Leyla Zana etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Leyla Zana etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ekim 2020 Pazartesi

Hangi PKK?

Hangi PKK?

 

Serdar Akinan


       Leyla Zana'nın Başbakan Erdoğan'la yaptığı görüşme Oslo sürecinden bu yana çözüm adına yaşanan en önemli ve umut verici gelişmedir. 

Görüşme sonrası Zana'nın açıklamalarının satır araları iyi okunmalı.

'İdam gibi bir tabuyu yıkan bu ülkenin Sayın Öcalan'ı pekala ev hapsine alabileceğini ve bunun hayati bir önem taşıdığını belirttim'cümlesinin hemen ardından bir hükümet yetkilisinin çıkıp bu cümleye itiraz etmemesi çok dikkat çekiciydi. Zana'nın, seçmeli dersler arasında Kürtçe'nin yer almasının, olumlu bir gelişme olarak nitelemesi ve 'Dünyada hiçbir halk, kendi ana dilini para ödeyerek öğrenmez dedim ve ana dilde eğitim hakkı vurgusu yaptım. Yaralarımız açık ve kanıyor. Bu nedenle de gerçekçi olmayan talepler karşılık bulamaz. 'Silahları bırakın operasyonlar durur' söylemi gerçekçi olmayan taleplerden. Bunun altını çizdim' demesi diyalog açısından bir zemin teşkil eder. Başbakan'ın Zana ile görüşme iradesi başlıbaşına çok önemli.   

Leyla Zana'nın Kandil veya BDP içindeki şahin kanatla ayrı düştüğü yorumlarına ne yalan söyleyeyim kulak tıkayamıyorum. 

Zana ile Başbakan'ın görüştüğü saatlerde KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan, Fırat Haber Ajansı'na uzun bir söyleşi verdi.

'Askeri Çözüm Sürecindeyiz' başlığı kafadan Zana'nın diyalog zeminine ters bir mesaj veriyordu. Duran Kalkan gibi çok önemli bir ismin şu ifadeleri ise nasıl okunmalı bilemiyorum:

'Sanal bir PKK yaratılıyor. Gerçekten PKK yönetimi, sorumluları, temsilcileri ne demişler, ne açıklamışlar, pratikte yaşananlar neler, ne anlama geliyor, buna hiç bakılmıyor. Bunlar elinin tersiyle itiliyor, görmezden geliniyor ve de üstü kapatılıyor. Bunun dışında sanal bir PKK gerçeği üretiliyor. 

PKK adına açıklamalar yaptırılıyor, PKK adına görüşmeler yaptırılıyor, PKK adına neredeyse silah bırakma kararı çıkartılıyor ve böylece kendi kendine sonuca gidilen bir ortam yaratılıyor ve bu topluma empoze ediliyor. Toplum bu biçimde yanıltılıyor, toplum belleği bu biçimde çarpıtılmaya çalışılıyor.'

Söyleşide 'Terörle mücadele, siyasetle müzakere' sloganı da Duran Kalkan'ın Kandil adına yaptığı açıklamanın omurlarından biri.

Bu çağrıyı müzakere çağrısı değil, teslim ol çağrısı olarak gördüklerini açıkladı Kalkan. AKP'nin, BDP direnince KDP ve Amerika'yı devreye koyduğunu hatırlatan Duran Kalkan, 'KDP Başkanı Mesut Barzani'yi Amerika'ya davet ettirdiler. Oradan Ankara'ya davet ettiler, saatlerce görüşme yaptılar. 

KDP eliyle acaba PKK'yı aktif savaş konumundan geriye çekemez miyiz diye çaba harcadılar. Bu da olmadı, zaten KDP kendilerine verebilecek desteği veriyordu. 

Daha fazla destek vermesi yani PKK ile savaşması mümkün değildi. Nitekim ne savaşı göze alabildiler ne de PKK üzerinde öyle bir etkide bulunabildiler' dedi. 

