Beşir Atalay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Beşir Atalay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Aralık 2020 Pazartesi

ÇÖZÜM SÜRECİ VE BİR KAÇ SORU İŞARETİ

ÇÖZÜM SÜRECİ VE BİR KAÇ SORU İŞARETİ


Feyzi Çelik 
İstanbul. 2017
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ
01.06.2013 


Kişilikli,  kendi farklılığını ifade eden ve farklılığı kabul edilen ilişkilerin olması gerekiyor. Eğer bir taraf diğer tarafı baskı vs yoluyla veya ona başka bir yol bırakmamak şeklinde hareket ediyorsa kendi iradesini ona kabul ettirme çabası olduğundan dolayı bu ilişki biçimi eşit bir ilişki biçimi değildir. Bunu bu şekilde kabul edenler de eşit ilişki içinde olmadıklarının farkındalar. O nedenle onun istemlerinden çok ona bahşedilenden söz etmek daha doğru olacaktır. Beşir Atalay barış sürecini tek taraflı yaptıklarını söylemekten çekinmekle kalmıyor BDP’yi kendileri tarafından atanmış siyasi bir muhatap olduğu şeklinde sözler sarf ediyor Bunun anlamı devlet tarafını üstün görme anlayışının devam etmesidir. Bu da eşitliğe dayalı ilişkiyi dışlayan bir tavırdır. Bu şekildeki tavırlar siyasi ilişki geliştirmek o ilişkiyi başından beri sancılı hale getirir, gelecekte ilişkilerin yürümemesi riskini kendi içinde taşır. Bu şekilde hareket etmenin bir başka olumsuz tarafı da bu tarz ilişkilerin zamana yayılarak farkına vardırmadan onu etki altına almak, bunu bu şekilde tasfiye yöntemi olduğunun anlaşılması durumunda karşısında muhatap olarak yer alanların kandırılmışlık konumuna düşürüldüğünün anlaşılması durumudur. Bu aynı zamanda iki toplum arasında güvensizlik bunalımına yol açar ki gelecek yıllarda çatışma riskini daha fazla içinde taşımasına neden olur. Bu nedenle eşit ilişki temeline dayanılmadığı durumda muhatap olarak kabul ettiğinizi bir taraf olarak da görmekten uzaklaşırsınız bu da sağlıklı ilişki ve iletişimin temeli olan samimiyetin de olmadığını ifade eder.

Beşir Atalay, süreci ayakta tutmak için büyük çaba sarf ediyor. Ancak etrafında dönen oyunları engelleyecek gücü de yoktur,  önemli istihbarat birimleri kendisine bağlı olmasına rağmen bunları etkili bir şekilde kullanamıyor, pratik yönü oldukça zayıf; en önemlisi siyaseti de iyi bilen birisi değil. Bilindiği gibi KCK Operasyonları soruşturması 2007 yılında start aldı. Bir söylentiye göre bu operasyonlarda gözaltına almaları o dönemde Beşir Atalay’ın engellediği söyleniyor ancak bunun doğru olmadığını söyleyebiliriz. Durdurma, yavaşlatma olmuşsa da bu taktiksel bir durdurma, yavaşlatma olduğu söylenebilir. Yerel seçimlerin sorunsuz atlatılması hedeflenmiş olabilir. Nitekim seçimlerden hemen sonra gözaltıların başlamış olması bunun seçimlere dönük bir yavaşlatma olduğunu ortaya koyuyor ayrıca soruşturmanın geniş kapsamlı oluşu da dikkate alınırsa bir yavaşlama ya da durdurmadan söz etmek de mümkün değildir. Böyle bir soruşturma için geçen süre o kadar uzun bir süre de sayılmaz. 

Beşir Atalay’ın yumuşak söylemlerine kanmamak, hükümetin yumuşak yüzü şeklinde bakmak bizi yanıltıcı sonuçlara götürebilir. Onun söylemlerine inanılarak Kürtler üzerinde rehavete de yola açabilir. Bu kadar KCK adı altında operasyonlar yapılırken bunda yer alan aktörlere hiçbir şey olmadan onlar kendi konumlarını devam ediyorlarsa politik olarak farklı bir yönelimin olmadığını bize gösteriyor. Ya da somut adım atılıp bu davaların doğrudan düşmesini sağlamaları gerekiyor madem ki bu operasyonların yapılmasının yanlış olduğu söyleniyorsa o zaman bunca insan neden mağdur edilmeye devam ediliyor, normal yargılama sürecinde dahi tutukluluğun bu kadar uzun sürmesi mümkün değilken, açılımın konuşulduğu bir dönemde hiçbir eyleme karışmamış insanların bu kadar uzun süre tutuklu kalmalar burada bir oyalamanın, zamana yayarak unutturma, onların içerde oluşunu normalmiş gibi topluma yedirme anlayışının hakim olduğu görülüyor. Devlet, bir anlamda Kürt siyasi kadrolarını dizayn etmeye çalışıyor, adeta birilerinin önü kapatılırken birilerinin önü açılıyor benzeri bir durum var. Kürt siyasetinin bir bölümünde çözüm olsun da ne olursa olsun anlayışının giderek etkisini gösterdiği, AKP’nin kendisini egemen güç haline getirip her şeye hükmedebileceği anlayışının kabulüne benzer eğilimlerin Kürtlerin devrimci mücadelesiyle çelişmektedir. Kürtler bulundukları konum, mücadele dinamikleri, dört ayrı ülke içinde etkili siyaset yürütebilmeleri siyasetin Kürtlerin konumuna göre yapılmasını gerektiriyor. Zaten Kürtler bu konuda kararlı bir duruş sergilerse diğer güçlerin Kürtlerin konumuna göre siyaset yapacakları belli olmasına rağmen Kürtlerin bu güçlerinin farkında olmayışları, geçmişin acı olaylarının yarattığı izler nedeniyle kendilerine olan güvenlerini kaybetmeleri konusundaki psikolojileri de bunda etkili olabiliyor. Yapılması gereken en önemli husus birliktelikten ve birlikteliğe dayalı örgütlülüğü daha da geliştirmektir. Geçmişte AKP’ye sonuna kadar kapıyı sonuna kadar kapalı tutmaları nasıl normal değilse AKP’ye kapıların tamamen açık tutulması da normal değildir. Geçmişten bir dakika durun, AKP’yi anlamaya çalışın denildiğinde içinde AKP geçen ne varsa elinin tersi ile geri çeviriyorlardı. Şimdi Reyhanlı olayında dahi AKP’ye yönelik ciddi bir eleştiri yapılmayışı bu söylemle ilgili olabilir. 

Bu Kürt siyaseti için tehlikelidir çünkü kendi içinde tartışmayı ve şeffaflığı da ortadan kaldıran bir durumdur. Eleştirilmesi gereken bir husus da “biz Öcalan’a güveniyoruz, geri çekiliyoruz, Öcalan’a güveniyoruz demokratik siyaset yapıyoruz” söylemidir. Bunu Kürt halkına anlatmak kolay ancak başkalarına bunu inandırmak o kadar kolay olmamaktadır. Onlara da “bu sürecin arkasında Öcalan var, ondan dolayı herkes rahat olsun” diyemiyoruz. Onlar daha somut belirtiler görmek istiyorlar ve bunda da haklılar. İşte böyle bir durumda daha önce Kürtlere yakın durmuş devrimci demokratik çevreler giderek Kürt siyasal hareketinin giderek AKP’yle aynı zemine geldiklerini düşüneceklerinden dolayı Kürtlerin sürekli yaratmak istedikleri birlikteliklere de zarar verecektir. Zarar vermekle kalmayacak bu çevrelerin AKP’nin oluşturmak istediği muhafazakar otoriter yapı karşısında ulusalcı güçlerin yanına savrulmasını da beraberinde getirmektedir. Kürt siyasal hareketi ile AKP arasındaki ilişkilerde eşitlik temelinde gelişmediği için bunun Kürtlerin siyasal varlığına zarar vermeye başladığını görmek gerekiyor.
< Kürdistan Ortadoğu’nun yıldızı veya Kürt sorununu çözen Türkiye Ortadoğu’da güç olacak gibi görüşlerin yoksul Kürde bir faydası yoktur. Kürtler kendi çabasıyla neden Türkiye’yi güç haline getirsinler ki Kürtler neden göbeklerini Türkiye’den koparmıyorlar Türkiye’yi büyüten Kürtlere Türkler ne verecek? >

Verecekleri özgürlük olmayacağı kesin. Verebilecekleri bahşişten öte bir şey olmaz Kürtler, Türklere Anadolu topraklarını açtıkları zaman kazançları ne oldu güçlü bir devlet haline gelen Selçukluların karşısında Bisans gerilemiş oldu daha sonraki aşamalarda Selçuklu çökünce Kürtlerin de çöküşü oluyor ancak Türkler Osmanlı’yı kuruyorlar. Osmanlı zayıf Bisans’ı kolayca yeniyor önünde en büyük engel İran’dı İran’a karşı Osmanlı birlikteliği Osmanlı’nın egemenliğini sağlamakla kalmıyor, Osmanlı İran’ı da arkasına alacak şekilde genişlemesine devam ediyor. 

