Erbil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Erbil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ocak 2021 Pazar

ÇÖZÜM SÜRECİNİ CANLANDIRMAK IŞİD'İN HALEP HESAPLARI

ÇÖZÜM SÜRECİNİ CANLANDIRMAK IŞİD'İN HALEP HESAPLARI

 
ÇÖZÜM SÜRECİNİ CANLANDIRMAK, IŞİD'İN HALEP HESAPLARI, Feyzi Çelik, ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ,  KÜRDİSTAN, Kobani, IŞİD, Afrin, Erbil, Musul, Halep,


Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
02.11.2014 

1 Kasım Kobani Günü etkinliklerinde olay çıkmamış olması, tesadüfi bir durum değildir. Hükümet ve HDP arasında bu konuda yapılan görüşmeler olayların çıkmamasını sağlamış olabilir. Nitekim, hemen ardından HDP, çözüm sürecinin devamı için hükümete çağrı yapacağını duyurdu. Ancak ortalık o kadar da uygun görülmüyor. HDP ve hükümet karşılıklı olarak birbirini suçlamaya devam ediyor. KCK de yaptığı açıklamada "AKP’nin tekçi, üstenci, hegemonik zihniyeti tam da oligarşik-faşist bir nitelik kazanmıştır." Diyerek AKP'ye bakış açısını ortaya koymuştur. Erdoğan ve Davutoğlu da HDP'ye yönelik ağır suçlama ve tehditlerine devam etmektedir. Tam ortamın biraz yumuşadığının işaretlerinin görüldüğü bir anda CB Erdoğan'ın HDP'yi kast ederek "Sabrın sınırı aşılırsa olabilecekleri aklımından geçirmek istemiyorum” demiş olması, Kobani'nin bahane edildiğini söylemeye devam etmiş olması nedeniyle HDP'nin çağrısının ne kadar etkili olabileceği konusunda soru işaretleri olmaya devam etmektedir. Bu şartlarda çözüm süreci devam edebilir mi?
6-8 Ekim Kobani protesto eylemlerinden sonra hükümet köklü bir güvenlik paketiyle ortaya çıktı. HSYK seçimlerinin hükümete yakın grubun başarısıyla sonuçlanmasından da cesaret alan hükümet yasal değişikliklerden önce soruşturmaları yürüten savcı ve hakimlere TV aracılığıyla uyarılar yaptı. Bu uyarısında 6-8 Ekim olaylarında eylemcileri serbest bırakan hakim ve savcıları işaretlediklerini söyledi. Bu açıklamadan sonra kitlesel tutuklamalar başladı. İncelemelerin devam ettiği adı altında bu tutuklamalar devam ediyor. Bir aylık süre içinde 500'e yakın tutuklama oldu. Bu sayının artması bizzat Davutoğlu'nun talimatı ile olmuştur. Bana göre, hükümete çağrı yapılırken bu hususun mutlaka dile getirilmesi gerekiyor. Aksi durumda bu tutukluların ve ailelerin baskılarıyla birlikte hükümetin bu tutuklulara rehine muamelesi yapacağı, daha önceki KCK davalarıyla ortadadır. Halen binlerce KCK sanığı ağır ceza alma tehlikesi altındadır. Yine güvenlik paketi, hükümetin kamu düzenini bir silah gibi kullanarak Kürt siyasetinin demokratik eylemlerini engelleme anlayışı, MGK'dan sonra özel yetkili mahkemelerin yeniden kurulmasını ön gören kanun teklifinin TBMM'ne sunulmuş olması, hükümetin sertleşmesinin artıracağını göstermişken, HDP'nin alelacele çözüme devam mesajı vermeye hazırlanması çelişkili gibi görünse de bu konuda Öcalan'dan gelen bir talep de olabilir. Yukarıda KCK'nin AKP'yi "faşistlikle" suçlaması karşısında bunun nasıl olabileceğini belirsizleşmektedir. Diyarbakır'da hakim ve savcılara yönelik suikast yapılacağı konusundaki iddialar da geçmişte bir generalin "hakimlerin uyanık olmaları için yakındaki yerlerde bomba patlattıkları" itirafını akla getiriyor. Mardin'de bir Ağır Ceza Mahkemesinin PYD'li birine 7,5 yıl hapis cezası vermesiyle birlikte ele alındığında her bir ağır ceza mahkemesinin özel yetkili/DGM'ye dönüşebileceğini göstermektedir. 

ERDOĞAN'IN HALEP'LE İLGİLİ SÖYLEDİKLERİ VE GÜVENLİ BÖLGE TALEBİ

Erdoğan'a yeniden dönecek olursak, Erdoğan'ın Fransa dönüşünde uçakta "Suriye’de şu anda Halep de tehlikede. Ama bunlar Halep’i bir kenara koymuşlar, varsa yoksa Kobani diyorlar.” Sözleri üzerinde durulmalıdır. Bilindiği gibi Rojava'nın üç kantonundan biri olan Afrin, Halep'e komşudur. Suriye'nin Musul'u olarak da tanımlanan Halep'in IŞİD'in kontrolüne geçmesi halinde, Kobani'ye benzer tehlikenin Afrin'i beklemektedir. 
Türkiye'nin Halep'in düşebileceğini söylemiş olması, Türkiye'nin "tampon bölge/güvenli bölge" siyasetini Batılı devletlere dayattığını göstermektedir. Erdoğan'ın Halep'in düşebileceğini Fransa dönüşünde dile getirmesi, Erdoğan'ın bu görüşünü Fransa'ya söylediğini göstermektedir. 
Bazı ekonomik ve ticari anlaşmalarında görüşüldüğü bu ziyaretten Türkiye'nin güvenli bölge taleplerinin kabul edilebileceğini göstermektedir. Kürt siyaseti açısından burada önemli olan husus, Türkiye'nin güvenli bölge talebinin nasıl karşılanacağıdır. Her şeyden önce 1.7 Milyon Suriyeliyi barındıran Türkiye'nin bu Suriyelileri ne yapacağı başlı başına bir sorundur. En son 180 bin Kobani'linin de geldiği dikkate alındığında Kobani'nin durumu dahi Kürt siyasetinin Türkiye'nin güvenli bölge siyasetine karşı duruşunu zorlamaktadır. 

CB Erdoğan, Güvenli bölgenin Irak'ı da kapsayacak şekilde genişlemesini istemektedir. Erbil ve Musul'u da içine alacak bu bölge Halep'e kadar uzanmaktadır. 

Erdoğan'ın amacı Türkiye'deki Suriyelilere yerleşim birimlerini oluşturmaktır. Türkiye'nin Suriyeli mültecilere özgü kimlik verme konusundaki çalışması ve 
çalışma koşullarında serbestlik getireceğini söylemiş olması da bununla bağlantılıdır. Her üç Rojava kantonunu kapsamış olsa da bu güvenli bölgenin 
Tel Abyad'dan Halep'e kadar düşünüldüğü söylenebilir. Bu düşüncenin temel mantığında Cizire Kantonunun Güney Kürdistan'ına bağlanmasıdır. 

Ciziri'den Halep'e kadar olan bölgelerde ileride yapılacak oldu bitiyle Türkiye'ye katılımın sağlanacağı da Türkiye tarafından düşünülmektedir. 

