kerkük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kerkük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Haziran 2019 Cuma

Musul ve Kerkük için verilen mücadele ve günümüze yansıyanlar.,

Musul ve Kerkük için verilen mücadele ve günümüze yansıyanlar.,




Paylaş

Zekeriya Türkmen’e göre, İngiltere’nin Çarlık Rusya ile “Doğu Sorunu”na (Şark Meselesi) [[1]] yönelik mutabakata varması Osmanlı’nın Musul Vilayeti’nin [[2]] ilerleyen yıllardaki kaderini tayin etti. Bu mutabakat sonrası İngiltere, müstemlekelerine karşı Almanya’nın giriştiği talepkâr politikaya karşı, Rusya’yı yanına alarak batıda Almanya’ya karşı yeni bir cephe açmış, doğuda ise Hindistan yolunu güvence altına alarak Güney Mezopotamya’nın yer altı zenginliğini ele geçirmiştir.
Osmanlının son döneminde Musul Vilayeti. Kaynak: http://www.orsam.org.tr/files/Kitaplar/5tr.pdf
İngiltere, Osmanlı Devleti Birinci Dünya Harbi’ne iştirak etmeden önce, “Hindistan İstila Gücü” isimli askeri birliklerini 23 Ekim’de Bahreyn’e konuşlandırdı ve Şii Arap aşiretleri arasında istihbarat faaliyetlerini başlattı. 29 Nisan 1916 tarihinde Osmanlı Ordusu’nun İngilizlere karşı kazandığı Kut-ül Amare Zaferi, İngilizlerin Irak’taki ileri harekâtına ket vurmuştu. Ancak Haziran 1916’da başlatılan Arap İsyanı sonucu 1917 Mart ayında Bağdat düşmüş ve Musul yolu İngilizlere açılmıştı.

Mondros Ateşkes Antlaşması ve sonrası

30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması sırasında İngilizler Musul’un 60 km güneyinde bulunmakta; Türk Ordusu ise, Musul-Erbil-Süleymaniye üçgenini kontrol altında tutmaktaydı. Kerkük merkezi hariç, Süleymaniye ve genel olarak Musul vilayeti 6. Ordu komutanı Ali İhsan Sabis Paşanın denetimi altındaydı.
İngilizler, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın 7. maddesini gerekçe göstererek “bölgedeki Hıristiyan halkın katledildiği” yalanını bahane ederek Musul’un boşaltılmasını Ali İhsan Paşadan istediler. Ali İhsan Paşa her ne kadar bu gerekçe ve teklifi reddetmiş, direnmişse de sonrasında İstanbul’dan gelen emir üzerine kuvvetlerini Musul’dan Zaho hattına kadar geri çekmek zorunda kaldı. Şehrin boşaltılmasının ardından İngilizler 1 Kasım 1918 tarihinde Musul’u işgal ettiler.
İngilizler, Musul’a girmelerinden sonra bölgedeki Türk hâkimiyeti algısını kırmak ve işgali meşrulaştırmak için Kürt aşiretlerine yönelik propaganda faaliyetlerine hız verdiler. Bu doğrultuda Birinci Cihan Harbi’nde Güneybatı İran’da Alman istihbaratçı Wilhelm Wassmuss’a karşı üstünlük kuran Binbaşı Edward Noel görevlendirdiler. İngiliz ajanlarından Binbaşı Noel Musul ve Kerkük hattında, Binbaşı Soon Süleymaniye bölgesinde, Binbaşı Hay ise Erbil çevresinde örtülü faaliyetlere başladılar.
Noel, 7 Nisan 1919’da cepheyi genişleterek Anadolu’ya geçmiş ve Mardin’e gelerek Türklere karşı topyekûn bir Kürt Ayaklanması için aşiretlerle temasta bulunmuş ancak amacına ulaşamamıştı. Bölgedeki Kürt aşiretleri Osmanlı Mebusan Meclisi’ne gönderdikleri telgraflarla bölücü İngiliz propagandasını protesto etmişler; “Kürtlük ve Türklük bir bütündür. Birbirlerinin öz kardeşi ve din kardeşidir. Her iki toplum için vatan birdir… Kürtler vatanlarının kurtuluşu uğrunda şimdiye kadar Türklerle ilk savaş safında kanlarını akıtmışlar dır. Bundan böyle de hükümetimizin devamı ve mutluluğu için aynı şekilde davranacaklardır…” deklarasyonunu yapmışlardı. Benzer şekilde Musul-Kerkük hattındaki halkın da gayrimüslim bir istilacının idaresini kabul etmemesi, İngilizlerin Nasturi ve Asurîlere karşı imtiyazlı tavırları ve Müslüman halka uygulanan vergiler, İngilizler ve yerel halk arasında sokak çatışmalara sebebiyet vermiştir.
Bölgenin müslüman halkı TBMM’nin açılmasıyla beraber Milli Mücadeleyi desteklediler, Türkiye’nin tarafında yer aldılar.  Bölge halkı üzerinde Türk propagandası etkili oldu. Cizre Kaymakamı Sultan Maslat Bey, Van Valisi Ali Haydar Bey ve Musul’da Ankara Hükümeti tarafından desteklenen “Cemiyet-i Hilaliye”, halkı İngiliz işgaline karşı manevi olarak örgütlediler.

Misâk-ı Milli kararı

28 Ocak 1920 tarihinde son kez İstanbul’da toplanan Osmanlı Mebusan Meclisi, Ankara Hükümeti’nin teşvikleri ile Misâk-ı Milli kararını aldı (EK-1). Mustafa Kemal Paşa, Ankara Ziraat Mektebi’nde Ankara halkına hitaben yapmış olduğu konuşmada Misak-ı Milli’nin sınırlarını; “Bu hudut İskenderun Körfezi cenubundan Antakya’dan Halep ve Katma istasyonu arasından Cerablus Körfezi cenubundan Fırat nehrine mülaki olur (kavuşur). Oradan Deyr-i Zor’a iner; daha sonra Şarka temdit edilerek, Musul, Kerkük, Süleymaniye’yi ihtiva eder…” ifadeleri ile açıkladı.
Bu sıralarda Anadolu’da Milli Mücadele başlamıştı. Doğuda Ermenilere karşı Batıda ise Yunanlılara karşı önemli başarılar kazanılmaktaydı. Anadolu’da mücadelenin başarıyla devam ettiği bu tarihlerde milli sınırlar içinde ifade edilen Kerkük, Süleymaniye ve Musul da TBMM’nin hedefleri arasındaydı.

