YARSAV etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YARSAV etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ekim 2017 Cuma

YARSAV


YARSAV

Eminağaoğlu Savunmaya Geçti 

19 Mart 2009 08:49 

YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, askerliğini neden yapmadığından, Ergenekon'a verdiği desteğe kadar sert sorulara cevap verdi. 

YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, askere gitmemek için sahte çürük raporu aldığı iddialarını Zaman'dan Nuriye Akman'a değerlendirdi. 

"Anayasa askerlik demiyor, vatan hizmeti diyor. Vatan hizmeti kamu kurumlarında da yerine getirilebilir." ifadesini kullanan Eminağaoğlu, bu konunun dünyada da çok 
tartışıldığına dikkat çekiyor. Ergenekon soruşturması sırasında polisin aradan çekilmesini isteyen Eminağaoğlu, AK Parti kapatma davasıyla ilgili iddianamenin, 
İşçi Partisi'nde çıktığının hatırlatılması üzerine de, "Onu ben bilemem. Ben o konuyu devam eden dava nedeniyle yanıtlamam." diyor. 

-Yargıtay Başsavcısı'nın açtığı AKP kapatma davasında iddianamenin Abdullah Gül ile ilgili kısmı İşçi Partisinde çıktı. Siz de bu iddianameyi önceden almışsınız. 
İddianameyi sizi çok sevdikleri için mi verdiler? 

-Son derece bilgi kirliliği. Bir taş bir yere atılıyor ve ondan sonra uğraşıyorsunuz çıkaramıyorsunuz. Bu budur. Tamamı yanlış bu dediğinizin. 

-İşçi Partisi'nde çıkmadı mı bu iddianame? 

-Ben o tarafını bilemem. Tamamı yanlış. 

-Bilemiyorsunuz nasıl dersiniz ki yanlış. 

-Bakın şu belgeye. İstanbul'da açılan bir davanın 291. klasöründeki 78. sayfa. 

-Hangi dava efendim? 

-Kamuoyunda bilinen bir dava. 

-Ergenekon davası desenize şuna. 

-Bakınız Türkiye'de gerçeklerin nasıl çarpıtıldığına. Şurayı okuyun: 

-"AKP dosyasını Eminağaoğlu'na iletelim. Görüşünü alalım, limandaki yemeğe yetiştirelim. Yemeğe Eminaağaoğlu dışında Ergun Poyraz ve Levent Ersöz Paşa da gelecek" 
notunun alındığı... Tamam, buradan çıkıyor bu soru zaten. 

-Buradan çıkıyor. Bu, polisin değerlendirme belgesi. Onu da savcı iddianameye koyuyor. Olduğu gibi. Söz konusu belgenin oluşturulma tarihine bakıldığında 2 Ocak 2008. 
Yani yemek o gün olmuş oluyor. Dolayısıyla burada bir maddi hata olmadığını şu tarihte, şuradan anlıyorsunuz, nereden? Dolayısıyla diyor, 
Ak Parti'nin kapatılma iddianamesi açılmadan yaklaşık üç ay öncesinde diyor bu yemek için. Dava ne zaman açıldı? 14 Mart 2008. Adı geçen şahısların bir araya gelerek 
Ak Parti'nin kapatılması ile ilgili hazırlık yaptıkları... Tamam, kimlerle bu işler olmuş? 

Belgeler İşçi Partisi'nde ne geziyor ben bilemem... 

-Ergun Poyraz, siz ve Levent Ersöz. 

-Ergun Poyraz ne zaman tutuklandı? 27 Temmuz 2007. Bu yemek ne zaman yenmiş? 2 Ocak 2008.Siz böyle bir yemeği yiyebiliyorsanız gelin ben bu sorunuzu yanıtlayayım. 

Bakın bunun altında kaç tane polisin imzası var. Yedi aylık tutuklu bir adamla, Ankara'da olmayan bir kişiyle bana Ankara'da yemek yedirerek böyle bir şey yapılıyorsa ben bu soruyu nasıl yanıtlayabilirim. Bu İşçi Partisi'nden çıkan belge deniliyor. 

-Peki İşçi Partisi'nde ne geziyor? 

-Ben bilemem. Ben o konuyu devam eden dava nedeniyle yanıtlamam. 

-Peki onlar sizin arkadaşınız mıdır? 

-Benim görüşmüşlüğüm yoktur. Ben bu kişileri ismen bilirim, tanırım. 

-İddianamede isminiz 16 yerde geçiyor. 

-Bu konu beş yerde geçiyor. Ve beş yerde de birebir tekrar olarak geçiyor. O zaman bu iddianame beş kişi hazırladı da, beş tane metin mi birleşti tartışmaları oluyor. Bunlara girmeyelim. Ama iki konu hep tekrar. 

-O tarihlerde olmayabilir, siz ömrünüzde hiç bu kişilerle bir araya geldiniz mi? 

-Bakınız, ben böyle bir yemek yemedim. Ve şunu ifade edeyim, şimdi devam eden davada bu olayın diğer taraflarının bir takım savunmaları var. Sanki o savunmalara destek gibi bir algı asla yaratılmasın. Ama bu gibi şeyler soruşturmanın neden polis tarafından yürütülmesin dememizin sadece bir örneğidir. 

-Ama soruşturma polis tarafından yürütülmüyor ki. Hakim ve savcılar tarafından yürütülüyor. Ve bütün tutuklanma, gözaltına alınma kararlarını da hakimler veriyor. 

-O zaman Emniyet Genel Müdürlüğü bana şu yazıyı nasıl yazabiliyor. Bakın kim yazıyor? 

Emniyet Genel Müdürlüğü. İbrahim Kulular, basın halkla ilişkiler müdürü. 

Ben diyorum ki benim hakkımda bir istihbari bilgi topluyor musunuz? Adı geçen şahsın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülmekte olan, kamuoyunda Ergenekon olarak bilinen kovuşturma çerçevesinde şüpheli ve tanık olarak yer almadığı anlaşıldı diye cevap veriyor Ben Emniyet'e bunu sormuyorum ki, niye Emniyet yanıtlıyor? 

-Kime sordunuz bunu? 

-Ben Emniyet'te benim hakkımda istihbari bilgi topluyor musunuz diye soruyorum. Bu ne demek? Soruşturmayı savcılar yürütüyor ama işin mutfağını siz Emniyet'te kurarsanız ne olur? Mutfakta pişen yemeği yeni baştan pişirmiyorsunuz. Mutfakta pişen yemeğin malzemesi ile ancak tuz eklersiniz, tatlısına şeker eklersiniz bilmem ne yaparsınız. Hükümete karşı bir darbe soruşturmasını hükümete karşı güvencesiz polislerle yapan dünyada bir tane ülke gösterin ben bu iddiamdan vazgeçeyim. Türkiye'de 70 milyonun izlenmesine yönelik kararın altında kimin imzası var? Yargıç imzası var. 70 milyonu izleyebilir misiniz? Türkiye'de Emniyet'in istihbari dinlemeleri delil olsun diyen kararın altında yargıç imzası var. İstihbari dinlemeleri delil yapabilir misiniz? Durum şu Nuriye Hanım. Yargı sistem olarak öyle bir konumda ki istihbari birimler ve yürütme birimleri karşısında rahat bir ortamda çalışamıyor. Belge, doküman bombardımanı altında tutuluyor. Yargı serbest ve bağımsız ortamı bulduğu anda hukuk pusulası şaşmaz. 

-Siz bu davayı yürüten savcı meslektaşlarınıza güvenmiyor musunuz? 

-O savcılar Emniyet'e mecbur bırakılmamalıdır. O savcılar, hangi savcı olursa olsun bir hukuk devletinde soruşturmanın gerektirdiği çalışma koşullarına sahip edilmeyen savcılardır. Biz diyoruz ki, soruşturmanın sahibi savcıdır. O savcı, o soruşturmayı da yürütmelidir. 

-Ama şimdi siz onların adına bir yargıda bulunmuş olmuyor musunuz? 

-Yargıda bulunmuyorum hayır. O savcılar yürütmelidir. Ancak o savcılara o ortam sağlanmalıdır. Şu an itibariyle sürecin yürütmenin etkisi dışında yürütüldüğü tartışmalarını ortadan kaldıramazsınız. Adli polisi kurmaya Türkiye'nin zamanı yok deniyor. Adli polisi kurmaya zamanı yoksa olabildiğince savcı sayısını arttırırsınız. 

-Ama biraz önce şey demiştiniz, iddianameyi beş kişi hazırladı da, metinler mi birleştirildi? Daha fazla savcı olunca iyice sulanmayacak mı iş? İyice yokuşa sürmek mi istiyorsunuz meseleyi? 

