Celal Talabani etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Celal Talabani etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ekim 2019 Cumartesi

IRAK KÜRTLERİ VE BÖLGE BARIŞI., BÖLÜM 2

IRAK KÜRTLERİ VE BÖLGE BARIŞI.,  BÖLÜM 2



Dublin’deki görüşmelerden hemen sonra PKK ve KDP arasında artmaya başlayan çatışmaların asıl sebebi, Irak’taki iki büyük Kürt grubu olan KDP ve KYB’nin anlaşmasından rahatsız olan Suriye’nin KDP lideri Mesut Barzani’ye gözdağı vermek için PKK’yı kullanmasından başka bir şey değildir. 

Türkiye’nin su kartına karşı o sıralarda PKK’yı yedekte tutarak bu örgüte lojistik destek sağlayan Suriye, aynı örgütü bu kez başka bir Kürt grubuna karşı kullanmıştır. Suriye, bir yandan Kuzey Irak’ta güçlü bir Kürt oluşumunu engellemeye çalışırken, bir yandan da Irak’tan bağımsız biçimde ABD 
tarafından başı çekilen Kürt Barış Sürecini aynı yolla sabote etmeyi planlamıştır.

Nisan 1996 tarihinde Ahmet Çelebi liderliğindeki Irak Ulusal Kongresi’ni oluşturan Kürt gruplarını iki günlük toplantıda Şam’da bir araya getiren Suriye 
yönetimi, Saddam Hüseyin rejimini devirmeye yönelik stratejilerde rolünü daha da belirginleştirmeye çalışmıştır. Her ne kadar farklı eğilimlerdeki gruplar bu amaç etrafında birleşiyor görünse de aralarındaki farklar ve eski rekabetler, ortak bir zemin üzerinde anlaşmalarına imkân bırakmamıştır. 

Suriye’nin böyle bir toplantıya ev sahipliği yapması, sürecin başarısız olmasında doğrudan etkili olmasa da Şam yönetiminin Kürt politikalarında Batı’nın 
elini zayıflatabilecek bir ehliyette olmadığını açık bir biçimde ortaya çıkarmıştır. Zira bu dönemde Şam’ın amacı, Kürtler arası bir barış veya merkezî 
hükümet ile Kürtler arasında bir arabuluculuktan ziyade, bu etnik grupları bölgesel pazarlıkların bir kozu haline getirmekten başka bir şey değildir.

Şam yönetimi Irak konusunda etnik unsurları kullanarak sağlayacağı böylesi bir inisiyatif ile Ortadoğu barış sürecinde daha avantajlı konuma geçmeyi dahi planlamıştır. Zira, bölgesel sorunlarda ve özellikle de İsrail için potansiyel bir tehdit oluşturan Irak konusunda daha aktif ve söz sahibi bir Suriye, İsrail karşısında kendini çok daha rahat hissedebilirdi. 


O sıralarda Türkiye; İran ve Suriye’ye yakın duran Celal Talabani’nin bu ülkelerin görüşlerine karşı çıkamayacağını bildiğinden olsa gerek, Barzani’ye ağırlık vererek PKK’ya karşı denge kurmaya çalışmıştır. Ancak süreç içinde açıkça görüleceği üzere, nihai şekillenmede bu hamlelerin hiçbiri tutmamıştır. Devletler arası çekişmelerden kendi grupları lehine bir fayda çıkarmayı amaçlayan Kürt liderler hedeflerine ulaşamadığı gibi, bunlar üzerine hesaplarını yapan bölgesel güçler de umduğunu bulamamıştır. Bütün bu etnik kargaşa içinde değişmeyen tek şey ise sivil halkın mağdur edilmesi olmuştur. 1998 yılından itibaren Irak Kürtleri üzerindeki nüfuzunu yitirmeye başlayan Şam yönetimi, 2003’teki Irak işgalinden sonra bu konumunu tamamen kaybetmiştir. Türkiye ise bunun tam aksine, bölgedeki Kürt yapılanması ile daha yakın bir temas süreci başlatarak, en azından ekonomik anlamda, nüfuzunu pekiştirmiştir. Siyasi anlamda Kürt özerkliğini yok etmek yerine birlikte inşa etmek ve Türkiye’nin nüfuz alanı içine sokmak gibi bir strateji uygulayan Ankara, komşularla sıfır sorun politikasını en 
başarılı biçimde Erbil ile kurmuştur.

Yeniden yapılanan Irak’ta, 2006’dan itibaren dozunu arttıran iç savaş sürecinde Suriye, daha çok orta ve güney Irak ile ilgili hale gelmiş ve Kürt bölgeleriyle ilişkileri geri planda kalmıştır. Bununla birlikte İran, sadece mezhebî argümanlar üzerinden değil, Kürt gruplar üzerinden de Irak’taki çekişmeye dâhil olmaya çalışmıştır. 

1922’den itibaren İsmail Simko liderliğinde ayaklanan Kürtlerle mücadele eden Pehlevi Hanedanlığı idaresindeki İran, 2. Dünya Savaşı’na kadar kendi ülkesinde ki Kürtler üzerinde kontrolü elinde tutmayı başarmıştır. 

2. Dünya Savaşı’nda İran’ın İngiltere ve Sovyetler Birliği tarafından işgale uğramasıyla birlikte Mahabad’da kendi Cumhuriyetlerini ilan eden Kürtler, 11 ay süren bağımsızlıklarından sonra, bölgeye giren İran ordusuna yenilerek geri adım atmak zorunda kalmıştır. İran yönetimi de tıpkı diğer bölge ülkeleri gibi kendi ülkesinde yaşayan Kürt azınlığı büyük tehlike olarak görüp Kürt hareketleriyle mücadeleyi sürdürürken, komşu ülkelerdeki Kürt azınlıklarla yakından ilgilenmeyi de ihmal etmemiştir. 
İran’ın Kürt gruplarla münasebetleri kimi zaman çatışma kimi zaman da bir hami görüntüsü içinde günümüze kadar sürmüştür. Hatta 1964 yılında Mustafa Barzani ile Celal Talabani arasında patlak veren uyuşmazlık, dönemin İran istihbarat servisi SAVAK tarafından çözümlenmiş ve taraflar barıştırılmıştır. 

2. Dünya Savaşı’ndan sonra sıkı bir ABD müttefiki olan İran, 1958’den itibaren Sovyet nüfuzunun bölgeye giriş kapısı olmaya başlayan Irak’ı zayıflatmak 
ve kendi iç sorunlarıyla meşgul etmek için Kuzey Irak’taki Kürtlerle yakından ilgilenmiştir. Ortadoğu’da Sovyet nüfuzunun artmasından rahatsız olan Amerikan yönetimi de İran’ı teşvik ederek Tahran yönetimi üzerinden Kuzey Irak’taki Kürtlerin 1960’lı yılların sonunda ayaklanmasına zemin hazırlamıştır.

1975 yılında İran ile Irak arasında imzalanan Cezayir Anlaşması, bu destek politikasının sona erdiğini göstermiştir. Irak’ın Humeyni liderliğindeki 
muhalifleri sınır dışı etmesi karşılığında Tahran yönetimi de Kürtlere desteğini kesmeyi kabul etmiştir. Bu tarihten sonra Kürtlere sırtını dö¬nen 
İran yönetimi, kısa bir süre öncesine kadar müttefiki olarak kullandığı Barzani’ye bağlı birçok gücün Irak tarafından yok edilmesine göz yummuştur.

1979 yılında İran’da vuku bulan İslam Devrimi’nden sonra ülke içinde oluşan otorite zafiyeti ve hemen ardından başlayan İran-Irak Savaşı sırasında, Irak’taki Kürtler bu defa İran içindeki Kürtlere karşı kullanılmıştır. Barzani liderliğindeki KDP güçleri İran yönetimince âdeta paralı asker gibi görülmüş ve İran Kürtlerinin bastırılmasında kullanılmıştır. İran, Irak’la yürüttüğü sekiz yıllık savaş süresince Kuzey Irak’taki Kürt grupları ayaklanmaya teşvik ederek merkezî otoriteye kuzeyden tehdit oluşturmaya çalışmıştır. İran’daki devrimden sonra politika değişikliğine giden Batılılar da Irak’taki merkezî otoritenin güçlendirilmesi amacıyla Kürtlere biraz daha mesafeli durmayı tercih etmiştir. Bu dönemde 
Kürtlerin ağabeyliği rolü, Tahran ve Şam yönetimlerine kalmış gibi görünse de süreç içerisinde bu iki ülkenin niyetinin ağabeylikten daha çok, Saddam Hüseyin yönetimine karşı Kürt grupları bir pazarlık kozu ve savaş aracı olarak kullanmak tan başka bir amaç gütmediği anlaşılmıştır.

İran yönetimi bu müdahalelerinden birinde, Ekim 1995’te, Ayetullah Muhammed Bakr el-Hâkim komutasındaki Bedir Tugaylarını Talabani’nin denetimindeki Süleymaniye’den Kuzey Irak’a sokmuştur. Bununla, taktiksel hedeflerinden ziyade, İslam Devrimi sonrası ABD ile yaşanan hesaplaşmayı farklı coğrafyalara taşıma kapasitesini ispatlamak gibi stratejik bir hedef gütmüştür.

ABD’nin 1995 Eylül’ünde başlattığı Kuzey Irak Barış Süreci’nden rahatsız olan İran, Bedir Tugayları’nın müdahalesinden bir süre önce de Kürt grupları Tahran’da bir araya getirip anlaşma imzalatmayı başarmıştır. İran’ın hazırladığı anlaşmada Talabani ve Barzani arasında ateşkes, gümrük gelirlerinin ortak paylaşımı ve bazı bölgelerin silahsızlandırılması gibi koşullar yer almıştır. 

O dönemde Talabani’nin İran’a yakınlaşarak Batı’ya şantaj yapmaya çalıştığı ve uzun süredir kesilen Batı maddi desteğini yeniden kazanmayı hedeflediği açıktır. Bedir Tugayları’nın müdahalesine imkân tanımakla Talabani’nin aynı zamanda, rakibi KDP’ye ve bölgenin diğer aktörleri Türkiye ve Suriye’ye karşı da pazarlık payını artırmayı amaçladığı hiç uzak bir ihtimal değildir. 

İran’ın Irak Kürdistanı’ndaki girişimlerinden rahatsız olan ABD yönetimi de kendi anlaşma taslağını alelacele hazırlayarak Kürt liderlere göndermiş ve inisiyatifi İran’a kaptırmamak için Kürt liderlere “Hangi tarafta olduğunuza karar verin.” ültimatomu vermiştir.

İran ve ABD arasında gidip gelen Kürt grupları, ülkeler arasındaki çekişmelerden kendilerine fayda devşirmek amacıyla ortamı en uygun bir şekilde değerlendirme ye çalışsalar da kimi zaman bölgesel hesaplaşmaların edilgen aktörü olmaktan öteye gidememişlerdir. 

1990’lı yıllarda Kürt bölgelerinde hesabı olan her ülke, kendi barış anlaşmasını dayatmıştır. ABD “Dublin süreci”, Türkiye, “Ankara süreci”, Suriye yönetimi “Şam Buluşması”, İran yönetimi ise “Tahran Anlaşması” ile her birinin adı barışla anılan, ama içeriğinde söz konusu ülkelerin ulusal çıkarlarını önceleyen anlaşmalar imzalanmıştır. Bu anlaşmalar bölgesel barışa katkı sağlamadığı gibi etnik temelli siyasal hesapların ironik sonuçlarının nerelere vardığını da göstermiştir. 

Irak’taki Saddam rejiminin 2003 yılı Mart ayında devrilmesinden sonra, İran’ın Kürt gruplarla ilişkileri eksen değiştirmiş ve Bağdat’taki hükümeti güçlendirme amacıyla merkezî entegrasyonu önceleyen bir rota izlemiştir. Ancak bu kez çok çelişik ve karmaşık bir politik entegrasyon dönemine girilmiştir.

Irak’ta yeni dönem Kürt politikaları, merkezî hükümete tam entegrasyon ile yerel özerkliği koruma güdüleri arasında bir yerde durmaktadır. 

Kuzey Irak’ta belirli bir bölgeye yerleşmiş bulunan Kürt topluluğunun bu homojen yapısı, onları Irak’ın bir parçası olmakta zorlamaktadır. Coğrafi 
olarak aynı bölgeyi paylaşma dışında Irak’taki diğer etnik ve mezhebî unsurlarla ortak kader birliği hissetmelerini sağlayacak hemen hiçbir unsur bulunmayan Kürt etnisitesi, orta veya uzun vadede kendilerine tam bağımsızlık getirecek ilk fırsatı kullanmaktan çekinmeyeceklerdir. Buna karşın, çevre ülkelerin güvenlik refleksleri, o günü geciktirmek veya mümkünse hiç gelmemesini sağlamak üzerine siyaset üretecektir. 