    Bu nedenle, Kürt siyaseti bakımından Kobani'de yaşananlardan ders çıkartılmalıdır. Tehlike Afrin'in sınırlarına dayanırsa şimdiden düşünme zamanıdır. 
Afrin'de Türkiye'ye Kobani gibi göç olursa ne olacak, Kürtler'in gücü Afrin'i de Stalingrad yapmaya yetecek mi? Anlaşılan Türkiye IŞİD hançerini Afrin'e de 
göstermiş durumda. Bakalım ne olacak? Gerek hükümet gerekse HDP birinin diğerinin yerine getiremeyeceği şartlar ileri sürerse diyalogun sürmeyeceği açıktır. 

   Hükümetin "kamu düzenini" ön şart koyması gibi şartlar ileri sürüp, diyalogun ondan sonra olacağı şeklindeki dayatmalarla çözüme gidilmeyeceğinin bilinmesi 
gerekiyor. 

***

15 Nisan 2020 Çarşamba

FETÖCÜLERİN HEDEFİ TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİYDİ.,

FETÖCÜLERİN  HEDEFİ  TÜRK  SİLAHLI  KUVVETLERİYDİ.,





Orgeneral Hurşit Tolon.,
FETÖCÜLERİN  HEDEFİ  TÜRK  SİLAHLI  KUVVETLERİYDİ.,

Orgeneral Hurşit Tolon.,


Emekli Orgeneral Tolon: ABD'nin 'çuval olayı'na tepkimden dolayı hedef oldum
TÜRKİYE
13:09 01.07.2019 (Güncellendi 13:11 01.07.2019)


Ergenekon soruşturması kapsamında 2008'de tutuklanan emekli Orgeneral Hurşit Tolon, 11 yıldır süren dava sürecinde yaşadıklarını anlattı. 

Tolon, 'Neden hedef alındınız?' sorusuna, 2003 yılında Erbil'de Türk askerinin başına çuval geçirilmesi üzerine Amerika'da gösterdiği tepkinin nedenlerden biri 
olduğunu söyledi.

Emekli Orgeneral Hurşit Tolon, Ergenekon soruşturması ve yargılamaları sırasında yaşadıklarını ve FETÖ/PDY tarafından kurulan kumpasın amacının neler olduğunu Habertürk'ten Serdar Kulaksız'a anlattı.



 https://www.haberturk.com/hursit-tolon-ilk-kez-haberturke-konustu-yasadiklarini-anlatti-2500203

Zirve Yayınevi davasında 1.5 yıl tutuklu kalan Tolon: 

Alçak FETÖ’cüler hesap verecek
"Maalesef bu süreç çok acı olaylarla doludur. Bu süreçte hayatını kaybedenlere öncelikle Allah’tan rahmet diliyorum. Pek çok insan sağlık yönünden de sıkıntıya 
düşmüşlerdir. Bunlardan biri de benim. Bir kronik hastalığa düçar oldum" diyen Tolon, şöyle devam etti:

"Yüzlerce kişi bu dava sebebiyle bu hukuk dışı bu Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk ilkeleriyle asla bağdaşmayacak bir uygulama sonucu maatteessüf 
(üzülerek söylüyorum) bu süreç bütün olumsuzluğu ile devam etti. Canlar aldı. Sağlıklara sebebiyet verdi. Büyük mağduriyetlere neden oldu."

'TÜRKİYE CUMHURİYETİ MAĞDUR OLDU'



https://tr.sputniknews.com/turkiye/201806091033795258-bulent-arinc-ergenekon-erdogan/

Ergekeon davasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin mağdur edildiğini söyleyen Torun, şu ifadeleri kullandı:

© AA / HALİL SAĞIRKAYA




https://tr.sputniknews.com/turkiye/201609291025055706-zirve-yayinevi-feto/

Arınç: Ergenekon'da tutuklama kararı verilince Erdoğan, 'Utanmıyorlar mı bunlar' dedi
"Mağdur olan kim? Mağdur olan yalnız bu davada sanık sandalyesine oturtulan insanlar değil takdir edersiniz. Toplumun sağduyu sahibi çok büyük bir kesimi ile biz askerler için Türk Silahlı Kuvvetleri mağdur oldu. Sonuçta Türkiye Cumhuriyeti bu Ergenekon davası ile mağdur edildi. Bunu bir başka türlü düşünmem mümkün değil.

Askerler için şöyle bir süreç takip etti. Önce üç tane isim seçtiler. Bir astsubay arkadaşımızı, yıllar önce emekli olmuş şimdi rahmetli olan bir emekli yüzbaşıyı ve Emekli bir Generali seçtiler. Bunu ilk etapta Ergenekon davası içine katmak suretiyle askerlere yönelik hareketlerinin ilk basamakları olarak bunlar üzerinden tırmanmaya başladılar. Baktılar ki bu  konuya tepki göstermesi  gereken yerler bunun yanlış olduğunu haksız olduğunu, hukuksuz olduğunu ve silahlı kuvvetlere yönelik bir hareketin başlangıcı olduğunu anlamayan merciler ses çıkarmadı. Bu sefer bir hamle daha yapalım dediler. O hamleye de bizleri kattılar. 

Sayın Şener Eruygur ve Hurşit Tolon’u kattılar. İki tane emekli orgeneral. Silahlı kuvvetlerin bir küçük rütbelilerinden birden bire büyük rütbelilerine atladılar. 
Daha sonra Genel Kurmay Başkanı’na kadar tırmandıracaklar bunu" ifadelerini kullandı.
' EN BAŞTA ASKERLERİMİZİN BAŞLARINA ÇUVAL GEÇİRİLMESİ OLAYINA TEPKİ GÖSTERDİM '

Başbuğ: Ergenekon komplosunda Bush yönetimi FETÖ'ye destek verdi



https://tr.sputniknews.com/turkiye/201902151037678595-basbug-ergenekon-komplo-bush-feto-destek/

Tolon, "Şimdi şu soru akıllara gelebilir. Siz niye hedeftiniz? İki orduya komutanlık yapmış bir insanım. Hem Ege Ordusu Komutanlığım sırasında hem birinci ordu komutanlığım sırasında emperyalizmin Türkiye üzerindeki pek çok olumsuz tutumuna direkt karşı çıkan insanım. En başta neye karşı çıktınız diyeceksiniz? 

En başta 4 Temmuz 2003 tarihinde Erbil’de kahraman silahlı kuvvetler mensuplarımıza kurulan bir tuzakla başlarına çuval geçirilmesi olayına Amerika’daki bir törene katılmak üzere gitmiş olmama rağmen törene katılmayarak geri dönmekle tepki gösterdim. Ve bunu da kamuoyuna açıkladım. 
Diğer bir konu emekliliğimden sonra, ki onu emekli olurken de kamuoyuna deklare ettim. Türk gençliğine Türkiye’nin başına örülmek istenen çorabı konferanslardaki ifadesiyle de kuşatılan Türkiye başlığı altında davet edildiğim üniversitelere giderek konferans salonunu dolduranlara bugüne nasıl taşınabileceğimize dair görüşlerimi, değerlendirmelerimi sundum" diye konuştu.

' FETÖCÜLERİN HEDEFİ TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİYDİ '

Tolon, Şöyle devam etti:

© REUTERS / OSMAN ORSAL

Savcı mütalaasını açıkladı: Ergenekon Silahlı Terör Örgütü'nün varlığı kanıtlanamadı.,

https://tr.sputniknews.com/turkiye/201811301036408088-ergenekon-davasi-teror-orgutu-ispat-edilemedi/

"Neydi amaçları, neden yapıyorlar bunu? Bana sorarsanız bizler üzerinden giderek tabii ki silahlı kuvvetlerin eski birer mensubu olarak ve kamuoyu tarafından tanınan isimler olarak hem aktif görevimiz sırasında hem sonrasında kamuoyunun bildiği tanıdığı isimlerdik biz. Bunların aydınlatması, karşı çıktığı pek çok olay, gençlerin uyandırılması konusunda FETÖ ve üyeleri bir araya gelerek ‘bunlar ve bunlar gibi olanları derhal susturmamız lazım bu sebeple onları itibarsızlaştıralım. 