Ondan sonraki tarihi süreç içersinde Osmanlı ile İran’ın savaşmayışı Osmanlı’nın genişlemesi üzerindeki etkisindendir. Bu şekilde İran siyasi varlığını devam ettirmiştir. Bu kadar önemli siyasal sonuçların oluşmasını sağlayan Kürt-Osmanlı anlaşmasından Kürtler lehine siyasal/tarihsel bir kazanımın çıkmayışı üzerinde Kürtlerin iyi düşünmesi gerekiyor.  Kürtlerin kalıcı bir başarısı yok sadece kendi bölgesinde özerklik(beylik)  benzeri bir durum var. İran’la birlikte olmuş olsalardı daha büyük imkanlar elde edebilecekler miydi? Bunun cevabını vermenin bir anlamı yoktur. Önemli olan bunun bilincine varabilmektir.  Osmanlı’nın son dönemi de Ermeni vs. gelişmelere de bu kapsamda bakmakta fayda vardır. Unutulmaması gereken bir şey varsa o da  yoksul halka dayalı bir hareketi getirip egemenlerin hizmetine koymanın halkların kalıcı barışına bir katkı sunmadığıdır.
Başbakan Erdoğan, 2009 yerel seçimlerinden önce Diyarbakır için Ortadoğu’nun parlayan yıldızı demişti. 

Diyarbakır demek Kürdistan demek olduğu için Demirtaş’ın sözleriyle Erdoğan’ın sözlerinin benzerliği ikisinin hedeflerindeki benzerliği ortaya koyuyor. 

PKK'nin 2004 yılında getirilmek istendiği duruma geldiği görülüyor o dönem ki koşulların uygun olmayışı nedeniyle Öcalan buna karşı durmuştu ya da bundan haberdar edilmemişti yani örgüt bölünürken Öcalan haberdar edilmemişti. 

Bu da yapılmak istenilenin yapılmayışı anlamına geliyordu. Kürdistan konumu ile dünyanın yıldızı durumu da olduğu için rahat yüzü görmüyor Kürdistan’ın suyu, petrolü ve çıkarılmayı bekleyen yer altı zenginlikleri ve uranyumu onu başlı başına yıldız yapıyor. Bu aynı zamanda Kürdistan’ın şanssızlığıdır herkesin Kürdistan’a el atmasının da yolunu açıyor Kürdistan’ın bölünmesinin en önemli nedenlerinden biri de budur. Kürtlerin yapması gereken onları bölenlerden uzak durup bölgenin yoksul ezilen halklarıyla birlikte mücadele edebilmektir. Yoksul Kürdün kanını dökerek mücadeleyi getirdiği aşamayı birine teslim edip onların koruyuculuğuna girmenin Kürtlerin ve Kürdistan’ın kurtuluşu ile ilgisi yoktur. Öteden beri yapılmak istenen, istenilene katılma söz konusudur. Ortadoğu’daki mevcut güçlere yapılan müdahalenin siyasi biçimi Kürtlere ve onun örgütlerine uygulanmıştır, dayatma ile karşı karşıyalar. Ne yazık ki bu dayatma karşılığını bulmuş sivri uçlar törpülenmiş, yumuşak uçların önü açılmıştır. Öcalan da buna ikna olmuştur şimdi yapılmak istenilen 2004'te yapılmak iste istenilenin gerçekleşmiş halidir.

Suriye konusunda Türkiye ile ABD aynı düşünmüyor görünürde he ikisi de Esad’ın gitmesi konusunda görüş birliği içinde ancak ABD, Esad sonrası Suriye’de etkili olacak radikal İslam’dan dolayı endişeli İsrail’in radikal İslam’ın denetiminde güvenliğinin ne olacağı ABD için önemli bir kaygı. Türkiye-İsrail ilişkilerindeki gerginlik de dikkate alındığında Türkiye’nin denetleyebileceği bu şekildeki Suriye’nin güvenliği için olası zorluklar ABD’nin Türkiye’nin istekleri doğrultusunda hareket etmesini önlüyor. ABD’nin öncülüğü Türkiye ile İsrail’in ilişkilerini düzeltmektir. Ondan sonra çözüm de kolay olacaktır. Türkiye’nin radikal unsurlarla ilişkisini kesmesini istiyorlar aynı şekilde Mısır’ın da mübarek dönemine dönmesini istiyorlar kendi başına hareket eden bir Filistin’i istemiyorlar. Bunun ilk adımı HAMAS’ın Şam’ı terk etmesiyle atılmıştı. Böylece Filistin’i koruyucu gücü haline gelen Lübnan Hizbullah’ının etkisi kırılmaya çalışılıyor. Filistin konusunda mezhepçi yönelimlerden uzak kalan Hizbullah mezhep batağına çekilerek etkinliği ve saygınlığı sıfırlanmaya çalışılıyor. Hizbullah bu halde Suriye’ye girip savaşırsa karşısında Sünni güçleri bulacaktır. HAMAS’ın ve FKÖ’nün de Sünni olduğu dikkate alındığında Filistin davası için meydana gelen birlikteliğin mezhep temelli ayrışması ve çatışması büyük bir kaos demektir böylece saflar giderek derinleşirken İsrail kendisini daha fazla güvence altına alacaktır. Kürtlerin Ortadoğu devriminde öncü rolü vardır. Bunu saptırmanın başkaca güçlerin hizmetine koşturmanın bir anlamı yoktur. Aynı şekilde Arap baharındaki halklara verilen devrim umudunun tüketilmesi de bununla bağlantılıdır. Kürtler kendi devrimlerinin Arap baharı gibi amacından saptırılmasına izin vermemelidirler. Kürtler bunu Türkiye Ortadoğu’nun bir gücü haline gelsin diye bu mücadeleyi vermediler. Güçlü bir ülke haline geldikçe Türkiye’nin Kürtlere yaptıklarını hiç bir zaman unutmamaları gerekir. Güçlü bir devlet haline gelecek bir Türkiye Kürtlere ne verecek Kürtlerin güçlü bir Türkiye’den alacağı bir bahşişten öteye geçmeyecek tir. Bu da ulusal olmayacaktır geçmişte devletle işbirliğine giren ağa ve şeyhlerin konumuna düşülecektir. Belki özerklik benzeri uygulamalara geçiş olsa bile bunun üzerindeki etkili idari ve mali vesayetle kendisine bağımlı hale getirmeye devam edecek.

“Kürtler İstanbul’dan, İzmir’den, Adana’dan neden vazgeçip de Hakkari’ye mahkum olsunlar.” şeklindeki görüşlerin Kürtler tarafından dillendirilmesinin Kürt toplumunun toplumsal-tarih bilinci üzerindeki olumsuz etkileri üzerinde de durulması gereklidir.  Neden bir Kürt başkasının ülkesini kendi ülkesinden daha çok sevsin ki eğer Kürdistan bu kadar kötü veya geri ise TC neden orayı terk etmiyor ki! Kendi askeri gücünün yarısını orada tutuyor ki o zaman Kürdistan bu kadar geri ve kötüyse neden devlet orada kalıyor ki, onlar Kürtlerin kaşı gözü için mi orada kalıyorlar durum böyle iken Kürtler aptal mı ki İstanbul’u bırakıp Hakkari ile yetinsinler demenin bir anlamı var mı? Kürtler acaba İstanbul’da hangi şartlarda yaşıyorlar? Ekonomik imkanları nedir? Nasıl bir eğitim görüyorlar? 
Bunu biliyorlar mı? Böyle diyenler gönüllü asimilasyona razı olanlardır.

***

AKP-BDP DİYALOĞUNUN GEREKLİLİĞİ

AKP-BDP DİYALOĞUNUN GEREKLİLİĞİ


Feyzi Çelik 
İstanbul. 2017
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ
03.04.2013 
 
Kürt sorunu, çözülmedikçe yeni sorunlar çıkar. Daha doğrusu “çözümsüzlük çözümdür.” Diyenlerin sesi daha fazla çıkar. Bu da giderek çözüm isteyenleri sarıp sarmalar, çözüm isteyenler dahi çözüm önünde engel olmaya başlar. 2009 Yılında Habur süreci olarak adlandırılan sürece karşı geliştirilen kampanya sonunda sürecin mimarlarından olan başbakan tarafından bitirildi. Başbakan o gün kararlı olup, Habur sürecini devam ettirmiş olsaydı, peşinden Avrupa’dan barış grupları da gelecekti. 2009’dan 2012 yılına kadar yaşanan süreç yaşanmazdı. DTP, kapatılmaz, KCK adı altında operasyonlar bu düzeye çıkmazdı. En önemlisi de yüzlerce genç yaşamış olacak, dağa çıkan da olmayacaktı. Sürecin devam etmeyişinin yanlış olduğu ortaya çıktıkça, çözüm arayışları yeniden kendisini göstermektedir.
CHP ve MHP’nin yaklaşan yerel seçimlerin de etkisiyle bu sürecin ilerlememesi için ellerinden gelen her şeyi yapacakları ortada. Bu durumda süreci sürdürecek AKP ve BDP’den başka kimse de yoktur. Bu nedenle bu iki partinin soruna ciddi yaklaşım göstermeleri önemlidir. Aksi durumda Habur’un başına gelenler İmralı sürecinin de başına gelebilir. 2010 yılında Anayasa değişikliği konusunda kendisinden emin olan AKP o dönemde BDP’nin bazı yasal adımların atılması karşısında Anayasa değişikliğine destek verebileceğini teklif etmesine rağmen AKP buna yanaşmamıştı. Şimdiki durum daha da farklıdır. AKP’nin milletvekili sayısı Anayasa değişikliği için yeterli değildir. BDP’nin desteğine ihtiyacı vardır. BDP’nin de yeni bir Anayasa’ya ihtiyacı vardır. Her iki parti aynı ihtiyacı hissettiğine göre bu partiler birbirini daha fazla yıpratmadan çözümü görüşmelidirler. 

Aslında, AKP ve tabanı çözüm karşıtı da değildir. Tereddütler ve kaygılar daha çok başbakandan kaynaklanmaktadır. İkna olmamış bir başbakan sanki birileri ona bunu zorla yaptırıyorlarmış gibi davranıyor. Minderden kaçıyor. 

