SURİYE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SURİYE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ocak 2021 Pazar

ORTADOĞU, SURİYE VE 7 HAZİRAN SEÇİMLERİ

ORTADOĞU, SURİYE VE 7 HAZİRAN SEÇİMLERİ




Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
12.05.2015 

Suriye'de Özgür Suriye Ordusun(ÖSO) El Qaide bağlantılı El Nusra örgütüyle birlikte hareket etmesi, Müslüman Kardeşler(MK) ile El Qaide'nin ittifakı anlamına gelmektedir. Bu ittifakın oluşmasında en büyük rolü de Türkiye/Katar/Suudi Arabistan/Ürdün rol oynamıştır. MK, Mısır'dan çok Suriye'de etkin olmaya çalışacaktır. Suriye'de önce İdlib'in alınması, şimdi de Halep'e yönelik hazırlıkların olması bu ittifakın sonuçlarıdır. Yemen'e hava harekatına Mısır'ın katılması, Türkiye'nin ise desteğini açıklamış olması, Türkiye ile Mısır ilişkilerinin düzeldiği anlamına gelmez. Zaman zaman birlikte hareket ettikleri izlenimi verse de Sisi'nin MK konusundaki dışlayıcı politikası devam ettiği müddetçe Türkiye ile aynı çizgide hareket etmesi mümkün değildir. Bu nedenle El Qaide aşılı Suriye Müslüman Kardeşlerin Esad karşısında başarılı olma şansı yoktur. Bundan bir iki ay önce Rusya Devlet Başkanı Putin'in Mısır ziyareti ve sonrasında Rusya ile Mısır arasında askeri malzeme konusunda yapılan anlaşma, son olarak Rusya'nın Moskova'daki askeri gövde gösterisine Sisi'nin katılmış olması, Mısır'ın tercihini Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar'dan yana kullanmayacağını gösteriyor. Esad'ın devrilmesi, ABD açısından radikal İslamcıların, Mısır açısından da Müslüman Kardeşlerin hakim olması anlamına geleceği için Mısır'ın Rusya ile anlaşma yapmasına ABD karşı çıkmaz. ABD ve Rusya bir çok konuda birbirine ters düşse de Mısır ve Suriye konusunda aynı hareket ettiklerinin çokça işaretleri mevcuttur.

El Nusra'nın bu ittifakın ana dinamiklerinden biri olduğu dikkate alındığında, bu ittifakta IŞİD'in yerinin ne olacağı tartışılabilir. Şu anda görüldüğü kadarıyla El Nusra ve IŞİD aynı tarafta yer almıyor. Hatta yer yer çatıştıkları söylenebilir.  El Qaide-IŞİD rekabeti sert bir şekilde devam ediyor. Son günlerde Idlib ve civarında içinde El Nusra'nın da bulunduğu Fetih grubunun başarı göstermesinden sonra Halep'te Suriye rejimine yönelik başarı elde edilmesi halinde, radikal İslamcı gruplar arasındaki ilişki ve çatışmalar yeni bir boyut kazanacaktır. Türkiye-Suudi-Katar'ın öncülüğünde örgütlenen bu yapının Halep'i İdlib gibi düşürmesi halinde bu büyük bir prestij oluşturacak, Suriye'de şimdiye kadar 'muhaliflerin' elde ettiği en somut başarı olacaktır. Suriye'nin ekonomik başkenti olarak da adlandırılan Halep'in bu şekilde muhaliflerin eline geçmesi, Esad'ı Şam'a sıkıştıracak, Şam'ın farklılıkları barındıran toplumsal yapının etkisiyle Esad en zorlu dönemini yaşayabilir. Esad, bu zorluğu aşabilmek için Hizbullah'tan daha fazla yararlanacaktır. İsrail'e dişini göstermek bakımından El Fetih ve Hamas'tan daha fazla etkili olan Hizbullah'ın zayıflamasını İsrail'in istediği de biliniyor. Suriye üzerinden Hizbullah/Suriye Muhalifleri çatışmasından en çok faydalanacak gücün İsrail olacağı unutulmamalıdır.

İsrail’in, 5+1 devletlerin İran'la yaptıkları nükleer anlaşmayı içine sindirmediği de biliniyor. İleriki aşamalarda İsrail’in fırsat bulması halinde bunu engelleyecek manevralara girebilir. Esad’ın dolayısıyla İran’ın başarılı olması halinde İsrail’in bunu engellemesi kolay olmayacaktır. ABD, AB ve Rusya’nın radikal İslam tehlikesi önceliği Esad ve İran’a avantajlar sağlıyor.

Rojava’daki Kürtlerin Durumu

Esad'ın sıkışıklığı, Esad'ın Kürtlerle özerkliği konuşmaya kadar götürüyor. Özellikle önümüzdeki günlerde başlanacak Cenevre görüşmelerine PYD'nin çağrılı oluşu, Esad rejiminin politik değişikliğini gösteriyor. Bu şekilde PYD/Suriye rejimi ilişkileri Halep ve Afrin'deki Kürtlerle muhalifler arasındaki ilişkilere yeni bir boyut getiriyor. PYD ile muhalifler arasında çatışmalar yaşanabilir.

Türkiye'nin içinde bulunduğu koalisyon, Kürtleri kendi tarafına geçmeye zorlamak için her şeyi yapabilir. Kobani benzeri manzaranın daha kötüsü Halep ve Afrin'de meydana gelebilir. Bu konuda kesin karar verilmiş olsa da nasıl uygulanacağı seçim sonrasına bırakılmış durumdadır. Seçimlerde AKP'nin yeniden tek başına hükümet kuracak sayıyı bulması halinde, Türkiye, fiili askeri gücünü de devreye sokabilir. Bunun anlamı, Türkiye Kürdistan'ında önceki yıllarda olduğu gibi KCK benzeri kitlesel gözaltı ve tutuklamaları gündeme getirebilir. Bu açıdan 7 Haziran seçimleri, sadece Türkiye'yi değil, Ortadoğu'yu da doğrudan etkileyecektir.

Irak Kürdistan’ı

Ortadoğu'daki yeni bloklaşmada, Sünni eksenli Türkiye, Katar, Suudi Arabistan ve Mısır'ın konumu eskisinden farklıdır. Bu farklılık, Sünni bloğun İran/Şii karakterinden ileri gelmektedir. ABD'nin bu bloklaşmadaki konumu, İran'a daha yakındır. Bu da ister istemez Sünni blokla ABD arasında çelişki ve çekişmeye neden olmaktadır. Tam bu sırada Kürtlerin önemi artmaktadır. Her iki taraf Kürtleri kendi yanına çekmek için çaba sarf ediyor. Sünni blok, Güney Kürdistan'a bağımsızlık önerisini daha fazla gündemine almış olabilir. Çünkü Irak Kürdistan'ının Irak'tan kopması demek Sünni Irak bölgesinin de Irak'tan kopması anlamına gelecektir. Bu şekilde Sünni bloklaşma, Irak Kürdistan’ı ve Sünni bölgesi üzerinde kontrolü ele geçirecek ileriki süreçte Irak'ın Güney'ine sıkışan Irak yönetimi giderek zayıflayıp İran'ın etkisinden çıkarılmaya çalışacaktır. Tüm bunların olabilmesi için Irak Kürdistan Bölgesel yönetiminin tavrı belirli olacaktır. Bu açıdan Barzani'nin ABD ziyareti kritik bir öneme sahiptir. Bazı Kürt çevreler bu ziyareti Kürdistan'ın bağımsızlığı yönünde bir adım gibi görmek istese bile ortaya çıkan tablo daha farklıdır. Irak'ın bütünlüğü mesajının verilmiş olması Bağımsız Kürdistan'ın öyle sanıldığının tersine gündeme gelmemiştir. Temel konu ABD'nin "düşmanları" çerçevesinde konumlanmıştır. Bu da IŞİD'le mücadele ve Musul'a yapılacak operasyonla sınırlı olacaktır.

Türkiye, milliyetçi bir söyleme doğru bir yol almış olsa da Irak Kürdistan'ın tüm Kürtlerin cazibe merkezi olmasını istiyor. Seçime yönelik planları bu yöndedir. HDP'nin seçim barajını aşmayacağını düşünerek kendi listelerinde çok sayıda geçmişinde politik Kürtlük bulunan  isimlere yer vermiş olması seçimlerde Irak Kürdistan'ına yönelik ne tür politika yürüteceğinin işaretleri mevcuttur. Ancak HDP'nin barajı aşması halinde AKP'nin başkanlık dahil hiçbir politikası gerçekleşme şansı bulmayacaktır. Tayyip Erdoğan'ın başkanlık hayali Türkiye ile sınırlı değildir. O başkanlığında Suriye ve Irak'tan toprak dahil etmek istemektedir.
Türkiye'nin mezhepsel savaşa sürüklenmesi, Türkiye Kürdistan'ında aşiretlerin kendi aralarında bölünmesi ile sonuçlanabilir. AKP ve CHP Kürdistan'da son hamlelerini yaparak, Kürt halkının aşiretler arası yarışı bir tarafa bırakıp HDP'de bütünleşmesini önlemek için elinden geleni yapıyorlar. Bucak gibi önemli bir aşiretin önde gelenlerinin bağımsız aday ve CHP'den aday olmaları bir kısmının da AKP'yi destekliyor oluşu, bütünsel olarak görülen aşiretlerin bile iç çatışmaya doğru sürüklenebilir. Bu sürüklenişin önlenebilmesi HDP'nin güçlü bir şekilde mecliste temsili ile olacaktır. Benzer durum, Kürdistan'daki diğer aşiretler için de geçerlidir.

Türkiye Kürdistan'ında kaba PKK karşıtlığından öte siyasi yorum getirmekten aciz bazı kişiler, Barzani'nin son ABD ziyaretinin Bağımsızlık ilanı ile ilgili olduğu yorumlarını ön plana çıkarıyorlar. Bundan hareketle PKK'nin Irak Kürdistan'ının bağımsızlığını engellediğini söylüyorlar. Bu yorumlar doğru değildir. Tam tersine, Türkiye'nin Irak Kürdistan'ının Sünni blokla birlikte hareket etmesi halinde bağımsızlığını destekleme ihtimali daha yüksektir. Ancak, ABD ve Rusya gibi küresel güçlerin karşı çıkacağı bağımsızlığın gerçekçi olmayacağını Barzani herkesten daha fazla bilmektedir. Çünkü Türkiye ve Arabistan'ın bağımsız Kürdistan’ı desteklemesi Musul'un Irak'tan kopmasına bağlıdır. Bu da radikal İslamcıların etkinliğinin sürmesi anlamına geliyor. Musul düştükten sonra IŞİD'in Erbil'e doğru ilerleyişini Barzani'nin unutması mümkün değildir. Kaldı ki, bu şekilde oluşacak Kürdistan'ın yaşama şansı yoktur. Kim ne derse desin ABD'nin onaylamadığı Bağımsız Kürdistan'ın yaşama şansı yoktur. Barzani ziyaretinin en önemli sonuçlarından biri de Barzani'nin bunu anlamış olmasıdır. Barzani'nin bundan sonra Sünni blokla hareket etmesinin koşulları kalmamıştır. Sünni blokla birlikte hareket etmemek Kürtleri değişik güçler karşısında üçüncü bir güç üçüncü bir yola daha fazla yaklaştırmaktadır. Üçüncü güç olmak hem Kürtlere karşı düşmanların artmaması hem de Kürtler arası barışçı ilişkilere zemin hazırlamaktadır.

Türkiye Kürdistan’ı, 7 Haziran Seçimleri ve Barajın aşılması sorunu
Türkiye Kürdistan’ı açısından düşünüldüğünde AKP'nin, HDP'yi parlamentoya sokmama yönündeki tehlikeli politikalar Türkiye Kürdistan'ında Kürtler arası çatışmayı tetikleyecek niteliktedir. AKP'nin planlarını HDP'siz yaparak, HDP'yle yakınlaşan aşiretlerin bazı önde gelenlerine yer vermiş olması ileride HDP'siz bir mecliste onları Kürtler arası çatışma zemini yaratmak içindir.

(Irak Kürdistan Bölgesel Yöntemi)KBY'nin hem kendi içinde ilkeli duruşu hem de diğer Kürt örgütleriyle ilişkilerini hukuki ve ahlaki bir zemine oturtmasında yarar vardır. İlişkilerin düzeyi Kürdistan'daki aşiret ilişkilerine de bir düzey getirecektir.
TIR Savcılarının tutuklanmalarıyla Suriye'ye müdahale arasında bağ vardır. Ancak Türkiye seçimi bekleyecektir. 1974 Kıbrıs harekatı seçimden sonra yapılmıştı. AKP, çoğunluğu sağlamasa da MHP'yle birlikte yapabilir. Bu konuda karşı çıkış noktasında en net tavrı koyanlar CHP ve HDP'dir. MHP, Suriye tezkeresine evet demişti. Süleyman Şah operasyonundan beri hazırlıklar yapılıyor. Bir gece aniden Türk ve yeni koalisyon uçakları Yemen'de olduğu gibi yapabilirler. Mısır ne yapacak Mısır hem ABD ile Hem de Rusya ile denge politikası izleyerek kendisini yaşatmaya çalışan bir ülkedir. İç siyasi kazanımlar karşılığında Suriye müdahalesine destek verebilirse de Suriye'de Esad'ın düşmesi MK'nın başarı kazanması Filistin'deki Hamas'ın da MK'nın Suriye kolu olduğu dikkate alınırsa bu MK'nın güçlü bir şekilde Mısır'la komşu olması anlamına geleceği için Sisi'nin bunu kabul etmesi mümkün değildir.

AKP-MHP Birlikteliği olabilir mi?

İsrail'in Suriye karşıtlığı temelinde Suudi / Türkiye birlikteliğine destek vereceği yönündeki yorumlar doğru değildir. 

MK'nın yönettiği Suriye, İsrail'in geleceği için daha tehlikelidir. 
Tıpkı MK'nın Mısır'da yaptığı gibi. Öyle anlaşılıyor ki, gerek Türkiye'nin gerekse Suudi Arabistan'ın Suriye'ye müdahale etmek istemeleri kendi iç 
siyasetlerindeki çekişme ve bölünmeden ileri gelmektedir. Yakın zamanda Türkiye'de yapılacak seçimler AKP'nin kaderini belirleyecektir. 
Bir anda tersi de olabilir. Ancak MHP'nin AKP'ye koltuk değneği olma ihtimali her zamandan çoktur. Özellikle çözüm sürecinin kaldırılması, Qandil'e Türk 
Bayrağı dikilmesi arzusu MHP'yi AKP'nin maceralarına dahil edebilir. 
Seçimlerde MHP'ye oy vermeyi düşünen Cemaat taraftarlarının bu hususu dikkate alıp o şekilde tavır almaları beklenebilir. 

Aynı şekilde Vatan Partisi adı altında bir araya gelen Ergenekoncular da bu konuda Truva atı rolünü oynayabilirler. 

HSYK yapısındaki Ulusalcı, Milliyetçi ve Muhafazakar koalisyon bu konuda fikir verebilir. Seçimlere bu kadar yakın bir süre kala hakim ve savcıların 
tutuklanması bu birlikteliğin somut sonucudur. Seçimlerdeki başarıya göre bu daha da görünür olacaktır. Bu nedenle MHP'nin göstereceği başarı 
AKP'yi durdurmayacaktır. AKP'yi durduracak olanlar HDP, CHP ve SP+BBP olabileceği söylense de CHP'de şimdilik görünür olmasa da yaşanan iç çelişki 
ve çekişmeler CHP'nin mevcut potansiyelinin altına doğru gerilemesiyle sonuçlanabilir. Bu olasılık HDP faktörünün bu seçimler için ne kadar önemli 
hale geldiğini gösteriyor. HDP'ye değişik kesimlerden gelen desteği sadece "Erdoğan'ı durduracak güç HDP'dir." argümanı ile açıklamak yeterli değildir. 
CHP'deki yetmezlik ve alternatifsizlik de bunda etkilidir. CHP'ye oy verme alışkanlığı olan kitle CB Seçimlerinde CHP'yi desteklemede büyük bir kırılma yaşadı. 

Bu kırılma Erdoğan'ın fiili başkan olmasının yolunu açtı. 

CB seçimlerinde böyle bir kırılma yaşayan liderliklerin bu seçimlerde cezalandırılacaklarını düşünüyorum. 

Benzer durum MHP için de geçerlidir. Planlarını ikincilik üzerine kurup da iktidarı AKP'nin doğal alanı gibi gören CHP ve MHP'nin AKP ile ilişkiler 
yönünden HDP kadar radikal olmayışları da bu partilerin en zayıf noktasıdır.


***

20 Ekim 2018 Cumartesi

PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 18

PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 18


“PKK Terörü Neden Azdı(rıldı)?” SDE Stratejik Planlama Kurulu’ndan Aydın Bolat, PKK Matruşkasını şöyle yorumluyor: “Bilinmelidir ki bugün PKK uluslararası bir terör markasıdır ve taşeron bir örgüttür. 

PKK’nın varlığının ve eylemlerinin, Kürt halkının talepleri ve Kürt sorunuyla bir ilişkisi yoktur. PKK çok parçalı ve dağınık bir yapılanmadır, homojen bir 
bütünlükten uzaktır. Yeknesak bir iradesi ve tek tip çizilmiş bir stratejisi yoktur. Kandil artık uluslar arası bir terör kampıdır. Türkiye üzerinde ve bölgede hesabı olan bütün devletlerin kullandığı bir terör ve savaş aracıdır. 

ABD, İsrail, İran, Irak, Suriye, İngiltere, Almanya, Rusya ve Ermenistan’ın ayrı ayrı ya da birleşik PKK’sı vardır. Türkiye’nin Arap Baharı, Yeni Ortadoğu ve özellikle Suriye üzerindeki politika ve inisiyatiflerini engellemek, sınırlamak veya kontrol etmek amacıyla yumuşak karnımız PKK terörü güç müdahalesinin bir enstrümanı olarak kullanılmaktadır. PKK markasıyla yapılan saldırılar Yeni Türkiye vizyon ve politikalarına PKK silahıyla bedel ödetmek operasyonlarıdır. Suriye bu işin ancak figüranı olabilir. Türkiye’nin bölgesel gücüne ve küresel rolüne karşı hamle yapan küresel güçler, Suriye iç savaş ve krizini bu hamle için bahane ve fırsat olarak istismar ediyorlar. PKK’nın uluslararası kullanım değeri ve kabiliyeti bitene kadar bu mücadele devam edecektir. 

Terörün Ahlaksızca Diplomatik bir Silah olarak kullanıldığı biliniyor. 

Bu konjonktürde maalesef uluslararası sistem PKK’yı tasfiye etmemize izin vermiyor çünkü onu kullanıyor. Suriye’deki sorun çözülse de çözülmese de PKK terörü bitmez. Türkiye yeni yükseldiği uluslararası ligde bölgesel gücünü ispatlarsa, diplomasi ve siyaset kurma becerisi ile PKK’nın son kullanma tarihini 
uluslararası aktörlere kabul ettirebilirse bu beladan o zaman kurtulacaktır. Tarihin ve konjonktürünün fırsatları bizim oyun kurma kabiliyetimizle birleşince PKK kartı çöpe atılacaktır. 

