Nurettin Ersin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nurettin Ersin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Kasım 2020 Cuma

ABD Gizli Diplomatik Belgelerinde 12 Eylül Darbesi.

 ABD Gizli Diplomatik Belgelerinde 12 Eylül Darbesi. 


“ Terör Tehdidi Türkler için azaldı ama ABD için sürüyor"




İrem Köker
BBC Türkçe
14 Eylül 2018





12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından ABD'nin Türkiye'deki diplomatik misyonlarından Washington'a yapılan yazışmalarda gündeme getirilen en önemli konular arasında güvenlik durumu ve şiddet olaylarının seyri yer alıyor.
Darbenin hemen ardından ABD'li diplomatlar, özellikle sol örgütlerin yeraltına inip, güç topladıktan sonra tekrar eylemlerine başlayacağı yönünde kaygı taşıdığı görülüyor.
Bununla birlikte, 5 Kasım 1980 tarihinde Ankara Büyükelçiliği'nin gönderdiği bir yazışmada, darbenin ardından şiddet olaylarında kaydadeğer bir azalma olduğu ancak bazı sol grupların askeri müdahaleden ABD'yi sorumlu tutmasından dolayı kendilerine yönelik tehdidin ciddiyetini koruduğu belirtiliyor.
BBC Türkçe, 2011 yılında Bilgi Edinme Yasası kapsamında yapılan bir başvuru üzerine gizliliği kaldırılan ABD Dışişleri Bakanlığı belgelerine ulaştı. İlk kez kamuoyuna açıklanan bu belgelerle ilgili haberlerin ilki 12 Eylül darbesinin 38'inci yıldönümü olan Çarşamba, ikincisi ise dün yayımlandı. Bugünkü haber üç günlük boyunca haber dizisinin de son haberi.

12 Eylül sabahı ABD Büyükelçisi: "Askeri liderleri iyi tanıyoruz, endişeye mahal yok"
ABD diplomatik belgelerinde 12 Eylül: "İş adamlarının çoğu havalara uçuyor"
BBC Türkçe'nin ulaştığı belgeler arasında 12 Eylül 1980 ile 5 Kasım 1980 tarihleri arasında ABD'nin Ankara, İstanbul ve İzmir'deki diplomatik temsilciliklerinden Washington'daki Dışişleri Bakanlığı ile diğer ülkelerdeki temsilciliklerine gönderilmiş 10 adet yazışma yer alıyor.

İlk kez kamuoyuyla paylaşılan bu yazışmalardan biri gizlilik sıralamasında en yüksek ikinci derece olan "Gizli" ibaresini; yedi tanesi üçüncü gizlilik derecesi olan "Özel" ibaresini taşıyor. İki yazışma da kamuya açık bilgiler taşıdığı için "Tasnif Dışı" olarak sınıflandırılıyor.



"Güvenlik güçleri aktif durumda ve çok sayıda kişi gözaltında"
"12 Eylül'den bu yana Türkiye'deki iç güvenlik durumu iyileşti" başlıklı 5 Kasım 1980 tarihli "Özel" ibareli yazışma, ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'nden Daniel Newberry'nin imzasını taşıyor.
Newberry, bu yazışmada Türkiye'de güvenlik durumunun kaydadeğer ölçüde iyileştiğine dikkat çekiyor:
"Güvenlik güçleri geçmişe kıyasla çok daha aktif durumdalar ve terörist olduğundan kuşkulanılan çok sayıda kişi sorgulanmak üzere gözaltına alındı.
"MGK Genel Sekreteri Haydar Saltık, yabancı gazetecilere düzenlediği basın toplantısında, 12 Eylül'den bu yana güvenlik güçleri tarafından yaklaşık 11 bin 500 kişinin gözaltına alındığını söyledi. Bu kişilerden 6 bin 900'ü tutuklanırken, 3 bin 900'ünün gözaltındaki işlemleri devam ediyor ve 746 hakkında da çeşitli suçlardan hüküm verildi.
"Ayrıca çıkarılan af yasasının ardından geçen üç hafta içinde 160 bin ruhsatsız silahın da teslim edildiğini not etmekte fayda var."
Türkiye'de 1970'li yılların sonunda şiddetlenen iç çatışma, ordunun da darbe için öne sürdüğü gerekçeler arasında yer alıyor.
Darbeden 10 gün önce, 2 Eylül 1980 tarihinde Milliyet gazetesinde yer alan bir haberde, son aylarda günde ortalama 10 kişinin "terör olayları nedeniyle" hayatını kaybettiği bildirildi. Haberde, Milliyet İstihbarat Servisi'nin yaptığı araştırmaya göre, Ocak ile Eylül 1980 arasındaki dokuz aylık dönemde 1.606 kişinin yaşamını yitirdiği ifade edildi.

Bu dönemde, Ağustos, 347 can kaybıyla en kanlı ay oldu. Gazetede yayımlanan tabloda, Mayıs ve Haziran aylarında can kaybı sayısının 200'e yaklaştığı ve Temmuz ayında da 300'ün üzerine çıktığı bilgisine yer verildi.
Milliyet'te Kasım başında yayımlanan bir başka haberde de, 12 Eylül'den sonra "terör olayları nedeniyle" yaşamını yitiren kişi sayısının 67 olduğu ve bunlardan 42'sinin yasa dışı örgüt üyesi olduğunun iddia edildiği belirtildi.


KAYNAK, GAZETE ARŞİVİ. MİLLİYET.COM.TR

"Gazeteler sıkıyönetim komutanlıklarından verilenleri haber yapıyor"
Ancak Newberry, çatışmalarla ilgili verilen rakamların güvenilir olmayabileceği uyarısını yapıyor. Yazışmada, 12 Eylül'den bu yana gazetelerin özellikle de sıkıyönetim komutanlıklarının görev alanına girebilecek konularda "emin olmadıkları şeyleri yazmadıkları" ve yapılan haberlerin de sıkıyönetim komutanlıkları tarafından servis edilen malzemelerin kullanıldığı vurgulanıyor.
Newberry, "Eldeki verilere yönelik kuşkularımıza rağmen, Büyükelçilik 12 Eylül'den sonra Türkiye genelinde iç güvenlik ortamının ciddi şekilde iyileştiğini düşünüyor. Bu düşünce diğer yabancı ve Türkler tarafından da destekleniyor" yorumu yapıyor ve şöyle devam ediyor:
"Şu aşamada genel terör tehdidi bir şekilde azalmış gibi görünse de, Türkiye'de görev yapan Amerikalılara yönelik tehdit ciddiyetini koruyor.
"Türkiye Komünist Partisi'nin radyo yayınlarında 12 Eylül 'Amerikan yapımı darbe' olarak tanımlanıyor ve Türklere çok sert şekilde karşılık verme çağrısı yapıyor.
"12 Eylül'den bu yana ülke genelinde ABD karşıtı birkaç olay yaşanırken, bunlar Amerikalı olarak tanımlanan binaların önüne bomba bırakılmasıyla sınırlı kaldı. ABD'li personele yönelik herhangi bir terör saldırısı yaşanmadı.
"Bununla birlikte, Türkiye'deki teröristler, zaman geçtikçe ve mevcut yönetim altında yaşamaya alıştıkça daha da cesur hale gelebilirler. Bu durumda hem Türklere hem de Amerikalara yönelik tehdit de artar."




"Orgeneral Yüksel, kökü kazınmasa da kontrol altına alınabileceğini düşünüyor"
Yazışmada, 12 Eylül öncesinde yaşanan siyasi şiddet olayları "kendine özgü" olarak tanımlanıyor ve onlarca küçük silahlı grubun yanı sıra bu grupların eylemlerine katılan ya da destek veren binlerce kişi olduğu belirtiliyor.
Ancak ABD'li diplomatların görüştüğü askeri yetkililer ise şiddet olaylarına başvuranları "azınlık" olarak tanımlıyor.
Bu isimlerden birisi de Ege Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Süreyya Yüksel. İzmir Konsolosluğu'ndan 2 Ekim 1980 tarihinde geçilen "Özel" ibareli diplomatik yazışmada, Yüksel'in şiddet olaylarının kontrol altına alınabileceğine dair değerlendirmelerine yer veriliyor:
"Teröristleri ufak bir azınlık olarak nitelendiren Yüksel, terörizmin tamamen kökü kazınamasa da kontrol altına alınabileceğini aktardı.
"Dev-Yol'un tehdit ettiği gibi terörün hükümete meydan okuyacak hale gelip gelmeyeceği yönündeki soruma ise 12 Eylül'ün hemen ardından gelen dönemde bir artış olma ihtimali bulunsa da bunun hiçbir zaman Türkiye için darbe öncesi dönem kadar büyük bir tehlike oluşturmayacağı yanıtını verdi."