Sorunu birilerinin kucağına atıp kaçan bir başbakan, sürecin adını sürekli değiştiren bir başbakan onu bu kadar zorlayan güç kimdir? Daha önce de protokol aşamasına gelmişti. Neden meclise getirmek istemiyor. Meclise getirmekle PKK’yi taraf haline geleceği anlamında mı yorumluyor. Her şey başbakanın emri ile yürütülüyor. MİT’in Öcalan’la görüşmesi emirle oluyor. Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesinin yasaklanması yine onun emriyle. İmralı’dan gelen mektup önce onun eline geliyor, daha sonra BDP’ye veriliyor. Özellikle parti içinde tek adam haline gelişi nedeniyle herkes onun ağzına bakmaktadır. Danışmanlar ona yol göstermek yerine onu anlamaya çalışarak onun suyuna gitmektedir. Örneğin Beşir Atalay ve Sadullah Ergin, geri çekilme sürecinde yasal düzenlemeye gerek olduğunu söylemesine rağmen, başbakan yasal gereksinime gerek yok gerekli güvenceyi ben veriyorum dedikten sonra başbakan yardımcısı Bekir Bozdağ ve başdanışman Yalçın Akdoğan başbakan gibi görüş beyan ederek yasal düzenlemeye gerek olmadığını söylediler. Burada tehlikeli bir hususu vurgulamak gerekiyor: Başbakan, etkinliğini sadece kendi çevresi üzerinde değil, değişik çevreler üzerinde de gösteriyor, ona karşı çıkılmış gibi görünse bile en sonunda onun dediklerinin gerçekleşmesi adeta doğal bir hale geldi. Barışı getirecek tek kişi olduğu vurguları yapıldıkça etkinliğini en muhalif olanlar üzerinde de gösterdi. Ona karşı çıkmış gibi görünenler zamanla onun dediklerini kabul eder noktaya geldiler. 

Örneğin bir hukuk devletinde tutuklu veya hükümlü olan birinin avukatlarıyla görüşmeleri yasaklanamaz. Başbakan hiçbir yasa hükmünü tanımadan yasaklama getirmiş durumdadır. Buna karşı çıkış da yoktur. İmralı Adasına gidecek heyeti dahi kendisi belirlediği durumda BDP buna karşı koymuyor. Bunu benimsemiş durumda, barışın da savaşın da kaderi başbakana bırakılmış durumda. Bunun dünyada pek benzeri yok gibi. Aslında bu tedrici olarak toplumun değişik kesimlerine kabul ettirilmektedir. Bunun sonucu bir tarafın kendi çözümünü dayatmasıdır. Bunu o kadar ince yöntemlerle yapar ki, diğer taraf kendi çözümünü önemsemez duruma gelir. Bu da karşı tarafın çözümünü kabule doğru götürür. 2011 seçimlerinden sonra tutuklu milletvekillerinin durumuna dikkat çekmek için CHP ve BDP tarafından meclis boykotu yapıldı. Devam etmesi durumunda etkili olacağı biliniyordu. Başbakan bunu çok basit bir eylem şeklinde değerlendirdi. Sonradan onun dediği çıktı. Eylemlerden bir kazanım elde edilmeden eylem sona erdi. Üstüne üstlük İstanbul BDP’sine yemin töreninden bir gün sonra büyük bir gözaltı operasyonu yapıldı.

Yasal düzenlemeye gerek olduğu başbakanın CNN’deki röportajından da belli oluyor. Başbakan bir yandan yasal düzenleme yapılmasına gerek yok silahlarını bir yere gömüp silahsız bir şekilde sınır dışına çıksınlar demekte ve eklemektedir. Silahlı olmaları haline güvenlik güçleri onlara müdahale etmezse güvenlik güçlerinin örgüte yardım yataklık suçunu işleyeceklerini söylemektedir. 

Diyelim ki, gerillalar silahını bir yere gömüp sınır dışına çıkmaya karar verdi. Güvenlik güçleri de silahsız olsa da onun gerilla olduğunu bildiği halde onu yakalamak için bir girişimde bulunmadığı takdirde yine örgüte yardım suçunu işlemiş olmayacak mı? Örgüt üyesi olabilmek için örgüt üyesinin o anda silahlı olması gerekli değildir. Önemli olan örgütün silahlı bir örgüt olmasıdır. 

Bu bakımdan başbakanın söylemi kendi içinde çelişkili ve yasal düzenlemenin yapılışının sadece PKK’liler için değil güvenlik güçleri için de gerekli olduğu görülüyor. Güvenlik güçleri, yasalardan aldıkları yetki ve görevleri gereği bir suçun işlendiğini, bir suçlunun bir yerden bir yere gittiğini öğrendikleri anda harekete geçmeleri onların görevidir. Mevcut yasalar bu görevi açıkça tanımlıyor. Başbakan da bunu söylüyor, sınırı geçen kim olursa olsun, ister kaçakçı ister PKK’li olsun güvenlik güçleri ona müdahale etmek durumundadır. Anayasa’ya göre bu durumda olan birine müdahale edilmemesine dair devletin tepesinde yer alan başbakan emir verse bile bu kanunsuz emirdir. Bu nedenle yasal düzenleme şarttır.
MHP, başlattığı miting hamlesiyle şiddete yönelebilecek söylemlerde bulunuyor. CHP de ulusalcı damar giderek şahlanmakta, Anayasal vatandaşlığı temel alan Anayasa’daki vatandaşlık tanımından Türk ibaresinin çıkarılmasına karşı kampanya başlatmış durumdadır. Yıllar önce “laiklik ve cumhuriyet elden gidiyor” yerini “Anayasadan Türk Milleti atılıyor” sloganını almış durumdadır. Bunun üzerinden sonuç almaya çalışacaktır. Bu söylem eski söylemden farksızdır. Bununla çözüm süreci karşısında geniş bir cephe oluşturulmak istenmektedir. AKP, BDP ile yan yana görünmemek için elinden geleni yapmaya çalışıyor. Silopi’deki sürecin sekteye uğramasında AKP’nin “süreç bitmiştir, sil baştan olacak” şeklindeki sözleri diyalogun kopması ve statükoya teslim olunması anlamına gelmiyor mu?
AKP aslında iktidardan nasiplenmek isteyenlerin bir ittifakıdır. “Kazan kazan” formülünü esas alan bu ittifak Kürt sorununun çözümünü de kazanç gözüyle bakmaya devam etmektedir. Geçmişte, polisi ve yargıyı Kürtlerin üzerine gönderenler eskisinden daha fazla etkili durumdalar. O dönemde Kürtlere dalga dalga operasyonlar uygulayanlar polisiyle, yargısıyla halen görevinin başındalar. Bu kesimler aynı zamanda “Kürt sorununu çözmek bizim neyimize” anlayışını sürdüren kesimdir. 2009 Habur/Silopi’deki karşılamalarda görüldüğü gibi bu kesimin engelleyici etkisi CHP ve MHP’den daha fazla olmuştur. AKP veya hükümet çözüm önünde engel olarak BDP, CHP ve MHP’yi görmek yerine bunları görmek zorundadır. Başbakan, halen kendi içindeki bu kesimlerin yalanlarına doğruymuş gibi bakmaya devam ediyor. Örneğin halen “Öcalan’ın avukatlarının Öcalan’ın görüşmelerini, avukatlar değiştirip veriyorlar” şeklinde söylemler kullanıyor. Oysa avukatlara dair iddianamenin 87. sayfasında “avukatların hazırladığı görüşme notlarıyla devletin kayıt altına tuttuğu notlar arasında farklılık bulunmadığı tespit edilmiştir.” Yine ÇHD’li avukatlarla ilgili olarak sürekli 11 kapalı hücreden bahsetmesi hususunun da bundan farkı yoktur.  

Başbakan ve hükümet Kürtleri veya PKK’yi bir taraf şeklinde görmemek adına yasal düzenleme yapmak istemiyor. Yasal düzenleme yapmak istediği zaman sanki PKK ve Kürtler taraf olacak gibi düşüyor. Doğrusu da Kürtleri taraf statüsünde olmalarıdır. Yoksa tek taraflı bir sürece doğru gidiliyor bu da çözüm değil çözümsüzlük istemektir. Dünya, Öcalan’ın mektubunu Türk-Kürt barışı diye duyurdu. Gerçekten olan da buydu. Kürtlerin onurlu ve eşit bir halk olarak barışın sağlanmasında taraf olması kadar normal bir durum olmaz. Anadilde savunmayı ve 4.yargı paketindeki tavrı AKP’yi anlamak için yeterlidir. Anadilde savunmanın alanını darlaştıran ve paralı hale getiren bir partiden daha ileri bir düzenleme beklenemez. Oturup bu partinin pratiğine ve çıkardığı yasalara bakmak yeterlidir. AKP, değişimci ve reformcu bir parti değildir. İçine girdiği devleti değiştirmeyi, dönüştürmeyi ve demokratikleştirmeyi düşünmemektedir. 

AKP’nin değişimci ve reformcu yönü ilk iktidara geldiğinde olmuştu. AB’ne uyum rüzgarı estiriyor, Ahmet Necdet Sezer ve Anayasa Mahkemesi onun önünü kesiyordu. Bu şekilde statükolarını sürdürebileceklerine inanıyorlardı. Anayasa’nın kendilerine sonsuza kadar güvence verdiği inancıyla AKP’nin özellikle yerel yönetimler reformunu kuşa çevirdiler. Böyle 2007 yılında iktidarı tamamen AKP’ye devrettikleri zaman mevcut yasaları koruyarak teslim ettiler. Oysa o yıllar Türkiye için demokratikleşmenin fırsatı yıllarıydı. Çünkü demokrasiye en çok ihtiyacı olan AKP’ydi. Kapatılma ile karşı karşıya kalmışlardı. O dönem AKP’nin en azından kendisi için ancak tüm toplumun faydalanabileceği düzenlemeler karşısında sert duruş olmamış olsaydı bu gün başka bir Türkiye’de olmuş olacaktık. O dönemde tam iktidar olmamasına rağmen laiklik elden gidiyor söylemi en revaç söylemdi. Bu gün kimse bundan söz etmiyor. Başkaları için yaptıkları yasaların engellerine kendileri dolanıyorlar. Şimdi durum değişti. Devleti devir aldılar. Kendi içlerinde dahi demokrasiyi rafa kaldırdılar. İslami duyarlılık iktidar karşısında sus pus oldu. AKP değişim ve reformdan çok pragmatik davranarak mevcut durumunu sürdürmeye çalışıyor. Demokratikleşme düşündüğü yoktur.