PKK yöneticisi Mustafa Karasu'nun birkaç gün önce Özgür Politika gazetesindeki yazısında ise Zana açıktan hedefti:

'Leyla Zana'nın konuşmaları çözümle de, barışla da ilgili olmayan konuşmalardır. Türkiye'nin Güney Kürdistan'daki siyasi” ilişkilerinin başka bir tezahürüdür. 

Leyla Zana bunları söylemeden çok kısa bir süre önce Güney Kürdistan'daydı. Zaten güneyli siyasetçiler AKP'lilerle ilişkileri gereği her zaman 'AKP iyidir' demişlerdir. - Dolayısıyla, Leyla Zana'nın söyledikleri de çözüm ve barış için bir değer ifade etmiyor. Sadece Kürdistan'da etkisizleşen AKP'ye bir nefes verme anlamına geliyor. 

 _ Kandil'den yansıyan '' Biz Devrimci halk savaşı çizgisinde çözüm istiyoruz.'' Silahlar konuşacak mesajı veriyor. 

   Bu tuhaf fotoğraf aklıma iki soru getiriyor. 

AKP sorunun çözümü için ya doğru bir matruşka buldu ki adı Leyla Zana.

Ya da gerçekten PKK içinde çözüm değil, savaş isteyen bir yapı var.

https://www.aksam.com.tr/yazarlar/serdar-akinan/hangi-pkk-7080y/haber-196457

***

26 Eylül 2020 Cumartesi

TÜRKİYE MİLLETİ., Leyla’nın Milleti!,

 TÜRKİYE MİLLETİ., Leyla’nın Milleti!


TÜRKİYE MİLLETİ

Emin Çölaşan

    SEVGİLİ okuyucularım, adına Leyla Zana denilen hanım bundan yıllar önce SHP listesinden milletvekili seçilmiş ve Meclis’te olay yaratmıştı. Son olaya gelmeden önce şimdi geçmişe, 1991 yılına dönelim. 

Seçim yapılmış, sıra Meclis’teki ant içme törenine gelmişti. Milletvekilleri tek tek kürsüye çıkıp anayasada öngörülen yemin metnini okuyordu.

Sıra Leyla ya geldi.

Kafasında PKK’nın sarı-yeşil-kırmızı ulusal renklerinden oluşan bir saç bandıyla kürsüye çıktı. Bunu özellikle yapıyor, daha il gün olay çıkarmaya yelteniyordu.

Kürsüde yerini aldı…

Ve yemin metnini okumaya başladı.

Birkaç saniye sonra Meclis kürsüsünde anlamsız sözler söylemeye başladı.

Kürtçenin bir lehçesiyle konuşuyordu.

Peki, O Kürtçe sözlerinde ne demişti? “Bu yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği adına ediyorum!”

Ortalık kızıştı. Kavgalar çıktı. Sonrasında başka milletvekilleriyle birlikte Leyla‘nın da dokunulmazlığı kaldırıldı. Çeşitli mahkemelerde yargılandı ve uzun süre hapis yattı.

***

Aradan 20 yıl geçti, bu şahıs bu kez Kürtçü BDP’den Diyarbakır milletvekili seçilip yeniden Meclise döndü. Partili arkadaşlarıyla birlikte geçtiğimiz cumartesi günü Meclis te yemin (!) etti.

Anayasada öngörülen yemin metni şöyle bitiyor:

“…Büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”

Hanımefendi ne olursa olsun olay çıkaracak ya!..

El çabukluğu değil ama dil çabukluğu ile o bölümü şöyle okudu:

“…Türkiye milleti önünde namus ve şerefim üzerine ant içerim!.. “

Böylece Türk milleti, tarihte ilk kez Türkiye milleti oluverdi!

Yemin böyle okununca itirazlar geldi. Yeminin tekrarlanması gerekiyordu ama özellikle kaynatıldı.

Gazeteciler kendisine sordular

“Niye böyle yemin ettiniz?”

Verdiği yanıt ilginçti:

“Yani bilinçli ve planlı değildi! O anda ağzımdan Türkiye milleti çıktı!”

Hay Allah, rastlantının böylesi!.. O anda ağzından bu çıkmış!

Utanmazlığın ancak bu kadarı olabilirdi.