KAYNAK,GETTY IMAGES

"Evren Sakarya kadar insanın öldüğü bu sürece örtülü savaş diyor"
ABD'li diplomatlar, darbeden sonra yaptıkları yazışmalarda ordunun yönetime el koyma nedenleri arasında şiddet olayları ve iç çatışmaların rolüne ilişkin değerlendirmeleri de yer alıyor.
Yine Daniel Newberry imzası taşıyan, 19 Eylül tarihli "Gizli" ibareli yazışmada, darbenin lideri olan dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren'in yaptığı açıklamalarda yaşanan çatışmaların orduyu harekete geçmek zorunda bıraktığını söylediğini belirtiyor:
"Evren, bu olayları ve radikal gruplar nedeniyle ülkede giderek artan kutuplaşmayı göz önünde tutarak, son iki yıl içerisinde 5 bin ölü ve 15 bin yaralıyla Türkiye'nin bağımsızlığında önemli rol oynayan 1921'deki Sakarya Meydan Muharebesi kadar can alan bu şiddet olaylarını 'örtülü savaş' olarak nitelendirdi.
"Evren, hükümetlerin etkisizliği ve mecliste yaşanan tıkanıklığın etkisiyle artan şiddet olaylarının orduya yönetime el koymak dışında başka bir seçenek bırakmadığını söyledi."
Darbeden önceki günlerde dönemin gündemini meşgul eden konulardan biri de Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen hakkında verilen gensoruydu. Aynı dönemde ayrıca Enerji Bakanı Esat Kıratlıoğlu ve Maliye Bakanı İsmet Sezgin hakkındaki gensorular da Meclis gündemine alınmayı bekliyordu.
Adalet Partisi'nin kurduğu azınlık hükümetindeki bakanlara yönelik muhalefet partilerinin verdiği gensorular, bu dönemde Meclis'teki tıkanıklığın ve hükümetin de etkili politikalar yürütememesinin bir sembolü olarak nitelendiriliyor.


"Komuta kademesi teröre ve eylemleri yapanlara karşı harekete geçecek"
Newberry tarafından kaleme alınan yazışmada, Evren ve diğer ordu komutanlarının ülkedeki "anarşi ortamına yabancı ülkelerin etkisi" konusundaki kaygılarının giderek arttığı ifade ediliyor.
Aynı yazışmada, ordunun darbe planlarının eski Başbakan Nihat Erim ve bundan üç gün sonra da Türkiye'deki sendikal hareketin en önemli isimlerinden 
Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun (DİSK) kurucusu Kemal Türkler'in öldürülmelerinin ardından Temmuz ayı ortasında "ciddiye bindiğinin 
artık daha net bir şekilde" görüldüğü belirtiliyor.
Nihat Erim, 19 Temmuz 1980 tarihinde İstanbul'un Dragos semtinde Dev-Sol tarafından düzenlenen bir suikast sonucu yaşamını yitirirken, Türkler de 22 Temmuz 1980'de evinin önünde bir ülkücü tarafından vurularak öldürüldü. Bu iki cinayet, 12 Eylül darbesi öncesindeki en önemli kilometre taşları arasında gösteriliyor.
Newberry, aşırı solun eskiye kıyasla daha şiddetli bir şekilde harekete geçebileceğini belirterek, şunları yazıyor:
"Siyasal sistemde büyük bir reformun yanı sıra ordunun mevcut komuta kademesinin terörü ve bu eylemleri yapanları ortadan kaldırmak için ülke çapında harekete geçmesi gerekiyor. Bu işin, önümüzdeki aylarda direnişin ortaya çıkması ve şiddet olaylarının yeniden ortaya çıkmasını engellemeye yetecek kadar hızlı ve kapsamlı yapılabileceğine dair şu aşamada hiçbir gösterge yok.
"Aksine, 1971-73 yılları arasındaki radikal sola kıyasla daha büyük, daha gelişmiş, daha organize ve daha iyi silahlanmış aşırı sol, kurulan geçici hükümeti itibarsızlaştırmak, halkın desteğini azaltmak ve muhtemelen orduyu 'demir yumrukla' baskı kurmaya kışkırtmak için çok ciddi çaba gösterecektir."
Yazışmayı kaleme alan Newberry, Türkiye'yi yakından tanıyan ABD'li diplomatlardan birisi. 1999 yılında yaşamını yitirmesinin ardından Washington Post gazetesi yayımladığı haberde Newberry'den "Türkiye konusunda otorite" olarak bahsediyor.
Newberry, 36 yıl süren diplomasi kariyerinde Türkiye'ye dört defa atandı ve Ankara, Adana ve İstanbul'da görev yaptı. 19 Eylül 1980 tarihli yazışmayı Ankara Büyükelçiliği'nde görevli olduğu sırada kaleme alan Newberry, bundan bir yıl sonra İstanbul Başkonsolosluğu'na atandı ve 1985 yılına kadar bu görevi sürdürdü.


TSK KOMUTA KADEMESİ 

KAYNAK, GETTY IMAGES

12 Eylül 1980'de ne oldu?

TSK, cumhurbaşkanının parlamentoda uzlaşma sağlanamaması nedeniyle aylarca seçilememesi, yaşanan hükümet istikrarsızlığı, ağır ekonomik sorunlar ve yoğun iç çatışmaları gerekçe göstererek 12 Eylül 1980 Cuma günü sabah saat 03:00'te yönetime el koydu.
Ülkenin yönetimi darbeyle birlikte kurulan Milli Güvenlik Konseyi'ne (MGK) devredildi. MGK'nın yayımladığı ilk bildiride, darbenin ordunun "İç Hizmet Kanunu'nun verdiği Türkiye Cumhuriyeti'ni kollama ve koruma görevini" yerine getirmek adına "emir-komuta zinciri" içinde gerçekleştirildiği belirtildi.
MGK'nın başkanlığına Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren getirildi.
Konsey'de yer alan diğer isimler de Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komitanı Oramiral Nejat Tümer, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun oldu.

Konsey'in genel sekreterliği görevini de Orgeneral Haydar Saltık yürütüyordu.
Darbe olduğunda iktidarda Adalet Partisi (AP) Genel Başkanı Süleyman Demirel başbakanlığındaki azınlık hükümeti bulunuyordu. Bu azınlık hükümetine Necmettin Erbakan önderliğindeki Milliyetçi Selamet Partisi (MSP) ve Alparslan Türkeş'in lideri olduğu Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) dışarıdan destek veriyordu. Ana muhalefette ise genel başkanlığını Bülent Ecevit'in yaptığı Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) vardı.

Darbenin ardından birçok siyasi parti, sendika ve dernek kapatıldı, yeni bir anayasa hazırlandı, birçok isme siyaset yasağı getirildi ve parlamenter sistemde önemli değişiklikler yapıldı. Darbenin ardından yaklaşık üç yıl sonra, 6 Kasım 1983 genel seçimleriyle demokrasinin yeniden tesisi süreci de başladı.

Adalet Bakanlığı'nın açıkladığı resmi verilere göre, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından toplam 650 bin kişi gözaltına alındı ve 52 bini de tutuklandı. Fişlenen kişi sayısı da 1 milyon 680 bin, vatandaşlıktan çıkartılanların sayısı da 14 bin.
Sıkıyönetim mahkemelerinde 210 bin dava açıldı ve toplamda 230 bin kişi farklı suçlardan yargılandı. Bunların 7 bini hakkında idam cezası istendi.
Bu dönemde, 14 kişi cezaevlerindeki açlık grevleri nedeniyle, 171 kişi sorguda ve uğradığı işkence sonucu ve 49 kişi de idam edilerek yaşamını yitirdi.
Ancak sivil toplum kuruluşları, gerçekten çok daha fazla kişinin darbeden etkilenmiş olabileceğini söylüyor.