Suriye, Irak ve İran sınır üçgeninde, güneydoğunun en uç bölgesindeki Türkiye’nin en son yerleşim yeri olan ilçe Şemdinli’dir. 23 Temmuz 2012’de aşlayan 2 haftadan fazla devam eden 700 kişilik PKK görünümlü ağır 
silahlarla donanımlı terörist saldırı Şemdinli’yi ele geçirip alan hakimiyeti sağlayarak kurtarılmış bölge yaratıp bayrak dikme amacını taşıyordu. PKK’nın Suriye menşe’li Fehman Hüseyin kolunun etkili olduğu saldırı Suriye himayeli, İsrail destekli, çok uluslu konsorsiyum motivasyonlu planları çok önceden hazırlanmış sıra dışı bir saldırıdır. Şemdinli ve köylerinde halkın arasına karışmış terör gruplarıyla asker ile halkı karşı karşıya getirmek amaçlanmıştır. Halktan insanların hedef haline getirilerek öldürülmesiyle oluşacak tablodan işte ‘Kürt 
Baharı’ diyebilecekleri bir senaryoyu sergilemek istediler. 

Eş zamanlı olarak Çukurca’da karakollara yapılan saldırılar dikkatleri dağıtmak içindi. Ancak Şemdinli halkının PKK’ya prim vermeyen sağduyulu tutumu hain 
emellerin planlarını bozdu. Halk PKK’yı dışladı ve terörist gruplar askerle karşı karşıya kaldılar ve çok ağır bir hezimete uğradılar. 500’ün üzerinde militan Şemdinli dağlarında telef oldu. Hem emellerine ulaşamadılar hem de büyük kayıplar verdiler. İşte bu ağır yenilgiyi unutturmak için PKK-KCK-BDP’liler bölgede Psikolojik Savaş hamleleri yaptılar. Amaç‘yıkılmadık ayaktayız, bölge bizden sorulur’ edalarıyla bozulan moralleri düzeltmek ve güç gösterileri olabilecek eylemler yapmak oldu. Milletvekili kaçırmak, asker kaçırmak, Gaziantep bombalı saldırısı, Foça’da Askeri servise bombalı saldırısı nihayet PKK’lı silahlı teröristlerle BDP’li milletvekilinin kucaklaşması Şemdinli yenilgisinin atlatılması ve moral çöküntüsünün önlenmesi için yapılan intikam ve güç 
gösterisi eylemleridir. 

Son PKK saldırılarını planlayan, düzenleyen, destek veren bölgesel ve küresel güç merkezleri yani PKK taşeronunun patronları Türkiye’yi bir iç savaşa ve kardeş savaşına sürüklemeye zorluyorlar. Türkiye’yi izlediği Suriye ve bölge politikasından vazgeçirmeye çalışıyorlar. Özgür Suriye ordusuna karşı PKK kartını masaya sürüyorlar. Antep saldırısıyla Şam’daki bombalamaya 
misilleme yapıyorlar. Maalesef istihbarat örgütlerinin konuşma dili terörle oluyor. Gayri nizami savaşın ve asimetrik harbin silahı da terördür. Hakkari dağ yolundaki BDP’li sözde vekillerle üniformalı ve silahlı PKK’lı teröristlerin buluşmaları hasretle, hayranlıkla kucaklaşmaları acı bir itiraf ve ibret tablosudur. Bu sahne BDP’nin gemileri yaktıklarının, sondan bir önceki adımı attıklarının, silahlı siyaseti tercih ettiklerinin, kanun, hukuk, otorite tanımadıklarının devlete, demokrasiye, hukuka ve her şeye kafa tuttuklarının düpedüz terörist 
olduklarının itirafıdır. Bu binlerce şehidin ve canın kanları üzerinde cüretkar, küstah, pervasızca meydan okuyarak halkın sinir uçlarına basmak, milleti tahrik etmek, partilerini kapattırmak kendilerini canlı bomba gibi feda etmek, hedef yapmak, hapse atılmak ve nihayet Türk-Kürt çatışmasının fitilini ateşlemek, duygusal kopuşun ipini kesmek için ibretlik haince bir provokasyon ve ağır bir 
tahriktir. Bu tablo PKK’nın silahlı mücadelesini BDP üzerinden meşrulaştırmak istediğinin kanıtıdır. BDP de meclisi bu amaç için kullanıyor. BDP terör örgütü nün vesayeti altında değil onun Ankara TBMM’deki şubesi durumunda dır. BDP normal bir siyasi parti değil, Kürt halkının değil terör örgütünün iradesini temsil ediyor. 
PKK’nın bölgedeki baskılarıyla ‘korku oyları’ile seçiliyorlar. Siyaset üretmiyorlar, çözüm dertleri de zaten yok. Yeniden ihanet kucaklaşmasına dönersek, bu ağır 
tahrike kapılarak o meş’um niyetlerin kurbanı mı olmalıyız? Yoksa yine soğukkanlılıkla, sabrımızın limitlerini zorlayarak, hukuku, adaleti tehir mi edelim? Bundan sonraki adımı düşünebiliyor muyuz? Bu hangi çizgidir, bu limitin sonu nedir, neresidir? Kimse bundan sonrası için bu milletin sabrını test etmeyi aklından bile geçirmesin. Buna Türk’ün de, Kürt’ün de kimsenin cüreti olamaz, olmamalıdır. Eleştirilere ‘demirden korkan trene binmez’ kabadayılığı ile cevap verenlerin Kürt sorununun çözümünde zerre miskal samimiyeti yoktur. BDP’yi 
kapatmak çare değildir tabi ki ancak; teröre arka çıkanlar, teröristle sarmaş dolaş olanlar, şiddeti ve nefreti milletin gözüne gözüne sokanlar da TBMM koltuklarına bütün bunların küstahlığı ile kurulup millete, ülkeye demokrasiye ve hukuka meydan okuyamamalıdır. 

Sonuç: Kervan yürüyor. Hükümete büyük görev düşüyor. Yaşanan olaylarda güvenlik zafiyeti apaçık görülüyor. Şemdinli’de topyekun PKK saldırısına karşı 
sağlanan başarıyı unutturmaya, pervasız cüretlerini sergilemeye fırsat ve imkan verilmemeliydi. Zira bundan sonra bir şey yapmak daha zordur ve bedeli de daha ağırdır. Türkiye zor bir dönemden geçiyor. İçeri ve dışarıdaki tehditlerle ilgili risk analizini doğru yaparak stratejilerini belirlemelidir. Mal, can ve yaşama 
güvenliğinin olmadığı yerde özgürlüğün esamesi bile okunamaz. 

Hukuk otoritesini ve kamu güvenliğini sağlamak hükümetlerin ilk görevidir. Millet sabreder çünkü devlet bu meseleyi çözer, gereken tedbirleri alır inancındadır. Büyük devlet olmanın bedelleri olduğu gibi sorumlulukları da vardır. Her şeye rağmen Ankara, hem Suriye’de hem ‘Yeni Ortadoğu’da hem de Türkiye içinde 
yoluna devam ediyor, kervan yürüyor” (76). 

Kırmızı PKK, yeniden hortlatılan Zerdüştlükle, sahte mollalarla, çakma Cuma namazları ile Yeşil’leşirken uyuşturucu ticaretiyle tıpkı bir Rus Matruşkası haline 
geldi. Kürt aydınları, dini kanaat önderleri neden susuyorlar? Konuşmanın vakti geldi, geçiyor. Sivil toplum oluşur, liberal demokrasi ve liberal ekonomi gerçek İslam kardeşliği ile bölgeye yerleşirse Kürt sorunu kalmaz, tam tersine Kürtler Türkiye’nin bölgesel güç olmasında sağlam bir sura, kaleye çevrilebilir… 

PKK’nın tarihsel gelişimi, KCK bağlantısı, sosyal ve politik yönü, medya ilişkisi ve finansmanı barış sürecinde zurnanın zırt dediği yerler. Kürt sorununun çözümün de muhatap kabul edilen PKK güya silahsızlanacak, militanlarını sınır ötesine çekecek ve bölgede silahların baskısı kalkınca alternatif sesler yükselecekti. Oysa PKK 50 milyar dolarını ülkemize serbestce sokarak silah baskısını sermaye baskısına dönüştürmeyi planlıyor. Bu bağlamda marjinalleşerek küçülmesi gereken PKK, tam tersine maddi gücünü ülkemize girdirirse daha da büyüme 
potansiyeli taşıyor. Üstelik terör kisvesinden sıyrılarak, uluslararası kamuoyunda özgürlük mücadelesi yürüten sivil halk örgütü imajına kavuşturuluyor. Terörist damgası kalkan PKK daha da hoyratlaşacaktır. Zira son aylarda 2500 yeni militan kazanan PKK, Kürt gençleri kurulacak Kürdistan’da iş, memurluk gibi vaatlerle aldatıyor ve dağa çıkartıyor. Bu atmosferde isterlerse PKK Lideri Abdullah öcalan’ın dediği gibi 50 bin kişi daha çıkabilir. Taleplerine direnen Türkiye ile bu sefer daha kanlı bir savaş yürütür. Liberal ekonomi ve liberal demokrasinin bölgeye gelmesi silahların gölgesinin kalkmasına bağlı, ancak PKK’ya tanınan ayrıcalıklar şimdiden farklı Kürt seslerini baskı altına alıyor. Hükümet, KCK’ye Panzehir operasyonu ile MİT Özel Harp elemanı sızdırıp kontrolü elinde tuttuğunu sandı, daha başlangıçta bir yerde hata yaptı ve PKK’yı 
Kürt sorununun çözecek tek güç haline kendi eliyle getirdi. Şimdi ayıkla pirincin taşını… 

PKK’nın kanlı parasını AKP Türkiye’de aklayarak ekonomiye sıcak para sokmayı hedefliyor. PKKlı hainlerin uyuşturucu ticareti, haraç ve terör yoluyla elde ettiği mil-yarlarca doların, Varlık Barışı adı altında, yasal hale gelmesi için kanun bile çıkarıldı. Son iki ayda beyan edilen tutar 50 milyar 45 milyon lira. 
Önceki Varlık Barışı’nda, uzatmalara rağmen beyan edilen tutar, 27 milyar 876 milyon TL idi!.. Bunun da 5.2 milyar lirasını Ali Türkan adlı, sağlık sorunu olan bir vatandaş beyan etmiş ama 1 dolar dahi getirememişti. Bunu hesaba 
katmadığımız da, ilk Varlık Barışındaki tutar 22 .6 milyar TL oluyor. Yetkililer, 31 Ekim 2013 tarihine kadar uzatılan süre zarfında, Yeni Varlık Barışı nedeniyle toplam 100 milyar lira beyan edileceğini tahmin ediyorlar. Aklıselim sahibi herkes, silah bırakmanın, PKK’nın illegal finansman faaliyetlerinden bağımsız 
değerlendirilemeyeceğinin farkında… 

Terörle mücadelede çözüm sürecinin sınır dışına çıkma aşamasıyla birlikte PKK’nın finansman kaynakları ile mali varlığının ne olacağı sorununun da çözüm bekliyor. 2009'da yayımlanmasına karşın, içeriği güncel kalmayı başarmış bir MASAK yayınından notlar aktaracağım. “Terörün Finansmanı” adlı kitap, Hasan Aykın ile Kevser Sözmen’in imzalarını taşıyor. (Aykın, halen Cumhurbaşkanlığı DDK üyesi) 

-Terör örgütlerinin finansman ihtiyacı 10 kalemden oluşuyor: Terör örgütlerinin doğrudan maliyetleri, terör eylemine hazırlık faaliyeti, örgüt üyelerinin iaşe ve ibate giderleri, örgüt üyeleri ile yakınlarına yapılan düzenli ödemeler, eğitim masrafları, seyahat masrafları, rüşvet, propaganda masrafları, güvenli istihdam ve tahrik merkezleri için yapılan harcamalar, terör örgütünün siyasi uzantısına fon sağlanması. 

-Yıllık ihtiyaç 30 milyon dolar: Her militan için yapılan harcamanın 500 dolar olduğu varsayımıyla; 5 bin üyesi bulunan terör örgütünün kırsalda veya komşu ülke kırsalında barınma, eğitim, giyinme, silah, iletişim, mühimmat harcaması, aylık 2.5, yıllık 30 milyon dolar olarak hesaplanıyor. 

YILLIK UYDU ÜCRETİ 3 MİLYON DOLAR 

-Gelir kaynakları: Yasadışı, yasal görünümlü ve yabancı devlet bağışları olmak üzere 3 ana kaynaktan gelir sağlanıyor. 

Yasadışı gelir kaynakları; uyuşturucu ticareti, insan kaçakçılığı, sigara ve diğer maddelerin kaçakçılığı, haraç, sahtecilik, taklit ve kopya ürün ticareti, kredi kartı dolandırıcılığı, gasp hırsızlık, fidye amaçlı adam kaçırma olmak üzere 9 kalemde sıralanıyor. 

Kitapta fikir vermesi açısından yıllık uydu kullanım ücretine de yer veriliyor. Yabancı bir ülkeden yapılan uydu yayınları için yıllık uydu kullanım ücretinin 2.5 ila 3 milyon dolar arasında olduğu bilgisi var. 

ULUSLARARASI İŞBİRLİĞİ 

Kitapta, yaşadığı sağlık sorunları nedeniyle tahliye edilen ve tedavisi süren eski Genelkurmay 2. Başkanı Ergin Saygun’a atfen de önemli veriler yer alıyor. Saygun, 2008'de “Terörizmle mücadele Mükemmeliyet Merkezi Komutanlığı”nca düzenlenen “Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği Konferansı”nda; PKK’nın yıllık gelirini 400-500 milyon euro olarak açıklamış. Bu tutarın 200-250 milyon eurosunu uyuşturucu gelirleri oluşturuyor. 

Sonuç olarak, PKK’nın kontrol ettiği ve küresel düzeyde karapara aklama faaliyetlerine konu olduğu defalarca raporlanmış, muazzam bir mali varlıktan söz ediyoruz. Güvenlik güçleri, Dışişleri Bakanlığı ve Mali Suçları Araştırma Kurulu’nun (MASAK) koordineli bir çalışma yürüttüğünü duyuyoruz. 

Hükümet açısından bu zorlu meseleyi yönlendirecek iki düğüm noktası var: Örgüt yöneticilerinin PKK’nın mali varlığıyla ilgili tutumları ve bugüne kadar “esirgenen” uluslararası işbirliğinin gösterilip gösterilmeyeceği. 

Tüm bu kilit noktaları anlatan ‘The PKK’ adlı kitap geçen temmuzda Alman VDM Yayınevi’nden çıktı. Bu İngilizce kitap, ABD’deki ve Avrupa’daki akademik çevrelerde çok satıyor. Amerikan ve Türk terör uzmanlarının yazılarının yer aldığı kitabın editörleri de çok ünlü Amerikalı iki terör uzmanı. İşte önümüzdeki yıl Türkiye’de yayımlanacak kitaptan önemli başlıklar: 

UYUŞTURUCUDAN YILLIK 2,5 MİLYAR DOLAR GELİR ELDE EDİYORLAR... 

NATO’nun 2007 Kasım’ında yaptığı takviyeli Ekonomik Komite toplantısındaki verilere göre de, yasadışı narkotik endüstrisi PKK’nın en kârlı kriminal faaliyeti. 
Pakistan’daki uyuşturucunun ham üretiminden, Irak’ta damıtılmasına, sokaklarda pazarlanmasından PKK tarafından sürülmemiş uyuşturucunun Avrupa’da vergilendirmesine kadar, örgütün narkotik ticaretinin her safhasında yer aldığı ifade ediliyor. ABD Dışişleri Bakanlığı, Suçla Mücadele Programları Müdürü David M. Luna’nın 2008’deki raporuna göre; uyuşturucu ticareti PKK’nın en çok kazanç getiren kriminal faaliyeti. PKK-Kongra-Gel, İran, Afganistan ve Pakistan’ı kapsayan ‘altın hilal’ bölgesinden gelen işlenmemiş morfinin güvenliğini sağladıktan sonra tüm Avrupa’da satışını yapmak üzere kendi laboratuvarlarında eroine çeviriyor. Kendi kontrolündeki bölgelerden uyuşturucunun geçişinde uyguladıkları vergilendirme ve bu kaçakçılığı yapanlardan sınırlarda aldıkları haraçlar, bu terörist örgüt için çok önemli bir gelir kaynağı. PKK terör örgütünün yıllık geliri yıllık 50-100 milyon dolar olarak tahmin ediliyor. Başka kaynaklar daha yüksek miktarlarda tahminlerde bulunarak 

PKK’nın narkotikten elde ettiği gelirin 500 milyon Euro ile 2.5 milyar dolar arasında değiştiğini söylüyor. 

SİCİLYA MAFYASI GİBİ 

Yvon Dandurand ve Vivienne Chin tarafından hazırlanan ve Nisan 2004’te Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi (UNODC) ile Kanada Dışişleri Bakanlığı’na sunulan ‘Terörizm ile Diğer Suç Türleri Arasındaki Bağlantılar’ raporunda şu ifadeler var: Yapılan araştırmalara göre, PKK ve Kürt grupları arasındaki işbirliği Sicilya mafya aileleri arasındaki işbirliğine benziyor. PKK uyuşturucu ticaretinin, üretiminden piyasada satışına kadar, her aşamasında yer alan çok katmanlı bir organizasyon gibi çalışıyor. ilk aşama genellikle Pakistan ’dan gelen baz morfinden üretimin yapıldığı laboratuvar aşaması, son aşamaysa örgüt tarafından görevlendirilen satıcılarla Avrupa sokaklarında satışının yapıldığı pazarlama aşaması. İstanbul’da 8-10 Temmuz 2008 tarihlerinde, ABD Uyuşturucu ile Mücadele İdaresi (DEA) ve Türk Polis Teşkilatı’nın ortaklaşa düzenlediği Uluslararası Uyuşturucu ile Mücadele Konferansı’nda, ABD hükümeti PKK terör örgütünü önde gelen uyuşturucu kaçakçısı olarak nitelendirmişti. Buna göre PKK, her türlü operasyonu durdurulacak, liderleri yakalanacak ve banka hesapları ve gayrimenkuller de dâhil olmak üzere her türlü mal varlığına el konulacaklar listesine eklenmişti. 

GÖÇMEN PAZARINI KONTROL EDİYOR 

NATO Takviyeli Ekonomik Komite Toplantısı raporuna göre, göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti PKK’nın uyuşturucudan sonra en çok gelir getiren faaliyeti. PKK, sahte pasaport ve vizelerle yasadışı göç ve göçmen kaçakçılığı faaliyetlerini yürütüyor ve özellikle de 

Almanya’daki göçmen kaçakçılığı pazarını kontrol ediyor. insanlar Avrupa’ya bu sahte pasaportlarla kaçırılıyor ve orada örgüte yakın derneklere iaşe, ibate ve iş sözü verilerek kayıt ediliyor. Bu şahıslara bir iş bulunduğunda da kendilerinden ‘üyelik aidatı’ adı altında PKK adına haraç toplanıyor. PKK seyahat dokümanlarının sahteciliğinde iki yöntem kullanıyor: Başkası adına düzenlenmiş iltica ve sığınmacı başvurusu belgeleri üzerinde sahtecilik yapılıyor veya daha önceden çalınmış pasaport veya kimlik belgelerinin üzerindeki fotoğraf veya bilgiler değiştiriliyor. 

AVRUPA’DA HARAÇ TOPLUYOR 

PKK’nın iyi yapılandırılmış suç ağı, Avrupa’daki Kürt kökenli Türk vatandaşlarından, özellikle de iş adamlarından haraç toplamalarına imkân tanıyor. Bu türden haraç toplama özellikle batı Avrupa’da çok yaygın. Toplanan rakam yıllık bir milyar doları geçiyor. 

