha modern, özgürlükçü ve demokratik bir Anayasa’ya ihtiyacı olduğunu düşünüyor musunuz?
Yekta Güngör ÖZDEN: Bugünün koşullarındaki Anayasa’ya uyulsa, bağlı kalınsa Türkiye birçok ülkenin yaşadığından daha iyi bir demokrasiyi yaşar.
Bugünkü Anayasa’da Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin budanmasından yanayım, bu bir…
Milli Güvenlik Kurulu ile ilgili maddesinin düzeltilmesinden yanayım.
Yargı bağımsızlığına ilişkin maddelerinin daha pekiştirilmesinden yanayım.
Kuvvetler ayrılığına ilişkin sınırların kesin belirlemesini öncelikli koşul sayıyorum.
Bunlar düzeltilebilir ama ana noktalarda bugün bunların istediği Anayasa’yla yaşattıkları durum; bu Anayasa’nın bile gerisindedir.
“Türk” demiyor, “Türk milleti” demiyor ama başkanlık sistemine gelince “Türkiye tipi” diyor.
Dünyanın üç güzel anayasasından biri 1961 Anayasası’ydı. Ama bunlar Demokrat Parti’nin yaptıklarını unutturup, kendileri de aynı yolda oldukları için, 1961 Anayasası’na çatarak bunu “darbe ürünü” olarak niteliyorlar. Dünyanın hiçbir yerinde bize 27 Mayıs’ın kazandırdığını kazandıran bir hareket olmamıştır. Bunu ağır bir darbe olarak nitelemek tümüyle yanlıştır.
1982 Anayasası’nınsa 116 maddesi değişti. Değişmeyen ne kaldı ki? Neden bununla idare edilmiyor? Çünkü başkanlık sistemini akıllarına takmışlar. AKP’nin getireceği düzenin akıllarına koymuşlar. “Türkiye tipi başkanlık sistemi” deniyor. Klasik başkanlık sistemine de râzı değil. Bu nedenle “Türkiye tipi” diyor.
“Türk” demiyor, “Türk milleti” demiyor ama başkanlık sistemine gelince “Türkiye tipi” diyor. Atatürk’ü galiba bir kez söyledi.
Gökçe FIRAT: Yani ABD’deki ya da Fransa’daki gibi kuvvetler ayrılığına dayalı bir şey de istemiyor…
Yekta Güngör ÖZDEN: Tabiî… ABD’de geleneksel bir yapı var. Bir, orada bir siyaset terbiyesi var; iki, hukuka saygı var; üç, insanların birbirine güveni var; dört, toplumsal düzeyin ileride oluşu var. Onlar o hâle gelmişler ki kural olmadan bile kendilerini bu değerlere bağlı sayıyorlar.
Örneğin Madison Davası’na kadar Amerika’da Federal Yüksek Mahkeme’nin yasaların Anayasa’ya uygunluğunun denetimini yapması yoktu. Bugün bile ABD’de yürürlükte olan Federal Anayasa’ya ve bu Federal Yüksek Mahkeme’nin kuruluşunu düzenleyen yasaya göre de bu denetim yetkisi yazılı değildir. Ama o davada, bizim burada benim başkanlığım döneminde verdiğimiz “yürürlüğü durdurma” kararı gibi, Federal Mahkeme “Ben yasaların Anayasa’ya uygunluğunu denetlerim” dedi ve o gün bu gündür ABD’de bu denetim var.
Hiç kimsenin aklına da Anayasa’da bu denetleme yetkisinin olmadığı, konulması gerektiği veya denetleme yapılamayacağını söylemek gelmiyor. Bizde ise hâlâ yürürlüğün durdurulmasına karşı çıkıyorlar ama işlerine gelince de bütün partiler yürürlüğün durdurulması için Anayasa Mahkemesi’ne başvuruyorlar.
Gökçe FIRAT: Geçtiğimiz ay Teksas’ta bir yargıç Obama’nın bir kanununu iptal etti…
Yekta Güngör ÖZDEN: Onlarda bizdekinden farklı olarak her mahkeme yasaların Anayasa’ya uygunluğunun dâvacısı ve yetkilisi olabiliyor.