***

19 Aralık 2016 Pazartesi

Filistinli Gerillaların Ankara’daki Mısır Büyükelçiliği Baskını


Filistinli Gerillaların Ankara’daki Mısır Büyükelçiliği Baskını


  Hatırlıyor musunuz? Ankara’daki Mısır Büyükelçiliği’ne 13.07.1979 tarihinde ‘ Filistin Devriminin Kartalları ’ adlı örgüt adına hareket eden gerillalar tarafından baskın yapılmıştı.
Burada Mısır Büyükelçisi dahil yaklaşık yirmi kişi gerillalar tarafından rehin alınmışlardı.
Ankara’daki Arap ülkelerine mensup elçilikler devreye girerek arabuluculuk yapmaya çalışmış ancak muvafak olamamışlardı.
Eylemle ilgili gelişmeleri anlatmadan önce Musul’daki rehine olayına değinmek istiyorum. IŞID eline bırakılan ‘danışıklı rehine’ olayında yalnızca konsolosluk görevlileri değil türk dış politikasının kriptolarıda gönüllü olarak bu suç örgütünün eline teslim edilmiş oldu.
Dikkat edilirse Türk dış politikası o tarihten itibaren açıkça rehin kaldı. Bu rehin alma olayı hangi tahhütler, hangi angajmanlar sözkonusu olduysa tam olarak bilemiyoruz, ancak Konsolosluk görevlileri teslim edilmekle birlikte devam etmektedir.
Buradan konumuza geçeyim. Bu hükümetin içinden geldiği gelenek ve genel anlamda türkiye sağı daha önceki bir tarihsel olayda nasıl davranmışlardı? Mısır Elçilik baskınının gerçekleştiği dönemdeki bir kaç günlük gazete yayınlarına dayanarak aktarmak istedim.
Eylemin gerçekleştiği Mısır Elçiliği civarında bulunan İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’e iletilen bildiride; ‘Türkiye, Filistin düşmanı Sedat ile tüm ilişkilerini kesmelidir. Filistin bir devlet olarak kabul edilmeli, Filistinlilerin geleceği ve kendi toprakları üzerinde hür devlet olarak varlıkları Türkiye’ce kabul edilmelidir. Mısır-ABD ve Mısır-İsrail arasındaki anlaşmalar Türkiye tarafından reddedilmelidir. Türkiye İran devrimini örnek olarak almalıdır. Lübnan köylerinde bulunan Filistinliler üzerindeki baskılar kaldırılmalıdır.’ görüşleri yer alıyordu.
Gerillaların eyleme geçmeleri ise o dönem büyük yankılar uyandıran bir başka tarihsel olayla ilgiliydi. Kısaca anımsatayım: İsrail Başbakanı Menahem Begin ve Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat 17 eylül 1978 tarihinde gizli görüşmeler ve pazarlıklar sonrasında ABD denetiminde bir barış anlaşması imzaladılar. Bu anlaşma çerçevesinde İsrail Sina Yarımadası’ndan çekilirken, Mısır İsrail’le ilk kez diplomatik ilişki kuran arap ülkesi oluyordu. Bu anlaşma sonrası her iki lider Nobel Barış Ödülü aldılar.
Filistin Devrimi’nin Kartalları adlı örgüt eylemlere başladığında FKÖ ile ilişkilendirilmekle birlikte bu ilişki FKÖ tarafından ısrarla reddediliyordu. Ankara eyleminden bir yıl önce Lefkoşe’deki Mısır ve İsrail Büyükelçiliklerini havaya uçurma girişiminde bulunmuşlardı. Kısa bir süre öncede Beyrut’taki John Kennedy Kültür Merkezi yine bu örgüt tarafından bombalanmıştı.
Filistinli eylemciler ilk yayınladıkları bildirinin ardından tercüman vasıtasıyla ‘hain Sedat’la ilişkilerin kesilmesi ve kendilerini bir arap başkentine götürecek bir uçak temin edilmesi’ ve Kahire’de bulunan iki Filistinli’nin serbest bırakılması talebinde bulundular. Ancak daha sonra yapılan açıklamalarda İran ve Kuveyt gerillaları kabul etmeyeceklerini açıkladılar.
Bu sırada Bakanlar Kurulu toplantısından çıkan Başbakan Bülent Ecevit taleplerin karşılanması konusuna ‘bir şey söyleyemem’ yanıtını vererek, bilgi almak üzere olay yerine gitmişti. Bülent Ecevit daha sonra dönemin Genelkurmay Başkanı ve 12 eylülün müstakbel faşist darbe lideri Kenan Evren’le bir durum değerlendirmesi yaptıklarını açıkladı.
Mısır Büyükelçilik yakınlarına gelen Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve Kara Kuvvetleri Komutanı Nurettin Ersin burada elçiliğe yönelik operasyon hazırlıklarını yönettiler.
Operasyon için Batman’dan 40 kişilik özel tim getirildi. Kısa süre sonra takviye olarak Diyarbakır’dan ek özel birlikler getirildi. Bunlarında yeterli olmayacağı düşünüldüğünde Batman’dan Dağ Okulu mensubu takviye özel timler getirildi. Daha sonra eylemin ikinci gününde bu kez Foça’daki Jandarma Komando Okulu’ndan özel timler aktarıldı.
Bu sırada önce Alman Hükümeti Mogadişu baskınına katılan timleri yardımcı olmak üzere göndermeyi teklif etti. Aynı şekilde İsrail Hükümeti Mısır kabul ettiği takdirde yardım edeceklerini açıkladı.
Olayların hedefindeki ülke Mısır ise ‘Ankara baskınına karışmayacağını’ açıkladı. Mısır gazeteleri olayı Kaddafi ve Esat’ın kışkırttıklarını yazıyorlar ve bu ülkeleri suçluyorlardı.
İsrail Hükümeti adına yapılan açıklamada bu ‘terör eyleminin Kreisky, ve Willi Brandt’ın Viyana’da Sosyalist Enternasyonal toplantısı’nda Yaser Arafat’la görüşmeleriyle yapılan hatadan kaynaklandığını, burada tedhişçiliğin kışkırtıldığını’ suçlamaları yer aldı.
Eylem haliyle Türkiye’de büyük yankılar uyandırdı. O dönem bir açıklamada şimdiki Erdoğan ve AKP’nin içinden geldikleri gelenek olan ‘ Milli Görüş ’ çizgisinin siyasi temsilcisi durumundaki Milli Selamet Partisi lideri Necmettin Erbakan tarafından yapılmıştı.
Erbakan açıklamasında Filistinli gerillaların bu eylemlerine ilişkin ‘ülkemiz dışarıdan gelen teröristlerin cirit attıkları bir ülke haline geldi’ diyordu.
Geleneksel devletçi Cumhuriyetçi Güven Partisi Lideri Turhan Feyzioğlu ‘türk devletine karşı cinayet işleyen silahlı tedhişçilerin kahraman ya da dost gibi görülmesi şaşkınlıkların geçmişte milletimiz pahalıya mal olduğu’ açıklamasını yaparak kınarken; MHP adına Sadi Somuncuoğlu Hükümetin üç gün boyunca olayları seyrettiğini söyleyerek ‘türk milletinin gururunun incindiğini’ belirtiyordu.
Tabi bu operasyon hazırlıkları sürerken, devrimci mücadelenin son derece yüksek olduğu koşullarda Ankara’da Filistinle Dayanışma amacıyla çeşitli yerlerde Pankartlar asılırken, kimi yerlerde destek amaçlı korsan gösteriler yapıldı.
İşgal eyleminin ikinci gününde eylemcilerle görüşmek üzere Şam’dan özel olarak THY ile getirilen dört FKÖ yöneticisi önce Dışişleri Bakanı Gündüz Ökçün ve İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’le görüştüler.
FKÖ’lü yöneticiler ‘arabuluculuk’ için geldiklerini ve ‘eylemle ilgilerinin bulunmadığını’ söylerlerken, Başbakanlık’tan bir açıklama yapıldı.
Açıklamanın son bölümünde ‘bilindiği gibi Türk ulusu, Filistin halkının kurtuluş ve bağımsızlık davasını ve ulusal haklarını içtenlikle benimseyip desteklemektedir. (…) FKÖ’nün tepkisi ve yaptığı girişim bir iyiniyet kanıtı olarak değerlendirlmiş ve memnuniyetle karşılanmıştır.’ görüşüne yer veriliyordu.
FKÖ’lü yöneticiler, yanlarında İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş olduğu halde Büyükelçiliğin arkasındaki bulunan Elçilik konutuna gerillalarla konuşmaya gittiler. Daha sonra Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun aynı şekilde FKÖ heyeti yanlarında olduğu halde gerillalarla telefon görüşmeleri yaptılar.
Gerillalar daha sonra FKÖ yöneticilerinin telkinleriyle teslim oldular. Gerillalar teslim olurlarken ‘yaşasın Filistin, Viva Türkiye’ sloganları attılar.
Dışarı çıktıklarında Hasan Fehmi Güneş’in elini sıkarak öptüler. İşte bu tavır Türkiye’de tartışmaların ve zaten amansızca süregiden anti-komünist kampanyanın dozunu arttırdı.
Başbakan Bülent Ecevit İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’in gerillalar tarafından öpülmesini övgü ile karşılıyorum’ diyerek, ‘olaydan sonrada insanca yaklaşımından ötürü kutladı’.
Eylemin sonuçlanmasından sonra FKÖ’lü yetkililerden biri olan Abu Firas ‘türk hükümetinin çağrılısı olarak geldiklerini, görevlerinin kan dökülmeden arabuluculuk yapmak olduğunu ve görevlerini başarıyla tamamladıklarını’ açıkladı.
Daha sonra Hükümet tarafından FKÖ’nün Ankara’da bir hafta içerisinde temsilcilik bürosu açmasına karar verildiği açıklandı.
Ara bir not olması açısından belirtmem gerekiyor; basında yer aldığına göre, FKÖ’nün bu eylemden bir iki yıl öncesinde MC Hükümeti döneminde Ankara’da temsilcilik açma girişimi reddedilmiş, bu sırada temsilcilik açmak amacıyla Ankara’ya gelen FKÖ üyeleri MİT tarafından sınır dışı edilmişlerdi.
İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’in Filistinli gerillalara sarılması, özellikle Tercüman önderliğinde sağ basının yoğun nefret kampanyasına neden olmuştu.
Ana muhalefet Lideri Süleyman Demirel, ‘canileri kucaklayıp öpen bir İçişleri Bakanı bir gün dahi görevde kalamaz’ diyerek ‘teröristleri makam arabasıyla götürmesini skandal’ olarak nitelendirmişti. Sonrasında konuyu Meclis’te tartışma konusu yapmışlardı.
Şimdiyse ana muhalefette yer alan CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun Konsolosluk görevlierininserbestbırakılmaları nedeniyle Başbakan Davutoğlu’nu telefonla arayıp kutladığı haberleri yer aldı.
Resmi/sivil faşist çetelerin tüm türkiye’de kol gezdikleri, katliamlar düzenledikleri, yanısıra İsrail’in sınırsızca saldırı ve katliamlarını sürdürdüğü ve Orta Doğu’yu kan gölüne çevirdiği koşullarda, Hasan Fehmi Güneş’in gayet insancıl bir reaksiyonu, bir anda anti-komünist kampanyanın bir parçası haline getirilmişti.
Son derece normal bir davranıştan nasıl da faydalanma alçaklığını göstermeye kalkıştılar.
IŞID gibi milyonlarca insanın kaderleriyle oynayan bir suç şebekesinin elinde ‘anlaşmalı rehine’ olarak bırakılan Musul konsolosluğundaki 49 görevlinin serbest bırakılmaları sürecinde ve sonrasında Erdoğan başta olmak üzere ‘ Çakma ’ başbakan Davutoğlu ve diğerleri nasıl bir utanmazlık, ve küstahlık sergilediler.
Her an bir ‘pislik’ çıkarmaya hazır ‘şirretlikle’, kendi görevlileri hakkında ‘ihmal’ vb. türü haber ve yorumların yayılmasına dahi bilinçli olarak ‘göz yumarak’ IŞID’a verdikleri desteği ve ‘ Diplomatik Müzakerelerini ’  sahiplenince içinden geldikleri geleneğin ve genel anlamda türkiye sağının Mısır Elçiliği baskını nezdinde Filistin ‘davası’ndaki tutumunu hatırladım.
O dönemlerde yaptıkları tek şey, tıpkı bugün yaptıkları gibi, gizlice Amerika’yı ve İsrail’i destekleyerek, Filistin şehitlerinin ‘ruhlarına fatiha okuyup’, ‘gıyabi cenaze namazı’ kılmak ve ‘yüz kez Kurana el basıp, yüz kez yalan söylemek’ti.
Birde unutmadan devrimci mücadelenin son derece yüksek olduğu koşullarda Filistin’li gerillaların eylemi sonlandırmaları nın bir gün sonrasıydı, 18 temmuz tarihli gazetelerde ‘ Nikaragua diktatörü Somoza’nın kaçtığı ’ haberleri yer alıyordu.
O başarının bizi devrime bir adım daha yaklaştırdığını hissediyorduk.
2014-09-24 Ahmet Akif Mücek
***