Oturumu yönetmekte olan Meclis Başkanı Cemil Çiçek kendi ifadesine göre. o sözlerini duymamıştı!

Öyle ya, biz onların karşısında beş yaşında saf çocuklardık!.. Herkes yanlış duymuş, doğruyu (!) duyan yine onlar olmuştu.

Hemen ardından Cemil Çiçek’in talimatıyla TBMM Başkanlığı tarafından bir duyuru yayınlandı, şöyle diyordu;

“Leyla Zina’nın yemin ederken Türkiye milleti değil. Türk milleti ifadesini kullandığı tespit edilmiştir”

***

Şimdi şu işe bakınız, kadın diyor ki “Türkiye milleti dedim, o anda ağzımdan böyle çıktı.”

TBMM Başkanlığı ise diyor ki. “Yok, valla inanın ki Türk milleti dedi!’

Leyla böylece, TBMM Başkanlığı tarafından güya aklanmış oluyor.

Peki niçin?

Şunun için:

İktidar şimdi yeni bir anayasa değişikliği|www.emincolasan.info|daha gündeme getirdi ya, o konuda BDP’nin desteğine ihtiyacı var Ne kadar BDP’li milletvekili destek verirse. AKP Güneydoğudaki vatandaşlardan o kadar oy isteyecek.

Meclis’te gerekli kelle sayısına ulaşılmaz ve iş yine referanduma kalırsa onlara diyecekler ki “Bakın arkadaşlar, sizin partiniz olan BDP bile |vatansever.info|bu anayasa için kolları sıvadı, Meclis’te kabul verdi. Şimdi sıra sizde, Size özerklik verdik, Kürtçe eğitim getirdik, haydi bastırın evet oylarınızı!..”

Böylece, BDP’nin sırtından muhteşem bir siyaset ticareti ve oy avcılığı daha yapmış olup, kendi çıkarları doğrultusunda hazırladıkları anayasayı kabul ettirecekler!

O yüzden Leyla’ya tavır koymaları mümkün olmadı.

***

Sevgili okuyucularım, Leyla Zana’nın Meclis kürsüsünde kullandığı ve hiçbir kesimden tepki gelmediği sürece Türk milletine yutturulmak istenen “Türkiyeli” sözcüğü, Tayyip’in geçmişte sık sık kullandığı bir sözcüktür.

Şimdi Başbakan olduktan sonra kullanmıyor, ya da kullanamıyor.

Bunu kullananların amacı “Türk” kavramını belleklerden silmek, unutturmak ve en sonunda da yok etmek.

Ne acıdır ki, günümüzde bu uygulamayla sık sık karşılaşıyoruz.

Bugün ülkeyi yönetenlerin ağzından “Türk” sözcüğünü pek duyuyor musunuz?“Türk milleti” kavramını ağızlarına aldıklarına tanık oluyor musunuz?

Şu iktidar yalakası korkak, entel, liboş gazete ve televizyonlara bakıyorum, varsa yoksa Kürtlük, varsa yoksa Kürtçülük. Bunların iktidarı döneminde bunlar tartışılıyor, hem de sadece bu kavramların savunucuları tarafından.

Bütün ulusal kavramlarla birlikte Atatürk de yok edilmek isteniyor.

Siz bakmayın birilerinin ulusal bayram günlerinde Anıtkabir’e gidip içlerinden küfrederek göstermelik saygı duruşunda bulunduklarına!..

***

Tayyip geçmişte kendisini “Türkiyeli” olarak tanımlardı. Bunu defalarca yazdım, belgeledim. Hiçbir biçimde itiraz etmesi, yalanlaması mümkün olmadı.

Şimdi Çankaya’da oturmakta olan AKP‘li yine geçmişte şu sözleri ederdi:

“Mesela bunları açık söylemek zorundayım, ‘Ne mutlu Türküm diyene lafını tutup her yere yaza yaza özellikle bunu hiç olmayacak yerlere yaza yaza, Türkiye aslında İLKEL bir hale dönmüştür”

Mustafa Kemal Atatürk 1933 yılında. Cumhuriyet’in 10. Yıldönümü’nde yaptığı konuşmanın sonunda haykırıyordu:

“Ne mutlu Türküm diyene.”