Bu çelişik durum, Irak Kürtlerinin statüsüne ilişkin tartışmaları geleceğe taşıyacaktır. Bir yanda merkezdeki Bağdat hükümetleri, öbür yanda diğer Kürt unsurların bulunduğu komşu ülkeler, Kürtlerin yerel bağımlılığını ifade etmektedir. 
Bunların yanı sıra, Batı’daki diasporanın etkisi ve kurulan ilişkiler, bölgesel yönetimin önceliklerini etkileyen uluslararası bağımlıklarını oluşturmaktadır. Irak’ı kucaklayacak veya bütün Irak halkları tarafından benimsenecek bir sosyal realitesi bulunmayan Kürtlerin, sahip oldukları avantajlı konumu garanti altına alacak en önemli aracı, büyük bir petrol kaynağını ellerinde bulunduruyor olmalarıdır. Ancak bu kaynağın avantaja dönüşmesi hem Türkiye ile iyi ilişkilere hem de Türkiye’nin büyük önem verdiği Türkmenlerle ilişkilere bağlı görünmektedir.

Türkmenler

Irak’taki etnik unsurlara dayalı gerilim ve çatışmalarda Türkmen azınlık önemli bir aktör olagelmiştir. Ülke nüfusu içindeki oranları %9’lara varan Türkmenler yoğun olarak kuzeyde Musul, Kerkük, Erbil, Telafer, Diyala ve Bağdat’ta yaşamaktadır. Nüfusları diğer etnik unsurlara oranla az olsa da onları stratejik kılan temel noktalar, Türkmen bölgelerinin genellikle ülkenin en zengin petrol alanlarında bulunması ve Türkiye’nin bölgesel bir aktör olarak bu gruplar üzerinde etkin olduğu gerçeğidir.

1. Dünya Savaşı ile birlikte petrol yataklarının bulunduğu bölgeleri kendi denetimlerinde tutmakta kararlı olan İngilizler, Osmanlı’nın mirasçısı olan 
Ankara Hükümeti’ni bölgeden uzaklaştırmak için Musul, Erbil ve Kerkük’ü Lozan görüşmelerinin dışında tutmayı başarmıştır. Daha sonra yapılan Haliç Konferansları’nda da soruna çözüm bulunamayınca Milletler Cemiyeti devreye sokularak İngiltere’nin istediği kararların çıkartılması sağlanmıştır. 1926 yılında imzalanan Ankara Anlaşması ile Musul bölgesi İngiltere mandasındaki Irak’a bırakılmış ve bu tarihten itibaren bölgeyle Ankara arasında başlayan uzaklaşma 1936 yılından sonra bölgedeki Türkmenlere yönelik baskıların artmasına yol açmıştır. 

Bu ayrışmadan sonra da bölgedeki Türkmen varlığı İngilizleri tedirgin etmeye devam etmiştir. 2. Dünya Savaşı’nın ardından Irak’la birlikte Batı bloğunun üyesi olan Türkiye, 1955 yılındaki Bağdat Paktı’nda olduğu gibi, Bağdat yönetimi ile ilişkilere daha büyük öncelik vermeye başlamıştır. Bu önceliklerden ötürü 1947, 1959 ve 1979 yıllarında yaşanan kitlesel katliamlara rağmen Irak Türkmenleri Ankara’nın yakın ilgisine mazhar olamamıştır.

1958 General Kasım darbesinden sonra kültürel anlamda bazı haklar verilmekle birlikte Türkmenlere uygulanan baskı ve sindirme politikalarında köklü bir değişim yaşanmamıştır. Türkmenler o dönemde de Türkiye’nin dış politik gündeminde üst sıralarda yer almamıştır. 
1979 yılında Saddam’ın yönetime gelmesiyle birlikte yeniden başlayan büyük baskı sürecinde Türkiye, Irak’la yapılan ne ikili ne de bölgesel görüşmelerde 
bu konuyu bir pazarlık unsuru olarak gündeme getirmiştir. Türkiye’nin bu kayıtsızlığı, Türkmenlerin kendilerinden öte genel olarak Ortadoğu politikaları ve Arap devletlerinin içişlerine karışmama geleneği ile yakından ilgilidir. Gerekli durumlarda sadece insani rol oynayan Türkiye, genel politikalara ya dâhil olmamış ya da Bağdat Paktı’nda olduğu gibi Batı’nın bir müttefiki olarak işin içine girmeyi tercih etmiştir. Bu edilgen siyaset sınır bölgelerindeki Türkmenlerle hiçbir bağlantı kurulmadığı veya Türkiye’nin onlara etki etmediği anlamına gelmemekle birlikte, Türkiye siyasetinde bölgesel bir güç olarak Türkmenlerin haklarını ön plana alan aktif bir dış politika uygulamasından da 1990’lara kadar söz edilemez.

1980’lerin ortalarından itibaren artmaya başlayan şiddet olayları ve 1988 yılından sonra Saddam’ın Kuzey Irak’a saldırması üzerine, sınırlarına büyük 
bir göç yaşayan Türkiye, bölgeyle yakından ilgilenmeye başladığında Kuzey Irak’ta yaşayan Türkmenlerin durumu da gündemin üst sıralarına çıkmıştır. Irak’ın toprak bütünlüğünü savunan Ankara, bu bütünlüğe zarar verecek her türlü faaliyete karşı olduğunu açıklarken, bölgeye yönelik tüm politikalarında söz konusu tezi savunmuştur. 

Kuzey Irak’taki sorunun çözümünde başlarda etnik gruplara fazla itibar etmeyen Ankara, dönemin başbakanı Turgut Özal’ın Kürt liderlerle bizzat yaptığı görüşmeler sonucu, önemli bir politika değişikliğine gitmiştir. Türkiye’ye yönelen şiddet ve terörün gücünü zayıflatmak için Kürt cephesini parçalamayı amaçlayan Özal, Irak konusunda aktifleşen dış politikaya rağmen çok da işlevsel olmadığı için Türkmenler üzerine büyük projeler inşa etmemiştir.


Ancak 1990’lı yıllarda artış gösteren bölgedeki siyasi çekişmede her ülkenin bir grubu kullanma stratejisine Türkiye de ayak uydurmakta gecikmemiş ve Türkmenlerin sorunlarına daha yakından eğilme politikalarını hayata geçirmiştir. Zira o güne kadar silahlı bir muhalefet yapmamış bulunan Türkmenler, Ankara için en ideal grup olarak görülmüştür. Gerek etnik gerekse tarihî bağlar nedeniyle Türkiye’den ayrı düşünülemeyecek olan Türkmenler, Körfez Savaşı’ndan sonraki çekişmelerde Ankara için önemi her geçen gün artan bir unsur olmaya başlamıştır. Kuzey Irak konusunda yapılan her görüşmede Türkmenleri de masaya getiren Türkiye, bundan sonra soydaşları için daha talepkâr olmuştur. Türkiye’nin ilgisinden hoşnut olan Türkmenler de buna sıcak baktıklarını daha sonraki politikaları ile göstermişlerdir. Türkiye’ye danışmadan hemen hiçbir karar almayan Türkmen liderler, Kuzey Irak ile Ankara arasında mekik dokumaya başlamışlardır. Ancak bu kez de farklı bir sorun ortaya çıkmış ve Türkmenleri kimin temsil edeceği tartışması baş göstermiştir. Kendi aralarında yarı yarıya Şii ve Sünni olarak bölünmüş olan Iraklı Türkmenler, daha alt katmanlarda da çok sayıda parti, grup veya aşiret olarak parçalanmış durumdadır. Dönem dönem bu grupları bir cephe altında toplama çabaları olsa da bu çabalar uzun ömürlü olamamıştır.

Irak’taki Türkmenlerin kendi ülkelerinde Türkiye paralelinde politika üretmelerine en güzel örnek olarak 1992 Kuzey Irak seçimleri gösterilebilir. 
Bu dönemde Irak Ulusal Türkmen Partisi (IUTP) 1992 yılındaki seçimlere katılmama kararı almıştır. Seçime katılmak, “Kürdistan’ı resmen tanımak” anlamına gelebileceği gibi, Türkmenlerin de bunun bir parçası olduğunun kabul edilmesi şeklinde algılanabileceği endişesi söz konusu olmuştur. IUTP Başkanı Muzaffer Aslan, partisinin Irak’ın toprak bütünlüğünü tehlikeye sokan bir seçime katılmayacağını açıklamıştır. IUTP’nin merkezinin Ankara’ya alınmasıyla bu sözlerin Türkiye’nin de kaygılarını yansıtmakta olduğu düşünülmüştür. 

1995 yılında kurulan Irak Türkmen Cephesi, neredeyse tümüyle Ankara’nın talimatları ile hareket ederek bölgesel Kürt yönetimi ile büyük bir çekişme içine girmiştir. Hatta bu gerilim 2000’li yılların başında küçük çaplı çatışmalara neden olmuştur. Irak’ın federal yapılara bölünmesine karşı çıkan Türkmen Cephesi’ne karşın KDP’nin, Kürt özerk yönetimini savunan yeni bir Türkmen yapılanmasına gitmesi, Türkmen topluluğu bölen bir etki yapmıştır. 


Böylece İran’ın Şii Türkmenleri, Türkiye’nin Türkmenleri ve Kürtlerin Türkmenleri olmak üzere Irak içinde üç farklı eğilimde Türk hareketi var olmaya başlamıştır.

2003 yılındaki savaş ve hemen ardından gelen ABD işgali ile birlikte Kuzey Irak bölgesinin Kürt denetimine girişinde görülen hızlanma, Ankara’yı ciddi anlamda kaygılandırmıştır. Gerek savaş sırasında gerekse savaş sonrasındaki yapılanma da inisiyatifi elinden kaybeden Türkiye, bölgeye müdahale konusunda iki argümanı sürekli ön plana çıkarmaktadır: terör ve Türkmenlerin güvenliği. 
Bağdat’taki merkezî hükümette ve Kuzey Irak’taki yerel parlamentolarda temsil edilen Türkmenler, etnik çıkarlarını koruyacak bir siyasal etkinliği Ankara’nın desteği olmaksızın sürdürebilecek gibi görünmemektedir.


Amerikan işgali sonrası yeniden yapılanma sürecinde Kerkük’ün statüsünde ortaya çıkan çekişme, Kürt bölgesel yönetimi ile Türkiye’yi bir kez daha karşı karşıya getirmiştir. Saddam döneminin Araplaştırma politikaları kapanmışken, Kürt yönetiminin Kerkük kentini Kürtleştirme siyaseti Türkmen azınlıkla arada ciddi bir gerilime neden olmuştur. Türkiye’nin merkezî Irak hükümetinin elini Kerkük’te güçlendirme siyaseti çok da başarılı olamamıştır. Petrol gelirlerini paylaşma konusunda Bağdat ile Erbil yönetimleri anlaşma yoluna giderken, Türkmenlerin bu kentteki varlığı neredeyse inkâr edilmeye başlanmıştır. Irak’ta Nuri el-Maliki gibi etnik politikalarıyla toplumu ayrıştıran Şii siyasetçilerin 2010-2014 yılları arasında oluşturduğu kaotik ortam, güç dengelerinin hızlı değişimini getirmiştir. Maliki’nin demir yumruk uygulamaları ile at başı giden Şiileştir me siyaseti bir yanda büyük bir Sünni kitleyi yabancılaştırırken, öte yanda Türkmenleri merkezden biraz daha uzaklaştırmıştır. 

Kuzeydeki nüfuz alanlarında siyasi ve askerî varlığını pekiştiren Kürtler, özellikle petrol bölgeleri konusunda her türlü oldubittiye hazır bir atmosfer oluşturmuş tur. Türkmenlerin yaşadığı Kerkük petrollerinin uluslararası pazarlara satışı konusunda Bağdat ile yaşanan anlaşmazlık doğrudan Türkiye’nin ilgi alanına girdiğinden Türkmenlerin merkezinde olduğu yeni bir gerilim ortamı yaratmıştır. 

2014 yılı ortalarına gelindiğinde Irak’ta üç başlı bir yapı ortaya çıkmıştır. 
Bir yanda Maliki hükümetinin Bağdat dışına hükmedemeyen otoritesi, diğer 
yanda Sünni bölgelerde giderek mayalanmaya başlayan Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünün yıkıcı gücü ve kuzeyde Kürtlerin özerk yapılanması. 
Bu askerî ve siyasi rekabet içinde IŞİD’in diğer nüfuz alanlarına hamlesi, büyük bir iç savaş senaryosunu daha hayata geçirmiştir. Kısa sürede Sünni bölgeleri ele geçiren IŞİD, Türkmenlere ait çok sayıda köyü işgal etmiştir. IŞİD’e karşı başlatılan uluslararası operasyon, geride yeni bir gerilim ortamı bırakarak etnik grupları birbirine daha düşmanca bir atmosfere sokmuştur. 