-Biz hiçbir şey yokuşa sürülsün istemiyoruz. Hukuk neyi gerektiriyorsa öyle olsun. Bir örnek vereyim. Örneğin bir a örgüt davası. Ve bunu Emniyet'le beraber yürütmemeniz gerekiyor diyelim. Ne yaparsınız? Örgüt davasına bir savcı bakar. Diyelim ki yüz tane eylemi var, elli tane eylemi var, yirmi tane eylemi var. Her eyleme de bir savcı bakar. Ve bu bir noktada da birleşir tüm bilgiler. Yani bir olayı on kişiye vermiyorsunuz. X eylemine bir savcı bakar. Y eylemine bir savcı bakar, z eylemine bir savcı bakar. Ana örgüt yapısına bir savcı bakar. Ve tüm bu bilgiler bir noktada toplandığında sağlıklı bir şey bulur. 

-Ama zaten çok savcı var bu davada. 

-Kamuoyu görüyor nasıl yürüdüğünü. Savcının yürüttüğü bir soruşturmanın talepleri savcıdan gelir. Polis savcıdan talepte bulunuyorsa, o zaman bizzat savcı yürütmüyordur. 

-İşin polisiye yönü de var ama. Polisi nasıl dışlayacaksınız? 

-Vardır. Efendim bakınız yasa der ki, savcı polise der ki, şunu getir, şunu hazırla, şunu yap. Polis sadece savcının dediklerini yapar. Ama artık bugün Türkiye'de polis diyor ki savcılar şunu yapsın. Polis diyor, şunu yap, şu olsun, bu olsun. 

Türkiye'de her soruşturma yapılmalıdır. Etkin soruşturmalar yürütülmelidir. Ama kurallarıyla yürütülmelidir. Bu demek değildir ki polis soruşturma sürecinde asla görev alamaz. Elbette görev alır. Yasada kurallar var. Belli soruşturmaları sadece polisle yaparsınız. Ve siz ona göre bir işlem yaparsınız. Ama neden yasa terör suçlarında bizzat savcı diyor. 

-Benim anlamadığım şu, şimdi o savcılar mesleklerini iyi yapmıyorlar mı? Onların bir şikayetini duymadık. Siz onların adına polis seni yönlendiriyor, sen polisin emrinde çalışıyorsun nasıl diyebiliyorsunuz. Savcı meslektaşlarınıza niye güvenmiyorsunuz? 

-Bakınız Nuriye Hanım, bu dönemde belli soruşturmalar içeriği itibariyle çok fazla öne çıkıyor. 12 Mart dönemi bugün hafızalarda neyle yer alıyor? 

-İşkencelerle. 

-Nerede yapılır bu? 

-Asker eliyle. Ziverbey köşkünde. 

-12 Mart dönemi kısıtlanan özgürlükler nedeniyle hafızalarda. Bu özgürlüklerin kısıtlanmaları ve bir takım kötü muameleler soruşturmalara konu olmuş. 12 eylül'ün hafızalarda yer alması kısıtlanan özgürlükler ve dönemin soruşturmaları nedeniyledir. Ve o süreçte yine savcılar vardır. O savcılar yine görevleri için çalışmaktadırlar. Ama o soruşturmalar o yönetimlere bağlı kolluklardaki soruşturmalardır. 

-Ama askeri darbe dönemleri onlar. Şimdi öyle bir dönem yok ki. 

-Bakın Türkiye ilk kez bir şeye soyunmuş. Hükümete karşı bir darbe soruşturması yapıyor. Şimdi hükümete karşı darbe soruşturmasını hükümete güvencesiz olan polislerle yürütürseniz benzer tartışmaları yok edemezsniz. Biz diyoruz ki ne yapılıyorsa, nasıl yapılıyorsa bu tartışmaların yaşanmadığı, yok edildiği, sonuçta hukukun kazançlı çıkacağı bir çalışma ortamı ile yapılsın. Bu tartışmaları gidermenin yolu, 

-Polisi aradan çekmek! 

-Hükümete karşı bir eylemse o zaman ya polisi bütünüyle güvenceli kılarsınız, Türkiye'de böyle bir şey yok. Güvenceli kılamıyorsanız polisle bu iş yürütülemez. 

Mahkeme karar verene kadar Ergenekon bir iddiadır 

-Gelelim sadede. Sizce Ergenekon diye bir örgüt sizce var mı, yok mu? 

-Var mı yok muyu mahkeme karar verir. Mahkeme karar verene kadar bu bir iddiadır. Mahkeme karar verene kadar hiç kimse suçlu değildir. Eğer ilk kez bir örgütün terör örgütü olup olmadığı konusu varsa, ilk kez yargı önüne gelmişse terörle mücadele yasasının birinci maddesi terör örgütlerini tanımlar. Onun terör örgütü olup olmadığına karar verecek, o maddeyi yorumlayacak olan yargı organıdır. Ve ona bakacak olan Yargıtay'dır. Buna Emniyet terör örgütü dese, Jandarma dese, MİT dese, Genelkurmay dese hiçbir anlamı yoktur yargı için. Buna ilk karar verecek olan yargıdır. 

-Savcının hazırladığı iddianamede bu bir terör örgütü deniyor. 

-O bir iddiadır. Eğer biz şu şudur dersek davayı bitirmiş oluruz. 

-Ortada darbe planları var, cephanelikler var, kuyulardan çıkan kemikler var, cesetler var. Bunlar çeteleşmeye dair kuvvetli bir ihtimal olarak görünmüyor mu size? 

-Buna yargı karar verecek. Biz hukukun üstünlüğünü savunuyorsak, her türlü darbeye her boyutuyla karşıyız. Çünkü her darbe hukukun üstünlüğünü ortadan kaldırır. 

-Ama sesinizin darbe girişimlerinin aydınlatılması yönünde yükselmeyip de, sadece bunları aydınlatmaya çalışan meslektaşlarınıza karşı yükselmesi sizin Ergenekon'un savunucusu gibi resmediyor. 

-O resmi ortaya koyan biz değiliz. O resmi yaratan objektif değerlendirme yapmayanlardır. Biz soruşturma ve kovuşturmaların tarafsızlıkla, hukuk içinde, insan haklarına saygı çerçevesinde yürütülmesini istiyoruz. 

-Şu ana kadarki gelişmelere bakıp, memleket amma da çetelerin elinde kalmış mı diyorsunuz, yoksa bunlar fasa fiso mu diyorsunuz? 

-Biz kontrgerilla, gladyo, susurluk tipi devlet içinde konuşlanmış örgütlenmeleri her zaman ulusun gerçek iradesini yansıtan demokratik toplum düzeni için bir tehlike olarak görüyoruz. Bakınız, her şey soruşturulacak. Herkes soruşturulacak. Ama yargı süreci kesinleşene kadar siz bu budur diyemezsiniz. Buna yargı karar verecek. Biz her türlü darbeye karşıyız. Sonuna kadarda hukukun üstünlüğü mücadelesini yapacağız. Ama yargı sürecine saygı gösteriyoruz diyen kişiler şu an bir önyargıya kapılmasın. Yargıç ve savcılar da insan. Yargı bağımsızlığının beş tane unsurundan bir tanesi kamuoyuna karşı bağımsızlık. Bütün dünyada bu böyle. Yargıç da o kamuoyunun içindeki bir insan. Siz onun tüm çevresinde basınıyla, her şeyiyle bir önyargı yaratırsanız, yargıç oradan sıyrılıp tarafsızlıkla nasıl karar verecek. Yargıç hukuk ne gerektiriyorsa o kararı vermelidir. Kamuyoundaki herkes gibi ben de birey olarak, Yarsav başkanı olarak bir yerlerde bir takım cephaneler, silahlar bulunmuşsa nedir bunun amacı, bu araştırılsın diyorum. Yargı ve hukukun üstünlüğü niçin vardır? Hiç kimsenin etkisinde kalmadan o kuralları ihlal edenlerin üzerine gitmek için. Kim olursa. 

-Peki o zaman Sabih Kanadoğlu aranmaya gelindiğinde niye gidip orada duruyorsunuz? Niye sakin sakin beklemiyorsunuz sonucunu? 

-Ben Yarsav başkanıyım. Sabih Kanadoğlu Yarsav kurucu üyesi. Onursal Yargıtay başsavcısı. Ben oraya giderek o aramanın yapılış tarzını engelleyen, müdahale eden bir davranış içerisine girmiyorum. Ben oraya giderek hem kurucu üyemize, hem de hukuk adına ne olması gerekiyorsa onu yapmak için gidiyorum. 

