Turhan Feyzioğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Turhan Feyzioğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Aralık 2016 Pazartesi

Filistinli Gerillaların Ankara’daki Mısır Büyükelçiliği Baskını


Filistinli Gerillaların Ankara’daki Mısır Büyükelçiliği Baskını


  Hatırlıyor musunuz? Ankara’daki Mısır Büyükelçiliği’ne 13.07.1979 tarihinde ‘ Filistin Devriminin Kartalları ’ adlı örgüt adına hareket eden gerillalar tarafından baskın yapılmıştı.
Burada Mısır Büyükelçisi dahil yaklaşık yirmi kişi gerillalar tarafından rehin alınmışlardı.
Ankara’daki Arap ülkelerine mensup elçilikler devreye girerek arabuluculuk yapmaya çalışmış ancak muvafak olamamışlardı.
Eylemle ilgili gelişmeleri anlatmadan önce Musul’daki rehine olayına değinmek istiyorum. IŞID eline bırakılan ‘danışıklı rehine’ olayında yalnızca konsolosluk görevlileri değil türk dış politikasının kriptolarıda gönüllü olarak bu suç örgütünün eline teslim edilmiş oldu.
Dikkat edilirse Türk dış politikası o tarihten itibaren açıkça rehin kaldı. Bu rehin alma olayı hangi tahhütler, hangi angajmanlar sözkonusu olduysa tam olarak bilemiyoruz, ancak Konsolosluk görevlileri teslim edilmekle birlikte devam etmektedir.
Buradan konumuza geçeyim. Bu hükümetin içinden geldiği gelenek ve genel anlamda türkiye sağı daha önceki bir tarihsel olayda nasıl davranmışlardı? Mısır Elçilik baskınının gerçekleştiği dönemdeki bir kaç günlük gazete yayınlarına dayanarak aktarmak istedim.
Eylemin gerçekleştiği Mısır Elçiliği civarında bulunan İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’e iletilen bildiride; ‘Türkiye, Filistin düşmanı Sedat ile tüm ilişkilerini kesmelidir. Filistin bir devlet olarak kabul edilmeli, Filistinlilerin geleceği ve kendi toprakları üzerinde hür devlet olarak varlıkları Türkiye’ce kabul edilmelidir. Mısır-ABD ve Mısır-İsrail arasındaki anlaşmalar Türkiye tarafından reddedilmelidir. Türkiye İran devrimini örnek olarak almalıdır. Lübnan köylerinde bulunan Filistinliler üzerindeki baskılar kaldırılmalıdır.’ görüşleri yer alıyordu.
Gerillaların eyleme geçmeleri ise o dönem büyük yankılar uyandıran bir başka tarihsel olayla ilgiliydi. Kısaca anımsatayım: İsrail Başbakanı Menahem Begin ve Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat 17 eylül 1978 tarihinde gizli görüşmeler ve pazarlıklar sonrasında ABD denetiminde bir barış anlaşması imzaladılar. Bu anlaşma çerçevesinde İsrail Sina Yarımadası’ndan çekilirken, Mısır İsrail’le ilk kez diplomatik ilişki kuran arap ülkesi oluyordu. Bu anlaşma sonrası her iki lider Nobel Barış Ödülü aldılar.
Filistin Devrimi’nin Kartalları adlı örgüt eylemlere başladığında FKÖ ile ilişkilendirilmekle birlikte bu ilişki FKÖ tarafından ısrarla reddediliyordu. Ankara eyleminden bir yıl önce Lefkoşe’deki Mısır ve İsrail Büyükelçiliklerini havaya uçurma girişiminde bulunmuşlardı. Kısa bir süre öncede Beyrut’taki John Kennedy Kültür Merkezi yine bu örgüt tarafından bombalanmıştı.
Filistinli eylemciler ilk yayınladıkları bildirinin ardından tercüman vasıtasıyla ‘hain Sedat’la ilişkilerin kesilmesi ve kendilerini bir arap başkentine götürecek bir uçak temin edilmesi’ ve Kahire’de bulunan iki Filistinli’nin serbest bırakılması talebinde bulundular. Ancak daha sonra yapılan açıklamalarda İran ve Kuveyt gerillaları kabul etmeyeceklerini açıkladılar.
Bu sırada Bakanlar Kurulu toplantısından çıkan Başbakan Bülent Ecevit taleplerin karşılanması konusuna ‘bir şey söyleyemem’ yanıtını vererek, bilgi almak üzere olay yerine gitmişti. Bülent Ecevit daha sonra dönemin Genelkurmay Başkanı ve 12 eylülün müstakbel faşist darbe lideri Kenan Evren’le bir durum değerlendirmesi yaptıklarını açıkladı.
Mısır Büyükelçilik yakınlarına gelen Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve Kara Kuvvetleri Komutanı Nurettin Ersin burada elçiliğe yönelik operasyon hazırlıklarını yönettiler.
Operasyon için Batman’dan 40 kişilik özel tim getirildi. Kısa süre sonra takviye olarak Diyarbakır’dan ek özel birlikler getirildi. Bunlarında yeterli olmayacağı düşünüldüğünde Batman’dan Dağ Okulu mensubu takviye özel timler getirildi. Daha sonra eylemin ikinci gününde bu kez Foça’daki Jandarma Komando Okulu’ndan özel timler aktarıldı.
Bu sırada önce Alman Hükümeti Mogadişu baskınına katılan timleri yardımcı olmak üzere göndermeyi teklif etti. Aynı şekilde İsrail Hükümeti Mısır kabul ettiği takdirde yardım edeceklerini açıkladı.
Olayların hedefindeki ülke Mısır ise ‘Ankara baskınına karışmayacağını’ açıkladı. Mısır gazeteleri olayı Kaddafi ve Esat’ın kışkırttıklarını yazıyorlar ve bu ülkeleri suçluyorlardı.
İsrail Hükümeti adına yapılan açıklamada bu ‘terör eyleminin Kreisky, ve Willi Brandt’ın Viyana’da Sosyalist Enternasyonal toplantısı’nda Yaser Arafat’la görüşmeleriyle yapılan hatadan kaynaklandığını, burada tedhişçiliğin kışkırtıldığını’ suçlamaları yer aldı.
Eylem haliyle Türkiye’de büyük yankılar uyandırdı. O dönem bir açıklamada şimdiki Erdoğan ve AKP’nin içinden geldikleri gelenek olan ‘ Milli Görüş ’ çizgisinin siyasi temsilcisi durumundaki Milli Selamet Partisi lideri Necmettin Erbakan tarafından yapılmıştı.
Erbakan açıklamasında Filistinli gerillaların bu eylemlerine ilişkin ‘ülkemiz dışarıdan gelen teröristlerin cirit attıkları bir ülke haline geldi’ diyordu.