Yekta Güngör Özden
İç Güvenlik Yasası tehlikelerle dolu
Gökçe FIRAT: Bir de “İç Güvenlik Paketi” denilen yeni bir olayımız var. Bundan sonra artık sıkıyönetim düzeni gibi bir uygulamaya geçiyoruz. Buna ne diyorsunuz?

Yekta Güngör ÖZDEN: Burada bağımsız yargı anlayışına ters düşen bir sistem getiriliyor. Bağımsız yargıya gelerek onun değerlendirmesiyle yürütülecek işlemler valilerin takdirine bırakılıyor. Valilerin de yönetimin emrinde çalışan insanlar olduğu açıktır. Hele bugünkü Türkiye’deki uygulamanın yarattığı durum gözetilirse her vatandaşı bir tehlike bekliyor. Herkes, her gün, yönetimin ağır yaptırımlar altında kıskaç içinde yaşayacaktır. Tabiî bunu yaşamak sayarsanız…

Bu nedenle İç Güvenlik Yasası, hukukî boşluklarla, bozukluklarla örülü, tehlikelerle dolu olan bir yasadır. Türkiye’ye aydınlık değil karanlık getirecektir. AKP iktidarı, kendi yasama çoğunluğuna güvenerek, kendine yönelik demokratik eylemlerden kurtulmak için ya da ileride yapacaklarının karşısına geçilmemesi için korkutma, sindirme, yıldırma yöntemleri aramaktadır.

Gökçe FIRAT: Meselâ bugün çıkan maddeye göre de jandarma artık İçişleri Bakanlığı’na bağlandı. Bu polise ve jandarmaya hükümetin kolluk kuvveti olarak halkı bastırma görevi verecekler gibi bir izlenim yaratıyor…

Yekta Güngör ÖZDEN: Polis yetmiyor mu? Sadece Cumhurbaşkanı Köşkü’nü 1500 polis koruyor. Her yerde polis; gençleri, öğretmenleri, işçileri memurları dövüyor. Her tarafta orantısız güç alıp yürüdü. Bu kadar insanı, polislerin öldürdüğüne ilişkin davalar görülüyor. Bu yetmeyip bir de jandarma mı katılmak istenmektedir. Niyet jandarma bölgelerindeki yurttaşları yıldırmak, sindirmek, askerin disiplin ve etkisini azaltmak olacaktır.
Gökçe FIRAT: Veya Ankara’da, İstanbul’da bazı jandarma bölgelerinde bu olabilir mi? Gezi olayları sırasında jandarmayı takviye kuvvet olarak getirmişlerdi. AKP çok açık bir şekilde darbeye hazırlanıyor diyebilir miyiz?
Yekta Güngör ÖZDEN: AKP’nin devlete darbeleri birbirini izliyor. Bu yeni değil. AKP’nin hukuka, Anayasa’ya, insan haklarına aykırı her türlü işlemi devlete darbedir.
Darbe mutlaka silâhla ve adam öldürerek olmaz ki. Ama bu olaylar devletin her tarafına açılan yaralardır. Bu yaralar toplumu da etkilediği zaman Türkiye Türkiye olmaktan çıkar.