-Ama sonuçta taraf oluyorsunuz. 

-Siz nasıl görmek istiyorsanız öyle görürsünüz. Ben hukuk adına gidiyorum ve orada hiçbir şekilde de hukuk dışı veya yasaya aykırı bir şeyde bulunmuyorum. Ben oraya gittiğimde hukukun üstünlüğüne olan saldırıyı yine hukuk önleyecektir diyorum. 

-Siz kendinizi ulusalcı diye tanımlar mısınız? 

- Eğer siz buna siyasi bir anlam yüklüyorsanız ben konumum itibariyle o siyasi anlamı yanıtlayamam. Ben, anayasa ne diyorsa Türkiye laik devlet diyorsa, ulus devlet diyorsa, hukuk devleti diyorsa, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti diyorsa cumhuriyet ben buyum. Yarsav siyaset dışıdır ve siyaset üstüdür. Biz siyaset dışı ve siyaset üstü olduğumuz için hiçbir siyasi düşüncenin ne yanındayız, ne karşısındayız. Yarsav'ın tek bir siyaseti vardır, yargı bağımsızlığıdır, hukukun üstünlüğüdür. 

-İlker Başbuğ ile özel bir görüşmeniz oldu mu? 

-Benim eşim daha evlenmeden önce Genelkurmay Başkanlığı'na hukuk müşaviri olarak girip çalışan bir kişi. Öyle yorumlar, öyle haberler üretildi ki, konu taa İlker Başbuğ ile gizli görüşme yaptı gibi bir boyuta geldi. Ben gizli bir insan değilim. Herkesin ulaştığı bir insanım. Bu haberi üreten kişi bana sormadan nasıl yazar böyle bir şeyi? 

-Görüşmedim deyin bitsin gitsin. 

-Bakınız, görevim gerektirse görüşürüm. Ama bugüne kadar hiçbir şekilde görevim, Sayın İlker Başbuğ ile bizzat görüşme durumunu ortaya çıkarmamıştır, böyle bir şey olmamıştır. 

-Özden Örnek'in darbe günlüklerini hangi duygularla okudunuz? 

-Ben Nokta dergisinin o sayısını aldım. O dergiyi de muhafaza ediyorum, okudum. 

-İkinci iddianameye de girdi. 

-Girdiği için bu budur, şu şudur diyemem. Hiçbir zaman darbe gibi bir söylem, çözüm olmamalıdır. 

-Onu okuduğunuzda hala bu çağda görüyor musun bak darbe hazırlıkları yapılmış, ne ayıp dediniz mi? 

-Mutlaka okuduğumda kişisel düşüncem olmuştur. Şimdi o günlüklerin neresi doğrudur, neresi eğridir. O günlükler hukuksal yollarla mı elde edilmiştir? Belki hukuksal yollarla elde edilmemişse mahkeme hiç kanıt saymayacaktır, onu bilemeyiz. Kanıt saymayınca belki başka bir karar ortaya çıkacaktır. Ama tekrar ediyorum herkesin çözümü hukukta görmesi gerekiyor. 

-Yani hala darbeden medet uman askerler var mı yok mu? 

-Herkesin her türlü düşüncesi olabilir. Bir kahveye gidersiniz insanlar ne olacak bu memleketin hali der. Türkiye'de her dönemde bugün bu siyasi düşünceyi benimsemeyenler, dünkünü benimsemeyenler, ondan önceki ondan öncekini benimsemeyen vardır. Ama her dönemde herkes ne olacak bu memleketin hali der. Herkes bir çözüm üretir. Hukuktan umudunu kesen başka şeyler söyler. İşte ordu gelsin der, darbe olsun der. Herkes bir şey söyler. Her dönemde çözümü hukukta görmek lazım. 

-Kahveden bahsetmiyoruz, ordudan bahsediyoruz. 

-Buna kamu görevlileri dahildir. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yıpratılmasından rahatsızlık duyarım. Türk Silahlı Kuvvetleri Türkiye Cumhuriyeti'nin koruyucusu, kollayıcısı, olmazsa olmaz bir ordusudur. 

-Türkiye'nin koruyucusu hukuk değil midir? 

-Elbette hukuktur. Ama TSK, yasasına göre Türkiye'nin koruyucusu ve kollayıcısıdır, iç ve dış saldırılara karşı. TSK içinde yanlışlar varsa, bu her kurumda olabilir. Bunu herkes hukuk neyse bunun yanıtını o sürecin sonunda, o süreçte yapar bulur eder. 

-Geçenlerde Tolon Paşa'nın bir ses kaydı çıktı. Orada savcılara küfrediyor. Ulan sen kimsin diyor. 

-Kamuoyuna yansıyan bilgiler itibariyle hukuksal olmayan yöntemlerle elde edilmeyen bir konuda konuşamazsınız. Eğer o hukuksal bir biçimde elde edilmişse, yargı onun gereğini yapar. Ama eğer hukuksal bir biçimde elde edilmemişse siz onu hiçbir biçimde kullanamazsınız. Ondan hareketle hukuksal bir sonuç yaratamazsınız. Ondan hareketle o kişi aleyhine hiçbir şey yapamazsınız. Kimsenin özel yaşamındaki konuşmasını onu kamuoyu önünde küçük düşürmek için kullanamazsınız. 

80'lerde bir hastalık nedeni ile askerliğe elverişsiz iken bugün iki hastalık nedeni ile askerliğe elverişsizim 

-Askerlik yapmanıza engel olan sağlık sorununuz, karın zarı ameliyatı geçirmeniz mi, yoksa karaciğerinizdeki bozukluk mu? 

-Ağustos ayında beni Star Gazetesi'nden bir muhabir aradı. Böyle bir iddia var, ne diyorsunuz dedi. Düşünün yirmi sene önceki bir olaydan dolayı bir anda bir gazeteci arıyor, böyle bir şey soruyor. Ne diyebilirim dedim. Yasaya, hukuka, mevzuata, sağlık yönetmeliğine aykırı olmayan bir şey. Bunu böyle bir özel amaçla yayın yaparsanız ben elbette hukuksal yollara başvururum dedim. Birkaç gün sonra bir başka gazetede yayınlandı. Türkiye o kadar hukuksuz günler yaşıyor ki benim askerlik raporlarım bugün internet sitelerine girin, tamamı internet sitelerinde yayınlanıyor. Bu haberleri yapan hiç kimse Sayın Eminağaoğlu sizin elinizdeki belgeler nedir? Bir bunların aslını görelim demek gereğini bile duymamışlardır. 

-İmkan varsa görelim. 

-Tabii getirtirim. Ben 1980 öncesi Şavşat'ta ortaokul öğrencisiyken rahatsızlandım. ilçede benzin kıtlığı var. Mazot bulunamıyor. Doktor acil ameliyat demiş, apandisim patladı patlayacak. Babam dolaşıyor bir bidon mazot bulabilmek için. O koşullarda dört saat yolculukla Artvin devlet hastanesine gidiyorum. Ameliyat oluyorum. Ameliyat raporları var. yıl 1984. Fakülte birinci sınıfa kaydolmuşum, okulda rahatsızlanıyorum. Apar topar beni Cebeci Tıp Fakültesi'ne kaldırıyorlar. Orada da karın zarı iltihabı ameliyatı oluyorum. Ve hayati tehlikesi olan bir ameliyat. O ameliyatta ilk ameliyata bağlı yapışıklıklar tespit ediliyor. 

Fakülte bittikten sonra askerliğe karar aldırmak için beni Etimesgut Hava Hastanesi'ne sevk ettiklerinde, tabii ben askerliğe alınacağımı düşünüyorum. Bilmiyorum yani elimdeki şeyleri. Hastaneye gidiyorum. Muayene fişi, hep sağlık raporu diye basılmıştır gazetelerde. Muayene fişinin kenarında der ki iki hekim imzalayacak. Fakat iki hekim de sağlam, sağlam diye basacak. Biri iç hastalıkları uzmanı, biri hariciye uzmanı. İç hastalıkları uzmanının sağlam raporunu görürsünüz. Hariciye uzmanının orada sağlam kaşesi yoktur. Onu kimse okumaz, kimse görmez. Karbon kağıtlar kullanıldığı için her nüshaya başka şey yazılmıştır. Ama rapor istemiştir, ameliyat raporlarını getir anlamında. Ama o her nüshaya ne yazarsa yazsın bir kere şu çok net görünüyor. İki tane sağlam kaşesi basılması gerekirken, iç hastalıkları sağlam kaşesi basmış, hariciye sağlam kaşesi basmamış. Çünkü başka işlemler istemiş. O işlemler yapılmış, o işlemlerin sonucunda da askerliğe elverişli olmadığım şeklinde rapor düzenlenmiş. 