Kamuoyu nezdinde ki saygınlıklarını yok edelim, karalayalım’ amacıyla yola çıktılar. Aslında hedef büyük güçlü Türk Silahlı Kuvvetleri'ydi.
Sadece Silahlı Kuvvetler bünyesinde yapmadılar. Yargıda yaptılar. Emniyet teşkilatında yaptılar. Üniversitelerde yaptılar. Kamu kuruluşlarında yaptılar. 

Henüz de bu konuda yapılan mücadelenin sona erdiğine inanmıyorum."

' FETÖ KUMPASIYLA SİLİVRİ’DE ESİR KALDIM '


Ergenekon davasının daha önce yayınlanmamış görüntüleri ortaya çıktı



https://tr.sputniknews.com/turkiye/201804101032980179-ergenekon-davasinin-daha-once-yayinlanmamis-goruntuleri-ortaya-cikti/

"Silivri’de esir olduğumu kabul ettim" diyen Tolon, "Ne yazık ki 47 yıl şerefli üniformamla Türk Silahlı Kuvvetleri, ülkeme milletime hizmet etmiş bir insan olarak alçak FETÖ’cülerin kurmuş olduğu kumpasın bir mağduru olarak esir kaldım. 4 seneye yakın. Eğer yürürlükte olsaydı bu mahkeme bizi çoktan ipe çekmiş olurdu. 

Neden yapardı bunu, çünkü Atatürkçü değerlere sımsıkı sarılmış ülkesinin bölünmez bütünlüğü, ulusal birlik ve beraberliği için ve emperyalizme karşı şiddetle karşı çıkan insanlar olarak bizi tasfiye etmek istiyorlardı. 

Bunu gerçekleştirmek istiyorlardı" ifadesini kullandı.Tolon, "Ergenekon adı altında kurgulanmış, tasarlanmış ona göre planlanıp, bu işi yürütecek elemanları seçilmiş. 
Bir savcı bulunmuş. 
Getirilmiş. 

Neredeki savcı firarda. 

Savcının paralelinde tutuklamaları gerçekleştirmek için iki tane de hakim bulunmuş. Biri yoksa öbürü önüne getirilen herkesi tutukluyor. Siz ne kadar temiz olursanız olun onlar öyle bir çuval hazırlamışlar ki öyle bir kumpas hazırlamışlar ki o kumpasın içersinde sizi de dahil etmek suretiyle kirlenmenizi amaçlıyorlar. 

Ama öyle olmadı. Kamuoyu sonra sizin kirlenmeyeceğinizi anladı" dedi.

' ÖZÜRLE ÖLMÜŞLERİ GERİ GETİREMEZSİNİZ '

Tolon, "Bu süreç içersinde hukuk devletinde hukuk dışı yapılabilecek ne varsa hepsine maruz kaldık. Bunu hiçbir şekilde telafi etme, giderme, zihnimizden çıkarma şansları yoktur. Bunu neyle telefi edeceksiniz özür mü dileyeceksiniz? Özürle bunları telefi edemezsiniz. Özürle ölmüşleri geri getiremezsiniz. Eğer mutlu edilmesi düşünülen bir kitle varsa o bizim için söylüyorum. Önce silahlı kuvvetler sonra tüm Türkiye’nin sağ duyu sahibi insanlarının vicdanıdır" diye konuştu.

https://tr.sputniknews.com/bidebunudinle/201712151031436644-ergenekon-hakimi-koksak-sengun/

' 81 CD EMNİYETTE 86 CD OLDU '

Eski Ergenekon hakimi Şengün: Geçmişte yapılan hataların başka versiyonu şimdi de yapılıyor Yasaya aykırı pek çok şey olduğunu söyleyen Tolon, şunları söyledi:
"Nasıl bu kumpas yürüyor. Yüzlerce, binlerce örneği var. Mesela bu ev aranırken aynı zamanda bir başka ekip oğlumun evinden çıkmasını bekliyor. Kapıcıyı alarak oğlumun evine çıkıyorlar. Kapıyı kırıp içeri giriyorlar. Güya evi arıyorlar. Evden CD’ler alıyorlar. Tanrı’nın verdiği adalet vardır. Oradan aldıkları CD’lerle ilgili tutanak tutuyorlar. Toplam aldıkları CD sayısı 81. 81 tane CD aldık diye bir tutanak düzenliyorlar. Torbaya koyuyorlar güya ama torbayı mühürlemiyor lar. 

Ertesi sabah emniyette bu torba benim yanımda bir polis memuru tarafından açılıyor. Ona mühür kırma diyecekler, mühürü falan yok. Torbayı açıyorlar. 
İçinden 86 tane CD çıkıyor. Tutanakta 81 yazıyor, sayarsanız burada 86 var. 5 tane bilmediğiniz, tanımadığınız CD çıkıyor. Sonraki aşamalarda bu CD’lerin 
sonradan konulduğu, bu CD’lerin içinde sizi suçlayacak her şey var. Hep bunlarla suçluyorlar. Ama ilahi adalet bu ya. Unuttukları bir şey var, o da tuttukları 
tutanakla sonra emniyette sayılanların arasındaki fark. Bunu bugüne geldik daha açıklayabilmiş değiller."

' ZİRVE VE DİNK CİNAYETİNİ BU DAVAYA BAĞLAMAK İSTEDİLER '

Gizli Tanık: Zekeriya Öz, 'Gönderin isimsiz bir dilekçe, Ergenekon'a dahil edelim' diyordu



https://tr.sputniknews.com/turkiye/201612261026490975-zekeriya-oz-ihbar-ergenkon/

Tolon, "Danıştay cinayeti var. Cumhuriyet gazetesinin bombalanması meselesi var. O kadar kalsa iyi aslında daha büyüğü vardı bu olayında bağlayamadılar. 
Malatya’daki Zirve cinayetini de bununla bir araya getirip bağlamak istediler. Niye silahlı terör örgütü kisvesi kazandırmak için yapmak istediler. 
İşte bu Danıştay cinayetini hatta Hrant Dink cinayetini de bunun kapısına kadar getirdiler de kapıdan döndü. O bombalama olaylarını bu çuvalın içerisine bu 
kumpasın içerisine koydular. Bunların hepsi kumpas davaları. FETÖ kumpasları. Altı böyle kalın kalın çizilmeli" diye konuştu.
"Bize soru sorma hakkı tanımadılar" diyen Tolon, "Pek çok olayla hukukun temel ilkeleri dışına çıktılar. 

Yasaları da Çiğnediler. 

Mesela adil savunma hakkımızı son derece kısıtladılar. Tanık dinlediler. Bize soru sorma hakkı tanımadılar. Son derece kutsal olan ve vazgeçilmez olan savunma 
hakkı bu Silivri olaylarında bütünüyle göz ardı edilmiştir. Şimdi onlar hesap veriyor" ifadelerini kullandı.

' DARBE TEŞEBBÜSÜNDE BULUNDULAR '

Tolon, "Geçen bu sürecin içersinde FETÖ ve şürekası (ortakları) maatteessüf (üzülerek söylüyorum) 15 Temmuz iğrenç kalkışmasını, kanlı kalkışmasını Türkiye’nin başına getirdi. Bir darbe teşebbüsünde bulundular. 