Misak-i Milli sınırları

Gazi Mustafa Kemal Paşa TBMM’nin açılışından yaklaşık  bir hafta sonra Meclis kürsüsünden Misâk-ı Millînin güney sınırlarını şu şekilde ifade ediyordu:
“Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut meselesi tayin ve tespit edilirken, hudud-u millîmiz, İskenderun’un cenubundan (güneyinden) geçer, şarka doğru uzanarak Musul’u, Süleymaniye’yi, Kerkük’ü ihtiva eder. İşte hudud-u millîmiz budur dedik!”
Mustafa Kemal Paşa, Musul’u, Kerkük’ü ve Süleymaniye’yi Anadolu’nun bir parçası olarak tanımlıyordu.
Kurtuluş Savaşında Musul Vilayeti İçin Verilen Mücadele
Sakarya Zaferi’nden ardından Ekim 1921’de Türk-Fransız diplomatik görüşmelerinin başlaması, Musul Meselesi’nde İngilizleri telaşa düşürmüştü. İstanbul’daki İngiliz yüksek komiseri Sir Rumbold’un 12 Ekim 1921’de Lord Curzon’a gönderdiği telgrafta, Türklerin Yunanlılara son darbeyi vurduktan sonra, Musul’a askerî bir harekât düzenleyeceklerini bildirerek, Musul için hem diplomatik hem de askeri tedbirler alınmasını tavsiye etmiştir.
Bölgedeki Türkmenler ve Revandiz-Erbil hattında bulunan Sürücü ve Zibar gibi Kürt aşiretleri, İngilizlere karşı çete harbine başlamışlar ve Ankara’dan da destek talep etmişlerdi. Bunun üzere Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle 1 Şubat 1922 tarihinde Kuzey Irak’a gönderilmek üzere bir milis birliği oluşturuldu. Birliğin başına Birinci Dünya Harbi’nde Filistin Cephesi’nde bulunmuş, gayrinizamî harp tecrübesi olan Teşkilat-ı Mahsûsa mensubu Şefik Özdemir Bey getirildi. Yapılan plana göre müfrezedeki rütbeli subaylar Türk olmakla birlikte er kademesinde Fransız Ordusu’ndan kaçan Tunus ve Cezayir asıllı Müslüman bedeviler ve bölgedeki Türkmen ve Kürt aşiretler yer alacaktı. Zira İngilizlerle diplomatik görüşmelerden dolayı “Musul Harekâtına resmi bir mahiyet verilmeyecek, görünüşte Türkiye ile hiçbir ilgisi olmadığı, şahsi ve mahalli teşebbüslerle meydana gelmiş olduğu kanaati uyandırılacaktı.
12 Haziran 1922 tarihinde, Elcezire cephe komutanı Cevat (Çobanlı) Paşa tarafından iaşe, silah ve cephane bakımından donatılan 100 mevcutlu müfreze Hakkâri’den Kuzey Irak’a girmiş, güzergâhı üstündeki halk tarafından büyük bir coşku ve heyecanla karşılanmıştı. Diyarbakır ile Şemdinan arasında iletişimi sağlamak için telgraf hattı çektiren Özdemir Bey, bölgenin ileri gelen aşiretleri ile de temasa geçerek hem müfrezeye milis hem de asayişi sağlamak için jandarma birlikleri oluşturdu. Ankara Hükümeti ise eş zamanlı olarak müfrezenin geçtiği yerlere mülkî amirler atayarak siyasi boşluğu doldurmaya çalışıyordu. 22 Haziran 1922’de Revandiz’e ulaşan Şefik Özdemir Bey Müfrezesine, İngilizler 10 Temmuz’da ağır bir hava bombardımanı başlattı. İngilizler ile ilk sıcak temas ise 31 Ağustos günü Derbent’te gerçekleşmişti. Derbent Muharebesini kazanan müfreze 5 Eylül günü Köysancak’ı alarak İngilizleri güneye püskürtü.
Müfrezenin ileri harekâtı karşısında tutunamayan İngilizler taktik değiştirerek kendi kontrollerinde Süleymaniye ve çevresinde yarı otonom bir “Kürt bölgesel yönetimi” oluşturmaya, Binbaşı Noel’in etki alanında olan Şeyh Mahmut’u Birinci Melik unvanı ile tahta geçirmeye çalıştılar. Ancak Şeyh Mahmut, Şefik Özdemir Bey’in kendisine gönderdiği heyet ile görüşerek İngilizlere karşı Süleymaniye’ye ortak bir harekât yapmayı teklif etti. Şeyh Mahmut’un bu siyasetinin arkasında İngilizlerin desteklediği Kral Faysal’a karşı Türk Devleti’nin desteğini alarak hâkimiyet alanında otonom bir bölge oluşturmak yatmaktaydı.
Eylül 1922’de Anadolu’daki mili mücadelenin başarıya ulaşmasını takiben İngilizler, Şefik Özdemir Bey Müfrezesi’ne karşı tazyiklerini arttırdılar. Köysancak’a ağır bombardıman başlatıp, uçaklar vasıtasıyla aşiretlere yönelik propaganda beyannameleri attılar. Ayrıca İran-Irak-Türkiye arasındaki sıfır noktasında konuşlanmış olan Simko İsmail Ağa’nın aşireti, İngiliz güdümlü Nasturi çeteleri ve Kral Faysal’ın emrindeki “şehhabe” adlı paralı askerlerin taarruzları; Şefik Özdemir Bey’in Müfrezesinin -en güçlü olduğu nokta olan Revandiz-Hoşnav hattında- savunmaya çekilmesine neden oldu.
7 Eylül günü Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ın Bornova’dan Elcezire Cephe Komutanlığı’na gönderdiği tarihi telgrafta, Musul’un silahla alınması için gerekli hazırlıkların yapılması emredildi. Harekât planına göre; “Elcezire Cephesi bütün gücüyle Dicle’nin iki tarafından, nehir boyunca Musul yönünde taarruz edecek… 
Van, Hakkâri ve Iğdır sınır birliklerinden oluşan dağ bataryalarıyla takviye edilen bir piyade tümeni, bir süvari tugayı ve aşiretlerden oluşan süvarilerle İmadiye, Süleymaniye hattı üzerinden Musul ve Kerkük’e taarruzla görevlendirilmişti.

Lozan Barış Konferansı’nda Musul vilayeti

11 Kasım 1922’de Lozan Barış Konferansı başlatıldı. Konferansta görüşmelerin önemli başlıklarından biri Musul meselesi oldu.  Bu konunun hararetle tartışıldığı günlerde 2 Ocak 1923’te Mustafa Kemal Paşa TBMM’de şunları söylüyordu:
“…Musul vilayetinin hudud-ı millimize dâhil araziden olduğunu biddefaat ilan ettik. Lozan’da elyevm (bugünkü günde) karşımızda ahz-ı mevki etmiş olanlar bunu pekâlâ bilirler. Vatanımızın hudutlarını tayin ettiğimiz zaman büyük fedakârlıklara katlandık. Menafiimize mugayir (menfaatlerimize aykırı) olmakla beraber müsalemet perverane (barıştan yana) hareket ettik. Artık milli arazimizden en ufak bir parçasını bizden koparmaya çalışmak pek haksız bir hareket olur. Buna kat’iyen muvafakat etmeyiz”.  
Mustafa Kemal Paşanın bu açıklamalarının benzerleri milletvekilleri tarafından da ifade edildi. Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni Bey, TBMM’de yaptığı heyecanlı bir konuşmada; “Paşa, ordunun başına otur, başka işin yoktur. Başkumandanlık vazifesini ifa et ve hudutlara bayrağımızı rekzet, bayrağını süngünü İngiliz’in gırtlağına daya!”  diyordu.
Türk tarafı Lozan Konferansında Musul ve Kerkük’ün çoğunluğunun Türk olduğunu, Kürtler ve Araplarla beraber Anadolu’nun bir parçası olduğunu savundu. İngilizler, Türklerin petrol zenginliği için Musul’u istediklerini öne çıkartarak konferansa katılan diğer devletleri de kendi taraflarına çektiler. Türk tarafı Musul meselesi de dâhil, kapitülasyonlar, Ermeni meselesi gibi konularda taviz vermedi. Gerilen ortam nedeniyle görüşmeler 4 Şubat 1923’te kesildi.
İngilizler; 1923 Şubat ayında Mareşal John Salmon’ın komutasındaki 8. Hava filosuna takviyeler yapmış, bölgeye Hindistan’dan kara gücü sevk etmiş, hava bombardımanı ve zırhlı birlikleri vasıtasıyla halk üzerinde algı operasyonu yapmış ve aşiretlere para dağıtmıştılar. Yürütülen bu faaliyetler en başından beri Türk tarafında olan Barzani ve Balik aşiretlerinin İngiliz safına geçmelerine neden olmuştu. Tüm bunlarla -zaten iaşe ve mühimmat sıkıntısı çeken- Özdemir Bey Müfrezesi zor durumda bırakılmıştı. 22 Nisan 1923 tarihinde Revandiz’in düşmesi ise Müfrezenin hareket kabiliyetini ortadan kaldırdı. 29 Nisan günü silah ve mühimmatıyla İran’a çekilen müfreze 10 Mayıs’ta Van’a geldi. Arabulucuların devreye girmesiyle Lozan’da görüşmeler 23 Nisan 1923’te yeniden başlatılmıştı. Gösterilen çabalara rağmen bölgede verilen askeri mücadele İngilizlerin lehine gelişmişti. Bu durumdan dolayı Lozan’da Musul Meselesi hakkında yapılan müzakerelerde diplomatik çaresizlikler yaşanmaktaydı.
Lozan’da Musul konusunda bir sonuca ulaşılamamış, Türkiye ile İngiltere yeni bir savaşın eşiğine gelmişti. Mustafa Kemal Paşa ise savaştan uzak durulması düşüncesindeydi. Musul’a yapılacak bir harekâtın ülkeyi sonu belirsiz bir savaşa sürükleyeceğini ifade etmeye başlayan Mustafa Kemal Paşa askeri seçenek yerine konunun konferansta çözülmesinin gerekliliğini öne çıkarmaya başladı. Kesilen Lozan görüşmelerinin tekrar başlamasının ardından Musul’un geleceği sonraya Türkiye ve İngiltere arasında yapılacak görüşmelere bırakıldı.