AYM’nin bugüne kadarki kararlarının çoğunu beğenmedim
Gökçe FIRAT: İç Güvenlik Paketi karşı oy verecek yeterli sayıda muhalefet milletvekili olmadığı için yasalaşacak. CHP, yasa çıkar çıkmaz hemen Anayasa Mahkemesi’ne götüreceğini söylüyor. Sizce Anayasa Mahkemesi’nden nasıl bir karar çıkar? Bu yasa Anayasa’ya uygun mudur?
Yekta Güngör ÖZDEN: Hiçbir tahminde bulunamam. Fakat Anayasa’ya uygun değildir. İç Güvenlik Yasasının boşluklarla, sakıncalarla dolu olduğunu söylediğim zaman bunu anayasal ve hukuksal yönden söylüyorum. Türkiye’nin Anayasa’nın 90. maddesine göre gözetmesi gereken uluslararası bağlantılara da aykırı olduğunu söylüyorum.
Anayasa Mahkemesi’nde ismen tanıdığım, konuşmuş, el sıkışmış olduğum iki üç üye var. Diğerlerini tanımıyorum. Bugün on altı üye var ve on yedincisi de gelecek. Anayasa Mahkemesi’nin bugüne kadar verdiği çoğunluk kararlarının kimilerini beğenmediğim için olumlu ya da olumsuz bir şey söyleyecek durumda değilim. Aslında bir kestirimde bulunmak da Mahkemeler yönünden uygun değildir, bugünkü yapısı da buna elvermemektedir.
Gökçe FIRAT: Yakın zamanda Sulh Ceza Hâkimliklerinin Anayasa’ya aykırılığı ile ilgili CHP’nin yaptığı başvuruya Anayasa’ya uygun olduğu yönünde bir karar alarak cevap verdiler. Sizce uyar mı?
Yekta Güngör ÖZDEN: Bana göre de pek uygun değil. Bugüne kadar Ceza Yöntem Yasası’nda izlenen, savcıların takipsizlik kararlarının en yakın Ağır Ceza Mahkemesine itiraz yoluyla götürülmesi, aşağıdaki Sulh Ceza’nın kararının Asliye Ceza’ya, Asliye Ceza’nın kararının Ağır Ceza’ya götürülmesi gibi olanaklar gözetildiğinde bu Sulh Ceza Hâkimlikleri’nin yetkilerini aşırı buluyorum. Bunlara karşı itiraz yolunun kapatılmasını da hukuka uygun bulmuyorum.


Cumhurbaşkanı hangi bilgisiyle AYM üyesi seçiyor?
Gökçe FIRAT: Çok net bir şekilde ülkede demokrasiyi ortadan kaldıran kararlar alınıyor ama hukukçular bunları hukuka uygun buluyorlar. Bu hukukçular nasıl ortaya çıktı?
Yekta Güngör ÖZDEN: Gazetelerden öğrendiğime göre Sulh Ceza Hâkimlerinin bir kaçını değiştirmişler. Nedeni de iktidarın beklediği kararları vermemeleri. Yargıyla iktidarın dama taşı gibi oynadığı açık. İstedikleri dosyalardan el çektiriyorlar. 17- 25 Aralık savcılarının hakkında açılan davalar, yargı kararları veren hâkimler için açılan davalar, HSYK’nın haklarında işlem izni verdiği isimler var…
O kurulun nasıl seçildiği çok iyi biliniyor. O kurula seçilen insanların vereceği kararların böyle olacağını da tabiî karşılamak lâzım. Haklı bulmak değil. Onların vereceği kararın böyle olacağını bilmek gerek. Anayasa Mahkemesi üyelerinin nasıl seçildiğini de biliyorsunuz.
Cumhurbaşkanı hangi yeteneğiyle, bilgisiyle onları seçiyor? Ancak kendisine empoze edilenleri seçiyor. Buna ilişkin Özal zamanından beri nice örnekler de verebilirim. Onlar da böyle kararlar verirler. Bu kaçınılmaz bir şey. Onun için hukuku özümsemiş insanların varlığı gerekir. Yalnızca genel seçimlerde oyunuzu namusluca kullanmayacaksınız. Bulunduğunuz her yerde öyle kullanacaksınız. İktidar yandaşlığı, kişisel endişeler, partizan anlayışlar, başka düşünceler egemen olmamalı. Yargıç dediğin adam vicdanını yastık yapar yatar.
Şimdi “seçilmişler-atanmışlar” diye bir ayrımı ortaya getiriyorlar. Hangi seçilmiş lâyıkıyla atanmış bir adamdan daha üstün nitelikleri taşır? Bir milletvekilinin deneyimi bir doktor, bir yargıç ya da bir mühendis kadar var mıdır? O zaman atanmış olan valileri de adam yerine koymayın… 60 milletvekili seçilen ilin bir tane valisi var. Abuk sabuk konuşmalarla siyasal ortamı her zaman karartıyorlar.