-Neden karaciğer diye çıktı haberler? 

-O günkü yönetmelikte benim askerliğe elverişsiz olduğum o madde ve fıkra bugün karaciğer ile ilgili. Yani o fıkra değişmiş. Herkes bugünkü yönetmeliğe bakıyor, karaciğer yazıyor. O günkü yönetmeliğe baksalar gerçeği görecekler. Ancak o günkü askerliğe elverişsizlik bugün yine yönetmelikte var. Başka bir madde olarak var. Yani bu kadar amaçlı ve gerçeği araştırmadan yapılan bir haberdir o. 

-O haberlere göre, size önce sağlam raporu veriyorlar, sonra tahrifat yapılıyor. Tahrifatı da size sağlam raporu veren iki doktor söylüyor. İmza bizim ama üzerindeki yazılar bize ait değil diyorlar. 

-Keşke o iki doktorun önüne o belgeleri önlerine koysanız, keşke öyle konuşsanız. Diyorum ya bakın muayene fişi üzerinde rapor diye basılıyor. Önce sağlam raporu değil, doktorun birisi sağlam basmış, diğeri basmamış. Bir tane raporunuz olur sizin iki tane raporunuz olmaz. 

Ben o doktorların ifadelerinin farklı yorumlandığını görüyorum. Eğer ikinci doktor da sağlam olduğu düşüncesinde olsa sağlam kaşesini basar. Ve buna sağlam kaşesi basılmamış. 

Diyorum ya karbonla yazıldığı için hepsi farklı yazılmış. Karbon çıkmış, çıkmamış. Ama bakınız ben neleri istedim. Ben Genelkurmay'a, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne her yere başvurdum. Bu raporlar, yapılan her işlem defterlere de kaydediliyor. Bunlar arasında bir çelişki yok. 

-Bir de şöyle bir mevzu vardı. Birinde 1984, birinde 1988 yazılmış. Daktilo yanlış basmış demiştiniz. 

-Askerlik şubesi sizi sevk ediyor. Evrakın birisine doğum tarihimi yanlış yazmışlar, birisinde düzeltmişler. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi ameliyathane defterinin fotokopisini aldım. Orada hiç böyle bir sorun yok. Ameliyathane defteri olduğu gibi askeri rapora geçmiş. Ama hiç kimse bana gelip de sormuyor. Her şey yıpratmak anlamında. 

-Nitekim Milli Savunma Bakanı bir usulsüzlük yok dedi. 

-Tabii. Milli Savunma Bakanlığı beni niye korusun. Bu hükümetin bakanı açıklama yapıyor hiçbir sorun yoktur diye. Bakın, 80'lerde bir hastalık nedeni ile askerliğe elverişsiz iken bugün iki hastalık nedeni ile askerliğe elverişsizim. 

-İkincisi ne? 

-Akdeniz ateşi. Kalıtsal bir hastalık. Küçük oğlumda da var. Bağışıklık sistemi ile ilgili. 

Ben Akdeniz ateşi için Hacattepe'de tedavi görüyorum. Kromozom testleri, DNA testleri hepsi var. Benim ilk elverişsizlik raporum karın zarı ameliyatı ile ilgili. Akdeniz ateşi teşhisi, o tarihte konulamamış. Sonradan ortaya çıkan bir hastalık değil, doğuştan gelen, ama teşhisi ancak o DNA testleriyle sonradan konuldu. Ben her gün ilaç kullanıyorum. 

-Genelkurmay'da eşinizle birlikte gizli toplantılara girdiğiniz yolundaki haberlere ne diyorsunuz? 

-Benim eşim o tarihte Antalya'da yıllık iznini kullanıyor, yazlıkta kalıyor. Söylenilen tarihte Ankara'da değil. Az önce konuştuğumuz, limanda tutuklu ile bana yemek yedirme olayı gibi. Eşimin uçak geliş gidiş biletleri de var Ankarada olmadığına ilişkin. Bilgi edinme kanununa göre dilekçe verdim. Dedim ki, şu tarihler arasında benim eşim göreve gelmiş midir, izinli olmasına rağmen. Genelkurmay'ın her türlü elektronik turnike giriş çıkışı var. 

Verilen yanıt, eşinizin yıllık izinde olduğu dönem içerisinde karargahın içerisine hiçbir girişinin olmadığı şeklinde. Buna rağmen eşimin karargahta benim de katıldığım, generallerle gizli toplantılarla sağlık raporumuzun konuşulduğu haberi çıktı. Bu nedir, ne değildir olayını kimse araştırmadan böyle çalakalem yazılar yazılıyor. 

Kapıda beni hiçbir general karşılamadı, çekilen resim tesadüfî bir karşılaşmadır 

-Muayene için gittiğinizde kapıda bir tuğgeneral tarafından karşılanmanız da tuhaf bulundu. Genarel size yapılan haksızlığa isyanını mı ifade etmek istedi? 

-Ben o süreçte birkaç kez Milli Savunma Bakanlığı'na gittim. Her gittiğimde de dilekçe verdim. Bir gittiğimde bana Etimesgut'taki o gerekçeli rapor verilmemişti. Bana kısa rapor verilmişti. İş başvurularımda kullanabileceğim ölçüde. Oysa onun da verilmesi gerekiyormuş. Bu olaylar çıkınca beni tekrar muayene edin diye birkaç kere dilekçe verdim. Yani basın böyle bir şeyi ortaya atıyor, ben bunu hak etmiş bir insan değilim. Benim dosyamı askeri hastaneye gönderin. Ben aynı raporumu yeniden alacağıma eminim. Bu hastalıkları yaşayan benim, bir başkası değil. Keşke sağlıklı olsaydım, keşke o sağlık sorunlarını yaşamasaydım da askere gitseydim. Her seferinde verilen yanıtlar tartışma olmadığı, askeri mevzuat yönünden sorun olmadığı şeklinde oldu. Hatta Gülhane'ye başvurdum. Dedim ki ben muayene olmaya geldim, beni muayene edin. Bana yanıt verildi, hayır bu şekilde başvuru ile muayene etmeyiz. Dediğiniz resim o resimdir ve beni hiçbir general kapıda karşılamamıştır. 

-Peki o çekilen fotoğraf nedir? 

-Bu infaz medyasıdır. Dediğiniz resim Genelkurmayın kapısı değildir, Gülhane'nin kapısı değildir. Gülhane'nin dış kapısı hiç değildir. Dediğiniz resim Gülhane'nin dekanlıkla poliklinik arasındaki içerdeki bölümdür. Ve o kare de tesadüfü bir karedir. Neden tesadüfü bir karedir? Ve bu ne kadar takipte olduğumu gösteren bir olaydır. O resim Gülhane kampusunun göbeğidir, ortasıdır. Ve ben orada Gülhane'ye beni muayene edin diye dilekçe vermişim. Benim sağlık durumumu inceleyin. Doğru mudur, değil midir, bu alınan raporlarla bu hastalık örtüşür mü, örtüşmez mi? Ve bana bu şekilde kişisel başvuru ile rapor verilemez diye o resim karesindeki kişinin yazısıyla yanıt verilmiştir. 

-O kişi yanınızda ne arıyor? 

-Ama ben verdiğim dilekçeler ve yanıtlarını almak için oraya gitmişim. Oradan çıkarken tesadüfi olarak aynı karede çekilen ve gerçek dışı basılan bir resimdir. Beni kapıda bir general niye karşılasın? Böyle bir şey yok. Ben bu tartışmaların bitmeyeceğini bildiğim için ısrarla dilekçe vermeye devam ettim. Ben hak etmiyorum bu haberleri. Benim gerçek bir durumu, tartışmalı bir durum olmadığını belgelemem gerekiyor. Bunun yolu yöntemi neyse bu benim hakkım. Ben bu hakkı kullanmak istiyorum, diye başvuru yaptım. Ve bu başvurum üzerine beni hangi bir yere sevk edebilirler. Ben o raporlar o zaman Yenimahalle'de oturuyordum. Öğrenciyken Etimesgut'a sevk edilmiştim. Rapor da oradan alındığı için bana bir tebligat geldi. Ben Şavşat askerlik şubesine de başvurdum. Ve bakın Şavşat askerlik şubesinden dahi çıkmamış bu raporlar. Yani onlar tarafından verilmemiş basına. 

-Nereden çıkmış? 

-Bu konu Genelkurmay askeri savcılığı tarafından ciddi bir şekilde soruşturuluyor. Ben o kapsamda ifade de verdim. Benim gördüğüm bu art niyetli yıpratma kampanyası. Soruşturma devam ediyor. Soruşturma sonunda ne olduğu ortaya çıkacak. 