Yine de Türkiye çözümsüzlüğü daha fazla taşıyamaz. AKP’nin bunu fark etmesi lazımdır. 2002-2005 dönemine benzer hamlelerde bulunmak zorundadır. Çözümsüzlük kaosu, AKP ve BDP’yi birlikte hareket etmeye zorlamaktadır.
Başbakanın 29 Mart CNN Türk’teki açıklaması çok tehlikeli bir açıklamadır. Başbakan, güvenlik güçlerinin silahlı örgüt üyesini gördüğü anda ona yönelik yakalama veya vurma yoluna gitmemesi durumunda onların örgüte yardım ve yataklık suçunu işleyeceklerini söylemiştir. Güvenlik güçlerinin bunu bir talimat olarak algılayıp eskisinden daha fazla çatışmaya yönelebileceklerini tahmin etmek gerekiyor. Daha önceki ateşkes veya çatışmasızlık durumunda güvenlik güçleri kendi inisiyatiflerini kullanarak çatışmadan uzak durabiliyorlardı. 

Başbakan bu açıklamasıyla güvenlik güçlerinin inisiyatif kullanmaları halinde örgüte yardım suçu işleyeceklerini söylemekle güvenlik güçlerini adeta çatıştırmak için çaba harcamaktadır. Bu husus dahi geri çekilme için yasal güvencenin ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor. Bu güvenceye sadece PKK’nin değil, güvenlik güçlerinin de ihtiyacı olduğu ortaya çıkıyor. Başbakan, PKK’ye “silahını bırakıp, evine dönebilirsin diyebilir ancak silahını bırakıp sınır dışına çık diyemez.” Bunu demek PKK’ye silahını bırakma anlamına gelir. Nitekim, KCK, “Erdoğan’ın iddia ettiği tarzda bir geri çekilme durumu Hareketimizin gündeminde değildir. Devlet tarafından gerekli adımların atılması, bu temelde yasal ve olumlu bir zeminin yaratılması sonucunda güçlerimizin geri çekilme durumunun gündeme gelmesi mümkün olacaktır.” Açıklamasında bulunarak yasal güvencenin gerekliliğine dikkat çekmiştir. Cengiz Çandar da 31 Mart 2013 tarihli yazısında başbakanın açıklamasındaki yetersizlik ve çelişkiye dikkat çekmiştir.
Belli bir tabanı olan bir partinin kendi tabanının istemlerini ileri sürmesi kadar normal bir siyaset anlayışı olamaz. Newroz’da milyonlarca kişinin haykırışını hiçbir güç görmezlikten gelemez. Bu hususlar gösteriyor ki, çatışmak isteyen Kürt tarafı değildir. Kürtleri eşit bir taraf gibi görmek istemeyen AKP’dir. Kürtlerin eşit bir taraf olarak görülmesi bir yana binlerce tutuklunun hukuksuz bir şekilde tutukluluklarının devam etmiş olması, gerçek temsil önünde en önemli engellerden biri olan %10 seçim barajının indirilmesi konusunda hiçbir adım atılmayışı geçmişteki Kürtlere yönelik devletin refleksinin AKP şahsında devam ettiği söylenebilir. Kürt siyasetinin bu konudaki taleplerine bakarak BDP veya Kürt siyasetinin sürece zarar verdiğini söylemek BDP’nin siyasal varlığını inkar etmek anlamına gelir. Hatta bu konularda yaşanacak kutuplaşmanın arka planında Kürtlerle devlet arasındaki bir kutuplaşmanın görünen bir şeklidir.

Gelinen noktada Kürt sorunun kiminle çözüleceği konusunda tartışmalar bitmiştir. Kürt halkı, 21 Mart 2013 Newrozu’nda bunu ortaya koymuştur. Sorunun nasıl çözüleceği de bellidir. Ancak çözümün nasıl olacağı konusunda bakış açıları birbirinden uzaktır. Ortak noktaların bulunup çözümün hızlı bir şekilde olması zorunludur. Bunun yolu da AKP ile BDP’nin bir araya gelip gerçek bir diyalogu oluşturmaktan geçer. Öcalan’ın kolaylaştırıcı tavrı da dikkate alındığında hükümetin sorumluluğunun daha ağır olduğunun da bilinmesi gerekmektedir. BDP’ye nasıl hareket etmesi gereken kesimlerin AKP’ye de bunu hatırlatmaları gerekmektedir. AKP’nin uyarılması gereken bir konu da Akil İnsanların belirlenmesi konusunda AKP’nin ortaya koyduğu devletçi tutumdur. 

Başbakanın tek taraflı belirlenmesiyle oluşacak akil adamların kim olduklarından çok nasıl atandıkları ve nasıl görev yapacakları tartışılacağından dolayı bunun sorunun çözümünde bir etkisinin olmayacağının bilinmesi gerekiyor. Her şeyden önce oluşacak bu heyet sivil olmalı, devletin bürokratik bir organı haline gelen heyetin sorunun çözümü önünde engel haline geleceği de bilinmelidir. 

Bu da başbakanın her şeyi ben belirlerim anlayışından vazgeçmesini gerektiriyor. 

Görünen o dur ki, başbakan hiçbir şeyden elini çekmediği gibi bundan da elini çekmeyecektir. 
Bu da Çözümsüzlüğün kaynağının nerede olduğu konusunda bize ip ucu vermek için yeterlidir.

***

31 Ekim 2017 Salı

Geride Sadece Damat kaldı!

Geride Sadece Damat kaldı!

NECATİ DOĞRU: 
​Gereğini yaparım diye korkutup “istifaya çağırmadığı” bir tek kişi kaldı. O da damadı.

Damadını Enerji Bakanı yapmıştı. Enerji Bakanı, dünya piyasalarında doğal gaz ve ham petrol fiyatı artışını da düşüşünü de halkın ısınma ve aydınlanma faturalarına yansıtmak zorundaydı. Dünyada ham petrolün varili 160 dolardan 50-60 dolara kadar düştü. Enerji Bakanı damat, bu düşüşü doğal gaz ve elektrik fiyatlarına yansıtmayı ve halkı ağır faturalardan korumayı beceremedi. Örneğin 2016 yılının başında dünya doğal gaz fiyatları sm3 başına 11.3 dolardan, Nisan ayında 4.1 dolara kadar geriledi. Türkiye'nin enerji faturası 4.4 milyar dolar (yüzde 40) azaldı. Fakat halkın elektrik fiyatına indirim değil zam yapıldı.


Halk, gözüyle öğrenir.
Aptal da değil.
Şişmeyi (obezlik) görüyordu.
Oğullar, yandaşlar şişiyordu.
Üsküdar “hayır” dedi.
Fatih “hayır” dedi.
Eyüp “hayır” dedi.


Bu ilçeler Tayyip Erdoğan'ı yoksulluk günlerinde siyaset yaparken sırasıyla; Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi, Refah Partisi, Fazilet Partisi dönemlerinde desteklemiş, AKP'yi kurduktan sonra da her seçimde Reis'in “yıkılmaz kaleleri”olmuştu.


Damat ne yaptın!


Doğal gaz ve elektrik faturalarına düşüşü yansıtamadığın için kalelerimiz Üsküdar, Eyüp, Fatih düştü, “ sen metal yorgunu olmuşsun ” demedi.


* * *


Tarih dile gelse de sıralasa: Murat Başesgioğlu, Ertuğrul Yalçınbayır, Erkan Mumcu, Ahmet İyimaya, Zafer Üskül, Ertuğrul Günay, Abdullah Gül, Bülent Arınç, Ahmet Davutoğlu, Beşir Atalay, Cemil Çicek, Ömer Dinçer, Nimet Çubukçu, Hüseyin Çelik, Ali Babacan ile başlayıp Kadir Topbaş, Melih Gökçek ile gidiyor.

Bunlar gibi yüzlerce isim “seçimle gelen istişare ile yollanır” yapıldı.

Tek damadı kaldı.
Herkesi atıyor.
Atılanlar etten kemikten.
Hemen yoruluyorlar.
Kendisi demirden çelikten.
Katiyen yorulmuyor.
Çok yakında Binali Yıldırım'a da “sen seçimle geldin ama istişareyle gitmelisin”diyebilir. AKP, her şeyin Reis'e teslim edildiği robotlar sistemine dönüştü. Kendi cümleleri ile yazayım; Reis'in tek adamlığı altında AKP, militarist, jüristokratik, bürokratik, oligarşik bir yapıya teslim oldu. AKP, tek söz sahibi patron olan bir şirket gibi çalışıyor. Sen otur. Sen kalk. Sen gel. Sen git. Benim sayemde varsın, benim irademle de gidersin.


* * *

Gökçek'i, Topbaş'ı niçin atıyor?
Büyükşehirlerin obez Belediye başkanlarından korktu. Onlar “davetiye usulü ihalelerle” çok zenginleştiler. Harun diye geldiler, Karun oldular. Yeni egemenlerle ağlar, bağlar, özel ilişkiler kurdular. Siyasete hevesli oğulları, işadamlığına geçmiş damatları var. Reis'in yerine oynayabilir; militarist, jüristokratik, bürokratik, oligarşik yapıya dönüşmüş partiyi “bir gece ansızın” ele geçirebilirler.