Geleneksel devletçi Cumhuriyetçi Güven Partisi Lideri Turhan Feyzioğlu ‘türk devletine karşı cinayet işleyen silahlı tedhişçilerin kahraman ya da dost gibi görülmesi şaşkınlıkların geçmişte milletimiz pahalıya mal olduğu’ açıklamasını yaparak kınarken; MHP adına Sadi Somuncuoğlu Hükümetin üç gün boyunca olayları seyrettiğini söyleyerek ‘türk milletinin gururunun incindiğini’ belirtiyordu.
Tabi bu operasyon hazırlıkları sürerken, devrimci mücadelenin son derece yüksek olduğu koşullarda Ankara’da Filistinle Dayanışma amacıyla çeşitli yerlerde Pankartlar asılırken, kimi yerlerde destek amaçlı korsan gösteriler yapıldı.
İşgal eyleminin ikinci gününde eylemcilerle görüşmek üzere Şam’dan özel olarak THY ile getirilen dört FKÖ yöneticisi önce Dışişleri Bakanı Gündüz Ökçün ve İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’le görüştüler.
FKÖ’lü yöneticiler ‘arabuluculuk’ için geldiklerini ve ‘eylemle ilgilerinin bulunmadığını’ söylerlerken, Başbakanlık’tan bir açıklama yapıldı.
Açıklamanın son bölümünde ‘bilindiği gibi Türk ulusu, Filistin halkının kurtuluş ve bağımsızlık davasını ve ulusal haklarını içtenlikle benimseyip desteklemektedir. (…) FKÖ’nün tepkisi ve yaptığı girişim bir iyiniyet kanıtı olarak değerlendirlmiş ve memnuniyetle karşılanmıştır.’ görüşüne yer veriliyordu.
FKÖ’lü yöneticiler, yanlarında İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş olduğu halde Büyükelçiliğin arkasındaki bulunan Elçilik konutuna gerillalarla konuşmaya gittiler. Daha sonra Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun aynı şekilde FKÖ heyeti yanlarında olduğu halde gerillalarla telefon görüşmeleri yaptılar.
Gerillalar daha sonra FKÖ yöneticilerinin telkinleriyle teslim oldular. Gerillalar teslim olurlarken ‘yaşasın Filistin, Viva Türkiye’ sloganları attılar.
Dışarı çıktıklarında Hasan Fehmi Güneş’in elini sıkarak öptüler. İşte bu tavır Türkiye’de tartışmaların ve zaten amansızca süregiden anti-komünist kampanyanın dozunu arttırdı.
Başbakan Bülent Ecevit İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’in gerillalar tarafından öpülmesini övgü ile karşılıyorum’ diyerek, ‘olaydan sonrada insanca yaklaşımından ötürü kutladı’.
Eylemin sonuçlanmasından sonra FKÖ’lü yetkililerden biri olan Abu Firas ‘türk hükümetinin çağrılısı olarak geldiklerini, görevlerinin kan dökülmeden arabuluculuk yapmak olduğunu ve görevlerini başarıyla tamamladıklarını’ açıkladı.
Daha sonra Hükümet tarafından FKÖ’nün Ankara’da bir hafta içerisinde temsilcilik bürosu açmasına karar verildiği açıklandı.
Ara bir not olması açısından belirtmem gerekiyor; basında yer aldığına göre, FKÖ’nün bu eylemden bir iki yıl öncesinde MC Hükümeti döneminde Ankara’da temsilcilik açma girişimi reddedilmiş, bu sırada temsilcilik açmak amacıyla Ankara’ya gelen FKÖ üyeleri MİT tarafından sınır dışı edilmişlerdi.
İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’in Filistinli gerillalara sarılması, özellikle Tercüman önderliğinde sağ basının yoğun nefret kampanyasına neden olmuştu.
Ana muhalefet Lideri Süleyman Demirel, ‘canileri kucaklayıp öpen bir İçişleri Bakanı bir gün dahi görevde kalamaz’ diyerek ‘teröristleri makam arabasıyla götürmesini skandal’ olarak nitelendirmişti. Sonrasında konuyu Meclis’te tartışma konusu yapmışlardı.
Şimdiyse ana muhalefette yer alan CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun Konsolosluk görevlierininserbestbırakılmaları nedeniyle Başbakan Davutoğlu’nu telefonla arayıp kutladığı haberleri yer aldı.
Resmi/sivil faşist çetelerin tüm türkiye’de kol gezdikleri, katliamlar düzenledikleri, yanısıra İsrail’in sınırsızca saldırı ve katliamlarını sürdürdüğü ve Orta Doğu’yu kan gölüne çevirdiği koşullarda, Hasan Fehmi Güneş’in gayet insancıl bir reaksiyonu, bir anda anti-komünist kampanyanın bir parçası haline getirilmişti.
Son derece normal bir davranıştan nasıl da faydalanma alçaklığını göstermeye kalkıştılar.
IŞID gibi milyonlarca insanın kaderleriyle oynayan bir suç şebekesinin elinde ‘anlaşmalı rehine’ olarak bırakılan Musul konsolosluğundaki 49 görevlinin serbest bırakılmaları sürecinde ve sonrasında Erdoğan başta olmak üzere ‘ Çakma ’ başbakan Davutoğlu ve diğerleri nasıl bir utanmazlık, ve küstahlık sergilediler.
Her an bir ‘pislik’ çıkarmaya hazır ‘şirretlikle’, kendi görevlileri hakkında ‘ihmal’ vb. türü haber ve yorumların yayılmasına dahi bilinçli olarak ‘göz yumarak’ IŞID’a verdikleri desteği ve ‘ Diplomatik Müzakerelerini ’  sahiplenince içinden geldikleri geleneğin ve genel anlamda türkiye sağının Mısır Elçiliği baskını nezdinde Filistin ‘davası’ndaki tutumunu hatırladım.
O dönemlerde yaptıkları tek şey, tıpkı bugün yaptıkları gibi, gizlice Amerika’yı ve İsrail’i destekleyerek, Filistin şehitlerinin ‘ruhlarına fatiha okuyup’, ‘gıyabi cenaze namazı’ kılmak ve ‘yüz kez Kurana el basıp, yüz kez yalan söylemek’ti.
Birde unutmadan devrimci mücadelenin son derece yüksek olduğu koşullarda Filistin’li gerillaların eylemi sonlandırmaları nın bir gün sonrasıydı, 18 temmuz tarihli gazetelerde ‘ Nikaragua diktatörü Somoza’nın kaçtığı ’ haberleri yer alıyordu.
O başarının bizi devrime bir adım daha yaklaştırdığını hissediyorduk.
2014-09-24 Ahmet Akif Mücek
***