Yeni dönemde Türkmenlerin Irak siyasetine etkileri yine Türkiye ile ilişkilerine dayalı olarak gelişecek görünmektedir. Bu noktada Türkiye’nin Kuzey Irak’taki Kürt yönetimi ve merkezî Bağdat yönetimi üzerindeki etkisi, Türkmenlerin bu ülkedeki konumunu doğrudan etkileyecektir. 
Türkmenlerin en az yarısının Şii olması, topluluk üzerinde İran nüfuzunu kolaylaştırmaktadır. 

Türkiye ve İran arasında bölünmeleri yetmezmiş gibi, bir de iç politikada kendi aralarında çekişme halinde bulunan onlarca grup, Türkmen etnisitesinin siyasal varlığını zayıflatmaktadır. 
Sahip oldukları sosyal taban görece geniş sayılsa da bunların Kürt gruplar kadar entegre hareket edememesi, Türkmenlerin güçlü bir siyasi aktör olmalarının önünde büyük bir engeldir.


***

IRAK KÜRTLERİ VE BÖLGE BARIŞI., BÖLÜM 1

IRAK KÜRTLERİ VE BÖLGE BARIŞI.,  BÖLÜM 1



Dr. Ahmet Emin Dağ, 
Gözlem, Saha 



Irak’ı oluşturan etnik unsurlar bu ülkedeki çatışma dinamiklerinin önemli bir boyutunu meydana getirmektedir. Irak etnik olarak çoğunlukla Araplardan oluşsa da ülkede hatırı sayılır oranda Kürt, Türkmen ve Asuri gibi diğer küçük topluluklar da yaşamaktadır. Ülkenin sosyal dokusunu oluşturan etnik unsurların birbirleriyle ve rejimle ilişkileri Irak’taki yöneticilerin baskıcı ve ayrıştırıcı niteliklerine göre kimi zaman gergin kimi zaman da daha bütünleştirici bir tarihsel süreçten geçmiştir. Ancak Irak’taki çatışma tarihinde etnik unsurları öne çıkaran nokta daha çok uluslararası ve bölgesel güçlerin bu gruplarla ilişkileri olmuştur. Merkezî hükümetin Araplaştırma politikaları değişik etnisiteleri 
yabancılaştırırken, bu süreç söz konusu etnik grupları dış güçlerle ittifak kurmaya yöneltmiştir.

Irak’taki etnik unsurlar içinde Kürtler önemli bir gücü temsil etmektedir. Irak nüfusunun %10’unu oluşturan Kürtler, ağırlıklı olarak Erbil, Süleymaniye ve Kerkük kentlerinde olmak üzere hemen tüm kuzey kentlerinde ve Bağdat’ta yaşamaktadır.

Kürtler,



Kürt azınlık ile merkezî Arap idarenin ilişkileri Osmanlı sonrasında inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir. Irak’ı sömürge idaresi olarak kuran İngilizlerin temel amacı, bir yandan Arap milliyetçisi rejim üzerinden kendi çıkarlarını savunurken bir yandan da kuzeydeki Kürt azınlığın petrol bölgelerindeki İngiliz çıkarlarına tehdit oluşturmasını önlemek olmuştur. İngilizlerin bölgede yürüttüğü bu siyasetin yanı sıra Kürt azınlık da yeni kurulan rejim karşısında ikiye bölünmüştür. Toprak ağalarının başını çektiği ve feodal yapının ağırlıkta bulunduğu bir grup, Faysal bin Hüseyin liderliğindeki Arap rejimiyle iş birliği tarafını tutarken, Şeyh Mahmut Berzenci liderliğindeki başka bir grup da bağımsız bir Kürt devleti olma eğiliminde olmuştur. 



Irak’ta Kürt azınlık kaynaklı ilk gerilim 1920’lerin başında ortaya çıkmıştır. Faysal rejimi, Şii çoğunluğa karşı Sünni Kürtleri kendi yanına çekip bir denge oluşturmaya çalışırken Şii isyanlarıyla başa çıkmaya çalışan İngilizler de Faysal’ın bu politikasını desteklemiştir. Ancak İngilizler - her ihtimale karşı- Kürt grupları da kendilerinden uzaklaştırmak istemediklerinden, Milletler Cemiyeti’nde Kürt azınlığın kendi bölgelerinde tanınmış bir statüye sahip olacağına dair söz vermiştir. Bölgesel düzlemde ise Osmanlı’nın sorunlu mirası üzerine yükselen cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Türkiye’nin homojen tek bir ulus yaratma projesi yürürlüğe konmuştur. 

Bu dönemde Ankara, komşu Irak’ta bir Kürt bağımsızlığının kendisinin de başa çıkmaya çalıştığı Türkiye içindeki Kürtler için teşvik edici olacağını düşünmüştür. Bu nedenle 1920’lerdeki gerilimlerde Faysal’ın entegrasyon siyasetine sıcak bakmış ve Kürtlerin Bağdat’taki merkezî hükümete bağlanmasını kendi çıkarlarına daha uygun görmüştür.

1930’lara gelindiğinde İngiltere’nin temel amacı, (Almanya gibi) Avrupalı güçlere karşı kendisi için daha stratejik hale gelen petrolle ilgili çıkarlarını garantilemek için Kürtlere ilişkin siyasetinde ufak revizyonlar yapmak olmuştur. Irak’ta merkezî otoriteyi daha da güçlendirmeye dayalı bu değişim, 1932 yılında Irak’ın bağımsız olmasından sonraki etnik yapı ile ilgili politikalara doğrudan yansımıştır. Merkezî Irak yönetiminin Kürt bölgelerine karşı artan güvensizliği ve ardından gelen baskı politikaları, 2. Dünya Savaşı yıllarında milliyetçi duyguları daha da alevlendirmiştir. 

Nihayetinde Ortadoğu’nun yeni bağımsız ülkelerle sınırlarının baştan çizildiği 1946 yılından itibaren Mollo Mustafa Barzani’nin liderliğinde bir silahlı 
muhalefet doğmuştur.

Kürt azınlık kendi içinde bir bütünlüğe sahip olmadığından bölgedeki yerel dinamikler ve alt etnik faktörler 1964 yılında Celal Talabani öncülüğünde 
yeni bir bölünmeyi getirmiştir. Barzani’nin Kürdistan Demokratik Partisi’ne (KDP) karşı Talabani’nin Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB), bir yanda rejimle 
çekişme yaşarken, diğer yanda Kürt azınlık içindeki en önemli gerilim kaynağı haline gelmişlerdir.

Kürt azınlığın maruz kaldığı baskılar ve asimilasyon uygulamaları, Irak’taki Baasçı rejimin karakteriyle doğrudan bağlantılıdır. Bundan dolayı, Irak’taki  Baas Partisi ile rekabet halindeki İran ve Suriye rejimleri kendi ülkelerindeki Kürtlere göstermedikleri cömertlik ve hoşgörüyü Irak’ı zayıflatma hedefiyle Irak’taki Kürtlere göstermeye başlamışlardır. Saddam Hüseyin’in iktidara gelişi sürecinde ise Kürtler için daha gergin bir dönem başlamıştır. 1974-75 yıllarında merkezî hükümet ile Barzani peşmergeleri arasında yaşanan çatışmalardan Kürtler adına hiçbir kazanım sağlanamamış, aksine İran ile Irak arasında varılan anlaşma ile 1975’te süreç tamamen Kürt azınlık aleyhine gelişmiştir. Bu tarihten sonra yarım milyonu aşkın kişinin yeri değiştirilmiş ve 500 Kürt köyü boşaltılmıştır.

1980 yılında başlayan İran-Irak Savaşı etnik politikalardaki dengeleri de etkilemiştir. Irak’taki baskıcı rejimden bıkmış olan Kürt muhalefetin savaş boyunca İran’a yakın durması, Bağdat’la olan ilişkileri gerilmiş bir ok gibi hızla kontrolden çıkacak bir aşamaya getirmiştir. Türkiye’deki PKK terörünün de bu ülkeden lojistik destek bulması, Kuzey Irak’taki Kürtleri bölgesel gerilimin merkezine oturtmuştur. 

Savaş boyunca bulduğu her fırsatta Irak’taki Kürtlere baskısını hissettiren Saddam, asıl hamlesini 1988 yılında İran’la savaşın sona ermesinden sonra gerçekleşmiştir. Bu tarihte başlayan Enfal Operasyonu, kimyasal silahların da kullanıldığı büyük bir katliama dönüşmüş ve toplamda 200.000’e yakın Kürt sivil öldürülmüştür. Uygulanan bu etnik temizlik Kürt muhalefetini daha da radikalleştirirken, bölgede ABD’nin çok daha aktif olduğu yeni bir dönem başlamıştır. Saddam Hüseyin’in 1990 yılında işgal ettiği Kuveyt’ten çıkarılması için yapılan operasyondan hemen sonra başlayan Kürt isyanı, bölgeyle ilgili yeni bir gerçekliği gündeme getirmiştir. Batılı ülkelerin 36. paralelin kuzeyini, yani Kürt etnik azınlığın yoğun olarak yaşadığı Kuzey Irak topraklarını Saddam’ın müdahalesine kapatan uçuşa yasak bölge uygulaması, söz konusu bölgede yarı 
özerk bir yapı ortaya koymuştur. Türkiye’nin de kendi çıkarlarını korumak amacıyla farklı araçlarla aktif olarak içinde bulunduğu bu süreç, Irak’taki Kürt krizini uluslararası bir sorun haline dönüştürmüştür.

Bu dönemde dikkat çeken bir diğer gerilim alanı, sağlanan bu özerklik ortamını paylaşmada rakip iki Kürt partisinin kendi aralarında yaşadığı rekabet olmuştur. 
Barzani ve Talabani grupları, yer yer silahlı çatışmaya dönen iç gerilime ancak Amerika’nın arabuluculuğunda son verebilmiştir. 



2003 yılında gelen Irak işgali Kürt özerk yönetiminden tam destek alırken sonrasında kurulan Irak rejimlerinde iç politik gerilimler olsa da Kürt azınlık için etnik nedenlerle ezildikleri dönem sona ermiş görünüyordu. Ancak bu kez gerilim Kerkük’ün statüsüne ilişkin yapılan tartışmalar sonrasında gelmiştir. Irkçı hedefleri olan her yapı gibi kuzey Irak Kürt yönetimi de kendisi dışındaki grupları ezme pahasına genişleme siyaseti izlemiştir. Kendisine nüfuz alanı olarak petrol zengini Kerkük kentini seçen Erbil yönetimi, sadece Bağdat’taki yönetimle değil petrol güzergâhı üzerinde bulunan Türkiye ile de gerilim yaşamıştır. Bu nedenle bölgedeki Türkmen varlığını güçlendirmeye çalışan Türkiye, Kürt yöneticilere 
kimi zaman sert uyarılarla yön vermeye çalışsa da, ABD’nin tam desteği ile güçlenen yeni Kürt oluşumu konusunda en iyi politikanın Erbil ile uzlaşmak olduğu sonucuna varılmıştır. 

Irak’taki iç siyasi sürecin İran nüfuzu altında Bağdat’ta sekteryan bir hükümeti güçlendirmesi Kuzey Irak ile merkezî hükümetin ilişkilerini önemli ölçüde etkilemiştir. Nuri el-Maliki hükümetleri 2010 yılından itibaren baskıcı bir rejim ortaya koyarken, Kürt otonom bölgesi tam bağımsızlığa doğru ciddi adımlar atmaya yönelmiştir. 

Bağdat’taki siyasi dengelerde yaşanan bu değişim, Türkiye ile Kuzey Irak Kürtlerini birbirine yaklaştırmış ve iki taraf arasında gerek ekonomik gerekse siyasi iş birliği gelişme sürecine girmiş ve Kerkük gerilimi azalmıştır. Sadece Türkiye ile değil, 2014 yılı sonunda Maliki’nin yerine gelen Başbakan Haydar el-İbadi yönetimi altında Kürt yönetimi ile de yeni bir dönemin temelleri atılırken, petrol ihracından elde edilecek gelirin paylaşımı, peşmerge gücünün Irak ordu birliklerine entegrasyonu ve yarı özerk yapının sınırları gibi birçok hayati konuda daha ılımlı bir dönem başlamıştır.

Dış Güçler ve Kürtler



Irak, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, 1958 yılına kadar, Anglo-Amerikan politikalara destek veren krallık rejimiyle yönetildiği için Batılılar buradaki merkezî otoriteyi müttefik veya en azından ılımlı bir yönetim olarak görmekteydi. Doğal olarak söz konusu döneme kadar Irak 
içindeki Kürt meselesi Batı için henüz merkezî otoriteye karşı potansiyel bir unsur olarak değerlendirilmemekteydi. Hatta Bağdat rejimine 
karşı savaş¬mak üzere Moskova’dan destek alan Mustafa Barzani liderliğindeki Kürt muhalefeti (KDP), İngiltere ve ABD için ciddi bir baş ağrısı 
bile sayılabilirdi. 