Reis, riski gördü.
Atıyor.
Reis, risk aldı diyorlar.
Yanlış teşhis!
Reis, aslında risk azaltıyor.


Atasözlerimiz var: Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olursun. Yanlış hesap Bağdat'tan döner.

Günün sorusu


DİK DURURSA!

Bir tek o kaldı. “İstifa et yoksa…” diye korkutulan Balıkesir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur yakınlarına; “Hırsızlık yapmadım - yolsuzluğum yok - metal yorgunu değilim, neden istifa edecekmişim” diyormuş.

Ben, söyledikleri doğruysa “haklı”derim fakat siz de “ bravo bu dik duruşa ” der misiniz?


***

26 Aralık 2016 Pazartesi

Bu Amanosları temizleyin!., PEKİ KİMİNLE..?



Bu Amanosları temizleyin!., PEKİ KİMİNLE..?
.

Bu Amanosları temizleyin! 
Bakan Atalay “Komutanlar burada, emniyet burada. 




Bu Amanoslar’ı temizleyin” deyince CHP’li Kolcu “Komutanları içeri atıyorsunuz. Kim temizleyecek?” diye tepki gösterdi

KÜBRA POLAT- MEHMET KAYMAK/ADANA-DHA

 İÇİŞLERİ Bakanı Beşir Atalay, şehit 4 polis memuru için Adana da düzenlenen törende son aylarda terör olaylarının tırmandığı Hatay’da teröristlerin yuvalandığı Amanos Dağları’nın temizlenmesi için bölge valileri, polis ve askere talimat verirken, ‘Kim temizleyecek’ tepkisiyle karşılaştı. Bakan Atalay’ın “Amanoslar’ı temizleyin” demesi üzerine törende bulunan CHP Adana İl Yönetim Kurulu üyesi Abeydullah Kolcu, “Komutanları içeri atıyorsunuz. Kim temizleyecek?” diye tepki gösterdi. Törene, Balyoz davasında hakkında yakalama emri bulunan ve bu yıl terfi sırası gelen 6’ncı Kolordu Komutanı Korgeneral Nejat Bek de katıldı.















Hatay’ın Dörtyol İlçesi’ndeki terör saldırısında şehit olan polis memurları 41 yaşındaki Ali Hacıarap, 38 yaşındaki Emre Yalçın, 34 yaşındaki Hasan Aslan ve 33 yaşındaki Fatih Yıldız için, Adana Valiliği bahçesinde tören yapıldı. Törene, şehitlerin ailesi ve yakınları, İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Emniyet Genel Müdürü eski Adana Valisi Oğuz Kağan Köksal, Adana, Mersin, Gaziantep, Osmaniye, Hatay valileri, Balyoz davası soruşturmasında hakkında yakalama emri bulunan 6’ncı Kolordu Komutanı Korgeneral Nejat Bek, polis, valilik çalışanları da olmak üzere yaklaşık 2 bin kişi katıldı. 4 şehit polisin tabutları yan yana konulup, meslektaşları da saygı nöbeti tuttu.

‘Sizlerle birlikte ağlıyorum’














Törende konuşan İçişleri Bakanı Beşir Atalay, her şehit uğurlanırken hüzün yaşadıklarını belirterek, “Şehit uğurlamak kolay değil. Sizlerle birlikte ağlıyorum. Annelerin, eşlerin, çocukların ağlamasına ben de ağlıyorum. Buna dayanmak kolay değil” dedi.
Şehit polislerden 3’ünün 2’şer, 1’inin de 3 çocuğu olduğunu söyleyen Bakan Atalay, “Buna dayanmak kolay değil. Bu meslek, içinde şehitliği, gaziliği taşır. Bütün bunlara dayanacağız. Bütün bunlara hem dayanacağız, hem bunları gördükçe mücadele azmimiz, dayanıklılığımız artacak” diye konuştu. Bakan Atalay, şehit ailelerine emniyet teşkilatına daha fazla dirayet ve azim dilerken, “Birilerinin bizlere vermek istediği acı ve yılgınlıktır. Asla yılgınlık olmayacak. Ve buradan ifade ediyorum; çevre illerimizin valileri hepsi burada. Bölge komutanlarımızın hepsi burada. Emniyet Teşkilatı burada. Bu Amanoslar’ı temizleyin. Ne yapıyorsanız yapın Amanoslar’ı temizleyin” dedi.

Amanoslar’ı kim temizleyecek?

İçişleri Bakanı Atalay’ın bu talimatının hemen ardından, katılanlar arasında bulunan Adana CHP İl Yönetim Kurulu üyesi Abeydullah Kolcu, “Komutanları içeri atıyorsunuz. Kim temizleyecek?” diye tepki gösterdi.
Bakan Atalay, bu eleştiriye tepki vermeyip, konuşmasını sürdürürken, CHP’li Kolcu, polisler tarafından kısa süreli gözaltına alınıp, serbest bırakıldı. Atalay, son olayların provokasyon oylduğunu belirttiği konuşmasında “Böyle zamanları fırsat bilip, şehit cenazesinde bunları söylemek istemem ama kimi provokatörler, kimi kışkırtıcılar da ortalıkta, bu durumu iyi kullanıyorlar. ” dedi.
Kürsüde değil burada ağlasın 

Şehit polislerden Emre Yalçın’ın annesi Zübeyde Yalçın, Başbakan Erdoğan’ın Ak Parti grubunda ağlamasına gönderme yaparak “Başbakan 30 yıl geriye gidip ağlamasın. Polisine sahip çıkamayanlar, gelsin benimle ağlasın, kürsüden ağlamasın. Bir avuç PKK ya ülkeyi teslim ettiler” dedi.
Şehit polislerin cenaze törenine, Balyoz davasında hakkında yakalama emri bulunan ve bu yıl terfi sırası gelen 6. Kolordu Komutanı Korgeneral Nejat Bek de katıldı

Korg. Bek: Memleket bizim için kıymetli

6’ncı Kolordu Komutanı Korgeneral Nejat Bek, tören sonrası gazetecilerin, “Amanoslar için ne yapılacak?” sorusuna, “Sorumluluk, sahası itibariyle Jandarma Bölge Komutanlığı’dır. Ben Kolordu Komutanıyım. Daha üst düzey komutanların arasında bir koordinasyon olduğu için bir şey söyleyemem. Biz hasbelkader acı bir olay için buradayız. Bu konuda elimizden geleni yapacağımızı ifade ettik” dedi.
Bu yıl terfi sırası da gelen Korg. Bek, “Hakkınızda tutuklama kararı var, ancak, böyle de bir talep var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?” sorusu üzerine gülümseyerek, “Memleket bizim için kıymetli” demekle yetindi. Törenin ardından şehitlerin cenazeleri cenaze araçlarına alınıp, toprağa verilmek üzere memleketlerine gönderildi. 3 çocuk babası Ali Hacıarap’ın cenazesi Kilis ’te, 2 çocuk babası Hasan Aslan’ın cenazesi Osmaniye’de, 2 çocuk babası Emre Yalçın’ın cenazesi Osmaniye’nin Kadirli İlçesi’nde, 2 çocuk babası Fatih Yıldız’ın cenazesi de Gaziantep’te toprağa verilecek.
Şehit Fatih Yıldız’ın ağabeyi Muharrem Yıldız’ın Osmaniye Emniyet Müdürlüğü ’nde 2’nci Sınıf Emniyet Müdürü olarak görev yaptığı öğrenildi. 

ANALİZ...

PKK ve Amanos: Suriye ’den geliyor ama yerleşemiyor

PKK’nın Amanos bölgesindeki faaliyetleri örgüt içinde de sürekli tartışma konusu olmuştu. Amanos, Akdeniz ’e en uç çıkış noktası olması nedeniyle önem taşıyor. Örgüt açısından Botan (Şırnak-Siirt), Dersim (Tunceli-Sivas) ve Karadeniz stratejik öneme sahip olarak nitelendiriliyor. 1988’ten bu yana bölgeyi “savaş alanları” arasında gösteren PKK, çoğunlukla Suriye’den Güneydoğu’ya geçiş amaçlı kullandığı Amanos’ta yerleşemedi. Örgütün Amanos’a gönderdiği teröristlerin büyük bölümü TSK tarafından yürütülen operasyonlarla tasfiye oldu. Bu nedenle örgüt tarafından her yıl düzenlenen konferanslarda sözde “Amanos eyaleti yapılanması” etkili eylemler gerçekleştiremediği için örgüt yönetimine hesap vermek zorunda kaldı. PKK, Amanos’ta yerel ilişkiler kurmakta başarılı olamadı ve kendisini ayakta tutacak insan potansiyeli bulmakta sıkıntı yaşadı. Bölgede Alevi ve Kürt nüfusu yanında Türkmen ve Arap nüfusu yaşıyor. Ancak Amanos’ta barınamayan örgüt, daha çok ulaşılması güç dağlık alanlarda barınmayı tercih etti. Örgütün Amanos bölgesinde eylem yapmayı istemesinin nedenlerinin başında, “Kürtlerin bulunduğu her yerde faaliyet gösteririm ve eylem yaparım” mesajı vermek ve örgütlenmeyi Güneydoğu’dan Akdeniz’e taşımak isteği geliyor.

NAMIK DURUKAN 
Ankara



2 Mart 2016 Çarşamba

EMASYA PROTOKOLÜ





EMASYA PROTOKOLÜ


EMASYA Nedir? 
EMASYA Ne İşe Yarar? 
EMASYA Ne Demektir?