17 Eylül 2015 Perşembe

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL VE ÖNCESİ BÖLÜM 4



TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL VE ÖNCESİ  
BÖLÜM 4



1969 SEÇİM SONUÇLARI PARTİLERE GÖRE DAĞILIMI




http://www.secim-sonuclari.com/1969

İNCELENDİĞİNDE  SONUÇ;

Görüldüğü gibi bu seçimlerde tatbik edilen seçim sisteminin de etkisiyle AP, oyları azalmasına rağmen sandalye sayısını arttırıyordu.37 

Demirel’in 1969 seçimleriyle ilgili yorumu ise şu şekildedir:

Sonra 69’da, 68’de öğrenci hareketleri başladı ve işçi hareketleri başladı. 68’de dünya karıştı. 68’de Berlin’de üniversitede okumak mümkün değildi,

Fransa’da Sorbonne’da da okumak mümkün değildi. De Gaulle’ün nasıl düştüğünü hatırlıyorum. Bizim de burada sıkıntılarımız vardı. Onlardan bir zarar gördük. Sonra, iktidar olup da yıpranmamak çok nadir iştir. İktidarın en güçlü zamanı seçildiği gündür. Ondan sonra yıpranmıyorsanız, şansınıza güvenin yani. Bu kuraldır. Biz yüzde 6 kadar oy kaybettik, yüzde 46,5’a indik. Gene çok iyi bir oy ve seçim sistemini değiştirdik. Seçim sistemi, bakiye sistemiydi. Adam Kocaeli’nden milletvekili adayı oluyor, Mardin’den milletvekili çıkıyor. Biz ona “tünel” dedik, tünel sistemi. Değiştirdik onu, nispi sisteme geçtik, bugün kullanılan sistem odur, baraj kısmı hariç. Oyumuz azaldı ama milletvekili sayısı arttı, 239 milletvekilinden 259 milletvekiline çıktık, daha rahatladık, 226’yla mesafeyi aştık ve kabine değişikliği yaptık.38