Ne kadar lanetlenseler ne kadar suçlansalar bana göre azdır. 
Olmayan bir suç, olmayan bir örgüt. 

Sanığı çok. 

Tanığı yok. Kanıtı yok. Örgüt yok ama davası var. Bu da kısmet olursa bu da önümüzdeki günlerde bitecektir" diye konuştu.


https://tr.sputniknews.com/turkiye/201907011039525025-emekli-orgeneral-tolon-abdnin-cuval-olayina-tepkimden-dolayi-hedef-oldum/


***

19 Eylül 2017 Salı

Barzaninin Kerkük ve Musulu istemesi Ankara Antlaşmasına Aykırı,



   Barzaninin Kerkük ve Musulu istemesi Ankara Antlaşmasına Aykırı,



Barzani'nin Kerkük ve Musul'u istemesi, Ankara Antlaşması'na aykırı

Ali Serdar Bolat 

10 Aralık günü Barzani, Partisinin kongresinde, " Kerkük Kürdistan'ındır, bunu tartışmaya dahi açmıyoruz " dedi.

Salondaki AKP, CHP Miletvekilleri ve elçilerimiz bu iddiaya cevap veremediler.
Musul ve Kerkük Misak-ı Milli'ye dahildir.
İngilizler, Şeyh Sait'e isyan çıkarttırarak ordumuzu meşgul ettiler ve bu yüzden Musul'a askeri harekat yapamadık.
1926 Ankara Antlaşması ile de Musul'u Irak'a bıraktık.
Yani Musul ve Kerkük, Irak Devleti'ne bırakılmıştır.
Musul ve Kerkük'ün Barzani Devleti'nin kontroluna geçmesi Ankara Antlaşması'nın açık ihlalidir.

Bu durumda Türkiye, Antlaşmaya aykırı olan bu emrivakiyi kabul edemez.
Musul ve Kerkük eğer Irak Devleti'nin kontrolünde olmayacaksa, Türkiye bu bölgeler üzerindeki hak iddiasını tekrar öne sürebilir.

Kesinlikle Barzani Devleti sınırları içine sokulamaz.

Bu konuyu bilen Dışişleri bürokratları yok mudur? Siyasi partilere bu konuda bilgi vermemekte midirler?

Antlaşma metnini bulamadım. Antlaşmada Kerkük ile ilgili bölüm var mıdır? Bulan arkadaş varsa lütfen göndersin, inceleyelim, siyasal bilgiler mezunlarından görüş isteyelim.


Beschreibung: Beschreibung: cid:image001.png@01CB9F1E.2F2329E0

KDP (Kürdistan Demokrat Partisi) Başkanı Mesud Barzani, aynı zamanda KDP ve KYB bölgelerini kapsayan Kürdistan Bölgesel Yönetiminin Başkanı
KYB (Kürdistan Yurtseverler Birliği) Başkanı Celal Talabani, aynı zamanda Irak Cumhurbaşkanı


Beschreibung: Beschreibung: cid:image002.png@01CB9F1E.2F2329E0

          Bölge                      Şehir

1.      Bağdat () (Bağdat)
2.      Selahattin () (Tikrit)
3.      Diyala () (Bakuba)
4.      Vasit () (Kut)
5.      Maysan () (Amara)
6.      Basra () (Basra)
7.      Zi Kar () (Nasiriye)
8.      Mutanna () (Samava)
9.      Kadisiye () (Divaniye)
10.  Babil () (Hilla)
11.  Kerbela () (Kerbela)
12.  Necef () (Necef = An Nacaf)
13.  Anbar () (Ramadi)
14.  Nineve () (Musul = Al Mawsil)
15.  Duhok () (Duhok = Dahuk)
16.  Erbil () (Erbil = Arbil))
17.  Kerkük () (Kerkük = Kirkuk)
18.  Süleymaniye () (Süleymaniye)


Lozan Barış Antlaşması'ndan sonra Türkiye'nin uğraştığı sorunlardan biri de Irak sınırı ve Musul sorunudur.İngiltere ile Türkiye arasında barışı tehlikeye sokan Musul sorunu zorlukla çözümlenebildi. Musul Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imzalandığı sırada Osmanlı Devleti'ne bağlıydı.Yüzyıllarca Türk egemenliğinde kalan ve yüzde doksanı Türk olan Musul daha sonra Misak- Milli sınırları içinde de yer aldı.

İngiltere,Mondros Ateşkes Antlaşması'nın 7.maddesine dayanarak, antlaşmanın imzalanmasından birkaç gün sonra Musul'u işgal etti.Milli Mücadelenin zor koşulları  içinde TBMM Hükümeti bu bölge ile ilgilenemedi.
Türkiye, Lozan Konferansı'nda Musul'un Misak-ı Milli sınırları içerisinde yer aldığını söyleyerek İngiltere'den Musul'un kendisine bırakılmasını istedi. 


İngiltere,bu bölgenin  Milletler Cemiyeti'ne götürülmesi kararlaştırıldı.

Musul sorununun çözümlenmesi için İngilizlerle ilk kez 1924 yılında İstanbul'da Haliç Konferansı'nda görüşmeler yapıldı.Bu görüşmelerde İngilizler çok fazla istekte bulunduklarından dolayı anlaşmaya varılamadı.Haliç Konferansı'nın başarısızlıkla sona ermesinden sonra İngilizler isteklerini zorla kabul ettirmek için bazı olayları bahane ederek Türk Hükümeti'ne bir ültimatom verdiler.   Ültimatomda,istekleri kabul edilmeyecek olursa askeri girişimlerde bulunacaklarını açıklıyorlardı. 

Türk Hükümeti bu ültimatoma verdiği karşılıkta,sınırlarını ve bağımsızlığını korumak için her türlü önlemi alacağını bildirdi.Bu kesin karar karşısında, İngiltere Hükümeti herhangi bir harekette bulunmaya cesaret edemedi.Fakat Şeyh Sait İsyanı nedeniyle gerekli askeri harekat yapılamadı.

Bunun üzerine,1926 yılında Musul Sorunu Milletler Cemiyeti'ne götürüldü.Sorun burada da çözümlenemeyince Yüksek Adalet Divanı'na verildi.Ama burada da olumlu bir sonuç alınamadı. Nihayet, İngilizlerle Ankara'da bu konu üzerinde yapılan görüşmeler bir anlaşma ile sona erdi.
Sonuç olarak 5 Haziran 1926 tarihinde Ankara Antlaşması imzalandı.

Ankara Antlaşması'na göre;

·         Musul Irak'a ait olacak.
·         Irak Musul'dan elde ettiği petrol gelirinin % 10'unu 25 yıllık bir süre için Türkiye'ye verilecek.
·         Hakkari sınırında Türkiye lehine düzeltme yapılacaktı.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Ankara_Antla%C5%9Fmas%C4%B1_(1926)


Barzani hedefini açıkladı: Birleşik Kürdistan

Ali Serdar Bolat


 Beschreibung: Beschreibung: cid:image005.jpg@01CB9F1E.2F2329E0

Irak'ın kuzeyinde Amerika'nın desteği ile kurulmuş olan Kukla Devletin başında peşmerge reisi Mesud Barzani var.
Barzani'nin lideri olduğu Irak Kürdistan Demokrat Partisi'nin (IKDP) kongresi 10 Aralık günü Kukla Devletin başkenti Erbil'de toplandı.
Kongreye 1500 delege ve 1000 civarında diplomat, siyasetçi ve gazeteci katıldı.
Barzani, kongrede yaptığı konuşmada Kerkük hakkında şunları söyledi:
“Sorunlu bölgeler özellikle de Kerkük tüm halkların yaşam kenti olacak.
Kerkük Kürdistanındır, bunu tartışmaya dahi açmıyoruz. Sorunlu bölgelerin bizim tarafa geçmesi, orada yaşayanlar için olumlu olur”

Birleşik Kürdistan oluşturmak istediklerini söyleyen Barzani bu konuda şunları kaydetti:
“Birleşik Kürdistan istiyoruz.
Kürtler tek parça ve bölünemezler. Kürtler parça parça olamazlar artık.
Kürtler tek vücuttur ve dil ekseninde bölünemezler. Çok farklı lehçeler olsa bile, Kürtçe tek dildir."