Cemaat’in tüm hukuk sistemini ele geçirdiğini söyleyemem
Gökçe FIRAT: 17-25 Aralık soruşturmalarının savcıları görevden alındı. Soruşturulmaları için de izin çıktı. Prosedür ne olacak? Bunlar kim yargılayacak?
Yekta Güngör ÖZDEN: Suçlarının durumuna göre Ağır Ceza Mahkemeleri’ne ya da kıdem durumlarına göre Yargıtay’da yargılanacaklar.
Gökçe FIRAT: Bu süreç sonunda bu savcıların hapse atılmaları mümkün müdür?
Yekta Güngör ÖZDEN: Suçlu görülürlerse hapse girerler, görülmezlerse aklanırlar. Bundan önce de Deniz Feneri davasının savcılarına karşı dava açılmıştı ve onlar Yargıtay’da beraat etmişlerdi. Ceza davasının sonucu beraat ya da mahkûmiyettir.
Yargılama sonucunda delillerin değerlendirilmesiyle varılacak sonuç önemlidir. Şu kuşkunun da içindeyim ki Yargıtay’da yapılan son atamalarla, dairelerdeki görev değişiklikleriyle hiç ummadığımız insanların Yargıtay’dan ayrılarak AKP’den aday olmaları da insanın midesini bulandırıyor.
Gökçe FIRAT: AKP ve Tayyip Erdoğan, yargının zaten Cemaat tarafından ele geçirildiğini ve bunları temizlemekle hukuksuz bir iş yapmadıklarını söylüyorlar. Siz çok uzun yıllar hukuk camiasının içerisinde kaldınız. Sizce Cemaat’in örgütlenmesi tüm hukuk sistemini ele geçirecek kadar var mıydı?
Yekta Güngör ÖZDEN: Yoktu sanıyorum. Kanı için yeterli bilgim yok.
Gökçe FIRAT: Yargıtay’da ya da Danıştay’da çoğunluk oldukları doğru mudur?
Yekta Güngör ÖZDEN: Onu söyleyememem. Onlardan olan üyeler hakkında dedikodular çıkmıştır. Benim Anayasa Mahkemesi Başkanı olduğum sırada bana kadar yansıyan ve benim de o kanıya düştüğüm raportörler olmuştur. Anayasa Mahkemesi’ne Turgut Özal zamanında getirilen üyeler arasında bu eğilimde bulunanlar olmuştur. Bu eğilim olanlar ya da onlardan yana tavır takınanlar olmuştur. Herkes de bunları bilir. Ama bunların çoğunluğu ele geçirdikleri kanısında asla değilim.
Bunlar hiçbir eylemi zamanın yönetiminin oluru, desteği olmadan gerçekleştirmiş değiller. Bu mümkün değil. Bu bakımından bu suçları birlikte işlediler. Ama 17-25 Aralık olaylarında başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere bazı AKP’lilerin durumları daha vahim olduğu için, bu vahameti önlemek için bunu “darbe” olarak nitelediler. Kendilerini kurtarmak için de birlikte işledikleri suçların tümünü Cemaat’in sırtına yüklemeye çalışıyorlar. Benim inancım bu.
Burada bir açıkgözlük daha yapıyorlar. “Cemaatçi” diye kendilerinden yana olmayan herkesi öyle olsun olmasın suçlayıp, yerlerine kendi adamlarını dolduruyorlar.