1969 seçimlerinin bir diğer önemli özelliği de: Bağımsız 13 milletvekilinin meclise girmesiydi. Bunlardan biri de Türk siyasetinde uzun süre rol 
oynayacak Necmettin Erbakan’dı. Erbakan AP listesinden aday olmak istemiş, Demirel’in vetosuyla karşılaşınca Konya’dan bağımsız aday olmuş ve kazanmıştı.39 Bir süre önce olaylı bir biçimde Türkiye Odalar Birliği Başkanlığından uzaklaştırılan Erbakan’ın AP listesine alınmaması karşısındaki basının tavrı ise, aşırı sağın AP’ye musallat olmasına engel olunduğu şeklindedir.40 


37. “AP İktidarda”, Milliyet, 13 Ekim 1969.
38 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55].
39 “AP, Erbakan ve 13 adayı veto etti”, Milliyet, 19 Ağustos 1969.


Meclise bu şekilde giren Erbakan, bir süre sonra 26 Ocak 1970’te, kendi partisini de kuruyordu: Milli Nizam Partisi (MNP).41 Siyasete yepyeni bir 
üslup getiren Erbakan, partinin kapısının Siyonist ve masonlar dışında herkese açık olduğunu düzenlediği basın toplantısında açıklıyordu.42 
Partinin kuruluş hikâyesiyle, Erbakan’ın partinin başına getirilişi hakkında Süleyman Arif Emre’nin anlattıkları şunlardır:Erbakan Hoca’yla karşılaştık, Turan Güngen… Onun bürosunda. Ben tabii, Hoca’yı inceliyorum, bizim aradığımız bütün vasıfları haiz. Ne yapalım da bu işi halledip, Hoca’yı devreye sokalım. Aradan birkaç ay geçti, ben direkt Hoca’nın yanına gittim, o zaman Odalar Birliği Genel Sekreteriydi Ankara’da. Direkt konuyu açtım, sonra dedi ki: “Beni fazla sıkıştırma, bu çok önemli bir şey. Uzun bir hazırlık yapmam, istişareler yapmam, netice almam gerekir. Eğer müspet netice alırsam, sizi arar buluruz.” Bu şekilde aradan birkaç ay geçtikten sonra Turan Güngen Bey’in yanında 7 kişi buluştuk, biri Hoca, birisi Hasan Aksay, birisi Arif Hikmet Güner, eski Rize Milletvekili, rahmetli oldu, ben, bir de Nevzat Yalçıntaş vardı. “Arif Bey’in böyle bir teklifi oldu, ben de çok uzun istişarelerden, araştırmalardan sonra…” O zaman da Demirel’le Erbakan’ın arası açılmıştı. 

Çünkü Erbakan diyordu ki: “Üç holdinge bütün illerden toplanan banka kredileri tahsis ediliyor. Hâlbuki Anadolu’da genç, yeni filizlenmiş müteşebbis, enerjik sanayiciler var yahut da ticari kabiliyeti olan insanlar var. Her ilin bankalara verdiği mevduatın evvela o ilde harcanması lazım, sonra artarsa başka taraflara transfer edilsin.” Önce Demirel bunu kabul ediyor, sonra “Hayır, öyle şey olmaz.” diyor. Sonra işte mahkemeleştiler. Demirel, Odalar Birliği Büyük Kongresinde Hoca’nın çekilmesini tekrar seçilmesini, Genel Başkanlığı ele geçirmesini önlemek için “Odalar Birliği kongresinin gündemindeki seçim maddesinin iptaline” diye bir Bakanlar Kurulu kararı aldı, hatırladığım kadarıyla. Ondan sonra, 
Hoca dedi ki: “Ne yapalım bu durum karşısında.” Avukat olarak hep beni çağırırdı, ben dedim ki: “Bu Anayasaya aykırı, böyle bir karar alınamaz. 
Sen seçimini yap, makamına otur, müdahale ederlerse Danıştay var, Yargıtay var.” O şekilde mücadeleler başladı ve bu mücadeleler, Demirel-Erbakan çekişmesi bütün memleketin kamuoyunu harekete geçirdi. Yani, millet bizim yapacağımız hareketi de, Erbakan’ı da daha yakından, net olarak tanımış oldu. Velhasılıkelam, o hazırlıklarla işimiz geçti ama 69 seçimine kadar partiyi yetiştiremedik. Ondan sonra '' Milli Nizam Partisi '' kuruldu Hoca’nın başkanlığında.43

1969 seçimleri, sol açısından tam bir başarısızlık oldu. Aybar ve Boran ekibinin parlamenter yöntemlerle Türkiye’de sosyalizmin inşa edilebileceği 
yönündeki telkininin inandırıcılığını kaybetmesi, kısa yoldan iktidarın ele geçirilmesine yönelik yeni arayışları da beraberinde getirdi. 
Yüzyılların kemikleştirdiği toplumsal altyapı değişmediği takdirde seçimle iktidara gelmenin bir düş olduğu hususundaki karamsarlığı perçinleyen 
1969 seçimleri, Türk solu açısından bir dönüm noktasıdır.44

40 Abdi İpekçi, “AP ve Aşırı Sağ”, Milliyet, 19 Ağustos 1969.
41 Ecvet Güresin, “Yeni Parti”, Cumhuriyet, 27 Ocak 1970. Doğan Duman, “İslamcı Gençliğin Serüveni”, Birikim, Sayı 95 Mart 1997, s.63.
42 “Milli Nizam Partisi kuruldu”, Cumhuriyet, 27 Ocak 1970.
43 Süleyman Arif Emre’nin 26.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 12.00–?].
44 Attilâ İlhan, Hangi Sol, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1980, s.146.