Kurultaya Türkiye'den katılanlar;

AKP Genel Başkan Yardımcıları Ömer Çelik ve Abdülkadir Aksu ile Bağdat Büyükelçisi Murat Özçelik, özel bir uçakla Ankara'dan Erbil'e uçtular.
Onları Erbil havaalanında Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, Erbil Başkonsolosu Aydın Selcen ve Kürdistan Demokrat Partisi Dış İlişkileri Sorumlusu 
Sefin Dizayi karşıladı.



Diğer katılımcılar:

CHP Genel Başkan Yardımcısı Mesut Değer, BDP’li Bengi Yıldız, Hamit Geylani ve Eski DEP milletvekili Leyla Zana
Kurultaya katılan Irak yöneticileri
Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani, Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, Başbakan Nuri el-Maliki
Abdülkadir Aksu: "İlişkilerimiz derinleşiyor"
Kongrede konuşma yapan AKP Genel Başkan Yardımcısı Abdülkadir Aksu şunları söyledi:
“Irak Kürt bölgesi ile önceliklerimiz örtüşmektedir. Ekonomilerimiz birbirini tamamlamaktadır. Erbil Başkonsolosluğumuz, bu yılın mart ayında açılmıştır. 
Başkan Barzani’nin liderliğindeki Irak Kürt bölgesel yönetiminin ülkemizle olan ilişkilerini derinleştirme, çeşitlendirme ve geliştirmeye katkısını önemsiyoruz. 
Diğer taraftan bölgemizde artık radikal ideolojiler ve terör yöntemlerinin miadı dolmuştur. Türkiye Iraklı Kürt kardeşleriyle dayanışma içinde olmaya devam edecektir”

(Yukardaki bölüm http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=43271 sayfasından derlenmiştir ASB)

Türkiye'den katılanlar, Kerkük'ün Kürdistan'a ait olduğunu söyleyip Türkiye'den toprak isteyen Barzani'yi kuzu kuzu dinleyip alkışladılar.
Aksu da "Başkan Barzani" yi yıkayıp yağladı. Mesut Değer sesini çıkarmadı, BDP'liler zevkten beş köşe oldular.

"Kürt açılımı" böylece birkaç adım birden ileri gitmiş oldu.

Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani, Kürdistan Yurtseverler Birliği'nin Başkanıdır.
Yani Öcalan'ın Türkiye Cumhurbaşkanı olduğunu düşünün. İşte aynen öyle.
Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari de Barzani'nin partisinden.
Bölücüler Irak'ın başına geçmiş Amerika sayesinde...


https://groups.google.com/forum/#!topic/turkcutavir/JF7ikPFG0Y8


***

21 Haziran 2017 Çarşamba

KERKÜKTE HESAPLAŞMAYA BEŞ KALA, BÖLÜM 1


KERKÜKTE HESAPLAŞMAYA BEŞ KALA,
BÖLÜM 1 





KERKÜKTE HESAPLAŞMAYA BEŞ KALA

Türkmenlerin Demokrasi ve İnsan Hakları Mücadelesi Sürecek
(*) Dr. Saadettin Ergeç
(*) Irak Türkmen Cephesi Genel Başkanı, Türkmen Lideri ve Kerkük Milletvekili




Irak toprakları, tarihi boyunca değişik nedenlerden dolayı birçok savaşlara, çatışmalara sahne olmuştur. Kuzey doğuda olan dağlık bölge ve güney
batıdaki büyük çöl, Irak'ın önemini özellikle savaşlar döneminde artırırdı.

Çünkü bu bölge, değişik ulus ve dinlere mensup olan insanların geçiş koridoruydu.

Genellikle Irak nüfusu, dağları konut bilen Kürt ve ovalarda oturan Araplardan oluşur. Bu iki topluluk arasında da kendi dil, adet ve geleneklerini
koruyan Türkmenler yaşarlar. Daha çok; Telafer, Altınköprü, Kerkük, Dakuk, Tuzhurmatu, Kifri, Hanekin, ve Mendelişehirlerinde yoğunlaşmışlardır..

Irak'ta 1925 yılında çıkan ilk anayasa Kürtçe, Arapça ve Türkçe basılmıştır. Ancak 1933 yılında yapılan düzeltmelerden sonra, 17'nci maddesinde;
“ Ülkede Arapça dil olacaktır ” ama 1931 yılında bu madde ile ilgili 74 sayılı mahalli diller kanunu Türkmenleri istisna etmiş “yargı işleri, Kerkük
ve Erbil gibi Türkmen bölgelerinde Türkçe olması lâzımdır” denilmiştir.

1950 yılında hükümet, okullarda Türkçe dilinin kullanılmasını azaltmaya başlamıştır. Daha sonra 24 ocak 1970 tarihinde, resmi bir kanunla ilkokulda
Türkçe eğitim yapma kararı alındıktan bir yıl sonra, hükümet aynı kararı hiçe sayıp okulları kapatarak, Türkçe ile eğitim yapmayı yasaklamıştır.

1970-1980 yılları arasında Türkmenler, etnik temizlik eylemlerine maruz kalmışlardır. Bazı liderler tutuklanıp asılmış yada göstermelik yargılamalarla
hapislere atılmıştır. Irak hükümeti kullandığı insanlık dışı siyasete rağmen, Türkmen halkının direncini kırmayı başaramamıştır. Onlar dedelerinin
yurdunda hep geleneklerini koruyup, milli varlıklarını canlı tutmaya çalışmışlardır.



Türkmenlerin Demokrasi ve İnsan Hakları Mücadelesi Sürecek

Irak hükümeti, sürekli Türkmen nüfusunu asimilasyon politikaları ile azaltmaya çalışmıştır. Dolaysıyla şimdiye kadar Türkmen nüfusunu belirten tarafsız bir sayım yapılmamıştır. 1957 yılında yapılıp sonuçları 1959'da açıklanan sayım da Irak'taki Türkmenlerin sayısı yaklaşık 567.000 kişi olarak belirtilmiştir. Yani Türkmenler Irak'ın toplam nüfusu içerisinde% 10 dur.  Ama Irak hükümeti her türlü yolu deneyerek bu gerçeği saklamaya çalışmıştır.


1957-1977 yılları arasında nüfusun azaldığı görülmektedir. Bunun nedeni ise: Kuzey Irak'ta özellikle Telafer'den Musul'daki Sincar, Erbil, Kerkük,
Hanekin ve Diyale'den Mendeli'ye kadar uzanan bölgelerde, zorunlu göçe veya Irak hükümetlerinin asimilasyon politikalarına maruz kalmalarıdır.
Irak'ta nüfus artış oranı % 3,2 olduğu halde Türkmenlerin toplam sayısı 1994 yılında Kerkük, Erbil, Musul, Salahattin ile Diyala'ya bağlı köy, kasaba
ve Bağdat'ta yaşayanlar dahil, en kötü tahmine göre yaklaşık 3,000,000 kişidir.