-Peki bu hastalık nasıl etkiliyor günlük yaşamınızı? 

-Her gün üç-dört ilaç kullanıyorum. Sağlığıma dikkat etmem gerekiyor. Beslenmeme dikkat etmem gerekiyor. Düzenli muayene ve kontrollerimi yaptırmam gerekiyor. Hatta Bandırma'dan Kırıkkale'ye atanmam sağlık ve eş durumu nedeniyledir. 

Vicdani redde kimse hukuk gözlüğü dışında bakamaz 

-Radikal'de, vicdani retçiliği destekleyen bir yazı yazdınız. Bu, askerden bir tepki görmedi. Ama Perihan Mağden aynı tür yazıları için mahkeme mahkeme süründürüldü? Neden? 

-Vicdani ret, Türkiye'de tartışılmayan ve asker kaçağı ile eşit görülen, yerli yerine oturtulmayan bir konu. Askerlik yapmak istemeyen kişi de ben vicdani retçiyim gibi bir şeye sığınıyor. Vicdani reddin hukuksal boyutu nedir? Ben orada onu yazıyorum. 

-Yani savunuyor musunuz bu hakkı? İnsan savaşmayı istemiyorsa, askerliğe karşıysa bunu dile getirebilir mi? Ben askerlik yapmak istemiyorum diye bir hak olabilir mi? 

-Bakınız anayasa askerlik demiyor, vatan hizmeti diyor. Vatan hizmeti, askerlik olarak yerine getirilir veya kamu kurumlarında da yerine getirilebilir diyor. Bu dünyada da çok tartışmalı bir konu. Aslında BM kişisel ve siyasal haklar sözleşmesine bakın, açıkça vicdani reddi koruyan bir hüküm yok. Ama BM'in İnsan Hakları Komitesi'nin vicdani reddin o sözleşme kapsamında kaldığı yolunda bir kararı var. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'ne bakın, açıkça vicdani reddi koruyan bir hüküm yok. Tam aksine bunun kendi ülkelerine bırakıldığına yönelik hüküm var. Ama İnsan Hakları Mahkemesi, içtihatlarıyla vicdani ret ile ilgili konuları sürekli ceza tehdidi altında bulunmayı bir kötü muamele gibi sayıyor. AB temel haklar şartında buna yönelik hüküm var. Türkiye'de vicdani ret ile ilgili bir hükmü anayasada göremiyorsunuz. Askeri ceza yasasına bakıyorsunuz. Bu gibi nedenlerle askerlikten çekilemeyeceğini düzenleyen bir hüküm ve buna yönelik bir ceza maddesi var. Ben olayın hukuksal boyutunu ortaya koyuyorum. 

-Peki şahsi görüşünüz nedir? 

-Türkiye'de vicdani ret ile ilgili bir şey söylediğiniz zaman hemen bir yere oturtuluyorsunuz. 

-Siz bunu hak olarak kabul ediyor musunuz, etmiyor musunuz? 

-Benim kabul edip etmememin bir anlamı yok. Ben bu olaya hukuksal boyut ile yaklaşılmalıdır diyorum. 

-Yani, kardeşim bizim yasalarımız cevaz vermeyebilir. Ama insani ret hukuka uygun bir şeydir. İnsanların böyle bir hakkı olmalıdır. Bunu mu diyorsunuz? 

-Bakın ben şundan ısrarla kaçıyorum. Çünkü bu konuda söyleyeceğiniz şeyler basındaki ve kamuoyundaki vicdani ret ile ilgili yeterli bilgi sahibi olunamama nedeniyle farklı taraflara çekiliyor. Hukuk vicdani ret için ne diyorsa, o yapılmalıdır. 

-Ne diyor kardeşim, bunu soruyorum. 

-Alternatif hizmetlerden bahsediliyor. AB ilerleme raporlarında bu konuda irdelemeler var. Eksik tarafı var, doğru tarafı var, eğri tarafı olabilir kendi bakışınıza göre. Ama ben diyorum ki, vicdani redde kimse hukuk gözlüğü dışında bakamaz. Bizim anayasamız askerlik hizmeti demiyor, vatan hizmeti diyor. Vatan hizmeti kavramı doğru bir kavramdır. 

-Bir Erkeğin vicdani ret hakkı vardır yani? 

-Askeri Ceza yasasına göre yoktur. 

-Ama Hukukun temel ilkelerine göre vardır. 

-Bakın, bu bile insan hakları sözleşmesinde yok. Bunu sürekli ceza tehdidi yani her celp dönemlerinde gitmemeyi bir ceza olarak öngörürseniz bu kötü muameledir. İnsan hakları mahkemesi de sürekli ceza tehdidi altında kalmasın, bunu değiştirin diyor Türkiye'ye. 

Türkiye bu ceza tehdidi olayını değiştirecek zaten. Genelkurmay'ın da, Milli Savunma Bakanlığı'nın da bilebildiğim kadarıyla bu yolda çalışmaları var. Herkes hukuksal yaklaşacak Kimse vicdani redde bir misyon biçmesin. Vicdani ret şudur diye kimse kimseyi karşıtı veya taraftarı gibi bir yere oturtmasın. 

-Diyelim asker sizi çağırdı. Yarsav olarak görüşünüz nedir? Siz ona şunu diyecek misiniz net olarak, efendim evet, askerliğin kamu hizmeti olarak da yapılmasına taraftarız. 

-Böyle bir şey Yarsav'dan sorulursa biz orada hukukun üstünlüğü veya insan hakları boyutuyla görüş iletmek durumunda olursak görüşümüzü iletiriz. Benim görüşüm hukukun görüşü olmalıdır, başka bir şey olmaz zaten. Kamuoyunda bu konu hukuksal platformun içerisinde tartışılmıyor. Bu yüzden de bize farklı etiketler yükleniyor. Bize böyle bir etiket yüklenmesini asla istemeyiz. 

Bu konular içimde kaldı 

-Adalet Bakanlığı'nın açtığı tüm hakim ve savcı sınavlarını bloke ettirdiniz. Bir iktidarın yeni atama yapma hakkını böylece elinden aldınız. Bu tavrınız yüzünden işsiz kalan yüzlerce meslektaşınız var. Bizim yüzümüzden aç kaldılar diye vicdan azabı çekiyor musunuz? Yarsav olarak onlara yardım etmeyi düşünür müsünüz? 

-Bizim açtığımız davalar o söylediğiniz kişilere yardım amacıyla açılmıştır. 

Yargıç ve savcı adaylarını Adalet Bakanlığı alıyorsa nasıl bir hukuk devletidir? Yargı bağımsızlığı diyorsunuz. Kuvvetler ayrılığı diyorsunuz. Yargıç ve savcıları mesleğe kabul eden Hakimler ve Savcılar Yüksek kurulu. Ama adayları alan yürütme organı. Dünyanın bir yerinde bana böyle bir örnek gösterin 

-Kim atayacak? 

-Bu süreçte yürütme yetkili olamaz. Bunu AB de söylüyor, bunu değiştirin diyor. Biz de ısrarla bunlar olabildiğince objektif olsun diye davalar açıyoruz. Hangi siyasi iktidar olursa olsun bu böyle olmaz. Yargıcı, savcıyı bu şekilde mesleğe başlatamazsınız. Ve çok acıdır ki Adalet Bakanlığı reform yapıyorum diye mülakat kurulunu tamamen bakanlık ağırlıklı olarak yasaya koydu. Türkiye'de mülakat 12 Mart'ta geldi. 12 Mart uygulamasını eğer siyasi iktidar reform olarak yasaya koyuyorsa Yarsav olarak biz bunun karşısındayız. 

-Kimin yapması lazım bu sınavı? 

-Bakınız, bizim açtığımız davalardan sonra ÖSYM boyutu belli bir şekle girdi, ama tatmin edici değil. Ama bu bizim açtığımız davalarla kazandı. Mülakat boyutu yine objektiflikten uzak. Çünkü beş kişiden yedi kişiye çıktı. Yedi kişinin beşi yine eski beş kişi. Ne fark eder? Eski beşi muhafaza edip yediye çıkardın. Bakın biz en son başvuru yaptık. Danıştay kaymakam adaylarına ilişkin bir karar verdi. Dedi ki mülakatlarda kamera olacak, mülakatlarda kime hangi sorunun sorulacağını ve yanıtlarını önceden hazırlayacaksınız. Ve kişiye göre soru sorma uygulaması olmayacak. Herkes kura ile sorusunu belirleyecek. Cevabını da tutanağa geçirip notunu da yazacaksınız. Bu kaymakam adayları için. 