Musul vilayeti hakkında Milletler Cemiyeti kararı

Lozan konferansından sonra Türkiye-İngiltere ikili görüşmeleri başladı. İngilizler petrol bölgesi olan Musul ve Kerkük civarını Türkiye’ye bırakmayacaklarını açıkça ifade ettiler. Uyuşmazlığı gidermek amacıyla 19 Mayıs 1924’de İstanbul’da yapılan görüşmelerde İngiltere’nin Irak lehine Hakkâri üzerinde de hak iddia etmesi üzerine görüşmelerden sonuç alınamadı.
İngiltere Musul meselesini 6 Ağustos’ta -Türkiye’nin üyesi olmadığı- Milletler Cemiyeti’ne götürdü. Milletler Cemiyeti Musul meselesini 20 Eylül 1924’te görüşmeye başladı. Görüşmelerde Türk tarafı daha önceki görüşlerinde ısrar ederek Musul’da bir halk oylaması yapılmasını istediyse de İngiltere bu talebi de daha önce Lozan’da yaptığı gibi “bölgede yaşayan halkın cahil olduğu ve sınır işlerinden anlamadığı” gibi küstah bir gerekçeyle kabul etmedi.
Türkiye bölge ile ilgili tezlerini (Kürtlerin Türkiye’ye bağlanmak istediğini), Milletler Cemiyeti’nde de savundu. Ancak bu tarihlerde Türkiye’nin doğusunda çıkan Şeyh Sait isyanı ve hemen ardından bölgeye yönelik uygulamalar, Türkiye’nin tezinin zayıflamasına sebep oldu.
Milletler Cemiyeti, bir soruşturma komisyonu kurdu. Komisyon Irak’ta incelemede bulunarak Musul halkının görüşlerine başvuracaktı. Ancak, komisyonun çalışmalarını sürdürdüğü sırada İngilizlerin saldırgan tavırları ve kuzeye doğru yeni toprakları işgal etmesi, kanlı olayların meydana gelmesine neden oldu. Bunun üzerine komisyon Türk-Irak sınırını tanımlayan “Brüksel Hattı” adıyla bir rapor hazırladı. Bu raporu 16 Temmuz I925’te Milletler Cemiyeti Meclisi’ne sundu. Raporda yer alan temel görüşler ana hatlarıyla şöyleydi:
  • Brüksel Hattı’nın coğrafî sınır olarak tespit edilmesi,
  • Musul vilâyetinde çoğunluğun, sayıları 500 bini bulan Kürtlerden meydana geldiği,
  • Kürtlerin Türk ve Arap nüfustan fazla olduğu,
  • 1928 yılında sona erecek olan Irak’taki manda yönetiminin 25 yıl daha uzatılması,
  • Bölgedeki Kürtlere yönetim ve kültürel haklarının verilmesi kaydıyla Musul’un Irak yönetimine bırakılması,
  • Milletler Cemiyeti Meclisi’nin, bölgenin iki ülke arasında taksimine karar vermesi halinde Küçük Zap çizgisinin sınır olarak kabul edilmesi,
  • Milletler Cemiyeti, “Irak’taki manda yönetiminin uzatılmasını ve Kürtlere imtiyazlar tanımak suretiyle bölgenin Irak’a bırakılmasını uygun görmediği takdirde”, Musul’un Türkiye’ye bırakılmasının uygun olacağı,
  • İngiltere’nin Hakkâri üzerindeki iddia ve isteklerinin kabul edilmemesi.
Türkiye’nin bu komisyon raporuna itiraz etmesi üzerine, Konsey, 19 Eylül 1925’te La Haye Adalet Divanı’ndan görüş istedi. Divan’ın verdiği karar, Milletler Cemiyeti Meclisi’nin işini kolaylaştırır nitelikteydi. Milletler Cemiyeti Meclisi, Türkiye’nin karşı çıkmasına rağmen, 8 Aralık 1925’te Divan’ın kararını benimsediğini açıkladı. Hemen arkasından da 16 Aralık 1925’te Soruşturma Komisyonu Raporu’nu kabul ederek, Brüksel Hattı’nın güneyindeki toprakların Irak’a bırakılmasını kabul eden kararını aldı.
Türkiye’nin Milletler Cemiyeti kararına tepkisi büyük oldu. Ancak dönemin iç sorunları, Türkiye’nin henüz yeni savaştan çıkmış olması ve uluslararası alanda yalnız konumda bulunması, daha fazla direnilmesine engel oldu. Türkiye defalarca Musul konusundaki İngiliz oyunlarını kabul etmeyeceğini açıklamasına rağmen sonunda mecbur bırakılarak, Milletler Cemiyeti Meclisi kararına uydu ve 5 Haziran 1926’da yapılan Ankara Antlaşması ile Musul’u Irak’a terk etmeyi kabul etti.

Ankara Antlaşması

Türkiye ile Irak arasındaki sınırı belirleyen ve komşuluk ilişkilerini düzenleyen Ankara Antlaşması, 05 Haziran 1926 tarihinde Türkiye, Irak ve İngiltere arasında imzalandı. Antlaşma, 7 Haziran 1926’daTBMM’de onaylandı. Oylamaya katılan 145 milletvekilinden  142’si kabul, 2’si ret, 1’i çekimser oy verdi (TBMM Zabıt Ceridesi, C, 26, s. 164-195). Antlaşma, 18 Haziran 1926’da yürürlüğe girdi. Böylece bugünkü Türkiye-Irak sınırı çizildi.
Antlaşma; sınır, iyi komşuluk ilişkileri ve genel hükümler adları ile üç bölüm ve toplam 18 maddeden meydana geliyordu:
  • Antlaşmanın 1. ve 2. maddeleri ile Türk-Irak sınırı, “Milletler Cemiyeti’nin 29 Ekim 1924 tarihli Kararı”na (Brüksel Sınır Çizgisi’ne) atıf yapılarak çizildi.
  • Anlaşmanın 5. Maddesinde de bu sınırın herhangi bir şekilde değiştirilmesi eylemine geçilemeyeceği kabul edildi.
  • madde ise bölgedeki petrol gelirinin %10’unun 25 yıl süreyle Türkiye’ye bırakılmasını öngörmüştü. Türkiye daha sonra 500 bin İngiliz lirası karşılığında bu hakkından vazgeçti.
Antlaşma sınırlar konusunda “süresiz”di. İsmail Soysal’ın ifadesiyle  “Başka bir değişle sınır değiştirilmemek üzere çizilmişti.”  Antlaşmanın  sınırların değişmezliğine vurgu yapan  “birinci kesimi” süresizdi, ama  “ikinci kesimi” 18 Temmuz 1936’da sona eriyordu. Türkiye ile Irak, 8 Aralık 1936’daki “nota verişimi” ile antlaşmanın “ikinci kesimini” uzattılar. 1932’de Irak’taki İngiliz mandasının sona ermesiyle Türkiye-Irak arasında 1937  Sadabat Paktı’yla sonuçlanacak iyi ilişkiler kuruldu.
1. Dünya Savaşı’ndan sonra29 Mart 1946’da Irakve Türkiye arasında  Ankara’da bir antlaşma daha yapıldı. O antlaşmanın 1. maddesinde de  “1926 Antlaşması ile belirlenmiş ve çizilmiş sınıra saygı gösterileceği”  belirtildi (İsmail Soysal, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları,  C.1, s. 312-325).
Türkiye-Irak sınırını değiştirecek herhangi bir girişim,  1926 ve 1946 Ankara Antlaşması’na aykırıdır. Barzani’nin bağımsızlık referandumu,  Ankara Antlaşması’yla belirlenen Türkiye-Irak sınırının  “kesinliğini ve bozulmazlığını değiştirmeyi amaçlayan bir girişimdir.” Yani, Barzani’nin referandumuyla Irak’ın kuzeyinde kurulacak bir Kürt devleti, Ankara Antlaşması’na göre  “değiştirilemez” olan Türkiye-Irak sınırını değiştirecektir,  daha doğrusu  ortadan kaldıracaktır.
Ankara Antlaşması’nın hâlâ yürürlükteki “sınır rejimi”, antlaşmanın 1. maddesinde açıkça ifade edildiği gibi“Milletler Cemiyeti’nin 29 Ekim 1924 günlü oturumunda kararlaştırılmış çizgiye uygun olarak”  belirlenmişti. Türkiye-Irak sınırını belirleyen “Bürüksel Sınır Çizgisi”  anlaşmanın ekinde ayrıntılı olarak yer almıştı. Ankara Antlaşması  üç ülke; İngiltere, Türkiye  ve Irak arasında imzalanmış olsa da, antlaşmadaki Türkiye-Irak sınırını üç ülke değil, o zamanki dünyanın en önemli uluslararası örgütü  Milletler Cemiyeti Komisyonu  belirlemişti. Dolayısıyla Barzani’nin referandumu, her şeyden önce  Ankara Antlaşması’nın Milletler Cemiyeti  kararlarına dayanan uluslararası  “sınır rejimine” aykırıdır.

Musul’a Müdahale hakkı doğar mı?

Öncelikle, Ankara Antlaşması’nda “Irak’ın toprak bütünlüğü bozulursa Türkiye, Musul ve Kerkük’te hak iddia eder” diye bir madde yoktur. Ancak Ankara Antlaşması’nın  “Bozulmaz/değişmez”  Türkiye-Irak sınırı, tarafların onayı olmadan bozulursa, taraflar antlaşmadan doğan hukuki haklarını arayabilirler. Ayrıca  Ankara Antlaşması’nın Türkiye-Irak sınırı,  Milletler Cemiyeti Komisyonu’nun belirlediği “Bürüksel Hattı”na dayalı olduğundan, sınırı bozmaya yönelik teşebbüsler, uluslararası hukukun ihlali anlamına gelecektir. Bu durumda taraflar önce uluslararası hukuku  devreye sokmayı deneyebilirler,  buradan bir sonuç alamadıkları  takdirde  ise  Ankara Antlaşması’nın yürürlükteki “sınır rejimini”  korumak için gerekirse  güç  kullanabilirler. Türkiye sağduyulu, hesaplı ve gerçekçi hareket etmelidir.
Diğer bazı konu uzmanlarına göre ise Misak-ı Milli sınırları içinde kalan Kerkük ve Musul, 1926 yılında yapılan Ankara Antlaşması ile toprak bütünlüğü sağlanması şartıyla terk edilmişti. Irak’ın toprak bütünlüğü esas alınarak yapılan anlaşmaya göre, bugün  bölünmüş yapısı  ve bölgenin  illegal örgütlerin kontrolüne geçmesi Türkiye’nin haklarını gündeme getirmiştir. Buna göre, otorite boşluğundan kaynaklanan kaos ortamı, Türkiye’nin Kerkük ve Musul’a girebilmesi için uluslararası hukukta meşru zemini  hazırlıyor.  Yani  Türkiye eğer isterse, Kerkük ve Musul’daki haklarını uygulamaya koyabilir.
Yine de yapılacak eylem planı öncesi, Uluslararası hukuk iyi bir şekilde incelenmeli ve mevcut konjüktür gerçekçi olarak değerlendirilmelidir.