1958 yılına gelindiğinde sol eğilimli Arap milliyetçisi General Kasım’ın yapmış olduğu askerî darbe, Irak’taki dengeleri tamamen tersine çevirmiştir. 
İngiltere-ABD ikilisi Kürtlere yakınlaşırken, merkezî hükümet ise Sovyet Bloğu’na yakın durmaya başlamıştır. Bu yakınlığa güvenen Kasım yönetimi, önceki yıllardan Barzani’ye destek veren Moskova’nın baskı yaparak Kürt muhalefetinin Irak hükümeti aleyhine herhangi bir tertip içine girmeyeceği yö-nünde bir beklenti geliştirmiştir. Ancak bu defa Kürt silahlı hareketi ile ABD’nin yolu birleştiğinden Bağdat’ın bu konuda yapabileceği çok şey kalmamıştır.

Bir yanda ABD tarafından desteklenen İran’daki Pehlevi Hane¬danlığı bölgede Washington adına nüfuz savaşı verirken, diğer tarafta Sovyet desteğindeki Irak, Batı’nın bölgesel gündemine karşıtlık rolünü üstlenmiştir. ABD’nin dikkatlerini Irak’taki Kürtlere yoğunlaştırmaya başlaması da bu döneme denk gelmektedir. Ortadoğu’da Sovyet nüfuzunun artmasından rahatsız olan ABD; İran ve İsrail aracılığıyla yardım gönderdiği Kuzey Irak’taki Kürtlerin 1960’lı yılların sonunda ayaklanmasına ze¬min hazırlamıştır. Sovyet etkisindeki Irak’ı zayıflatma aracı olarak Irak’taki etnik Kürt nüfusunu kullanan ABD yönetimi, 1970’li yılların ilk yarısına kadar bu politikasını devam ettirmiştir. 

1975 yılında İran ile Irak arasında imzalanan ve iki ülke arasındaki toprak anlaşmazlıklarıyla birlikte etnik ve mezhebî sıkıntıları da çözmeyi amaçlayan 
Cezayir Anlaşması, birçok açıdan dönüm noktası olmuştur. Anlaşmaya Irak’taki Sovyet nüfuzunu kıracak bir anlam yükledikleri için destek veren Batılılar, binlerce insanın öldürüleceği, yüz binlercesinin mülteci konumuna düşeceği baskı dönemi boyunca Kürtleri görmezden gelmiş, onlara iltica hakkı dahi vermemiştir.

İran’ın 1979 yılından sonra ABD’nin bölgedeki çıkarları için öncelikli tehdit haline gelmesi üzerine, Irak’ın güçlendirilmesi zorunluluğu daha bir önem kazanmıştır. Batı, bu dönemde Kürtlerin Bağdat hükümeti için herhangi bir tehdit oluşturması na izin verme niyetinde olmadığından Kürtlerin 1980’li yıllar boyunca baskı altında tutulmalarına göz yummuştur. Ancak İran-Irak Savaşı’nın bittiği 1988 yılından sonra, Sovyetler Birliği’nin Kürtlerin hamiliğini üstlenerek bölgeye nüfuz etmesinden kaygı duyan Batılı ülkeler, politik bir kart olarak yeniden Kürt haklarını sahiplenme gereğini hissetmiş ve bölgesel dengeleri etkilemek için bu kartı uzun yıllar bir daha bırakmamak üzere yoğun biçimde kullanmaya başlamıştır. Bu politikalarını şekillendirirken, başlarda Bağdat’taki merkezî hükümetle arayı bozacak girişimlerin sınırlarını koruyan Batılı ülkeler, 1988 yılında yapılan Halepçe Katliamı’nı dahi ancak sembolik birkaç kınama cümlesi ile geçiştirmişlerdir.

1990 yılında Kuveyt’in işgal edilmesi, başka bir dönüm noktası olmuştur. Saddam Hüseyin’in Kuveyt’ten çıkarılması sonrasında Irak’ın istikrarsızlaştırılması sürecinde Kürt gruplar araçsallaştırılarak Batı’nın yoğun ilgisine maruz kalmıştır. Washington, 1991 yılındaki Körfez Savaşı’ndan 
sonra Kuzey Irak’taki Kürt bölgelerini Bağdat’taki rejimin denetiminden çıkararak -oluşturduğu siyasal boşluk ortamıyla- özerk bir Kürt devletine kapı aralamıştır. Söz konusu otorite boşluğunda Kürt etnik yapısının güçlenmesi sadece Irak’taki rejim için değil, tüm çevre ülkeler için endişe kaynağı olmuştur.

2003 yılında Saddam rejiminin yıkılması sürecinde uluslararası koalisyona destek veren Kürt gruplar, Saddam sonrası merkezî yönetimin oluşmasında ayrıcalıklı bir yer edinmiştir. Kürtlerin haddinden fazla güçlenmesini önlemek isteyen veya en azından aradaki dengenin bozulmasından hoşlanmayan bölgesel güçler de kendilerine yakın hissettikleri diğer etnik ve mezhebî unsurları kullanarak Bağdat’taki siyasi pazarlıklara dâhil olmaya çalışmıştır.

Etnik çekişmede Iraklı Kürtlerle komşu ülkelerin ilişkileri tarihsel süreçte her zaman inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir. Örneğin Suriye’nin Irak’taki Kürtlere ilgisi 1960’lı yıllara dayanmaktadır. Suriye Baası’nın 1963 yılında ikiye bölünmesinden sonra, diğer grubun Irak’a sürülmesiyle Irak ile Suriye arasında şiddetlenen rekabette, her iki ülke de birbirlerini yıpratma konusunda diğerinin sınırları içindeki etnik unsurları bulunmaz bir fırsat olarak görmüştür. Bu konuda seçenekleri Irak’a göre her zaman daha sınırlı kalan Suriye’nin Irak Kürtleri konusundaki manevra alanı 1980’li yıllarda genişlemiştir. Bu gecikmede, Kürtlerin güçlü bir aktör olarak gördükleri ABD’ye yakın durmaları ve Sovyet müttefiki Suriye yönetimine soğuk bakmaları önemli rol oynamıştır. 

Ancak tüm komşu ülkeler gibi, Kürtler konusunda Suriye’nin politikaları da Irak’ta otoritenin zayıfladığı 1991 Körfez Savaşı’ndan sonra pratik 
uygulamalara dönüşmüştür. 

1979 yılındaki İran Devrimi’nden sonra Tahran yönetimiyle büyük bir yakınlaşma içine giren Suriye, rakip Baas yönetimindeki Irak’ı zayıflatmak için Irak muhalif gruplarına kapısını açmıştır. (Birçok Kürt grubu ve yapılanması ile birlikte Türkiye’den PKK terör örgütü de Suriye içinde yer bulan örgütlerden biriydi.) Bu dönemden sonra Tahran ve Şam yönetimleri âdeta Irak’taki Kürtlerin hamiliğine soyunarak, Kürtleri Saddam Hüseyin yönetimine karşı bir güç olarak desteklemişlerdir.

Ancak kendisi de kalabalık bir Kürt nüfusa sahip olan Suriye, bu hamilik rolünü dengeli tutarak, 1991 yılından sonra Kuzey Irak’ta yaşanan de facto bağımsızlık sürecine kuşkuyla bakmıştır. Özellikle 1992 yılında yapılan Kuzey Irak Parlamentosu seçimleri bütün bölge ülkeleri gibi Suriye’de de derin bir kuşkuyla karşılanmıştır. Bu seçimlerin ileride kurulacak olan Kürt devletinin ilk nüvesi olmasından kaygı duyan Suriye, bu gelişmeyle kendi ülkesindeki %10 Kürt azınlığın da benzer taleplerle ortaya çıkmasından endişe etmiştir. Suriye yönetimi, Kuzey Irak’ta çatışan Kürt grupları arasında 1995 yılı sonbaharında Dublin’de yapılan görüşmelerin başarısızlığa uğramasından sonra atağa geçerek bölgedeki barış sürecinin şekillenmesi yolunda anahtar ülke olmaya dönük bir hamle yapmıştır. Sorunun bölgesel bir mesele olmaktan çıkarak bu şekilde 
uluslararasılaştırılmasına muhalefet eden Şam yönetimi, Kuzey Irak’ta Amerikan izi taşıyan bir anlaşmaya karşı tetikte olmuştur. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

11 Ağustos 2018 Cumartesi

1 Mart 2003 IRAK Tezkeresi İntikamı Baykalmı., SORUNLU ORTAKLIK.., BÖLÜM 6

1 Mart 2003  IRAK Tezkeresi İntikamı Baykalmı., SORUNLU ORTAKLIK.., BÖLÜM 6







Türk yetkililer ile Barzani arasında dört yıl içinde temas var.

O zamandan beri Türkiye arasında yeni bir yakınlaşma işareti ve KBY artmıştır. 14 Mart 2009'da, Türk Başkanı Abdullah Gül, bir Türk tarafından Irak'a ilk ziyareti Bağdat'a ziyaret etti 33 yıl içinde devlet başkanı. Ziyareti sırasında Gül, KRG ile bir araya geldi Başbakan Nechiryan Barzani, Kürdistan Demokrat Başkanı Parti. Bu, bir Türk liderinin resmi olarak bir araya geldiği ilk kez oldu.

KBY'nin Üst düzey lideri.

Gül’ün ziyareti, Türk’de önemli bir evrimi simgeledi KBY ile başa çıkma yaklaşımı. Ziyaret sırasında Gül'ün bildirdiği gibi Kürdistan'ı KBY'ye atfen kullandı. 
Bu temsil Türkiye'nin, Kürt kimliğini ve KBY'nin toprak bütünlüğünü inkar eden on yıllardır süren politikasından önemli bir kopuş. Gül'ün sözleri
Türk siyasi çevrelerinde büyük bir heyecan yarattı ve “Kürt tabu” nun önemli ölçüde hafifletilmesi. ”15

İstanbul Milliyet gazetesi ile gazeteci Fikret Bila'nın gerçekleştirdiği manzaralar büyüleyici Türk ordusunun 24 yıllık mücadelesi boyunca düşüncesine 
ve yaklaşımına bakış PKK'ya karşı. Yalman’ın düşünceleri için bkz. “PKK Meselesi Onun İçinde Çözülmelidir” Sosyal Sahne, ”Turkish Daily News (İstanbul), 
12 Kasım 2007. Evren’in açıklamaları için bkz. “Kürtleri Yasaklama Bir Hata Oldu”, Turkish Daily News (İstanbul), 16 Kasım 2007.

Gül, yakınlaşmanın en güçlü savunucularından biri oldu KBY ile birlikte “tarihi bir fırsat” bulunduğunu ileri sürdü.
Kürt meselesini çözebilir.16 Bu fırsat ortaya çıktı Gül, Türkçede “yeni bir fikir birliği” nin ortaya çıkması sonucu sivil ve askeri liderlik ve yakın koordinasyon
yetkililer. TGS, önceki itirazlarını düşürmüş görünüyor. KBY makamlarıyla doğrudan diyaloğa son vermek - veya en azından azaltma - hükümetin engellediği  iç farklılıklar Geçmişte KBY'ye yönelik tutarlı bir politikanın takibi. Aynı zamanda, tutumda bir değişim belirtileri olmuştur.

Iraklı Kürtlerin PKK'ya karşı. Gül’ün daha büyük çağrılarına cevap olarak Türkiye ile KBY arasındaki işbirliği, Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani, PKK'ya silahlı kuvvetini durdurması için açıkça çağrılan bir etnik Kürt mücadele ederek, “ya ​​kollarını yatıracaklar ya da yapacaklar.
Bölgemizi terk edelim. ”17 Ayrıca Gül'ün ziyareti sırasında iki taraf tartışıldı yeni dahil ticaret ve enerji işbirliğini genişletmenin yolları KBY'de Türk yatırımları.18

Son olarak, PKK içinde silahlı mücadelenin değerinin yeniden düşünülmesine dair göstergeler olmuştur. 
Saygın bir röportajda Mayıs ayında Türk gazeteci Hasan Cemal, PKK’nın en üst düzey askeri lideri Murat Karayilan’ın Kürt meselesi ve Erdoğan hükümetinin 
barış elini uzatması durumunda, böyle bir jestin PKK tarafından karşılanacağını söyledi.19

Irak ve Kürt Meselesi 

Kısacası, Türkiye ve KBY uyruk tarafından kenar gibi görünmekte ve yakın ilişkiler kurmaya başlamaktadır. Bir düşman ve güçlü ile karşı karşıya
İran, bölgesel emelleri, Bağdat'taki Shiadomlu merkezi hükümetin artan gücü ve ana akımlarının zayıf etkisi ile ABD’nin patronu olan Iraklı Kürtler, 
Türkiye’ye çitler bağlamaları gerektiğini belirttiler.
Bununla birlikte, Türkiye ile herhangi bir yakınlaşma, KBY yetkililerinin PKK'ya daha ağır bir şekilde saldırmasını ve sınır ötesi saldırılarını azaltmalarını 
gerektiriyor.
Türkiye'ye karşı. Talabani’nin Gül’ün Bağdat’a yaptığı ziyaretinin ardından yaptığı açıklamalar, KBY yetkililerinin artık daha güçlü bir eyleme geçmeye 
hazır olabileceğini gösteriyor.
PKK'ya karşı. Aynı zamanda Türkiye, PKK sorununun ilişkilerinde bir iyileşme olmaksızın çözülemeyeceğini kabul etmiş görünüyor.