Avrupa ülkelerine PKK tarafından kaçırılan veya getirilen insanlar da gelirlerinin büyük bir kısmını örgüte vermeye zorlanıyor veya kendi iradeleri dışında uyuşturucu işinde kuryelik için kullanılıyor. Terör örgütü bu haraç toplama faaliyetlerini ‘devrim vergisi’ veya ‘gönüllü bağış’ olarak adlandırıyor. Bu tür zorla haraç alma faaliyetlerinin mağdurları, maruz kaldıkları tehdit ve cebirden dolayı bu durumu ilgili makamlara bildiremiyor lar. 

ROJ TV KARA PARA AKLIYOR 

Nakit kuryeliği olarak bilinen nakit paranın sınır ötesine taşınması yöntemi, PKK tarafından kara paranın aklanması amacıyla sıklıkla kullanılıyor. Bağışlardan, 
Türkiye ve Avrupa’daki işadamlarından toplanan para, güvenilir nakit kuryeleri aracılığıyla, örgütün Kuzey Irak’taki Hêzên Parastina Gel (HPG) olarak bilinen ve 
Halk Savunma Güçleri bünyesinde bulunan mali birimine getiriliyor. Danimarka polisi Avrupalı ve Amerikalı otoritelerle uyum içinde sürdürdüğü beş yıl süren 
araştırmaları sırasında PKK’nın ROJ TV ile bağlantılı kara para aklama faaliyetinde bulunduğundan şüpheleniyor. 

EN ÇOK SATAN AKADEMİK YAYINLAR LİSTESİNDE 

Türkiye’nin Emniyet Genel Müdürlüğü, 2010 Mayıs’ında, ABD’nin başkenti Washington DC’de ‘PKK’nın Finansmanı’ adlı bir konferans düzenledi. Konferansta terör uzmanı Türk emniyet mensupları, kuruluşundan itibaren PKK ile ilgili çok önemli verilerin yanı sıra rakamlara da dayanarak, 1990’dan itibaren Avrupa’da PKK’ya yönelik operasyonlarından sonra ortaya çıkan gerçekleri anlattılar. İşte bu konferanstaki sunumlar, bu yıl yayınlanan ‘THE PKK’ adlı kitapta yer buldu. Kitabın iki Amerikalı editörü terör konusunda uzmanlıkları tüm dünyada kabul gören isimler: New York Üniversitesi Terör Merkezi Başkanı Prof. Charles Strozier ve Cincinnati Üniversitesi Ceza Adaleti Bölümü öğretim üyesi kriminolog Prof. James Frank. Son derece titiz ve bilimsel objektiflikle ve iki yıllık bir çalışmayla hazırlanan kitap, Almanya’da ve akademik dil olan İngilizce yayımlandı. Avrupa ve ABD’deki terör uzmanları ve politikacıların dikkatini PKK gerçeğine çekmeyi hedefleyen ‘THE PKK’ ABD’de 113 dolara, Avrupa’da 69 Euro’ya satılırken, en çok satan akademik yayınlar listesine de girdi. 

BÜTÜN KAYNAKLAR SİLAH ALIMI İÇİN KULLANILIYOR 

Eski bir Alman başsavcının ifadesiyle Avrupa’da yakalanan uyuşturucunun yüzde 80’inde PKK bağlantısı var ve bu paranın çoğunluğu silah alımında kullanılıyor. 
1984-2006 arasında Türk yetkililerce PKK’ya ait toplam 40 bin 45 adet silah ele geçirildi. Bu silahların üzerindeki ayırt edici marka veya numaralar üreticiler, kaçakçılar veya kullanıcılar tarafından silindiği için büyük çoğunluğunun orijini tespit edilemedi. 

Terör örgütü PKK, vergi adı altında her ‘KCK vatandaşı’ndan para topluyor. Çiftçi, memur veya esnaf olmak fark etmiyor. Parası olmayan yoksulların çocukları ise vergi karşılığı olarak dağa çıkarılıyor. 

KCK’nın (Kürdistan Topluluklar Birliği) kurduğu ‘Devrim ve Halk mahkemeleri’ Doğu ve Güneydoğu’da uzun süreden beri faaliyet yürütüyor. Aynı şekilde yerel 
kaynakların yerinde kullanılması ilkesi de yürürlükte. Çünkü KCK kaynak olarak gördüğü ilk gelir kapısı olan ‘vergi’ toplama işine çoktan başlamış. Hâlihazırda örgüt ‘KCK vatandaşı’ olarak tanımladığı insanlardan aylık, yıllık vergiler topluyor. 

KCK sözleşmesinde yer alan ‘Yerel kaynakların yerinde kullanılması’ ilkesine göre buradan toplanan vergiler bölgede kalacak, vatandaş gelirinin yüzde 10’unu KCK yönetimine vermekle mükellef. Bunun için BDP milletvekilleri, belediye başkanları ve çalışanları maaşlarının yüzde 10’unu KCK’ya veriyor. Parti 
yöneticilerinin vergi ödediği, KCK İddianamesi’ne de yansımıştı. Örneğin Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in her ay 3 bin 500 TL KCK’ya ödeme yaptığı iddianamede yer alıyor. Aynı şekilde çalışan her vatandaş kazancının yüzde 10’unu vergi adı altında KCK’ya yatırıyor. Köyde hayvan yetiştiren veya tarımla uğraşanlar da bu yüzde 10’luk vergiye tabi tutuluyor. Hayvancılık yapanlardan küçükbaşta 10’da 1, büyükbaşta ise 20’de 1 vergi alınıyor. Durumu iyi olmayan aileler ise bir çocuğunu (istenildiği takdirde) örgüte ‘asker’ olarak göndermek zorunda. Bu KCK sözleşmesinin bir gereği. Örgüt uyuşturucu kaçakçılığı başta olmak üzere, mazot, kozmetik, araba yedek parçaları gibi birçok kalemden gelir elde ediyor. ‘Gümrük geliri’ adı altında kaçakçılardan elde ettiği gelir ise cabası. 

İRAN KARPUZU’NDA UYUŞTURUCU 

Örgüt hem kaçakçılardan ‘Gümrük vergisi’ topluyor hem de kaçakçılığı bizzat yapıyor. Ancak birebir dâhil olduğu işler daha çok yüklü para getiren uyuşturucu ve insan kaçakçılığı. Kaçakçılık daha çok kış ve sonbahar aylarında yoğunlaşıyor. Çünkü iklim şartları zorlaştıkça KCK militanlarının işi kolaylaşıyor. Aynı durum diğer kaçakçılar için de geçerli. Örgüt kaçakçılardan para alırken bir de onay veriyor. Bunun için özel hazırlanan; kırmızı renkli HPG mühürlü ve kâğıt üzerine ‘arkadaşın gümrüğünü aldık’ şeklinde not düşülüyor. Bu notu almayan kaçakçının sınırlardan geçmesi neredeyse imkânsız. Yakalanan R.D. isimli bir örgüt militanı yapılan kaçakçılığı şöyle anlatıyor: “Örgüt vergisini kesin alır. Bazen de malların taşınması için yardım eder. Bu da ekstra ücrete tabi olur. Kaçakçılar atlara daha hızlı koşsun diye viski içirir. Uyuşturucu önce Van’a ulaşır. Oradan da İstanbul’a. Uyuşturucunun kilosu İstanbul’da 5 bin 500 avroya çıkar. Van’dan İstanbul’a getirilirken uyuşturucu genellikle özel zulası olan araçlara yerleştirilir. Aynı şekilde kargo firmaları ile beyaz eşya, giyecek, yiyecek, içecek, bilgisayar kasaları gibi kapalı eşyaların içine yerleştirilerek de gönderilir. İstanbul’da dağılan mal dağıtılır kalanı ise gemilerle Yunanistan, İtalya ve 

İspanya’ya gönderilir. İspanya’ya ulaşan uyuşturucunun kilosu 17 bin avro olur. Buradan Avrupa’nın tamamına dağılır. Örgüt ayrıca şahıslardan ‘Avrupa vergisi’ adı altında para topluyor. Çünkü uyuşturucu Avrupa’ya ulaştığında KCK/PKK malın sahibini çok iyi biliyor.” 

İşin belki de en trajikomik yanı uyuşturucu ticaretinde hem kaçakçıların hem de KCK/PKK’nın uyguladığı ilginç taktikler. Uyuturcular bazen açıktan sınırdan geçirilemez. Bunun için sebze, karpuz, kavun, lahana gibi ürünlerin içine yerleştirilerek resmî gümrük kapılarından geçirilir. Kışın ortasında İran karpuzlarının bolluğu sanırım bunun en güzel delillerinden biri olsa gerek. İnsan kaçakçılığı için de örgüt aynı güzergâhı kullanıyor. Hatta bazen dağlardan tüm Türkiye coğrafyası aşılıp Ege sahili veya Marmara Denizi’nde gemilere bindirilen kaçaklar Avrupa ülkelerine gönderiliyor. 

KCK’nın bazı ‘gümrük kapıları’ hangileri? 

KCK militanları askerî karakolların yakın olduğu bölgelerde seyyar gümrükleme sistemi ile çalışıyor. Kaçıkçıların geçişlerini takip edip bunlardan vergi alıyor. 
Ancak PKK’nın sabit olarak vergi topladığı çok sayıda sözde gümrük kapısı bulunuyor. 

Bazı sabit kapılar şöyle. 

Şehidan: Şehidan Dağı’nın güneyinde, İran tarafında bulunan kısmında yer alan bir ‘gümrük kapısı’. Örgüt buradan geçirilen kaçak mazot, benzin, çay, şeker ve 
sigaradan vergi alıyor. Şahin Amed isimli örgüt mensubu yönetiminde 20 militan bu kapıdan sorumlu. 

Tise: Şehidan Dağı’nın kuzeyinde yer alıyor. Mazot, benzin, çay, şeker, sigara kaçakçılarından vergi alınır. 
Piling Suruç isimli KCK/PKK’lının yönetiminde 7 kişiden oluşan ekip bu kapıdan sorumlu. 

Harçini: İran tarafında bulunan Çobanpınar köyü bölgesini kapsıyor. Uyuşturucu, mazot, benzin, çay, şeker, sigara kaçakçılarından vergi alınır. Bu gümrük kapısı da Suruç’a bağlı çalışan 5 kişi tarafından kontrol ediliyor. 

Erbila: İran tarafında yer alan bu geçiş noktası Güvenli köyünün tam karşı noktasına düşüyor. Uyuşturucu, mazot, benzin, çay, şeker, sigara kaçakçılığı yapanlardan ücret alınır. Bu geçiş kapısı Mizgin kod adlı bir bayan terörist tarafından idare ediliyor. Toplam 12 militan Mizgin’in komutasında kaçakçılardan vergi topluyor. 

Sarıyıldız köyü: Esendere sınır kapısı yakınlarında bulunuyor. Buradan ekseri insan ve uyuşturucu kaçakçılığı yapılıyor. 

Kalereş: Örgütün bu kampına bağlı ancak seyyar gümrük sorumluları bulunuyor. Van-İran sınırını kapsayan bu geniş alanda seyyar 12 geçiş noktası yine KCK/PKK tarafından kontrol ediliyor. 

Ağrı-Kars: Çok sayıda kaçakçılık geçiş noktası örgüt tarafından kontrol ediliyor. Her türlü kaçakçılık bu alanda yapılıyor. Kaçakçılar Başkale’dan başlayıp Ağrı-Kars hattını uyuşturucu geçişinde yeni güzergâh olarak kullanmak istiyor. Tabii burada KCK/PKK’nın alacağı pay daha fazla olacak. Çünkü geniş coğrafyada kaçakçılık yapmak daha riskli ve zor. 

Hakurk: Örgütün Hakurk kampında bulunan militanları tarafından kontrol edilen geniş bir alanı kapsıyor. Esendere-Yüksekova uyuşturucu trafiğinin en yoğun 
olduğu bölge. Son dönemlerde geçiş trafiği güvenlik güçlerinin yoğun çabaları sonucunda önemli ölçüde sekteye uğratılmış durumda. 

Kalem kalem KCK’nın gelir kaynakları: 
Uyuşturucu, İnsan kaçakçılığı, Araba yedek parçaları, İş adamlarından toplanan haraçlar, Sözde KCK vatandaşlarından toplanan vergi (gelirinin yüzde 10’u), Belediyelerce kurulan paravan şirketler ile Avrupa’daki çeşitli iş kuruluşlarından toplanan paralar, Halk mahkemelerinde görülen davalarda elde edilen gelir (Basit Davalar, 1500 TL’ye görülüyor. Mal davasının yüzde 20’si KCK’ya kalıyor), Demokratik Toplum Kongresi üyeleri, belediye başkanları, milletvekilleri ve parti üyelerinin maaş veya mallarından kesilen pay. 

Örgütün İran-Türkiye sınır kaçakçılığında sözde kurduğu gümrük kapılarından aldığı pay oranları: Mazot, benzin: Katır başı 3 dolar, Şeker kaçakçılığı: Katır başı 5 dolar, Çay: Katır başı 7 dolar, Sigara: Katır başı 7 dolar, Uyuşturucu madde baz morfin (ham hâlde): Kilo başına 25 dolar, İşlenmiş uyuşturucu maddesi: Kilo başına 65 dolar, Örgüt militanlarının uyuşturucu taşınmasına verdiği destek: Parti başına 4 bin dolar, İnsan kaçakçılığına yardım: Kafile başına 5 bin dolar, Elbise: At başına 7 dolar, Kozmetik ürünler: At başına 7 
dolar, Araba yedek parçaları: At başına 7 dolar, Kokain: 10 kilo için 3 bin dolar, Av tüfeği: At başına 7 dolar, Tabanca ve diğer silahlar: At başına 15 dolar.. 

SON SÖZ 

Kardeşiz 

Dağdaki PKK’lı ne düşünüyor sorusunun yanıtı çok önemli. Komünüstlikten Zerdüşlüğe devşirilen PKK, dört ülkede Kürtlere Büyük Kürdistan Cumhuriyeti kurabilecek kabiliyette mi görülüyor? Yoksa hapishane açlık grevi oyunu ile bir anda yıldızı parlatılan onursal başkan Öcalan’ı önplana çıkartan MİT, KCK’yı kurdurarak, içine sızdırdığı ve yönettiği elemanları ile militan Kürtleri oyalıyor mu? Acaba hangisi doğru? Bu konuda en sıkı, net analizi, tenkiti, özeleştiri veya çözümlemeyi PKK’nın eski avukatlarından Medeni Ayhan, http://www.gelawej.net adlı sitede şöyle yapıyordu: 

“Apo’nun talimatı ile Kuzey Kürdistan’da PKK dışında pek çok kongre adı içeren örgütün kurulması, her birinin başına ayrı birkaç kişinin yönetici yapılması, KCK’nın ise devletin istemlerine göre PKK’nın talimat ve çatı örgütü olarak örgütlendirilmesi ve kontrol altından çıkma ihtimali büyük olasılık olan dağın güçlendirilmemesi için, herkesin KCK’da toplanarak tutulması da, dağdaki PKK’ yı etkisizleştirme ve tasfiye etmek içindir. PKK dışında Kongra Gel, KCK, DTK, KNK, HDK, BDP nin kurulması ve her birinin başına da birkaç kadronun yönetici 
yapılması kararın merkezileşmesini engellemek, dağdaki PKK’nın Apo’nun ve dolayısı ile devletin kontrolünden çıkarak Apo’yu ret etmesi halinde, diğer yapıları kendisine ve devlete bağlı tutabilmek içindir. KCK’nın, devletin 

Apo’yla verdiği talimat ile kurulması ve üstelik devletin ajanlarının yoğun şekilde bu yapı içinde yer almaları, ayrıca bu yapının PKK’nın üst talimat ve çatı örgütü 
haline getirilmesi, dağın güçlenmemesi için örgütlenecek ve cezaevinden çıkmış herkesin söz konusu yapının içinde şehirlerde bıraktırılması da, aslında dağdakilerin Apo’yu (dolayısı ile devleti) ret edeceği korkusundan kaynaklanan 
bir kontrol mekanizmasıdır. Ayrıca KCK, PKK’yı tasfiye mekanizması olmak üzere, devletin isteklerine göre oluşturuldu. Ancak bu örgütün kuruluşu sürecinde İttihatçı-Kemalist kanadın liberal muhafazakar AKP’ye karşı kullanacağı bir mücadele aygıtının olmaması karşısında, KCK’yı mücadelelerinin aleti yapmaları ve devleti temsil eden yeni gücün de kadrosuzlaştırmak ve 
etkisizleştirmek, hatta kimlerinin dağa gidişinin önünü almak için yeni kurulan bu yapının içinde olan ve olmayan herkesi toplayarak zindanlara aldılar. Şimdi AKP, hem KCK’dan tutuklananları, hem de Ergenekon ve Balyozdan tutuklanan ları mütekabiliyet (karşılılık) esası çerçevesinde tahliye ettirerek, iki tarafında eleştiri getirmeden yasaya onay vermesini sağlamış olacaktır. Dışarı çıkarılan KCK elemanlarının önemli bölümünün APO’ya (dolayısı ile devlete) bağlı kalacağı hesaplandığından dolayı da, tahliyeleri sağlanacaktır. Devlette PKK’nın Apo ile bir yol ayrımına geliş sürecinde olduğunu kendisi ile konuşmalarından bilmekte dir, ve aynı zamanda söz konusu süreci hazırlamaktadır.” 

Bu hesap ve kitaplar çarşıya uymayabilir? Gerçek ne? AK Partşi 50 bin kişiyi kapsayan bir genel af hazırlıyor, 2014 ve 2015’de ki seçimler öncesi toplumsal barış adı altında hem KCK’lıları hemde Ergenekoncuları serbest bırakmayı hedefliyor. 

“Türkiye’nin 21. yüzyıldaki geleceğini üç lider belirleyecek: Recep Tayyip Erdoğan, Fethullah Gülen ve Abdullah Öcalan.” Bu sözleri 11 Nisan 2011’de Toronto’da bir akşam yemeğinde Türk Kültür Merkezi’nde buluştuğumuz Prof.Dr.Tözün Bahçeli söylemişti. 

Kanada’da Western Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi Profesörü ve Kürsü Başkanı olan Tözün Bahçeli, 40 yıldır Kanada’da yaşayan bir Kıbrıs Türkü. Kıbrıs sorunu, Türk ve Yunan ilişkileri ve Türk dış politikası konusunda kitapları ve akademik makaleleri bulunuyor. Editörü olarak katılımda bulunduğu ve ortak yazarlarla 
yayımladığı eserler arasında; “1955’den beri Türk Yunan İlişkileri”, “De Facto Devletler ve Bağımsızlık Arayışı”, “Türkiye’de Milliyetçilik Politikaları, AKP ve Kürt Sorusu” ve “Politik İslam, Kemalizm ve Kürt Sorunu” adlı kitapları ile dikkatleri üzerine çekti. 

Benzer tesbiti 21 Temmuz 2013’te Yeni Şafak gazetesi yazarı Cem Küçük’ün köşe yazısında okuyunca şaşırdım. “ MİT Gazeteciliği ” denince artık aklıma Fatih Altaylı, Emin Çölaşan, Can Dündar, Murat Yetkin, Mehmet Ali Kışlalı, Ertuğrul Özkök ve Cengiz Çandar gelmiyor. Ergün Diler, Yiğit Bulut, Mustafa Karaalioğlu ve Cem Küçük aklıma ilk gelen gazeteci isimleri. Bu nedenle Cem Küçük’ün yazılarını “MİT servisi” veya “MİT ne düşünüyor” algısıyla okuyorum. Gazeteciler yorumları farklı bakış açısıyla okur, kimin nereye çalıştığını kavrar. 