Kaynaklar

Cengiz EROĞLU, Murat BABUÇÇUOĞLU, Orhan ÖZDİL. 2012. Osmanlı Vilayet Salnamelerinde Musul. ORSAM Kitapları No:5. ORSAM Ortadoğu Kitapları No: 3.  http://www.orsam.org.tr/files/Kitaplar/5tr.pdf
Musul-Kerkük Meselesinin Tarihçesi: http://www.kerkuk-musul.com/tarihce_2.html
Sinan TAVUKÇU. 2015. Osmanlının Eski Eyaleti Musul Nereye? http://www.sde.org.tr/tr/newsdetail/osmanlinin-eski-eyaleti-musul-nereye/4267
Sinan MEYDANLI, 2017. 91 Yıllık Sigorta: ANAKARA ANTLAŞMASI. http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/sinan-meydan/91-yillik-sigorta-ankara-antlasmasi-1715685/
Zekeriya TÜRKMEN, “Musul Meselesi: Askeri Yönden Çözüm Arayışları (1922-1925). Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, 2011, 182 sayfa, ISBN: 978-975-16-1646-3”
[[1]] Hıristiyan Batı’ya göre Şark Meselesi Türklerin Anadolu’ya girdiği Malazgirt Savaşı’yla başlar, günümüze kadar gelir ve Türklerin Anadolu’dan tamamen çıkarılmasına kadar devam edecektir.
[[2]] Musul vilayeti, 1912 Osmanlı salnamesine göre Musul, Kerkük ve Süleymaniye sancaklarından oluşmaktaydı.

***

10 Şubat 2019 Pazar

Davutoğlu Kerkük'te

Davutoğlu Kerkük'te



Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'ndan tarihi ziyaret..


02.08.2012

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Erbil'deki temaslarının ardından Kerkük'ü bir ziyaret etti.

Erbil'de Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani ile görüşen Bakan Davutoğlu, temaslarının ardından bu sabah Irak'ın Kerkük vilayetine geçti.
Burada Kerkük Valisi ile ortak bir basın açıklaması yapan Ahmet Davutoğlu, "Kerkük Türk'tür Türk kalacak" sloganları eşliğinde konuştu. 

IRAK'TAN ZİYARETE SERT TEPKİ 75 YIL ARADAN SONRA BİR İLK

Davutoğlu, 75 yıl aradan sonra Kerkük'e giden ilk Türk Dışişleri Bakanı oldu.

Davutoğlu ve beraberindekileri taşıyan konvoy, Erbil'in 83 kilometre güneyindeki Kerkük'e bugün sabah yoğun güvenlik önlemleri altında girdi.

HABERİN VİDEOSU İÇİN TIKLAYINIZ!..

VİDEO;
https://www.youtube.com/watch?v=EKd8pPNCqR8


Kerkük ziyaretiyle ilgili sosyal paylaşım sitesi Twitter hesabından mesaj yazan Davutoğlu, "75 yıl aradan sonra Kerkük'e gelen ilk Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı olmanın gururunu yaşıyorum" dedi.

"KERKÜK EBEDİ BARIŞ ŞEHRİ OLACAK"

Davutoğlu, "Kerkük Irak'ta Türkmen, Kürt, Arap kardeşlerimizin huzur içinde yaşadığı ebedi bir barış şehri olacak" diye yazdı.



"BİR GECE ANSIZIN GELEBİLİRİM DEMİŞTİM"

Türkmen cephesini ziyaret eden Davutoğlu burada bir açıklama ve şunları söyledi: "Türkiye için Irak gönüllerden ırak olan ülke değil. Irak'ın bütün kesimleriyle kardeşliğimiz var. Bütün Irak bizim için candan aziz dost. Tırnağınıza küçük diken batsa 75 milyon Türk Anadolu'da hisseder. Bir gece ansızın gelebilirim demiştim. Ani bir karar alıp bir sabah geldik. İnşallah daha çok geleceğiz, daha çok beraber olacağız. Bütün Türkiye'nin size selamlarını getiriyorum. Kerkük bütün bölgemizin örnek bir şehri. Buraya fitne sokmak isteyenler olabilir. Kerkük'ün barış şehri olmasını sağlayacağız."



ZİYARET UZUN SÜREDİR PLANLANIYORDU

Güvenlik gerekçesiyle gizli tutulan Davutoğlu'nun ziyareti uzun süredir planlanıyordu.

Daha önce dönemin Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, 1937 yılında Kerkük'e gitmişti. Fahri Korutürk de daha sonra Cumhurbaşkanı olarak kenti ziyaret etmişti.

KERKÜK CAMİİ'NDE ÖĞLE NAMAZI

Vali Necmettin Kerim de, Davutoğlu'nun Kerkük'e yaptığı tarihi ziyaretten dolayı çok memnun olduğunu ve Konya ile kardeş şehir olmasının kendileri için sevindirici olduğunu söyledi. Davutoğlu ve Kerim daha sonra öğle namazını kılmak üzere yoğun güvenlik önlemleri altında Kerkük Camii'ne gitti.



https://www.ensonhaber.com/davutoglu-kerkukte-2012-08-02.html


***

AHMET DAVUTOĞLU’NUN DIŞİŞLERİ BAKANI OLARAK KERKÜK ZİYARETİ

AHMET DAVUTOĞLU’NUN  DIŞİŞLERİ BAKANI OLARAK KERKÜK ZİYARETİ.

AHMET DAVUTOĞLU’NUN  DIŞİŞLERİ BAKANI OLARAK KERKÜK ZİYARETİ,





17.10.2017 

Partisinin meclis grup toplantısında konuşan MHP lideri Devlet Bahçeli, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun Kerkük için sunduğu 10 maddelik çözüm önerisine çok sert tepki gösterdi. Salı günü gerçekleşen meclis grup toplantıları MHP lideri Devlet Bahçeli ile başladı. Kerkük meselesini değerlendiren Bahçeli, 
Ahmet Davutoğlu'nun sunduğu 10 maddelik çözüm önerisini eleştirirken, "Gafillik ve garabettir. Sen hangi yüzle konuşuyorsun" ifadelerini kullandı. 



MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun Kerkük için 10 maddelik çözüm önerisinde bulunmasına çok sert çıktı. Bahçeli, "Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu, TSK, güçlü bir irade ile ağız birliği içindeyken eski Başbakan'ın aykırı beyanat vermesi gafillik ve garabettir. Durdun durdun da şimdi neden ortaya çıktın? Sen hangi yüzle konuşuyorsun." diye konuştu. İşte Bahçeli'nin açıklamasının o kısmı: 

" TÜRKİYE'Yİ BOĞMAK ÜZEREYKEN..." Eski Başbakan kendini hatırlatma gereği duymuştur. Bu şahıs asırlardır Kerkük'ün etnik renkliliği barındırdığını söylemiştir. Kerkük'ün Türk yurdu olduğunu inkar etmiştir. Stratejik derinlik ile Türkiye'yi boğmak üzere iken görevden el çektirilen bu zihniyet mesajlar sunmuştur. Eski Başbakan çıkıp müzakere tavsiyesinde bulunarak referandumun dondurulmasını öneriyor. Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu, TSK, güçlü bir irade ile ağız birliği içindeyken eski Başbakan'ın aykırı beyanat vermesi gafillik ve garabettir. Durdun durdun da şimdi neden ortaya çıktın? Sen hangi yüzle konuşuyorsun. Kerkük'ün acıları büyürken hala zalimlerin sözcülüğüne cüret edenlerin varlığı kabul edilemez.  

https://www.a24.com.tr/bahceliden-davutogluna-sert-tepki-haberi-40107700h.html?h=52


****

26 Ağustos 2018 Pazar

KERKÜKTE KANLI PETROL SAVAŞININ KİRLİ OYUNLARI

KERKÜK TE KANLI PETROL SAVAŞININ KİRLİ OYUNLARI.


Prof. Dr. Ümit Özdağ 
tarafından 11 Temmuz 2014 Cuma 15:18'te yazıldı.