Cemaatçilere karşı AKP’nin yanında olmak mârifet değil
Gökçe FIRAT: Bazı muhalif, solcu, Atatürkçü bilinen kesimler Cemaat’e karşı Tayyip Erdoğan’ın yanında yer aldılar. Pek çok Ergenekon mağduru hükûmete bu konuda destek veriyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yekta Güngör ÖZDEN: İkisine birden karşı çıkılmalı. Hepsini Recep Tayyip Erdoğan savunmamış mıydı? Ben bu davaların “savcısıyım” dememiş miydi? Ona da mı bunları Fethullah kulağını bükerek söyletmişti?
O bakımdan ben o yönelişin yanlış olduğu kanısındayım. Bu tedavinin yanlış yapılması gibi bir durumdur. Cemaatçilere karşı AKP’nin yanında olmak da mârifet değil. AKP, Cemaatçilere yönelik hareketleri sadece bunları ortadan kaldırmak için değil kendi adamlarını yerleştirmeye yönelik de yapıyorlar. Cemaatçileri suçlarken kendilerine ilişkin yandaşlıkları örtmeye çalışıyorlar.
Gökçe FIRAT: Bir hâkim ya da savcı; Cemaatçi, MHP’li, CHP’li, AKP’li olabilir mi?
Yekta Güngör ÖZDEN: Olamaz. Hâkimin seçimden seçime düşüncesine uygun oy vermek dışında bir siyasal ilişkisi, yanlılığı olamaz.
Gökçe FIRAT: Siz de CHP’li kökenden gelmiş birisisiniz ama bu siyasi kimliğinizi hiçbir zaman kararlarınıza yansıtmadınız…
Yekta Güngör ÖZDEN: Siyaset mezhep değil ki… İnsanlar dinini bile değiştiriyor. Ben CHP’de avukat olarak hizmet ettim. Onun için de CHP’nin koyu üyeleri gibi düşünmem doğru değildi. 1951’de CHP’ye üye oldum. 1953’te de CHP Gençlik Kolları’nın 15 kurucusundan biri oldum. Bir hâkimin de seçimde oy vereceğine göre bir partiye karşı ya da yana görüşü olabilir ama bu, oydan ileri geçmez.
Ben CHP’liydim ama siyaseti sayarım sevmem. Ne milletvekili ne senatör olmak istedim. Hukuk yolunda giderken partinin içinde daha samimi çalışabilmek için de üyelikle beraber hukuk danışmanlığını yürüttüm, avukatlık yaptım, o kadar.
Avukatken olabilir ama yargıç olduktan sonra herhangi bir parti etiketi taşımanız, üyesi gibi davranmanız, yandaşı olmanız ya da kayırmanız söz konusu olamaz. O zaman bu hâkimlik olmaz…
Gökçe FIRAT: 17-25 Aralık soruşturmalarını yapan savcılar farz edelim ki Cemaatçiler. Bu işlenen suçlara dair dosyalara girmiş kanıtları ortadan kaldırır mı?
Yekta Güngör ÖZDEN: Hayır…