KRG'ye. Bu gelişmeler, PKK meselesini etkisiz hale getirmek ve Ankara arasında yakın ilişkiler kurmak için yeni umutların açılabileceğini gösteriyor.
ve KRG. Türkiye ile KBY arasındaki yakınlaşma her iki tarafın çıkarınadır. Türkler ve Iraklı Kürtler ortak. Her ikisi de ağırlıklı olarak Sünni, laik ve yanlısı Batılı. 
Ne de İran'la müttefik bir Irak'ı görmek istemiyor. Ekonomileri İki varlık birbirine sıkı sıkıya bağlıdır ve birbirine bağlıdır. KBY'de satılan malların yaklaşık 
yüzde 80'i Türkiye'de üretiliyor.
Halihazırda inşaat halinde olmakla birlikte petrol aramalarında da Kuzey Irak'ta yaklaşık 1.200 Türk şirketi faaliyet göstermektedir.
2 milyar doların üzerinde ticaret ve yatırım yarattılar ve KBY makamlarının 100 milyar dolarlık yatırım başlatma planının başlıca faydalanıcıları olmaya devam 
ettiler yeni altyapı projeleri.

“Türkiye’nin Kürtleri: Bir Çözüm Doğru”, Türkiye’de, ABD’nin Alman Marshall Fonu, 4 Haziran 2009’da.

 Sorunlu Ortaklık, Irak petrolünü Avrupa pazarlarına kavuşturmak anlamına gelmektedir. Böylece, her iki tarafın siyasi bir konaklama bulmak için güçlü teşvikleri  var Henri Barkey'in uzun vadede “büyük pazarlık” dediği Temmuz 2009 Kürt Seçimlerinin Etkisi Temmuz 2009'daki Kürt parlamentosu ve cumhurbaşkanlığı  seçimlerinin sonuçları, iç güç üzerinde önemli bir etkiye sahip olabilir.
KBY'de dinamikler. Birinci Körfez Savaşı, Kürdistan Demokratının sonundan beri KBY'yi yöneten iki lider Kürt partisi Barzani başkanlığındaki Parti ve Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB), Kürdistan Listesi'nde ortak bir platform üzerinde koştu.
İlk kez geldi, Temmuz ayında yapılan parlamento seçimlerinde yüzde 57 oy aldı.

Bununla birlikte, Gorran [Değişim], KYK kurucularından Nishurwan Mustafa tarafından yönetilen ve reform gündemini savunan bir parti yaptı.
beklenenden çok daha iyi ve ikinci sırada geldi, oyların yüzde 23'ünü topladı, partiyi 111 kişide 25 sandalyeye verdi Kürt parlamentosu. Arttırılmış gücünün büyük bir kısmı, son zamanlarda iç çarpışmalarla zayıflamış olan PUK'nın pahasına geldi.
yıl. Özellikle Sulaymaniya'da, KYB'nin kalesi olan Gorran'ın güçlü gösterisinin iç dağılımını etkilemesi muhtemeldir.
KBY'deki güç, Barzani'nin konumunu güçlendirirken Talabani'nin gücünü zayıflatıyor. Gerçekten de, KYB’nin seçimlerdeki performansı, Talabani’nin azalan sağlığı ile birlikte, KYB’nin liderliği için bir mücadeleye yol açabilir.

Irak ve Kürt Meselesi 

Kerkük'ün Sorunu

Kuzey Irak'taki antik Osmanlı kenti Kerkük'ün statüsüne ilişkin farklılıklar, özellikle önemli bir faktör olduğunu kanıtlayabilir.
Türkiye ile KBY arasındaki ilişkiler.21 Kerkük, Kürtler, Araplar ve Türkmenlerden oluşan karma bir nüfusa sahip ve üstte oturuyor
Dünyanın en büyük petrol yataklarından birinin.22 KBY, Kerkük'ün eninde sonunda ümit içinde bilinçli bir “Kürtleşme” politikası izledi.
kontrolü altındaki bölgeye şehri dahil etmek. Son birkaç yılda, tahliye edilen yüz binlerce Kürt Saddam Hüseyin'in 1974 Kürt ayaklanması 
sonrası Kerkük'ü “Araplaştırmak” çabalarının bir parçası olarak evlerini geri almak için Kerkük'e döndü.
ve mülk, kentteki etnik dengeyi değiştirerek birçok Arap ve Türkmen'i terk etmeye zorluyor.

Türkler, Kürtlerin Kerkük'te Kürt kontrolünü kurmaları için hesapladıkları stratejinin bir parçası olarak Kürtleşme sürecini görüyorlar.

  Mayıs 2009'da yayımlanan Birleşmiş Milletler (BM) raporunda, ortak Arap ve Kürt de dahil olmak üzere Kerkük'ü tedavi etmek için çeşitli seçenekler açıklandı.
şehrin kontrolü. Rapor genel olarak Ankara tarafından olumlu görüldü. 24

Ancak, Türk, Irak ve ABD'li yetkililer, Kürt parlamentosunun yeni bir anayasa taslağının çıkmasına ilişkin endişelerini dile getirdi.
24 Haziran 2009. Anayasa, Kerkük'ün yanı sıra, Nineve ve Diyala'nın tartışmalı illeri için de iddiada bulunuyor. Eğer mevcutsa onaylanırsa Biçim, Iraklı Kürtler ve Araplar arasındaki etnik ve siyasi gerginliği ve Türkiye ile kıvılcım gerginliğini artırabilir.

İç Kürt Boyutu

Gelecekte Ankara ve KBY arasındaki ilişkiler de, özellikle Türkiye içindeki iç gelişmelerden önemli ölçüde etkilenecektir.

Türk hükümeti, Türkiye'deki Kürt topluluğunun mağduriyetlerini gidermeye istekli. İktidara geldiğinden beri, AKP Bu şikayetleri ele almak için tasarlanmış bir dizi reform başlattı. Ağustos 2002'de, Kürtçe yayın sınırlı bir şekilde tanıtıldı. 
Ayrıca, aynı reform programının bir parçası olarak, Kürtçe yapılan sınıflar da sınırlı olarak onaylandı.
Bu reformlar başlangıçta AKP'nin, Kürtlerin yaklaşık yüzde 20'sini oluşturan Kürtler arasında siyasi desteğini geliştirmesine yardımcı oldu.

Petrol gelirlerini kimin kontrol edeceği ve bu gelirlerin nasıl dağıtılacağı tartışmalı bir konudur. Şubat 2007’de Irak’taki bir anlaşmaya göre gelirler Irak ulusal hükümeti tarafından kontrol edilecek ve Irak halkı arasında eşit olarak dağıtılacaktır. Exxon Mobil, Chevron gibi büyük  uluslararası firmalar ve BP, siyasi ve yasal belirsizlikler nedeniyle sözleşme imzalamayı reddetmiş, bir dizi küçük firma üretim ve keşif sözleşmelerini  imzalamak için acele etmiştir.

Irak ve Kürt Meselesi 

PKK ile yakın temasta bulunan Demokratik Toplum Partisi (DTP).

Ancak reformlar parça parça olarak tanıtıldı. ve bunların bürokratik engeller tarafından engellenmesi ve bürokrasi. Örneğin, düzenleyici yapmak iki yıl sürdü
Türk devleti tarafından Kürtçe yayın yapılmasına izin verecek değişiklikler istasyonları. Özel televizyon istasyonları iki yıl daha beklemek zorunda kaldı.
evraklarını onayladıktan sonra programlama Günde sadece 45 dakika. Kürt bölgelerinde eğitim benzer gecikmeler ve engeller.25

Bu gecikmeler politikayı azaltmaya hizmet etti reformların etkisi ve birçok arasında belli bir sinizm doğurdu Kürtler, Türk devlet yetkililerinin çabalarının 
samimiyetiyle ilgili olarak Kürt şikayetleri. 2005'ten bu yana Kürt bölgelerinde hoşnutsuzluk artmıştır.

   Ağustos 2005'te Diyarbakır ziyareti sırasında - en önemlisi Türkiye’de Kürt şehri - Erdoğan açık silahlarla karşılandı. daha açık ve daha toleranslı olması 
nedeniyle kentin vatandaşları Kürt haklarına ve kimliğine yaklaşım. Ancak, onun ziyareti sırasında Ekim 2008'de aynı şehir olan Erdoğan, büyük bir boykotla 
karşı karşıya kaldı.
Kentin vatandaşları. Toplu taşıma operasyonda değildi ve yüzde 90 Şehrin mağazalarının ziyareti protesto etmek için kapatıldı. Boykot Türkiye'nin Kürtçesindeki ruh halinin ne kadar dramatik olduğunu canlı bir şekilde gösterdi Son birkaç yılda bölgeler değişti.

   Ağustos 2005'te Erdoğan'a Diyarbakır'da verdiği sıcak karşılama yansıyan Kürt umutlarını yansıtan, daha hoşgörülü bir tutuma dayanan AKP, Kürt endişelerine ve mağduriyetlerine doğru, yeni bir çağın Türk makamları ve Kürtler arasındaki ilişkilerde açılışı nüfus. Ancak, bu umutlar büyük ölçüde hayal kırıklığına uğramıştı. İçinde PKK'nın hızlandırılmış saldırılarına tepki olarak, Erdoğan giderek Kürtçe daha  milliyetçi ve devletçi bir yaklaşım benimsedi. Konu Türkiyede . Bu değişim, AKP ve orduda Kürt nüfusuyla gerginliği artırdı .26

Büyüyen Kürt hoşnutsuzluğu belediyeye yansıtıldı seçimler Mart 2009 sonunda yapıldı.
AKP'yi mağlup etti ve Kürt milliyetçiliğinin devam ettiğini gösterdi yükseliş. Temmuz 2007 seçimlerinde AKP, kentlerin çoğunu kazandı.
ağırlıklı olarak Kürtçe güneydoğu. Ancak, Mart 2009'da belediye seçimleri, AKP'nin güneydoğuda DTP'ye kötü bir şekilde kaybettiği, Kürt kültür kimliğinin bir platformu üzerinde kampanya yürüttü.

AKP'nin kayıpları, belediye başkanının bulunduğu Diyarbakır'da özellikle belirgindi. DTP üyesi Osman Baydemir, yüzde 65.4 ile yeniden seçildi.
oy. AKP adayı Kutbettin Arzu, sadece yüzde 31,6 oy aldı. DTP ayrıca Diyarbakır'ın 17 ilçesinden 14'ünü kazandı.
Seçimde Kürt bölgelerinden gelen mesaj yüksek sesle ve açık: Kürt kimliği Türkiye’nin Kürtleri için daha önemlidir başka bir sorun. Bu malları buzdolapları olarak dağıtarak seçim öncesinde kömür, AKP tarafından Kürt seçmenler kurmaya çalıştı. Mal ve hizmet tedarik etme yeteneğini vurgulamak. Ama bu strateji işe yaramadı. Kürtler DTP için ezici bir oy kullandı, maddi refahı değil, Kürt kültürel kimliğini vurguladı.

Belediye seçimlerinin sonucu keskin bir uyandırma çağrısıydı. AKP için ve bunun için yoğun bir çaba gerektiğine Kürt şikayetleri ve endişelerini gidermek. Belediye seçimlerinden beri, Erdoğan hükümetinin artan işaretleri var.
Kürtlere hitap etmek için kapsamlı bir girişim başlatmak niyetinde konu. Hükümet birçok unsuru olan geniş bir diyaloğu başlattı Türk toplumunun büyük siyasi partiler ve ordu da dahil olmak üzere, inisiyatifin içeriğini şekillendirmek ve yaratmak için bunun için kamu desteği. Hükümetin Kürt inisiyatifi önemli bir gelişmedir. Özal dönemi Kürtlere hitap eden ilk ciddi girişimdir.
konu. Girişim başarılı olursa, önemli sonuçlar doğurabilir. Türkiye'nin siyasi evrimi için ve en Türkiye'nin iç istikrarına yönelik ciddi tehditler.
AB üyeliği yeni ivme kazandı. Ancak, girişim güçlü karşı karşıya milliyetçi haktan muhalefet, özellikle Milliyetçi Eylem Parti ( MHP  )ve CHP'nin bölümleri. 