21 YY DERGİSİ FİKİR TANKI

Kerkük’te Kanlı Petrol Savaşının Kirli Oyunları

   10 Haziran 2014’de Musul’un işgalinin ve Irak ordusunun küresel güçlerin bir oyunu ile üniformalarını ve silahlarını bırakıp kaçmasının ardından Barzani’nin 
peşmergeleri, Türkmen şehri Kerkük’e girdi. Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) Musul’da yaptığı hamle Kürtler'e en büyük hayalini gerçeğe çevirme imkanı sundu. 

Barzani, Kerkük’ü fiilen ele geçirmiş durumda. Öyle ki; Kürtler, dün bölgedeki bugüne kadar yaşanmış bütün savaşların başlıca nedenlerinden biri olan 
Kerkük petrollerine el koydu. Kürtler, Kerkük petrollerine el koymanın ötesine geçerek dünyaya da satıp parasını ceplerine indirecekler. 
Ancak AKP Hükümeti buna da hiçbir tepki göstermemesi manidardır.. Hani Musul ve Kerkük Türkiye’nin milli meselesi ve kırmızı çizgisi idi. 
Hani “Kerkük’e ve Telafer’e dokunan Türkiye’ye dokunur” sözü nerde kaldı? Evet Türkiye'nin kırmızı çizgileri silindi, ama üzerinde de durulmadı! 
Bugün Irak Türkleri, IŞİD ve peşmerge arasında kültürel soykırım ve kitlesel soykırım tercihleri arasında bırakılmış. Yüz binlerce Irak Türk’ü, zorunlu göç ile 
yurtlarından uzaklaştırılmış durumda. Irak Türklerinin can ve mal güvenliği yok, yaşam mücadelesi veriyorlar. Türkiye’nin Irak Türklerine karşı insani, 
ahlaki ve tarihi sorumluluğu nerde? Türkiye’nin hiç mi sorumluluğu yok? Türk Hükümeti’nin, Türkmenlerin haklarını korumak gibi ciddi bir gayret gösterdi mi? 
Türkmenlerin sorunlarını uluslararası platformlara taşıdı mı? Yaşadıkları acılara merhem oldu mu? Hayır, ne varsa yoksa Gazze, Suriye, Mısır, Myanmar ve 
yeni iş ortakları Iraklı Kürtlerin meseleleri ile ilgilenmek. Ya Türkmenler, Türkmenler insan ve Müslüman sayılmıyor! Türkmenler, kaderlerine terk edildi ve yalnız bırakıldılar. Herkes bilsin ki, AKP Hükümeti, Bağdat'taki merkezi Hükümeti devre dışı bırakarak Barzani aşireti ile gizli petrol anlaşmaları yaparak, Irak Türklerini her zamanki gibi birkaç varil petrol için yüzüstü bıraktılar ve sattılar. “Irak’ın üçe bölünmesi projesi” Irak işgalının bir sonucu olarak ortaya çıkan sözde Kürt devleti (İkinci İsrail) Irak’taki etnik ve dinsel bölünme operasyonuyla birlikte yürütüldü. Kürtler, Kerkük’ü kontrol altına alarak ülkeyi farklı bir bölünmeye götürdü. Ülkeyi mevcut mezhep gerginlikleri ve terör saldırılarından öteye, bir iç savaşa taşıyan bu yeni gelişmeler, akıllara yıllardır dile dolanan “Irak’ın üçe bölünmesi projesini” getirdi. Bu konuyu ciddi anlamda gündeme getiren ilk isimlerden biri şu an ABD Başkan Yardımcılığı görevini 
yürüten Joe Biden’di. Biden, Mayıs 2006’da New York Times için kaleme aldığı makalesinde Irak işgali sonrası oluşan ortamdan çıkış yolunu, ülkenin 
batıda Sünni, güneyde Şii, kuzeyde ise Kürt ekseninde olmak üzere üç bölgeye ayrılması olarak gösterdi. Bağımsız bir Kürt devletinin kurulması İsrail'in 
bölgede giderek güçlenmesini de sağlayacaktır. İsrail Gibi, AKP Hükümeti’de Kürt Devletine Evet AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, Financial 
Times Gazetesi’ne son gelişmeler ışığında Irak’ta bir Kürt devleti oluşumu hakkında açıklamada bulundu. Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kurulması 
ihtimalinin devlet erkini eskiden olduğu gibi rahatsız etmediğini ve bazı şeylerin değiştiğini söyledi. Hüseyin Çelik, “Eğer Irak bölünürse ki bu kaçınılmaz 
görünüyor; onlar bizim kardeşimizdir” dedi. Yani açık ve net, Kürt devletine evet. Dünden bugüne ne değişti diyeceksiniz? Bugün AKP Hükümeti’nin petrol 
ortağı Barzani yönetimidir. Hani Türkiye için Irak'ın toprak bütünlüğü öncelik ve temel ilkeydi. Daha önce Irak’ın toprak bütünlüğünün önemine sık sık 
işaret eden Türkiye, bu açıklamalarını unutmuş gözüküyor. Irak'ın toprak bütünlüğüne vurgu yapıp bunun Türkiye'nin 'kırmızı çizgi'si olduğuna dikkat çekiyorlardı. 

Petrol ortakları AKP Hükümeti’ne sırtını dayayarak Bağdat’a kafa tutan Barzani, Türkiye’nin desteğini sağlayabilmek için Irak’ın kuzey’nde gerçekleştirilen 
ihalelerde Türk şirketlere öncelik tanıyor. Köprüyü geçene kadar Türkiye’ye göz kırpan Barzani, iyice güçlendiğinde bugün Bağdat’a yaptığını hiç şüpheniz 
olmasın Türkiye’ye de yapacaktır. Kerkük-Hayfa arasında daha önce var olan petrol boru hattının yeniden faaliyete geçirilmesi halinde, Irak petrollerini 
Akdeniz'e taşıyan Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattını devre dışı kalacaktır. Sizce Barzani yönetiminin tercihi İsrail mi, Türkiye mi olur? Akıllı anlar! Kürtlerin 
Hayallerini Süsleyen: Petroldür Anlaması güç olmayan husus ise, Kerkük petrollerinin, bağımsızlık için Kürtlere gerekli olan ekonomik kaynağı sağlayacak 
olmasıdır. Neçirvan Barzani'nin, "Kerkük'ü, petrolü için değil, geçmiş acılarımızın şehri olduğu için istiyoruz" demesi de zaten kimseye pek inandırıcı gelmiyor. 

Kürtlerin, Türkmen şehri Kerkük’te ne acıları olabilir? AslındaTürkmenlere büyük acılar yaşatan Kürtlerdir. Kürtler, 14-17 Temmuz 1959'da, Kerkük'ün sokaklarını Türkmenlerin kanlarıyla kızıla boyadılar. Tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşen ve üç gün üç gece süren katliamda, yüzlerce Türkmeni acımasızca ve hunharca katlettiler, kurşuna dizdiler, cesetlerin iplerle bağlayarak caddelerde sürüklediler. “Kerkük Katliamı’nın” üstünden 55 sene geçmesine rağmen acılarımız hala dinmedi. Türkmenlerin yerini yurdunu işgal ettiler ve tüm haklarını gap ettiler. 
Kürtler, Kerkük’ün yerel halkı iseler neden Kürtler tüm dünyanın gözü önünde Kerkük’ün nüfus ve tapu kayıtlarını imha ettiler, devlet dairelerini, okulları, insanların evlerini, özel araçlarını ve iş yerlerini yağmaladılar? 

İnsan kendine ait olan bir şehri talan edip, yağmalar mı hiç? Kürtler, Kerkük'ün yerel halkı iseler tarih, medeniyet ve kültür mirasları nerede? Yok. 

1947 yılında Mesud Barzani’nin babası Molla Mustafa Barzani Irak ve İran‘ı karıştırdı sonrada Sovyetler Birliği’ne Kaçtı. 20 Temmuz 1958 de Cumhuriyetin 
ilanından bir hafta sonra genel af ilan edildi. Krallık döneminde gıyabında idam kararı verilen ve Sovyetler Birliğine kaçan Molla Mustafa Barzani, general 
Abdulkerim Kasım tarafından affedildi. Barzani’nin 11 sene sonra Irak’a dönüşü Kürtleri büyük ölçüde cesaretlendirdi. Kürtler, petrol yatakları ile zengin 
Türkmen şehri Kerkük’ü (hedef gösterdiler) kendi bölgeleri arasına katmayı planlamaya başladılar. Hayallerinde düşledikleri devlete ekonomik kaynak 
sağlamak için, zengin Baba Gürgür petrol yataklarının yer aldığı Kerkük’ü hedef seçtiler. Ancak bu planın karşısında büyük bir engel vardı. 