Dikkat ediniz, “Ne mutlu Türk olana” deseydi. Irkçılık olurdu.“Ne mutlu kendini Türk olarak görene, hissedene” diyor. Asla ırkçılık, ayırımcılık yok.

İşte size bu iktidarın en üst düzey makamlarında bulunan iki kişinin kullandığı sözler!..

Atatürk’ün ağzından çıkıp tarihe geçen bu masum, ama çok anlamlı sözcükleri bile reddeden her şeyi İslam’da arayan kafalar şimdi bu ülkeyi yönetiyor…

Ve Kürtçü bir kadın daha üç gün önce Meclis kürsüsüne çıkıp “Türkiye milleti” diye açıkça zırvalarken, Meclis Başkanlığı açıklama yapıp “Valla billa öyle demedi, Türk milleti dedi” demek zorunda kalıyor!..

Ama kadın bunlardan daha yürekli, Hiç değilse zırvasını inkâr etmiyor da, başka türlü kıvırtıyor…

“O anda ağzımdan Türkiye milleti çıktı (!)” diyor

Görüyorsunuz işte… İyi ki Japonya milleti falan çıkmamış!

Yıllar önce Tayyip kendini ‘Türkiyeli’ olarak tanımlıyordu. Simdi aynı edebiyatı Leyla Zana yapıyor.

Tayyip’le Leyla’nın örtüşmesi, doğrusu pek hoş oluyor.

Onlar ermiş muradına, biz ” Türkiyeliler” de Türklüğümüzü bohçaya sarıp çıkalım kerevetine.


***

LEYLANIN MİLLETİ.,

EMİN ÇÖLAŞAN

21 Kasım 2015

Sevgili okuyucularım kadın Meclis kürsüsüne çıkıyor, hiç utanmadan abuk subuk konuşuyor. Sözlerine önce Kürtçe birkaç şey söyleyerek başlıyor da, ne dediği anlaşılmıyor.


Sonra yemin metnini okumaya başlayınca bir vecize daha yumurtlayıp “Türk Milleti” yerine “Türkiye milleti” diyor.
Bu kadın ve benzerleri komik, acınası tiplerdir.
Bu ülkede yaşarlar, hem de krallar gibi…
Yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarındadır.
Devletin olanaklarından sonuna kadar yararlanırlar çünkü devlet onlardan lüks makam araçları dahil hiçbir şeyi esirgemez.
Bir de gidin bakın şehit ailelerinin duruma… Gencecik asker ve polis evlatlarını teröre kurban veren on binlerce ailenin çoğu, tek göz evlerinde yaşam mücadelesi veriyor.
Gidin bakın terör olaylarında yaralanıp gazi olan, kolunu bacağını, gözlerini yitiren babayiğit gazilerimize…
Bugüne kadar hiçbirinden bir yakınma, onları bu duruma düşürenlere hakaret
gelmedi.

* * *

Yıllar önce televizyonda görüntülerini izlemiştim. Bir astsubayımız patlayan PKK mayını ile ağır yaralanmış, tedavi için GATA'ya yatırılmıştı.
Kollarını, bacaklarını ve ayrıca gözlerini yitirmiş bir külçe idi.
Dönemin Genelkurmay Başkanı hastanede onu ziyarete gitmişti. Kameralar önünde astsubayımıza sordu:
“Evladım bizden bir isteğin var mı?”
Gazimizin çaresiz yanıtını duyduğum anda, artık kendimi tutamayıp ağlamaya başlamıştım.
“Bana gözlerimi verin yeter komutanım.”
İsmini ne yazık ki bilmediğim o astsubayı daha sonra tedavi için İngiltere'ye gönderdiklerini, ancak orada vefat ettiğini duymuştum.