26 Eylül 2015 Cumartesi

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL ÖNCESİ VE SONRASI BÖLÜM 29




TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ  12 EYLÜL  ÖNCESİ  VE  SONRASI  
BÖLÜM 29



1 MAYIS  GÖSTERİLERİNDE 33 KİŞİNİN  ÖLÜMÜ..,




27 Aralık: Türk Silahlı Kuvvetleri, Cumhurbaşkanı'na uyarı mektubu verdi. Genelkurmay Başkanı OrgeneralKenan Evren ile kuvvet komutanlarını imzasını taşıyan mektupta ülkedeki iç karışıklıkla ilgili rahatsızlıklar dile getirildi. 

_ ÜLKENİN İÇİNDE BULUNDUĞU DURUMDA GÖZ ÖNÜNE ALINARAK SİYASİ PARTİ LİDERLERİNİN CUMHURBAŞKANI NEZDİNDE BİR ARAYA 
GELİP PARLEMENTER LER TARAFINDAN ÇÖZÜM YOLLARININ ACİLEN BULUNMASI İSTENDİ..,

Mektup 2012 yılında mahkeme tarafından kabul edilen 12 Eylül davası iddianamesin de 'müdahalenin şartlarını olgunlaştırma' kararınının bir yıl önce alındığının delili olarak gösterildi.


KENAN Evren' ve KUVVET KOMUTANLARININ  CUMHURBAŞKANI FAHRİ KORUTÜRKE  SUNDUGU MEKTUP METNİ Mektubunun Orijinali










Mektupta "Türk Silahlı Kuvvetleri ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizin bir an önce, milli menfaatlerimizi ön plana alarak, anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir" ifadelerine yer verildi.

<  Türkiye'yi 12 Eylül'e götüren süreçte kaleme alınan, Evren ve dönemin kuvvet komutanlarının Fahri Korutürk'e yazdığı ' TAVSİYE Mektubu'...

 Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve kuvvet komutanlarının Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e yazdığı 'uyarı mektubu'nun Köşk arşivlerindeki orijinali TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu'na gönderildi.

Zaman'a göre; Cumhurbaşkanı Korutürk, 27 Aralık 1979'da gönderilen mektubun üzerine el yazısıyla, "Komutanlarla görüştükten sonra harekete 
geçmeyi uygun görüyorum. 1 Ocak'ta Or'larla görüşeceğim." Şeklinde not düşmüş.burada ki çelişki şu  heyet zaten randevulu köşke 27 aralıkta bizzat cıktı ve tavsiye mektubunu verdi.. mektup yeni yılda  görüşecegi kişilerin  siyasi
Parti liderleri ile  görüşecegi şeklinde dir..İsmet  İnönünün Damadı  Metin Toker  mektubun içeriğini 3 Ocak 1980 de hürriyet gazetesinde zaten yayınlamış kamu oyu tavsiye mektubundan bu haber üzerine  haberdar olmuştur..siyasi parti liderleriylede görüşülmüş  meclis 9 ay gibi bir zaman zarfında türkiyenin içinde bulundugu kaos  ortamından cılarılması için hiçbir yasal düzenleme yapmamıştır,


    _ Parti LİDERLERİ HATTA ALAY KONUSU YAPIP ''  MEKTUP BANA DEĞİL SANA  SANA DEGİL ON HATTA  DAHADA İLERİ GİDİP  POSTACI YOLU ŞAŞIRMIŞ ''  DEYİP HİÇBİRİDE SİYASİ SORUMLULUK VE DE  TEDBİRLERİ ALMAMIŞTIR..  ( SIKIYÖNETİMİN DEVAMINA KARAR VERİLMİŞ  AMA ÜLKEDE DE KAOS  ORTAMI DAHADA VAHİM DEVAM ETMİŞTİR..)

Türkiye'yi 12 Eylül'e götüren süreçte kaleme alınan mektupta, "Kuvvet komutanları ile beraber yaptığım son gezilerimde Ordu ve Kolordu Komutam seviyesindeki general ve amirallerle görüşmelerimde milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde süratle bir sonuca ulaşabilmek için gerekli tedbirlerin müştereken tespiti amacı ile tüm anayasal kuruluşlar ve siyasi partilerin bir kere daha uyarılması bütün komutanlarca müştereken dile getirildi." ifadeleri dikkat çekiyordu. Tarihi mektupta Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülend Ulusu, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya ile Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'un imzaları bulunuyor.

Mektup üzerinde Korutürk'ün el yazısıyla aldığı notlar da dikkat çekiyor. Kenan Evren'in Korutürk'e hitaben yazdığı 'Sayın Cumhurbaşkanım' ifadesi de el yazısıyla kaleme alınmış. TSK'nın ülkedeki anarşi ortamıyla ilgili görüşlerinin yer aldığı mektubun önsözünde şu cümleler yer alıyor:

"Sayın Cumhurbaşkanım, ülkemizin içinde bulunduğu ortamda Devletimizin bekası, milli birliğin sağlanması, halkın mal ve can güvenliğinin temini için; anarşi, terör ve bölücülüğe karşı parlamenter demokratik rejim içerisinde anayasal kuruluşların ve özellikle siyasi partilerin, Atatürkçü milli bir görüşle müştereken tedbirler ve çareler aramaları kaçınılmaz bir zorunluk olarak görülmektedir. Milli Güvenlik Kurulu'nun muhtelif toplantılarında bu konuda alınan kararların muhalefete mensup siyasi partilerin kısır tutum ve davranışları yüzünden olumlu sonuçlara götürülemediği yüksek malumlarıdır.