Bu da Kerkük’ün tamamiyle Türk şehri olması idi. O tarihlerde Kerkük’te çok az sayıda Kürt nüfusu vardı. İşte bu petrol odaklı stratejik amacı güden Kürtler, 
ABD'nin Irak'a girmesiyle önceden hazırlanan bir planı devreye soktular. Amerikan gazetelerinin dahi zamanında ayrıntılarıyla tespit ettikleri gibi, niyetlerinin Türkmen şehri Kerkük'ü ele geçirmek olduğunu ilk günden belli etmişlerdi. Saddam'ın düşmesinden hemen sonra şehre giren peşmergeler, bir yandan Türkmenlerin evlerini ve işyerlerini talan ederken(1959, 1991ve 2003’de) diğer yandan Kerkük'teki resmi dairelere, Türkmenlerin arazilerine üstelik Amerikalıların gözleri önünde, el koydular. İlk iş olarak nüfus ve tapu dairelerini yakmaları ise, şehrin demografik yapısına dönük bir planın devrede 
olduğunu göstermişlerdi. Irak’ın tarihi boyunca Kürtler, İstikrarlı bir Irak’ı hiç istemediler. Irak’ı istikrarsız ve zayıf kılmak için hep dış güçlerle (Rusya, 
İsrail, İran, ABD, İngiltere, Suriye, Almanya….) işbirliği yaptılar. Özellikle Barzani'nin bölgede etkin konuma gelmesi İsrail, ABD, İngiltere ve Türkye’nin 
destek vermesinden kaynaklanmıştır. “Bir Damla Petrol Bir Damla Kandan Daha Değerlidir” Dünya petrol üretiminin %72’ si “Büyük Ortadoğu” diye 
adlandırılan bu bölgede üretilmektedir. İstatistik rakamlara baktığımızda en az 200 yıl daha enerji olarak Petrol ve Gaz’a bağımlı olunacağından ve bu 
enerjinin neredeyse hepsinin Büyük Ortadoğu’da bulunması bu bölgeyi başlı başına bir hakimiyet arenasına dönüştürmektedir. 4 Ekim 2010 tarihinde Irak 
eski Petrol Bakanı Hüseyin Şehristani, Başkent Bağdat’ta düzenlediği basın toplantısında, yabancı petrol şirketleri ile Petrol Bakanlığının birlikte yaptıkları 
çalışmalar sonucunda: “ Irak’ın petrol rezervinin 505 milyar varil olduğunu ve bunun 143,1 milyar varilinin çıkarılabilir sabit rezerv olduğunu. yapılan 
çalışmalar sonucunda çıkarılabilir petrol rezervinin 115 milyar varilden 143,1 varile çıktığını ve bu rezervin petrol çıkarma çalışmalarının yıllardan beri devam 
etmesi sebebiyle 133,8 varile indiğini” söyledi. Irak küresel düzeyde, sahip olduğu 505 milyar varil toplam petrol rezervi ve çıkarılabilir 143,1 varillik rezervle, dünyada Suudi Arabistan’dan sonra en büyük ikinci petrol rezervine sahip ülke konumunda bulunuyor. Görüldüğü gibi bugün Irak dünyanın en büyük ikinci petrol rezervine sahip bir ülke. Bu ülkede petrol olduğu sürece huzur de olmayacaktır. 1936 yılında İngiliz Başbakanı Winston Churchill'in: “ Bundan sonra bir damla petrol bir damla kandan daha değerlidir” sözünde, yani küresel güçlerin petrol stratejisinin şifrelerinde yatıyor. Petrolün kıymetini anlayan 
Batılı ülkeler, petrol kaynaklarına sahip olabilmek için Ortadoğu’yu kan gölüne çevirdiler. 21inci Yüzyıl’ın dünya enerji haritası daha 1940’lı, 50’li yıllarda 
çizilirken, bunun mürekkebinin de bol miktarda insan kanı olduğu çok açık. Dünya petrol rezervlerinin en önemli bölümünün bulunduğu bölgemizde bugün 
var olan ve yarın daha da genişleyerek büyümesi olası olan kan gölünün sınırları, bugün “stratejik ortak” olmakla övünülen emperyalizmin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’dir. Bu projenin en önemli adımı, tüm dünya petrol rezervlerinin, bulundukları ülke halklarının değil, emperyalizmin tekeli altına alınması, dağılımının yine aynı güç tarafından denetlenmesidir. Irak’ın Petrol yataklarını ele geçirmek için, 2003 baharında insanlık, doğanın güzelliklerinin tadını çıkarmaya hazırlanırken talihsiz Irak halkı, dünya tarihinin en büyük emperyalist güçleri olan Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere'nin saldırı ve işgallerine maruz kaldı. Demokrasi ve özgürlük vaadi ile sahneye çıktılar, ama "Demokrasi ve özgürlük" oyununun her sahnesinde, insanlık adına yüz kızartıcı 
görüntülerden başka bir şey sergileyemediler. Bu toprakları, mazlum insanların kan ve gözyaşları ile suladılar. Okyanus ötesinde hazırlanan ve yirmi iki 
ülkenin sınırlarını değiştirmeyi öngören Büyük Ortadoğu Projesi bu coğrafyada adım adım uygulanıyordu. ABD Eski Dışişleri Bakanı James Baker, 2003 Haziran'ında Mısırlı gazeteci-yazar Cihan El-Tahri'ye verdi­ği demeçte şöyle diyordu: "Körfez'in enerji rezervlerine ulaşmayı gü­vence altına alacak bir politika benimsedik. Çünkü bu olmazsa, Amerikan ekonomisi sar­sılır. Ekonomi sarsılırsa insanlar işlerini kay­beder, insanlar işsiz kalırsa, yönetimler de si­yasal desteklerini yitirirler. Saddam'ın Kör­fez'deki enerji kaynaklarını ele geçirmesine seyirci kalsaydık, bu dediklerimin hepsi ola­caktı. 

Birinci Körfez Savaşı'nın da gerçek ne­deni bu. ikincisinin de!" Amerikan ekonomisini tam 18 yıl boyunca yöneten Merkez Bankası Başkanı Alan Greenspan, “Türbülans Yılları: Yeni Bir Dünyada Maceralar” isimli kitabında Irak’ın işgal gerekçesini ilk kez açık dille ifade etti. “Herkesin adı gibi bildiği ama bir türlü kabul etmediği şeyi size açıkça söyleyeyim. Irak Savaşı petrol için çıktı. Saddam Hüseyin’in Ortadoğu’daki petrol stokları için bir tehdit oluşturduğunu 
düşünüyorduk. O yüzden kendisini devirmeye ve petrolü garanti altına almaya karar verdik” diye itiraf etmiştir. Görüldüğü gibi küresel güçlerin petrol 
yataklarını ele geçirmek için bölgede yaşayan insanları kan, ölüm, gözyaşına boğmuş ve hayatlarını cehenneme çevirmiştir. ABD’nin Ortadoğu politikası 
iki faktör üzerine şekilleniyor. Birincisi bölge petrollerine hakimiyet kurmak ve istediği fiyatlarla dünya pazarlarına ulaşmasını sağlamak. İkincisi ise Arap 
dünyası ile çatışmada olan İsrail devletini desteklemek ve güvenliğini sağlamak. Akdeniz’e sahili olan Suriye jeopolitik konumu nedeniyle İran ve Irak’tan dünya piyasalarına yapılacak petrol ihracatı konusunda büyük öneme sahip. Suriye, Irak kaynaklı kendi topraklarından geçen petrol boru hatlarını 
kontrol edilmesi için ideal bir jeopolitik konuma sahip. Suriye'nin istikrasızlaştırılmasının bir başka amacı da 1948 yılında devre dışı bırakılan Kerkük – Hayfa boru hattının yeniden gündeme getirilmesidir. Suriye’deki rejim değişikliği ile Batı; Irak ve İsrail’de yeterince değerlendirilemeyen bu doğal kaynakların paylaşım imkana da kavuşmuş olacak. Boru hattının kapatılması ile Hayfa limanı önemini yitirmiş, İsrail’de petrol gelirlerinden mahrum edilmiştir. 