  ASİL  DENİZ ,

Son Günlerde varlığı sürekli tartışılan EMASYA nedir?, ne işe yarar?, Ne zaman devreye girer?, Şu ana kadar hiç kullanıldı mı?, Görevleri ve yetkileri nedir? bütün bu kafanızı karıştıran soruların yanıtları yazımızda. İşte kısaca EMASYA:
Kısa adı EMASYA olan “ Emniyet-Asayiş-Yardımlaşma ” Protokolü nedir?

EMASYA Protokolü’ 28 Şubat sürecinde Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı arasında 7 Temmuz 1997’de imzalandı.

Protokolün altında İçişleri Bakanlığı adına dönemin Müsteşarı Teoman Ünüsan ile yine dönemin Genelkurmay Harekat Daire Başkanı Çetin Doğan’ın imzası var.

Olaylara Askerin Müdahale Etmesine İmkan Tanıyor


Olaylara askerin müdahale etmesine imkan tanıyan EMASYA Protokolü’nün 11 noktada “kanunlara aykırı olduğu” Bülent Ecevit hükümeti döneminde 2002 Nisan’ında yapılan Mülki İdare Şurası’nda ortaya konuldu.

Şura’da aralarında vali, emniyet müdürü, asker ve bürokrat 105 kişinin yer aldığı 2 numaralı komisyonun hazırladığı rapor, “ Şura Kararı ” olarak yayınlandı.

Yasa Sınırlarını Aşıyor

Komisyon raporunda protokolün hem biçim yönünden, hem de yetki yönünden 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11’inci maddesine aykırı olduğu vurgulanıyor.

Valinin Görevini Üstleniyor

Şura kararında, protokolün taşra yönetim sistemine aykırı olduğu vurgulanıyor:

“Vali ve kaymakamların görev alanlarını daraltacak, takdir yetkilerini ortadan kaldıracak ve inisyatif kullanma güçlerini fiilen kısıtlayacak bir düzenlemenin getirilmesi aynı zamanda taşra yönetiminin esasını oluşturan ’il sistemi’ne de aykırıdır…. Mülki idare amirliğinin asayiş hizmetlerine ilişkin yetki ve sorumluluk düzeninin bütünlüğünü bozmaktadır.”

“İl İdaresi Kanununa Aykırı”

Raporda, açıkça protokolün yasaya uymadığı belirtiliyor:
“ Protokol’ün 9. maddesi EMASYA komutanlıklarının, mülki amirlerin yardım talebi olmaksızın olaylara müdahale edebilmesine imkan vermekte. Bu madde 5442 sayılı yasaya “ şekil, yetki, konu ve maksat ” yönlerinden aykırı düşmekte.”

Çalışma Yapıldığı Haberi Çiçek’ten…

EMASYA Protokolü ile ilgili çalışma yapıldığı haberi ilk olarak Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’ten geldi.

İçişleri Bakanı Beşir Atalay da Uluslararası Demokrasi Kongresi’nde protokol ile ilgili çalışma yapıldığı haberini doğruladı.


EMASYA Protokolü Hiç Uygulamaya Konuldu mu?

Basına yansıyan haberlere göre, 20 Kasım 2003’te İstanbul’da Beyoğlu’ndaki İngiliz Konsolosluğu ve Levent’teki HSBC Bankası bombalamalarının ardından EMASYA protokolü devreye sokulmak istendi.

Patlamalardan sonra askeri birliklerden herhangi bir talep olmamasına rağmen Taksim ve Levent’e askeri birlikler sevk edildi.


http://www.uzmanportal.com/emasya-nedir-emasya-ne-ise-yarar-emasya-ne-demektir.html/


EMASYA Protokolü'nün tam metni ve dayanağı

25 Ocak 2010, ekleyen Fatih Polatlı

Taraf gazetesine servis edilen “Balyoz Darbesi Planı” belgeleri ile birlikte yeniden gündeme gelen EMASYA (Emniyet Asayiş Yardımlaşma) Protokolü’nün tam metni ilk kez Bugün gazetesi tarafından yayımlandı. Bu protokolün, “darbelere hukuki dayanak” sağladığı iddia ediliyordu. Protokolün 9. maddesi, ordu birliklerinin "toplumsal olaylar"a valilik emri olmadan da müdahale edebilmesini öngörüyor: "Toplantı ve gösteri yürüyüşü gibi toplumsal olayların şekil değiştirerek birçok bölgede, geniş halk kitlelerine yaygınlaşması, şiddete, katliama veya anayasal düzeni bozmaya yönelmesi durumunda; İl / İlçe Güvenlik Koordinasyon Komisyonu, olağanüstü ve ivedilikle toplanır. Bu gibi durumlarda EMASYA Komutanlıkları (bölge/ tali) olayları yakinen takip eder ve birliklerin hazırlıklarını tamamlar. Olaylara müdahale edebilecek toplanma bölgelerinde, birlikleri hazır bulundurur. Olayların gelişmesini değerlendirir. Başta mülki amirler olmak üzere, ilgili kademelere bilgi verir ve gecikmenin yaratacağı mahsurları ortadan kaldırmak için olaylara müdahale eder. Bu ve benzeri durumlarda olayların yaygınlaşmasını önlemek ve olayları bastırmak esas alınır." Protokolün eleştirilen bir başka yanı, toplumsal olaylara ordu birliklerinin de müdahale etmesi durumunda, kolluk kuvvetlerinin komutasının askeri komutana geçmesi. Ancak, protokolün dayanağını oluşturan 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nda da aynısı öngörülüyor: "(...) askeri birliğin belirli görevleri jandarma ya da polis ile birlikte yapması halinde komuta, sevk ve idare askeri birliklerin en kıdemli komutanı tarafından üstlenilir."  7 Temmuz 1997’de, yani Erbakan başkanlığındaki Refahyol hükümetinin ardından Mesut Yılmaz başkanlığında kurulan Anasol-D hükümetinin işbaşına gelmesinden yaklaşık bir hafta sonra İçişleri Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı arasında düzenlenen protokol, 7 yıldan uzun süredir iktidarda olan AKP tarafından yürürlükten kaldırılmamış ve bugüne kadar gizli tutulmuştu. Aşağıda, hem EMASYA Protokolü, hem de 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11/D maddesi var.   

EMASYA;
GENELKURMAY BAŞKANLIĞI İLE İÇİŞLERİ BAKANLIĞI ARASINDA 5442 SAYILI İL İDARESİ KANUNU “11/D MADDESİ” GEREĞİNCE ALINMASI GEREKEN MÜŞTEREK TEDBİRLERE İLİŞKİN PROTOKOL,

BİRİNCİ KISIM


GENEL HÜKÜMLER

AMAÇ:

MADDE-1: 

Bu protokolun amacı, bir veya birden fazla ilde çıkan veya çıkabilecek olaylarla ilgili olarak valilerin isteği üzerine askeri birlik tahsis edilmesi durumunda, güvenliğin, asayiş ve kamu düzeninin sağlanması ve terörle mücadelede, askeri birlikler ile kolluk kuvvetleri arasında;

a) Kuvvet kullanılması,
b) Kuvvet kaydırılması,
c) Emir komuta ilişkileri,
d) İşbirliği ve koordinasyon
e) Gerekli görülen diğer hususları,belirlemek, uygulanacak yöntem ve alınacak tedbirleri ortaya koymaktır.

KAPSAM:

MADDE-2: 

Bu protokol, toplumsal olayların önlenmesinde ve kamu düzeninin sağlanmasında, mülki amirler (vali ve kaymakamlar), EMASYA Komutanlıkları (EMASYA Bölge Komutanlıkları, EMASYA Tali Bölge Komutanlıkları, EMASYA Birlik Komutanlıkları) ve kolluk kuvvetleri (jandarma, polis, GKK, sadece asli görevleriyle sınırlı olmak üzere özel güvenlik birimleri) arasındaki yetki, görev ve sorumlulukları ile müştereken uygulanacak tedbirleri kapsar.

DAYANAK:

MADDE-3: 
Bu protokol 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11'inci maddesinin D fıkrasına dayanılarak hazırlanmıştır. [*]

TANIMLAR:

MADDE-4: 

Bu protokolde geçen;

Olaylar: Her türlü terör ve toplumsal olayları,
Emre alma: Bir birliğin/birimin kuruluşunda bulunduğu komutanlıktan/kurumdan alınıp, geçici olarak bir başka komutanlığa/kuruma verilmesi ile emrine birlik/birim verilen komutanlığın emrine aldığı birliğin/birimin ikmal ve idaresinden sorumlu olmasını,
Harekat kontroluna alma: Fonksiyon, zaman ve yer bakımından sınırlandırılmış bulunan özel vazifeleri veya görevleri ifa edebilmesi, ilgili birlikleri/birimleri konuşlandırması ve bu birliklerin/birimlerin taktik kontrolünü elinde bulundurabilmesi veya tahsis edilmesi maksadıyla askeri birlik komutanının emrine verilen kuvvetleri sevk ve idare etmesi için tanınan yetkiyi, (Harekat kontrolu, ilgili birliklerin/kurumların bağlı unsurlarının ayrı olarak kullanılmak üzere tahsis edilmeleri yetkisini ihtiva etmez),
Koordinatör Vali: Birden fazla ili içine alan olaylarda bu protokolun uygulanmasında, işbirliği ve koordinasyon sağlamak amacıyla gerekli görülen hallerde İçişleri Bakanı tarafından ilgili valiler arasından geçici olarak görevlendirilen bir valiyi,
ifade eder.