Kuvvet Komutanları ile beraber yaptığım son gezilerimde Ordu ve Kolordu Komuta seviyesindeki general ve amirallerle görüşmelerimde milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde süratle bir sonuca ulaşabilmek için gerekli tedbirlerin müştereken tespiti amacı ile tüm anayasal kuruluşlar ve siyasi partilerin bir kere daha uyarılması bütün komutanlarca müştereken dile getirildi. Bu karar ışığında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin görüşlerini, Milli Güvenlik Kurulu Başkanı olarak zatıalilerine sunuyorum. Gereğini yüksek takdirlerine arz ederim. Saygılarımla. Kenan Evren - Orgeneral - Genelkurmay Başkanı." Korutürk, mektubu aldıktan sonra 1 Ocak 1980'de, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kuvvet Komutanları ve Jandarma Genel Komutanı'yla Köşk'te görüşmüştü.

>

http://www.aktifhaber.com/evrenin-darbe-mektubunun-orijinali-644782h.htm



Metin Toker & CÜNEYT ARCAYÜREK HÜRRİYET GAZETESİ TAVSİYE  Mektubun içeriğini  HÜRRİYET GAZETESİ BASIN YOLUYLA KAMUOYUNA DUYURDU..,


Cüneyt Arcayürek hayatını kaybetti; işte cumhuriyet tarihini de özetleyen hayatı
Arcayürek, 'Johnson mektubu', 'Ordu uyarı mektubu verdi' haberleri ve kitaplarıyla basında iz bıraktı...


23 Haziran 2015 14:46


Türkiye basınının en kıdemli isimlerinden Cumhuriyet gazetesi yazarı ve gazetenin sahibi konumundaki Cumhuriyet Vakfı'nın Yönetim Kurulu üyesi Cüneyt Arcayürek, 87 yaşında hayatını kaybetti. Bazı yaklaşımları tartışılsa da, "Johnson mektubu" ve 12 Eylül 1980 darbesini aylar öncesinden haber veren "Ordu uyarı mektubu verdi" gibi haberleri ve kitaplarıyla Türkiye basın tarihine geçen Arcayürek, Ankara gazeteciliğinin sembol isimleri arasındaydı.

Çoklu organ yetmezliği nedeniyle 13 Mayıs 2015 tarihinden bu yana yoğun bakımda olan Arcayürek'in bugün (23 Haziran 2015) saat 14:30'da vücut fonksiyonlarının bozulması ve çoklu organ yetmezliği nedeniyle yaşamını yitirdiği açıklandı. Arcayürek, perşembe günü Gölbaşı'ında toprağa verilecek. 

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Arcürek'in vefatının ardından başsağlığı mesajı yayımladı. TGC'den yapılan açıklamaya göre, Arcayürek’in cenazesi 25 Haziran 2015 Perşembe günü öğle namazının ardından Ankara Maltepe Camisi’nden alınarak Gölbaşı Mezarlığı’nda toprağa verilecek.

Cüneyt Arcayürek, 6 Mart 1928 tarihinde İstanbul'dan deniz yoluyla İnebolu'ya, oradan da kağnılarla Anadolu'ya geçerek Milli Mücadele'ye katılan genç öğretmen çift İzzet Bey ile Mesrure Hanım'ın, Nezih ve Dündar Arcayürek'ten (ö. 1993) sonra üçüncü çocuğu olarak Ankara’da dünyaya geldi. Arcayürek ailesi, savaş yıllarında Nezih'i kaybetti.

Cüneyt Arcayürek Ankara'nın tarihi semtlerinden Samanpazarı’nda, Koç ailesinin çocuklarının da okuduğu “Bizim Mektep” adlı özel ilkoukulu bitirdikten sonra Cebeci Orta Okulu'nda okudu. Babasını erken yaşta kaybetti. Paylaştığı anılar arasında, annesi Mesrure Hanım'ın öğretmenlik yaptığı Ankara Kız Lisesi ekibini kabullerinde iki kez gördüğü Atatürk'ün kendisini sevmesi ve elini öptürmesi de vardı.

Tıp eğitimden gazeteciliğe...

Ardından, Türk şiirinde Garip akımının öncüleri Orhan Veli Kanık ve Melih Cevdet Anday ile Prof. Erdal İnönü'nün de öğrencileri arasında bulunduğu, Ankara'da açılan (1932) üçüncü lise olan Gazi Lisesi'ne girdi ve 1944 yılında mezun oldu. Liseden sonra Ankara Tıp Fakültesi'ndeki tıp eğitimi kapsamında Almanya'ya da gitti. Ancak tıp eğitimini tamamlamayarak, arkadaşı Çetin Altan’ın önerisi ile gazeteciliğe geçiş yaptı.

Tek parti döneminde Cumhuriyet Halk Partisi'nin yayın organı olan ve bir dönem eski başbakanlardan Bülent Ecevit'in de çalıştığı Ulus gazetesinde 1947 yılında gazeteciliğe başladı. Sırasıyla Ankara Akşam haberleri, Kudret, Vatan, 1954 yılında tekrar Ulus gazetesi, Anka Haber Ajansı, Akis dergisi, Hürriyet, Güneş, Milliyet gazetelerinde çalıştı. Milliyet'te ve Atatürk'ten sonra İkinci Cumhurbaşkanı ve CHP'nin ikinci Genel Başkanı İsmet İnönü'nün damadı da olan gazeteci Metin Toker'in yayımladığı Akis dergisinde hem yazarlık, hem de genel yayın müdürlüğü yaptı. Akis dergisindeki bir yazısı nedeniyle cezaevine girdi.

Okay Gönensin, Cüneyt Arcayürek, Hasan Cemal, Yalçın Doğan, Oktay Akbal, Sami Karaören, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, İlhan Selçuk, Yalçın Bayer (Soldan sağa. Kumkapı'da Balıkçı Fırat'ın yerinde. 6 Şubat 1987)
Okay Gönensin, Cüneyt Arcayürek, Hasan Cemal, Yalçın Doğan, Oktay Akbal, Sami Karaören, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, İlhan Selçuk, Yalçın Bayer (Soldan sağa. Kumkapı'da Balıkçı Fırat'ın yerinde. 6 Şubat 1987)"Bir garip gazete" dediği Milliyet'ten kısa bir süre sonra ayrılan Arcayürek 1985 yılında, Hasan Cemal'in Genel Yayın Yönetmenliği sırasında Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başladı. Hasan Cemal ile İlhan Selçuk-Uğur Mumcu ekibi arasında gazetenin sahibi Nadir Nadi'nin ölümünün ardından 1991 yılında yayın politikası konusunda çıkan anlaşmazlık sırasında Cumhuriyet'ten ayrılarak bir süre o dönemin Bugün gazetesinde yazdı. Nisan 1992'de İlhan Selçuk ve Uğur Mumcu ekibiyle birlikte döndüğü Cumhuriyet gazetesinde "Güncel" başlıklı sütunundaki yazılarını hayata veda edene kadar sürdürdü. Bir dönem Tuncay Özkan'la birlikte Kanaltürk'te "Politika Durağı" adlı programı yaptı.

Geçen çarşamba günü toprağa verilen Hürriyet gazetesinin eski sahibi Erol Simavi ile 22 yıl çalıştığı ve gazetenin Ankara Temsilciliği'ni de üstlendiği yıllarda yakın dostluk kuran Arcayürek, Simavi ailesine ait Göcek'teki Domuz Adası'nda aile dışında evi bulunan istsinai bir isim olarak da biliniyordu.

Johnson mektubu ve  Kıbrıs savaşındaki ilk gazeteci


ABD Başkan Yardımcısı Lyndon Johnson ve Süleyman Demirel, 28 Ağustos 1962).




Askerliğini 1950 yılında Ankara’da yedek subay olarak yapan Arcayürek, ABD Başkanı Lyndon B. Johnson tarafından Türkiye Başbakanı İsmet İnönü'ye 5 Haziran 1964 tarihinde gönderilen ve “Johnson mektubu” diye anılan mektubu ortaya çıkararak büyük bir şöhret kazandı. Türkiye'nin Kıbrıs’a müdahalesini önlemek amacıyla ve kaba bir üslupla yazılmış olan mektubu; iki yıl boyunca gizli tutulduktan sonra ele geçiren Arcayürek, mektubun tam metnini 13 Ocak 1966'da Hürriyet'te yayımlandı. Hürriyet gizli tutulan mektubu yayınlayınca, 15 Ocak 1966'da dönemin iktidarı, İnönü'nün verdiği yanıtı da açıklamak zorunda kaldı. Arcayürek, bu olay üzerine hakkında çeşitli soruşturmalar ve davalar açılırken "Yılın Gazetecisi" seçildi.

Arcayürek, 1974 yılında Türkiye'nin Kıbrıs'a yaptğı askeri harekât sırasında, askeri bir gemiye binerek Kıbrıs'a giren ilk gazeteci oldu. Çektiği 40 kaset fotoğraf dünyaya servis edildi.

Darbeyi haber veren uyarı mektubu

Arcayürek'in gazetecilik kariyerinde iz bırakan diğer haber, 12 Eylül 1980 darbesini yaklaşık dokuz ay öncesinden haber veren "uyarı mektubu" oldu.