Buyrun Cem’in Yeni Şafak’ta 21 Temmuz’da yayınlanan yazısından okuyalım: 

“Türkiye’nin mevcut durumunda üç aktör öne çıkıyor. Tayyip Erdoğan, Fethullah Gülen ve Abdullah Öcalan. Arkasında millet desteği olan Tayyip Erdoğan aynı zamanda uluslararası bir aktör. Fethullah Gülen cemaati devletin içinde belirli kademelerdeki bürokrasi alanında etkin. Eğitim faaliyetlerinden gelen büyük para ve sermaye Gülen Cemaati’nin güçlü olduğu bir diğer alan.” 

Son zamanlarda Cem Küçük, konumun gereğini yerine getirerek camiaya serbest atış yapıyor, MİT destekli evvelki salvoları sanmasın ki gözümden kaçıyor. Gerçekçi bir gözlemle başlayan yazısı Erdoğan ve Öcalan’ı adeta kutsallaştırırken, Gülen’i aynen PKK’nıjn yaptığı gibi hedefe oturtuyor. Güya askeri vesayeti kaldıran Erdoğan, ama yerine yargı vesayeti getirten camia. Kanıtı ise, eski polis şeflerinden Hanefi Avcı’ya Devrimci Karargâh davasından toplamda aldığı 15 yıl 4 ay 5 gün hapis cezası. Avcı’nın içine düştüğü durum üzücü. Günah defteri kabarıkları savunmak size mi düştü Cem bey? Gladyo karşıtı yazılar yaz, sonra kalk Gladyo’nun en önemli adamını savun! 

Hükümeti zor durumda bırakmak için bu sefer polis ve yargının içindeki vesayet uzantıları harekete geçmiş ve Kürt açılımını sakıncalı ve başarısız gösteriyormuş. Eğer bir hizmet 1911’de basılan kitabında Güneydoğu’da kurulacak bir üniversitede, İslamî ilimler okutulacağı için “Arapça lâzım; Türkçe resmi dil olarak vacip; Kürtçe mâhalli dil olarak câiz”, demişse ve sonra bir toplumun anadili kullanma hakkını vermek bir ulûfe değil normal, tabiî hakkıdır diye anlayışını herkesten önce belirtmişse, ayrıca seneler önce eğitim adına kolejler, üniversite hazırlık dershaneleri açmış ve fakir muhitlerde de parasız okuma salonları ve kurslar, faaliyete geçirmişse; Kürtçe yayın yapan TV kanalı kurmuşsa, hâlâ o hizmetin açılıma karşı olduğunu hatta açılımı baltalamaya çalıştığını iddia etmek kötü niyetliliktir… 

Cem diyor ki, “PKK içindeki şahin ve uç kanatlar devlet içindeki ezelden beri varolan yapıyla bu süreci baltalamak için var gücüyle mücadele etti ve hâlâ ediyor.” Bu yoruma katılıyorum, ancak Küçük’ü küçülten ve “MİT gazeteciliği”ni ortaya koyan sinsi yorumu şu: “Vesayet sisteminin geçmişte Türkiye’yi nereye götürdüğünü iyi bilen Erdoğan haklı olarak buna izin vermedi. Yeni vesayet, öfkesini 7 Şubat’ta gösterdi. Giremediği devlet dairelerindeki herkesi hedef aldı. Hakan Fidan, Beşir Atalay gibi bakan ve bürokratları hedef seçti.” 

Küçük’ün zan altında bırakmak istediği Türkiye’nin en önemli aktörü olarak zikrettiği Gülen. PKK nasıl camiayı düşman görüyorsa, Cem’in MİTci bu söyleminde de hedef aynı. Bu çelişkili tavır ve laf sokması MİT’den aldığı talimat gereği mi? Küçük’ün “yargı birilerinin devlet içindeki uzantısı gibi çalışır ve sistemi tıkarsa bu her yerde soruna sebep olur” dediği kim ve kimler acaba? Nedense yargı dünyasında skandal olarak nitelenen son girişimleri hükümetin yaptığını unutuyor. Görüntü, Silivri’yi boşaltma amaçlı yargı altyapısının hazırlandığı izlenimi veriyor. Üst yargıyı eski bakan Moğultay’ın eski adamları ile donatmak için genç savcı ve hakimlerin önü 20 yıl şartı ile tıkandı. Polis ve yargıda operasyon yaptıran, Ergenekon ve Balyozcuları hapse tıkanları saga sola sürdüren el, sanki Ergenekon davalarını örtbas etmek ve sanıklarını beraat ettirmek istiyor. Bunu görmemek için aptal olmamız gerekir. 

7 Şubat Krizini 28 Şubat sürecine çevirenler 

MOSSADlaştıklarını fark edemiyor mu? Tam bir Alman istihbaratı BND ve MOSSAD ortak yapımı olan KCK ile PKK’nın siyasileşmesini kim kamu oyunda masumlaştırıldı? 

MİT’in KCK’yı kurdurduğu ve yönettiği ortaya çıkınca kızılca kıyametin koptuğu doğru. Ama neden? MİT’teki Ergenekoncuları temizlemezseniz daha çok tersinden operasyon yersiniz. KCK’lıların serbest bırakılması zaten yargının hangi vesayetin baskısı altında olduğunu yeterince ispatladı. MİT’in KCK’yı legalleştirme adımının 
ne kadar Türkiye’nin bölünmezliğine hizmet ettiği belli değil. KCK’nin paralel devlet yapılanmasına göz yumulması ne kadar doğru göreceğiz. Zira üç yıldır 
Diyarbakır’dan başlayacak bir ‘Serhildan’ yani Gezi olayları benzeri ‘sivil itaatsizlik’ eylemleri hazırlayan PKK’nın yöneticilerinin iştahı Gezi ile kabardı. 
Önlerindeki tek engel camianın Kürt ve Türk halk barışını sağlamlaştıran tabandaki Kürt çocuklarına bedava Eğitim, Halk Evi ve Dostluk hizmetleri. Bu nedenle MİT, kullandığı gazetecileri camia üzerine saldırtıyor. Gerçek milliyetçilik öldü, MHP güdümde. 

AK Parti’den ve başbakandan umudumuzu kesmiyoruz, 2. Kürt açılımı ortada yok iken, Öcalan’ın eline meşhur Nevruz konuşması MİT tarafından verilmemişken, ‘Barışta hayır vardır, hayır barıştadır’ diye destekleyen Gülen değil miydi beyler! Yoksa Gülen’i barış karşıtı gösterme oyununuz elinizde patladı diye mi saç baş 
yoluyorsunuz? Gülen’in karanlık planları bertaraf etme gibi muhteşem bir vizyonu vardır. Camiayı denklem dışına çıkarmaya çalışırsanız sınıfta kalırsınız… Halk tabanında güvenilir olan partiler pırtılar değildir, kalplerin sultanıdır… 

Tekrar Tözün Bahçeli ile yaptığım mülakata dönelim, bakın 2011’de ne diyordu: “AK Parti, Kürt sorununu çözse tarihe geçer. Son 9 yılda muazzam gelişmeler oldu. Kürt kimliği ortaya çıktı ve resmen tanındı, baskılar ortadan kaldırıldı. Faili meçhul cinayetler durdu, bir suç şebekesi yargı önüne çıkartıldı, yargılanıyor. Açıklar kapatılıyor. AK Parti’nin milliyetçi Kürtlere verebilecekleri ile onların talep ettikleri arasında uçurum bulunuyor. Ne AK Parti nede başka bir parti BDT’ye 
istediklerini verebilir. Federasyon istiyorlar, bu imkansızdır. Üniter devlet yapısı bozulamaz ancak bazı yetkilerin yerel yönetimlere devredilmesi kaçınılmazdır.” 

AK Parti veya iktidar olacak herhangi bir parti Kürt vatandaşlarımıza neler verebilir? diye sormuşum Tözün’e. Çünkü kilit nokta burası… 

Tözün Bahçeli şunları öneriyor: “Merkezi Ankara yönetimi anlayışı yetersiz kalıyor. İnsiyatifin, maddi destekler artırılarak şehirlere, yerel idarelere verilmesi gerekiyor. Bazı konularda devletin imkanları da yetersiz, Kürtçe eğitimin ana okulu, ilk, orta, lise ve üniversite seviyesinde verilmesine yakında gelecekte bu nedenle gerçekleşmeyebilir. Harran ve Bilgi üniversitelerinde Kürt Enstitüleri açıldı, daha da açılacaktır. Özel televizyon ve radyolar Kürtçe yayın yapıyorlar. Kürt politikacılar 

Kürtce faaliyet gösterebiliyor, hapishanelerdeki mahkumların ve ziyaretçilerin Kürtçe konuşmasına izin veriliyor. Bunlar daha önce tabu olan şeylerdi. AK Parti’nin Kürt seçmenin yoğunlukta olduğu yerlerden yüzde 75 oranında oy alması, Kürt halkın AK Parti’ye olan güvenini gösteriyor. AK Parti, Türkiye’nin bölünemeyeceğinin teminatıdır.” 

Peki BDP ve PKK neler istiyor veya isteklerinde makuliyet var mı? soruma Tözün Bahçeli’nin yanıtı ilginçti: “Geçtimiz yıl, bazı Cengiz Çandar ve Hasan 
Cemal gibi liberal aydın ve gazetecilerinde katıldığı bir toplantıda BDP taleplerini açıkca gündeme getirdi. Katılımcıların birçoğu hayret ettiler. Yerel yönetimlerin 
bayrağı olsun, silahlı teşkilatları bulunsun istiyorlar. Kürtçenin anayasal güvenceyle resmi ikinci dil olmasını ve kültürel haklar, devlet destekli Kürtçe eğitimini talep ediyorlar. Abdullah Öcalan’da kapsayan PKK militanlara genel af gündemlerinde. Yüzde 10’luk seçim barajının kaldırılması Öcalan’la masaya oturulması da şartlar arasında. Fikir üretelim diyorlar ama bunlar çok radikal öneriler AK Parti ve devletin güç merkezlerini bunlar korkuttu, Bunların asıl niyeti nedir acaba sorusu ortaya çıktı. Elbette teklifleri ciddiyetden uzak, kabul edilemez talepler. Belki Öcalan’ın İmralı’dan çıkartılıp cezasını ev hapsinde doldurması sağlanabilir.” 

Yeni anayasamızı bu dönemde yapabilecek miyiz? Hiç sanmıyorum. Bahçeli’nin bu yöndeki soruma cevabı şaşırtıcı olduğu kadar 2015 ile 2020 arasındaki 
Osmanlıvari Türkiye’nin kafa yapısını şöyle özetler gibiydi: “Yeni dönemde Türkiye Türklerindir söylemi kalkacaktır. AK Parti, Kürtlerin çoğunluğuna eşitlikci ve özgür bir Türkiye için samimi adımlar attığını ispatladı. 
Bu süreçte PKK’nın tavrı da önemlidir. Öcalan, acımasız ve bencil kişiliğine rağmen halen PKK üzerinde ve Kürt halkının önemli bir kesiminde etkilidir. Kürtlere ‘dağ Türkü’ denildiği, Kürtlerin 2. sınıf vatandaş sayıldığı, işkence, baskı ve yasaklara maruz kaldıkları darbe dönemleri geride kalmıştır. AK Parti, Kürtlere bugüne kadar gelen Türk hükümetlerinin hepsinin üstünde haklar vermiştir ve Kürt açılımını anayasaya taşıyacaktır.” 

MİT Gazeteciliği yapmıyorum, Sosyolojik Gazetecilik yapıyorum. 

Derin çatlaklarla parça parça bölünüp parçalanması için her fitnenin sahnelendiği ülkemizde, nifak, şikak ve fesadın önüne geçmek için Kürtleri kucaklayan gayretler gösterenlerin alkışlanması gerekirken, hiç ümit edilmedik şekilde karşısına çıkılması Türkiye’nin gerçek problemlerini çok iyi bilen ve çareler üzerinde beyin yoranları derin üzüntülere sevk ediyor… Yıllardır Batıda yaşayan zengin veya orta halli iş adamlarımız kurbanlarını doğuda fakir Kürt ailelerin evinde kesiyor, Türk ve Kürt kardeşliğini güçlendiriyor, kin ve nefreti söndürüyor. Ne olur çevremizdeki İslâm ülkelerine bir de bu açıdan bakalım da kandan, feryattan başka hiçbir şeyin görünmediği bu toz duman arasında birbirini boğazlayanlardan bir ders alalım. Unutmayalım birileri bizim de öyle olmamızı istiyorlar. Allah rızası için ya bu olacaklara daha güzel bir çare bulun veya sırf iyi niyetle bulunmuş şu çarelere bir destek verin… 

Veya hiç olmazsa aleyhinde bulunmayın… 
Tenkit çok kolaydır, aynen tahrip gibi… 
Ama eğer yapıcı olmayan yıkıcı tenkitler Allah rızasının dışında bir garazdan ileri geliyorsa, yarın Ulu Divan’da Allah Huzuru’nda hesabı çok zordur. 

Cenab-ı Hak hepimize basiret versin, bizi birbirimize sevdirsin… 
Denizi Geçip bir Karış derede Boğulmayalım, Ne olur… 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

76 Bolat, Aydın.PKK Terörü Neden Azdı(rıldı)? SDE Stratejik Planlama 
Kurulu. 01.09.2012. İnternet ulaşım. http://www.sde.org.tr/tr/kose-
yazilari/1189/pkk-teroru-neden-azdi-rildi.aspx 





***

PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 17

PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 17



Suriye’deki bu karışık durum devam ettiği için, önümüzdeki zaman diliminde şu soruların yanıtlarına dikkat edilmelidir. Şöyle ki; 

1. Beşir Esad yönetimi, rejimi devam ettirmek için, PKK-KCK’nin Suriye’nin kuzeyindeki yapılanmasına zımnen izin vermeye devam edecek mi? 
2. PKK içindeki Suriyeli militanların sayısı daha da fazlalaşacak mı? 
3. Suriye üzerinden, Amanoslara ve özellikle de kırsaldaki jandarma bölgelerine yönelik olarak, militan ve mühimmat transferi artarak devam edecek mi? 
4. Bu bağlamda da, Suriye üzerinden gelen terör, Kahramanmaraş, Adıyaman, Malatya, Şanlıurfa, Mersin ve hatta Antalya’ya doğru terör uzanabilir mi? 
5. Yine PKK’nin kendi lehine alan ve şehirleri devşirmesinin nedeniyle, Halep’teki Arap ve Türkmen nüfus ciddi anlamda tepki gösterecek ve taraflar arasında 
muhtemel bir iç-çatışma olacak mı? Ve bu durumun ülkemize yansıması da olumsuz olacak mı? 
6. Bu nedenle de Irak’taki üslenmeye benzer hatalı bir durumun, Suriye’de de olmaması için çok dikkat edilmeli ve PKK’nin buradaki alan ve zaman hakimiyeti 
zayıflatılmalı ve hatta bitirilmeli mi? 
Ne dersiniz?.. 
Şimdi de yola gene devam edelim ve PKK-KCK’nin ses getirici eylem arayışlarına da beraberce irdeleyelim. 
PKK-KCK yapısı son dönemde hem şehir merkezlerinde hem de kırsalda yapılan sonuç odaklı operasyonlarla ciddi sıkıntılar yaşadığı için, kendisince ses 
getirici saldırılarda bulunarak bir çıkış yolu bulmayı arzulamaktadır… 

PKK-KCK; 

1. Kırsal arazilerde dağınık hareket edilmesini ve fakat grupların parçalanarak güçlerinin dağıtmamasını ve eylem amacıyla bir araya gelinmesini, 
2. Düzenlenen her saldırıların kameralarla kaydedilerek, propaganda saikiyle Fırat Haber Ajansı aracılığı ile haber yapılmasını, 
3. Yaz aylarında jandarma (JÖH) ve polis (PÖH) tarafından operasyon yememek için, sıklıkla (15 gün gibi) kamp noktalarının değiştirilmesini, 
4. Güvenlik güçlerini yanıltmak saikiyle kıyafetlerin farklı olmasına dikkat edilmesini ve silahların görünmemesinin sağlanılmasını, 
5. Anadolu’daki yapımı devam eden barajlara yönelik bir eylemin gerçekleştirilmesini, 
6. Özellikle ve öncelikle kalburüstü sivil, asker, bürokrat ve mülki amirlerin saldırılarda hedef alınmasını, 
7. Ayrıca, güvenlik güçlerine yönelik, pusu, mayınlama, taciz ateşi gibi riski az eylemlerin artarak devam edilmesini, 
8. Mevcut eylem tıkanıklığını da aşmak için, metropoller ve şehir merkezlerinde de saldırılar düzenlemeyi, 
9. “Şehir gerillacılığı” adı altında; sabotaj, suikast, bombalama gibi saldırı yöntemlerine ve bunlarla ilgili eğitimlere ağırlık vermeyi, 
10. Bu bağlamda Öz Savunma Birliklerini (ÖSB) metropol şehirlerde, daha yaygın, etkin ve sürekli bir şekilde yapılandırılmayı istemektedir… 

Kanımızca bundan sonraki süreçte PKK-KCK terör yapısı, Diyarbakır mliserkez olmak üzere, bazı diğer metropol şehirlerde de, ÖSB’li kişilerin eylemleri ile 
valilik ve önemli devlet binalarına, çarşı iznine çıkan askerlere, daha önce keşfi yapılan resmi / sivil polis arabalarına ve yerleşim yerleri tespit edilmiş terör ve 
istihbarat konusunda uzman olan akademisyenlere ve polislere yönelik silahlı / bombalı saldırı eylemleri yapılması söz konusu olacaktır. Eğer bu bağlamda burnum bile kanayacak olursa bunun sorumlusu Başbakan Erdoğan, Başbakan Yardımcısı Başer Atalay, Ankara Valisi Yüksel ve Emniyet Genel Müdürü Kılıçlar ve Polis Akademisi Başkanı Remzi Fındıklı’dır… 

Gediktepe + Hakur + 250 örgüt mensubunun + saldırı + Tekeli taburu + Şemdinli ilçe merkezi + Gomani + Efkar dağları kelimelerini birleştiren bir cümlenin kurulması durumunda olacak her şeyden sizce kim sorumlu olacaktır? 

PKK-KCK’nin bütün çabalarına karşın, şiddet içerikli sokak gösterilerine yurttaşlarımız asla teveccüh göstermemektedir. Neredeyse Öcalan’ın 27 Temmuz 2011’den bu yana avukatlarıyla görüştürülmemesini protesto etmek için, BDP organize ettiği bazı illerde yapmaya çalışılan eylemlerde bile vatandaşların kandırılamadığı çok net bir şekilde görülmektedir… 

BDP milletvekilleri, PKK-KCK kadrolarının tüm yönlendirmelerine rağmen, 27 Temmuz’daki eylemler alabildiğine sönük geçmektedir ve çok az sayıda katılım 
sağlanmaktadır… Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Hakkâri, İstanbul, Mardin, Mersin, Şırnak ve Van da yapılmaya çalışılan eylemlerde Kürt yurttaşlarımız asla 
itibar etmemiş ve hepsine birden katılanların sayısı 2000 rakamını bile bulamamıştır… 

Hiç bir yurttaşımız bu sokak gösterilerine katılmamakta ve itibar etmemektedir. İtibar etmemektedir çünkü, son dönemlerde yapılan KCK operasyonlarının bu 
duruma artı değer katması söz konusudur. 