1960'a kadar Kerkük nüfusunun % 95'inin Türk olduğu bilinmektedir.Ancak daha sonra güdülen Araplaştırma politikası nedeniyle on binlerce
Arap ailesi Kerkük'e yerleştirilmiştir. Bunun yanı sıra Kürtlerle meskûn civar illerdeki köylerin yıktırılması, Kürtlerin de Kerkük'e göç etmelerine
neden olmuştur. Dolayısıyla 1980'li yıllarda Kerkük'teki ezici Türk yoğunluğu zedelenmiş ve % 95'lik oran % 75'e düşürülmüştür.

Irak'ta bin yılı aşkın bir zamandan beri varlık gösteren Türkmenler, ülkenin kuzey orta bölgesinde yaşamaktadırlar. Türkmenler, günümüzde Musul, Erbil, Kerkük, Diyala ve Selahattin illerinin sınırları ile başkent Bağdat'ın birkaç mahallesinde de bir şerit boyunca yayılmış bulunmaktadırlar.

İngiliz işgali sırasında Erbil'in siyasî valisi olan W. R. Hay, bölge hakkında yazdığı bir kitapta şöyle demektedir: "Belli bir şerit üzerinde bazı şehirler vardır. Bu şehirlerde yerleşik vatandaşlar Türkçe konuşurlar.

Bu şerit, çoğunluğu Kürt olan bölgeyle, çoğunluğu Arap olan bölgeyi birbirinden ayırır. Kerkük, Türklerin yoğun olduğu merkezdir. I. Dünya Savaşı'ndan önce nüfusu 30.000 idi. Şehrin etrafında da Türkçe konuşan bir çok köy vardır.”

Yazar kitabın başka bir yerinde ise; "Ahalisi Türkçe konuşan ve önemli zikredilmesi gereken iki ayrı yerleşim yeri de Erbil ve Altunköprü'dür.
Sonuncusu ise Küçük Zap nehri üzerinde bir adadır. Nehrin kıyıları arasında bağlantı iki köprü ile kurulmuştur” demektedir.




Irak yönetimi, Türkmenleri asimile etmek ve bölgelerini Araplaştırmak için 1980'den sonra çeşitli yöntemlere başvurmuştur. Açık yerlerde Türkçe 
konuşmayı yasaklamakla kalmamış, telefonda kendi ailesiyle konuşanları dahi cezalandırma yönüne gitmiştir. Yüzlerce Türkmen köy ve kasabası çeşitli 
bahanelerle yıkılmış, Türkmen halkı başka yerlere göçe zorlanmış, Irak'ın güneyinde yüz binlerce Arap Vatandaşın Türkmen Bölgelerine
yerleşmeleri için kendilerine karşılıksız teşvik primleri verilmiş ve arazi dağıtılmıştır. Türkmenlerin maruz kaldıkları haksızlıklar şöyle özetlenebilir:
Birçok yerleşim yerlerinin Türkçe olan adları Arapça'yla değiştirilmiştir.

Devrim Komuta Konseyi'nin 29 Ocak 1976 tarih ve 41 nolu kararı ile Kerkük İli'nin adı Al-Tamim olarak değiştirilmiş ve en büyük ilçesi olan Tuzhurmatu, Saddam'ın doğum yeri olan Tikrit'e bağlanmıştır.

20 Ekim 1981'de 1391 no'lu karar ile Türkmenlerin Güney illerine tehcir edilmeleri kararlaştırılmıştır.

27.09.1984 tarihinde 1081 no'lu karar ile Türkmenlerin arazilerinin istimlâk edilerek güneyden getirilen Araplara dağıtılması sağlanmıştır.

Türkmenlerin Demokrasi ve İnsan Hakları Mücadelesi Sürecek · 

Yine aynı Konseyin 8 Nisan 1984 Tarih ve 418 sayılı kararı ve 11 Eylül 1989 tarih ve 434 sayılı kararı, ile Kerkük'te Türkmenlerin gayrimenkul satın almaları 
yasaklanmıştır.

Türkmenler, milli kimliklerinin yok edilmesi ve ülkedeki varlıklarına son verilmesi amacıyla, bütün iktidarların insanlık dışı uygulamalarına maruz kalmışlardır. Türkmenler, 80 yıl boyunca; asimile edilmek, evlerine topraklarına el konmak, göçe zorlanmakla kalmamış liderleri de sistematik olarak çeşitli kişi ve gruplar tarafından katledilmiştir.

Türkmenlere ve Cephe'ye en yoğun baskı Saddam döneminde uygulanmıştır. Saddam Kuvvetlerinin 31.08.1996'da Erbil'de, Türkmen
Cephesi ve Türkmen Siyasî Partilerine ait bürolara, Türkmen okullarına, kültür ve ilim yuvalarına düzenlediği baskınlar sırasında, buralarda
bulunan 34 Türkmen öldürülmüş veya tutuklanmıştır. Tutukluların akıbeti hakkında bugüne kadar aileleri ve Türkmen Cephesi sağlıklı bir bilgi 
elde edememiştir. Konu, BM İnsan Hakları Komisyonu'nun (A /51/496/add. 18 November 1996) raporunda tescil edilmiştir.

Türkmenleri göç ettirmek ve yerlerine Arapları yerleştirme politikası çok eski bir politikadır ve Irak yönetimi tarafından yaklaşık yirmi seneden
beri yürütülmektedir. Türkmenleri hedef alan uygulamaların başlıcaları sı- ralandığında şunlar dikkati çeker:

<   Türkmenler, 80 yıl boyunca; asimile edilmek, evlerine topraklarına el konmak, göçe zorlanmakla kalmamış liderleri de sistematik olarak
çeşitli kişi ve gruplar tarafından katledilmiştir.  >

Türkmen liderleri idamlar, suikastlar ile bilinçli şekilde yok edilmeye çalışılmıştır.
Türkmenler, Kuzey Irak'tan Bağdat ve Güney Irak'a göçe zorlanmışlardır.
Türkmen aydınlar baskı altında tutulmuştur.

Türkmenlerin kendi dilleri ile eğitim yapmaları yasaklanmıştır.
Resmi dairelerde bile aralarında ana dilleri ile konuşmaları yasaktır.
Türkmenlere gayrimenkul alım-satımı yasaklanmıştır.
Her türlü ticarî aracın alım-satımı yasaklanmıştır.
Mahalle, köy ve şehirlerin Türkçe adları değiştirilmiştir.
Kerkük başta olmak üzere Türkmenlere ait verimli tarım arazileri yönetim tarafından istilâ edilerek, yönetime yakın kişilere dağıtılmıştır.

Türkmen bölgelerinde, camilerde Türkmence vaaz ve hutbe verilmesi yasaklanmıştır. Ehli-beyti anma toplantıları, bütün Türkmen bölgelerinde
yasaklandığı gibi, Irak'ın genelinde de yasaklanmıştır.

Türkmenleri göç ettirerek, yerlerine Arapları yerleştirme politikası, vahşice uygulanmıştır. Göç ettirilen Türkmenlere hiçbir tazminat ödenmediği
gibi, gönderildikleri yerlerde kendilerine kalacak yer dahi gösterilmemiştir.

Ekim 1997'de yeni bir nüfus sayımı yapılmıştır. İktidardaki Baas Partisi ve güvenlik birimleri Türkmenler arasında, " kendilerini Türkmen yazdıranların 
ellerinden her türlü vatandaşlık hakları alınarak sürgün edilecekleri " şayiasını yaymışlardır. Halk korkutulmuştur. Bu nedenle birçok Türkmen can ve mal güvenliği nedeni ile kendini Arap yazdırmıştır. Yukarıda anlatılan baskıların önemli bir kısmı BM İnsan Hakları Raporlarında yer almıştır.