Böylece, nihai etkisi Erdoğan hükümetinin güçlü bir gelişme yeteneği üzerinde büyük bir önlem inisiyatif için siyasi uzlaşma.

DİPNOTLAR;

1 Bob Woodward, Plan of Attack, New York: Simon & Schuster, 2004, p. 325.
2 El-Süleymaniye olayını çevreleyen kesin şartlar hâlâ karışık.
Sorunun büyük kısmı, ABD ve Türk kuvvetleri arasındaki iletişimin zayıf olmasından kaynaklanmış gibi görünüyor. Her ne kadar ABD, en azından 
Türk gözünde olayla ilgili suçlamaların çoğunu ele geçirse de, Türkler kendi gündemlerini takip ediyor ve ABD komutanlarına planlarına bakmadan 
hareket ediyor gibi görünüyorlar. Olayı kurgudan ayırmak için iyi bir iş çıkaran olayla ilgili detaylı bir tartışma için bkz. 
James E. Kapsis, “Çöl Fırtınadan Metal Fırtına'ya: Irak ABD-Türkiye İlişkilerini Nasıl Bozdu”, Güncel Tarih, Kasım 2005, pp. 380–389.
3 Bu korku, birçok Türk tarafından derinden tutulmuş olsa da, abartılmış olabilir. Stratejik ve sosyal çalışmalar yürüten bağımsız bir merkez olan 
MetroPOLL tarafından yürütülen bir araştırmaya göre, Türkiye'nin güneydoğusundaki çoğunluğun Kürt kökenli olduğu 14 şehirde, katılımcıların sadece 
yüzde 1'i kuzey Irak'ta yaşamayı tercih ediyorlar. orada bağımsız bir Kürt devleti kuruldu. Bkz. Göksel Bozkurt, “Türk Devletinde Kürt Umutları”, 
Turkish Daily News (İstanbul), 12 Kasım 2007.
4 PKK'nın kökenleri, yükselişi ve hedefleri konusunda, bkz. Aliza Marcus, “Türkiye’nin PKK'sı: Yükseliş, Düşüş ve Yükselişin Tekrarı” 
Dünya Politika Dergisi, Cilt. 24, No. 1, Spring 2007b, sayfa 75–84. 
Ayrıca bkz. Henri J. Barkey ve Graham E. Fuller, Türkiye'nin Kürt Sorunu, Lanham, Md . Rowman & Littlefield Publishers, 1998.
5 Pew Küresel Tutumlar Projesi, 2007. Transatlantik Eğilimlerdeki verilere bakınız. Transatlantik Eğilimler: Temel Bulgular 2006, Washington, D.C .: 
Alman Marshall Fonu Amerika Birleşik Devletleri, 2006, s. 18–19; Amerika Birleşik Devletleri.
6 Semih İdiz, “PKK Herkes için Berbat Gelişmeler Sağlıyor,” Turkish Daily News (İstanbul), 15 Haziran 2007a.
7 Bkz. Pew Küresel Tutumlar Projesi, Obama Asansörlerindeki Güven ABD Görüntüsünü Dünya Çapında: Pek Çok Müslüman Kamusal Kolayca Taşınmadı, 
Pew Araştırma Merkezi, 23 Temmuz 2009, özellikle s. 5 ve 17. Pew araştırmasına göre, sadece yüzde 14 ankete katılan Türklerin ABDpolisi, 2008 yılına 
göre yüzde 2'lik bir artışa olumlu bakıyordu. Bu, Avrupa'nın en düşük yüzdesi ve en düşük artışıydı.
8 Avrupa'da anti-Amerikan hissi ile Türkiye'de de önemli bir fark var. Avrupa'da, 2003 sonrası tanıklık eden Amerikan karşıtı düşünceler aslında 
“anti-Bush” hissini temsil ediyordu ve öncelikli olarak Bush'un politikalarına karşı Avrupa muhalefetine dayanıyordu. 
Böylelikle, Bush yenilgiye uğratıldığında ve Başkan Barack Obama, iklim değişikliğine daha fazla destek olmak, bir hazırlık olmak gibi Avrupa politikaları 
ile uyum politikalarını benimsemeye başladı.
Ayrıca, Türkiye'de anti-Amerikancılık, derin bir şüphe ve güvensizlik çekiyor.
Batılı güçlerin Osmanlı imparatorluğunun çöküşü ve yıkılmasında oynadığı rol nedeniyle (“Sevres Sendromu”) Batı. Örneğin, İstanbul Bahçeşehir 
Üniversitesi'nden Yılmaz Esmer tarafından 2009 yılında yayınlanan bir araştırmaya göre, Türk katılımcıların yaklaşık yarısı (yüzde 47) ABD'nin Türkiye'yi 
bölmek istediğine inanıyor. Bu farklı siyasi ve kültürel bağlam, ABD'nin ABD'nin politikacı algılarının Avrupa'nın başka yerlerinden çok daha yavaş değişme 
olasılığını açıklamaya yardımcı oluyor. Esmer'in çalışmasının sonuçları için bkz. “Mahalle Komşuları”, Hürriyet Daily News and Economic Review (İstanbul), 
5 Haziran 2009.
9 Iraklı Kürtler. Bkz. Mehmet Ali Birand, “ Bush Türkiye'yi Risk Altında Kalmadı”, Turkish Daily News (İstanbul), 7 Kasım 2007. Ayrıca bkz. Cengiz Çandar, 
“Beyaz Saraydan Sonuçlar; PKK’nın Eliminasyon Süreci, ”Turkish Daily Haberler (İstanbul), 9 Kasım 2007b; Semih İdiz, 
“Erdoğan-Bush Sohbetleri: Başarılı mı Değil mi?” Türk Daily News (İstanbul), 9 Kasım 2007b.
10 Ümit Enginsoy, “PKK’ya Yapılan Grevde ABD’li Intel’in Yardımları”, Turkish Daily News (İstanbul), 3 Aralık 2007; Ümit Enginsoy ve Burak Ege Bekdil, 
“Türkiye, Türkiye'nin Anti-PKK Grevlerini Destekliyor”, Savunma Haberleri, 10 Aralık 2007e; Ann Scott Tyson ve Robin Wright, “ABD. Türkiye’nin Irak’ta 
isyancı Kürtlere yardım etmesine yardım ediyor, ”Washington Post, 18 Aralık 2007.
11 Transatlantik Eğilimler, Transatlantik Eğilimler: Temel Bulgular 2008, Washington, D.C .:Amerika Birleşik Devletleri Alman Marshall Fonu, 2008, s. 20.
12 Kasım 2007'de yapılan bir röportajda, örneğin, 1998 yılında İkinci Ordu Komutanı General Aytaç Yalman, Türk ordusunun, Kürt çatışmasının “toplumsal 
boyutu” nın önemini, Kürtlerin kendi isteğindeki önemini küçümsediğini kabul etti. Kürtçe ve kültürel ifadede ifade. Bu sosyal yönlerin daha önce daha 
iyi anlaşılsaydı, PKK sorununun çözülmesi daha kolay olurdu ve PKK'nın şiddete dönüşmemiş olabileceğini öne sürdü. Buna ek olarak, 1980 askeri 
darbesini yöneten TGS Genel Başkanı ve daha sonra Türkiye Cumhurbaşkanı General Kenan Evren, geriye dönük olarak, Kürt dillerini yasaklama kararının 
mahmuzda yapılmış bir hata olduğunu kabul etti. anı, yeterli anlayışı olmadan uzun vadeli siyasi yankılar. Bu kabuller, PKK ile mücadelede rol oynayan 
önde gelen Türk askeri komutanlarının bir dizi röportajında yer almaktadır. 
13 Sinan Salaheddin, “Türk Yetkilileri Bağdat'ta Iraklı Kürtlerle Buluşuyor”, Ekim ayında Boston Globe  15, 2008. 
Ayrıca bkz. Gareth Jenkins, “Türkiye, Bullet Bites”, Avrasya Daily Monitor, Vol. 5, No. 196, 14 Ekim 2008b.
14 Bkz. “Irak'taki Kürtçe Deal Tezgahının Anahatları” Hürriyet Daily News and Economic İnceleme (İstanbul), 19 Mart 2009; Charles Recknagel, 
“Irak, Türkiye Deal'a Gitti Bases'in PKK'sından mahrum bırak, ”Radio Free Europe / Radio Liberty, 24 Mart 2009; Semih İdiz,
“Türk Kürt Bağları'nda Yeni Bir Dönem” Hürriyet Daily News and Economic Review (İstanbul), 20 Mart 2009.
15 Bkz. Şaban Kardaş, “Irak Ziyareti Sırasında“ Kürdistan ”diyen Gül,“ Avrasya Daily Monitor, Vol. 6, No. 60, 30 Mart 2009a.
16 Bkz. Şaban Kardaş, “Muhalefet, Gül'ün Kürt Meselesi Üzerine Mutabakat İçin Çağrısını Reddetti”, Avrasya Daily Monitor, Vol. 6, No. 96, 19 Mayıs 2009c.
17 Emrullah Uslu, “Gül’ün Bağdat’a Ziyareti: Kürtlerle Mücadele Anlaşması” Avrasya Daily Monitor, Vol. 6, No. 56, 24 Mart 2009a.
18 Uslu, 2009 a.
19 Emrullah Uslu, “PKK Lideri Murat Karayilan, Türk Basınıyla Nadir Görüşme Yapıyor” dedi Avrasya Daily Monitor, Vol. 6, No. 88, 7 Mayıs 2009c. 
    Ayrıca bkz. Amberlin Zaman,
20 Bkz. Henri J. Barkey, “Kürdistan Anlaşması”, Ulusal Çıkar, Temmuz / Ağustos 2007a, ss 51–57.
21 Kerkük sorunu son derece karmaşıktır ve burada ayrıntılı olarak ele alınamaz. Kapsamlı ve dengeli bir tartışma için bkz. Uluslararası
Kriz Grubu, “Irak ve Kürtler: Kerkük Krizi'nin Çözümlenmesi, ”Middle East Raporu No. 64, Washington, D.C .: Uluslararası Kriz Grubu, 19 Nisan 2007b.
22 Kerkük'ün altında ne kadar petrol yatıyor? Irak Petrol Bakanlığı Kerkük'ün yaklaşık 15 milyar varil petrol içerdiğini tahmin ediyor.
Irak’ın toplamının (ve dünya toplamının yüzde 2’si) kanıtlanmış rezervlerinin yüzdesi. Batı petrol şirketleri tarafından yapılan tahminler 5,5 milyar ila 10,0 milyar arasında
varil. Bkz. Timothy Williams ve Suadad Al-Salhy, “Kerkük Üzerinden Bulutlar Toplama”, Uluslararası Herald Tribune, 29 Mayıs 2009.
23 Sadece Kürtlerin değil, Arap ve Türkmenlerin de desteklediği şehirdeki tüm etnik gruplar arasında güç paylaşılmasını istiyorlar.
ve Kerkük'te yaşayan diğer Iraklı Azınlıklar.
24 “Türkiye BM Raporuyla Tamam”, Hürriyet Daily News and Economic Review (İstanbul), 8 Mayıs 2009.
25 Aliza Marcus, Kan ve İnanç: PKK ve Kürt Bağımsızlık Mücadelesi, New York: New York Üniversitesi Yayınevi, 2007a, ss. 293–294.
26 Erdoğan’ın 2008’in başlarında Hakkari’deki konuşması, özellikle 26 Kürt’ten rahatsız oldu. Devletçi sloganını “bir millet, bir bayrak, bir anavatan ve 
bir devlet” çağrısında bulundu ve öfkeyle, “buna karşı çıkanların gitmesi gerektiğini” talep etti. Bkz. “Erdoğan, Kreuzfeuer der Kritik, ”Neue Zürcher Zeitung,  2 Kasım 2008.
27 Mustafa Akyol, “Yükselişte Kürt Milliyetçiliği Önerdi” Hürriyet Daily News ve Ekonomik İnceleme (İstanbul), 31 Mayıs 2009.
28 Erdoğan hükümetinin Kürt inisiyatifi, Türk basınında geniş çaplı bir tartışma başlattı ve bazıları oldukça şaşırtıcı ve sıra dışı olmak üzere çok çeşitli görüşler ortaya koydu. İdiz'in de belirttiği gibi, tartışmalarda açıkça dile getirilen görüşlerin bir kısmı beş yıl önce bile düşünülemezdi ve Türkiye'nin son 10 yılda Kürt meselesine ve ifade özgürlüğüne yönelik tutumlar açısından ne kadar ilerlediğini gösteriyordu. Bkz. Semih İdiz, “Kürt Açılımı Açılıyor Zihinler”, Hürriyet Daily News and Economic Review (İstanbul), 14 Ağustos 2009 b.
29 Boston Globe, 14 Ocak 2007, John Daly, ABD-Türkiye İlişkileri: Stres Altında Stratejik Bir İlişki, Washington, D.C .: Jamestown Vakfı, Şubat 2008, s. 47.
30 En ciddi olaylardan biri, 28 Haziran 2009'da, KBY hükümetine bağlı askerlerin, Irak'ın kuzeyinde Musul ve Kerkük arasında yer alan ağırlıklı bir Kürt kasabası olan Makhmur'a yaklaşan Arap liderliğindeki bir ordu birimi ile karşı karşıya kaldıklarında meydana geldi. Bu durumda, diğerlerinde olduğu gibi, Kuzey Irak'ta bulunan ABD askeri kuvvetleri tarafından aktif ve zamanında arabuluculuk yoluyla askeri bir çatışma kaçınılmıştır. Bkz. Anthony Shadid, “Kürt Liderleri Maliki'le Suşların Uyarılması”, New York Times, 17 Temmuz 2009.
31 Ayrıntılı bir tartışma için bkz. Semih İdiz, “Irak ve Kürtler: Tetik Hattı Boyunca Sorunlar”, Orta Doğu Raporu No. 88, Washington, D.C .: 8 Temmuz 2009 a.
32 Ümit Enginsoy ve Burak Ege Bekdil, “Türkiye ABD'den Çekilmeye Yardım Etmeyi Kabul Ediyor
    Irak, ”Savunma Haberleri, 30 Mart 2009 a.