İKİNCİ KISIM

KUVVET KULLANILMASI

MADDE - 5: 

Terör ve toplumsal olayları değerlendirmek, kullanılacak kolluk kuvvetlerini düzenlemek, olaylara müdahale yöntemlerini belirlemek, kesintisiz koordinasyon ve işbirliğini sağlamak maksadıyla; il ve ilçe bazında “İL ve İLÇE GÜVENLİK KOORDİNASYON KOMİSYONLARI” ihdas edilir.
İl Güvenlik Koordinasyon Komisyonları; vali, garnizon komutanı veya temsilcisi, il jandarma komutanı, il emniyet müdürü, MİT temsilcisi ve gerekli görülen diğer ilgililerden teşkil edilir.
İlçe Güvenlik Koordinasyon Komisyonları; kaymakam, garnizon komutanı veya temsilcisi, ilçe jandarma komutanı, ilçe emniyet müdürü/amiri, MİT temsilcisi (varsa) ve gerekli görülen diğer ilgililerden teşkil edilir.
İl ve İlçe Güvenlik Koordinasyon Komisyonları; yeterli hazırlık zamanı bırakacak şekilde, olaylara karşı alınacak tedbirleri ve müdahale yöntemlerini tespit eder, askeri kuvvet talep edilmesi konusunda mülki amirlerin karar vermelerine yardımcı olur. İl ve İlçe Güvenlik Koordinasyon Komisyonları; illerde vali, ilçelerde kaymakamların başkanlığında ayda bir defa olağan, gerekli hallerde olağanüstü toplanarak, il ve ilçenin güvenlik durumunu değerlendirir.

MADDE -6: 

Mülki amirler, olaylara müdahale için (tabii afet durumları hariç) askeri birlik talebinde bulunmadan önce;
a. Kolluk kuvvetleri ile kontrol altına alınabilecek olaylarda zayıf bir ihtimal de olsa olayların kontrolden çıkması söz konusu ise, kuvvet talebinde bulunmadan önce EMASYA komutanlıklarına (bölge/tali) bilgi vererek, kademeli hazırlık süresi imkanı sağlar.
b. İl ve İlçe Güvenlik Koordinasyon Komisyonlarında yapılan durum değerlendirmesi neticesinde, mülki amirler tarafından askeri birliklerden kuvvet talebi zorunlu görülür ise, birlik komutanları ile koordinede bulunularak, uygun müdahale usullerinin icra edilmesine imkan verecek tarzda; birliklere hazırlık ve teşkilatlanma için yeterli zamanı sağlayacak şekilde önceden uyarı yapılır.
c. Kamu düzenini bozma istidadı gösteren terör dışındaki toplumsal olayların; kolluk kuvvetleri ile bastırılması esas alınır ve gerekli görülen hallerde, askeri gücün “caydırıcılık” özelliğinden yararlanılır.
d. Sportif faaliyetler, futbol maçları, planlı gösteri yürüyüşleri gibi olağan durumlar için, askeri kuvvet talebinde bulunulması hususu özenle değerlendirilmelidir. Zorunluluk olmadıkça kuvvet talebinde bulunulmamalıdır. 

MADDE - 7:

Mülki amirler tarafından, önceden yapılacak planlama ve hazırlıklarda, kolluk kuvvetlerinin kullanılmasına ilişkin esaslar, muhtemel kullanma planları ve muhabere irtibatları, EMASYA Komutanlıkları ile yeterli bir zaman öncesinden koordine edilir. Mümkün olduğu durumlarda bu planlar, esaslar ve irtibatlar; muhtelif senaryolara göre prova edilir.

MADDE-8 : 

EMASYA Komutanlıkları tarafından, mülki amirler emrindeki kolluk kuvvetlerinin muhtemel olaylarda daha önceden kullanabileceği göz önünde bulundurularak; emir komutanının askeri birliğe geçtiği andan itibaren, kolluk kuvvetlerinin “emre/harekat kontroluna” alma şeklinde kullanılacağı dikkate alınır.

MADDE-9: 

Toplantı ve gösteri yürüyüşü gibi toplumsal olayların şekil değiştirerek birçok bölgede, geniş halk kitlelerine yaygınlaşması, şiddete, katliama veya anayasal düzeni bozmaya yönelmesi durumunda; İl/İlçe Güvenlik Koordinasyon Komisyonu, olağanüstü ve ivedilikle toplanır. Bu gibi durumlarda EMASYA Komutanlıkları (bölge/ tali) olayları yakinen takip eder ve birliklerin hazırlıklarını tamamlar. Olaylara müdahale edebilecek toplanma bölgelerinde, birlikleri hazır bulundurur. Olayların gelişmesini değerlendirir. Başta mülki amirler olmak üzere, ilgili kademelere bilgi verir ve gecikmenin yaratacağı mahsurları ortadan kaldırmak için olaylara müdahale eder. Bu ve benzeri durumlarda olayların yaygınlaşmasını önlemek ve olayları bastırmak esas alınır.

ÜÇÜNCÜ KISIM

KUVVET KAYDIRILMASI

MADDE-10: 
Bir ildeki olayların gelişmesi üzerine mevcut kolluk kuvvetleri ile birlikte askeri birliklerin de yetersiz kalacağının değerlendirilmesi durumunda ilgili EMASYA Tali Bölge Komutanı bu ilden sorumlu EMASYA Bölge Komutanlığından yardım talep ederek iller arasında kuvvet kaydırılması sağlanır.

MADDE-11: 
Birden fazla ili içine alan olaylarda aynı nitelikteki olayların gelişmesi veya kırsal kesimde de yaygınlaşması ve mevcut askeri birliklerin de yetersiz kalacağının değerlendirilmesi durumunda; ilgili EMASYA Bölge Komutanı ve Koordinatör Vali arasındaki koordinasyonu müteakip EMASYA Bölge Komutanı, bir üst komutanlığından (Ordu/Kuvvet Komutanlığı, “J.Gn.K.lığı dahil”) kuvvet talebinde bulunarak, iller arasında kuvvet kaydırılır.

MADDE-12: 
Bir veya birden fazla ili içine alan terör olaylarında; askeri birliklerin kullanılması için, vali ve/veya koordinatör valiler tarafından kuvvet talebi; yetkili EMASYA Komutanlıklarına yazılı olarak yapılır. Acil durumlarda bu istek sonradan yazılı şekilde şekle dönüştürülmek kaydıyla sözlü olarak yapılabilir.
Bu yazılı talebin düzenlenmesinde kırsal alanlarda terörist unsurların yakalanması, etkisiz hale getirilerek tasfiye edilmesi için bu tür harekatın kapsam ve özelliği dikkate alınarak kesintisiz olarak sürecek seri operasyonların icrası dikkate alınmalıdır.

MADDE-13: 
EMASYA Komutanlıklarının talebi ve ihtiyaç halinde ilgili vali, kamu kurum ve kuruluşlarının hizmet, araç-gereç ve malzemelerinin il ve ilçeler arasında kaydırılmasını ve kullanılmasını sağlayarak personeliyle birlikte olay sürecince emre/harekat kontrolüne verebilir.

DÖRDÜNCÜ KISIM

EMİR-KOMUTA İLİŞKİLERİNİN DÜZENLENMESİ

MADDE-14: 
EMASYA planlarının uygulanması için mülki makamlar tarafından kuvvet talebinde bulunduğu ve olay mahalline intikal edildiği andan itibaren, kıdemli askeri komutan (Jandarma dahil) emir komutayı alır. Kolluk kuvvetleri bu andan itibaren askeri komutanın emrine girerler. Askeri komutan tarafından aksine bir emir verilmedikçe olay mahallindeki kolluk kuvvetlerinin almış olduları tertip, tedbir ve düzenler bozulmaz.

MADDE-15:
Emir komutanın askeri birlik komutanına geçtiği andan itibaren zor kullanmanın derecesinin tayini ile kullanılacak araç ve gereçler ile silah kullandırmanın yetki ve sorumluluğu askeri komutandadır.

MADDE-16: 
Mülki makamların koordinatörlüğünde muhtelif senaryolara göre EMASYA planlarının uygulanması, emir komuta ilişkileri ve işbirliği esaslarının geliştirilmesi maksadıyla; ilgili EMASYA Bölge ve Tali Komutanlıkları ve kolluk kuvvetleri personelinin katılımı ile EMASYA/Komutanlıklarının koordinatörlüğünde, yılda en az bir defa EMASYA semineri düzenlenir.
Uygulamada görülen aksak ve eksik yönleri gidermek amacıyla her kurum kendi personelini eğitir.

MADDE-17: 
Olaylara müdahalede hangi kurum-kuruluşların destek görevi alacağı, il valileri veya görevlendirildiyse koordinatör vali tarafından, ilgili EMASYA Bölge/Tali Komutanlıkları ile koordine edilerek, belirlenir ve bu husus önceden yapılacak planlamalarda ayrıntılı olarak belirtilir.

MADDE-18: 
İlgili mülki amir tarafından görevlendirilen polis özel hareket timleri, iç güvenlik harekatı süresince EMASYA Bölge ve Tali Komutanlıkları'nın harekat kontrolunda görev yaparlar. Geçici köy korucuları da, bölgedeki ilgili jandarma komutanlığının emir-komutasında olarak EMASYA Komutanlıklarının harekat kontrolunda görev yaparlar.

BEŞİNCİ KISIM

İŞBİRLİĞİ VE KOORDİNASYON

BİRİNCİ BÖLÜM

KOORDİNATÖR VALİLİK

MADDE-19: 
Birden fazla ili içine alan olaylarda, iller arasında kuvvet kaydırılması ve kullanılması, işbirliği koordinasyon, emir-komuta ilişkileri ve gerekli görülen diğer hususların uygulanmasını sağlamak üzere İçişleri Bakanı ilgili valilerden birini, tercihen EMESYA Bölge Komutanlığının bulunduğu il valisini geçici olarak Koordinatör Vali olarak görevlendirilebilir.
Görevlendirilen Koordinatör Vali, bulunduğu yerdeki EMASYA Bölge Komutanından gerekli görülen hallerde kuvvet talebinde bulunur, yürütülecek faaliyetleri ve işbirliğini bu komutanlık ile takip eder, iller ve kuvvetler arasında koordinasyonu sağlar.