Saddam rejiminin Amerikan ve İngiliz orduları tarafından devrilmesinden sonra Irak'a demokrasi ve insan haklarının geleceğine inanan Irak Türkmenleri büyük bir hayal kırıklığı yaşamışlardır. Ortaya yeni Saddamcıklar çıkmış, sadece Irak Türkmenlerinin değil, Arap ve Kürtlerin kendilerinden olmayanlarının da her türlü demokratik ve insan hakkı vahşîce ihlâl edilmiştir ve ihlâl edilmeye devam edilmektedir.

Ancak bu süreçte Irak Türkmenleri bir halk olarak özellikle hedef seçilmiş ve nerede ise varlıkları ve her türlü demokratik hakları inkar edilmeye çalışılmıştır.
Yaşananları özetleyebilmek için, bir Türkmen şehri olan Kerkük'te son yıllarda yaşanan bazı olayları hatırlatmakta faydalı olacaktır;

Kerkük başta olmak üzere, Türkmen şehirlerinde nüfus ve tapu kayıtları yakılmış, ilk olarak bu dairelere saldırılarak Türkmenlerin hak iddia
etmeleri engellenmek istenmiştir.

Kerkük'e yerleşmek isteyen Kürtlere ciddî maddî destek yapılmakta, doğumunu Kerkük'te yapanlara ayrıca para verilmekte, böylece şehirde Kürt nüfusunun yükseltilmesi amaçlanmaktadır. 

Devlet dairelerinin tamamına yakının Müdürlüklerine Erbil, Süleymaniye, Dohuk gibi şehirlerden getirilen, işle ilgisi ve eğitimi olmayan Kürt Müdürler atanmakta, personelin de benzer şekilde seçimine özen gösterilmektedir. Bu şekilde yapılandırılan Devlet dairelerinde Türk-

Kerkük'e yerleşmek isteyen Kürtlere ciddî maddî destek yapılmakta, doğumunu Kerkük'te yapanlara ayrıca para verilmekte, böylece şehirde Kürt
nüfusunun yükseltilmesi amaçlanmaktadır.

Türkmenlerin Demokrasi ve İnsan Hakları Mücadelesi Sürecek
menlere sürekli güçlük çıkarılmaktadır.
Kerkük'te bulunan Devlet binalarına “Göçmen” adı verilen Kürtler yerleştirilmekte, bunlara aylık düzenli maddî destek verilerek göç teşvik edilmektedir.
Türkmenlerin mallarını ele geçirmek ve fidye istemek için, kaçırılmaları sıkça yaşanmaktadır.





Türkmenlerin iş yerlerine yönelik baskı ve yıldırma politikaları uygulanmakta, zaman zaman şiddete varan, baskı ve yağmalamalarla Türkmenlerin
iş yerlerini kapatmaları sağlanmaya çalışılmaktadır.

Gece yarısından sonra Türkmen'lere ait evlerde aramalar yapılmaktadır.
Arama bahanesiyle eve giren kişiler, evdeki bazı kişileri seçip, meçhul yerlere götürüyorlar. Bir çoğundan tekrar haber alınamamaktadır.
Türkmen gazeteciler tehdit edilmekte, keyfi olarak sık sık gözaltına alınmaktadırlar.
Türkçe basan matbaalar kapatılmakta veya tahrip edilmektedir.
Türkmeneli Radyo ve Televizyonu da her fırsatta vurulmaktadır.

2007 Yılı ise bir kader yılı olarak karşımıza çıkmıştır. Anayasa'ya göre, Aralık 2007'de Irak'ta Kerkük'ün Irak'a mı yoksa Kuzey Irak'a mı bağlanacağını
belirleyecek olan referandum yapılması öngörülmüştür.. Referandum öncesi Kerkük'e yerleştirilen Kürt göçmenlerden yaklaşık 300 binine seçim kartı dağıtılması, bunlar için ABD'nin Barzani'ye kredi açması; Kerkük'te yapılan etnik temizliğin bir uzantısı ve Kürtlere tesliminin yeni bir aşamasıdır.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,



***

24 Şubat 2016 Çarşamba

Ankara - Erbil - Şam - Rojava ekseninde El-Kaide'li ufuk turu



Ankara - Erbil - Şam - Rojava ekseninde El-Kaide'li ufuk turu




CENGİZ ÇANDAR

02/11/2013 

Obama-Maliki görüşmesinde el-Kaide'ye karşı işbirliğinin masaya yatırılacağına kuşku yok.


WASHINGTON- Morton Abramowitz ile görüşmeyeli epey zaman olmuştu. Daha önce defalarca yaptığımız gibi, Washington’un Çinli semtinde, Chinatown’daki Moğol lokantasının önünde buluştuk. Çin-Moğol mutfağına düşkündür. Çincesi de kuvvetlidir. Bu günlerde adı, ‘Retorikten Realiteye’ adlı ABD’nin Türkiye politikasının nasıl ele alınması gerektiğine ilişkin raporu hazırlayan ekibin ‘eşbaşkanı’ olması yani yazımında çok özel, belirleyici katkısı nedeniyle Türkiye’de sık sık anılıyor. ABD’nin Türkiye’yi en iyi bilen, en yetkin ve en etkili isimlerinden biri olduğuna kuşku yok. 

Karşılaştığımız an, ilk sözleri, yaşının 80’e dayanmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirmek oldu. Oysa zihni, yine her zamanki gibi 20’li, 30’lu genç adamlarınki kadar berraktı. Morton Abramowitz’le tabii ki bol bol ABD’yi ve Türkiye’yi konuştuk. Mort, oldum olası, Amerikan yönetimini, yapısını ve işleyişini, politikalarını sözünü hiç sakınmadan eleştirir. Olduğu gibi anlatır. Yine öyle yaptı. 

O nedenle Türkiye’ye ilişkin olarak da bölgeye (Ortadoğu) ilişkin olarak da bu ABD’den, bir başka deyişle ‘Obama Amerikası’ndan –olumlu ya da olumsuz- beklentilere kapılmanın gerekmediğine ilişkin kanaatlerim, Abramowitz’i dinledikten sonra daha da pekişti. 
Aynı duygulara Washington’da bulunan Irak Başbakanı Nuri el-Maliki de vardı mı, bilemiyorum. Maliki, tıpkı şu sıra aralarının ısıtılmaya çalışıldığı Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın bundan beş buçuk ay önce, mayısta Washington’da ağırlanışı gibi ağırlanıyor. 
Morton Abramowitz, geçen akşam, Tayyip Erdoğan’ın Washington’dan eli boş döndüğünü söyledi bana. Ben de İstanbul’dan bakarak, uluslararası ilişkilerin inceliklerine vâkıf olduğumuz kadarıyla o hükme varmış ve yazmıştım zaten. 

Maliki de öyle mi olacak? 

Olabilir. Maliki, görüştüğü Senato Dış İlişkiler Komitesi üzerinde pek bir etki bırakmamış. Örneğin Cumhuriyetçi Tennessee Senatörü Bob Corker, “Kendi kendimize konuşurken, birbirimizin yanından geçip gittik gibi geldi bana” demiş Maliki için. “Bizim kaygılarımızı içselleştirmiş görünmüyordu ve onları önemsemez bir haldeydi” diye eklemiş NYT’ye. 