Özellikle de Eylül 2011’den Ekim 2012’ye kadar yapıla gelen ve en az kesintisiz 1 yıl daha devam etmesi gereken bu KCK operasyonları sayesinde; örgütçe kitleleri eylemselliğe yönlendirebilecek kadroların bulunmasında büyük sıkıntılar yaşanmaktadır ve artık sokak eylemlerinde ciddi anlamda düşüşler yaşanması söz konusudur… 

PKK-KCK önümüzdeki haftalarda ve aylarda ne melanetler yapabilir? 

1.Öcalan her fırsatta gündeme getirilerek, yeniden onunla irtibat kurulmasına çalışılacak mı? 
2.Hakkâri / Dağlıca ve Kayseri / Pınarbaşı gibi bir terör eylemi ile ses getirici, büyük çaplı şiddet eylem arayışları ile kırsalda pusu, taciz ateşi, mayınlama gibi 
saldırı girişimleri yapılabilir mi? 
3.Özellikle de Hakkâri ve Siirt kırsal alanlarında, etkili saldırılar gerçekleştirilmeye çalışılacak mı? 
4.Amanoslar ve Karadeniz bölgeleri takviye edilerek, ses getirici eylemlere tevessül edilebilir mi? 
5.Canlı bomba, fedai türü eylemler de dâhil olmak üzere, şehir merkezlerindeki bombalı saldırı arayışlarına devam edilecek mi? 
6.Suriye’nin kuzeyindeki örgütsel varlığın güçlendirilmeye ve bu sayede Türkiye’deki terör olaylarının da artırılmaya çalışılması var mı? 
7.Yol kesme, adam kaçırma, iş makinesi yakma türünden saldırılar ile kritik altyapılara yönelik eylemlerin yapılması söz konusu mu? 
8.Çeşitli bahanelerle, sokak eylemlerinin arttırılmasına çalışılacak mı? 

PKK-KCK terör örgütü saldırıları için çözüm nedir? 

1.Hakkari / Şemdinli Çukurca’da bir hareketlilik söz konusu mudur? Çünkü; PKK-KCK, son zamanlarda, özellikle Hakkari iline yoğunlaşmaktadır ve bu bağlamda 
da Şemdinli ve Çukurca ilçelerine yönelik sanki eş zamanlı olarak saldırılar mı planlamaktadır? 
2.PKK-KCK acaba 1980 ve 1990’lı yıllarda olduğu gibi, bu yerlere yine 300-400 kişilik saldırılar mı düzenlemeyi düşünmektedir? 
3.Şemdinli’de PKK militanlarının mevzilendiği Gomani tepesi ve Günyazı köyüne yakın Yiğitler mezrası çevresi JÖH ve PÖH tarafından kontrol altına alınmış mıdır? 
4.Şemdinli’de emniyet ve asker ortaklaşa ve etle tırnak gibi bütünleşerek PKK-KCK’nin yapacağı saldırıları püskürtmüş müdür? 
5.PKK-KCK’ya karşı operasyonların arttırılarak ve kesintisiz 1 yıl devam ettirilmesi gerekli midir? 
6.Kırsalda ve sınır ötesindeki üslenme bölgelerine yönelik, istihbarat destekli, teknik imkânların çok etkin kullanıldığı önleyici hava / kara operasyonlarının 
arttırılması gerekli midir? 
7.Bu konuda özellikle jandarma ve askeri birimlerin yönlendirilmesi zaruri midir? 
8.Karacı yapılanmanın bir an önce re-organize edilmesi ve mutlaka ‘bekle-öl’ şeklinde değil, ‘saldır-vur’ şeklinde konuşlandırılması mı gereklidir? 
9.PKK-KCK’nın içinde de inanılmaz derecede ideolojik bunalım, strateji geliştirememe, örgüt içinde hizipleşme, iç hesaplaşmalar, derin devlet ile çok sıcak 
birliktelikler ve liderlik çekişmeleri gibi sorunlardan acaba yararlanılabilmekte midir? 
10.Öcalan’ın izole edilmesinin devamlılığı ve PKK-KCK örgütünü itibarsızlaştıran / etkisizleştiren uygulamaların üzerine hassasiyetle gidilmesi gerekli midir? 
11.PKK-KCK’nin üst düzey yöneticilerine, İsrail’in FKÖ’nün, İran’ın PJAK’ın, Rusya’nın Çeçenler’in üst düzey yöneticilerine yaptığı nokta ve sonuç odaklı yaklaşımın aynısının tıpkısının yapılması artık bir an önce gerçekleştirilmeli midir? 
12.Yine bu paralelde, şehirlerde halk ayaklanması ve alternatif devlet yapılanmasını amaçlayan illegal KCK oluşumlarına yönelik operasyonların aynı hassasiyetle sürdürülmesi gerekli midir? 
13.PKK-KCK yapısına yurtdışı kaynaklı desteğin kesilmesine yönelik atılması gereken bütün adımların aksatılmaksızın arttırılması lazım mıdır? 
14.Bu bağlamda, Irak’ın kuzeyindeki PKK-KCK devletinin kurulmaması ve Suriye’deki karışıklığın örgütsel bir kazanıma dönüşmesinin önlenmesi yapılmalı mıdır? 
15.Kamuoyunda, “terörle müzakere” edilebileceği gibi bir algının oluşturulmasının önüne geçilmesi amacıyla; kesinlikle ve özellikle bölge halkının sorunlarının teröristler ile pazarlık konusu ol(a)mayacağı, çözüm sürecinde rol almak isteyenlerin silahla ilişkilerini sonlandırmaları gerektiği net bir biçimde vurgulanmalı mıdır? 
16.Kamuoyunda, “terör olaylarının artmasına paralel olarak uzlaşma zemini arandığı” izlenimine asla ama asla ve hatta Beşir Atalay’ın rağmına meydan verilmemelidir değil mi? 
17.Örgüt üst düzey sorumlularının yerlerinin tespit edilmesinde büyük fayda sağlayacak ve örgütteki çözülmeleri hızlandıracak mıdır? 
18.Terörle Mücadele Kanunu Kapsamına Giren Suçların Faillerinin Yakalanmasına Yardımcı Olanlara Verilecek Ödül Hakkında Yönetmeliğin ışık hızıyla hayata 
geçirilmesi gerekli midir? Elzem midir? Olmazsa ihanet midir? 
19.PKK-KCK örgütünün içinde bulunduğu sıkıntılardan dolayı örgütsel problemlerin / ayrışmaların, son dönemde alabildiğine fazlalaştığı ve örgütten 
kaçışların / ayrılmaların inanılmaz arttığı kamuoyuna yeterince anlatılmakta mıdır? 
20.PKK-KCK yapılanması Şemdinli ve Yüksekova’da neredeyse 5000 sivil halkın ölmesinin örgütçe göze alınması söz konusu mudur? 
21.Mesut Barzani’nin terör örgütünü açıktan desteklediği ve hatta bol miktarda askeri kamuflaj ve kıyafet temin etmesi doğru mudur? 
22.Şemdinli’ye yönelik saldırı girişimi öncesinde başka bir oyun çevirip, güvenlik güçlerini başka bir bölgeye çekmeye çalışacakları, sonrasında ilçe merkezinde 
güvenlik güçlerinin sayılarının azalmasından faydalanarak saldırıya geçmeleri mi söz konusu olacaktır? 
23.Gediktepe + Hakur + 250 örgüt mensubunun + saldırı + Tekeli taburu + Şemdinli ilçe merkezi + Gomani + Efkar dağları kelimelerini birleştiren bir cümlenin kurulması durumunda olacak her şeyden sizce kim sorumlu olacaktır? 
24.Yüksekova sorumlusunun kim olduğu, Yüksekova ve Şemdinli’nin ele geçirilmesi, Çukurca’nın çevresinin sarılması, sonunda da bütün Hakkâri’nin ele geçirilmesi çalışması var mıdır? 
25.Dalamper Dağının Hakurk Bölgesi’ne bakan tarafında sınıra yakın bir yerde 1800 kadar militanın beklediği, 16-17 katıra yüklü şekilde ağır makineli 
silahları ve bol miktarda ilkyardım malzemesinin varlığı söz konusu mudur? 
26.Yüksekova’ya 700 örgüt mensubunun gönderildiği, askeri operasyonların neticesi ne olursa olsun Şemdinli ve 
Yüksekova’yı basmaya kararlı oldukları doğru mudur? 
27.Diyarbakır – Lice içinde böylesi bir basma planının varlığı söz konusu mudur? (71). 

PKK terör örgütünün Avrupa ülkelerinde vakıf, dernek, vb. kuruluşlar adı altında topladığı yardımlar gelir kaynakları arasında büyük meblağları ifade etmektedir. Bu kuruluşlar Almanya, Hollanda, Rusya, İsviçre, Danimarka, İsveç, ABD, Kanada ve Fransa gibi ülkelerde kurulu olup, toplanan para trafiği Kürt Demokratik Halk Birlikleri (ERNK) tarafından kontrol edilmektedir. Sayıları 165'i 
bulan bu dernekler 9 federasyonun çatı kurumu olan KON-KÜRD tarafından organize edilmektedir. PKK terör örgütü Almanya'da resmen yasaklanmasına rağmen faaliyetlerini farklı isimlerde kurulan dernek ve kuruluşlarca sürdürmektedir. 

Öte yandan PKK terör örgütünün diğer gelir kaynaklarını şu şekilde sıralamak mümkün: 

Yandaş devletlerin yardımlarını da unutmayalım. Özellikle PKK terör örgütünün kurulduğu yıllarda doğrudan parasal olarak yapılan yardımlar halen devam 
etmekte fakat ABD'ye yapılan terör örgütü saldırısı sonucu terörün algılanışının farklılaşması ve günümüzdeki yeniden yapılanmalar sonucu yerini kısmen dolaylı yardımlara bırakmıştır. Bu dolaylı yardımlar ise yandaş devletlerin topraklarında barınma izini, terör örgütü üyelerine verilen eğitimler şeklinde sıralanabilir. Yakalanan teröristlerin ifadelerinden Türkiye ve çeşitli 
Avrupa ülkelerinden Yunanistan'a gönderilen PKK terör örgütü üyelerinin bu ülkede patlayıcı madde eğitimi aldıkları anlaşılmaktadır. Uyuşturucu ticareti en büyük gelir kalemidir. Türkiye'nin jeopolitik konumu düşünüldüğünde, Asya ile Avrupa'yı birbirine bağlayan Türkiye'nin, Orta Doğu'dan Avrupa ülkelerine yapılan uyuşturucu ticareti için uygun güzergâha sahip olduğu görülmekte dir. PKK terör örgütü, nakliyesi kolay, müşterisi hazır, para ile takası kolay ve geliri giderlerine göre çok yüksek olan uyuşturucu maddelerin ticaretini 
gerçekleştirmekte ve bu ticaretten yüksek gelir elde etmektedir. Yakalanan terör örgütü üyesinin ifadesine göre Van'dan İstanbul'a götürülen uyuşturucu maddenin kilosu 5 bin 500 Euro olurken Avrupa'ya çıkartılan uyuşturucu  maddenin kilosu 17 bin Euro'ya ulaşıyor. Diyarbakır Valiliği'ne göre; 2010 ve 2011 yıllarında bölgeden geçirilirken yakalanan uyuşturucu madde miktarının 39,3 ton ağırlığında olması terör örgütünün finansal kaynakları arasında uyuşturucu ticaretinin büyük önemi olduğunu gösteriyor. PKK, her türlü kaçakçılık işleri yapmaktadır. 

Bunlar içerisinde silah, petrol ve petrol ürünleri, insan, sigara vb. kaçakçılığını sayabiliriz. Özellikle son yıllarda sigara ve petrol ürünlerindeki yükselen fiyatlar nedeniyle vatandaşlar alternatif arayışlara girmiş ve özellikle İran ve Irak'tan getirilen kaçak sigara ve petrol ürünlerine talep artmıştır. Ülkeye kaçak olarak getirilen sigara ve petrol ürünleri vergisiz olarak ve yüksek kâr marjı ile satılmakta, sağlanan gelir ise PKK terör örgütüne verilmektedir. Yurtiçinden ve yurtdışından topladığı haraçlar her sene artmaktadır. 

Haraç ile ifade edilen ise PKK terör örgütü ile ilgisi olan veya olmayan kişi ve kuruluşların terör örgütüne zorla yaptıkları mali desteklerdir. Bu yol ile toplanan 
gelirin yıllık 150 milyon Euro civarında olduğu tahmin edilmektedir. Fransa’da açılan PKK davasında bir milyar ABD doları rakamı telaffuz edilmiştir. Hıristiyan 
misyonerler vasıtasıyla sıcak paralar Avrupa’dan ülkemize taşındığı içim kimse gerçek rakamı bilemiyor. Soygun ve gasp yapan PKK, özellikle büyük şehirlerde aktiftir. Ünlü türkücü İbrahim Tatlıses’ten bile gasp yoluyla paralar alınmıştır. Tüm zengin işadamları hedefleridir. Terör örgütü üyeleri tarafından gerçekleştirilmekte olan soygun ve gasptan sağlanan kaynakların büyük meblağlar olmadığı düşünülse de, devletimizi ve vatandaşlarımızı hem maddi hem de manevi olarak kayıplara uğratmaktadır. Sahtecilik almış başını gitmiştir. 

Günümüzde baskı teknolojisinin de ilerlemesi ile para basımı için gerek duyulan araç ve gereçler kolaylıkla elde edilebilmekte, terör örgütünün ihtiyaç duyduğu kaynak sahte para basılıp piyasaya sürülerek sağlanmaktadır. 

Görüldüğü üzere PKK terör örgütü hayatımızın her alanına girerek kendisine para kaynakları yaratmaktadır. Bizim bu bataklığı tamamen kurutabilmemiz için mutlaka finans kaynaklarına inilmesi ve milletimizin çok uyanık olması gerekmektedir (72). 

Zirve Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (OSAM) Müdürü Doç. Dr. Gökhan Bacık, terör örgütü PKK'nın, her yıl ihtiyaç 
duyduğu milyarlarca dolar parayı sınır bölgelerinde kaçakçılardan ''vergi'' adı altında topladığı haraçlardan elde ettiğini belirtiyor. Doç. Dr. Bacık, terör örgütü 

PKK'nın, 2011-2012 yılında bir teröristin dağda barınması için günde ortalama 70-80 dolar harcadığını, söz konusu teröristin bir yerden bir yere eylem yapmaya gitmesi durumunda ise maliyetin katlandığını kaydediyor. 
Maliyetler karşısında örgütün büyük paralara ihtiyaç duyduğuna işaret eden Doç. Dr. Bacık, ''Terör örgütü PKK'nın, silahlı mücadele süresi uzadıkça, haraç ve bağış yoluyla elde ettiği gelirlerinde ciddi oranlarda düşüş görülüyor. Örgüt, her yıl ihtiyaç duyduğu 4-5 milyar doları sınır bölgelerinde kaçakçılardan 'vergi' adı altında topladığı haraçlardan elde ediyor. PKK, terör örgütünün varlığını sürdürebilmesi için mutlaka büyük bir ekonomik kaynak oluşturması gerekiyor. Örgüt, uyuşturucu, silah kaçakçılığı, göçmen ticareti gibi işler oluşturarak ciddi 
maddi gelirler elde etmeye çalışıyor'' diye konuşuyor. 

Türkiye'de sadece PKK'nın değil, faili meçhullerden, darbelere kadar bütün negatif yapıların ekonomik yapısının bulunduğunu, bu illegal ekonomik yapıların 
mutlaka çökertilmesi gerektiğini, aksi takdirde milyar dolarlık uyuşturucu ve sigara kaçakçılığı pazarının olduğu yerde bu kaynağa talip olanların da mutlaka çıkacağını dile getiren Doç. Dr. Bacık, şunları tesbit etmiş: ''Tabii ki, 
PKK da diğer örgütler gibi finansal kaynaklarını diri tutmak isteyecektir. PKK ve benzeri örgütler, Afganistan üzerine gelip Türkiye üzerinden Avrupa'ya giden göçmen kaçakçılığı işinden de ciddi gelir elde ediyor. Ancak terör örgütü PKK'nın, bu kadar parayı bunca yıldır bu kadar rahat bulması çok çok problemli bir sorundur. Türkiye gibi büyük iddiaları olan bir devletin, gücüne paralel bir şey 
değildir. Bu gayri meşru ekonomik güç ortada durduğu sürece de, istediğiniz kadar operasyon yapın, temizlik yapın, o yine yeşerip ortaya çıkar. Terör örgütünün para muslukları kesilmedikçe, örgütün yok edilmesi veya silah 
bırakmaya zorlanması imkânsız. Polisin ve jandarmanın gerek sigara, gerekse de uyuşturucu kaçakçılarını yakalaması büyük bir başarıdır. Ama insanlar doğudan  gelen uyuşturucuyu Türkiye üzerinden batı pazarına götürdüğü sürece, ne terör biter, ne de bu bölgedeki istikrarsızlıklar biter'' (73). 

Terör örgütünün ulusal ve global mali kaynaklarının yer aldığı Mali Suçları Araştırma Kurulu raporu, PKK'ya yapılan yardımları mercek altına aldı. Raporda, Türkiye'de bulunan terör örgütüne yakın derneklere Avrupa'dan yüklü 
miktarda para aktarımı gerçekleştirildiği ortaya çıktı. MASAK'ın, söz konusu raporunu MİT, emniyet ve savcılığa gönderildi. Raporda yer alan belgeler, 
Avrupa'nın terör örgütüne yaptığı mali yardımları tescil ediyor. Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK), bir ihbar üzerine Diyarbakır merkezde bulunan ve özellikle kadın ve çocuklara yardım etmek için kurulduğu öne sürülen 'Umut Işığı Kadın Kooperatifini' yakın takibe aldı. 2008'de kurulan derneğin mali hesaplarını inceleyen MASAK, Umut Işığı Kadın Kooperatifine Avrupa'daki tanınmış yardım vakıflarından 3 yıl içinde toplamda 760 bin İsveç Kronu, 100 bin Amerikan Doları ve 125 bin lira para aktarıldığı ortaya çıktı. MASAK uzmanları bu paranın PKK'ya aktarıldığını iddia ediyor. 2008'de kurulan Umut Işığı Kadın Kooperatifi'ne mali destek sağlayan kuruluşların izini süren MASAK, Avrupa'daki İsveç Kürt Kültür Vakfı'na ulaştı. Vakıf üzerinde araştırma yapan MASAK uzmanları, Stockholm Kürt Kültür Derneği ve bazı oluşumların yasal kılıf altında PKK'nın dağ kadrosuna militan temin ettiğini iddia etti. Raporun konu ile ilgili kısımlarında "Umut Işığı Kadın Kooperatifine para transfer eden Kürt Kültür Vakfı hakkında internet  üzerinden yapılan taramada; Stocholm Kürt Kültür Derneğinin de içinde bulunduğu bazı oluşumların yasal kılıf adı altında PKK'ya dağ kadrosu ve militan temini amacıyla hizmet verdiği, bunların aynı zamana PKK militanlarının buluşma noktası olduğu Türk ve Kürt iş adamlarını tehdit ederek çok miktarda nakit temin ettikleri, bürolarında uyuşturucu ticaretini ve organize fuhuşu yönettikleri, İsveç hükümetinin PKK'yı terör örgütü olarak tanımakla birlikte bu tür paravan kuruluşlara müsamahakâr davrandığı iddia edilmektedir" ifadeleri yer aldı. 