-Siz bunun için mi Adalet Bakanlığı'na başvurdunuz? 

-Evet. Bakın, Yarsav sadece Adalet Bakanlığı'na dava açmıyor. Bir Yargıtay'a karşı da dava açtık. Danıştay'a karşı da dava açtık. Yargıtay Başsavcılığına da açtık. Çünkü hepsinden belli taleplerimiz vardı. Yargıtay'a dedik ki bütün kararlarınızı aynen Anayasa Mahkemesi gibi açın. Avrupa'da kararları açık olmayan bir yüksek mahkeme yok. İdari yargıda dava açtık ve kazandık. Yargıtay bunu temyiz etti. Danıştay'ı bekleyeceğiz. Bakın, insan hakları insan hakları diyoruz. Bugün Türkiye'de insan hakları mahkemesi kararları Türkçeye çevrilmeden yargıç ve savcılardan insan hakları mahkemesi kararlarına uyması isteniyor. 46 tane ülke insan hakları sözleşmesine taraf mı, taraf. Adalet bakanlığı Türkiye hakkındaki kararları çevirip yayınlıyor, o da hepsi değil. Diğer ülke kararları var. Bakınız bilmem ne ülkesi kararları diyor. Bunlar Türkçeye çevrilmiyor. Yargıç ve savcıların yabancı dil bilme zorunluluğu yok. Yargıç ve savcı insan haklarını, hukuk devletini geliştirmek için bu gelişmeleride bilmek zorunda. Siz hem sözleşmeye taraf oluyorsunuz, insan hakları sözleşmesi bir içtihat hukuku. Hem de ben o içtihatları Türkçeye çevirmiyorsunuz. Böyle bir şey yok. 

Biz bunun için dava açtık Adalet Akademisi'ne karşı. Bu görev senindir, tüm ülke kararlarını Türkçeye çevireceksiniz dedik. Ve bu davayı kazandık. Yarsav bunun mücadelesini veriyor. 

Ama Yarsav birçok gazetede Ergenekon uzantısı olarak yer alıyor. Bakınız ben Abdullah Öcalan'a ilişkin yazı yazınca PKK'lı mı oldum? Hrant Dink'in beraat etmesi konusunda yazı yazınca Ermeni mi oldum? 

-Ergenekon'u savunduğunuz şeklinde bir algı varsa, bunda sizin hiç mi payınız yok? 

-Adına Ergenekon denilen olayda, ki soruşturmalara isim verilemez, biz herkesin insan hakları var, diyoruz. Ama şu anda basın, kamuoyu infazı yapmış durumda. Biz hak ve hukuk dediğimizde herkes bize bir etiket biçiyor. Bu Türkiye'de sağlıklı bir hukuksal tablonun düşünce üretiminin olmadığını gösteriyor. Basın yargının yerine kendisini koymaktadır. Türkiye'de basın karar vermekte, basın mahkemeleri kurulmaktadır. Bunu eleştirmek bizim hakkımız. Hukuk herkes içindir. Bu nedenle herkes için hukuk istediğinizde, etiketlenmemeniz gerekmektedir. Çünkü hukuk herkese lazımdır, herkes için savunulmalıdır. Sizinle daha çok Yarsav ve faaliyetlerini, yargıyı, yargı bağımsızlığını, diğer ülkeleri ve bu konuda Türkiye'yi konuşmak isterdim. Buna zaman yetmedi sanırım ama her zaman hazır olduğumu belirtmek isterim. Bu konular içimde kaldı. 

http://www.aktifhaber.com/news_detail.php?id=213299 



9 Mart 2017 Perşembe

YARSAVcılar Aile Boyu Militanlık Yapıyormuş



YARSAV' cılar Aile Boyu Militanlık Yapıyormuş,




16.12.2011 00:

“Bize hakim değil, militan lazım” diyen CHP’li Emine Ülker Tarhan’ın Yargıtay üyesi eşi Umur Tarhan’ın da, “Bize tasfiyeci değil, yok edeci ekip lazım” dediği ortaya çıktı.
Emine Ülker Tarhan’ın yargıdaki militan kadrolaşmayı gözler önüne seren şok ses kaydının ardından, aralarında eşinin de bulunduğu 4 kişiye ait yeni bir ses kaydı internete düştü.

 “Bize HSYK’da YARSAV’ın militanı olacak adam lazım” diyen ve bu sözlerini doğrulayan eski YARSAV Başkanı CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan’a ait yeni ses kayıtları ortaya çıktı.

İnternette yayınlanan yeni ses kaydı, yargı üzerinde oynanan oyunları deşifre ediyor. HSYK seçimleri öncesinde YARSAV listesinden aday olan dönemin Adalet Bakanlığı Adli Sicil Genel Müdürü Orhan Sungur, YARSAV Başkanı Emine Ülker Tarhan, Yargıtay üyesi ve Emine Ülker Tarhan’ın eşi Mehmet Umur Tarhan ve şu anki YARSAV Başkanı Murat Arslan arasında geçtiği iddia edilen ses kaydında, YARSAV’ın, yargının kilit noktalarına kendi adamlarını yerleştirmeye çalıştığı net şekilde görülüyor.

“YOK EDİCİ BİR EKİPLE ÇALIŞMALIYIZ”

Anayasa değişikliği sonrasında “evet” ya da “hayır” çıkması durumunda YARSAV’ın pozisyon almasını isteyen Umur Tarhan, “Ülkede eli taşın hiç altına girmemiş bir sürü adam var. Bu adamların tasfiye edilmesi lazım. Bu sistemden, bunu net olarak söylüyorum” diyor. Umur Tarhan’ın bu sözleri üzerine ise Orhan Sungur, “Tasfiye edici ekiple çalışmanın hiçbir anlamı yok, yok edici bir ekiple çalışacaksınız. Onun anlamı var” diyerek bu talebi daha da ileri taşıyor. Yok etme işleminden sonrasını ise Sungur şöyle anlatıyor: “Ondan sonra kadronuzu kurarsınız. Elinizde, Ceza İşleri sizde, Personel sizde, Teftiş sizde. O zaman üye olmaya gelenler (Yargıtay ve Danıştay üyesi olmak isteyenler) üye olabiliyor mu? Sorarsınız yani.”

TARHAN İŞ TAKİPÇİLİĞİ YAPMIŞ

Video paylaşım sitesinde yayınlanan bir başka ses kaydında, Emine Ülker Tarhan’ın hakim olarak görev yaptığı dönemde bir avukat gibi iş takibi yaptığını ortaya konuluyor. CHP’li Tarhan, Mayıs 2010’da müvekkiliyle beraber YARSAV’a gelen bir avukata hukuki yardım ve iş takibi müzakeresi yapıyor. İkili yargıya intikal eden bir köydeki gayrimenkul sorunu üzerine konuşuyor.

O DAVALARA YARSAV ÜYELERİ BAKIYORDU

Tarhan o dönemde Yargıtay Tetkik Hakimi, YARSAV Yönetim Kurulu Üyesi Leyla Tarhan Köksal Yargıtay’ın köy davalarına bakan 14. Dairesi’nin tetkik hakimi, bir diğer YARSAV Yönetim Kurulu Üyesi Celal Çelik ise, Yargıtay’ın gayrimenkul davalarına bakan 1. Hukuk Dairesi’nin tetkik hakimiydi.

KILIÇDAROĞLU’NUN HAKİMİ AVUKATLIK BÜROSU AÇMIŞ

Ses kaydının sunuşunda, Kemal Kılıçdaroğlu’nun yargıya yönelik suçlamalarına dayanak yaptığı ve yeni HSYK’yı protesto ettiğini belirterek istifa eden Celal Çelik’in, Çankaya’da lüks bir büroda kendisi gibi hakimlikten istifa eden YARSAV Yönetim Kurulu Üyesi Ayşe Altun ile avukatlık yaptığı kaydediliyor.

TARHAN: O KONUDA ENDİŞENİZ OLMASIN

Ses kaydında Tarhan, yardım için gelen avukata, “Elimizden gelen hukuksal desteği sağlarız. O konuda bir endişeniz olmasın” ifadelerini kullanıyor.

YARSAV’dan ‘militan’a destekANKARA- YARSAV Yönetim Kurulu, eski YARSAV Başkanı olan CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan’a ait olduğu iddia edilen ses kayıtlarıyla ilgili açıklama yaptı. YARSAV’ın Tarhan’ı destekleyip, ses kaydını sızdıranları kınaması dikkat çekti. Açıklamada, hukuk dışı dinlemeler, izlemeler ve kayıtların serbestçe yapılıp fütursuzca sergilendiği ve bu şekilde hukuk devletinin polis devletine dönüştürüldüğü ileri sürülerek, kaygıların daha önce kamuoyu ile paylaşıldığı kaydedildi. Bunun son örneğinin YARSAV ile ilgili olarak yaşandığı savunulan açıklamada, şöyle denildi: “Öncelikle bu yasa ve hukuk dışı, ahlaksızca dinlemeleri şiddetle kınıyor ve sorumluların derhal bulunmasını istiyoruz. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi; siyasal yönetimlerin, devleti var eden, korumak ve kollamakla görevli olduğu halkını artık gözetim ve denetim altına aldığı, halkın temel hak ve özgürlüklerini güvence altına almak için var olması gereken sistemin, halkını tehdit olarak algıladığı ve zamanı gelince kullanmak üzere kişilere yönelik her türlü görüntü ve ses kaydı yoluyla veri biriktirmekte olduğu tüm toplum kesimlerinin malumu haline gelmiş ve artık bir utanca dönüşmüştür.”

Kim tarafından kaydedildiği belli olmayan kasedin emniyet birimlerine maledildiği açıklamada, Hükümet’ten de kaydı yapanları bir an önce ortaya çıkarması istenerek, “Yasa dışı elde edilen bu dinlemelerin içeriği hakkında yorum yapmak, yapılan işi meşrulaştırmak olacağı ve bunu yayınlayanların amacına hizmet edeceğinden bu konuda tartışma yapılması doğru olmayacaktır” denildi.

HUKUKÇULARDAN TEPKİ YAĞDI

CHP’nin YARSAV’dan transfer ettiği milletvekili Emine Ülker Tarhan’ın internete düşen ses kayıtlarındaki “Bize, HSYK’da YARSAV’ın militanı olacak adam lazım” sözleri hukukçuları kızdırdı. Akit’e konuşan Ak Partili Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya ve Hukukçular Birliği Vakfı Başkanı Sinan Kılıçkaya CHP’li Milletvekili Emine Ülker Tarhan’a tepki gösterdi.

Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya, CHP’li Tarhan’ın sözlerinden duyduğu rahatsızlığı dile getirerek, “Üslup zarafeti evvela siyasete lazım” dedi. Her kim olursa olsun bir yargı mensubu için “Militan” ifadesinin kullanılmasının yanlış olduğunu belirten İyimaya, “Yargıda gerek dün gerek de bugün görev alan kişilere yönelik değerlendirme ve saldırıyı doğru bulmuyorum” dedi.

12 Eylül referandumuyla Türkiye’nin HSYK’da büyük bir reforma imza attığını kaydeden İyimaya, “Milletimiz bir karar vermiş ve HSYK’da reform yapılmasına ‘Evet’ demiştir. Bunu eleştirenler ya da kabul etmek istemeyenler olabilir. Ancak böyle bir ifade hem hukuka hem de siyasete zarar verir. Bundan dolayı, bu gibi yaklaşımları sağlıklı bulmuyorum” diye konuştu.

Hukukçular Birliği Vakfı Başkanı Sinan Kılıçkaya da Tarhan’ın sözlerine tepki gösterdi. Kılıçkaya, “Bir hukukçunun ve siyasetçinin böyle bir söz sarf etmesi vahim ve kabul edilemez bir durum. Ancak, internete düşen ses kayıtlarına Tarhan’ın sahip çıkması ve herhangi bir pişmanlıkta bulunmaması daha da vahimdir, bizleri hayretler içine düşürmüştür. Hiçbir yargı mensubu ‘militan’ olamaz. YARSAV da siyasi bir tavrı olan sivil toplum kuruluşudur. Taraflı bir STK’nın militanlığını yaptırmak üzere HSYK’ya yargıç göndermek, hukuka olan güveni zedeler” diye konuştu.

Cumhuriyet eski Başsavcısı Reşat Petek, Emine Ülker Tarhan’ın militarizme kendisini adapte ettiğini söyledi. Tarhan’ın tamamen militarizme entegre olduğunun göründüğünü ifade eden Petek, “Tarhan, bu nedenle militanlığı sık sık dile getiriyor. Bir de milletvekili olduktan sonra mensubu olduğu CHP, zaten militarizme yabancı değildir. Bütün yönetimi özellikle iktidarda olduğu dönemler, militarist bir anlayışla ülkeyi yönettiği tarihi bir gerçektir” dedi. Yargıda kendi düşüncesinde olanların kadrolaşmasının, sadece Emine Ülker Tarhan’ın talebinden ibaret olmadığını ifade eden Petek, eski Adalet Bakanı Mehmet Moğultay’ın yargıdaki kadrolaşmaya yönelik itiraflarına işaret etti.

Eski parlamenterlerden Hukukçu Hüsnü Tuna ise, Tarhan’ın açıklamalarının bir zamanlar YARSAV’ın ne amaçlarla kullanıldığının göstergesi olduğunu ifade etti. Tuna, “Emine Ülker Tarhan denilen kişinin açıklamaları, son 2010 anayasa değişikliğinden önceki yargısal yapının hangi amaçla kullanıldığının göstergesidir. Türkiye’de bugün, Silivri’deki vesayetçi ve darbe yanlılarına yan çıkan görüntü veriyorlar. Ortaya çıkan ses kayıtları, yargının bunların hizmetine sunulması amacıyla çalıştıkları görülüyor. YARSAV’ın militanı olmak şerefse, birileri için de şeriatın militanı olmak şerefli olabilir. İdeolojik ve siyasi düşüncesinde ısrarcı olduğunun bir göstergesi. Kıvırmıyor, belki de kutlamak lazım. Yargıyı nasıl dönüştürdüklerini, Silivri’nin emrine nasıl kullandıklarını gösteriyor” şeklinde konuştu.

Ankara Barosu’na kayıtlı avukatların üyesi olduğu Hukuk ve Hayat Derneği de, Tarhan’ın sözlerini “vahim” olarak niteledi. Hukuk ve Hayat Derneği Başkanı Avukat Mehmet Kasap’ın açıklamasında, Tarhan’ın “YARSAV’ın militanı olmak demek yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesinin militanı olmak demektir. O yüzden çok doğru söylemişim. Sonuna kadar arkasındayım sözlerimin” beyanlarının vahim düşünceyi haklı gösteremeyeceği ifade edildi. Açıklamada şunlar vurgulandı: “Elbette savcı ve hakimlerin de bir düşüncesi vardır ama bu düşüncelerini militanca hayata geçirmeye çalışmak, kendisi gibi düşünmeyen insanları düşman gibi görmek, bağımsız ve tarafsız olması gereken yargı mercilerini siyasi parti gibi görmekten kaynaklanmaktadır. Kendi siyasi hedeflerine ulaşabilmek için, yargıyı siyasallaştıran ve yargıyı siyasi parti gibi gören bu zihniyeti şiddetle kınıyor, hukukun bir gün herkese lazım olacağını hatırlatmak istiyoruz.”

HSYK üyelerini militanlıkla suçlayan CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan’ın “HSYK’da YARSAV’ın militanı olacak adam lazım” şeklindeki sözlerini nasıl değerlendireceği merak ediliyor. Şimdi gözler CHP lideri Kılıçdaroğlu’nda.

Haber: ŞÜKRÜ MACUN / ÜSAME KARAKIŞ / HÜSEYİN KULAOĞLU – Yeni Akit
https://www.facebook.com/UYANIKTURKLERKULUBU/posts/764161130304064
http://www.haksozhaber.net/yarsavcilar-aile-boyu-militanlik-yapiyormus-26319h.htm


..

31 Ocak 2017 Salı

Yargıya Gölge Düşürülmesin..



Yargıya Gölge Düşürülmesin..


Yekta Güngör Özden
19.01.2009

Sayı:220


Gündem değiştirerek sorunları saklamak ve ertelemek konusunda becerikli olan siyasal iktidar “Ergenekon” soruşturmasıyla kimi durumların tartışılmasından yine kurtuldu. Muhalefetin yetersizliği giderek çizgisinden kayan demokrasimizi iyice yozlaştırmaya dönüştü. Atatürkçü, ilerici, devrimci, çağdaş kesimi sindirme ve yıldırma operasyonuna dönüşen uygulamalar yerel seçim öncesinde siyasal iktidarın diline dolayacağı konuların başında gelecektir. Hukukâ, adalete, yargıya karşıtlıkları bilinen iktidar yandaşlarının bu kez tüm çelişki ve aykırılıkları, önceki tertiplerinin tersine, görmezlikten gelip savunmaları gerçek kimliklerini ve niteliklerini ortaya koyan bir görünümdür. Oysa, herkes, her zaman, her durumda ve her koşulda gerçeğin ortaya çıkarak haksızlıkların ve hukuk dışılıkların önlenmesi için adalete sarılmalı, yargıya güvenmeli ve işlemlerin uygunlukla gitmesine tutumuyla yardımcı olmalıdır. Gizlilik kurallarının çiğnenmesinden Hükûmet Sözcüsü de yakınmaktadır. Savcılık ve Mahkeme anlatımları medyaya yansımakta, savlar ve savunmalar devlet kuruluşları adına yapılan açıklama ve düzeltmelerle yanıtlanmakta, kazılar tüm televizyon kanallarıyla – sözde açıklık adına - izlettirilmektedir. Bir kişinin tek başına yapması, yerleştirmesi, kazıp üstünü örtmesi olanaksız cephane depolama ya da gizlemesi soruşturması yapılan ama varlığı hâlâ kanıtlanamayan örgüte bağlanmakta, kamu arazisinde, birden çok kişinin işi, hattâ ilgili kişi ve kurumların bilgisi içinde olması olanağının ağır bastığı buluntuların örgüt malı olduğu, kanıtlanmadan, alelacele ileri sürülmektedir. Gerçeğin kaynağı adalet olmalıdır. Suçlanan kimselerin bu konudaki anlatımları bırakılarak tek yanlı anlatımla kamuoyunun bilgilendirilmesi doyurucu olamaz.

Üzerlerine atılan suçları işlemeleri düşünülmeyecek kimseler, birbiriyle ilişkisi olanaksız şüpheliler-sanıklar, çok çok önemli görevlerin saygın emeklileri ve çalışanları karışık ve karanlık kişilerle birlikte gösterilerek uyandırılmak istenen kanılar ürperticidir. Önceki yılların gizli kalmış olaylarının çözülmesini, örnek olacak, ibret alınacak sonuçların elde edilmesini herkes ister. Ancak, olmayan bir şeyi olmuş göstermek amacıyla zorlamalara, senaryolara, yapaylıklara, düzenlere girmeyi kimse uygun karşılayamaz. Kimse adaletin siyasete âlet edilmesini, kullanılmasını bağışlayamaz. Bu nedenlerle çok özenli davranmak zorunluluğu açıktır. Yöntemsiz, özensiz, gereksiz uygulamalar yarardan çok zarar verir. Yakıştırmalar, dedikodular, karşıtlıklar yargısal işlemlerin nedeni olamaz. Yandaşlık ve önyargılılık yargının düşmanıdır. Siyasal iktidarın, muhalefetin durumuna ve duruşuna güvenerek sürdürdüğü aldırışsızlık bu alanda da kendini göstermiştir. Adalet Bakanı’nın görüşmelerinin içeriğine, sözde ilgisizliğine ilişkin konuşmaları yanında YARSAV için söylediklerine katılmak olanaksızdır. Hukuk tanımayan iktidarın çekindiği bir kurum ya da toplumsal güç yoktur. Yargı konuları siyasetçilerin karşılıklı atışmalarıyla değerlendirilemez. Hukuksal eleştirileri siyasal tartışmalara dönüştürmek yanlıştır. İşlemler işgüzarlıkla da yürütülemez. İktidar medyasıyla iktidar yandaşı medyada konuşup yazanların toplumu bölen, kutuplara ayıran, bilimsel ve yargısal konuları sömüren, gerçeklerle bağdaşmayan görüşleri değişik zararlara yol açacak nitelikte ve içeriktedir. Darbeye ve darbecilere karşı olmak içtenlikli yurttaşlığın gereğidir. Yeltenenleri “eski-yeni” ayırmadan birlikte yargıya teslim etmek, hepsi için eşit uygulamayı istemek gerekir. İktidar oyunlarının, rejim değiştirme ve Ilımlı İslâm çabalarının, AB ve ABD baskılarının, Ermeni ve Kürt yıkıcılıklarının karşısına çıkan ilerici, Atatürkçü ve gerçek ulusalcıları susturmak korku düzenleri oluşturanları dışarıda tutmak inandırıcı olamaz. Silâhlı Kuvvetleri tümüyle geriye itmek, kurucusu olduğu cumhuriyeti nitelikleriyle birlikte koruma ve kollama yükümlülüğünden uzaklaştırmak, güçsüz ve etkisiz göstermek için kolları sıvamak hiçbir yarar getirmez. Suça ve suçluya bilinçli karşıtlık, adalete saygı, hukuka bağlılık, yargıya güvenle başlar. Tersine davranışlarla ulusun güven ve inanının sarsılması yaşamın en tehlikeli durumudur. Siyasetçilerin konuşmalarına çok dikkat etmesi gerekir. Başbakanın soruşturmanın sonraki evrelerine ilişkin kimi olasılıklardan söz etmesi büyük bir yanlıştır.

Mahalle, park, okul baskılarıyla kuşkulara itilen toplumun siyasal amaçlı girişimlerle ayrılıklara düşmesi kaçınılmazdır. Toplumsal barışın sarsılması da ulusal yapı için en sakıncalı oluşumdur. İçimizdeki karşıtlar, işbirlikçiler kendi etkinlikelerinin artması, çıkarlarının büyümesi için bu yolda çaba harcamaktadır. Yazılar konuşmalar bunu göstermektedir. Yargının etkinliğini kaldırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Türkiye Barolar Birliği ile Ankara, İstanbul, İzmir ve birlikteliklerini açıklayan öbür baroların uyarılarına kulak verilmelidir.

Dinsel Dayanışma

İnsana, insanlığa karşı olumsuzluklara tepki vermek, inanç ve soy ayrımı gözetmeksizin gerçekleşmelidir. Dinci, ümmetçi, Şeriatçı açılımlar, mezhep ve tarikat dayanışmaları evrensel değerler ve insancıl ilkeler bağlamında arka sırada kalır. Ülkemizde siyasetin değişmez malzemesi durumuna getirilerek saygıda içtenlikten uzak kalınan din, son Gazze olayları nedeniyle yine kullanılıyor. Terörün aramızdan ayırdıkları için sesini çıkarmayanlar, şehitlerimize gereken ilgiyi göstermeyenler, din bağıyla alanlara çıkıyor. Bu yetmiyormuş gibi Millî Eğitim Bakanlığı 13 Ocak’ta tüm okullarda Filistinliler için saygı duruşu yaptırdı. Filistinliler, Araplar Türkler için ne yaptı? Ne yapıyor? Halk olarak, ulus olarak, bireyler olarak, kimi kurumlar olarak Filistin olaylarında tepki vermek ayrı, devlet eliyle ulusal saygı duruşları düzenlemek ayrı. Ölçüyü Kaçırmamak gerekir. Dine göre düzenlemeler yanlıştır.

Yerel seçimler nedeniyle kesenin ağzını açan iktidar ve yandaşı kuruluşların “yardım” adı altında oy sağlama açılımları sürmektedir. Kömür ve gıda yardımlarında önceki yıla göre belirgin artışlar ilgi çekici düzeydedir. Devlet eliyle yapılan yardımların partizanlık yansıtan biçimler ve oranları demokrasiyle bağdaşmayan çarpık anlayışları yansıtmaktadır. Deniz Feneri de korunmaktadır.

Belediye başkan adaylarının açıklanması da kimlerin ne olduğunu ve olacağını daha iyi göstermiştir. Makam için ilkelerinden ödün verip dönenler, yaranmak için yanaşanlar ve daha başkaları..

Siyasal partilerin ilgi çekmekten çok tepki çekmeleri, geleceğimiz için umut kırıcıdır. Hukukun altyapısını oluşturduğu demokrasi, hukukdışı çözümler aramakla güçlenmez. Hukuk içinde yükselme ve güçlenme çabası esenlik getirir. Sekiz yıl önce alınmış ifadelerin yitirildiği söylenen kayıtlarının televizyon kanallarına dağıtıldığı bir ortamda gizlilikten, hukuktan söz edilemez. Olmayan bir yapıyı oydurmak için her yola başvurulduğu kanısı uyanır. Çamur atarak yıpratma ve yıkma kampanyası görünümü sakıncalıdır. İfadeler inkâr da edilebilir. Onlara dayanan işlemler çöker.

Kitap

Ahmet Şahin Aksoy’un Kardanadam yayınlarından “1930” adlı yapıtı 1930’un önemli olaylarını romanlaştırarak günümüze aktarıp toplumsal belleği tazeleyen bir içerik taşımaktadır. Cumhuriyetimizin gelişmelerini belgeleyen kitaplardan biri sayılır. Okurlarımıza salık veriyoruz. Yazarını da kutluyoruz.

http://www.turksolu.com.tr/220/ozden220.htm


***