Ne garip, aşağı yukarı aynı sözcükleri – “İki taraf da birbiriyle konuşuyor gibi ama farklı şeyler konuşuyor ve yürürken konuşuyor, birbirinin yanından geçip gidiyor”- şeklinde olarak, ABD-Türkiye ilişkilerinin bugünkü hali ve Tayyip Erdoğan’ın tavrına ilişkin olarak, Morton Abramowitz, bana söylemişti. 

Bu yazı yazıldığı sırada, Maliki, Beyaz Saray’da Obama ile görüşmede olacaktı. Obama-Maliki görüşmesinin ‘anafikri’ni, Maliki’nin daha Bağdat’tayken NYT’ye yazdığı ve 30 Ekim Çarşamba günü yayımlanan ‘Bizim İçin Sabırlı Olun’ başlıklı makalenin şu satırlarında bulmak mümkün: 

“El-Kaide Irak’tadır ve uzantıları halkımıza karşı acımasız bir terörist kampanya yürütüyorlar. Bu teröristler sadece Irak’ın değil, ABD’nin de düşmanlarıdırlar. Bu nedenle Başkan Obama ile cuma günü görüştüğümde, terörizme karşı koymak ve Suriye’deki çatışma dahil olmak üzere, daha geniş bölgesel güvenlik kaygılarına hitap etmek amacıyla ABD ve Irak arasında daha derin bir güvenlik ilişkisine ilişkin bir plan önermeyi düşünüyorum... 

Suriye’deki savaş, aşırı mezhepçileri ve dünyanın çeşitli parçalarındaki teröristleri çeken bir mıknatıs oldu. Onları çevremizde topluyor. Birçoğu, delik deşik sınırlarımızdan içeri sızıyorlar. Suriye ya da Irak’ın el-Kaide operasyonları için üs olmasını ne biz isteriz ne de ABD...” 
Türkiye’den bakıldığında, Maliki’nin Washington ziyareti üzerinde bu kadar durmayı değer kılan bu satırlar işte. Irak’ta son haftalarda kan gövdeyi götürüyor. Kanlı bilançonun altındaki imza IŞİD. Rojava’da –başta Serekaniye- Kürtlere saldıran, Türkiye sınırlarının ötesindeki Rakka ve Azaz’ı elinde tutan da o. Türkiye topraklarını kullandığı ileri sürülen ‘silahlı İslamcı güçler’den biri de IŞİD. Ankara, IŞİD’e karşı gereken önlemi almazken, Nusaybin’de, Şenyurt’ta Kürtler arasında ‘duvar’ örmeyi ‘güvenlik politikası’ diye sunabiliyor. 

Ayrıca, şu anda Irak Kürdistan Bölge Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani, Tayyip Erdoğan’la görüşmüş durumda. Irak Dışişleri Bakanı (Mesut Barzani’nin dayısı olur) Hoşyar Zebari geçen hafta Ankara’daydı. Ankara –Washington’un isteğini yerine getirmek niyetiyle de- Bağdat ile arasına düzeltmek istiyor. Konu, Ankara-Erbil-Bağdat üçlü ilişkilerinin çerçevesi içine oturuyor. Daha da önemlisi, ‘Suriye-Rojava’ ile bir de ‘dördüncü unsur’la daha da büyük bir boyut kazanıyor. 

Ankara, PYD’ye karşı Rojava ile araya bir utanç ‘duvarı’ inşa ederek, sınırı kapatmak isterken, Irak Kürdistanı’nın kapıları bizim toplantıya katılmak için Rojava’dan yola çıkmak isteyen Salih Müslim’e kapatıldı. Ne var ki, Kürt YPG güçleri, Musul üzerinden Bağdat’a uzanan Til Koçer kapısını, Kaide’nin Irak-Suriye kolu IŞİD’in elinden aldılar. Bunun siyasi-stratejik sonuçları üzerinde iki yazı öncesinde durmuştum. Washington’da birlikte bulunduğumuz BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, aynı konuda, hızla dünyanın en önde gelen Rojava uzmanlarından biri olmaya başlayan Mutlu Çiviroğlu’na konuştu. Radikal Online’da tümünü okuyabileceğiniz çarpıcı söyleşinin şu bölümünü not ettim. Mutlu Çiviroğlu soruyor: 

“ABD’de el Kaide gibi radikal gruplar en büyük korku kaynağı. PYD ise bu unsurlara karşı savaş verirken Amerika kamuoyunda kısmen de olsa olumlu tepkiler ortaya çıktı. Buna karşın, ABD hükümetinin bu konudaki gönülsüzlüğünü neye bağlıyorsunuz?” 

Demirtaş’ın cevabı: “Aslında burada Türkiye’nin rolünün olduğunu düşünüyorum. Çünkü Türkiye ABD’den ve Avrupa’dan aldığı desteği bu ülkelerin iradesinin hilafına radikal gruplara yönlendirmiştir… Amerikalıların kendi eliyle oradaki el Kaide militanlarını besliyor gerçeği zannedersem Amerika toplumunu da rahatsız ediyordur… Bu Türkiye’nin izlediği yanlış dış politikasının bir sonucu olmuştur. Halen de tümüyle bu yardımların kesildiğini söylemek mümkün değil. 

Dolayısıyla şu an Türkiye içine düştüğü durumu ve bu ülkelerle kurduğu aldatmaya dayalı ilişkinin hesabını vermek üzere sorgulanıyor. Ankara’nın dış politikası sorgulanıyor. Türkiye’nin Bağdat ile yeniden ilişki kurmaya zorlanması da aslında bütün bu hataların sonucudur.” 
Selahattin Demirtaş, yukarıda işaret ettiğimiz Til Koçer kapısının YPG tarafından ele geçirilmesine de değiniyor. “Til Koçer kapısının kontrol ediliyor olması ve ele geçirilmesi Rojava devrim sürecinin şu ana kadarki en önemli hamlelerinden biri oldu. Askeri ve siyasi açıdan birçok şeyi değiştirecek bir gelişme oldu bu. Bu hamle, muhatap alma konusunda da uluslararası alanda PYD’nin elini güçlendirdi diye düşünüyorum. Kapının kontrolü ambargonun kırılması için de etkili bir hamle oldu.” 

Selahattin Demirtaş’ın Washington’da, ABD’nin Türkiye ile ilişkileriyle ilgili Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland ile görüştüğünü, görüşmede ‘Rojava konusu’nun önemli yer tuttuğunu da ekleyelim. 

Obama-Maliki görüşmesinden, Maliki’nin IŞİD’e karşı kullanmayı istediği Apache helikopterleri ile Hell fire füzeleri satışı çıkar mı bilinmez ama el-Kaide’ye karşı işbirliğinin masaya yatırılacağına kuşku yok. 

Özetleyelim: Maliki, Washington’dan mayıstaki Erdoğan gibi mi dönecek; şimdiden kestirmek kolay değil ama şu kesin gibi: Türkiye-Suriye sınırları el-Kaide için yol geçen halinde muhafaza edilirse el-Kaide, Kürtlere saldırmak için Türkiye’nin ‘zımni’ desteğinden yararlanır ve dolayısıyla bölgede kökleşirse… 

Ne Türkiye-Irak ilişkileri toparlanabilir ve ne de Türkiye-ABD ilişkilerini sancısız bir gelecek bekleyebilir. 

Washington’da Ankara-Erbil-Şam-Rojava ekseninde ‘el-Kaide’li ufuk turu böyle söylüyor…


http://www.radikal.com.tr/yazarlar/cengiz-candar/ankara-erbil-sam-rojava-ekseninde-el-kaideli-ufuk-turu-1158622/