Maliye Bakanlığı'na bağlı Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) PKK'ya finans desteği sağlayan oluşumları yakın takibe aldı. 2 yıl süren çalışmanın ardından Avrupa'daki vakıflardan Chest Vakfı, Global Fund Children ve Ashoka General gibi kuruluşların Diyarbakır'da PKK'ya yakınlığıyla bilinen 'Umut Işığı Kadın Kooperatifi' adlı kuruluşa yüklü miktarda para aktardığını tespit etti. MASAK tarafından hazırlanan raporunun MİT, Emniyet ve savcılığa gönderildi. Raporun 
konu ile ilgili kısmında: " Umut Işığı Kadın Kooperatifi'nin doğrudan kendi hesaplarına yahut ortak veya çalışanlarının hesaplarına yurt dışından 'Kürt Kültür Vakfı (Kurdiska Kulturstiftelsen)' tarafından toplam 469,800 SEK, Vansterpartiet Jarfalla (İsveç Sol Parti) tarafından 290,000 SEK, Global Fund For Children tarafından 15,000 USD, Ashoka General tarafından 26,435,63 USD ve Chrest Foundation tarafından 45,598 USD tutarında para transfer edilmiştir. Diğer yandan İsveç İstanbul Başkonsolosluğu tarafından Kurdiska 
Kulturstiftelsen adlı kuruluşa 140,931 SEK tutarında para transfer edilmiştir" bilgileri yer alıyor (74). 

Terör örgütünün beslendiği en önemli finans kaynaklarının başında uyuşturucu ticareti geliyor. Emniyet'in raporlarında da PKK-uyuşturucu ilişkisi konusunda çarpıcı veriler yer alıyor. Buna göre 1981'den beri yapılan operasyonlarda 60 PKK sığınağında yüksek miktarda uyuşturucu ele geçirildi. Bu kapsamda 839 
terörist tutuklandı. Operasyonlarda 4 bin 253 kilo eroin, 22 bin 830 kilo esrar, 4 bin 305 kilo bazmorfin, 8 kilo afyon sakızı ve 710 kilo kokain yakalandı. Güvenlik güçleri, teröre de finansman sağlayan uyuşturucuya yönelik operasyonlarını son yıllarda sıklaştırdı. 1988'de zehir tacirlerine 2 bin 737 baskın yapılmışken, bu sayı 2011’de 18 bin 24'e çıktı. Öte yandan terör örgütünün uyuşturucu 
bağlantısı Avrupa Birliği polis teşkilatı EUROPOL, NATO Ekonomik Komitesi ve Birleşmiş Milletler Uyuşturucu Kontrol Programı'nın raporlarına da girdi. 
Emniyet Genel Müdürlüğü arşiv verilerine göre terör örgütüne yönelik operasyonlarda 60 PKK sığınağında yüksek miktarda uyuşturucu ele geçirildi. Son 27 yılın arşiv verilerinde 363 uyuşturucu operasyonunda zehir tacirlerinin PKK, DHKP/C, TKP-ML, Devsol ve Asala gibi terör örgütleriyle bağlantılı olduğu ortaya çıktı. Son yıllarda terör örgütünün finansman kaynakları arasında 
olduğunun net bir şekilde ortaya çıkmasıyla birlikte uyuşturucu operasyonlarına büyük önem verildi. Örneğin 1998 yılında uyuşturucu tacirlerine yönelik 2 bin 737 operasyon yapılmışken 2011'de bu sayı 18 bin 24'e çıktı. 

1999'da uyuşturucudan yakalanan şüpheli sayısı da 6 bin 121 kişi iken 2011 sonunda bu sayı 38 bin 534'ü buldu. Terör örgütlerinin eylemlerinin devam etmesi büyük ölçüde finansal kaynakların yeterliliği ve devamlılığına 
bağlı. Örgütlerin silah, barınma, beslenme, iletişim, propaganda gibi ihtiyaç ve faaliyetleri büyük çapta finansal kaynak gerektiriyor. Terör örgütü PKK için de 
uyuşturucu kaçakçılığının en önemli gelir kaynaklarından biri olduğu ifade ediliyor. Emniyet Genel Müdürlüğü arşiv kayıtlarında terör örgütü mensuplarının ifadeleri ve ele geçirilen belgelerdeki para kayıtları PKK'nın uyuşturucudan finansman sağladığını açıkça ortaya koyuyor. Türkiye'de istihbarat birimlerinin narko terör raporlarına göre PKK artık dünya raporlarına uyuşturucu kaçakçısı olarak girmemek için özel bir önem gösteriyor. Avrupa ülkeleri ve Amerika gibi yerlerde daha rahat hareket edebilmek amacıyla uyuşturucu kaçakçılığı işlerini 
örgütle direkt bağlantısı ortaya çıkmayan kişilere yaptırıyor. Ancak yine de her yıl yayınlanan uluslararası raporlar örgütün zehir tacirliğini ortaya çıkarıyor. Avrupa Birliği polis teşkilatı EUROPOL tarafından yayımlanan 'AB Terörizm Durumu ve Eğilim Raporu (TE-SAT 2012)' başlıklı raporda PKK'nın Avrupa'daki üyelerinin işlediği suçlar arasında uyuşturucu kaçakçılığı da sıralanıyor. 
PKK'nın uyuşturucu kaçakçılığından kazandığı parayı terörist faaliyetlerde kullandığı ifade edilen raporda, Avrupa'nın PKK için lojistik destek üssü durumunda olduğu vurgulanıyor. PKK'nın örgütsel faaliyetlerini finanse etmek için Avrupa içinde ve dışında uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı belirtiliyor. Terör örgütünün, militan devşirme ağını endişe kaynağı olarak gören raporda kara 
para aklama, uyuşturucu ve insan kaçakçılığının örgüt için temel finansman kaynağı olduğu tespiti yapılıyor. NATO Ekonomik Komitesi 2009'da hazırladığı 'Terörün ekonomik ve maddi boyutu' başlıklı gayri resmi raporunda PKK'nın finans kaynaklarına dair çarpıcı bilgiler veriyor. Terör örgütlerinin finans kaynaklarına ilişkin uluslararası istihbarat kurumlarından elde edilen bilgiler doğrultusunda hazırlanan raporda, Avrupa'dan PKK'ya 200 milyon Euro 
aktarıldığı belirtiliyor. Raporun 70. maddesinde bu miktarın 25 milyon Euro'sunun bağış olarak toplandığı, geri kalan miktarın ise uyuşturucu, insan kaçakçılığı ve kara para aklama gibi yasa dışı işlerden toplandığı vurgulanıyor. Birleşmiş Milletler Uyuşturucu Kontrol Programı (UNODC) 2011 yasa dışı uyuşturucu kaçakçılığı analizlerinde de PKK'nın rolünden bahsediliyor. 

Uyuşturucu ticaretiyle silahlı terör örgütlerinin ilişkisinin irdelendiği 2012 raporunda da PKK örneği veriliyor. UNODC 2007 raporlarında, terör örgütünün uyuşturucu madde kaçakçılığının imalat, taşıma, aracılık, satış ve sokak satıcılığı gibi her safhasında yer alarak, finansal destek sağladığına dikkat çekiliyor. Avrupa'da uyuşturucu ticaretini kontrol altında tutan PKK'nın, Afganistan, 
Pakistan ve Irak üzerinden getirilen uyuşturucuyu İtalya, Bulgaristan, Yunanistan ve Romanya'daki yasa dışı örgütler ile işbirliği içerisinde Avrupa'ya nasıl aktardığı ve pazarladığı belgeleriyle ortaya konuluyor. 30 Mayıs 2008 
tarihinde, ABD yönetimi tarafından 'Yabancı Narkotik Çeteleri Belirleme Yasası' çerçevesinde 3 PKK terör örgütü yöneticisi uyuşturucu kaçakçıları listesine dahil 
edildi. ABD Hazine Bakanlığı bünyesindeki Yabancı Varlıkların Kontrolü Ofisi tarafından 14 Ekim 2009 tarihinde yapılan açıklamada söz konusu şahısların 'Özel Olarak Belirlenmiş Uyuşturucu Kaçakçısı' olarak ilan edildiği bildirildi. Bu bağlamda bahsi geçen terör örgütü PKK yöneticilerinin ABD'de bulunan mal varlıklarının dondurulmasına ve Amerika Birleşik Devletleri vatandaşlarının bu şahıslarla ekonomik veya ticari nitelikli bir işlem yürütmesinin yasaklanması na karar verildi (75). 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

71 Aytaç, Önder. PKK-KCK Nereye Koşuyor? Rotahaber.com. 28.10.2012. 
72 Ban, Ünsal. PKK Terör Örgütünün Para Kaynakları. Bugün gazetesi. 13.11.2011. 
73 Bacık, Gökhan. Terör Örgütünün en büyük gelir kaynağı. Sabah Gazetesi. 13.07.2012. 
74 Kılıç, Mustafa. İşte PKK’nın para kaynaklarının belgesi. Milli Gazete. 21.09.2012. 
75 Sarıkaya, Salih.PKK sığınakları uyuşturucu deposu. Zaman gazetesi. 27.09.2012. 


18 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 16

PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 16




2012’nin Temmuz ayından bu tarafa neredeyse 500’den fazla terörist öldürüldü. Bu verilen rakamlar daha önceki yıllarda güvenlik güçlerince ifade edilen abartılmış / şişirilmiş rakamlar gibi de değil. Hatta bunun fazlası vardır ama azı yoktur. Dağdaki silahlı teröristlerin 3500 kadar olduğu düşünülürse 1 / 7 kadar olan bir oranda teröristin ölü olarak ele geçirilmesi söz konusudur ve bu 
oldukça da önemlidir diyerek, ilk makaleden sonra kaldığımız yerden maddeler halinde yazmaya devam edelim. 
Şöyle ki; 
16.Şu anda her yıl olduğu gibi bu yıl daha ateşkes sağlayamamış olan PKK, kış uykusuna geçemedi ve mağaralarına / inlerine giremedi. Çok sayıdaki öldürülen 
teröristten dolayı da, PKK militanları dağlarda aç ve sefil olarak durmaktalar, mağaralarına girememekteler ve bunların da büyük bir çoğunluğunun yaşı da 15 ve civarında olan çocuklardan oluşmakta... 
17.Bu anlamda BDP’nin ölüm oruçları şeklinde tavır sergilemesinin nedeni de, dağdaki PKK’nin sıkışmış olması ve örgütün kısmen de olsa rahatlatılması amaçlı... 
18.Türkiye’deki başkanlık sistemine doğru rejimin yönlenmesi de güçlü bir başkanın yanında çok zayıflatılmış bir yargının, yetkileri budanmış bir 
yasamanın ve güçsüz olan bakanların ortaya çıkmasına neden olur ki, bunun kabul edilmesi de çok da doğru değil… 
19.Tek adam yönetiminin ve 3 dönemden beri devam eden tek parti iktidarının istikrar açısından faydaları olmakla birlikte, demokrasi siteminin neredeyse rayından çıkmasına da neden olmakta. Bu çerçevedeki Sn. Erdoğan’ın olduğu bir başkanlık sistemindense; yasama, yürütme ve yargının kuvvetler ayrılığı siteminde devam ettiği bir yapının olması çok daha sağlıklı olsa gerek… 
20.PKK açısından 2012 yılı Kürt Baharı’nın olduğu bir yıl şeklinde geçirilecekken, neredeyse örgüt bağlamında hezimet yılı oldu. Örgütün hala bu sene içinde 
sıklıkla yapılan operasyonlardan dolayı, kış tertiplenmesini yapamaması söz konusu. Yine terörle mücadelede, son 30 yıldır ilk kez sağlıklı, sabit karakol ve 
karargahlardan beklenilme ve av olmak şekliyle değil, mobil sistemlerle hareketli ve Jandarma Özel harekat (JÖH) ve Polis Özel Harekatın (PÖH) ortaklaşa ve uyum içinde çalıştığı bir yöntemle, PKK ile mücadele söz konusu ve bunda da çok ciddi başarılar elde edilmekte... 
21.Şemdinli de ilk kez 11 yaşındaki Faris Demirci’nin teröristlerce patlatılan bir bomba ile öldürülmesi sonrasında, ailesinin PKK’ya karşı takındığı tavır, 
Şemdinli de bu olaydan dolayı PKK istediği için değil ve fakat PKK’ya tepki olarak dükkanların esnaflar tarafından kapatılması ve okullara yapılan terörist saldırılarda, çocuklarının okuma hakkının engellenmemesi için, velilerin PKK’lılara karşı tepkilerini göstermesi, son yıllarda bölgede asla gözükmeyen halkın PKK’ya karşı yaptıkları protestolar var ve bunlar da gerçekten de çok 
önemli... 
22. Eğer devlet ve hükümet; teröre karşı istikrarlı bir şekilde mücadele edecek olsalar ve güvenlik güçleri de teröristlerle yapılan çatışmalarda başarılı sonuçlarını arttırarak devam ettirseler, zaten PKK’den bıkkınlık duyan 
yöre halkının da yeniden devletin yanında yer alması söz konusu olacak… Bunun tek handikapı ise teröristle müzakere yolunun yeniden açılma tehlikesinin 
mevcudiyeti. Böylesi bir garabet ise maalesef ki, bir kez daha yeniden yöre halkının PKK’nin saflarına doğru yönlenmesine neden olacak… 
23.Bir örgüt düşünün ki tabandan örgüte devşirilenler en fazla 8-10 yıl dağ hayatı yaşıyorlar ve sonrasında da ya öldürülüyorlar ya da hapse gidiyorlar. Ama üst düzey yöneticilerin hepsi de, en az 28 yıldır hala üst düzey yönetici olmaya devam ediyor ve bunlara da hiç bir şey de olmuyor. O zaman PKK üst düzey yönetimi acaba görevli muvazzaflar mıdır ki? O nedenle de hala onlar görevlerine mi devam etmektedirler? Ya da onlara karşı neden operasyonlar düzenlenmemektedir? İsrail’in Hamas liderlerine, İran’ın PJAK yöneticilerine, Rusya’nın Çeçen yöneticilerine yaptığı suikast saldırılarının aynısının tıpkısı, neden PKK’nın üst düzey yöneticilerine karşı düzenlenmemektedir? Bunlar o zaman ya devletin görevli elemanları mıdır ya da devletin istihbarat birimleri hiç de iyi çalışmadıkları için bunlara karşı bir operasyon düzenlenememektedir? 
23.PKK’nin üst düzey yöneticilerine yapılacak operasyonlarda başarı sağlanması, beraberinde örgütün tabanının da moral kaybına neden olacak ve örgütün 
çözülmesine de katkı sağlayacaktır… 
24.ABD, terörle mücadele bize yeterince bilgi vermemekte ve fakat bizim yapacağımız operasyonlarda ise mutlaka / kesinlikle 24 saat öncesinden kendisine bilgi verilmesini ve gidilecek koordinatların nereleri olduğunu 
da istemektedir. ABD operasyonel bilgileri bizimle paylaşmamakta ve verdiği bilgiler bağlamında da oldukça bayat verileri paylaşmaktadır… 
25.Örgütün kendi içinde de son dönemlerde operasyon üstüne operasyon yemesi nedeniyle ve çok sayıda ölü vermesinden dolayı, ciddi anlamda iç mücadeleler ve kendi kendisini sorgulamaları söz konusudur. Alandaki 
başarısız olan liderlerin hepsi de tabandaki genç militanlar tarafından da artık sorgulanmakta / eleştirilmektedir… 
26.PKK’nin terör sorununu, Öcalan ile uzlaşarak çözeceğiz yaklaşımının tek nedeni ise güvenlik güçleri ile mücadelede başarısız olan terör örgütünün bitmesini önleme çabası olsa gerektir. Beşir Atalay’ın bunu istemesi de sanki farklı bir acem-i oyunu mu diye de düşünülebilir… 
27.PKK tamamıyla uluslararası taşeron bir projedir ve asla ama asla Kürt halkının haklarını savunmamaktadır… 
28.AKP içindeki bir damar da yeni bir fitne vesilesi olarak, ‘doğuda PKK ile mücadele eden the cemaattir söylemi geliştirdi. Ve şiddete başvuran güvenlik güçleri de the cemaatin elemanlarıdır’ şeklinde olayı çarpıtıyor. 

Bunu da AKP’nin içindeki acem(l)-i bir grup da benzer şekilde ifade etmektedir… Hâlbuki bu durum, güvenlik güçlerinin hepsini de Erdoğan Hükümetinin tayin ettiği ve göreve getirirken de 3 hafta kadar MİT’te de istihbaratlarının yaptırıldığı kişilerdir… Ama AKP’de başının sıkıştığı her yerde ve özellikle terör ile ilgili 
konularda; ‘ben yapmadım, onlar yaptılar’ deme sendromundan kurtulmalıdır (66). 