* * *

Türk Milleti'ne böylesine acılar yaşatan PKK'nın sempatizanı milletvekili kadın şimdi hiç utanıp sıkılmadan çıkıyor Meclis kürsüsüne, yemin ederken sırf ortalığı germek ve şov yapmak için “Türkiye Milleti” diyor!
Leyla Zana isimli ne idüğü belirsiz kadın yeminini tekrar edip adam gibi okumadığı sürece Meclis çalışmalarına katılamayacakmış!
Katılsa kaç yazar, katılmasa kaç yazar.
Oy kullanamayacak, komisyonlarda görev alamayacakmış!
Kim takar onu!
Bayan Leyla bu sürecin parasal boyutunu önceden mutlaka öğrenmiş ve planını ona göre yapmıştır.
Meclis çalışmalarına katılmayacak ama Meclis'in bütün parasal olanaklarından yararlanacak.
Eski milletvekili olduğu için emekli maaşı alacak. Yeniden seçildiği için bir maaş daha alacak.
Cebine her ay net olarak 23 bin lira girecek.
Üstelik milletvekillerine sağlanan bütün diğer olanaklardan yararlanacak. Hem de aile boyu…
Örneğin sağlık harcamaları için cebinden bir kuruş çıkmayacak. Onun ve
ailesinin sağlık ve tedavi harcamalarının tümü yine “Türkiye Milleti (!)”
tarafından, başka bir deyişle bizim vergilerden karşılanacak.

* * *

Yetkili bir makamda olsam, bugünden tezi yok bu kadın ve benzerlerine “Dur” diyecek önlemlerin alınması için çalışmaları hemen başlatırdım.
“Ya kürsüye yeniden çıkıp adam gibi yemin edersin, ya da devletin sana her ay vereceği 23 bin lirayı alamazsın. Hem de milletvekilliğin düşer, bundan sonra avucunu yalarsın.”
Yasa mı değişecek, İçtüzük mü yeniden gözden geçirilecek, ne gerekirse yapar ve bu saygısız, küstah kadına iyi bir ders verirdim.
İyi de bunu hangi devlet, hangi hükümet yapacak!..
Başkanlık ihtirasına kapılıp HDP ve PKK ile “Ver bana başkanlık, al sana özerklik” pazarlığını bir süre sonra başlatması beklenen Tayyipgiller hükümeti mi!

* * *

Ancak bir konuda dua etmemiz gerektiğini de hatırdan çıkarmayalım…
Zira bu Leyla günün birinde şöyle diyebilir:
“Bana Türk Milleti demediğim için saydırıyorsunuz ama sizi yönetenlerin bir kez olsun Türk Milleti dediğini duydunuz mu?.. Kendilerinin Türk olduğunu bir gün olsun söylediler mi? O halde siz boşa konuşmuş oluyorsunuz!..”
Ağzından yel alsın, inşallah aklına gelmesin de söylemesin!
Yoksa hapı yuttuk demektir.

Hakaretin bedeli

Sevgili okuyucularım, Varşova Büyükelçimiz olan Yusuf Ziya Özcan isimli şahsın Facebook sayfasında aynen şu mesajı kullanılmıştı:
“Fransız piçleri, Cezayir'de bir buçuk milyon Müslümanı öldürürken hiç sesiniz çıkmıyordu.”
Bu adam Varşova'da devleti temsil ediyor. Diplomat falan değil, YÖK eski Başkanı. O göreve Tayyip hükümeti tarafından atandı.
Fransa'nın Cezayir'de 1950'li yıllarda sergilediği vahşet gerçekten inanılmazdır. Ancak bir büyükelçinin bu sözleri de aynı biçimde inanılmazdır. Bu konuya dünkü yazımda da değinmiştim.
Olayı dün Dışişleri Bakanlığı eski Müsteşarı, emekli büyükelçi Onur Öymen'e sordum. Söylediklerini aynen size iletiyorum:
“Yurt dışında devleti temsil eden bir büyükelçinin bu gibi sözlerle herhangi bir kişi veya ülkeye hakaret etme hakkı yoktur. Diplomaside eleştiri vardır ama hakaret asla olamaz. Şimdi yapılması gereken şey, bütün diplomasi kurallarını altüst edip bu sözleri kullanan ve ülkemizi dışarıda rezil eden büyükelçiyi Ankara'ya çağırıp sormaktır. Arkadaş bu iş nasıl oldu, amacın nedir?..”