Her şey ortada… Tapeler ortada…
Gökçe FIRAT: Ama Meclis’te ve savcılıkta kanıtların yok edilmesine yönelik bir karar alındı.
Yekta Güngör ÖZDEN: Ceza Yargılama Yasası’nın ilgili maddesini yanlış anlıyorlar. Yasada bir sonuç elde edilemezse, soruşturma-kovuşturma kapanırsa ortadan kaldırılmasını söylüyor. Ama burada soruşturmaların bir kısmı başka yerlerde devam ediyor, ortadan kaldırılan belgelerle ilgili kişiler başka yerlerde yargılanıyor. Adaletli bir sonuca varmak için kanıtları korumak süresi bana göre hâlen devam ediyor.
Bir savcı, “Cemaatçi olduğu” söylense bile yaptığı işlerde bunun doğru olduğunu ortaya koyan bir kanıt yoksa bir şey yapamazsınız. Eğer Cemaatçiliği varsa onu ayrıca takibat konusu yaparsınız, ispat edebiliyorsanız. Ama “Ben Cemaatçi zannediyorum, o hareketi Cemaatçiliğe benziyor” diye bunun yaptığı işlemi geçersiz sayamazsınız.
Gökçe FIRAT: Ama bu iktidar öyle saydı. Bu iktidar değişti diyelim. Bir sene sonra aynı soruşturma kaldığı yerden devam edebilir mi?
Yekta Güngör ÖZDEN: Eder. Neden etmesin? Konuyla ilgili bir yakınma olabilir. Bir kanıt ortaya çıkar, bunların bir yolu doğabilir. Kesinleşmiş karar başka bir şeydir. Fakat onları geçersiz kalacak yeni bir delilin varlığı yeni bir soruşturmayı gerekli kılar.
Gökçe FIRAT: Yani aslında bu 17-25 Aralık için “Kurtardık” diye sevinmelerini gerektirecek bir durum yok…
Yekta Güngör ÖZDEN: Şimdilik sevinebilirler, ama şimdilik…
Her şey ortada… Tapeler ortada… Siz onları imha ettiniz diye kimsenin elinde tape kalmadı mı? Bu açıklık karşısında “bu tapelerin imha edilmesi yanlış” denecektir. O zaman birileri görevini yapmamış olacak ve yapmadığı için de yeni bir soruşturma yapılacaktır.
Gökçe FIRAT: Diyelim ki tüm kanıtlar yok edildi ama tapelerin bir kopyası birilerinin bilgisayarında var. Bir gün bu nüshalar da kanıt yerine geçer mi?
Yekta Güngör ÖZDEN: Geçer. “Mahkeme kararı olmadan, hukuksuz elde edilmiş” deseler de olur. Mesela iki kişi bir şeyi çalıyor diyelim. Fakat onların olay anındaki eylemlerinin kaydını aldınız. Mahkeme kararı var mıydı o kayıt alınırken?


Mahkeme kararı olmayan kamera kaydı da delildir
Gökçe FIRAT: Ortada bir saptırma mı var? Belli dinlemeler, belli durumlarda mahkeme kararı olmadan da kanıt yerine geçebilir mi?
Yekta Güngör ÖZDEN: Her olayın kendi özelliği vardır. Hukuk yoluyla elde etme olanağı bulunanları hukuksuz elde ederseniz o zaman geçersiz sayılır. Ama bu olayın farklı bir özelliği var. Diyelim ki zina oluyor ve kamera var. Adam bunun mahkeme kararı olmadan çekmiş. Ne olacak bu durumda?
Gökçe FIRAT: Bildiğimiz kadarıyla Yargıtay’ın da bu yönde kararları var… Yasadışı olduğu söylenen bazı dinlemeleri de kanıt olarak kabul ettiler…
Yekta Güngör ÖZDEN: Her şeyin yasayla olma olanağı yok. Her şeyi yasadan bekleyemezsiniz. Yolda trafik kazası oluyor. Onun kaydı nasıl alınıyor? Bankaların kameraları var. Bunlar oraya mahkeme kararıyla mı konulmuş? Hayır… Bir binanın kapısından girerken kamera görüntü alıyor. Ama mahkeme kararı da yok. Bir olay olsa, diyelim biri girip içeridekilere küfür etse, bu ses kaydedilmiş olsa “bu mahkeme kararı ile olmadı” diye geçersiz mi sayılacak?
Gökçe FIRAT: Bu işlemleri yapan polislerin hemen hepsi tutuklandı ve şu an içerideler. Onların durumu için ne diyorsunuz?
Yekta Güngör ÖZDEN: Burada iki ayrı nokta var. Bir; olay polislerin görevi kapsamında mıdır değil midir? Görevini aşarak bir iş yapmışsa yargılanır. İki; görevini yaparken kendisinin uygun bulmadığı bir emri, kanunsuz bir emri almışsa ona karşı çıktığını ispat etmesi gerekir. Buna rağmen emir verilmişse ve uygulamışsa ondan sorumlu olmaz. Polisin durumu öbür memurlardan farklıdır.