7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,


****

4 Nisan 2016 Pazartesi

IRAK FAKTÖRÜNÜN TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASINA ETKİSİ




IRAK FAKTÖRÜNÜN  TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASINA ETKİSİ 





Türkiye’nin Irak politikası uzun yıllar salt Kuzey Irak’taki gelişmelere endeksli oldu. 
(IKYB lideri Celal Talabani, Eylül 1996’da Ankara’da yapılan toplantılarda görülüyor.) 


< Dr. İrina Svistunova Moskova Uluslararası İlişkiler Devlet Üniversitesi İnceleme >
Türkiye’nin Irak politikası uzun yıllar salt Kuzey Irak’taki gelişmelere endeksli oldu. 


İnceleme ;

Dr. İrina Svistunova 
Moskova Uluslararası İlişkiler 
Devlet Üniversitesi 


IRAK FAKTÖRÜNÜN  TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASINA ETKİSİ 







The Impact of Iraq on Turkish Foreign Policy 

Abstract 

Iraq has been at the center stage of international politics since the 1990s and deeply affected Turkish Foreign Policy. Three main issues that leads Turkey to become an actor in Iraqi politics are the developments in Northern Iraq, Iraqi oil, and the status of the Turkmen. In order to better understand the impact of Iraq in Turkish foreign policy choices, we would need to look at the historical background as well as the regional dynamics. This study looks at Turkish-Iraqi relations since the 1990s as well as what we may expect in the near future. 

Ortadoğu Analiz DERGİSİ;
Temmuz - Ağustos’ 2010 
Cilt 2 -Sayı 19-20 
İnceleme 


Türkiye ile Irak arasında çok boyutlu ikili ilişkilerinin gelişmesi süreci Türkiye’nin hassasiyetlerine daha büyük dikkatle bakılmasını sağlayacaktır. 
Bağdat’ın ise Irak’ta istikrarın korunması sorununda Ankara’nın desteğine muhtaç olması Türkiye-Irak güvenlik işbirliğine iyi bir zemin yaratmaktadır. 

Ortadoğu bölgesi uzun zamandır dünyanın dikkatini çekmektedir. Modern sorunları ele alırken bugün gözlemlediğimiz süreçlerin derin tarihi kökleri olduğunu göz önünde bulundurmamız gerekir. Bunun yanı sıra Ortadoğu bölgesi küresel gelişmelerin tesiri altında bulunmaktadır. Soğuk Savaş döneminin 
bitmesiyle birlikte iki kutuplu dünya düzeni değişim sürecine girmiştir. Kaçınılmaz olarak ülkelerin dış politika stratejisinde yeni durumun yansımaları ortaya çıkmıştır. 

Son yıllarda güncelliğini yitirmeyen Irak sorunu uluslararası kamuoyunun gündemine 1990’da gelmiş ve o zamandan beri Türkiye’nin dış siyasetini 
etkilemiştir. Irak’ın önemi Türkiye’nin Kuzey Irak bölgesiyle ilgili hassasiyet lerinden kaynaklanmaktadır. Bu hassasiyetler arasında Kürt sorunu açısından Kuzey Irak’taki gelişmeler, Türkiye’nin ihtiyacı olan Irak petrolü ve Irak Türkmenlerinin durumu yer almaktadır. Sözü geçen etkenlerin taşıdığı önem Türkiye’yi Irak’la ilgili olaylara karşı tarafsız bir seyirci olmak yerine milli menfaatlerini korumaya çalışan bir aktör olmaya sevk etmektedir. Irak faktörünün etkisi en çok Türkiye’nin ABD, İran ve Suriye ile ilişkilerinde kendisini göstermektedir. 

Türk dış siyasetini bu açıdan incelemek için ilk önce, Ortadoğu ülkesi olmayan, ama bölgeyi kendi çıkar alanı ilan eden ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilere dikkat etmemiz gerekmektedir. 
İki kutuplu dünya düzeninde Türkiye ABD’nin stratejik ortağı olarak NATO’nun Sovyetler Birliği ile karşı karşıya geldiği sınırda yer alıyordu. Fakat Soğuk Savaş’tan sonra Türkiye ABD ile ortaklığının yeni esaslarını aramak zorunda kalmıştır. 1990-1991 Körfez Krizi patlak verdiğinde Türkiye uluslararası harekâta hemen destek veren ve BM tarafından uygulanan ambargoya katılan ülkeler den biri olmuştur. O dönemden beri Irak sorunu Türk -Amerikan işbirliğinin önemli alanı haline gelmiştir. 

Aynı zamanda Türkiye’nin Körfez Krizi’ndeki tutumu 80’li yıllarda dinamik olarak gelişen Türkiye-Irak ilişkilerinin gerginleşmesine neden olmuştur. Gerçekten Türkiye’nin Irak ile komşuluğu ve tarihi bağları uluslararası koalisyona katılması kararını zor bir seçenek haline getirmiştir. Türkiye hükümetini bu karara sevk eden nedenlere bakarsak, uluslararası konjonktörün ağır bastığını görebiliriz. Ankara için Körfez Krizi her şeyden önce Soğuk Savaş sonrası NATO çerçevesinde azalan stratejik öneminin canlandırılması anlamına geliyordu. Bundan başka Türkiye hükümeti krizde Batı’ya desteği karşılığında ekonomik kolaylıkları ve AB ile müzakerelerin ilerlemesini bekliyordu. Doğal olarak 
Türkiye’nin bölgesel nüfuzunun güçlendirilmesi umutları mevcuttu. 

ABD ise Rusya’nın iç sorunlarına odaklanmasından faydalanarak Ortadoğu’da Yeni Dünya Düzeni’nin temelini atmayı amaçlıyordu. Körfez krizi sonrası bölgede askeri varlığının sürdürülmesi ABD’nin çıkarına geliyordu. Bunun için Irak’ın kuzeyinde Güvenlik Bölge oluşturulduktan sonra Ankara’nın yardımı Waşington’un gözünde eşsiz değer kazanmıştır. Güvenli Bölge 1991’de Irak’ta sivillere karşı uygulanan şiddeti kınayan BM kararından sonra oluşturulmuştur. Müttefikler denetim uçuşları için Türkiye’nin İncirlik üssünü kullanıyordu. 

Bu durum Türk- Amerikan ortaklığını güçlendirmekle birlikte 90’lı yıllar süresince Türkiye-Irak ilişkilerini gölgeleyen bir unsur oluyordu. 

Türkiye, denetim uçuşları için topraklarının kullanılmasına izin verip bölgesinde yıllardır güttüğü tarafsızlık politikasından vazgeçmiş oldu. Irak hükümetini tedirgin eden diğer bir gelişme Ankara’nın sınırötesi operasyonlarıydı. 1988’de sıcak takip anlaşmasını iptal eden Bağdat hükümeti Ankara’nın Kuzey Irak’ta fazla nüfuz kazanacağından korkuyordu. 

Körfez Krizi ve sonuçları Türk ekonomisini ağır hasarlara uğratmıştır. Savaştan önce Türkiye’nin ikinci büyük ticari ortağı olan Irak’la ticari-ekonomik bağların kesilmesi işsizliğin artmasına ve bir sıra sosyal-ekonomik sorunlara neden olmuştur. Özellkle Irak’a ambargo uygulanmasını takiben Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattının kapatılması büyük ekonomik kayıplara yol açmıştır. 
Batı’dan beklenen yardım ise gelmemiştir. 1997’de “petrol karşılığı gıda” programına başlanınca ekonomik ilişkilerin canlandırılması ve Kuzey Irak bölgesinde istikrar sağlanması konuları Türkiye-Irak işbirliğinin gündemine gelmiştir. 


Türkiye gibi Irak’ın komşusu olup Kürt nüfusu barındıran İran ve Suriye, Irak’ın milli bütünlüğü konusunda benzer fikirleri paylaşıyorlardı. Bağdat hükümeti ve Irak’a komşu ülkeler Kürt devletinin kurulmasına yönelik gelişmeleri her zaman kaygıyla izliyorlardı. 1992’da Kuzey Irak’ta parlamento seçimleri yapıldıktan sonra Türkiye, Irak, İran ve Suriye Kürt sorunu üzerinde dörtlü toplantılar düzenlemeye başlamışlardır. Bu toplantılar giderek katılımcı ülkelerin diğer konularda da birbirine yakınlaşmasına ve eski anlaşmazlıklarının giderilmesine yardımcı oluyordu. 

1990’lı yıllarda Türkiye’nin Ortadoğu komşularıyla ilişkilerini şekillendiren iki önemli etken vardı. Birincisi Türkiye’nin PKK ile savaşı, ikincisi de 1991’den sonra Kuzey Irak’ta meydana gelen iktidar boşluğuydu. Zaman zaman Türkiye hükümeti Suriye, Irak ve İranı PKK’ya destek vermekle suçluyordu, bu yüzden ikili ilişkilerde krizler yaşanıyordu. Özellikle Türkiye-Suriye Türkiye’deki karar alıcılar, Irak’ın işgal hazırlıkları sırasında bir taraftan ABD’nin bir taraftan da kendi iç kamuoyunun yoğun baskısına maruz kaldı. İlişkilerinin normal gelişmesini engelleniyordu. 1998’de Suriye’nin resmi olarak PKK’ya desteğinden vazgeçmesi iki ülkenin yakınlaşmasına yol açmıştır. 

Güvenli Bölge oluşturulduktan sonra Bağdat’ın Kuzey Irak’taki durumunu etkileme imkânı sınırlı olmuştur. Komşu ülkeler ise kendi güvenliklerini düşünerek bu bölgenin istikrarlı olmasını amaçlıyor ve Irak Kürtleriyle işbirliği yapıyordu. Kürt partilerin mücadele ortamında Türkiye ve İran bölgedeki kontrollerini genişletmek için rekabet ediyordu. Ama hem Türkiye’nin, hem de 
İran’ın Irak sorunuyla ilgili hassasiyetlerini bu rekabetten daha üstün tutması kayda değerdir. 


< Rusya savaş sonrası Irak sorununun çözülmesi konusunda Türkiye ile aynı görüşü paylaşmaktadır. BM’in ana rolünü, yani Irak’ın toprak bütünlüğünün 
ve milli birliğinin korunmasını desteklemektedir. Türkiye, İran ve Suriye’nin kaygılarını anlayışla karşılamaktadır. >


Yani Irak faktörü Türkiye ile İran’nın bölgesel nüfuz için rekabetinin gerginleşmesini önlüyordu. Kuzey Irak konusunda ABD’ye destek vermesine rağmen Türkiye hükümeti Kuzey Irak’ın giderek Bağdat’ın kontrolüne dönmesinden yanaydı. ABD’nin Kürt sorununda açık olmayan politikası Türkiye’nin Bağdat’la ilişkilerinin normalleşmesini hızlandırıyordu. Körfez Krizi zamanında geri çekilen Türk büyükelçisinin 2001’de Bağdat’a dönmesi güven eksikliğinin giderilmesi yolunda etkin bir adımdı. Ama iki ülkenin ekonomik işbirliğinin gözle görülür bir şekilde canlandırılması 2003’te sona ermiştir. 