27 Aralık 1979 tarihinde dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, kendisinin ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülend Ulusu, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya ile Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'un imzalarını taşıyan; “ülkede yaşanan siyasi ve sosyal çalkantılar karşısında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin görüşünü” içeren uyarı mektubunu, bir ön yazı ile Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e sundu. Mektupta, TSK'nın “cumhuriyeti kollama ve koruma görevi”ne işaret edilerek darbe uyarısı yapıldı.

Ancak kamuoyu, muhtırayı 2 Ocak 1980 tarihinde Hürriyet gazetesinde Cüneyt Arcayürek'in haberiyle öğrendi. Daha sonra anlaşıldı ki, Korutürk, 1 Ocak 1980 gününe kadar altı gün boyunca muhtırayı saklamış, kimseyi haberdar etmemişti. Korütürk bu tutumunun gerekçesini yakın çevresine “Yılbaşı öncesinde halkın tadını kaçırmamak” diye açıklamıştı.

Cumhurbaşkanı Korutürk, 1 Ocak 1980 tarihinde Genelkurmay Başkanı Evren, kuvvet komutanları ile Jandarma Genel Komutanı'nı Çankaya Köşkü'ne davet etti. Kendisi de emekli bir oramiral olan Korütürk, Cumhurbaşkanlığı süresinin dolacağı Nisan 1980'e kadar askeri müdahale yapılmamasını istedi.

Muhtıra haberinin “Ordu uyarı mektubu verdi” başlığıyla Hürriyet'te ortaya çıkması üzerine Korütürk, 2 Ocak 1980'de dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ve CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'i birlikte Köşk'e davet ederek altı gün boyunca elinde sakladığı “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin görüşü” başlıklı muhtıranın birer kopyasını verdi.

Korutürk, aynı gün o zaman iki kanatlı olan TBMM'de Millet Meclisi Başkanı Cahit Karakaş ile Cumhuriyet Senatosu Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil, Cumhuriyet Senatosu Milli Birlik Grubu Başkanı Fahri Özdilek, Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Grubu Başkanı Zeyyat Baykara ile Milli Selamet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, Cumhuriyetçi Güven Partisi Genel Başkanı Turhan Feyzioğlu ve Demokratik Parti Genel Başkan Vekili Faruk Sükan'a da mektubun birer örneğini gönderdi.

Kenan Evren'in ön yazısı ve muhtıra metni

Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'in, 27 Aralık 1979 tarihli uyarı mektubunun ön yazısı ile “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Görüşü” başlıklı uyarı mektubu aynen şöyleydi:

"Sayın Cumhurbaşkanım,

Ülkemizin içinde bulunduğu ortamda Devletimizin bekası, milli birliğin sağlanması, halkın mal ve can güvenliğinin temini için; anarşi, terör ve bölücülüğe karşı parlamenter demokratik rejim içerisinde anayasal kuruluşların ve özellikle siyasi partilerin, Atatürkçü milli bir görüşle müştereken tedbirler ve çareler aramaları kaçınılmaz bir zorunluk olarak görülmektedir.

Milli Güvenlik Kurulunun muhtelif toplantılarında bu konuda alınan kararların muhalefete mensup siyasi partilerin kısır tutum ve davranışları yüzünden olumlu sonuçlara götürülemediği yüksek malumlarıdır.

Kuvvet Komutanları ile beraber yaptığım son gezilerimde Ordu ve Kolordu Komutam seviyesindeki general ve amirallerle görüşmelerimde milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde süratle bir sonuca ulaşabilmek için gerekli tedbirlerin müştereken tespiti amacı ile tüm anayasal kuruluşlar ve siyasi partilerin bir kere daha uyarılması bütün komutanlarca müştereken dile getirildi.

Bu karar ışığında Türk Silahlı Kuvvetlerinin görüşlerini, Milli Güvenlik Kurulu Başkanı olarak zatıâlilerine sunuyorum.

Gereğini yüksek takdirlerine arz ederim.

Saygılarımla. "

Türk Silahlı Kuvvetlerinin Görüşü,

Ülkemizin içinde bulunduğu son derece önemli siyasi, ekonomik ve sosyal ortamda her geçen gün hızını biraz daha artıran anarşi, terör ve bölücülüğe karşı milli birlik ve beraberliğin sağlanabilmesi için; Türk Silahlı Kuvvetleri, ülke yönetiminde etkili ve sorumlu anayasal kuruluşları ve özellikle siyasi partileri göreve davet etmek mecburiyetinde kalmıştır.

Kahramanmaraş olaylarının yıldönümünde henüz ilk ve orta-öğretim çağındaki evlatlarımızın örgütlü eylemciler tarafından zorla sürüklendikleri anarşik olaylar ibretle müşahade edilmektedir.

Anayasamızın getirdiği geniş hürriyetleri kötüye kullanarak İstiklal Marşımız yerine komünist enternasyonali söyleyenlere, şeriat düzeni davetçilerine, demokratik rejim yerine her türlü faşizmi getirmek isteyenlere, anarşiye, yıkıcılığa ve bölücülüğe milletimizin tahammülü kalmamıştır.

İktidar olan siyasi partilerin bütün devlet kademelerini kendi siyasi görüşleri doğrultusunda hareket edecek kişilerle doldurması, kamu görevlilerinin ve vatandaşların bölünmesini zorunlu hale getirmektedir. Siyasi partilerce yaratılan bu bölünme giderek anarşi ve bölücülüğü destekleyen iç kaynakların şekillenmesine, himayesine; polis, öğretmen ve diğer birçok kuruluşların birbirine düşman kamplara ayrılmalarına neden olmaktadır.

Türk Silahlı Kuvvetleri; ülkemizin siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlarına bir çözüm getiremeyen, anarşi ve bölücülüğün ülke bütünlüğünü tehdit eden boyutlara varmasını önleyemeyen, bölücü ve yıkıcı guruplara tavizler veren ve kısır siyasi çekişmeler nedeni ile uzlaşmaz tutumlarım sürdüren siyasi partileri uyarmaya karar vermiştir.

Bölgemizdeki gelişmeler Ortadoğu'da her an sıcak bir çatışmaya dönüşebilecek durumdadır. İçte anarşist ve bölücüler yurt sathında genel bir ayaklanmanın provalarını yapmaktadırlar.

Ülkede birlik ve beraberliğin, vatandaşın can ve mal güvenliğinin süratle sağlanabilmesi için gerekli kısa ve uzun vadeli tedbirlerin Yüce Meclislerimizde en kısa zamanda kararlaştırılması bugünkü ortam içinde hayati bir önem taşımaktadır.

Diğer yandan Meclislerin açılışından bir buçuk ay sonra komisyonların ancak teşkil edilebilmesi ve ülkenin acilen çözüm bekleyen konuların müzakere için bugüne kadar müşterek bir gündemin saptanamaması üzüntü ile izlenmektedir.

Atatürk milliyetçiliğinden alınan ilham ve hızla vatandaşlarımızı kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde milli şuur ve ülküler etrafında toplamanın; iç barış ve huzurun sağlanmasında temel unsur olduğu apaçık bir gerçektir. Ülkenin içinde bulunduğu bu durumdan bir an evvel kurtulması hükümetler kadar diğer siyasi partilerimizin de görevleri arasındadır.

Türk Silahlı Kuvvetleri; İç Hizmet Yasası ile kendisine verilen görev ve sorumluluğun idraki içinde ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizin bir an önce milli menfaatlerimizi ön plana alarak, Anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi Devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir.

'Bir habere el atarsam mutlaka sonunu bulurum'

Arcayürek, hayatından kesitleri paylaştığı Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nde "Ordu uyarı mektubu verdi" haberinin hikâyesini şöyle anlatmıştı:

“Bir gün eve geldim, Esin İstanbul’da, radyoda 19 bültenini dinliyorum, aralarda bir haber geçti. ‘Kuvvet Komutanları Çankaya Köşkü'nde’ falan diye. Bugün görüşme günü değil! İçime kurt düştü. Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülend Ulusu’yu aradım ve doğrudan sordum, ‘yazılı mı verdiniz sözlü mü’ diye, ‘yazılı’ dedi. İçinde şu var mı, bu var mı diyerek metni toparladım. Kara Kuvvetleri Komutanı Nurettin Ersin Paşa'yı da tanıyorum, onu da aradım, oradan da doğrulatınca haberi yazdırdım. Gazeteden aradılar bir süre sonra, ‘Ağabey ne başlık verelim?’ diye, ‘Ordu uyarı mektubu verdi’ deyin dedim…

Bir habere el atarsam mutlaka sonunu bulurum. Sabaha kadar uğraşır, bulurum. Rahmetli Mustafa Ekmekçi ile Basın Sitesi'nde karşılıklı bloklarda oturuyorduk, ’Gece senin çalışma odanın ışığını görünce uykum kaçıyor, yine ne yapıyor diye merak ediyorum’ derdi.”

Demirel'le Köşk yılları...

Arcayürek'in gazetecilik serüveni, Türkiye siyasetinde iz bırakan isimlerden 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile uzun yıllar boyunca yakın bir ilişkiyi de içeriyor.

Dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, Nazmiye Demirel, Başbakan Süleyman Demirel, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren (soldan sağa)





Dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, Nazmiye Demirel, Başbakan Süleyman Demirel, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren (soldan sağa).

Arcayürek, 28 Kasım 1964 tarihinde yapılan Adalet Partisi kongresinde Sadettin Bilgiç karşısında (diğer adaylaylar Tekin Arıburun ve Ali Fuat Başgil) kimsenin şans tanımadığı Demirel'in genel başkanlığa seçileceğini, kongreden çıkan sayısal sonuca paralel olarak tahmin eden tek isim oldu.

Demirel, Turgut Özal'ın 17 Nisan 1993'teki ani ölümü üzerine 9. Cumhurbaşkanı olarak Köşk'e çıkınca Arcayürek'e Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığı görevini teklif etti.

Bir süreliğine bu görevi kabul ederek, daha sonra tekrar döneceği Cumhuriyet gazetesinin Ankara Temsilciliği'nden ayrılan Arcayürek, Köşk'teki tanıklıklarını anlatan ve "Etekli Demokrasi" cildiyle Tansu Çiller dönemini de içeren kitap dizisi nedeniyle Demirel'den tepki gördü.

http://t24.com.tr/haber/cuneyt-arcayurek-oldu-iste-cumhuriyet-tarihini-de-ozetleyen-hayati,299408


ÇANKAYA 11 CUMHURBAŞKANI 11 ÖYKÜSÜ..,

‘Faruk Gürler’in Cumhurbaşkanı seçilmemesi gerekir’
Kulislerde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Gürler’in Sunay’dan sonra cumhurbaşkanı olacağı konuşuluyordu
Şubat ayının son günleri, bir geceydi. Sokak sessiz ve kimsesiz. AP liderinin evinde çalışma odası. Uzun süredir görüşmediğim AP lideri Demirel’le söyleşiye başlarken, acaba Demirel de Aristo mantığına sığınarak “hükümetlerin alın yazısını tayin edenler daima silah taşıyanlardır” diye düşünüyor mu diye bir soru vardı kafamda.
Zira yavaş yavaş tırmanan, artık önümüze ateşten bir top gibi geliveren Cumhurbaşkanı seçimi pek çok olaya gebe görünüyordu.
Askerlerin “kendilerinden birini” Çankaya’da görmek istedikleri, hatta bu isteklerini partilere, üstelik parlamentoda çoğunlukta olan AP’ye ve Ecevit gibi demokrasiye bağımlı bir lidere şu ve bu biçimde kabul ettireceklerine yüzde yüze yakın şans tanıyanlar çoklukta idi.
Bu bölümde de Demirel adından neden sık sık söz edildiğini merak edenler veya sorgulayanlar olabilir.
AP ve lideri 12 Mart süreci boyunca, cumhurbaşkanı seçimi sırasında ön plandaydı; askerler de sürekli dayattıkları reformların ve kurulacak hükümete buyurdukları konuların AP’nin katkısı olmadan gerçekleşmeyeceğinin bilincinde idiler.
Çünkü AP parlamentoda çoğunlukta idi ve tek söz sahibi lider Demirel’di...
Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili gelişmeleri öğrenebilmek ancak çoğunlukta olan AP’yi izlemekle olanaklıydı.
Üstelik askerler de biliyor ve hesapların ona göre yapıyorlardı: Parlamentoda “kendilerinden birinin” seçilmesi ancak AP oylarıyla olanaklıydı.
AP’yi günübirlik izlemek hem her açıdan önemliydi hem de haberin kaynağı lider Demirel’di.
Kulislerde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Faruk Gürler’in Sunay’dan sonra cumhurbaşkanı olacağı yaygındı.
Demirel’e; “Faruk Gürler diyorlar?” dedim. Ayağa kalktı. Önümde durdu, “Seçilemeyecek” dedi.
Kulis hesaplarını altüst eden bu sözü üzerine şaşırıp kaldığımı görünce bu kez, “Seçilmemesi gerekir” dedi.
Ve nedenlerini açıklamaya koyuldu.
“Çünkü” diyordu. “AP Meclis grubu, milletvekilleri ve senatörleriyle ona oy vermeyecek. Her siyasal darboğazda, her siyasal dönemeçte bilinçle davrandıkları gibi davranacaklar ve tarihsel görevlerini yerine getireceklerdir. Buna bütün kalbimle inanıyorum.”
Odada bir aşağı bir yukarı geziyor, arada duruyor, kimi açıklamalar yapıyor.
Bu sözlerinin “bir kararlılığın” ifadesi olduğunu söylüyor. “Eğer Gürler’i seçersek halkın karşısına onun temsilcileri olarak nasıl gideceğiz? Sen oyunu bana ver, zor karşısında ben bu yetkiyi başkasına devredeyim mi diyeceğiz?”
Ayağını yere vurdu: “Yok öyle bir şey!”
Aksi halde insanlara milli iradenin erdemini anlatamayacaklarını söylüyordu.
İyi ama 150’ye yakın AP’li parlamenterin oy vereceklerini Gürler’e bir mektupla bildirdiklerinden söz ediliyordu.
Yaptığı hesaplara göre TBMM’de toplam 317 olan AP’liden 30’u Gürler’e oy verebilirdi ama.. hiçbiri millet iradesine dayanan bu partide kalamazlardı.”


‘ORDU KARARLARINI BAŞBAKAN TEBLİĞ EDİYOR’

Oysa uyumuştuk.Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili ordu kararları iki ay önce, 23 Ocak 1973 Salı günü, Başbakan Ferit Melen tarafından AP liderine bildirilmiş, bana göre tebliğ edilmişti.
Melen konuşmaya “ordu üst kademelerinin kararlarını anlatmaya çalışacağını” söyleyerek başladı ve ordunun isteklerini özetledi:
“Ordu komuta heyeti (12 Mart cuntası) 13 Mart’ta yapılacak cumhurbaşkanı seçimini müzakere etti. Devletin başıyla ilgili bu sorunda ordunun dileği ve eğilimi şudur: Sayın Sunay’ın görev süresi üç yıl daha uzatılacak. Genelkurmay Başkanı Faruk Gürler görevinde üç yıl daha kalacak. Orduya gereken çekidüzeni verecek.”

Demirel, Melen’in (ordu komuta heyetinin) beklemediği bir çıkış yaptı:
“Söylediklerinizin gerçekleşmesi olanaksızdır” dedi.

Ona göre parlamentonun hür iradesini hiçe saymaktı. AP liderine göre bu kararların içeriğinde Faruk Gürler’in adı gizliydi. Bu kararlar Gürler’in adaylığı ve seçimiyle ilgili ön hazırlıklardı.

Sunay’ın görev süresinin uzatılamayacağı anlaşılınca komuta heyeti cumhurbaşkanı seçimine doğrudan müdahale edeceğini açığa vurdu.
21 Şubat 1973 günü devlet radyosu 13.00 haberlerinde bir “ordu bildirisi” yayımladı:
Bildiri “komutanların kimi siyasal liderlerle ülke sorunlarını görüştüğünü, AP liderinin ‘kendine özgü nedenlerle’ bu görüşmeye katılmadığını” açıklıyordu.
Lakin siyasal kulisler; ülkede huzur, reformların geleceği gibi konuların elbette konuşulduğuna.. ancak komutanların bu görüşmelerde dolaylı biçimde isim vermeden Faruk Gürler’in adaylığını ve seçilmesini gündeme getirdiklerine inanıyordu...
Haklıydılar. Çünkü komutanlar (komuta heyeti adına konuşan Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Turgut Sunalp portreyi çiziyor) ordunun yeni cumhurbaşkanında bulunmasını istediği nitelikleri sıralamıştı: “Tarafsız bir kişi. Partisiz. 27 Mayıs’a ve 12 Mart’a karşı çıkmamış bir insan. Özgeçmişinde kötü notlar bulunmayan, adı herhangi bir yolsuzluğa karışmamış, ordunun başkomutanlığını üstleneceğine göre Türk Silahlı Kuvvetleri’nin dilinden anlayan, sorunları yakından bilen, enerjik yapıya sahip bir kişi.” Görüşmelerde Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur da bulunmuştu.