Türkiye’nin en çok konuştuğu kişilerden biri Abdullah Öcalan’dır ama medyada derli toplu bir Öcalan analizi yapılmamıştır. Türkiye’de yazılan kitaplar ekseriyetle ya Öcalan’ı kutsamak için ya da yerin dibine batırmak için 
yazılan psikolojik harekât amaçlı kitaplardır. Bunun için kuşkusuz bir kitap yazılmalı. Gazeteci ve akademisyen Emre Uslu, maddeler hâlinde Öcalan’ın PKK içindeki konumunu, ne istediğini, ve neyi yapabileceğini şöyle anlattı: 

1) Abdullah Öcalan KCK yapılanması kurulup oturduktan bu yana PKK’nın lideri değil sözcüsüdür. 
2) PKK’yı yöneten KCK Yürütme Kurulu’dur ve bunun en etkili ayakları da Avrupa kanadıdır. 
3) Abdullah Öcalan’ın üzerlerinde etkisinin en az olduğu PKK yapısı Kandil ve HPG iken en fazla olduğu yapı hapishanedeki örgütçülerdir. Özellikle 
hapishanelerdeki örgütçülere yazdığı özel mektuplar nedeniyle bu etkisini giderek derinleştirmiştir. Son açlık grevlerini bu ilişkiyi bilmeden anlamak mümkün değildir. Bu bağlamda açlık grevleri öncesinde, Öcalan’ın 
İmralı’dan giden mektupları vasıtasıyla veya başka bir biçimde PKK’lı mahkûmlarla Öcalan arasında ne gibi temaslar olmuştur? Sorusu önemlidir. 
4) Abdullah Öcalan kendisi özellikle halk üzerindeki etkisini kullanarak pozisyonunu koruma siyaseti gütmektedir. Bu nedenle PKK içindeki değişen güç 
dengelerine göre kendisini ayarlamakta duruma göre pozisyon almaktadır. 
5) En son Silvan saldırısı ile birlikte Abdullah Öcalan’a gündem dayatma ile başlayan ve şahinlerin PKK’da liderliği ele geçirmesinden sonra Abdullah 
Öcalan da pozisyonunu belirleme çabasına girmiştir. 
6) Abdullah Öcalan 2010 yılından sonra bir dönem bitiğini iktidarı AKP’nin ele geçirdiğini düşünüyordu. Bu nedenle de Başbakan ve Cumhurbaşkanı’na mektuplar yazmaya başlamıştı. Ancak Uludere faciasından sonra o eski derin devletin halen yaşadığını görmüş ve tavrını belirleme konusunda aceleci davrandığını düşünerek PKK içindeki güç dengelerin bakımından şahinlerden yana tavır koymuştur. 
7) 2004 yılındaki avukat görüşmeleri incelenirse o dönem de böyle bir sürecin yaşandığını, Abdullah Öcalan’ın kendisine gündem dayatan Duran Kalkan ve 
Cemil Bayık’a hesap soracağını söylediğini görürsünüz. Ancak savaşı başlatarak kazanan taraf Bayık ve Kalkan ekibi olunca Öcalan da dümeni Bayık ve Kalkan tarafına kırmış ve kendi pozisyonunu KCK Yürütme Konseyi kurarak kurtarmaya çalışmıştır. Bundan sonraki süreçte de Öcalan PKK’nın sözcüsü olmuştur. Silvan saldırısıyla birlikte sözcülük pozisyonu da sarsılmıştır. Bu arka planı bilmeden Öcalan hakkında yapılan yorumlar boştur. 
8) Öcalan devlete sürekli “bu şartlar altında örgütle bağım yokken örgüt üzerinde etkili olamam. Bana örgütle irtibat kuracağım gerekli araçları vermeden bir şey yapamam” şeklinde çağırılar yapar. Devlet bu çağırıları Öcalan’ın kendini İmralı’dan kurtarmak için yaptığı taktik çağırılar olarak okur. Bu nedenle de Öcalan’ın ev hapsi istediğini düşünür. Ben de uzun süre böyle düşünmüştüm. 
Ancak Öcalan devlete “elimi güçlendirin” çağırısı yaparken aslında bir stratejik akılla hareket ediyor. 
Şunu demek istiyor: “Ben PKK’nın lideri değilim. Ancak devletten bir şeyler koparabilirsem, devletin beni ciddiye aldığını gösterebilirsem, halkın üzerindeki etkimi de kullanıp PKK’nın etkililerine Öcalan geri geliyor mesajı verip devletten aldığım ‘ödün’ ile PKK’daki liderliğimi geri alabilirim. Bu nedenle beni tekrar PKK’nın lideri yapacak gerekli araçları verin.” 
9) Abdullah Öcalan PKK’nın sözcüsü olduğundan dolayı müzakere sürecinde etkisi sanıldığı kadar büyük değildir. Öcalan bu süreçte ancak bir ortam yumuşatıcı olarak değerlendirilebilir. Müzakerede PKK’nın tutumuna ancak KCK Yürütme Konseyi karar verebilir. 
10) Bu nedenle Öcalan’a yüksek düzeyde siyasal tanınmayı da çağrıştıracak heyetler göndermek yanlıştır. Öcalan ile veya PKK liderleri ile yapılacak görüşme alt düzey istihbaratçılar aracılığıyla yapılmalıdır. Ne zaman ki PKK sınır dışına çekilmeyi kabul eder o zaman görüşme sürecinde kıdem arttırılabilir. 
11) Unutmayın ki Abdullah Öcalan gibi liderler için en önemli mesele yola çıktıkları projelerini tamamlamaktır. Yapamıyorlarsa onun altyapısını kurup 
tarihe iz bırakmak isterler. Dolayısıyla Abdullah Öcalan’ın yola çıkış projesini tamamlaması için elindeki en güçlü enstrümanı, PKK’yı tasfiye etmesini beklemek dünyanın en saçma beklentisidir. Yaser Arafat nasıl FKÖ’yü tasfiye etmeden, örgütü koruyarak bir barış sürecini başlattıysa Öcalan da benzer bir model ile barış getirmek istiyor. Bunu bilmek gerek… 
12) Öcalan’ın en güçlü tarafı devleti Tayyip Erdoğan’dan bile iyi tanıması ve Türkiye’deki siyasetçilerin çoğundan çok daha iyi analitik düşünebilme 
yeteneğine sahip olmasıdır. En zayıf tarafı ise komplo teorilerine fazla inanması ve narsist yapısı ile aşırı kuşkuculuğudur (67). 

Kırmızı PKK ‘Yeşil’leşirken kazanıyor mu? AK Parti’nin geçen on yılık başarısının en önemli sırrı algı yönetimini kusursuz yapması. Bu süre içerisinde toplumun 
algılarını öylesine güzel yönetti ki hem kendi tabanını dönüştürmeyi başardı, hem de ülkede oluşabilecek toplumsal muhalefetin önünü kesmiş oldu. AK Parti algı yönetimi konusunda sanırım bir stratejik akla göre hareket ediyor. Yaptıkları her şeyi planlı yapıyor, her lafı planlı konuşuyor, her adımı planlı atıyor ve her süreci planlı yürütüyor. 
• Bu sürecin yönetimine ilişkin en güzel örnek yüzde 50 psikolojik sınırı algısını yerleştirip yönetmek. Herhangi bir anket şirketi AK Parti oylarını yüzde 50’nin 
altında gösterdiği anda bir AK Parti yetkilisi çıkıp bir başka anket sonucu açıklayarak “acaba AK Parti yüzde 50’nin altına mı düşüyor” algısının tabana yayılmasını önlüyor. Yine bu kapsamda alternatif oluşturabilecek Numan Kurtulmuş gibi kişileri transfer ederek algı yönetimi noktasında gerçekten pürüzsüz bir övgüyü hak ettiklerini kayda geçirmem gerekiyor. Emre Uslu, algı yönetimi konusunda bu kadar başarılı olan AK Parti’nin Kürt sorununun çözümü konusunda aynı başarıyı göster(e)mediğini düşünüyor. Şöyle devam ediyor: 
Türkiye genelinde algı yönetimini bu kadar kusursuz yapan bir partinin Kürt sorunu konusunda özellikle PKK’nın ekmeğine yağ sürecek birtakım işler yapıp “PKK vurdukça kazanıyor” algısını oluşturmadaki başarısızlığını doğrusu ben AK Parti’nin aklıyla bağdaştıramıyorum. Bu büyük tezat ancak bilinçli yapılır gibi de düşündüğüm oluyor. Aslında AK Parti PKK ile anlaştı ve“sözde mücadeleci özde müzakereci” bir tutumla Türk tarafına yönelik bir algı inşası mı yapıyor diye de düşündüğüm oluyor. Zira bir yanda sözüne en güvenilir bir siyaset 
adamı BaşbakanErdoğan çıkıp “APO’yu asarım” diye nutuk atarken, perde arkasında müsteşarını Öcalan’la görüşmeye gönderiyorsa, Oslo’ya taviz vermeye gönderiyorsa o zaman aslında Başbakan bu mücadeleci çıkışlarıyla Türk milliyetçilerinin algılarını maniple ederken Kürt milliyetçileri ile pazarlık mı yapıyor, diye sormadan edemiyor insan. En son açlık grevlerinde de 
durum aynısı olmadı mı? Erdoğan Almanya’da “öyle bir oruç eylemi yok”dedi “halk idamı istiyor” dedi ama KCK sanıklarını salacak dördüncü paketin çıkacağının da sinyalini verdi. Yani Türklere vurucu Kürtlere verici bir 
siyaset anlayışında algı yönetimi nerede? Bütün bu süreçlerden hep PKK kazançlı çıkmıyor mu? AK Parti’nin amacı Kürtlerin haklarını teslim etmek mi yoksa gerçekten de Oslo’da uzlaşıldığı gibi KCK’yı bölgede büyütüp, psikolojik üstünlüğünü temin edip bölgeyi KCK’ya bırakmak mı? Eğer AK Parti’nin politikası Kürtlerin haklarını vermek ise, ki bunu sonuna kadar destekliyorum, o hâlde neden PKK ile pazarlık yapıyor, neden bir takvim açıklayıp bunu bir takvime bağlayarak vereceğini açıklamıyor da her PKK eyleminden sonra bir kısmını 
verip PKK’ya pirim kazandırıyor? En son anadilde savunma hakkını örnek alalım. 30 Eylül 2012’deki AK Parti’nin 2023 vizyon belgesinde bu hakkın tanınacağı 
açıklanmıştı. Peki, ne oldu? PKK’lılar açlık grevine gitti. 

Başbakan çok sert açıklamalar yaptı. PKK’yı ve Öcalan’a idamı gündeme getirdi. Sonra dün bakanlar kurulu kararı ile anadilde Savunma hakkı apar topar gündeme getirildi ve bütün krediler PKK’ya aktarıldı. Bunun amacı nedir? 
Algı yönetiminde bu kadar başarılı bir parti bu işi bilinçli yapmıyorsa, bu yöntemin PKK’nın işine yaratığını, PKK’yı büyüttüğünü görmüyor mu? Aynı şeyi anadilde eğitim için de söyleyebiliriz. Bunu sağlamak için bir takvim açıklayıp, bir pilot proje başlatmak için yeni bir PKK eylemi mi bekliyor AKP? Bu süreç yeni de değil. Geçen seçimlerden bu yana devam eden bir süreç. AK Parti bölgede kaybedeceğini bile bile hem yerel seçimlerde hem de genel seçimlerde bölgede zayıf adaylar çıkardı. Bu yöntemin bölgeyi BDP’ye terketmek olduğunu 
sağır sultan bile biliyordu. AK Parti bunu neden yaptı o hâlde? Aynı şeyi Büyükşehir Belediyeleri Yasası’nda da yapıyor. Yeni yasa ile Mardin ve Van bir daha geri kazanılamayacak şekilde BDP’ye terk ediliyor. Bundan sonra haritaya baktığımızda bölgede AK Parti’nin kazandığı adacıklar olmayacak. Tamamen BDP’ye terk edilmiş olacak. Bu da insanların zihinlerinde algısal bölünmeyi daha da netleştirecek. Peki, AK Parti bu algı yanlışını neden yapıyor? İnsanın söylemeye dili varmıyor ama Cemil Bayık 4. Stratejik Mücadele Dönemi’ni 
anlatırken amaçlarının “bölgeden AKP’nin silinmesi” olduğunu belirtip “böylece devlet bizimle masaya bizim istediğimiz şartlarda oturacak” demişti. AKP Parti 
Kütlerin haklarını bir bütün olarak, PKK eylemlerinden bağımsız olarak bir takvime bağlayıp deklere etmek yerine PKK eylemlerinden sonra veriyor. Hâliyle PKK bölgede psikolojik üstünlük elde ediyor kendi tabanında da “vurdukça alıyoruz” algısı ile daha net dayanışma sağlıyor. Bu da PKK’nın daha da güçlenmesine yol açıyor. Bu yapılanlara bütüncül pencereden bakınca Cemil Bayık’ın argümanlarının haklı çıktığı görünüyor. Maalesef en azından bölgedeki algı bakımından PKK kazanıyor Türkiye kaybediyor. Buna da AK Partinin bu tuhaf politikaları etken oluyor. 

Soru şu: bölgede psikolojik üstünlüğünü kabul ettirmiş, açlık grevleriyle iktidarın bileğini bükmüş, devleti Öcalan’ın ailesine yalvartıp Öcalan’dan yardım 
dileyen pozisyonuna düşürmüş, Suriye’de fiili bir devlet kurmuş bir PKK, açılımın başladığı 2009 öncesinden daha mı güçlü daha mı zayıf görünüyor? Açılımın amacı PKK’yı zayıflatmak terör sorununu çözmek değil miydi? Bu açılım yöntemi PKK’yı güçlendirdi mi zayıflattı mı? Daha da önemlisi AK Parti ne yapmaya çalışıyor; amaç Kürt haklarını vermek mi PKK’yı güçlendirmek mi? 
Bu bir akıl tutulması mı bir planın parçası mı? Plansa kimin planı? (68). 

Türkiye'yi 12 parçaya bölerek yönetmeyi hedefleyen terör örgütünün, 2010-2011 yıllarında 'topyekün savunma' stratejisi için mesafe almaya çalıştığı ama 2012’de polis özel timin başarılı operasyonları karşısında ne serhildan 
denilen halk ayaklanmasınja cesaret edebildi nede Hakkari’yi kurtarılmış bölge ilan edebildi. Güvenlik güçlerinin operasyonları, örgüt açısından strateji 
değişikliği sürecini baltaladı. Terör örgütü PKK/KCK sözleşmesi, örgütün 'anayasası' hükmünde. Sözde Yasam-Yürütme-Yargı hiyerarşi ile 'Önderliği' şekillendiriyor. 46 asıl, 4 ek maddeden müteşekkil metinde organlarla temel 
faaliyetlerin nasıl yürütüleceği anlatıyor. 11. maddesi 'Kürdistan Demokratik Toplum Konfederalizmi'nin kurulduğunu, liderinin Abdullah Öcalan olduğu ifade 
ediliyor. KCK'nın Türkiye'nin yanında Suriye, Irak ve İran'ı kapsadığına dikkat çekiliyor. KCK'nın Suriye'de 

Demokratik Birlik Partisi (PYD), Irak'ta Kürdistan Çözüm Partisi (PÇDK), İran'da Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK) üzerinde faaliyette olduğu vurgulanıyor. 
Ankara'nın Kumrular Caddesi'nde 5 kişinin öldüğü 40 kişinin de yaralandığı bombalı terör saldırısıyla ilgili hazırlanan iddianamede, terör örgütü PKK/KCK 
yapılanması anlatılıyor. KCK veya KCK/PKK terör örgütü, hangi harf grubunu kullanırsa kullansın aynı terörist örgüt olduğunun altı çiziliyor. 

Terör örgütünün 5 bin ile 5 bin 500 civarında silahlı bir kadroya sahip olduğu belirtiliyor. Örgüt tarafından Türkiye eyaletlere bölünmüş ve 12 bölgeye ayrılmış. Her bölgeye bir isim verilirken, buralarda kaç kişilik terörist grubu olduğu da anlatılıyor. Bunlar sırasıyla şöyle: "Samsun-Tokat-Amasya-Giresun (Karadeniz Açılım Grubu) hattında 20-25 kişilik grup; Sivas ve çevresindeki alanını kapsayan alanda (Koçgiri Eyaleti) 5-10 kişilik grup; Malatya-Adıyaman-Gaziantep-Kahramanmaraş (Güneybatı Eyaleti) bölgesinde 9-10 kişilik grup; Tunceli ve çevresinde (Dersim Eyaleti) 180-200 kişilik grup; Elazığ'ı da kapsayacak şekilde Diyarbakır ve çevresinde (Amed Eyaleti) 170-190 kişilik grup; Erzurum'dan Bingöl'e kadar uzanan (Erzurum Eyaleti) bölgede 80-85 kişilik grup; Batman-Bitlis-Muş bölgesini (Garzan Eyaleti) kapsayan alanda 90-95 kişilik grup; Mardin ve çevresinde (Mardin Eyaleti) 35-40 kişilik grup; Siirt ilini de kapsayacak şekilde Şırnak çevresinde (Botan Eyaleti) 315-350 kişilik grup; Ardahan-Kars-Iğdır hattında (Serhat Eyaleti) 75-80 kişilik grup; Van ve çevresinde (Van Eyaleti) 110-120 kişilik grup; Hakkari ve çevresini kapsayan alanda (Zağros Eyaleti) 370-410 kişilik gruplar bulunuyor." 

Ayrıca sınıra yakın alanlardan Haftanin Bölgesinde 270-300 kişilik grup; Behdinan Bölgesinde 700-750 kişilik ve Hakurk bölgesinde 290-310 kişilik gruplar yer alıyor. 

Bunların dışında da ülkenin geri kalan kısımlarında metropollerde ve yurtdışında da azımsanmayacak sayıda örgüt mensubu bulunuyor. Terör örgütünün stratejisi, 'pasif-aktif-topyekün' savunma aşamalarından oluşan Meşru Savunma Stratejisi. Uzun süreli halk savaşının aksine aşamalar doğrusal olarak ilerliyor. Geri dönüşler söz konusu olabiliyor. Bugüne kadar 'pasif ve aktif savunma' süreçleri yaşanmış olması ve eylemlerin en yoğun olduğu dönemin örgütçe aktif savunmanın ileri aşaması olarak tanımlanması ise topyekün savunma aşamasına hiç geçilmediğini gösteriyor. 2011 yılı Haziran ayında yapılan genel seçimler sonrası örgüt ve müzahir yapılar tarafından sıklıkla dile getirilen Devrimci Halk 
Savaşının stratejik açıdan karşılığı da bulunmuyor ve içeriğine ilişkin net açıklamalar yapılmıyor. Son dönemde yakalanan örgüt mensupları ise 'Devrimci Halk Savaşı tartışmalarının yaklaşık bir yıldır devam ettiği, tartışmanın özellikle 2010-2011 kış üstlenmesi sürecinde gerçekleştiği, stratejinin temel mantığının halkın da içerisine dahil edildiği topyekün bir mücadele olduğu, tam olarak uygulanması için bir psikolojik hazırlık süreci gerektiği, bunun da basın yayın organlarıyla yapılacak propaganda ile sağlanacağı, hazırlık aşamasında HPG 
mensuplarının illerde-ilçelerde Öz Savunma Birliği (ÖSB) mensuplarının faaliyet yürüteceği' şeklinde konuşuyor. 

2011 yılı içerisinde terör örgütünün kırsal ve metropol alan faaliyetlerinin şiddet eylemlerinin stratejik açıdan karşılığı meşru savunma stratejisi. Yurt içindeki ve yurt dışındaki konjoktürel gelişmeler, genel seçimler, Ortadoğu'daki gelişmeler, ABD'nin Irak'tan çekilme süreci ise terör örgütünü alan kazanmaya yönelik bir çabanın içine soktu. Alan kazanmaya yönelik kitlesel eylemler üzerinden örgütün mesafe almaya çalıştığı belirlendi. 

Ancak örgüt kadrolarına, yapılanmalarına yönelik gerçekleştirilen polisiye operasyonları örgütü yeni strateji değişikliğine itti. 

2011 yılında bölücü terör örgütü Meşru Savunma Stratejisi kapsamındaki kırsal metropol alan faaliyetleri, HPG ve bağlı silahlı unsurlar tarafından örgütün 2010 yılı Mayıs ayından itibaren takip ettiği eylem stratejisine uyumlu bir şekilde gerçekleştirilmiş kırsal alanda HPG'ye bağlı kırsal kadrolar ve sözde Özel Kuvvetler, metropollerde ve şehir merkezlerinde ise Öz Savunma Birliği, Özel Kuvvetler, Kürdistan Özgürlük Şahinleri (TAK) ve Apocu Gençlik İntikam Tugayı (AGİT) gibi yapılanmalar şiddet eylemleri üzerinden mesafe almaya çalıştı. 2011 yılı içerisinde özel kuvvetlerin faaliyetleri bağlamında mayınlı-bombalı saldırılarla, özellikle araçla seyir halindeki güvenlik kuvvetlerine yönelik saldırıların nitelik ve nicelik açısından arttığı, diğer sahalara patlayıcı aktarımında artış olduğu, kırsal alanda ilçelerde özellikle polis özel harekât birimleri ile çatışmaktan kaçınılmayan bir tavrın izlendiği tespit edildi. TAK ismi, örgütün 
uluslararası alandaki terörist imajından kurtulmak ve örgüt üzerindeki baskıya hafifletmek amacıyla özellikle kullanılıyor. TAK adıyla üstlenilen tüm eylemlerin bizzat KCK terör örgütünce gerçekleştirildiğini vurgulanıyor. "Ayrıca amaç ve hedeflerine ulaşmak amacıyla sürekli yeni taktikler ve yöntemler geliştiren KCK terör örgütü, Kürt kökenli vatandaşları güvenlik güçleri ve devlete karşı 
kışkırtmak amacıyla yan kuruluş olarak öz savunma birlikleri adlı yapıyı hayata geçirdiği, kent ve ilçe merkezlerinde örgütlenen bu oluşum farklı çıkarlar 
sağlamak yoluyla bünyesine kattığı grupları halkta devlet unsurlarına karşı bir direniş oluşturmak maksadıyla kullandığı bu çerçevede Ankara Kızılay'da meydana gelen bu soruşturmanın konusu olan bombalı eylemin örgütün 
eylemsizlik kararının kendileri için geçerli olmadığı tarzında açıklamalarla tak yapılanması tarafından üstlenildiği anlaşılmıştır." deniyor. 