Milletvekilliklerinin % 56.89’unu alan AP, seçimi kazanmış ancak oy oranı 1965 seçimlerindeki % 52.9’dan % 46.3’e düşmüştür. 45 

1965 seçimleri öncesinde “Ortanın Solu” söylemini benimseyerek politik çizgisini değiştirmiş olan CHP, 1969 seçimlerinde de arzuladığı çıkışı elde edememiş ve 1950 seçimlerinden beri aldığı en az oy oranı olan % 27,36 ile 1965 seçimlerindeki % 28,7’lik oy oranının dahi % 1,34 aşağısına düşmüştür. 1969 seçimlerini AP’nin bir kez daha tek başına kazanmış olması parlamento dışı muhalefeti hızlandırmıştır. Öğrenciler parlamento dışı muhalefet düşüncesinden büyük ölçüde etkilenmişlerdir. Öğrenci grupları arasında çekişmenin ortaya çıkışı gerek üniversite içinde gerekse dışında patlamaya hazır bir ortam oluşturmuştur.46 Parti içindeki bu hizipleşme eski DP’liler ve onların yakınlarının öncülüğünde “41”ler olarak adlandırılan bir gruba dönüşmüştür. “Demokratik Parti”nin (DP) kuruluşuna yol açacak bu bunalım 1970 bütçesinin oylamasında kendisini göstermiş ve Süleyman Demirel, kendi partisinden milletvekillerinin olumsuz oyları ile oldukça zor durumda kalmıştır.47

13 Şubat 1970’te yapılan oylamada 41 milletvekili CHP ile birlikte hareket ederek olumsuz oy kullanmışlardır. Henüz 100 gününü yeni doldurmuş 
hükümeti istifaya mecbur etmişlerdir. Bu tarihten itibaren yaklaşık 10 yıl sürecek bir tartışma da başlamış olacaktır.48 

Bu durum Türk siyasal hayatında ilk defa görülen bir olaydır. Bir partiye dahil parlamenterlerin kendi partilerinin hazırladıkları bütçe programı taslağını reddetmeleri özünde parti disiplinine de aykırıdır.

Bu süreçte Demirel, en az 7-8 Bakanın değişmesi beklenen eski kabineyi hiç değiştirmeden, III. Demirel Hükümeti kabinesini 6 Mart 1970'te ilan 
etmiş ve Cumhurbaşkanı’na sunmuştur.49 Tüm bu siyasi gerginliğin yanında üniversitelerde de şiddet eylemlerinde ciddi bir tırmanış yaşanmaktadır.
Ülke genelinde süren boykotlar, yaşamını kaybeden öğrenciler ve tatil edilen üniversiteler eşliğinde III. Demirel Hükümeti kurulmuştur.
Bu dönemin en çok tartışılan konularının başında eski DP’lilere af çıkarılması meselesi vardır. 27 Mayıs sonrası dönemin en tartışmalı konularından 
olan ve TBMM’de sürekli olarak tartışmalara neden olan af sorunu, Celal Bayar ve eski DP'li arkadaşlarının siyasal haklarına hukuken kavuşmalarıyla önemli bir aşama kaydetmiştir. 50 Bu af sorunun iki önemli sonucu daha olmuştur. 

Birincisi, 12 Mart 1971 askeri müdahalesinin, resmen ifade 
edilmeyen nedenlerinden biri bu af konusu olacaktır. 
İkincisi, Celal Bayar'ın da desteğiyle AP bölünecek, Demirel bütçesine kırmızı oy veren 41  milletvekilinden 26'sı partiden ihraç edilecek ve bazı senatörlerle birlikte Demokratik Parti’yi (DP) kuracaktır.51

45 Milliyet, 13.10.1969, s.1.
46 William Hale, Türkiye’de Ordu ve Siyaset, 1789’dan Günümüze, Çev.Ahmet Fethi, İstanbul. Hil Yayınları, 1994, s.156.
47 Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye 1945-1980, Çev: Ahmet Fethi, 3. Bs, İstanbul, Hil Yayınları, 2007, s.308, Arsev Bektaş, 
Demokratikleşme Sürecinde Liderler Oligarşisi, CHP ve AP (1961-1980), İstanbul, Bağlam Yayınları, 1993, s.161,
48 Cüneyt Arcayürek, Demirel Dönemi 12 Mart Darbesi 1965-1971, 2.Basım, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1985, s.324.
49 Milliyet, 7.3.1970, s.1.
50 Milliyet, 6.11.1969, s.1.
51 Yurdakul Fincancıoğlu, Demirel Demokrasinin Duraklama Yılları, İstanbul, Büke Yayınları, 2000, s.46.