* * *

Konuştuğum başka bir Büyükelçi de şöyle dedi:
“Hiçbir diplomat bir başka ülkeye ve milletine kendiliğinden böylesine hakaret edemez. Fransa, Türkiye'nin AB üyeliğine en sert karşı çıkan ülkelerden biri. Acaba Ankara'dan Varşova Büyükelçimize bu kelimeleri kullanarak bir mesaj göndermesi mi söylendi? Zira alkollü falan değilse, aklı başında olan hiçbir büyükelçi ‘Fransız piçleri' diye başka bir millete hakaret edemez. Eğer Fransız Hükümeti bu konuyu mesele yapar, bizim Bakanlığa bir nota verip olayı protesto ederse, Türkiye olarak çok zor durumda kalırız. Belki de Fransa'dan gizlice özür dilemişlerdir. Bu şahıs meslekten diplomat olmadığı için biraz yüksekten uçmuş. Derhal geri çağrılması gerekir.”
Aradan tam 48 saat geçti… YÖK eski Başkanı, Varşova Büyükelçisi Yusuf Ziya'dan “Fransız piçleri” konusunda açıklama gelmedi! Günün birinde gelir inşallah!

Paylaş Tweet Whatsapp Paylaş

 https://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/emin-colasan/leylanin-milleti-991406/


**

19 Eylül 2017 Salı

Barzaninin Kerkük ve Musulu istemesi Ankara Antlaşmasına Aykırı,



   Barzaninin Kerkük ve Musulu istemesi Ankara Antlaşmasına Aykırı,



Barzani'nin Kerkük ve Musul'u istemesi, Ankara Antlaşması'na aykırı

Ali Serdar Bolat 

10 Aralık günü Barzani, Partisinin kongresinde, " Kerkük Kürdistan'ındır, bunu tartışmaya dahi açmıyoruz " dedi.

Salondaki AKP, CHP Miletvekilleri ve elçilerimiz bu iddiaya cevap veremediler.
Musul ve Kerkük Misak-ı Milli'ye dahildir.
İngilizler, Şeyh Sait'e isyan çıkarttırarak ordumuzu meşgul ettiler ve bu yüzden Musul'a askeri harekat yapamadık.
1926 Ankara Antlaşması ile de Musul'u Irak'a bıraktık.
Yani Musul ve Kerkük, Irak Devleti'ne bırakılmıştır.
Musul ve Kerkük'ün Barzani Devleti'nin kontroluna geçmesi Ankara Antlaşması'nın açık ihlalidir.

Bu durumda Türkiye, Antlaşmaya aykırı olan bu emrivakiyi kabul edemez.
Musul ve Kerkük eğer Irak Devleti'nin kontrolünde olmayacaksa, Türkiye bu bölgeler üzerindeki hak iddiasını tekrar öne sürebilir.

Kesinlikle Barzani Devleti sınırları içine sokulamaz.

Bu konuyu bilen Dışişleri bürokratları yok mudur? Siyasi partilere bu konuda bilgi vermemekte midirler?

Antlaşma metnini bulamadım. Antlaşmada Kerkük ile ilgili bölüm var mıdır? Bulan arkadaş varsa lütfen göndersin, inceleyelim, siyasal bilgiler mezunlarından görüş isteyelim.


Beschreibung: Beschreibung: cid:image001.png@01CB9F1E.2F2329E0

KDP (Kürdistan Demokrat Partisi) Başkanı Mesud Barzani, aynı zamanda KDP ve KYB bölgelerini kapsayan Kürdistan Bölgesel Yönetiminin Başkanı
KYB (Kürdistan Yurtseverler Birliği) Başkanı Celal Talabani, aynı zamanda Irak Cumhurbaşkanı