Kerkük – Hayfa Boru Hattının Yeniden Hayata Geçirilmesi Projesi 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgali bu boru hatlarının tekrar tamir projeleri gündeme getirilmeye başlandı. Bu projenin gerçekleşmesi Kerkük-Yumurtalık Boru Hattını devre dışı bırakacaktır. Ortadoğu petrollerinin Akdeniz’e, yani Batı’ya bu şekilde tümüyle İsrail denetiminde açılması Büyük Ortadoğu Projesi’nin ilk perdesidir. İsrail, Kerkük-Hayfa petrol boru hattının açılması için harekete geçmeye hazırlanıyor. Kerkük’teki petrol yataklarından Hayfa’ya uzanan 591 kilometrelik hat, bölgenin ilk petrol boru hattı güzergâhlarından biri. Kerkük’ten başlayan Ürdün’e uzanan, bir bölümü de Suriye’den geçen, Filistin yönetimindeki topraklardan İsrail'in Hayfa Limanı'na uzanan hattın, Irak petrolünün batı pazarlarına ulaştırılmasında ana hat olarak kullanılması planlanıyor. İsrail hattı işletildiği takdirde, hem Suriye hem de Türkiye devre dışı bırakılmış olacak, hem de İsrail'in enerji krizi çözümlenecek. Aynı zamanda Ortadoğu petrolleri de İsrail’in kontrolünde olacak. Kerkük-Hayfa petrol boru hattının tekrar hayata geçirileceğine ilişkin tartışmalar ilk kez ABD’nin Bağdat"a girdiği 9 Nisan 2003 tarihinde İsrail Enerji ve Altyapı Bakanı Josef Paritzky tarafından gündeme getirildi. Paritzky’nin, uzmanlardan söz konusu hattın durumu ile ilgili bir değerlendirme raporu istediğine ilişkin haberlere ABD Enerji Bakanlığı"nın da benzer çalışmalar yürüttüğü bilgisi eklendi. ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan İsrail Dışişleri Bakanlığı'na giden bir yazıda, ''Musul-Kerkük-Hayfa Petrol Boru Hattı ne durumda? Kısa sürede çalışır duruma geçebilir mi?'' diye soruldu. Bunun üzerine İsrail Dışişleri Bakanlığı'nın da ''4-5 aylık bir çalışmanın ardından boru hattı tekrar çalışır hale getirilebilir'' yanıtını verdiği bildirildi. ABD Enerji Bakanlığı'na bağlı bir teknik heyet bir süredir boru hatları üzerinde çalışma yapıyor. Çalışmanın amacı yıllarca devre dışı kalan Kerkük-Hayfa petrol boru hattının yeniden faaliyete geçirilmesidir. Kerkük-Hayfa ve Musul-Hayfa petrol boru hatlarının onarımı ile İsrail'in Hayfa Limanı'na günde 5 milyon varil petrol taşınacak. Tüm Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi projesi olan İsrail-ABD kaynaklı Büyük Ortadoğu Projesi’nde tabii Irak’ın güneyindeki dev petrol sahaları ve Suudi Arabistan petrolleri de unutulmuyor. Suudi petrollerini de Akdeniz'e taşımak için, 2. Dünya Savaşı sonrasında ABD ordusunun desteği ile yapılan Trans-Arabistan (TAP) petrol boru hattı hayata geçirilmek isteniyor. Bir ucu Lübnan'a, bir ucu da İsrail'in işgali altındaki Golan Tepeleri'nden Hayfa'ya giden bu hat, günde 2 milyon varil Suudi petrolünü İsrail'in Hayfa limanına taşıyacak. 
Günlük kapasitesi 1 milyon varil olan Rumeyla-Hayfa boru hattının eklenmesi ile Hayfa'ya günde toplam 3 milyon varil Güney Irak ve Suudi petrolü hedefleniyor. İsrail’in Iraklı Kürtlerle olan ilişkilerinde en önemli meselelerden birisini de Kerkük-Hayfa boru hattının açılmak istenmesidir. 

İsrail’in Iraklı Kürtleri desteklemesi ve bölgede bağımsız bir kürt devletinin kurulmasını istemesi her halde boşuna değildir. İsrail Başbakanı Binyamin 
Netanyahu, bölgedeki ılımlı güçlerle İsrail arasındaki ittifakın bir parçası olarak bağımsız Kürt devletinin kurulması gerektiğini söyliyor. İsrail Ulusal 
Altyapı Bakanı Josef Partiski, 2004 Mart’ında Haaretz gazetesine verdiği demeçte: “ bu petrol boru hattının İsrail’in enerji seçeneklerini çeşitlendireceğini 
ve petrol üreticisi ülkelere ve Rusya’nın pahalı petrolüne olan bağımlılığını azaltacağını” söyledi. İsrailli şirketlerin efsane projeyi geliştirmek için teklif 
üstüne teklif verdikleri, gizli görüşmeler yaptıkları ortaya çıkmıştır. Bunlardan birisi de İsrailli Ofer şirketidir. Şirketin bölgesel Kürt yönetimi ile görüştüğü 
ve servetlerinin büyük bir bölümünü Kerkük petrollerine yatırmak istedikleri belirtilmiştir. Projelerdeki ana hedef İsrail’in enerji ihtiyacının karşılanması, 
bunun yanı sıra İsrail’in, Akdeniz’i bir çekim merkezi haline getirerek İran’ın Basra körfezi ticaretine de alternatif çıkarmayı amaçladığı düşünülmektedir. 
Görüldüğü üzere İsrail-Iraklı Kürtlerle ilişkilerinin 2003 yılından sonra genel olarak askeri-strateji-enerji başlıkları altında birçok gizli noktayı içerdiği 
bilinmektedir. Herkes bilmelidir ki, bu projenin (Kerkük-Hayfa boru hattı) gerçekleşmesi durumunda Kerkük-Yumurtalık Boru Hattına hiç gerek kalmayacaktır. 

Çünkü Ortadoğu petrolleri İsrail’in denetiminde olacak. Sizce ABD, Ortadoğu’daki petrol kaynaklarının denetimini İsrail’e mi, yoksa Türkiye’ye mi verecek? 
İsrail, Kürt egemen çevreleri ile sıkı askeri ve istihbarat ilişkileri geliştirmiş durumda. Aynı zamanda muhtemel bir provokasyon noktası olan Irak’taki 
Kürt bölgesi, şimdi, Türkiye’nin Ceyhan limanından (İsrail’e!!!) gelmeye başladığı sevkiyatlarla birlikte, İsrail tarafından kazançlı bir petrol kaynağı olarak 
değerlendiriliyor. İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, Obama ile buluştuğu Washington’da, gazetecilere, “Kürtler, fiili olarak kendi devletlerini kurmuş 
durumdalar” dedi ve Irak petrolünün çıkartılıp (kaçak) ihraç edilmesinde Türk hükümeti ile Kürt bölgesi arasında varolan sıkı ilişkileri vurguladı. 

Irak petrolünü, Türkiye üzerinden kaçak olarak İsrail’e ihraç edilmesi, Davos'taki, “one minute” çıkışı ve İsrail'in Gazze'ye yönelik operasyonlarına tepki gösterilmesi ve protesto edilmesi, Türkiye'nin dış politikasının tehlikeli bir çıkmazda olmasının bir örneğidir bu. Hem İsrail’le hem de İsrail’e karşı, 
Ama ne olur bu politikayı anlayan varsa bize de anlatsın! Bugün Türk Hükümeti'nin komşu ülkelerle ”Sıfır sorun” politikası, herkesle çatışma politikasına dönüştü. Barzani yönetimi hariç, Türkiye’nin sorunsuz tek bir komşusu yok. Tüm komşularıyla ağır sorunları var. Irak Petrolünü Kerkük’ten Akdeniz Limanlarına taşımak İçin Döşenen Boru Hatları Irak'ta petrolün varlığı, 1902 yılında Kerkük yakınlarında keşfedilen Baba Gürgür kuyusu petrol rezerviyle anlaşılmıştır (Keşif, İngilizler hesabına çalışan Yeni Zelanda'lı maden mühendisi William KNOX'a aittir). Ancak, Irak’ta ilk üretim, yine Baba Gürgür kuyusu olmak üzere, 1927 yılında başlar. Petrol yatakları esas önemlerini, 1927 yılından sonra kazanmaya başlamışlardır. Ham petrolü Kerkük’ten, Filistin, Suriye ve Lübnan Akdeniz kıyısı limanlarına taşıyacak başlıca petrol boru hatları döşenmeye başlanmıştır. Bu hatlardan, Kerkük-Hayfa petrol boru hattı, 
1935 yılında yapımı tamamlanmıştır. 1948 yılında İsrail devletinin kurulması ile birlikte kapatılmıştır. Ancak, 1948'de İsrail devletinin kurulması ve 
Arap-İsrail anlaşmazlığı gibi siyasal sorunlar nedeniyle, yeni bir boru hattı yapılması gerekmişti. Bu da, 1952 yılında hizmete giren Musul-Kerkük-Sayda 
(Lübnan'da) ve Musul-Kerkük-Tartus-Banyas (Suriye'de) boru hattı olup,1360 km. uzunluğunda olan bu hattın yıllık taşıma kapasitesi, 35 milyon ton kadardı 
Irak petrolünü Akdeniz'e çıkarmak, oradan da Batıya ulaşmasını sağlamak için Türkiye-Irak arasında yeni hatlar döşenmiştir. Bunlar, iki adet Kerkük-Yumurtalık petrol boru hatları olup, bu hatların döşenmesiyle Irak, ham petrolü, Türkiye'nin İskenderun körfezi (Yumurtalık terminali) üzerinden, daha güvenli bir biçimde, Batı pazarlarına taşınmaya başlanmıştır. Irak ile 27 Ağustos 1973’de Ham Petrol Boru Hattı Anlaşması imzalandı, Inşaatı 15 Ağustos 1974'te başlandı. 