İKİNCİ BÖLÜM

HAREKAT MERKEZİ FAALİYETLERİ

MADDE-20: 
Mülki makamlardan askeri kuvvet talebi geldiği andan itibaren, EMASYA Komutanlıkları nezdinde teşkil edilen “Asayiş Harekat Merkezleri”nde; jandarma komutanlıkları ve emniyet müdürlüklerini temsilen gerekli irtibat ve koordineyi sağlayacak şekilde, yeteri kadar irtibat personeli ve muhabere teçhizatı bulundurulur ve 24 saat esasına göre faaliyet gösterilir.

MADDE-21: 
Olayları en üst seviyede takip etmek, hükümeti ve komuta katını bilgilendirmek maksadıyla, Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde bir İç Güvenlik Harekat Merkezi oluşturulmuştur. İçişleri Bakanlığı seviyesinde de buna eş değer bir “ASAYİŞ HAREKAT MERKEZİ” teşkilinde Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı Asayiş Harekat Merkezlerinden faydalanılır ve her iki kurum arasında işbirliği ve koordinasyona işlerlik kazandırılır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

İSTİHBARAT FAALİYETLERİ

MADDE-22: 
EMASYA Bölge ve Tali Bölge Komutanlıklarında; terörle mücadelede görev yapan bütün birimlerin istihbarat gayretlerinin birleştirilmesi ve istihbaratın koordinesi için, “MÜŞTEREK İSTİHBARAT MERKEZLERİ” tesis edilir. Başbakanlığın 25 HAZİRAN 1996 gün ve 11269 sayılı genelgesi gereğince jandarma, MİT ve emniyet temsilcileri de bu merkezin çalışmalarına asil üye olarak katılırlar. Jandarma, MİT ve emniyet temsilcileri, EMASYA Bölge Komutanlığının belirleyeceği zaman, şekil ve usullerle çalışmalarını ve istihbarat bilgilerini takdim ederler ve karşılıklı istihbarat mübadelesinde bulunurlar. Elde edilen sonuçlardan ilgili valiye bilgi verilir.

ALTINCI KISIM

TAMAMLAYICI HUSUSLAR

MADDE-23:
EMASYA görevlerinde ve özellikle kırsal alanda terörist unsurlara karşı icra edilecek operasyonlarda polis özel harekat timleri ile askeri birliklerin birlikte kullanılması amacıyla, EMASYA komutanlıkları ve ilgili mülki amirlerin koordinasyonu ile müşterek tatbikatlar icra edilir.

YEDİNCİ KISIM

MALİ HUSUSLAR

MADDE-24: 
Polis özel harekat timlerinin EMASYA Bölge veya Tali Bölge Komutanlıklarının harekat kontrolünde uzun süreli operasyonlara iştiraki halinde, bu timlerin iaşeleri ilgili askeri birlikler tarafından sağlanacaktır. Bu maksatla yapılan harcamalar mevcut mali mevzuat usullerine göre, İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü bütçesinden Milli Savunma Bakanlığı bütçesine aktarılır

SEKİZİNCİ KISIM

YÜRÜTMEYE İLİŞKİN HUSUSLAR

MADDE-25: 
Bu protokol imza tarihinden itibaren geçerlidir.

MADDE-26: 
Protokolun uygulanmasından doğacak ihtilaflar, aksayan hususlar ve değişiklik teklifleri karşılıklı görüşmeler yoluyla düzeltilecektir.

MADDE-27: 

İş bu protokol 7/7/1997 tarihinde taraflar tarafından imza altına alınmıştır.

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI ADINA

Teoman ÜNÜSAN
Vali İçişleri Bakanlığı
Müsteşarı,

***

GENELKURMAY BAŞKANLIĞI ADINA,

Çetin DOĞAN
Korgeneral
Harekat Başkanı

Kaynak:

http://www.bugun.com.tr/haber-detay/90914-iste-darbecilerin-guvendigi-o-protokol-haberi.aspx

[*] Protokole yasal dayanak olarak gösterilen 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11. maddesinin D fıkrası:

D) (Değişik bent: 29/08/1996 - 4178/1 md.) Valiler, ilde çıkabilecek veya çıkan olayların, emrindeki kuvvetlerle önlenmesini mümkün görmedikleri veya önleyemedikleri; aldıkları tedbirlerin bu kuvvetlerle uygulanmasını mümkün görmedikleri veya uygulayamadıkları takdirde, diğer illerin kolluk kuvvetleriyle bu iş için tahsis edilen diğer kuvvetlerden yararlanmak amacıyla, İçişleri Bakanlığından ve gerekirse Jandarma Genel Komutanlığının veya Kara Kuvvetleri Komutanlığının sınır birlikleri dahil olmak üzere en yakın kara, deniz ve hava birlik komutanlığından mümkün olan en hızlı vasıtalar ile müracaat ederek yardım isterler. Bu durumlarda ihtiyaç duyulan kuvvetlerin İçişleri Bakanlığından veya askeri birliklerden veya her iki makamdan talep edilmesi hususu, yardım talebinde bulunan vali tarafından takdir edilir.
Valinin yaptığı yardım istemi geciktirilmeksizin yerine getirilir. Acil durumlarda bu istek sonradan yazılı şekle dönüştürülmek kaydıyla sözlü olarak yapılabilir.

1) Vali tarafından askeri birliklerden yardım istenmesi halinde; muhtemel olaylar için istenen askeri kuvvet, valinin görüşü alınarak olaylara hızla el koymaya uygun yerde, cereyan eden olaylar için ise olay yerinde hazır bulundurulur.

2) (Değişik cümle: 17/06/2003 - 4897 S.K./1. md.) Olayların niteliğine göre istenen askeri kuvvetin çapı, vali ile koordine edilerek askeri birliğin komutanı tarafından, görevde kalış süresi, askeri birliğin komutanı ile koordine edilerek vali tarafından belirlenir.

3) Askeri kuvvetin müstakilen görevlendirilmesi durumunda; verilen görev askeri kuvvet tarafından kendi komutanının sorumluluğu altında ve onun emir ve talimatlarına göre Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununda belirtilen yetkiler ile kolluk kuvvetlerinin genel güvenliği sağlamada sahip olduğu yetkiler kullanılarak yerine getirilir.

4) Güvenlik kuvvetleri ile yardıma gelen askeri kuvvet arasında işbirliği ve koordinasyon, yardıma gelen askeri birliğin komutanının da görüşü alınarak vali tarafından tespit edilir.

5) Ancak, bu askeri birliğin belirli görevleri jandarma ya da polis ile birlikte yapması halinde komuta, sevk ve idare askeri birliklerin en kıdemli komutanı tarafından üstlenilir.

6) Birden fazla ili içine alan olaylarda ilgili valilerin isteği üzerine aynı veya farklı askeri birlik komutanlarından kuvvet tahsis edilmesi durumunda iller veya kuvvetler arasında işbirliği, koordinasyon, kuvvet kaydırması, emir komuta ilişkileri ve gerekli görülen diğer hususlar yukarıda belirtilen hükümler çerçevesinde Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek esaslara göre yürütülür.

7) Bu esasların uygulanmasında, işbirliği ve koordinasyon sağlamak amacıyla gerekli görülen hallerde İçişleri Bakanı ilgili valilerden birini geçici olarak görevlendirir.

8) Olayların sınır illerinde veya bu illere mücavir bölgelerde cereyan etmesi ve eylemcilerin eylemlerini müteakip komşu ülke topraklarına sığındıklarının tespit edilmesi durumunda valinin talebi üzerine ilgili komutan eylemcileri ele geçirmek veya tesirsiz hale getirmek maksadı ile, her defasında Genelkurmay Başkanlığı kanalı ile Hükümetin müsaadesi tahtında, ihtiyaca göre kara, hava, deniz kuvvetleri ve Jandarma Genel Komutanlığı unsurları ile komşu ülkelerin mutabakatı alınmak suretiyle mahdut hedefli sınır ötesi harekat planlayıp icra edebilir.

9) Bu fıkra uyarınca görevlendirilen askeri birlik mensupları hakkında bu görevlerin ifası sırasında işledikleri suçlardan dolayı tabi oldukları kanun hükümlerine göre işlem yapılır.

10) Yukarıda belirtilen hususlar nedeniyle doğan acil ve zaruri ihtiyaçları karşılamak amacıyla yapılacak harcamalar Bakanlar Kurulunca uygun görülecek fonlardan yapılacak aktarmalar ve İçişleri Bakanlığı bütçesine konulan ödenekten yapılır.

11) Her yıl İçişleri Bakanlığı bütçesine aktarılacak olan paraların illere dağıtımı ve kullanımı ile ilgili esaslar İçişleri Bakanlığınca belirlenir.

12) Bu madde uyarınca kuruluş ve kişilerden sağlanan ve satın alınan malzeme, araç ve gereçlerin satın alma, kira ve kullanım bedelleri ile işçi ücretleri ve benzeri giderler için ödeme emri beklenmez. İçişleri Bakanı veya valinin onayı yeterli sayılır.

13) Bu harcamalar 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu, (...) hükümlerine tabi değildir. Ödemeler usul ve esasları Maliye Bakanlığının görüşü alınarak İçişleri Bakanlığınca yürürlüğe konulacak bir yönetmelikle düzenlenir.


Kaynak:

 http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/938.html


http://www.haberveriyorum.net/haber/emasya-protokolunun-tam-metni-aciklandi

..