Terör örgütü, yandaşlarınca işletilen işyerlerinden gelir sağlanıyor. Özellikle İstanbul’da eğlence merkezleri para basıyor. Kaçakçılık faaliyetlerinde haraç alınıyor. Sağlanan paralar ise kuryeler vasıtasıyla örgüt kadrolarına 
aktarılıyor. Bazen küçük miktardaki rakamlar güvenilir örgüt mensuplarının hesapları aracılığıyla ya da para transfer şirketleri üzerinden gerçekleştiriliyor. Yüksek miktardaki para transferleri ise genellikle bizzat Avrupa'daki örgütlenmelerin başındaki kişiler üzerinden sağlanıyor. Terör örgütü, her türlü teknik haberleşmenin yanı sıra doğrudan kurye de kullanıyor. Uydu üzerinden 
yayın yapan tv kanalları, radyolar, çeşitli dergi ve gazeteler, internet siteleri aracılığıyla iletişim faaliyetlerini gerçekleştiriyor. Terör örgütü KCK, 2007 yılında aktif hale geldi. Irak'ın Kuzey'inde KCK Yürütme Konseyinin başında Cemal kod adlı Murat Karayılan bulunuyor. Türkiye topraklarında örgütsel faaliyetleri yürütmekle görevli KCK/TM yapılanmasının başında ise Refah kod adlı Sabri Ok yer alıyor. Remzi Kartal da örgütsel yapı içerisinde Kongre-Gel Başkanı olarak gösteriliyor. Duran Kalkan, Cemil Bayık, Mehmet Tören, Mustafa Karasu, 
Nuriye Kesbir, Newroz Ceren gibi örgüt mensupları da KCK sözde Yürütme Konseyi üyeleri. Yurt dışındaki örgüt yöneticileri Nizamettin Toğuç, Tahir Kemalizade, Hasan Yirik, Aynur Hülakü, Dolakay Şanlı, Muzaffer Ayata, Fahrettin Gülşen dönemsel olarak rolleri değişecek biçimde örgütsel faaliyetlere katkı sunuyor. 

PKK içerisinde Ergenekon'un bir kolu olduğunu vurgulayan Kürt aydınları Kemal Burkay ve İbrahim Güçlü gibi BDP'nin özgürce siyaset yapamadığını ifade 
ediyorlar. BDP'nin, Kandil ve İmralı'dan gelen talimatlara göre hareket ettiğini dile getiren Burkay, "Farklı sesler yükseldiğinde ise PKK tarafından susturuluyor. Silahların gölgesinde özgürce siyaset yapılamaz. Oysa talepler silahsız dile getirilmeli." dedi. Kanal 5'de konuşan Burkay, geçmişte açlık eylemlerinden dolayı bir çok insanın hayatını kaybettiğini hatırlatarak, böyle ansızın açlık 
grevine gitmenin insanın kendi kendisine yaptığı bir işkence olduğunu kaydetti. Gençlerin hayatlarının tehlikede olduğuna dikkat çeken Burkay, "İnat ile sonuç 
alınmaz. Bu kabul edilemez bir durum. Sesleri duyuldu ve belli adımlar atılıyor. Kamuoyunda duyarlılık var. Artık açlık grevleri sona erdirilmelidir." diye konuştu. "PKK, pek umut vermiyor. İnsan hayatına değer veren bir örgüt değil." diyen Burkay, şöyle devam etti: "BDP, etkilerini kullanmalıdır. 'Devam edin' şeklinde tavır takınmamalıdır. Ölümlerin gelmesi soruna çözüm sağlamaz, aksine 
gerilimi yükseltir. Olaylar iyice karmaşık hale gelir." 

Ergenekon davasında tanık olarak ifade veren Şemdin Sakık'ın; Doğu Perinçek, Yalçın Küçük ve Ergenekon hakkındaki iddialarını da değerlendiren Burkay, "PKK 
içerisinde Ergenekon'un bir kolu olduğundan şüphem yok. Ergenekon, 1950 yıllarında kurulan kontrgerillanın devamıdır. NATO tarafından kurulan Gladio'dur. Özel Harp Dairesi'ne hizmet etti, Ergenekon adını aldı ama kuruluşu kontrgerilla idı. Sadece devletin kurumları içerisinde değil, sağ ve sol örgütlerin içine de girmişti. 
Bunlardan biri de PKK'dır. Perinçek ve Küçük olayı hayli ilginçtir. Perinçek, bir dönem 'PKK'ya destek vermeyen Kürtler bölücüdür' diyordu. Yalçın Küçük de farklı değil. İşin içerisinde çok derin bağlar var. PKK ile ilişki kurulurken ince hesaplar var. Bunlar tam olarak açığa kavuşmadı. Fırat'ın ötesindeki Ergenekon eylemleri açığa kavuşursa çok şey anlaşılır." şeklinde konuştu. "Kürt sorununun çözümü için öncelikle şiddet eylemleri terk edilmeli, silahlar susmalıdır." diyen diyen Burkay, şöyle dedi: "Silah ile bir çözüm sağlanamaz. Çok büyük bedeller 
ödendi. Kürtlerin şiddete sarılması hiçbir çözüm getirmedi. Devletin inkar politikaları da çözümsüzlük üretti. Hepimiz artık ders çıkartmalıyız. Şiddet ile sonuca varılamayacağı görülmeli ve sağduyu hakim olmalıdır. Son yıllarda hükümet ciddi reformlar yaptı. Eksiklikler olabilir ama sonuçta var olan iyileşmeler görülmelidir. Gerilimden uzak durulmalıdır. Sonra reform süreçlerinde ciddi provokatif olaylara tanıklık ettik. Statükodan yana 
olan çevreler, hükümete geri adım attırmak için her yolu denedi. Oslo süreci, Habur olayı ve sonrasında yaşananlar bunun göstergesidir." 

Hükümetin önemli iyileştirmelere imza attığına dikkat çeken Burkay, askeri vesayetle mücadele edildiğini ve başarılı olunduğunu ifade etti. Bu olumlu gelişmelerin bile eleştirildiğini, hatta soldan bile değişime tepki geldiğini 
anlatan Burkay, "Oysa sol, değişime açık olmalıdır. Ama aksini gördük. 
Bir devrim olmasa da demokratikleşme yolunda ciddi adımlar atıldı ve atılan adımlar halktan yanaydı. Bu süreçte Kürtler de bir bütün olarak olumlu  davranamadı. Bu değişime karşı çıktılar. Atılan iyi adımları tuzak olarak göstermek istediler. BDP, CHP gibi TRT Şeş'e karşı çıktı. PKK, insanları tehdit etti. Toplumun beklentilerinin aksine gelişmeler yaşanmasına neden 
olundu. Kaldı ki PKK halk savaşı tezine sarıldı. Bu tez sürüldü ortaya. Hedeflerinin de açıkça AK Parti olduğunu deklare ettiler. Silahların susması beklenirken, PKK aksi bir duruş sergiledi. PKK süreç içerisinde Öcalan'ı bile 
bypass etti. Bu gelişmeler ile diyalog ortamı darbe yedi. 

Tabi bu durumda hükümetin duruşu da sertleşti. Geçmiş hükümetlerle kıyaslarsak çözüm için en önemli adımları bu hükümet attı. Ama stratejiyi, AK Parti'yi yıkmak üzerine belirlemek doğru değildir. Kaldı ki önceki dönemlerde yaşananlar var. Sistematik işkenceler, köy boşaltmalar ve faili meçhuller... Onlar bu dönemde sona erdi. Geçmiş dönemleri unutmamak lazım. AK Parti  düşmanlığı üzerinden siyaset yapılmamalı. Gerçekçi olmak zorundayız." dedi. 

Hükümetin, askeri vesayet ile ciddi bir mücadele içine girdiğini belirten Burkay, ancak bu süreçte terör örgütü PKK'nın silahlarının Kürt siyaseti üzerinde vesayetine devam ettiğine dikkat çekti. Bunun, Demoklesin kılıcı gibi 
halen durduğunu dile getiren Burkay, "BDP, özgürce siyaset yapamıyor. BDP, Kandil ve İmralı'dan gelen talimatlara göre hareket ediyor. Farklı sesler yükseldiğinde ise PKK tarafından susturuluyor. Silahların gölgesinde özgürce siyaset yapılamaz. Oysa talepler silahsız dile getirilmeli. Silahlar dışında siyaset yapılsa Kürtler daha memnun olur. Çok acılar çekildi. Artık bu acılar sona 
ermeli." ifadelerini kullandı. "Fırat'ın ötesinde sadece Kürtler öldürülmedi. Oradaki çete ile ters düşen generaller ve albaylar da ortadan kaldırıldı." diyen Burkay, şöyle devam etti: "Bugün savcıların olayları incelediğini görüyoruz. Bu, çok önemli... JİTEM mutlaka ortaya çıkartılmalıdır. Çok geç kalındı. Çeteler ve JİTEM ortaya çıkartılmalıdır. Kontrgerilla eylemleri, Özal suikastı, Eşref 
Bitlis olayı, Bahtiyar Aydın, gazeteci ve aydınlara yapılan suikastlar devlet sırrı gibi saklanıyor. Bu nasıl sırdır ki cumhurbaşkanına suikast, Gaffar Okkan'a yapılan saldırı açığa çıkartılmıyor. Büyük bir tuzak var. Bu tuzak Kürt sorununun çözümsüzlüğe itilmesidir. Bu tuzağı bozmak, Fırat'ın ötesindeki yapıya ulaşmak ile mümkündür. Nasıl ki Özal bu konuyu çözmek için uğraştığında 33 er olayı 
oldu, suikast girişimi yaşandıysa benzer tuzakları yaşamaya hep devam ettik. Belli ki çözüm istemeyen iç ve dış yapılar var. PKK'nın ve devletin derinlerinde 
çatışmalardan faydalananlar var. Gerçekler ortaya çıkartılmalı ki yangın sönsün" (69). 

AK Parti Diyarbakır İl Başkanı Halit Advan’ın Genel Merkez’e sunduğu rapor, Güneydoğu’da uyuşturucu bağımlılığının ulaştığı boyutu gözler önüne serdi. Raporda uyuşturucu kullanım yaşının 11’e kadar düştüğü ve terörle 
anılan mahallelerde yaygınlaştığı belirtiliyor. Rapora göre, son iki yılda uyuşturucu ekimi ve satışı ile ilgili 600 olay gerçekleşti. 50 kilodan fazla eroin, 21 ton esrar, 2 bin adet ecstasy hap ve 6 milyon Hint keneviri kökü ele geçirildi. 
Savcılığın verilerinde de son üç yılda 342 çocuğun madde bağımlılığı sebebiyle denetimli serbestliğe tabi tutulduğu ifade edildi. Raporda, 400 aile ile yapılan görüşmelere de yer veriliyor. Aileler, Diyarbakır’da uyuşturucu pazarının 
her sokakta, parkta ve okul önünde kurulduğunu söylüyor. Halit Advan, bu tabloyu şöyle özetliyor: “Maalesef esrar, bölgenin geleneksel tarım ürünü haline geldi. İntihar vakaları artıyor.” 30 yılı aşkın süredir terörle boğuşan Doğu ve Güneydoğu Anadolu, bir yandan da uyuşturucu tehdidi altında. Terörün en yoğun olduğu bölgelerde esrar tarlaları boy gösteriyor. Diyarbakır-Bingöl arasında uçsuz bucaksız uyuşturucu tarlaları bulunuyor. Diyarbakır kırsalında yılda ortalama 500 ton esrar yetiştiriliyor. Bu korkunç tablo karşısında harekete geçen AK Parti Diyarbakır İl Başkanlığı bünyesinde Uyuşturucu ile 
Mücadele Komisyonu oluşturuldu. Komisyon, yaptığı alan tarama çalışmalarını bir rapor halinde Genel Merkez’e sundu. Rapora göre terör örgütü faaliyetlerinin yoğun olduğu Bağlar ilçesi Kaynartepe, 5 Nisan ve Muradiye 
mahalleleri, Yenişehir ilçesi Seyrantepe, Dicle, Ferit Köşk ve Fiskaya mahalleleri ile Sur ilçesi Saraykapı ve Hançepek mahallelerinde uyuşturucu madde kullanımı ve satıcılığı had safhada. 
Bu durum raporda şöyle anlatılıyor: “Uyuşturucu kullanımının ve satımının birinci dereceden etkisinin yoksulluğun ve terör örgütü faaliyetlerinin birleştiği alan 
üzerinde yoğunluğu komisyonumuz tarafından fark edilmiştir. Diyarbakır kentimizde yine çocukların terör örgütü eylem faaliyetlerinin içinde yer almaları, kuşkusuz çocukların ailelerinin denetim eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Çocukların uyuşturucu madde kullandıktan sonra yapmış oldukları terör örgütü 
gösterilerinde bir banka binasının yakılması girişiminde bulunmaları kısa bir örnek olarak durumun ciddiyetini ortaya koyabilir niteliktedir.” 

Raporda ayrıca, şehrin diğer problemlerine de dikkat çekiliyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre son 5 yılda 333 kişinin intihar ettiği, İş-Kur 
verilerine göre işsiz sayısının 50 bin civarında olduğu, Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü istatistiklerine göre de kentte 11 bin 500 sabıkalı hırsız bulunduğu bilgileri sıralanıyor. Terör örgütünün dini de kullanmaya başladığına vurgu yapılan raporda, “Mele açılımı, müftülüklerin iyi yönlendirememelerinden ötürü beklenen sonuçları henüz verememiştir.” itirafı da yapılıyor. Buna karşılık ‘PKK’lı imamlar’ın çok iyi organize olarak ciddi anlamda propaganda yaptığına ve kimi yerlerde başarılı olduğuna dikkat çekiliyor. “Bölgede cami cemaatinin 
sayısı batı illerine nazaran ciddi ölçüde fazladır. Ancak bu denli inançlı bir toplumun BDP’ye yüzde 58 oranında oy vermesinin altında yatan gerçeklerin sosyolojik analize muhtaç olduğu aşikardır.” deniliyor. AK Parti Diyarbakır 
İl Başkanı Halit Advan, raporu şöyle yorumluyor: “Maalesef esrar, bölgenin geleneksel tarım ürünü haline geldi. Uyuşturucu kullanımı ve intihar vakaları artıyor. İşsizlik yüksek. İnsanlar mutsuz.” Advan, yetkilileri tedbir almaya çağırıyor (70). 

Gazeteci ve akademisyen Önder Aytaç, KCK ve PKK’nın nereye koştuğunu özetleyen makalesiyle kitabımıza son noktayı koyuyoruz: Abdullah Öcalan’ın 
2011 yılında Suriye’ye ilişkin verdiği talimatlarda; “Suriye Kürtlerinin hem Beşir Esad hem de muhalif gruplar ile diyalog içerisinde olunmasını, hangi taraf olumlu yaklaşıyorsa da o tarafa taleplerini dayatmalarını ve gerektiğinde silah da kullanarak öz savunmalarını yapmalarını” istemekte. Bu şekliyle hareket tarzını 
sürdüren örgüt, Suriye’de, özellikle de Suriye’nin kuzeyine kalıcı bir şekilde yerleşmeyi hedeflemekte… PKK / KCK terör örgütü, Birleşik Kürdistan amacı ile son zamanlarda Suriye’deki faaliyetlerine büyük bir önem vermekte. Bu durum yalnızca Türkiye açısından değil, bölgedeki diğer Kürt kesimler ve Irak Bölgesel Kürt Yönetimi (IBKY) bağlamında da öncelikli bir konudur. Suriye’deki Kürt kesimlerin derin-milliyetçi bilinci ve dolayısıyla da temel refleksleri IBKY lehine bir görüntü ortaya koyarken, aktif gençlik hareketleri ise daha çok PKK / KCK’nın paravan örgütlenmesi olan PYD yanlısı görüntüler sergilemekte. IBKY, Suriye Kürtlerinin, Suriye Ulusal Muhalefetiyle işbirliği içinde bir duruş sergilemesini, bununla birlikte, Kürtlerin temel taleplerinden taviz verilmeden birlik içinde hareket edilmesini arzulamakta. PKK / KCK ise, bir yandan PYD üzerinden Barzani’nin desteğine haiz diğer Kürtlerle işbirliği içinde hareket ederken, diğer yandan da Suriye Kürtleri üzerindeki ağırlığını arttırmaya çalışmakta… 

Abdullah Öcalan’ın 2011 yılında Suriye’ye ilişkin verdiği talimatlarda; “Suriye Kürtlerinin hem Beşir Esad hem de muhalif gruplar ile diyalog içerisinde olunmasını, hangi taraf olumlu yaklaşıyorsa da o tarafa taleplerini dayatmaları  nı ve gerektiğinde silah da kullanarak öz savunmalarını yapmalarını” istemekte. Bu şekliyle hareket tarzını sürdüren örgüt, Suriye’de, özellikle de Suriye’ nin kuzeyine kalıcı bir şekilde yerleşmeyi hedeflemekte… 

İşte bu nedenle de; bölgedeki faaliyetlerini her geçen gün hızlandırarak, özerkliğin ilan edilmesine yönelik çalışmalarını yoğunlaştırmaktadır. Bu bağlamda; 

1. PKK-KCK, PYD üzerinden; Afrin, AynElArap (Koban) ve Kamışlı civarında, gençliğin organize edilmesi ve Suriye Kürtleri üzerinde hâkimiyet kurulduğu izlenimi yaratılması hedeflenmekte, 
2. Kanımızca 2013 Nevruz’undan önce Suriye’de özerklik ilan edilmesi arzulanmakta, 
3. Yine; "Kürt Dil Okulu" adı altında eğitim ve kültür merkezi bu bölgede açılmakta, 
4. Politika ile ilgili eğitimler verilmekte ve örgütlenme çalışmaları yapılmakta, 
5. Örgüte ait kamplarda ideolojik ve askeri eğitimler verilmekte, 
6. Suriye’den örgüte katılımlarda da bir hayli artış yaşanmakta, 
7. Irak’ın kuzeyinde olduğu gibi, Suriye’de de köklü bir yerleşim hedeflenmektedir… 

Suriye’de PKK militanı olarak yaklaşık 1500 kadar kişi bulunmakta ve her hafta Irak’ın kuzeyinden yeni yeni geçiş yapan grupların katılımlarıyla da bu sayı 
artmaktadır. Yine bazı bölgelerde örgüt mahkemeler kurulduğu, cezaevleri oluşturulduğu ve kaçakçılık / vergilendirme, şehirlerin giriş ve çıkışlarında da inzibat faaliyetleri yürütmektedir. 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;


66 Aytaç, Önder. Kasım içinde PKK terörü ve iktidar. Rotahaber 22.11.2012. 
67 Uslu, Emre. Abdullah Öcalan ne düşür. Taraf gazetesi. 07.11.2012. 
68 Uslu, Emre. PKK kazanıyor. Taraf gazetesi. 10.11.2012. 
69 Burkay, Kemal. İşte PKK'nın yeni stratejisi! Kanal 5. Cihan Haber Ajansı. 12.11.2012. 
70 Dönmez, Ahmet. Kürt çocukları esrarın pençesinde. Zaman gazetesi. 30.10.2012. 

17 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***