3 Ocak 1977’de Kerkük’te ve 5 Ocak 1977’de İskenderun’da (Yumurtalık) yapılan törenlerle açıldı. Boru çapı 40 inç olan bu hattın toplam 986 km. 
uzunluğunda, 345 km.si Irak’ta, 641 km.si ise Türkiye sınırları içinde bulunmakta. Bu hat 1976 yılında işletmeye alınmış ve ilk tanker yüklemesi 
25 Mayıs 1977 tarihinde gerçekleştirilmiştir. İkinci boru hattı birinci boru hattına paralel olan ve inşaat çalışmaları 1985 yılında başlandı 1987 yılında 
tamamlandı. 46 inç çapındaki bu ikinci hat toplam 890 km. uzunluğunda, 234 km.si Irak’ta, 656 km.si ise Türkiye sınırları içinde bulunmakta. 

Bu ikinci hat ile yıllık ham petrol taşıma kapasitesi 70.9 Milyon ton’a yükseltilmiştir. Türkiye, enerji kaynakları son derece zengin olan ülkelerle sınır 
durumundadır. Dünya üzerindeki ispatlanmış petrol ve gaz rezervlerinin dörtte üçü Türkiye'nin çevresindedir. Ama ne ilginçtir, Türkiye’de petrol yatakları 
yok! Türkiye, bu ülkelere coğrafi olarak çok yakın. Yani taşıma maliyeti düşük. Zaten Türkiye'ye petrolün girişi de ucuz, O zaman neden Türkiye’de insanlar 
dünyanın en pahalı enerjisini kullanıyor? Türkiye’de İnsanlar pahalı enerjinin ağır bedeli altından kalkması mümkün mü? Türkiye varil başına 0.90 ile 1.18 
Amerikan Doları arası taşıma (geçiş ücreti) ücreti alıyor. Türkiye'nin sadece Kerkük-Yumurtalık petrol boru hatlarından ham petrol taşımadan kazancı yıllık 
450 milyon doları aşıyor. Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı’ndan ve Türk Boğazları’ndan geçen petrol tankerlerinden elde edilen geliri de hesaba 
katarsak, Türkiye’nin petrolden elde ettiği kazancı siz düşünün. Ama ne hikmetse dünyanın en pahalı benzini ve doğalgazı 

Türkiye’de! Samsun-Ceyhan Boru Hattı da devreye girerse, Orta Asya ve Hazar petrollerinin Türkiye üzerinden Akdeniz'e indirilecek. Yılda 70 milyon ton 
ham petrol taşıması planlanıyor. Bu hat devreye girdiğinde Türkiye’de petrol ve doğalgaz ürünleri ucuzlar mı? Zengin Petrol Yatağı Kerkük Kerkük’ün, 
sahip olduğu stratejik konumu ve yer altı kaynaklarıyla bu bölgedeki en önemli şehirlerden biri. Ayrıca Kerkük bölgesel ve uluslar arası öneme sahiptir. 
Kerkük, Irak'ın bilinen petrol kaynaklarının yüzde 40'ını oluşturan petrol kuyuları açısından anahtar konumda. Resmi rakamlar bu kentin dünya petrol 
rezervinin yüzde 7,5’ine sahip olduğunu teyit ediyor. Kerkük, Irak’ı ve halkını refaha taşıyacak zengin petrol yataklarına sahip bir kenttir. 

Bu nedenle  2003 yılında Irak’ın işgali ile Kürt grupları, ABD, İngiltere ve İsrail’in desteği ile Türkmen şehri Kerkük işgal ettiler. Dünyanın gözü önünde 
Kerkük’ü yakıp, yıkıp ve her yeri yağmaladılar. Kerkük'ün tapu ve nüfus kayıtlarını yaktılar. Kerkük petrollerini ele geçirmek için de 700 bin Kürt Kerkük’e ithal edildi. Kürt kentlerinden, Türkiye, İran ve Suriye'den on binlerce Kürt, 20 bin Dolar para, aylık maaş ve arazi vaadi ile Kerkük'e getirildi. 

İthal Kürtlere aş, iş, toprak, maaş ve konut yapmak için para verildi. “Cennete” bile olmayan böyle fırsatlara kim hayır der ki? Bu fırsatlardan yararlanmak 
için de sadece Kürt kökenli olmak yeterdi. Çünkü Türkmen şehri Kerkük’ü ele geçirmek için tezgahlanan oyunun başrol oyuncusu Kürtlerdi. 

Bu oyunun senaryosunu yazan ABD ve İsrail, başrol oyuncusunu seçmişti ve istediği gibi de kullanıyordu. 

1927 yılında Türkmen Şehri Kerkük'te Baba Gürgür'den çıkan petrol herkesin can damarı olacaktı. Olacaktır da bunun Kerkük'e faydası ne? Kerkük, bu 
gezegende, aklımıza gelebilecek en büyük servetin (zengin petrol yatağı) üzerinde oturup, ama yoksulluk ve sefalet içinde yaşatılan insanların kenti. 
Muhtemelen Türkmen şehri Kerkük’ten başka Irak’ta ismi petrolle birlikte anılan ve bu yüzden de son 80 yıl boyunca birçok kanlı ve siyasi gelişmeye 
sahne olan ikinci bir kent yoktur. Büyük güçler, tıpkı yüz yıl önce olduğu gibi, toprağın üstündekileri yok edip toprağın altını ele geçirmeyi hedefliyor. 
Hedef büyük, küresel güçlerin sahip olmak istediği Kerkük’te dünyanın en kaliteli ve zengin petrol yatakları var. Herkes başka yanından çekiştiriyor! 
Etnik ve dini ayrım Batı’nın kılıcıyla şekilleniyor. Savaşın ortasında Türkmen şehri Kerkük’te bir demokrasi oyunu oynanıyor. ABD, Kerkük’e girdiği gün 
nüfus ve tapu daireleri (ABD’nin göz yummasıyla Kürtler tarafından) yakılmıştı … Şimdi Kerkük’e yeni bir kimlik biçiliyor. Bin yıllık Türk şehri Kerkük’ü, 
“Kürt şehri” yapmaya çalışıyorlar ve uyduruk Kürt devletinin başşehri ilân etmeye hazırlanıyorlar. Ne acı değil mi? Kerkük’te petrol zenginliği olmasaydı 
Kerkük böylesine önem kazanır mıydı? Türkmen şehri Kerkük petrol kurbanıdır ve faturasını da Türkmenler canları ile ödüyor. Nisan 2003’ten beri Irak 
Türklerini sindirmek ve yıldırmak için Türkmenlere yönelik bombalı saldırı, kamunun üst düzey Türkmen yetkililerine ve sivil kuruluşlarına yönelik 
bombalama eylemleri, tutuklama, tehdit, suikast, sivilleri öldürme, göçe zorlama, soygun, mallarını ele geçirme ve fidye istemek için Türkmenlerin 
kaçırılmaları, yani Türkmenleri dünyanın gözü önünde bölgeden arandırmak istiyorlar. Türkmenlerin yüz yüze kaldığı olaylar açıkça kıyımdır ve etnik 
temizliktir ama kimse ses çıkarmıyor. Gazze, Rabia için hüngür hüngür ağlayanların, katledilen Türkmen’ler için neden gözlerinin yaşı bile akmaz? 
İşte böyle iki yüzlü bir dünyada yaşıyoruz! Ali Kerküklü 

Kaynaklar: 

1-Mustafa Salih, Suriye problemi ve petrol taksimi. 
2-Can DEVECİ, İsrail-Kuzey Irak İlişkileri. 
3-İdris DEMİR, “Kirkuk-Haifa Pipeline” Uluslararası Hukuk ve Politika, cilt:5, sayı:19 s:135. 
4-Usak Gündem, “Ofer şimdi de Kuzey Irak’a yatırım yapıyor”, 24 Haziran 2010, http://www.usakgündem.com. 
5-L.Tufan Erdoğan, “Büyük Ortadoğu Projesi Çerçevesinde Petrolün Yeniden Dağılımı”. 
6-Aybüke İnan, Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattının İstikrarı Niçin Önemli? 
7-Banu Avar, “Böl ve Yut”, Remzi Kitabevi,İstanbul, 2009. 
8-Muhammed Hadi, Kerkük Petrolü ve Kürt liderlerin tutumu. 
9-Prof.Dr. Hayati Doğanay ve Yrd.Doç.Dr. Selçuk Hayli, Irak’ın Başlıca Coğrafi Özellikleri ve Petrol Yatakları . 
10-John Pilger, Blairin Zoruyla Utanç Sahibi Olduk. 
11- Muhammed El Semmak, Kerkük petrol kurbanı. 
12- Haşim Söylemez, “Irak bölünmeden parçalanıyor”, Aksiyon, 23 Haziran 2014. 
13-Zubaida Umar, “The Forgotton Minority The Turkman’s Of Iraq”, “Afkar inquiry”;4/2, February 1987, s.37,43. 
14-Ali Kerküklü, İstihbarat Oyunları Petrol ve Kerkük, IQ Kültür-Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2008.

Prof. Dr. Ümit Özdağ 
tarafından 11 Temmuz 2014 Cuma 15:18'te yazıldı.

http://www.21yyte.org/tr/fikir-tanki/3675/kerkukte-kanli-petrolsavasinin-kirli-oyunlari


***