FARKLI AKTÖR VE KURUMLARIN 12 MART MUHTIRASI ÖNCESİ SÜRECE YAKLAŞIMLARI


1.CHP’NİN DURUMU

1960'lı yılların başında Türk siyasal yaşamında toplumsal ve ekonomik sorunların da giderek yaygınlık kazanması CHP'de yeni bir kimlik arayışına yol açmıştır. 1965 seçimleri öncesinde bizzat İnönü, devletçi bir parti olduğundan hareketle, CHP'nin siyasal yelpazedeki yerinin "Ortanın Solu" olduğunu ilan etmiştir.52 1965 seçimlerinden sonra yaşanılan yenilgi sonucu CHP’de Ortanın Solu kavramı sorumlu tutulmuştur. CHP içinde Ortanın Solu’nda olanlar, olmayanlar ayrımı yaşanmaya başlanılmıştır. Bu tartışmalar ve parti içi mücadele 18. Kurultay’a kadar devam etmiştir. 53

Bu süreçte parti içinde Feyzioğlucular ve Ecevitçiler şeklinde gruplaşma olmuştur. Turhan Feyzioğlu ve arkadaşları, Senato ve Meclis gruplarının 
yönetimini ele geçirdikleri gibi Parti Meclisinde de sekiz kişilik bir çekirdek kurmuşlardır. CHP 18. Kurultayı artık iki tarafın açık açık savaştığı ama genel başkanın etkisiyle her iki tarafın parti içinde kaldığı bir kurultay olmuştur. 18 Ekim 1966'da Kurultay Başkanlık Divanına iki kişi aday gösterilmiştir. Ortanın Solu’nun adayı Muammer Aksoy, Kemal Satır cephesinin adayı Senatör Sırrı Atalay’dır. Çekişmeli divan seçimini Ortanın Solu kazanmış, Muammer Aksoy Kurultay Başkanı seçilmişti. Yine çetin mücadelelerden sonra Bülent Ecevit CHP Genel Sekreterliğine gelmiştir. 
Karşı cephe bu yenilgiyi hoşgörü ile karşılayamamış, partide kopma eğilimleri baş göstermiştir.54

CHP içindeki bu iki keskin grup 26 Aralık 1966 tarihinde yapılan Parti Meclisi toplantısında iyice ayrışmıştır. CHP Parti Meclisi; toplantı sonucunda bütün itirazlara rağmen partinin “Ortanın Solu” düşüncesinde olduğunu vurgulamıştır. Bildirinin bu şekilde yayınlanmasına karşı, Parti Meclisi içinde Ortanın Solu düşüncesine karşı olan 8 Parti Meclisi üyesi bildiriye karşı olduklarını açıklamışlardır. Bildiriye karşı olan Parti Meclisi üyeleri Kayseri Milletvekili ve Grup Başkanvekili Turhan Feyzioğlu, Ankara Milletvekili Emin Paksüt, İstanbul Milletvekili Coşkun Kırca, Tekirdağ Milletvekili Orhan Öztrak, Muğla Milletvekili Turan Şahin, Van Senatörü ve Senato Grup Başkanvekili Ferit Melen, Ağrı Senatörü ve Senato Grup Başkanvekili Fehmi Alpaslan, Balıkesir Milletvekili Süreyya Koç’tur. Bundan böyle 8’ler diye nitelendirilecek olan muhalifler derhal sert bir bildiri ile Parti Meclisi bildirgesini yanıtlamışlardır.55 Parti Meclisindeki 8'ler ve parlamentodaki 63'ler, sonunda, 28 Nisan 1967'de toplantıya çağrılan, 4. 

CHP Olağanüstü Kurultayı’nda son ve açık hesaplaşmaya girişmişlerdir.56 Kurultay sonunda yapılan tüzük değişikliğiyle Turhan Feyzioğlu ve arkadaşlarının CHP’den ihraç edilmeleri yolu açılmıştır.57

Bunun üzerine Feyzioğlu ve 48 kişiden oluşan ekibi “ölçüsüz sola kayış istifa için yeterlidir” diyerek CHP’den istifa etmişlerdir. Partiden kopanların kurulacakları parti için düşündükleri çizgi merkezdir. Kurulacak parti milliyetçi ve laik bir çizgide olacak, buna karşın faşizme ve komünizme karşı olacaktır. Yeni partinin kuruluş çalışmaları içinde partinin ismi konusu değişik arayışları gündeme getirmiştir.58 



52 Ayşe Güneş Ayata, “Türkiye'nin Demokratikleşme Sürecinde Ortanın Solu Hareketi”, AÜSBF Dergisi, C:L, No: 1-3, 1995, s.82.
53 Metin Toker, İsmet Paşa’nın Son Yılları 1965-1973, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1993, s.82-85
54 Ertuğ, a.g.e., s.140.
55 Toker, “İsmet Paşa’nın Son Yılları…”, s.96-104.
56 Gevgilili, a.g.e., s.356.
57 Bektaş, a.g.e.,s .130.