Fidan’ın MİT’in başına dönmesi doğru değil
Gökçe FIRAT: Bir başka hukuki olay da Adana’da durdurulan MİT tırları ile ilgili. Şimdi o konuyla ilgili savcıya da soruşturma izni verildi. Sizce bir savcının MİT’in tırlarını durdurabilme yetkisi var mı?
Yekta Güngör ÖZDEN: Var tabiî. Bir savcı suç konusu olduğunu düşündüğü her şeyi durdurabilir. MİT’in bir özelliği, bağışıklığı yok ki… Kanunlarda var mı böyle bir şey? MİT Müsteşarı’nın da yargı dokunulmazlığı yoktur. Tayyip Erdoğan, kendi kara kutusu diye Meclis’ten geçirdi.
Gökçe FIRAT: Hakan Fidan istifa etti, AKP’den aday oldu. Daha sonra Cumhurbaşkanı bunu uygun görmüyorum dedi. O da istifasını geri çekti ve bugün tekrar MİT’in başına atandı. Bir siyasi partiye bu kadar net angaje birisi MİT gibi bir kurumun başına getirilebilir mi?
Yekta Güngör ÖZDEN: Bu kadar siyasi partiye angaje birisi devlet görevine zor gelir. Seçimlerde aday olup kazanamayanlar memuriyete geri dönüyor denilebilir. Rektörler, üniversite öğretim üyeleri için geçerli olan bu durumu, burada aynen geçerliymiş gibi algılamak doğru değil. MİT’in özelliği, görevinin konuları dikkate alındığında siyasal yandaşlığı adaylığa varacak kadar kanıtlamış birisinin yeniden göreve dönmesini ben asla doğru bulmuyorum.
Gökçe FIRAT: Hakan Fidan askeriyede onbaşı görevindeyken istifa edip aday olsaydı geri dönemeyecekti. Silahlı kuvvetler için bu kural var. Peki MİT için?
Yekta Güngör ÖZDEN: MİT Yasasını incelemedim. Her şeyin kurala bağlı olması da devlet yöneticisini haklı göstermez. Devlet yöneticisi kural olmadığı zaman bile kural varmış gibi konuyu her yönüyle düşünmek zorundadır. Kaldıki MİT Yasası’nın da elverişli olmadığı savı var.


Uşak durumuna düşen yandaş medya
Gökçe FIRAT: Bir gazeteci bir tweet attı diye gözaltına alınıyor. Başka bir gazeteci başka bir şeyden dolayı hapse giriyor. Belki de 12 Eylül’den sonra en fazla gazetecinin içeriye atıldığı bir dönem geçiriyoruz. Siz 80 yaşınızı geçtiniz. Tek parti dâhil tüm dönemleri yaşadınız. Bu kadarını gördünüz mü?
Yekta Güngör ÖZDEN: Bu kadarını görmedim. 1956-57’de Osman Bölükbaşı’nın 146 avukatından biriydim. Falih Rıfkı’nın çete davasını izledim. Ankara’da çıkan Ulus gazetesinin kapanıncaya kadar yıllarca avukatlığını yaptım. Barış gazetesinin ve Gazeteciler Cemiyeti’nin avukatlığını yaptım. Bunları kaynakları göstermek için söylüyorum. Böyle bir duruma rastlamadım. Bu devirde basın üzerinde ağır bir baskı var. Ne kadar üzücü ki uydu ve uşak durumuna düşen yandaş medya da var.