2000’li yılların başındaki Türkiye-Irak siyasi temasları dikkate değerdir. ABD’nin Irak’a saldırmaya hazırlandığı dönemde Türk yetkilileri birkaç defa Bağdat gezisine çıkıp Irak liderini ve hükümetini BM müfettişleriyle daha sıkı işbirliğine çağırıyordu. Ankara’nın çağrılarının pek fayda vermemesine rağmen Türkiye’nin bunu defalarca yapabilmesi bile, yani Saddam’a fikrini söyleyebilmesi, Türkiye-Irak ilişkilerinin yüksek bir düzeye ulaşmış olmasının göstergesidir. 

Genel olarak bakıldığında 1990’lı yılların başında, yani uluslararası sistemin yeniden şe-killendirilmesi döneminde, Irak faktörü Türk-Amerikan ittifakının yardımcı olmuştur. Türkiye Ortadoğu’da Batı’nın güvenilir bir müttefiki olduğunu ispatlamıştır. Körfez Krizi sonrası Türk-Amerikan işbirliğinin gündemine Kuzey Irak bölgesi sorunu gelmiştir. Denetim uçuşları için İncirlik üssünün kullanılması Türkiye içinde sert tartışma konusu olup Türkiye’nin uluslararası durumunu da etkiliyordu. İnsani müdahale bahanesiyle gerçekleştirilen denetim uçuşları 

Ortadoğu’da ABD’nin askeri varlığının artırılması anlamına geliyordu. Bu süreç ABD’nin düşman gözüyle baktığı Irak, İran ve Suriye tarafından tehdit olarak algılanıyordu. Türkiye’nin buna yardımcı olması ise komşu ülkelerin Ankara’ya karşı güvensizlik yaratıp ilişkilerinin gelişmesini engelliyordu. Bunun yanısıra Kuzey Irak’ta yıllardır iktidar boşluğunun sürmesi terörist gruplarının 
bölgede yerleşmesine imkân vermiştir. 

Hem Türkiye, hem de ABD farklı amaçlarla Kuzey Irak’ın istikrarlı bir bölge olmasını istiyordu. ABD’nin çıkarlarına göre öncelikli amaç Saddam’ın devrilmesiydi. Bu yüzden Bağdat’ın kontrolünden koparılmış olan Kuzey Irak’ın istikrar kazanması Saddam’a karşı oluşturulan bir cephe olarak değerlendiriliyor du. Türkiye açısından ise öncelliği taşıyan husus Irak’ın toprak bütünlüğünün korunmasıydı. Bunun için Türk Hükümeti Irak Kürtlerini Bağdat’la bağlarını güçlendirmesine teşvik etmeye çalışıyordu. 

Türkiye Irak Kürtleriyle işbirliği ve diyalog tecrübesine sahiptir. Özellikle 1990’lı yıllarda Türkiye Irak Kürtlerinin liderlerine türlü yardımlarda bulunuyordu. Türkiye KürdistanYurtseverler Birliği ve Kürdistan Demokratik Partisi başkanlarına diplomatik pasaport verip Avrupa ve ABD’ye ulaşmalarını sağlıyordu. İki parti arasındaki anlaşmazlıkların çatışmalara dönmesi sürecinde 
arabulucu rolü oynuyordu. Ambargoya rağmen Türkiye ile Kuzey Irak arasında devam eden petrol ticareti her iki partiye gelir sağlıyordu. 


1998’de Washington’da Iraklı Kürtler arasında imzalanan anlaşmada federal bir devlet yapısından söz edilmesi ve toplantının ABD tarafından düzenlenirken Türkiye’nin devredışı bırakılması Ankara’nın sert tepkisini çekmiştir. ABD’nin kendi çıkarları izlediği, bölgede kendi oyununu oynadığı daha anlaşılır hale gelmiştir. Böylece 1990’lı yılların sonunda milli menfaatlerinin ayrılması 
nedeniyle Irak faktörü Türk-Amerikan ilişkilerini olumsuz etkilemeye başlamıştır. 

ABD’nin Irak’a saldırdığı 2003 yılı yaklaştıkça Amerikan yetkilileri Türkiye’nin aktif desteğini sağlamak için ikili temasları yoğunlaştırmışlardı. Türk hükümeti ise Körfez Krizi’nin yıllarca giderilemeyen ağır ekonomik sonuçları ve bölgesel durumu göz önünde bulundurarak hassas konularda net garantiler almakta ısrar ediyordu. Maalesef dünya basınında Türk-Amerikan görüşmelerindeki 
Türkiye’nin tutumu yanlış yorumlanarak Ankara’nın hayati derecede önemli olan milli çıkarlarını savunması soğukkanlı para pazarlığı olarak gösteriliyordu. 

2003 Irak krizi Türkiye’yi zor bir duruma sokmuştur. ABD’ye destek vermeyerek bu güçlü ülke ile geleneksel ilişkilerini riske atmıştır. Ama sonraki olaylara baktığımızda ABD’nin BM’nin onayı olmayan ve uluslararası hukuk bakımından yasadışı olan Irak’a saldırısına katılmayan Türkiye bölgesel nüfuzunu önemli ölçüde arttırmıştır. Türkiye’nin Irak savaşına taraf olmamasından 
kaynaklanan dış politika kazanımları şu yönlerde belirlenmektedir: 

Birinci olarak, Türkiye Irak halkı tarafından olumlu algılanıp Irak’taki her türlü etnik ve dinsel gruplarla işbirliğine hazır olduğunu ilan ederek yeni Irak’la yakın işbirliği kurabilmiştir. 

İkinci olarak, Türkiye’nin Suriye ve İran ile ilişkilerinde Irak savaşının etkisiyle çok derin ve vaadedici değişim süreci başlamıştır. Bunun sayesinde üç komşu ülkesi arasında geleceğe dönük çok yönlü işbirliği giderek artmaktadır. 

Üçüncü olarak, Ortadoğu bölgesinde Türkiye’nin imajı iyileşmiştir. Bölge ülkeleriyle ilişkilerini ilerleten Türkiye bölgesel sorunlarda arabuluculuk yapabilir hale gelmiş, hem de Batı ülkelerin 
gözünde ek değer kazanmıştır. 

2003 Irak krizinde Türkiye, İran ve Suriye’nin gösterdiği dayanışma bu üç ülkenin bağlarını yeni bir seviyeye çıkarmıştır. Savaş sonrasında Türkiye, İran ve Suriye’nin yöneticileri birçok kez Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması, Irak’tan yabancı askerlerinin çıkarılması ve Irak’ın geleceğinin Irak halkı tarafından tayin edilmesi gerektiği konusunda resmi açıklamalarda bulunmuş lardır. Bunun yanısıra Türkiye, İran ve Suriye aralarındaki çok yönlü işbirliğini teşvik edecek adımlar atmışlardır. Bu adımların bazılarını hatırlatırsak, Türkiye ile Suriye’nin ticari ve ekonomik ilişkilerine yeni bir boyut kazandıracak serbest ticaret anlaşmasının imzalanmasını gösterebiliriz. Türkiye’nin katılımıyla Suriye ile İsrail arasında dolaylı görüşmeler düzenlenmiştir. Türkiye ile İran arasındaki üst düzey ziyaretler yoğunluk kazanmıştır. İran gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya ihracatı konusunda ön anlaşmaya varılmıştır. 

ABD’nin İran ve Suriye’ye karşı yaklaşımının sertleştiği ve uluslararası gerginliğin arttığı bir ortamda Türkiye-İran ve Türkiye-Suriye işbirliğinin yoğunlaşması Türkiye’nin aktif bölgesel politika izlemekte kararlı olduğunun kanıtıdır. Aynı zamanda Irak faktörünün Türkiye-Suriye ve Türkiye-İran ilişkilerinin gelişmesi için itici güç rolü oynadığını göstermektedir. 

Türkiye’nin Irak’la ilişkilerinde dikkat çekici bir gelişme Türkiye-Irak Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi mekanizmasının oluşturulmasıdır. Düzenli şekilde yapılacak iki ülkenin bakanlarının toplantıları ikili ilişkilerin stratejik seviyeye yükseltilmesini sağlamaktadır. 2009 yılının sonunda Türkiye-Irak Konseyini örnek alarak Türkiye-Suriye Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi projesi de hayata geçirilmiştir. Ortadoğu’da bunun gibi eşini görülmemiş geniş kapsamlı işbirliği bağları potansiyel ihtilafları önleyici bir araç görevini yapabilmekte dir. 

Türkiye-ABD ilişkilerine gelince, her iki tarafın Irak sorununun önemini anladığı bellidir. 1 Mart 2003 Tezkeresi’nden sonra Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan kriz ortamı Çuval Olayı gibi bazı olumsuz gelişmelerin etkisiyle gerginleşmiştir. Irak sorununun düzenlenmesinde ABD’nin Türkiye’yi devre dışı bırakacağı tahminleri yayılıyorduysa da kısa bir süre içinde Irak’ın yeniden yapılandırılma sı işinin Washington’un planladığından çok daha zor olduğu ortaya çıkmıştır. Irak ile derin bağları bulunan, bölgesel güç olan Türkiye katılmadan ABD Irak’ta uzun vadeli huzur sağlayamaz. Buradan hareketle Amerikalı yetkililer Türk-Amerikan ilişkilerinin canlandırılmasına gayret göstermiştir. ABD Başkanı Barack Obama’nın ilk Avrupa turuna Türkiye ziyaretinin de dâhil edilmesi buna yönelik adımlardan biri olmuştur. 

Türkiye’nin Irak ve ABD ile ilişkilerinin güvenlik boyutu özel önem taşımaktadır. 2012 yılına kadar ABD’nin askeri birliklerinin Irak’tan çekilmesinin planlanması Irak’ta istikrar sağlanması sorununu güncelleştirmektedir. Bu bakımdan Türkiye’nin Bağdat ve Bölgesel Kürt Yönetimi’yle güvenlik alanındaki işbirliği ABD’nin çıkarına gelmektedir. Türkiye, ABD ve Bağdat’ın katılımıyla 
oluşturulan üçlü mekanizmaya Bölgesel Kürt Yönetimi’ iştirakı da sağlanmağa çalışılmaktadır. Türkiye, ortaklarının Irak’ta terörist gruplarının yerleşmesine karşı daha aktif şekilde hareket etmesini istemektedir. ABD’nin Irak’tan çekilmesinden sonra Bağdat Ankara’nın terörizmle mücadele konusunda ana ortağı haline gelecektir. Türkiye ile Irak arasında çok boyutlu ikili ilişkilerinin gelişmesi süreci Türkiye’nin hassasiyetlerine daha büyük dikkatle bakılmasını sağlayacaktır. Bağdat’ın ise Irak’ta istikrarın korunması sorununda Ankara’nın desteğine muhtaç olması Türkiye-Irak güvenlik işbirliğine iyi bir zemin yaratmaktadır. 

2003’te Türkiye’nin girişimiyle başlanan Irak’a komşu ülkelerin toplantıları düzenli bir şekilde devam ederek bölge istikrarına, komşu ülkelerin yakınlaşmasına katkıda bulunmaktadır. Toplan-tıların sonuç bildirgelerinde Irak’ın toprak bütünlüğü ve milli birliğinin sağlanması gerektiği ve Irak’taki terörist gruplarının bölge ülkelerinin güvenliğini de tehdit ettikleri, BM’in daha aktif rol alması gerektiği vurgulanmıştır. Böylece Türkiye’nin ortaya attığı bu bölgesel inisiyatif sayesinde ilk kez bölge ülkeleri güncel bir sorun üzerinde ortak bir tutum sergilemişlerdir. Uluslararası camianın söz konusu toplantılara ilgisinin artmasıyla birlikte zirvelere BM Güvenlik Konseyi, İKÖ, Arap Birliği, Avrupa Komisyonu ve G-8 temsilcileri de iştirak etmeğe başlamışlar. 

Bu husus da Türkiye’nin uluslararası konumunu ve imajını güçlendirmektedir, çıkarlarını savunmak, kaygılarını dünyaya duyurmak imkânlarını çoğaltmaktadır. 

Rusya’nın da Irak sorununa ve Türkiye’nin Irak’a yönelik politikasına yaklaşımından söz etmek gerekmektedir. 2003’te Rusya Irak’a müdahaleye karşı çıkan ülkeler arasındaydı, Irak sorununu bölgesel dengeleri belirleyecek bir faktör olarak değerlendirmektedir. Rus yetkilileri kriz sırasındaki Ankara’nın tutumunu Türkiye’nin milli çıkarlarına uygun bulduğunu dile getirmişler. 
Rusya savaş sonrası Irak sorununun çözülmesi konusunda Türkiye ile aynı görüşü paylaşmaktadır. BM’in ana rolünü, yani Irak’ın toprak bütünlüğünün ve milli birliğinin korunmasını desteklemektedir. 
Türkiye, İran ve Suriye’nin kaygılarını anlayışla karşılamaktadır. Irak halkının çektiği zorluklara, ıstıraplara bir an önce son verilmesi gerektiğine inanmaktadır. 


***