Görüşmeler sonrası yapılan oylama sonucunda partinin adının “Güven” olması kabul edilmiştir. 12 Mayıs 1967 tarihinde Güven Partisi (GP) resmi olarak kurulmuştur. GP’ye, CHP’den istifa etmiş 52 senatör ve milletvekilinden 45’i kurucu üye olarak katılmıştır.
Ortanın Solu ile CHP, “Halk Partisi” sıfatını tam anlamıyla kullanmak istemiştir. 
Bununla CHP sadece ideolojik yapısını değiştirmenin yanında, yeni bir kadro ile yeni bir örgüt anlayışı getirmiştir. 
Bu örgüt anlayışının altında siyasi sürecin her noktasına mümkün olduğu kadar çok katılım sağlama, yani daha ileri bir demokrasi anlayışına varma çabası vardır. 1970'Ierde de CHP, yükselen eğilim, akım ve sosyal kesim yakalamıştır. Ancak bunun yanında CHP’nin geçirdiği bu değişim AP’liler tarafından artan şiddet ve gerilimin nedenlerinden biri olarak görülecektir. Bu açıdan CHP’nin geçirdiği bu değişim AP’liler tarafından eleştirilecektir.


  TİP, SOL BASIN VE DİĞER GRUPLAR


1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren Marksist çevrelerdeki en büyük tartışma, Türkiye'nin hangi tarihsel aşamada olduğudur. 
Mehmet Ali Aybar ve TİP'in ana grubu, Türkiye'nin demokratik yollarla gerçekleşecek bir sosyalist devrime hazır olduğunu savunmuşlardır. 
Zaferin; TİP üyelerinin önderliğindeki yeni bir sendika konfederasyonu içerisinde hayli başarıyla örgütlemeye çalıştıkları Türk işçilerinin artan sınıf bilincinden ve siyasal uyanıştan geleceğini ummuşlardır. Mihri Belli önderliğindeki bir diğer etkin grup ise, Türkiye'nin feodal özelliklere sahip bir Asyalı toplum olduğunu, proletaryanın hayli zayıf olduğunu ve devrimci değişimin ancak bir aydınlar ve subaylar koalisyonuyla gerçekleşebileceğini ileri sürmüştür. Milli Demokratik Devrim (MDD) denilen bu akım bazı senatörler tarafından da benimsenmiştir.59

Başta Yön, daha sonra ise Devrim dergisi çevresinde toplanan solcu aydınlar orduyu toplumdaki hızlı atılımların öncüsü olarak görmüş ve siyasette aktif rol oynamasını desteklemiştir. Toplumsal ve siyasal gelişmede devrimci rolü oynayacak “zinde güçler” ve “ara tabakalar” tezini savunan Yöncüler, hayatta sonucu tayin edici unsurlara ara tabakalar adını vermişlerdir. Onlara göre Türkiye’nin en önemli üç sorunu bağımsızlık, kalkınma ve demokrasi idi. Uluslararası ittifaklara karşı çıkılırken özellikle Batı ittifakı eleştirilmektedir. Türkiye’yi sömürülen, ilkel bir toplum olarak niteleyen Yöncüler ağalığa karşı çıkmışlar, devletçilik ve kooperatifçiliği de savunmuşlardır. Batı ile aradaki mesafenin ancak hızlı kalkınma ile kapatılabileceğini söyleyen Yöncüler temelde çok partili rejime karşı olmamakla birlikte 1946’da çok partili hayata geçilmiş 
olmasını erken bulmaktadırlar. Demokrat Parti iktidarı döneminde muhafazakârların işbaşına gelmesinin özgür düşüncenin susturulmasına yol 
açtığını öne süren Yöncü’ler genel olarak bu döneme karşı olumsuz bir bakış açısı geliştirmişlerdir. 27 Mayıs hareketini ise büyük bir hamle olarak değerlendiren bu aydınlar bu durumu gerçek düşünce özgürlüğüne kavuşulmasını sağlayan bir gelişme olarak değerlendirmişlerdir.60

58 Cumhuriyet, 3.5.1967, s.1.
59 Eric Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 16.bs, İstanbul, İletişim Yayınları, 2003, s.372.
60 Davut Dursun, 12 Mart Darbesi, İstanbul, Şehir Yayınları 2003, s. 32-33.


Bu dönemde çıkardığı “Devrim” gazetesi ve “Türkiye’nin Düzeni” kitaplarıyla sol harekete damgasını vuran Doğan Avcıoğlu, başta tabii senatör olma hakkına kavuşmuş olmasına rağmen bu hakkı kullanmayarak Senatoya girmeyen ancak 1966 yılında kontenjan senatörü olarak Senato sıralarında yerini alan Cemal Madanoğlu olmak üzere Ahmet Yıldız, Haydar Tunçkanat, Suphi Gürsoytrak, Suphi Karaman, Vehbi Ersü, Sami Küçük, Ekrem Acuner ile ilişkiye geçmiştir. Bu isimler Avcıoğlu’nun çıkardığı Devrim gazetesinde 1969-1971 yıllarında yazılar yayınlamışlardır.
 Bu ilişkinin temelinde, Avcıoğlu’nun başını çektiği kadronun asker sınıfının desteğini kazanmak için; asker kökenli olan, üstelik 27 Mayıs’ta DP iktidarına son verecek kadar devrimci ruha sahip olan tabii senatörleri aracı olarak kullanmak istemesinin yattığı söylenebilir.61