‘İSİM SÖYLEMİYORLAR AMA…’

Komutanlarla görüştükten sonra evinde yakın çalışma arkadaşlarıyla bir araya gelen CHP lideri Bülent Ecevit:
“Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinde bir iki önemli izlenim edindim” diye anlatmaya başladı:
“Sunalp Paşa yeni cumhurbaşkanında bulunmasını istedikleri nitelikleri sıralıyor ama bir isim söylemiyor. Fakattt Sunalp Paşa’nın tarif ettiği insan Gürler Paşa olarak biçimleniyor, renkleniyor” dedikten sonra komutanlara açıkladığı görüşünü anlattı:
“Gürler Paşa’nın kişiliğiyle, bilinen yetenekleriyle niteliklerine karşı olmadığımızı söyledim. Ancak Genelkurmay Başkanlığı’ndan Cumhurbaşkanlığı’na giden yolu benimsememizin olanaksızlığını vurguladım.”
AP ve CHP’nin, Genelkurmay Başkanı Gürler’in cumhurbaşkanı seçilmesine karşı oldukları böylece kesinlik kazanıyordu.
Cumhurbaşkanı seçimi giderek karmaşık bir biçimsellik alıyordu.
MGK uzun bir toplantı yaptı. Yayımladığı bildiride Cumhurbaşkanı’nın partilerle temas ederek “soruna” bir çare, bir çözüm bulmasının kararlaştırıldığını açıkladı.
Yorumlar doğruydu: Askerler Sunay aracılığıyla Köşk sorununa çözüm yolu açılacağını sanıyordu.
Parti genel başkanlarıyla görüştü Sunay. Köşk her şeyden söz ediyordu. Fakat “o duyarlı soruna” gelince fazla bilgi almak olanaksızdı. TBMM, yeni cumhurbaşkanını seçerken anayasada yazılı yetkilerini kullanacaktı. Köşk’teki görüşmelerin özünde bu vardı; ayrıca örneğin cumhurbaşkanı parlamento dışından olacak mıydı? Yanıt, hayırdı!
Örneğin Demirel’e göre zaten Çankaya’nın şu ya da bu kişiyi “empoze” etmeye yetkisi yoktu. Ama? Ordunun vardı.


KÖŞK’TEKİ GÖRÜŞMELERİN İÇERİĞİ DIŞARIYA SIZIYOR...

Fakat Köşk’teki görüşmelerin içeriği yavaş yavaş sızmaya başladı. Sunay, parti liderlerinden “ordu adına” bir ricada bulunmuş; Genelkurmay Başkanı Gürler’i cumhurbaşkanı seçivermelerini istemişti!
AP merkezinden alınan sağlıklı bilgilere göre Cumhurbaşkanı; “buhranın sonunu iyi görmediğini” söylemiş, ortalığın ‘vahim ve karışık’ olduğundan söz etmiş, MGK’nin parti liderleriyle görüşmesini istemesi üzerine bu görüşmeleri yapmaya karar vermişti.
Komutanlar Çankaya’ya gelmiş, Sunay’dan görev süresinin uzatılmasını istediklerini söylemişler. Cumhurbaşkanı da komutanlara bir koşulla uzatmayı bütün partilerin kabul etmesi durumunda kabul edebileceği yanıtını vermişti.
Fakat Melen’in yaptığı görüşmelerden sonra Sunay’ın görev süresini uzatma formülü yatmıştı. Bunun üzerine komutanlar Sunay’a tekrar gelmişler ve bu kez:
“Görev sürenizin uzatılması yattığına göre… Faruk Gürler Paşa cumhurbaşkanı olsun” demişlerdi.
Gürler’in cumhurbaşkanlığı resmiyet kazanmıştı.
Sunay bir başka deneme daha yaptı. Komutanlara partiler Gürler’i cumhurbaşkanı seçeceklerini yazıyla taahhüt ederlerse Genelkurmay Başkanı için derhal üzerine düşeni yapacağını söyledi. Aportta Gürler’in aday olacağının resmen ifade edilmesini bekleyen Demirel, “Hayır böyle yazıya imza atamayız” demişti. Diğer partilerin, özellikle CHP’nin de böyle bir girişime destek olacağı söylenemezdi.
Turhan Feyzioğlu’nun Güven Partisi? Olabilir de olmayabilir de! DP lideri Ferruh Bozbeyli gayet açık konuştu. Köşk’te Gürler adının cumhurbaşkanı adayı olarak adının geçtiğini basına açıkladı.
Partilerin Gürler’e karşı tavır almalarının yayılmasından sonra -beklendiği gibi- birtakım senaryolardan söz edilmeye başlandı. Tabii en önemlisi: Gürler’i seçmezse TBMM, Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koyacaktı!
Neden? “Ordu, prestiji ile oynatmazdı.”
Bu arada kontenjan senatörü İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığından söz edildi.
Damadının kimi AKP’lilerle konuyu görüşmüş, fakat Demirel, “Gürler’in cumhurbaşkanlığını millete anlatırız ama İsmet Paşa’yı hayır” diyerek olayı kapatmıştı.
Bir ara Ecvet Güresin’le Yılmaz Çetiner bir cumhurbaşkanı adayı buldular: Eski Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Tansel.
Demirel’le konuştular. AP liderinin söylediklerinden Tansel’i destekleyeceği sanısına kapılıp, Hürriyet’te tam sayfa Tansel’in adaylığını ilan ettiler ve… o sabah AP’den yalanlama geldi. Tansel adı da listeden silindi. Gürler giderek Köşk’e ısınıyor ama seçilmesini sağlayacak partiler giderek Gürler’in cumhurbaşkanlığından uzaklaşıyordu.
O gün Köşk’te dört komutan Sunay’la 3 Mart 1973 günü cumhurbaşkanı seçimini konuşuyordu. Toplantıya katılan Gürler hiç konuşmadı.
O dönemeyeceği bir yola çıkmıştı bir kere. Örneğin o gece Jandarma Astsubay Okulu’ndaki yemekte “Belki asker olarak okulunuzu son ziyaretindir” demişti.
Bu arada hem AP’de hem CHP’de oylama günü parti merkezlerinde bir başka sıkıntı yaşanıyordu.
Her iki partide Gürler’e oy vereceklerin sayısı bir hayli kabarık görünüyordu. Hatta AP’den kimileri Gürler’e oy vereceklerin listesini hazırlayıp vermişlerdi.
5 Mart 1973 günü Faruk Gürler’in emekliliği işleme konuldu.


Enis Akdağ

13 06 2010


Gürler’in çöküşü...

Gürler o gün sonun başlangıcındaydı. Başbakan Melen’le görüştüğümde bana “Hesabı kendileri yaptı ve kararı bizzat kendisi verdi” dedi. Cumhurbaşkanı Sunay da emekliğine ve adaylığına karşıydı.
Fakat Gürler, kendisine verilen, oy verecek milletvekili ve senatörler listesini Sunay’a göstermiş, Cumhurbaşkanı’ndan kontenjandan parlamentoya atanmasını istemiş ve bu isteğini kabul ettirmişti. Hava Kuvvetleri Komutanı Batur gerçekçi idi. Listeye bakmış “Bu isimler sana oy vermez” demişti. Ama Gürler (İkinci Başkan Sunalp de) listeye inanıyordu. Ne var ki ordu içinden Gürler’in adaylığına karşı çıkan sesler duyuluyordu. Örneğin 1. Ordu Komutanı Faik Türün. Asker dayatmasına karşıydı. Parlamentonun hür iradesiyle cumhurbaşkanı seçmesinden yanaydı. 13 Mart’a yakın bir pazar günü Başbakan Melen’e “Ya seçilemezse?” dedim “Bir Genelkurmay Başkanı soyunmuş ve Senato’ya gelmiş. Ordu onurunu çiğnetmez. Seçilecektir” dedi.
Gürler’e oy vermesi için örneğin Demirel telefon tehditleri alıyordu.

Herhalde Ecevit de. Şöyle yaparız, böyle yaparız!

Gürler’in sivilleri giydiği, Genelkurmay Başkanlığı’na Kara Kuvvetleri Komutanı Semih Sancar’ın, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na Eşref Akıncı’nın atandığı gün…
CHP lideri Ecevit uyarı niteliğinde bir açıklama yaptı. “…İş işten geçmedi ise…Parlamento iradesinin nasıl belirleneceğine teşhis konulmadan sakıncalı olabilecek girişimler durmalıdır” diyordu. Bu arada Ecvet Güresin’le Yılmaz Çetiner, Gürler’den özel bir demeç aldılar. Hürriyet’e geçmeden okudum demeci; bir AP adayı yazsa ancak bu kadar AP’li görüşler, düşünceler öne sürebilirdi.
Gürler artık bir politikacı idi. Gazeteci seçilme şansını soruyordu.
Yeni senatör, cumhurbaşkanı adayı; “TBMM’nin muhterem üyeleri isterse seçilirim” diyor ve ekliyordu: “Ya nasip!” Askersel kaynaklardan haber almıştık. Örneğin yeni Kara Kuvvetleri Komutanı Eşref Akıncı (oğlu Hürriyet’te çalışıyordu) Gürler’in seçilmemesi durumunda darbe yapacaklarına ilişkin soruları “Türk ordusu Yeniçeri Ocağı değildir” diye yanıtlamıştı. Gürler seçilmeyebilirdi. Bu bir olasılıktı. Ama Gürler seçilmezse darbe olmayacaktı! Üstelik Hava Kuvvetleri Komutanı Gürler’e desteğini çekmişti.


http://bianet.org/bianet/toplum/146248-1-mayis-1977-neden-ve-nasil-kana-bulandi



30 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR



..