CHP, İş Bankası’ndan para almıyor
Gökçe FIRAT: Son olarak da CHP’nin kapatılması gibi bir durum gündemde. Bildiğiniz gibi böyle bir durum bir tek DP’nin 27 Mayıs öncesi dönemimde gündeme gelmişti. Bunun tekrardan gündeme gelmesi aslında iktidarın kafasındaki Türkiye’yi yansıtmıyor mu sizce?
Yekta Güngör ÖZDEN: Ben o iddianın sağlığından kuşkuluyum biraz. Yalnız CHP’yle yetinmediler, MHP’nin de kapatılmasını ortaya attılar. Böyle bir şeyin olabileceğini sanmıyorum.
Rahmetli Ülkü Adatepe’nin de tanıdığıyım. Bunun onların çocuklarının “İş Bankası’ndan kendilerine gelen parayı azımsamaları dolayısıyla açtıkları dava” yüzünden gündeme geldiğini söyleyenler de var. Bir partiyi böyle kapatmak çok zor. CHP’nin kapatılması için Anayasa’nın 68. ve 69. maddelerinde öngörülen durumların ortaya çıkıp, kanıtlanması lâzım ki bu da kolay bir iş değil. Bir yasayla kapatamazlar. Ancak bir davayla olabilir. Türkiye’nin ortamı da bunu kabûl etmez. Hele MHP’yi de işe dâhil ederlerse büsbütün zor olur.
Yalnız bir anımı anlatayım. Bülent Ecevit’in Genel Başkanlığı zamanında ben de CHP’nin Başhukuk Danışmanıyken Bülent Bey çağırdı ve “Biz Atatürk’ün vasiyetnamesinin iyi uygulanmadığı kanısını taşıyoruz, parayı bizim almamız gerekir” dedi. Ben de “Bu nereden çıktı?” dedim. O da anlattı ve “Bunu dâva edin” dedi. Ben de aynı zamanda “Dil Kurumu’nun üyesi olduğumu, bu nedenle dâvaya giremeyeceğimi” söyledim. Mazhar Leventoğlu isimli bir başka avukat arkadaş bunu izledi. Bir şey çıkmadı.
CHP’nin, Atatürk’ün vasiyetnamesine göre bir kuruş para alma hakkı yok ve almıyor da. Bugünkü CHP’nin beğenmediğim tutumları olmasına karşın doğruyu söyleyeyim ki aldığını zannetmiyorum ve alamaz da. İş Bankası da veremez. Ancak dağıtımında görevlidir. Bülent Ecevit o zaman İş Bankası’nın Dil Kurumu’na ve Tarih Kurumu’na para vermemesi, bu paranın CHP’ye gelmesi gibi bir çabanın içerisindeydi. Olmadı. Mahkemede de kazanamadılar. Şimdi de bunların öyle suçlanarak, bu yoldan kapatılmasının ihtimali çok zayıftır.
Gökçe FIRAT: Fakat şimdi İş Bankası’na da Bank Asya’ya yapıldığı gibi el konulması da gündemde…
Yekta Güngör ÖZDEN: İş Bankası çok titiz bir kurumdur. Bunu yapmaları da çok da kolay değildir.


Direnme hakkına başvurmak dışında yol kalmaz
Gökçe FIRAT: Hukuken bu ülkede yapılabilecek bir şey kaldı mı sizce? Bu ülkede her kurum ele geçirildi, hukuk siyasallaştırıldı. Vatandaş ne yapacak? Hakkını nasıl arayacak?
Yekta Güngör ÖZDEN: Vatandaşa direnme hakkına başvurmak dışında bir çâre kalmayacak böyle giderse. Mahkemelerden, yüksek yargıdan umudunuzu kesmişseniz yapacak ne kalır? Hakkınızı almanız için görevli kurumlardan bir ilgi görmüyorsanız, onlar görevini tam yapmıyorsa ne olacak? O zaman vatandaşın direnme hakkı gündeme gelir.
1961 Anayasası’nda bu vardı Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde vardır. Ayrıca hukukun dünyada kabûl edilmiş genel açılımı içinde var.
Türkiye’de aymaz, kendisinden geçmiş, yozlaşmış, soysuzlaşmış, namus bilincini yitirmiş insan dışında da çok kimse olduğuna inanıyorum. Hiç ummadığımız yerde insanlığının ve görevinin gerektirdiği dürüstlüğü, direnci, cesareti gösterecek adamların bulunduğu kanısındayım.
Hakları ve özgürlükleri kötüye kullanmaktan, kötü örnek olmaktan herkes kaçınmalıdır. Özellikle siyaset adamları güven sarsmamalıdır. Siyaset bir oyun değildir, geçim kaynağı olarak da algılanmamalıdır. Ahlâksız siyaset olmaz.3


..