Devrim dergisinin yazı işleri müdürlerinden Hasan Cemal, bu hareketin o dönemdeki görüşlerini “Biz radikaller; Devrim dergisi çerçevesinde 
toplanan sol Kemalistler ya da asker-sivil aydın zümre, bir sabah vakti darbe ile çok partili sisteme son verip parlamentonun kapısına kilidi vurunca,
 sıra sosyalist devrime gelebilecekti. Önce demokratik devrim, sonra sosyalist devrim yani proletarya diktatörlüğü.” sözleri ile ifade etmektedir. 
Cemal’e göre asker-sivil-aydın zümre ittifakıyla darbeden devrime uzanan bir süreç işlemeye başlayacaktır.62

MDD’nin desteklediği ve üniversitelerde örgütlenen Fikir KulüpleriFederasyonu’na (FKF) katılan gençlik örgütlerinden biri de Tabii Senatör Kadri Kaplan’ın Genel Başkanı olduğu “27 Mayıs Milli Devrim Derneği”dir. Katılımdan sonra FKF’nin Genel Sekreterliği görevini üstlenen Kadri Kaplan, oluşumun kuruluş amacını:
“Din sömürücüleriyle savaş, emperyalizmin her çeşit baskısı ile savaş, Kemalist sistem ve kurumların ve toprak ağalarının yarattığı her çeşit sömürüyle savaş, keyfi idareyle savaş, cehaletle ve mevcut eğitim düzeniyle savaş…” olarak açıklamıştır.63

Önemle üzerinde durulması gereken nokta MBG’ye dahil olamasa da tabii senatör olarak parlamentoda yer alan Kadri Kaplan’ın bu oluşumun ikinci 
adamı olarak görev almasıdır. Bütün bu gelişmelere paralel olarak 1965’ten sonra bazı grupların darbe planladıkları yönünde haberler çıkmıştır. 
Bunlardan birisi 1967 yılında Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İrfan Tansel’in basına yaptığı açıklamada, Mucip Ataklı’nın 27 Mayıs Milli Devrim Derneği bünyesinde olduğu savunulan Milli Devrim Ordusu’nun (MDO) başkanı olduğunu iddia etmiştir.64 

Bu ifadelerle birlikte soruşturma açılmıştır. Haklarında “cuntacılık” iddiasında bulunulan senatörlerin başlıcaları Mucip Ataklı, Ekrem Acuner ve Cemal Madanoğlu’dur. Çeşitli soruşturmalar sırasında Sezai Okan, Şükran Özkaya ve Suphi Karaman’ın adları da MDO’ya üye oldukları gerekçesiyle iddianamelerde yer almıştır.65
Konu bu isimlerin yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasına kadar gelişmiştir. Dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair görüşmede Tabii Senatör Ekrem Acuner, dokunulmazlıkların kaldırılmasını isteyenlerin 27 Mayıs’a karşı iyi duygular beslemeyen ve sınırlı seçmen kitlelerine kendilerini beğendirerek de seçilme şanslarını arttırmak isteyen kimseler olduklarını savunmuştur.66 

61 Barış Kenaroğlu, Cumhuriyet Senatosunda Milli Birlik Grubu, Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 2006, s.s.117.
62 Hasan Cemal, Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım, İstanbul, Doğan Kitapçılık, 1999, s.111.
63 Gevgilili, a.g.e, s.378-379
64 Milliyet, 23.2.1967, s.1.
65 Milliyet, 7.11.1967, s.1.


Mucip Ataklı ise General İrfan Tansel'in iddialarının kişisel, hissî ve ruhî nedenlere dayandığını, gerçekle ilgisinin olmadığını; kendilerinin Tansel'in 
ordudaki ihtilalci grupların liderliği hevesini, hayalindeki yüksek makamlara ulaşma imkanını engelledikleri için kendilerine iftira attığını iddia etmiştir.67

Sonuç olarak MDO’yla ilişkileri olduğu gerekçesiyle Mucip Ataklı, Ekrem Acuner, Suphi Karaman, Sezai Okan ve Mehmet Şükran Özkaya'nın 12 Aralık 1968'te yasama dokunulmazlıkları kaldırılmıştır.68 Bu senatörler kararın Anayasa ve İçtüzüğe aykırı olduğunu öne sürerek iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmuşlardır. Anayasa Mahkemesi kararı senatörlere yöneltilen isnadın ciddî olmadığına karar vermiş, dokunulmazlıların kaldırılmasının Anayasa’nın 79. maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle 2 Ocak 1969'da oy birliğiyle iptal etmiştir.69

66 CSTD (Cumhuriyet Senatosu Tutanak Dergisi), C:49, B:13, 12.12.1968, s.404-405.
67 CSTD, C:49, B:13, 12.12.1968, s.405-410.
68 CSTD, C:49, B:13, 12.12.1968, s.421.
69 Anayasa Mahkemesi Kararları, Resmi Gazete, 10.6.1969, No:13219.

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEK..