Bülent Ecevit etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bülent Ecevit etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Mart 2017 Cuma

GERÇEKLERİ SÖYLEYEN HOLLANDALI SİYASETÇİ


GERÇEKLERİ SÖYLEYEN HOLLANDALI SİYASETÇİ

Ali Serdar Bolat

17 MART 2017


Gerçekler acıdır bazan. Bize tatlı gelen yalanları dinlemekten zevk alırız çoğu 
zaman. Ve acı gerçekleri söyleyenlere kızarız, dinlemek istemeyiz onları. 
Hollanda Özgürlük Partisi Lideri Geert Wilders konuşuyor.
Duymak istemediğiniz gerçekleri söylüyor.
Türkçe alt yazılı video

http://medyaningucu.net/hollanda-nin-asiri-sagci-lideri-geert-wilders-turk-vatandaslari-icin-turkce-alt-yazili-bir-video-paylasti-hukumetiniz-sizi-kandiriyor-izleyin-paylasin-derim-1

"Bugün Türklere bir mesajım var:
Hükumetiniz, sizin bir gün Avrupa Birliği üyesi olacağınıza 
inanmanızı sağlayarak sizi kandırıyor.
Bunu unutun. Siz Avrupalı değilsiniz ve hiç bir zaman olmayacaksınız.
Türkiye gibi bir İslam devleti Avrupa'nın bir parçası olamaz.
Avrupa'nın savunduğu tüm değerler - özgürlük, demokrasi, insan hakları -
İslam ile uyumsuzdur.
Türklerin vizesiz bir şekilde Avrupa'ya seyahat etmesini de istemiyoruz.
Halk, bunu kabul eden Avrupa hükumetlerine oy vermeyerek görevden
uzaklaştıracaktır.
Türkiye, tehlikeli bir İslamcı olup İslam bayrağını taşıyan Erdoğan için oy
kullanmış bulunmaktadır. Daha fazla İslam istemiyoruz, azalmasını istiyoruz.
Bu nedenle, Türkiye, bizden uzak dur. Seni burada istemiyoruz"

****


Tabii burada küçük bir saptırma yapıyor. Sorun AKP veya Tayyip Bey değildir.
1963'den AKP'nin iktidara geldiği 2002'ye kadar geçen 39 yılda Türkiye'nin
başında Tayyip Bey mi vardı? Aksine, laik hükumetler vardı. Demek ki, AB
kapısında bekletilmemizin nedeni Tayyip Bey veya AKP değil. Neden şu:
Avrupa Birliği, kalabalık nüfuslu Müslüman bir ülkeyi tam üye yapmak istemi-
yor. Bosna-Hersek gibi 3 milyonluk bir ülke olsaydık sorun çıkmazdı.

****


Demirel, Kenan Evren, Özal, Ecevit, Çiller, Mesut, Türkeş, Bahçeli, 
Baykal, Kılıçdaroğlu, Tayyip Bey, Abdullah Gül, Davutoğlu...

1963'den beri Türkiye'yi yönetenler halkımızı hep aldattılar.
Hep gerçeklerin tam tersini söylediler:

-AB'ye gireceğiz, tam üye olacağız
-Avrupa medeniyetin merkezidir
-Atatürk Batı'yı hedef göstermişti
-Avrupa'da vizesiz dolaşacağız
-İşsizlerimiz Avrupa'da iş bulacak
-Başımızdan aşağı Avrolar yağacak

Bu söylediklerinin doğru olmadığını biliyorlardı. Geert Wilders'in söylediği gibi
halkımızı 54 yıldır kandırıyorlar. 1963'den beri... (Since 1963) Marka gibi...
Halen kandırmaya devam ediyorlar. Hepsinin partilerinin programlarında "He-
defimiz AB'ye tam üye olmak" yalanı var...

***

Türkiye'yi AB'ye aday üye yapma projesi ABD imalatıdır.
Avrupa Birliği Türkiye'yi aday üye yapmak istemeyince ABD derhal devreye
girmiş ve AB şeflerini şöyle uyarmıştı:

"Yahu siz deli misiniz? Tavuğu tam yolma kıvamına getirmişken elimizden 
kaçıracaksınız. Siz aday üye yapmazsanız gider başka kocaya kaçar.
Rusya'ya yanaşır, Avrasya'ya yanaşır. Size Türkiye'yi tam üye yapın diyen
mi var? Bağlayın kapıya, oyalayın. Elimizden kaçırırsak hem Kürdistan kur-
ma hem de Kıbrıs'ı geri alma şansımızı kaybederiz"

***

Bunun üzerine aday üye yapıldık. 
O zamandan beri AB'nin Türkiye'ye dayattığı 4 şey var

1- Türk Ordusu Kıbrıs'ta işgalcidir. Kıbrıs AB toprağıdır. Türk Ordusu çıkmalı.
KKTC işgal edilen AB toprağı üzerinde kurulmuş sahte bir devlettir.
2- Kemalizmin modası geçti. O adamın resimlerini indirin.
Dinsel örgütler sivil toplumdur, demokrasinin vazgeçilmez parçasıdır.
3- PKK ile silahlı mücadeleden vazgeçin, özerklik verin.
Etnik örgütler sivil toplumdur, demokrasinin vazgeçilmez parçasıdır.
4- Çiftçinizi desteklemeyin. (Biz size borç verelim, tarım ürünlerini ithal edin.)

Sanayinizi desteklemeyin. (Bizden yedek parça alıp montaj yapın.)
Gümrükleriniz AB ile uyumlu olsun (Gümrük Birliği=tarım ve sanayi ürün-
leriniz bizimkiler ile rekabet edemesin, bunları biz daha ucuz ürettiğimiz
için bizden almaya mecbur kalın.)

İşte halkımıza anlatılmayan Avrupa Birliği gerçeği bu.

Peki, yöneticilerimiz niçin bu tuzağa düştüler? Niçin halkımızı hep aldattılar?
Kesinlikle maddi değil, tamamen duygusal nedenlerle...


http://aliserdarbolat.blogspot.com.tr/2017/03/gercekleri-soyleyen-hollandal-siyasetci.html


19 Aralık 2016 Pazartesi

Filistinli Gerillaların Ankara’daki Mısır Büyükelçiliği Baskını


Filistinli Gerillaların Ankara’daki Mısır Büyükelçiliği Baskını


  Hatırlıyor musunuz? Ankara’daki Mısır Büyükelçiliği’ne 13.07.1979 tarihinde ‘ Filistin Devriminin Kartalları ’ adlı örgüt adına hareket eden gerillalar tarafından baskın yapılmıştı.
Burada Mısır Büyükelçisi dahil yaklaşık yirmi kişi gerillalar tarafından rehin alınmışlardı.
Ankara’daki Arap ülkelerine mensup elçilikler devreye girerek arabuluculuk yapmaya çalışmış ancak muvafak olamamışlardı.
Eylemle ilgili gelişmeleri anlatmadan önce Musul’daki rehine olayına değinmek istiyorum. IŞID eline bırakılan ‘danışıklı rehine’ olayında yalnızca konsolosluk görevlileri değil türk dış politikasının kriptolarıda gönüllü olarak bu suç örgütünün eline teslim edilmiş oldu.
Dikkat edilirse Türk dış politikası o tarihten itibaren açıkça rehin kaldı. Bu rehin alma olayı hangi tahhütler, hangi angajmanlar sözkonusu olduysa tam olarak bilemiyoruz, ancak Konsolosluk görevlileri teslim edilmekle birlikte devam etmektedir.
Buradan konumuza geçeyim. Bu hükümetin içinden geldiği gelenek ve genel anlamda türkiye sağı daha önceki bir tarihsel olayda nasıl davranmışlardı? Mısır Elçilik baskınının gerçekleştiği dönemdeki bir kaç günlük gazete yayınlarına dayanarak aktarmak istedim.
Eylemin gerçekleştiği Mısır Elçiliği civarında bulunan İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’e iletilen bildiride; ‘Türkiye, Filistin düşmanı Sedat ile tüm ilişkilerini kesmelidir. Filistin bir devlet olarak kabul edilmeli, Filistinlilerin geleceği ve kendi toprakları üzerinde hür devlet olarak varlıkları Türkiye’ce kabul edilmelidir. Mısır-ABD ve Mısır-İsrail arasındaki anlaşmalar Türkiye tarafından reddedilmelidir. Türkiye İran devrimini örnek olarak almalıdır. Lübnan köylerinde bulunan Filistinliler üzerindeki baskılar kaldırılmalıdır.’ görüşleri yer alıyordu.
Gerillaların eyleme geçmeleri ise o dönem büyük yankılar uyandıran bir başka tarihsel olayla ilgiliydi. Kısaca anımsatayım: İsrail Başbakanı Menahem Begin ve Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat 17 eylül 1978 tarihinde gizli görüşmeler ve pazarlıklar sonrasında ABD denetiminde bir barış anlaşması imzaladılar. Bu anlaşma çerçevesinde İsrail Sina Yarımadası’ndan çekilirken, Mısır İsrail’le ilk kez diplomatik ilişki kuran arap ülkesi oluyordu. Bu anlaşma sonrası her iki lider Nobel Barış Ödülü aldılar.
Filistin Devrimi’nin Kartalları adlı örgüt eylemlere başladığında FKÖ ile ilişkilendirilmekle birlikte bu ilişki FKÖ tarafından ısrarla reddediliyordu. Ankara eyleminden bir yıl önce Lefkoşe’deki Mısır ve İsrail Büyükelçiliklerini havaya uçurma girişiminde bulunmuşlardı. Kısa bir süre öncede Beyrut’taki John Kennedy Kültür Merkezi yine bu örgüt tarafından bombalanmıştı.
Filistinli eylemciler ilk yayınladıkları bildirinin ardından tercüman vasıtasıyla ‘hain Sedat’la ilişkilerin kesilmesi ve kendilerini bir arap başkentine götürecek bir uçak temin edilmesi’ ve Kahire’de bulunan iki Filistinli’nin serbest bırakılması talebinde bulundular. Ancak daha sonra yapılan açıklamalarda İran ve Kuveyt gerillaları kabul etmeyeceklerini açıkladılar.
Bu sırada Bakanlar Kurulu toplantısından çıkan Başbakan Bülent Ecevit taleplerin karşılanması konusuna ‘bir şey söyleyemem’ yanıtını vererek, bilgi almak üzere olay yerine gitmişti. Bülent Ecevit daha sonra dönemin Genelkurmay Başkanı ve 12 eylülün müstakbel faşist darbe lideri Kenan Evren’le bir durum değerlendirmesi yaptıklarını açıkladı.
Mısır Büyükelçilik yakınlarına gelen Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve Kara Kuvvetleri Komutanı Nurettin Ersin burada elçiliğe yönelik operasyon hazırlıklarını yönettiler.
Operasyon için Batman’dan 40 kişilik özel tim getirildi. Kısa süre sonra takviye olarak Diyarbakır’dan ek özel birlikler getirildi. Bunlarında yeterli olmayacağı düşünüldüğünde Batman’dan Dağ Okulu mensubu takviye özel timler getirildi. Daha sonra eylemin ikinci gününde bu kez Foça’daki Jandarma Komando Okulu’ndan özel timler aktarıldı.
Bu sırada önce Alman Hükümeti Mogadişu baskınına katılan timleri yardımcı olmak üzere göndermeyi teklif etti. Aynı şekilde İsrail Hükümeti Mısır kabul ettiği takdirde yardım edeceklerini açıkladı.
Olayların hedefindeki ülke Mısır ise ‘Ankara baskınına karışmayacağını’ açıkladı. Mısır gazeteleri olayı Kaddafi ve Esat’ın kışkırttıklarını yazıyorlar ve bu ülkeleri suçluyorlardı.
İsrail Hükümeti adına yapılan açıklamada bu ‘terör eyleminin Kreisky, ve Willi Brandt’ın Viyana’da Sosyalist Enternasyonal toplantısı’nda Yaser Arafat’la görüşmeleriyle yapılan hatadan kaynaklandığını, burada tedhişçiliğin kışkırtıldığını’ suçlamaları yer aldı.
Eylem haliyle Türkiye’de büyük yankılar uyandırdı. O dönem bir açıklamada şimdiki Erdoğan ve AKP’nin içinden geldikleri gelenek olan ‘ Milli Görüş ’ çizgisinin siyasi temsilcisi durumundaki Milli Selamet Partisi lideri Necmettin Erbakan tarafından yapılmıştı.
Erbakan açıklamasında Filistinli gerillaların bu eylemlerine ilişkin ‘ülkemiz dışarıdan gelen teröristlerin cirit attıkları bir ülke haline geldi’ diyordu.
Geleneksel devletçi Cumhuriyetçi Güven Partisi Lideri Turhan Feyzioğlu ‘türk devletine karşı cinayet işleyen silahlı tedhişçilerin kahraman ya da dost gibi görülmesi şaşkınlıkların geçmişte milletimiz pahalıya mal olduğu’ açıklamasını yaparak kınarken; MHP adına Sadi Somuncuoğlu Hükümetin üç gün boyunca olayları seyrettiğini söyleyerek ‘türk milletinin gururunun incindiğini’ belirtiyordu.
Tabi bu operasyon hazırlıkları sürerken, devrimci mücadelenin son derece yüksek olduğu koşullarda Ankara’da Filistinle Dayanışma amacıyla çeşitli yerlerde Pankartlar asılırken, kimi yerlerde destek amaçlı korsan gösteriler yapıldı.
İşgal eyleminin ikinci gününde eylemcilerle görüşmek üzere Şam’dan özel olarak THY ile getirilen dört FKÖ yöneticisi önce Dışişleri Bakanı Gündüz Ökçün ve İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’le görüştüler.
FKÖ’lü yöneticiler ‘arabuluculuk’ için geldiklerini ve ‘eylemle ilgilerinin bulunmadığını’ söylerlerken, Başbakanlık’tan bir açıklama yapıldı.
Açıklamanın son bölümünde ‘bilindiği gibi Türk ulusu, Filistin halkının kurtuluş ve bağımsızlık davasını ve ulusal haklarını içtenlikle benimseyip desteklemektedir. (…) FKÖ’nün tepkisi ve yaptığı girişim bir iyiniyet kanıtı olarak değerlendirlmiş ve memnuniyetle karşılanmıştır.’ görüşüne yer veriliyordu.
FKÖ’lü yöneticiler, yanlarında İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş olduğu halde Büyükelçiliğin arkasındaki bulunan Elçilik konutuna gerillalarla konuşmaya gittiler. Daha sonra Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun aynı şekilde FKÖ heyeti yanlarında olduğu halde gerillalarla telefon görüşmeleri yaptılar.
Gerillalar daha sonra FKÖ yöneticilerinin telkinleriyle teslim oldular. Gerillalar teslim olurlarken ‘yaşasın Filistin, Viva Türkiye’ sloganları attılar.
Dışarı çıktıklarında Hasan Fehmi Güneş’in elini sıkarak öptüler. İşte bu tavır Türkiye’de tartışmaların ve zaten amansızca süregiden anti-komünist kampanyanın dozunu arttırdı.
Başbakan Bülent Ecevit İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’in gerillalar tarafından öpülmesini övgü ile karşılıyorum’ diyerek, ‘olaydan sonrada insanca yaklaşımından ötürü kutladı’.
Eylemin sonuçlanmasından sonra FKÖ’lü yetkililerden biri olan Abu Firas ‘türk hükümetinin çağrılısı olarak geldiklerini, görevlerinin kan dökülmeden arabuluculuk yapmak olduğunu ve görevlerini başarıyla tamamladıklarını’ açıkladı.
Daha sonra Hükümet tarafından FKÖ’nün Ankara’da bir hafta içerisinde temsilcilik bürosu açmasına karar verildiği açıklandı.
Ara bir not olması açısından belirtmem gerekiyor; basında yer aldığına göre, FKÖ’nün bu eylemden bir iki yıl öncesinde MC Hükümeti döneminde Ankara’da temsilcilik açma girişimi reddedilmiş, bu sırada temsilcilik açmak amacıyla Ankara’ya gelen FKÖ üyeleri MİT tarafından sınır dışı edilmişlerdi.
İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’in Filistinli gerillalara sarılması, özellikle Tercüman önderliğinde sağ basının yoğun nefret kampanyasına neden olmuştu.
Ana muhalefet Lideri Süleyman Demirel, ‘canileri kucaklayıp öpen bir İçişleri Bakanı bir gün dahi görevde kalamaz’ diyerek ‘teröristleri makam arabasıyla götürmesini skandal’ olarak nitelendirmişti. Sonrasında konuyu Meclis’te tartışma konusu yapmışlardı.
Şimdiyse ana muhalefette yer alan CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun Konsolosluk görevlierininserbestbırakılmaları nedeniyle Başbakan Davutoğlu’nu telefonla arayıp kutladığı haberleri yer aldı.
Resmi/sivil faşist çetelerin tüm türkiye’de kol gezdikleri, katliamlar düzenledikleri, yanısıra İsrail’in sınırsızca saldırı ve katliamlarını sürdürdüğü ve Orta Doğu’yu kan gölüne çevirdiği koşullarda, Hasan Fehmi Güneş’in gayet insancıl bir reaksiyonu, bir anda anti-komünist kampanyanın bir parçası haline getirilmişti.
Son derece normal bir davranıştan nasıl da faydalanma alçaklığını göstermeye kalkıştılar.
IŞID gibi milyonlarca insanın kaderleriyle oynayan bir suç şebekesinin elinde ‘anlaşmalı rehine’ olarak bırakılan Musul konsolosluğundaki 49 görevlinin serbest bırakılmaları sürecinde ve sonrasında Erdoğan başta olmak üzere ‘ Çakma ’ başbakan Davutoğlu ve diğerleri nasıl bir utanmazlık, ve küstahlık sergilediler.
Her an bir ‘pislik’ çıkarmaya hazır ‘şirretlikle’, kendi görevlileri hakkında ‘ihmal’ vb. türü haber ve yorumların yayılmasına dahi bilinçli olarak ‘göz yumarak’ IŞID’a verdikleri desteği ve ‘ Diplomatik Müzakerelerini ’  sahiplenince içinden geldikleri geleneğin ve genel anlamda türkiye sağının Mısır Elçiliği baskını nezdinde Filistin ‘davası’ndaki tutumunu hatırladım.
O dönemlerde yaptıkları tek şey, tıpkı bugün yaptıkları gibi, gizlice Amerika’yı ve İsrail’i destekleyerek, Filistin şehitlerinin ‘ruhlarına fatiha okuyup’, ‘gıyabi cenaze namazı’ kılmak ve ‘yüz kez Kurana el basıp, yüz kez yalan söylemek’ti.
Birde unutmadan devrimci mücadelenin son derece yüksek olduğu koşullarda Filistin’li gerillaların eylemi sonlandırmaları nın bir gün sonrasıydı, 18 temmuz tarihli gazetelerde ‘ Nikaragua diktatörü Somoza’nın kaçtığı ’ haberleri yer alıyordu.
O başarının bizi devrime bir adım daha yaklaştırdığını hissediyorduk.
2014-09-24 Ahmet Akif Mücek
***

13 Aralık 2016 Salı

ABD, Türkiye İçindeki 40 Yıllık Derin Örgütünü Kaybeder mi?



ABD, Türkiye İçindeki 40 Yıllık Derin Örgütünü Başarısız Bir Darbeyle Kaybeder mi?




TEVFİK BİR,

23 Temmuz 2016 Cumartesi,



ABD, Türkiye İçindeki 40 Yıllık Derin Örgütünü Başarısız Bir Darbeyle Kaybeder mi?



Devlet içerisinde kripto şekilde ilmek ilmek örgütlenmiş bir yapı. 1950'liler ile oluşmaya başlıyor, 1970'li yıllarda Nurcu/Işıkçı evlerinin olduğunu biliyoruz.       “ Haliçte Yaşayan Simonlar ” kitabının yazarı Eski emniyet Müdürü Hanefi Avcı 1970'li yıllarda onların evlerinde kaldığını itiraf ediyor.

ABD, o yıllarda nurculuk adıyla bir yapı kurmaya başlıyor ve daha sonra bu yapının merkezine kendi etki ajanı Fethullah Gülen'i yerleştiriyor.

1980 darbesi ertesinde, Kenan Evren'li yıllarda ve artık bilhassa Turgut Özal'lı yıllarda cemaatin devletin içinde etkin ve güçlü bir biçimde kadrolaştığını görüyoruz. 1980'li yıllarda Siyasal İslamın da el vermesiyle çeşitli kurumlara giriş sınav sorularının “mürit”lere verildiğini artık itiraflarla da okumaya başladık. ABD'nin uzun vadeli operasyonu kapsamında, aynen denildiği gibi bir “paralel devlet yapılanması” oluşmaya başladı ve bugünlere geldik.

Fethullahçı mekanizma kendini sağlama almış durumda. Kuleli Askeri Lisesi'nde okuyan devletine bağlı cumhuriyetçi Atatürkçü bir öğrenci kimi arkadaşlarının Fethullaçı olduğunu fark etse ve bu durumda çeşitli rütbelerdeki subay öğretmenlerine dahi güvenmeyerek doğrudan okul komutanının yanına çıksa durumu arz etse, Komutan “tamam evladım, durum kontrolüm altında, endişe etme sen” diyecek ve aslında askeri öğrenci kendi ipini çekmiş olacaktı. Öğrenci bununla yetinmeyerek durumu tuğgenerale söylese yada ondan da şüphelense yukarı çıka çıka orgenerale ulaşsa ve dese ki “Komutanım, okul komutanımız, şu şu tuğgeneralimiz, korgeneralimiz de işin içinde”. Orgeneral kararlı bir ifadeyle “gereği yapılacaktır” diyecekti, ama nafile.Öğrencinin durumu ihbar edebileceği hiçbir rütbeli/yetkili yada mekanizma kalmamıştır. Sistem, kontrol mekanizmaları da dahil ele geçirilmiştir.

Aynı hikayeyi polis için de, bir istihbarat mensubu için de, maliyede çalışan bir müfettiş için de geçerlidir, örnekleri çoğaltmak mümkün.

MGK'da karar alıcı ve alınacak kararlar hakkında diğer üyeleri etkileyici pozisyonda bulunan orgeneraline, hava kuvvetleri komutanına kadar, valisine kaymakamına, genel müdürüne müsteşarına, emniyet müdürüne daire başkanına jandarma alay komutanına mit mensubuna kadar. Bu yapı, devletteki "karar alıcı" elemanları-müritleri vasıtasıyla devlet adına kararlar almış, kimi kararları da devlet aleyhine ABD lehine değiştirmiştir.

Turgut Özal, Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli, Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan hepsi bir şekilde bu f-tipi elemanlar vasıtasıyla bu yapının çemberinde kalmıştır, sırlarının da gitmemesi gereken yerlere ulaştırıldığını anlayabiliyoruz. Devletin alacağı gizli kararlar dahi dinlenmiştir. Genelkurmay Başkanının odasındaki konuşmalar, alınan kararlar ve yapılan gizli görüşmeler, 40 yıldır pek çok devlet sırrı ABD'ye akmıştır.

Detaylı yazmaya gerek yok, küçük çaptaki Fethullahçı torpilli yükselmeler hemen herkesin etrafında yaşanmış, şahit olduğumuzolaylar. Büyüklerinin varlığını ise 15 Temmuz 2016 ile hepimiz gördük.

Peki, 15 Temmuz darbesiyle ne yapılmak istendi? Biraz düşünelim. Darbenin amacı cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı öldürmek ve/veya yönetimi ele geçirmek miydi? ABD, Tayyip Erdoğan'ı öldürmek isterse sanırım bunun için topyekün bir darbe yapmasına gerek yoktur. Turgut Özal'ı hatırlamak yeterli.

Peki ABD darbe vasıtasıyla Türkiye'nin yönetimine el koymak isterse? Bunu yapmak için Fethullahçılara muhtaç mıdır? 28 Şubat döneminde değildi, bence yine değildi. Darbe dışı yollarla bile Erdoğan hükümetini devirebilirdi.

Ayrıca ABD, bir darbe uğruna neden 40 yıllık Türkiye derin işgalini tehlikeye atsın. Genelkurmay başkanının odasına bile çok rahat böcek yerleştirebilen, orgeneralleri valileri olan bir yapı, devletin her türlü gizli bilgisine istediği gibi erişebilen, Kozmik Oda'ya savcıyı sokmayı bırak zaten kozmik bilgileri devletin yetkilileri aracılığıyla alabileceği anlaşılan bir yapı, 40 yıllık Pentagon-CIA operasyonu (projesi denilemez çünkü gerçekleşmiş ve görevde olan bir yapıdır, istihbarat tabiriyle operasyondur) bir darbe uğruna tehlikeye atılır mı? 40 yıldır bu denli başarılı Fethullah operasyonunu yöneten, daha önce de Türkiye darbelerihep başarılı olan ABD, 40 yıllık Fethullah operasyonunu deşifre etme pahasına darbe başlatacak ve bu darbe girişim aşamasında başarısız kalacak!

Ben buna ikna olmadım. Ben bunun ABD tarafından gerçekleştirilmiş şov/tiyatro/maske olduğunu düşünüyorum. Evet ABD, Fethullah cemaati ile mevcut hükümete darbe gerçekleştirmek istedi ancak bunu başarısızlık üstüne kurdu. Fethullahçılar deşifre oldu ve hükümet bunları kadrolardan temizlenmeye ve cezalandırmaya başladı. İşte sanırım ABD de tam olarak bunu istiyordu.

İşte bundan sonra bu gelişmeler üstüne yürüyecek esas ve çok daha büyük, hayallerin ötesinde bir operasyonu olacağını düşünüyorum. 40 yıllık Fethullah operasyonunun deşifre olmasına değecek olan şey bir darbe değil, başarısız sonuçlanacak darbe sonrası yaşanacak yeni ve büyük bir operasyondur.

Döneminin en büyük uyuşturucu kaçakçısı Kolombiyalı Pablo Escobar'ın ABD kıyılarında tam 2 ton kokaini yakalanır. Bu ABD polisinin tek seferde yakaladığı tarihinin en büyük uyuşturucusudur. Polisler ertesi gün gazetelerde televizyonlarda kahraman ilan edilir. O polislerin ve ABD halkının bilmediği bir şey vardır. Aslında o uyuşturucuyu Pablo Escobar bilerek yakalatmış ve dikkatleri oraya çektiği esnada ABD'ye denizden tam 20 ton kokain sokmuştur. Bu da Pablo'nun kendi rekorudur.

ABD'nin yeni operasyonun hedefinde Türkiye'nin olacağı kesin. Ama ne için hangi yolla kimler aracılığıyla neler planladılar, bunun yanıtını görmek için Pentagon ve CIA'ye bakmak gerekiyor.

Ve, bu yeni operasyonu uygulamak adına ve Fethullahçıların darbeyi başlatmaları adına Pentagon ve CIA'de Türkiye üstüne çalışan ve buna karar kılan ekip ve evet diyen birim müdürleri/şefleri, kesinlikle bu operasyon ve planları son aşamada ABD Başkanı Barack Obama'ya sundular ve onayı aldılar. Başkan'dan onaysız darbe girişimi asla başlatılamaz.

Eğer amaçları göründüğü gibi sadece “Türkiye'de mevcut hükümeti yıkıcı bir darbe” ise, başarısız olmasından ötürü ve Türkiye içindeki derin yapılarının deşifre ve tasfiye olmalarından ötürü ekibin bu birimden alınması ve müdürün/şefin koltuğunu kaybetmesi kaçınılmazdır. CIA'de ilgili birimde bir müdür değişikliği olmazsa, ki bunu sanırım Türkiye fark edebilir/öğrenebilir, operasyonun iddialarım doğrultusunda devam ettiğinin ipucudur.

Devlet buna karşı hazırlık yapmalı, Türk Milleti ise uyanık ve cesur olmalıdır. Düşman bizi öldürebilir, yavaşlatabilir ama asla yenemeyecektir. Zamanında kitabımda da yazdığım şekliyle “Dış Tehdit ABD”dir.



9 Mart 2016 Çarşamba

Bush, Türkiye’ye Irak’ta PKK’ya Saldırması için Yeşil ışık Yaktı



Bush, Türkiye’ye Irak’ta PKK’ya Saldırması için Yeşil ışık Yaktı



Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar

Yazı Kurulu
28 Kasım 2007

İngilizce’den Çeviri (10 Kasım 2007)
ABD Başkanı George W. Bush ve Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, 5 Kasım’da Washington’da, çok büyük sarsıntılar yaşamış olan Irak’ta, yeni bir Suç işlemek konusunda anlaşmaya vardılar. Türk ordusu, ABD’nin sağlayacağı lojistik destekle, kuzey Irak’taki Kandil Dağları’nda saklanmakta olan PKK (Kürdistan İşçi Partisi) üyelerine karşı harekete geçecek.
Bush, Erdoğan’a, Türkiye’ye PKK’nın kampları ve hareketleriyle ilgili ABD istihbaratı sağlanacağı sözünü verdi. Türk basını bunu " Askeri saldırı için yeşil ışık yakıldığı " şekilde yansıttı ve Erdoğan, Bush’la yaptığı görüşmenin ardından, Irak’taki PKK mevzilerine karşı harekâtların başlatılacağını açıkladı.
Erdoğan - Bush görüşmesinin öncesinde, haftalarca süren bir propaganda savaşı ve bir dizi diplomatik çekişme yaşandı. Türk generaller kuzey Irak’a yönelik bir saldırı düzenlenmesi için aylardır baskı yapıyorlardı. Generaller PKK sorununu, sağcı milliyetçi güçleri AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi) hükümetine karşı seferber etmek için kullandılar.

Türk hükümeti, PKK savaşçılarıyla giriştikleri çatışmalar sonucunda bir düzineden fazla Türk askerinin öldürülmesinin ardından, en sonunda, üst düzey komutanların baskısına boyun eğdi. AKP’nin büyük bir çoğunluğa sahip olduğu meclis, 17 Kasım’da, büyük bir çoğunlukla, sınır ötesi bir harekâta onay verdi. Türk ordusu sınıra 100.000 asker yığmış ve kuzey Irak’taki hedeflere savaş uçakları ile ağır silahlar kullanarak saldırmaya başlamış durumda.
Türk medyası yalnızca PKK’yı değil, fakat aynı zamanda kuzey Irak’taki Kürtleri de hedef alan, isterik milliyetçi bir kampanya yürütüyor. Yüksek tirajlı Hürriyet gazetesi 22 Kasım’da, kuzey Irak bölgesel yönetimi lideri Mesut Barzani’yi, "Amacımız, oradaki ‘Kürt rüyasını’, ‘Türk kâbusuna’ çevirmektir" ve "[bunun] neticesi yirmi yıl geriye gitmiş bir Kuzey Irak’tır," diyerek tehdit etti.
Başbakan Erdoğan, Irak hükümetinin ve ABD işgal güçlerinin PKK’ya karşı, örgütün kamplarını kapatarak ve liderlerini Türkiye’ye teslim ederek derhal harekete geçmemeleri durumunda, bunu büyük bir Türk saldırısının izleyeceğini açıkladı.
Irak hükümeti ilk başta bunu reddetti. Kendisi de bir Kürt olan Irak Devlet Başkanı Celal Talabani, iki hafta önce, Irak’ın Türkiye’nin sorunlarını çözemeyeceğini söylemişti. Talabani, " PKK liderlerinin Türkiye’ye teslim edilmesi asla gerçekleşmeyecek olan bir rüyadır," dedi. Kuzey Irak bölgesel yönetimi Milisleri [Peşmergeler - İçin.] Türkiye’yi, İstilacı Türk Askerlerine karşı direnmekle tehdit etti.

ABD yönetimi Irak’taki en önemli müttefiki olan Iraklı Kürtler ile bölgedeki en önemli NATO üyesi ülke olan Türkiye’nin karşı karşıya gelmesini önlemeye çalıştı. Washington böyle bir askeri harekâtın, işgal altındaki ülkede bir ölçüde sakin bir görünüme sahip tek bölge olan kuzey Irak’ı istikrarsızlaştırabileceğinden korkarak, Ankara’ya saldırıda bulunmaması için baskı yaptı.

Irak’a ABD askeri ikmalinin büyük bölümü Türkiye üzerinden gerçekleştiriliyor. ABD ile Türkiye arasında yaşanacak açık bir çatışma, aynı zamanda, Washington’un giderek daha sıcak baktığı görülen İran’a karşı bir savaşın önünde de bir engel oluşturacak.

Buna karşılık Türk hükümeti kendi çıkarttığı cini şişeye geri sokabilecek durumda değildi. Irak’ın istilası için mecliste yapılan oylama, hükümeti, giderek daha fazla Amerikan karşıtı bir tonla PKK ile hesaplaşılması konusunda ısrar eden ultra-milliyetçilerin rehinesi haline getirdi. Şu anda Türkiye, bütün dünya ülkeleri içinde ABD hakkında en olumsuz düşünen ülke olarak kabul ediliyor. Bir Amerikalı kuruluşun yaptığı bir araştırmaya göre, Türklerin yalnızca yüzde 9’u ABD’ye olumlu bir gözle bakıyor.

ABD, nihayet geçtiğimiz hafta sonunda, Türklerden gelen baskıya boyun eğdi. PKK’ya karşı girişilecek harekât, İstanbul’da toplanan Irak’a komşu ülkeler arasındaki üst düzey bir konferansın ana konusuydu. Konferansa katılanlar arasında, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un yanı sıra, BM Güvenlik Konseyi’nde veto yetkisini elinde bulunduran ülkelerin dışişleri bakanları ve Alman dışişleri bakanı Frank-Walter Steinmeier dahil, G-8 devletlerinin dışişleri bakanları yer alıyordu.
Rice, Türk hükümetini ABD’nin PKK’yı terörist bir örgüt ve ortak düşman olarak gördüğü konusunda temin etti ve bu örgüte karşı mücadelede destek sözü verdi.
Konferans, Irak’ta yaşanan veya Irak topraklarından komşu ülkelere karşı girişilen bütün terörist eylemleri kınayan bir karar önergesini kabul etti. Bu karar önergesi PKK’ya karşı yapılacak bir Türk askeri saldırısına verilmiş, üzeri çok az örtülü bir izin olarak yorumlanıyor.
Spiegel on-line, şu anda ABD için başlıca sorunun, "Türk askeri harekâtının sınırlı ve sıkı sıkıya kontrol altında tutulan bir harekât olmasını sağlamak," olduğu yorumunu yaptı.Spiegel on-line, "Türk ordusu ile kuzey Irak’taki Kürt milisleri arasında çatışmaların yaşanmaması için, askeri harekâtın, mümkün olduğu yerlerde, Kürt bölgesel yönetimiyle eşgüdüm içinde yürütülmesi gerektiği"ni ekledi.
ABD aynı zamanda durumu yumuşatmak için, PKK ve kuzey Irak bölgesel hükümeti üzerinde de baskı uygulamakta. Kuzey Irak polisi iki şehirde, televizyon kameralarının karşısında PKK bürolarını kapattı.
PKK birkaç hafta önce esir aldığı sekiz Türk askerini serbest bıraktı. Askerlere Türkiye’ye dönüşlerinde bizzat Irak’taki ABD güçlerinin komutanı General David Petraeus eşlik etti.

Erdoğan’la Bush arasındaki görüşme Ankara’da varılmış olan anlaşmaları pekiştirmeye hizmet etti.

BM’nin, G-8’lerin ve Bölgesel güçlerin onayıyla İstanbul’da PKK’ya karşı varılan mutabakat, Irak savaşı bağlamında işlenmiş olan sayısız suçun üzerine bir yenisini ekliyor. ABD’nin desteğiyle gerçekleştirilecek Türk askeri saldırılarının kurbanları Irak’a sığınmış olan PKK savaşçılarıyla sınırlı kalmayarak, daha geniş ölçekte hem Irak’taki ve Türkiye’deki Kürt nüfusu hem de Türkiye işçi sınıfını kapsayacaktır.

Kürtler, ABD ile Türkiye arasındaki gerilimlerin - geçici olarak - azaltılabilmesi için, piyonlar gibi kurban edilecekler.

Dünya Sosyalist Web Sitesi, Türkiye ve ABD tarafından PKK’ya karşı girişilecek saldırıya kesin bir biçimde karşı çıkıyor. PKK terörist bir örgüt değil, Kürt halkının on yıllardır gördüğü ve bugün de devam etmekte olan baskılar nedeniyle etkinlik ve destek sağlamış olan, kitlesel desteğe sahip milliyetçi bir örgüttür.
PKK’ya karşı alınan tutumun sinikliği, ABD’nin PKK’yı teröristler olarak yaftaladığı halde, aynı zamanda PKK ile yakın işbirliği içindeki İranlı Kürtlerin bir örgütü olan PJAK’ı destekliyor olması gerçeği tarafından ortaya konuyor. PJAK, İran’a karşı faaliyetlerini Kandil Dağları’ndan yürütüyor. Washington’un hangi silahlı grupları "terörist örgütler" olarak yaftalayacağı ve baskı altına alacağı ve hangilerini "özgürlük savaşçıları" olarak göreceği ve destekleyeceği bütünüyle ABD emperyalizminin güncel dış politika çıkarlarına bağlıdır.
Türkiye’nin PKK’ya karşı planladığı askeri saldırılar bütün Kürt halkına boyun eğdirmeyi amaçlamaktadır. Bu saldırılar kaçınılmaz bir biçimde sivil halkı da etkileyecek ve Afganistan’ı ve Irak’ın geniş kesimlerini tahrip etmiş olan şiddeti ve yıkımı yeni bölgelere doğru yayacaktır.
Yerel halkın, önde gelen Kürt politikacıların rızası olsa bile, bir Türk askeri istilasını uysalca kabul edip etmeyeceği şüphelidir. Kürt halkı ile kuzey Irak’a egemen olan iki parti -Irak devlet başkanı Celal Talabani’nin Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ve kuzey Irak bölgesel yönetimi başkanı Mesut Barzani’nin Kürdistan Demokratik Partisi (KDP)- arasındaki ilişkiler gergin durumda. Her iki parti de aşiret yapılarını temel almakta ve dar bir seçkin grubunun çıkarlarını temsil etmektedir.
Kürt karşıtı şovenizmin zehri Türkiye içinde siyasi atmosferi kirletiyor. Generaller birbiri ardınca siyasi yenilgiler yaşadıktan sonra, PKK’ya karşı kampanya temelinde bir kez daha üstünlüğü ele geçirdiler. AKP yazın yapılan seçimleri, birçok seçmen onu ordu karşısında demokratik bir karşı ağırlık olarak gördüğü için kazandı. Şimdi Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül orduya açık bir çek vermiş ve kendilerini generallerin ellerine teslim etmiş durumdalar.
PKK’ya karşı yürütülen kampanya sırasında Kürtlere karşı başlatılan cadı avı, AKP hükümeti tarafından Türkiye’deki Kürt nüfusa tanınmış olan sınırlı kültürel hakları tehlikeye atıyor. Türkiye’de son günlerde Kürtlere ait bina ve işyerlerine karşı pogrom tarzı saldırılar düzenlendi. Yurtdışında yaşayan Türklerle Kürtler arasında da çatışmalar yaşandı. Berlin’de milliyetçi Türkler bir Kürt kültür merkezine saldırdılar. Geçtiğimiz hafta sonu Almanya’da, Irak’a yönelik bir Türk saldırısını destekleyen ve karşı çıkan ayrı ayrı gösterilere binlerce insan katıldı.
Bununla birlikte bizim PKK’ya yönelik saldırıya karşı çıkıyor olmamız, onun milliyetçi politikalarını ve yöntemlerini desteklediğimiz anlamına gelmiyor. PKK’nın Kürt halkının tarihsel ezilmişliğine verebileceği bir cevabı bulunmamaktadır; kullandıkları yöntemler Ankara’daki yönetici seçkinin Türk ve Kürt kitleler arasına bir kama sokmasını kolaylaştırmaktadır; PKK pek çok kez Türk hükümetiyle ilkesiz anlaşmalar yapmaya çalıştı ve hatta Irak’a yönelik Amerikan istilasını memnuniyetle karşıladı.

Milliyetçiliğin çıkmazı


Kürtler ilk kez büyük güçlerin ve Ortadoğu’daki bölgesel güçlerin entrikalarının kurbanı olmuyorlar. Kürtlerin tarihi bu tür trajedilerle doludur. Bu tarih, burjuva milliyetçi bir perspektif bağlamında ulusal baskının yol açtığı sorunları çözmenin ve demokratik devrimin görevlerini yerine getirmenin olanaksızlığını ortaya koymaktadır.
Bugünkü Ortadoğu’da devletlerin sınırları, Birinci Dünya Savaşından sonra, muzaffer emperyalist güçler tarafından, Osmanlı İmparatorluğu’nun kalıntıları üzerine çizilmiştir. Britanya ve Fransa, daha 1916’da, gizli bir anlaşma ile (Sykes-Picot Anlaşması), kendi etki alanlarının sınırlarını belirleme konusunda anlaşmaya varmışlardı. Onlar Sevr Antlaşması’nda (1920), farklı halkları birbirlerine karşı kullanarak ve kayırdıkları egemen aileleri iktidara getirerek, keyfi bir biçimde çöllerin ve dağların üzerinden geçen sınırlar çizdiler.
Britanya İmparatorluğu, daha savaştan önce, zengin petrol yatakları bulunan Musul’u kontrol edebilmek için, Kürtleri Osmanlı İmparatorluğu’na karşı kullanmaya çalıştı. Sevr Antlaşması, Kürtlerin kendi devletlerine sahip olmasını, aynı zamanda Ermeniler için de bir devlet kurulmasını öngörüyordu. Türkiye’ye ise küçük bir toprak parçası bırakılıyordu.
Mustafa Kemal’in (Atatürk) önderliğindeki Türk milliyetçileri buna karşı ayaklanarak, üç yıl süren bir kurtuluş savaşıyla Sevr Antlaşması’nın yeniden gözden geçirilmesini sağladılar. Musul eyaletini kontrolü altındaki Irak’a eklemeyi başaran Britanya, şimdi artık Kürtlere olan ilgisini yitirmişti.
Türkiye’nin bugünkü sınırları işte bu şekilde ortaya çıktı. Şu anda sayıları 26 milyonu bulan Kürtler kendi devletlerini kuramadılar. Türkiye, İran, Irak ve Suriye arasında bölünmüş bir halde, sık sık vahşi baskılara maruz kaldılar.
Kemalistler, içinde çok çeşitli halkların ve dinlerin yüzyıllarca bir arada yaşamış olduğu, dağılmakta olan Osmanlı İmparatorluğu’nun sorunlarına demokratik bir çözüm sunamadılar. Kurtuluş savaşı devasa halk gruplarının ülkeden sürgün edilmeleri ve başka yerlere yerleştirilmeleri ile sona erdi.
Bir buçuk milyon Yunanlı Türkiye’yi terk etmek zorunda kalırken, yarım milyon Türk Yunanistan’ı terk etti. 1915’de zaten bir milyondan fazla Ermeni ya öldürülmüş ya da sürgün edilmişti.
Türkiye nüfusunun yaklaşık olarak beşte birini oluşturan Kürtler hiçbir azınlık hakkı elde etmediler. Çağdaş Türkiye’de yalnızca "Türkler" olacaktı. Kürt kültürünün tanınmasını veya Ermenilere karşı girişilmiş olan soykırımın kabul edilmesini istemek, bugüne kadar, devlet tarafından çok sert bir biçimde cezalandırılmakla sonuçlanabilmektedir.
Yerleşik sınırların değiştirilmesine yönelik bütün girişimler kanlı çatışmalarla sonuçlandı ve emperyalist güçlerin işin içine karışmaları tehlikesini doğurdu. Kendi bağımsız Kürt devletini kurmak isteyen milliyetçi Kürt partileri, çeşitli emperyalist çıkarların gönüllü maşaları olduklarını tekrar ve tekrar kanıtladılar. Bu yalnızca geleneksel aşiret yapılarına derinden bağlı olan ve dolayısıyla özellikle kolayca yönlendirilebilen Barzani’nin KDP’si ve Talabani’nin KYB’si için değil, fakat aynı zamanda, kökleri Maoizm ve Stalinizmde olduğundan, ulusal soruna sınıf sorunu karşısında mutlak öncelik atfeden PKK için de geçerlidir.

KDP ve KYB


Bu iki en büyük Iraklı Kürt örgütünün tarihi, bir entrikalar ve ihanetler tarihidir. Her iki örgüt de amaçlarına, büyük ya da bölgesel güçlerden birine ya da ötekine hizmet ederek ulaşmaya çalıştılar. Bu, onları yalnızca bölgedeki diğer halklarla çatışmaya sürüklemekle kalmadı, fakat aynı zamanda bizzat Kürt ulusal hareketinin bölünmesine de yol açtı.
Kürt grupları bölgesel çatışmaların çoğunda, çatışma hatlarının her iki tarafında da yer aldılar. Kürtlerin bölgesel güçlere karşı verdikleri savaşlar, aynı zamanda, hemen hemen her zaman Kürtler arası iç savaşlardı. Kürtler kendi rollerini oynadıklarında, bir kez daha kendilerine hamilik yapan güçler tarafından terk edildiler. Kürt halkı bunun için çok ağır bir bedel ödedi.
Özellikle Körfez ülkeleri -İran ve Irak- arasındaki çatışmalarda ABD emperyalizmi tarafından teşvik edilen Kürtler kullanışlı bir manevra aracı oldular ve ölüme sürülen azap askerleri işlevini üstlendiler. Bugünkü bölgesel Kürt yönetiminin başkanının babası olan Mustafa Barzani, 1960’larda ve 1970’lerde, kendilerine büyük miktarda silah ve para sağlayan İran Şahı’nın, CIA’nın ve İsrail’in desteğiyle, Bağdat’taki milliyetçi Baas rejimine karşı savaştı. Bunun karşılığında Barzani, isyan eden İranlı Kürtlerin zor kullanılarak bastırılmasında Şah’a destek verdi.
Şah ve Baas rejimi 1975 yılında Cezayir’de yapılan bir OPEC konferansı sırasında, aralarındaki anlaşmazlıkları şaşırtıcı bir biçimde hallettiler. Şah, Iraklı Kürtlere verdiği desteği kesti, sınırı kapattı ve Barzani’nin savaşçılarının gerek silah ikmal gerekse de geri çekilme hatlarını kesti. Bunun sonucunda Barzani’nin isyanı bütünüyle çöktü ve Iraklı Kürtler korkunç bir baskıya maruz kaldılar.
Kürtler 1980-1988 İran-Irak savaşında her iki tarafta da savaştılar (İranlı Kürtler ve Talabani’nin Iraklı KYP’si Irak’ın yanında, İran’ın safına geçmiş olan Barzani’nin KDP’sine karşı). KDP bir kez daha İranlı Kürtlerin bastırılmasında doğrudan rol oynadı.
Hem Tahran hem de Bağdat şimdi artık kendi ülkelerindeki Kürtlere karşı kullanabilecekleri askerleri bunun için harekete geçirdiklerinde savaş daha yeni sona ermişti. İntikam şiddetli ve kanlı oldu. Irak’ta, Halepçe’de 5.000 sivil bir zehirli gaz saldırısının kurbanı oldu. 160.000 kadar Kürt, Irak’tan Türkiye’ye ve İran’a kaçmak zorunda kaldı.
1991 Körfez Savaşı sonrasında, KDP ve KYP, Iraklı Kürtlerin kaderini bütünüyle Amerikan emperyalizminin kaderine bağladı. Irak’ın kuzeyinde dayatılan uçuşa yasak bölge onlar için geniş ölçekli bir özerklik sağlamalarını mümkün kıldı.
KDP ve KYP, 2003 Irak savaşı sırasında Amerikalı saldırganın yanında yer aldılar ve o zamandan beri işgal rejiminin en önemli payandası oldular. Körfezin petrol rezervlerini kontrol altına almaya çalışan bir emperyalist güçle kurulan bu ittifak, Irak halkına ölüm ve yıkım getirdi ve İran’a karşı hazırlıkları yapılan -ve dolayısıyla derin nefret uyandıran- savaş, Kürt halkı için daha da trajik sonuçlar yaratacaktır.

PKK


PKK’nın kökleri 1960’ların ve 1970’lerin öğrenci protesto hareketlerine uzanmaktadır. Türkiye, hızlı bir sanayileşme döneminin ardından, bir işçi mücadeleleri dalgasına ve 1968 sonrasında gençliğin radikalleşmesine tanık oldu.
Üniversitelerde, Mao’nun, Che Guevara’nın öğretilerini ya da Vietkong gerilla taktiklerini izlediğini öne süren, sayısız milliyetçi örgüt aktif durumdaydı. PKK işte bu hareketin içinden doğdu.

PKK, Kürt ve Türk işçi sınıflarının yönetici seçkine karşı ortak bir mücadele vermesine - ki bu o zaman tamamen mümkün olan bir şeydi- karşı çıktı. PKK bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasını talep etti ve işçi sınıfının ve köylülüğün toplumsal mücadelelerinin, önceliği ulusal mücadeleye terk etmesi gerektiğinde diretti. PKK’nın kuruluş programı ulusal sorunun mutlak önceliğini vurguluyordu: program " Ulusal çelişkiler çözümlenmediği sürece, diğer hiçbir sosyal çelişki çözülemez," diye beyan ediyordu.

PKK, asıl olarak Türk devletinin insanlıktan uzak baskılarının bir sonucu olarak bir yandaş grubu kazanabildi. Sosyal Demokrat Bülent Ecevit hükümeti işçi sınıfı ve gençlik içinde yükselmekte olan militanlaşma dalgasının önünü kesebilmek için ulusal şovenizmi teşvik etti. Ecevit, 1978 yılında, Kürt illerinde sıkıyönetim ilan etti.

Ordu 1980’de iktidarı ele geçirdi ve her türlü muhalefete karşı acımasız bir terör uyguladı. Baskı, tutuklama ve işkencenin çoğu kez herhangi bir nedene bağlı olmadan yapıldığı Kürt bölgelerinde, özellikle çok şiddetliydi. 12 yaşındaki çocuklar bile kötü muameleye maruz kaldılar.

PKK, FKÖ ile yan yana savaştığı Lübnan’a gitti ve Suriye’nin kontrolündeki Bekaa Vadisi’nde eğitim kampları kurdu. Örgütün lideri Abdullah Öcalan, varlığına Suriye rejimi tarafından göz yumulduğu Şam’da yaşadı.

PKK, 1984 yılında, Türk ordusuna karşı silahlı bir mücadele başlattı ve ordu buna son derece acımasız bir biçimde karşılık verdi. 1990 yılına gelindiğinde 2,500 Kürt köyü boşaltılmış ve halkı zorla göç ettirilmişti. Türk hükümeti, PKK’ya karşı kullanılan Sözde " Köy korucularını "  Rüşvet ve tehdide başvurarak silah altına aldı. Savaş toplam olarak 35.000 insanı kurban aldı.

Sovyetler Birliği’nin çökmesi ve bunun sonucunda Suriye rejiminin Sovyet desteğinden yoksun kalmasıyla birlikte, PKK’nın karşı karşıya olduğu durum giderek daha tehlikeli bir hal almaya başladı. PKK, bu duruma bir ateşkesle ve önceleri suçladığı emperyalist güçlerin desteğini sağlama çalışarak karşılık verdi. Celal Talabani, PKK’nın arabuluculuğunu üstlenerek, PKK lideri Öcalan’la, Türkiye Cumhurbaşkanı Özal’la ve o tarihte ABD Başkanı olan baba George Bush’la dönüşümlü olarak görüştü.

Ancak, bir uzlaşmadan yana olduğunun işaretlerini vermiş olan Cumhurbaşkanı Özal, bunu sağlayamadı. Türk egemen sınıfı daha da sert bir baskı uyguladı.
Öcalan’ın emperyalist güçlere, özellikle Avrupa’ya yönelik yakarışları artık her zamankinden daha fazla onursuz bir hal alacaktı. Öcalan, 1993’te, Talabani ile birlikte düzenlediği bir basın toplantısında, tek yanlı olarak ateşkes ilan etti ve bir Kürt devleti talebinden vazgeçti. Ancak Türk ordusu Kürtlere karşı savaşı büyük bir gaddarlıkla sürdürdü.
1998 yılında, Türk baskısı Öcalan’ın Suriye’yi terk etmesi anlamına geldi. Öcalan, tek bir ülke bile ona sığınma hakkı vermeyi istemediğinden, CIA’nin desteğiyle Kenya’da yakalandı ve şu anda ömür boyu hapis cezasını çekmekte olduğu Türkiye’ye götürüldü.
PKK o zamandan bu yana çeşitli bölümler yaşadı ve birkaç kez ismini değiştirdi. PKK, tek yanlı ateşkesler ve Türk hükümetine yaptığı işbirliği çağrıları ile silahlı mücadelenin sürdürülmesi arasında bocalıyor. PKK’ya yakın duran Kürt partisi DTP’nin adayları, son seçimlerde, Kürt illerinde ilk kez AKP’den daha az oy aldılar. Bunun ardından PKK askeri faaliyetlerine hız verdi. Birçok gözlemci bunun PKK’nın sahip olduğu desteği kaybediyor olmasına ve kutuplaşmanın artmasının kendisine daha fazla destek sağlayacağını ummasına bağlıyorlar.

Türkiye’nin Değişen Rolü


Amerika’nın Irak’a karşı acımasızca yürüttüğü savaş bütün Ortadoğu’yu istikrarsızlaştırdı. Geçtiğimiz yüzyılın çözümlenmemiş bütün tarihsel sorunları bir kez daha su yüzüne çıkıyor.
ABD’nin başını çektiği bir ittifak tarafından Afganistan’ın işgal edilmesinden altı ve Irak’ın istilasından dört buçuk yıl sonra, Ortadoğu’da, bütün bölgeyi askeri bir cehenneme çevirmekle tehdit eden ve Bush yönetiminin İran’a saldırı tehdidini uygulamaya koyması durumunda bir dünya savaşının kıvılcımı haline gelebilecek bir büyük yangın, ufukta beliriyor.
Bu gelişmelerin, Türkiye'nin siyasi yaşamı üzerinde çok kapsamlı etkileri olacaktır. Türkiye’de yönetici seçkin, siyasi olarak, hep çok zayıf oldu. On yıllar boyunca ne aktif bir dış politika izledi ne de ülke içinde gerçek anlamda demokratik yönetim biçimleri geliştirebildi.

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ABD’nin arkasında saf tuttu. Soğuk Savaş sırasında, NATO’nun doğu kanadı olarak, Sovyetler Birliği’ne karşı stratejik bir konuma sahip oldu.

Egemen sınıflar, ülke içinde, dönüşümlü olarak ya parlamenter görünümlü otoriter rejimlere ya da askeri diktatörlüklere dayandılar. Ordu, devlet içinde bir devlet kurdu ve kendisini Kemalist mirasın koruyucusu olarak gördü. Ordu, sınıf savaşı ne zaman kontrolden çıksa duruma müdahale etti ve bunu iktidara doğrudan doğruya el koyarak ya da varolan kurumsal yapıyı bütünüyle ilga etmeden gerçekleştirdi. 1980’deki son doğrudan askeri darbe sonrasında binlerce sendikacı ve solcu aktivist tutuklandı, işkence gördü ya da kayboldu.
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle ve ABD’nin Irak’a karşı savaş başlatmasıyla birlikte Türkiye için uluslararası durum bütünüyle değişti. ABD bir istikrar faktörü olmaktan çıkarak istikrarsızlık yaratan bir güç haline geldi. Aynı zamanda Türkiye’nin ekonomik ağırlığı da artmıştı.

Uluslararası sermaye akışı sayesinde ülke ekonomisi Ortadoğu’da ikinci en büyük ekonomi haline geldi. Türkiye 71 milyonluk nüfusuyla dünyadaki en büyük 18. ekonomi. Türk ordusu, ABD’nin ardından NATO’daki ikinci en büyük ordu konumunda.

Türkiye, ABD ile giderek artmakta olan anlaşmazlıklar ve Avrupa Birliği’ne üyelik umudunun kırılmış olması karşısında, bağımsız bölgesel bir güç olarak rolünü kuvvetlendiriyor. Çeşitli yorumcular bu gerçeğe dikkat çekiyorlar.
Foreign Affairs dergisi Temmuz/Ağustos tarihli sayısında yayınlanan "Türkiye Ortadoğu’yu Yeniden Keşfediyor" başlıklı makalede şöyle yazıyor: "bu ülkenin dış siyasetindeki belirgin bir değişim büyük oranda gözlerden kaçtı: Türkiye onlarca yıldır süren pasif tutumunun ardından, şimdi Ortadoğu'da önemli bir aktör olarak boy göstermeye başlıyor."

23 Ekimde,Stratfor.com’da yayınlanan bir değerlendirmede, şu sonuca varılıyor: 

"Türkiye, hızla yükselmekte olan bölgesel bir güç - ya da en geniş anlamda, Küçük Asya’da yerleşik, ancak Siyasi, Ekonomik ve Askeri güçleri bir arada tasarlayan, Muazzam stratejik güce sahip, bir bölgesel egemen gücün yaratılması sürecinin başlangıcı - olarak görülmelidir."

Kuzey Irak’a yönelik bir askeri saldırı tehdidi bu bağlamda görülmelidir. PKK sorunu gerçekte yalnızca bir bahanedir. Merkezi Irak hükümetinin otoritesinin çökmesiyle birlikte giderek daha olası hale gelen, Kuzey Irak’ta kurulacak bağımsız veya büyük ölçüde özerk bir Kürt devleti, Türk seçkini için bütünüyle kabul edilemez bir gelişmedir. Böyle bir devlet, Irak’takinden üç kat daha fazla Kürdün yaşadığı Türkiye’de ayrılıkçı eğilimleri cesaretlendirebilir ve Türk devletinin toprak bütünlüğü üzerine büyük bir soru işareti koyabilir.
Ankara, özellikle Kerkük şehrinin, önerildiği biçimde yıl sonuna kadar yapılması planlanan bir referandumla, otonom Kürt bölgesince massedilmesini önlemek istiyor. Sahip olduğu muazzam petrol rezervleriyle, kuzey Irak’taki petrol üretiminin bu merkezi, bir Kürt devletine gerekli olan ekonomik temeli sağlayabilir. Bu konuda Türkiye ile ABD arasında, şu ana kadar bir uzlaşma sağlanabilmiş değil.

Washington’da, Ortadoğu’yu kontrol edebilmek için, Türkiye’ye daha önce olduğundan çok daha fazla bel bağlamak gerektiği yolunda düşünceler var. Foreign Affairs veStratfor’da yayınlanan makaleler bu yöndeki düşüncelere işaret ediyor. Ne var ki, bu ancak Ankara’ya, Kürtlerin pahasına ödünler verilerek yapılabilir. PKK’ya karşı ortak Amerikan-Türk harekâtı bu yöne işaret ediyor.

Türk İşçi Sınıfının Sorumluluğu


Türkiye’nin izlediği saldırgan dış politika, aynı zamanda yurt içinde de sınıf çelişkilerinin şiddetini artırıyor. Bu, işçi sınıfının sosyal ve demokratik haklarına yapılan sert saldırılarla bağlantılıdır.

Liberal çevrelerin, AKP’nin generallerin etkisini azaltacağına ve daha fazla demokrasi getireceğine dair umutlarının bir yanılsama olduğu ortaya çıkmış durumda. PKK’ya karşı yaptıkları savaş tüccarlığı, Erdoğan’ı ve Gül’ü ordunun sözcüleri haline getirdi.

Ortadoğu’daki mevcut koşullar, çeşitli devletlerin Osmanlı İmparatorluğu’nun mirası üzerinde kavga ettikleri, 100 yıl öncesinin Balkanlar’ındaki durumu hatırlatıyor. Büyük Güçler tarafından kullanılan çekişmeler, 1912 ve 1913’teki iki Balkan savaşıyla sonuçlanmıştı. Avusturya Veliahttı Ferdinand’ın Saraybosna’da bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi ile kıvılcımı çakılan "üçüncü Balkan savaşı", Birinci Dünya Savaşı için katalizör görevi gördü.
O tarihte 31 yaşında olan, döneminin önde gelen Marksistlerinden Lev Trotskiy, bu savaşın arifesinde şöyle yazdı: "Balkan Yarımadasında, tek bir devlet çatısı altında birlik ancak şu iki yoldan biriyle sağlanabilir: ya yukarıdan aşağı, en Güçlü Devlet olduğunu diğer zayıf devletlerin pahasına kanıtlayan tek bir Balkan devletini genişleterek - bu zayıf ulusların imha edilmeleri ve ezilmeleri için yapılan savaşların yoludur; monarşizmi ve militarizmi pekiştiren bir yoldur; ya da aşağıdan, bizzat halkların bir araya gelmeleri yoluyla - bu devrimin yoludur; bu yol Balkan hanedanlıklarının devrilmesi ve bir Balkan federal cumhuriyetinin bayrağının açılması anlamına gelir."

Bu sözler güncelliklerinden hiçbir şey kaybetmedi. Yugoslavya’nın dağılması geçmişin milliyetçi dehşetinin Balkanlar’da yinelenmesi anlamına geldi. O zamandan bu yana ortaya çıkmış olan küçük devletler, eşitlik ve demokrasinin cisimleşmesinden çok, bir dizi hapishane hücresini andırmaktadır. Bu devletler büyük güçlerin piyonları haline geldiler ve Balkan halkları arasında sürekli bir çekişme kaynağı konumundalar.

Ortadoğu benzer bir kaderle yüzleşiyor. Bunu yalnızca işçi sınıfının bütün ulusal ve etnik bölünmeleri aşarak birleşmesi önleyebilir. Bu birleşmenin amacı bir Ortadoğu Sosyalist Federasyonu olmak zorundadır. İşçi sınıfının sosyal ve demokratik haklarının savunulması, ulusal ayrımcılığın ve baskının ortadan kaldırılması ve emperyalizme ve onun bölgesel yardakçılarına karşı mücadele, birbirinden ayrılamaz.

Türkiye işçi sınıfının yeni bir önderliğe ihtiyacı var. Bülent Ecevit’in önderliği altında hâlâ sosyal demokrat olduklarını iddia eden Kemalistler, en tiksindirici savaş tüccarları haline geldiler. Aynı şey, hükümete " Terörizm " sorunu (PKK kastediliyor) çözülene kadar bütün sendikal faaliyetleri bırakmayı bile öneren, resmi sendika konfederasyonu Türk-İş için de geçerlidir.

Türkiye’de, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin seksiyonunu inşa etmenin zamanıdır. DEUK ve onun uluslararası yayın organıDünya Sosyalist Web Sitesi, Stalinizme karşı Trotskist Sol Muhalefetin ve Dördüncü Enternasyonal’in boyun eğmemiş geleneğini sürdürmektedir. Her ikisi de, milliyetçiliğin bütün biçimlerine karşı Marksist proletarya enternasyonalizminin perspektifini savunuyor.


http://www.wsws.org/tr/2007/nov2007/kurd-n28.shtml

..

2 Mart 2016 Çarşamba

EMASYA PROTOKOLÜ





EMASYA PROTOKOLÜ


EMASYA Nedir? 
EMASYA Ne İşe Yarar? 
EMASYA Ne Demektir?


  ASİL  DENİZ ,

Son Günlerde varlığı sürekli tartışılan EMASYA nedir?, ne işe yarar?, Ne zaman devreye girer?, Şu ana kadar hiç kullanıldı mı?, Görevleri ve yetkileri nedir? bütün bu kafanızı karıştıran soruların yanıtları yazımızda. İşte kısaca EMASYA:
Kısa adı EMASYA olan “ Emniyet-Asayiş-Yardımlaşma ” Protokolü nedir?

EMASYA Protokolü’ 28 Şubat sürecinde Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı arasında 7 Temmuz 1997’de imzalandı.

Protokolün altında İçişleri Bakanlığı adına dönemin Müsteşarı Teoman Ünüsan ile yine dönemin Genelkurmay Harekat Daire Başkanı Çetin Doğan’ın imzası var.

Olaylara Askerin Müdahale Etmesine İmkan Tanıyor


Olaylara askerin müdahale etmesine imkan tanıyan EMASYA Protokolü’nün 11 noktada “kanunlara aykırı olduğu” Bülent Ecevit hükümeti döneminde 2002 Nisan’ında yapılan Mülki İdare Şurası’nda ortaya konuldu.

Şura’da aralarında vali, emniyet müdürü, asker ve bürokrat 105 kişinin yer aldığı 2 numaralı komisyonun hazırladığı rapor, “ Şura Kararı ” olarak yayınlandı.

Yasa Sınırlarını Aşıyor

Komisyon raporunda protokolün hem biçim yönünden, hem de yetki yönünden 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11’inci maddesine aykırı olduğu vurgulanıyor.

Valinin Görevini Üstleniyor

Şura kararında, protokolün taşra yönetim sistemine aykırı olduğu vurgulanıyor:

“Vali ve kaymakamların görev alanlarını daraltacak, takdir yetkilerini ortadan kaldıracak ve inisyatif kullanma güçlerini fiilen kısıtlayacak bir düzenlemenin getirilmesi aynı zamanda taşra yönetiminin esasını oluşturan ’il sistemi’ne de aykırıdır…. Mülki idare amirliğinin asayiş hizmetlerine ilişkin yetki ve sorumluluk düzeninin bütünlüğünü bozmaktadır.”

“İl İdaresi Kanununa Aykırı”

Raporda, açıkça protokolün yasaya uymadığı belirtiliyor:
“ Protokol’ün 9. maddesi EMASYA komutanlıklarının, mülki amirlerin yardım talebi olmaksızın olaylara müdahale edebilmesine imkan vermekte. Bu madde 5442 sayılı yasaya “ şekil, yetki, konu ve maksat ” yönlerinden aykırı düşmekte.”

Çalışma Yapıldığı Haberi Çiçek’ten…

EMASYA Protokolü ile ilgili çalışma yapıldığı haberi ilk olarak Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’ten geldi.

İçişleri Bakanı Beşir Atalay da Uluslararası Demokrasi Kongresi’nde protokol ile ilgili çalışma yapıldığı haberini doğruladı.


EMASYA Protokolü Hiç Uygulamaya Konuldu mu?

Basına yansıyan haberlere göre, 20 Kasım 2003’te İstanbul’da Beyoğlu’ndaki İngiliz Konsolosluğu ve Levent’teki HSBC Bankası bombalamalarının ardından EMASYA protokolü devreye sokulmak istendi.

Patlamalardan sonra askeri birliklerden herhangi bir talep olmamasına rağmen Taksim ve Levent’e askeri birlikler sevk edildi.


http://www.uzmanportal.com/emasya-nedir-emasya-ne-ise-yarar-emasya-ne-demektir.html/


EMASYA Protokolü'nün tam metni ve dayanağı

25 Ocak 2010, ekleyen Fatih Polatlı

Taraf gazetesine servis edilen “Balyoz Darbesi Planı” belgeleri ile birlikte yeniden gündeme gelen EMASYA (Emniyet Asayiş Yardımlaşma) Protokolü’nün tam metni ilk kez Bugün gazetesi tarafından yayımlandı. Bu protokolün, “darbelere hukuki dayanak” sağladığı iddia ediliyordu. Protokolün 9. maddesi, ordu birliklerinin "toplumsal olaylar"a valilik emri olmadan da müdahale edebilmesini öngörüyor: "Toplantı ve gösteri yürüyüşü gibi toplumsal olayların şekil değiştirerek birçok bölgede, geniş halk kitlelerine yaygınlaşması, şiddete, katliama veya anayasal düzeni bozmaya yönelmesi durumunda; İl / İlçe Güvenlik Koordinasyon Komisyonu, olağanüstü ve ivedilikle toplanır. Bu gibi durumlarda EMASYA Komutanlıkları (bölge/ tali) olayları yakinen takip eder ve birliklerin hazırlıklarını tamamlar. Olaylara müdahale edebilecek toplanma bölgelerinde, birlikleri hazır bulundurur. Olayların gelişmesini değerlendirir. Başta mülki amirler olmak üzere, ilgili kademelere bilgi verir ve gecikmenin yaratacağı mahsurları ortadan kaldırmak için olaylara müdahale eder. Bu ve benzeri durumlarda olayların yaygınlaşmasını önlemek ve olayları bastırmak esas alınır." Protokolün eleştirilen bir başka yanı, toplumsal olaylara ordu birliklerinin de müdahale etmesi durumunda, kolluk kuvvetlerinin komutasının askeri komutana geçmesi. Ancak, protokolün dayanağını oluşturan 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nda da aynısı öngörülüyor: "(...) askeri birliğin belirli görevleri jandarma ya da polis ile birlikte yapması halinde komuta, sevk ve idare askeri birliklerin en kıdemli komutanı tarafından üstlenilir."  7 Temmuz 1997’de, yani Erbakan başkanlığındaki Refahyol hükümetinin ardından Mesut Yılmaz başkanlığında kurulan Anasol-D hükümetinin işbaşına gelmesinden yaklaşık bir hafta sonra İçişleri Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı arasında düzenlenen protokol, 7 yıldan uzun süredir iktidarda olan AKP tarafından yürürlükten kaldırılmamış ve bugüne kadar gizli tutulmuştu. Aşağıda, hem EMASYA Protokolü, hem de 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11/D maddesi var.   

EMASYA;
GENELKURMAY BAŞKANLIĞI İLE İÇİŞLERİ BAKANLIĞI ARASINDA 5442 SAYILI İL İDARESİ KANUNU “11/D MADDESİ” GEREĞİNCE ALINMASI GEREKEN MÜŞTEREK TEDBİRLERE İLİŞKİN PROTOKOL,

BİRİNCİ KISIM


GENEL HÜKÜMLER

AMAÇ:

MADDE-1: 

Bu protokolun amacı, bir veya birden fazla ilde çıkan veya çıkabilecek olaylarla ilgili olarak valilerin isteği üzerine askeri birlik tahsis edilmesi durumunda, güvenliğin, asayiş ve kamu düzeninin sağlanması ve terörle mücadelede, askeri birlikler ile kolluk kuvvetleri arasında;

a) Kuvvet kullanılması,
b) Kuvvet kaydırılması,
c) Emir komuta ilişkileri,
d) İşbirliği ve koordinasyon
e) Gerekli görülen diğer hususları,belirlemek, uygulanacak yöntem ve alınacak tedbirleri ortaya koymaktır.

KAPSAM:

MADDE-2: 

Bu protokol, toplumsal olayların önlenmesinde ve kamu düzeninin sağlanmasında, mülki amirler (vali ve kaymakamlar), EMASYA Komutanlıkları (EMASYA Bölge Komutanlıkları, EMASYA Tali Bölge Komutanlıkları, EMASYA Birlik Komutanlıkları) ve kolluk kuvvetleri (jandarma, polis, GKK, sadece asli görevleriyle sınırlı olmak üzere özel güvenlik birimleri) arasındaki yetki, görev ve sorumlulukları ile müştereken uygulanacak tedbirleri kapsar.

DAYANAK:

MADDE-3: 
Bu protokol 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11'inci maddesinin D fıkrasına dayanılarak hazırlanmıştır. [*]

TANIMLAR:

MADDE-4: 

Bu protokolde geçen;

Olaylar: Her türlü terör ve toplumsal olayları,
Emre alma: Bir birliğin/birimin kuruluşunda bulunduğu komutanlıktan/kurumdan alınıp, geçici olarak bir başka komutanlığa/kuruma verilmesi ile emrine birlik/birim verilen komutanlığın emrine aldığı birliğin/birimin ikmal ve idaresinden sorumlu olmasını,
Harekat kontroluna alma: Fonksiyon, zaman ve yer bakımından sınırlandırılmış bulunan özel vazifeleri veya görevleri ifa edebilmesi, ilgili birlikleri/birimleri konuşlandırması ve bu birliklerin/birimlerin taktik kontrolünü elinde bulundurabilmesi veya tahsis edilmesi maksadıyla askeri birlik komutanının emrine verilen kuvvetleri sevk ve idare etmesi için tanınan yetkiyi, (Harekat kontrolu, ilgili birliklerin/kurumların bağlı unsurlarının ayrı olarak kullanılmak üzere tahsis edilmeleri yetkisini ihtiva etmez),
Koordinatör Vali: Birden fazla ili içine alan olaylarda bu protokolun uygulanmasında, işbirliği ve koordinasyon sağlamak amacıyla gerekli görülen hallerde İçişleri Bakanı tarafından ilgili valiler arasından geçici olarak görevlendirilen bir valiyi,
ifade eder.

İKİNCİ KISIM

KUVVET KULLANILMASI

MADDE - 5: 

Terör ve toplumsal olayları değerlendirmek, kullanılacak kolluk kuvvetlerini düzenlemek, olaylara müdahale yöntemlerini belirlemek, kesintisiz koordinasyon ve işbirliğini sağlamak maksadıyla; il ve ilçe bazında “İL ve İLÇE GÜVENLİK KOORDİNASYON KOMİSYONLARI” ihdas edilir.
İl Güvenlik Koordinasyon Komisyonları; vali, garnizon komutanı veya temsilcisi, il jandarma komutanı, il emniyet müdürü, MİT temsilcisi ve gerekli görülen diğer ilgililerden teşkil edilir.
İlçe Güvenlik Koordinasyon Komisyonları; kaymakam, garnizon komutanı veya temsilcisi, ilçe jandarma komutanı, ilçe emniyet müdürü/amiri, MİT temsilcisi (varsa) ve gerekli görülen diğer ilgililerden teşkil edilir.
İl ve İlçe Güvenlik Koordinasyon Komisyonları; yeterli hazırlık zamanı bırakacak şekilde, olaylara karşı alınacak tedbirleri ve müdahale yöntemlerini tespit eder, askeri kuvvet talep edilmesi konusunda mülki amirlerin karar vermelerine yardımcı olur. İl ve İlçe Güvenlik Koordinasyon Komisyonları; illerde vali, ilçelerde kaymakamların başkanlığında ayda bir defa olağan, gerekli hallerde olağanüstü toplanarak, il ve ilçenin güvenlik durumunu değerlendirir.

MADDE -6: 

Mülki amirler, olaylara müdahale için (tabii afet durumları hariç) askeri birlik talebinde bulunmadan önce;
a. Kolluk kuvvetleri ile kontrol altına alınabilecek olaylarda zayıf bir ihtimal de olsa olayların kontrolden çıkması söz konusu ise, kuvvet talebinde bulunmadan önce EMASYA komutanlıklarına (bölge/tali) bilgi vererek, kademeli hazırlık süresi imkanı sağlar.
b. İl ve İlçe Güvenlik Koordinasyon Komisyonlarında yapılan durum değerlendirmesi neticesinde, mülki amirler tarafından askeri birliklerden kuvvet talebi zorunlu görülür ise, birlik komutanları ile koordinede bulunularak, uygun müdahale usullerinin icra edilmesine imkan verecek tarzda; birliklere hazırlık ve teşkilatlanma için yeterli zamanı sağlayacak şekilde önceden uyarı yapılır.
c. Kamu düzenini bozma istidadı gösteren terör dışındaki toplumsal olayların; kolluk kuvvetleri ile bastırılması esas alınır ve gerekli görülen hallerde, askeri gücün “caydırıcılık” özelliğinden yararlanılır.
d. Sportif faaliyetler, futbol maçları, planlı gösteri yürüyüşleri gibi olağan durumlar için, askeri kuvvet talebinde bulunulması hususu özenle değerlendirilmelidir. Zorunluluk olmadıkça kuvvet talebinde bulunulmamalıdır. 

MADDE - 7:

Mülki amirler tarafından, önceden yapılacak planlama ve hazırlıklarda, kolluk kuvvetlerinin kullanılmasına ilişkin esaslar, muhtemel kullanma planları ve muhabere irtibatları, EMASYA Komutanlıkları ile yeterli bir zaman öncesinden koordine edilir. Mümkün olduğu durumlarda bu planlar, esaslar ve irtibatlar; muhtelif senaryolara göre prova edilir.

MADDE-8 : 

EMASYA Komutanlıkları tarafından, mülki amirler emrindeki kolluk kuvvetlerinin muhtemel olaylarda daha önceden kullanabileceği göz önünde bulundurularak; emir komutanının askeri birliğe geçtiği andan itibaren, kolluk kuvvetlerinin “emre/harekat kontroluna” alma şeklinde kullanılacağı dikkate alınır.

MADDE-9: 

Toplantı ve gösteri yürüyüşü gibi toplumsal olayların şekil değiştirerek birçok bölgede, geniş halk kitlelerine yaygınlaşması, şiddete, katliama veya anayasal düzeni bozmaya yönelmesi durumunda; İl/İlçe Güvenlik Koordinasyon Komisyonu, olağanüstü ve ivedilikle toplanır. Bu gibi durumlarda EMASYA Komutanlıkları (bölge/ tali) olayları yakinen takip eder ve birliklerin hazırlıklarını tamamlar. Olaylara müdahale edebilecek toplanma bölgelerinde, birlikleri hazır bulundurur. Olayların gelişmesini değerlendirir. Başta mülki amirler olmak üzere, ilgili kademelere bilgi verir ve gecikmenin yaratacağı mahsurları ortadan kaldırmak için olaylara müdahale eder. Bu ve benzeri durumlarda olayların yaygınlaşmasını önlemek ve olayları bastırmak esas alınır.

ÜÇÜNCÜ KISIM

KUVVET KAYDIRILMASI

MADDE-10: 
Bir ildeki olayların gelişmesi üzerine mevcut kolluk kuvvetleri ile birlikte askeri birliklerin de yetersiz kalacağının değerlendirilmesi durumunda ilgili EMASYA Tali Bölge Komutanı bu ilden sorumlu EMASYA Bölge Komutanlığından yardım talep ederek iller arasında kuvvet kaydırılması sağlanır.

MADDE-11: 
Birden fazla ili içine alan olaylarda aynı nitelikteki olayların gelişmesi veya kırsal kesimde de yaygınlaşması ve mevcut askeri birliklerin de yetersiz kalacağının değerlendirilmesi durumunda; ilgili EMASYA Bölge Komutanı ve Koordinatör Vali arasındaki koordinasyonu müteakip EMASYA Bölge Komutanı, bir üst komutanlığından (Ordu/Kuvvet Komutanlığı, “J.Gn.K.lığı dahil”) kuvvet talebinde bulunarak, iller arasında kuvvet kaydırılır.

MADDE-12: 
Bir veya birden fazla ili içine alan terör olaylarında; askeri birliklerin kullanılması için, vali ve/veya koordinatör valiler tarafından kuvvet talebi; yetkili EMASYA Komutanlıklarına yazılı olarak yapılır. Acil durumlarda bu istek sonradan yazılı şekilde şekle dönüştürülmek kaydıyla sözlü olarak yapılabilir.
Bu yazılı talebin düzenlenmesinde kırsal alanlarda terörist unsurların yakalanması, etkisiz hale getirilerek tasfiye edilmesi için bu tür harekatın kapsam ve özelliği dikkate alınarak kesintisiz olarak sürecek seri operasyonların icrası dikkate alınmalıdır.

MADDE-13: 
EMASYA Komutanlıklarının talebi ve ihtiyaç halinde ilgili vali, kamu kurum ve kuruluşlarının hizmet, araç-gereç ve malzemelerinin il ve ilçeler arasında kaydırılmasını ve kullanılmasını sağlayarak personeliyle birlikte olay sürecince emre/harekat kontrolüne verebilir.

DÖRDÜNCÜ KISIM

EMİR-KOMUTA İLİŞKİLERİNİN DÜZENLENMESİ

MADDE-14: 
EMASYA planlarının uygulanması için mülki makamlar tarafından kuvvet talebinde bulunduğu ve olay mahalline intikal edildiği andan itibaren, kıdemli askeri komutan (Jandarma dahil) emir komutayı alır. Kolluk kuvvetleri bu andan itibaren askeri komutanın emrine girerler. Askeri komutan tarafından aksine bir emir verilmedikçe olay mahallindeki kolluk kuvvetlerinin almış olduları tertip, tedbir ve düzenler bozulmaz.

MADDE-15:
Emir komutanın askeri birlik komutanına geçtiği andan itibaren zor kullanmanın derecesinin tayini ile kullanılacak araç ve gereçler ile silah kullandırmanın yetki ve sorumluluğu askeri komutandadır.

MADDE-16: 
Mülki makamların koordinatörlüğünde muhtelif senaryolara göre EMASYA planlarının uygulanması, emir komuta ilişkileri ve işbirliği esaslarının geliştirilmesi maksadıyla; ilgili EMASYA Bölge ve Tali Komutanlıkları ve kolluk kuvvetleri personelinin katılımı ile EMASYA/Komutanlıklarının koordinatörlüğünde, yılda en az bir defa EMASYA semineri düzenlenir.
Uygulamada görülen aksak ve eksik yönleri gidermek amacıyla her kurum kendi personelini eğitir.

MADDE-17: 
Olaylara müdahalede hangi kurum-kuruluşların destek görevi alacağı, il valileri veya görevlendirildiyse koordinatör vali tarafından, ilgili EMASYA Bölge/Tali Komutanlıkları ile koordine edilerek, belirlenir ve bu husus önceden yapılacak planlamalarda ayrıntılı olarak belirtilir.

MADDE-18: 
İlgili mülki amir tarafından görevlendirilen polis özel hareket timleri, iç güvenlik harekatı süresince EMASYA Bölge ve Tali Komutanlıkları'nın harekat kontrolunda görev yaparlar. Geçici köy korucuları da, bölgedeki ilgili jandarma komutanlığının emir-komutasında olarak EMASYA Komutanlıklarının harekat kontrolunda görev yaparlar.

BEŞİNCİ KISIM

İŞBİRLİĞİ VE KOORDİNASYON

BİRİNCİ BÖLÜM

KOORDİNATÖR VALİLİK

MADDE-19: 
Birden fazla ili içine alan olaylarda, iller arasında kuvvet kaydırılması ve kullanılması, işbirliği koordinasyon, emir-komuta ilişkileri ve gerekli görülen diğer hususların uygulanmasını sağlamak üzere İçişleri Bakanı ilgili valilerden birini, tercihen EMESYA Bölge Komutanlığının bulunduğu il valisini geçici olarak Koordinatör Vali olarak görevlendirilebilir.
Görevlendirilen Koordinatör Vali, bulunduğu yerdeki EMASYA Bölge Komutanından gerekli görülen hallerde kuvvet talebinde bulunur, yürütülecek faaliyetleri ve işbirliğini bu komutanlık ile takip eder, iller ve kuvvetler arasında koordinasyonu sağlar.

İKİNCİ BÖLÜM

HAREKAT MERKEZİ FAALİYETLERİ

MADDE-20: 
Mülki makamlardan askeri kuvvet talebi geldiği andan itibaren, EMASYA Komutanlıkları nezdinde teşkil edilen “Asayiş Harekat Merkezleri”nde; jandarma komutanlıkları ve emniyet müdürlüklerini temsilen gerekli irtibat ve koordineyi sağlayacak şekilde, yeteri kadar irtibat personeli ve muhabere teçhizatı bulundurulur ve 24 saat esasına göre faaliyet gösterilir.

MADDE-21: 
Olayları en üst seviyede takip etmek, hükümeti ve komuta katını bilgilendirmek maksadıyla, Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde bir İç Güvenlik Harekat Merkezi oluşturulmuştur. İçişleri Bakanlığı seviyesinde de buna eş değer bir “ASAYİŞ HAREKAT MERKEZİ” teşkilinde Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı Asayiş Harekat Merkezlerinden faydalanılır ve her iki kurum arasında işbirliği ve koordinasyona işlerlik kazandırılır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

İSTİHBARAT FAALİYETLERİ

MADDE-22: 
EMASYA Bölge ve Tali Bölge Komutanlıklarında; terörle mücadelede görev yapan bütün birimlerin istihbarat gayretlerinin birleştirilmesi ve istihbaratın koordinesi için, “MÜŞTEREK İSTİHBARAT MERKEZLERİ” tesis edilir. Başbakanlığın 25 HAZİRAN 1996 gün ve 11269 sayılı genelgesi gereğince jandarma, MİT ve emniyet temsilcileri de bu merkezin çalışmalarına asil üye olarak katılırlar. Jandarma, MİT ve emniyet temsilcileri, EMASYA Bölge Komutanlığının belirleyeceği zaman, şekil ve usullerle çalışmalarını ve istihbarat bilgilerini takdim ederler ve karşılıklı istihbarat mübadelesinde bulunurlar. Elde edilen sonuçlardan ilgili valiye bilgi verilir.

ALTINCI KISIM

TAMAMLAYICI HUSUSLAR

MADDE-23:
EMASYA görevlerinde ve özellikle kırsal alanda terörist unsurlara karşı icra edilecek operasyonlarda polis özel harekat timleri ile askeri birliklerin birlikte kullanılması amacıyla, EMASYA komutanlıkları ve ilgili mülki amirlerin koordinasyonu ile müşterek tatbikatlar icra edilir.

YEDİNCİ KISIM

MALİ HUSUSLAR

MADDE-24: 
Polis özel harekat timlerinin EMASYA Bölge veya Tali Bölge Komutanlıklarının harekat kontrolünde uzun süreli operasyonlara iştiraki halinde, bu timlerin iaşeleri ilgili askeri birlikler tarafından sağlanacaktır. Bu maksatla yapılan harcamalar mevcut mali mevzuat usullerine göre, İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü bütçesinden Milli Savunma Bakanlığı bütçesine aktarılır

SEKİZİNCİ KISIM

YÜRÜTMEYE İLİŞKİN HUSUSLAR

MADDE-25: 
Bu protokol imza tarihinden itibaren geçerlidir.

MADDE-26: 
Protokolun uygulanmasından doğacak ihtilaflar, aksayan hususlar ve değişiklik teklifleri karşılıklı görüşmeler yoluyla düzeltilecektir.

MADDE-27: 

İş bu protokol 7/7/1997 tarihinde taraflar tarafından imza altına alınmıştır.

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI ADINA

Teoman ÜNÜSAN
Vali İçişleri Bakanlığı
Müsteşarı,

***

GENELKURMAY BAŞKANLIĞI ADINA,

Çetin DOĞAN
Korgeneral
Harekat Başkanı

Kaynak:

http://www.bugun.com.tr/haber-detay/90914-iste-darbecilerin-guvendigi-o-protokol-haberi.aspx

[*] Protokole yasal dayanak olarak gösterilen 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11. maddesinin D fıkrası:

D) (Değişik bent: 29/08/1996 - 4178/1 md.) Valiler, ilde çıkabilecek veya çıkan olayların, emrindeki kuvvetlerle önlenmesini mümkün görmedikleri veya önleyemedikleri; aldıkları tedbirlerin bu kuvvetlerle uygulanmasını mümkün görmedikleri veya uygulayamadıkları takdirde, diğer illerin kolluk kuvvetleriyle bu iş için tahsis edilen diğer kuvvetlerden yararlanmak amacıyla, İçişleri Bakanlığından ve gerekirse Jandarma Genel Komutanlığının veya Kara Kuvvetleri Komutanlığının sınır birlikleri dahil olmak üzere en yakın kara, deniz ve hava birlik komutanlığından mümkün olan en hızlı vasıtalar ile müracaat ederek yardım isterler. Bu durumlarda ihtiyaç duyulan kuvvetlerin İçişleri Bakanlığından veya askeri birliklerden veya her iki makamdan talep edilmesi hususu, yardım talebinde bulunan vali tarafından takdir edilir.
Valinin yaptığı yardım istemi geciktirilmeksizin yerine getirilir. Acil durumlarda bu istek sonradan yazılı şekle dönüştürülmek kaydıyla sözlü olarak yapılabilir.

1) Vali tarafından askeri birliklerden yardım istenmesi halinde; muhtemel olaylar için istenen askeri kuvvet, valinin görüşü alınarak olaylara hızla el koymaya uygun yerde, cereyan eden olaylar için ise olay yerinde hazır bulundurulur.

2) (Değişik cümle: 17/06/2003 - 4897 S.K./1. md.) Olayların niteliğine göre istenen askeri kuvvetin çapı, vali ile koordine edilerek askeri birliğin komutanı tarafından, görevde kalış süresi, askeri birliğin komutanı ile koordine edilerek vali tarafından belirlenir.

3) Askeri kuvvetin müstakilen görevlendirilmesi durumunda; verilen görev askeri kuvvet tarafından kendi komutanının sorumluluğu altında ve onun emir ve talimatlarına göre Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununda belirtilen yetkiler ile kolluk kuvvetlerinin genel güvenliği sağlamada sahip olduğu yetkiler kullanılarak yerine getirilir.

4) Güvenlik kuvvetleri ile yardıma gelen askeri kuvvet arasında işbirliği ve koordinasyon, yardıma gelen askeri birliğin komutanının da görüşü alınarak vali tarafından tespit edilir.

5) Ancak, bu askeri birliğin belirli görevleri jandarma ya da polis ile birlikte yapması halinde komuta, sevk ve idare askeri birliklerin en kıdemli komutanı tarafından üstlenilir.

6) Birden fazla ili içine alan olaylarda ilgili valilerin isteği üzerine aynı veya farklı askeri birlik komutanlarından kuvvet tahsis edilmesi durumunda iller veya kuvvetler arasında işbirliği, koordinasyon, kuvvet kaydırması, emir komuta ilişkileri ve gerekli görülen diğer hususlar yukarıda belirtilen hükümler çerçevesinde Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek esaslara göre yürütülür.

7) Bu esasların uygulanmasında, işbirliği ve koordinasyon sağlamak amacıyla gerekli görülen hallerde İçişleri Bakanı ilgili valilerden birini geçici olarak görevlendirir.

8) Olayların sınır illerinde veya bu illere mücavir bölgelerde cereyan etmesi ve eylemcilerin eylemlerini müteakip komşu ülke topraklarına sığındıklarının tespit edilmesi durumunda valinin talebi üzerine ilgili komutan eylemcileri ele geçirmek veya tesirsiz hale getirmek maksadı ile, her defasında Genelkurmay Başkanlığı kanalı ile Hükümetin müsaadesi tahtında, ihtiyaca göre kara, hava, deniz kuvvetleri ve Jandarma Genel Komutanlığı unsurları ile komşu ülkelerin mutabakatı alınmak suretiyle mahdut hedefli sınır ötesi harekat planlayıp icra edebilir.

9) Bu fıkra uyarınca görevlendirilen askeri birlik mensupları hakkında bu görevlerin ifası sırasında işledikleri suçlardan dolayı tabi oldukları kanun hükümlerine göre işlem yapılır.

10) Yukarıda belirtilen hususlar nedeniyle doğan acil ve zaruri ihtiyaçları karşılamak amacıyla yapılacak harcamalar Bakanlar Kurulunca uygun görülecek fonlardan yapılacak aktarmalar ve İçişleri Bakanlığı bütçesine konulan ödenekten yapılır.

11) Her yıl İçişleri Bakanlığı bütçesine aktarılacak olan paraların illere dağıtımı ve kullanımı ile ilgili esaslar İçişleri Bakanlığınca belirlenir.

12) Bu madde uyarınca kuruluş ve kişilerden sağlanan ve satın alınan malzeme, araç ve gereçlerin satın alma, kira ve kullanım bedelleri ile işçi ücretleri ve benzeri giderler için ödeme emri beklenmez. İçişleri Bakanı veya valinin onayı yeterli sayılır.

13) Bu harcamalar 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu, (...) hükümlerine tabi değildir. Ödemeler usul ve esasları Maliye Bakanlığının görüşü alınarak İçişleri Bakanlığınca yürürlüğe konulacak bir yönetmelikle düzenlenir.


Kaynak:

 http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/938.html


http://www.haberveriyorum.net/haber/emasya-protokolunun-tam-metni-aciklandi

..