Beschreibung: Beschreibung: cid:image002.png@01CB9F1E.2F2329E0

          Bölge                      Şehir

1.      Bağdat () (Bağdat)
2.      Selahattin () (Tikrit)
3.      Diyala () (Bakuba)
4.      Vasit () (Kut)
5.      Maysan () (Amara)
6.      Basra () (Basra)
7.      Zi Kar () (Nasiriye)
8.      Mutanna () (Samava)
9.      Kadisiye () (Divaniye)
10.  Babil () (Hilla)
11.  Kerbela () (Kerbela)
12.  Necef () (Necef = An Nacaf)
13.  Anbar () (Ramadi)
14.  Nineve () (Musul = Al Mawsil)
15.  Duhok () (Duhok = Dahuk)
16.  Erbil () (Erbil = Arbil))
17.  Kerkük () (Kerkük = Kirkuk)
18.  Süleymaniye () (Süleymaniye)


Lozan Barış Antlaşması'ndan sonra Türkiye'nin uğraştığı sorunlardan biri de Irak sınırı ve Musul sorunudur.İngiltere ile Türkiye arasında barışı tehlikeye sokan Musul sorunu zorlukla çözümlenebildi. Musul Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imzalandığı sırada Osmanlı Devleti'ne bağlıydı.Yüzyıllarca Türk egemenliğinde kalan ve yüzde doksanı Türk olan Musul daha sonra Misak- Milli sınırları içinde de yer aldı.

İngiltere,Mondros Ateşkes Antlaşması'nın 7.maddesine dayanarak, antlaşmanın imzalanmasından birkaç gün sonra Musul'u işgal etti.Milli Mücadelenin zor koşulları  içinde TBMM Hükümeti bu bölge ile ilgilenemedi.
Türkiye, Lozan Konferansı'nda Musul'un Misak-ı Milli sınırları içerisinde yer aldığını söyleyerek İngiltere'den Musul'un kendisine bırakılmasını istedi. 


İngiltere,bu bölgenin  Milletler Cemiyeti'ne götürülmesi kararlaştırıldı.

Musul sorununun çözümlenmesi için İngilizlerle ilk kez 1924 yılında İstanbul'da Haliç Konferansı'nda görüşmeler yapıldı.Bu görüşmelerde İngilizler çok fazla istekte bulunduklarından dolayı anlaşmaya varılamadı.Haliç Konferansı'nın başarısızlıkla sona ermesinden sonra İngilizler isteklerini zorla kabul ettirmek için bazı olayları bahane ederek Türk Hükümeti'ne bir ültimatom verdiler.   Ültimatomda,istekleri kabul edilmeyecek olursa askeri girişimlerde bulunacaklarını açıklıyorlardı. 

Türk Hükümeti bu ültimatoma verdiği karşılıkta,sınırlarını ve bağımsızlığını korumak için her türlü önlemi alacağını bildirdi.Bu kesin karar karşısında, İngiltere Hükümeti herhangi bir harekette bulunmaya cesaret edemedi.Fakat Şeyh Sait İsyanı nedeniyle gerekli askeri harekat yapılamadı.

Bunun üzerine,1926 yılında Musul Sorunu Milletler Cemiyeti'ne götürüldü.Sorun burada da çözümlenemeyince Yüksek Adalet Divanı'na verildi.Ama burada da olumlu bir sonuç alınamadı. Nihayet, İngilizlerle Ankara'da bu konu üzerinde yapılan görüşmeler bir anlaşma ile sona erdi.
Sonuç olarak 5 Haziran 1926 tarihinde Ankara Antlaşması imzalandı.

Ankara Antlaşması'na göre;

·         Musul Irak'a ait olacak.
·         Irak Musul'dan elde ettiği petrol gelirinin % 10'unu 25 yıllık bir süre için Türkiye'ye verilecek.
·         Hakkari sınırında Türkiye lehine düzeltme yapılacaktı.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Ankara_Antla%C5%9Fmas%C4%B1_(1926)


Barzani hedefini açıkladı: Birleşik Kürdistan

Ali Serdar Bolat


 Beschreibung: Beschreibung: cid:image005.jpg@01CB9F1E.2F2329E0

Irak'ın kuzeyinde Amerika'nın desteği ile kurulmuş olan Kukla Devletin başında peşmerge reisi Mesud Barzani var.
Barzani'nin lideri olduğu Irak Kürdistan Demokrat Partisi'nin (IKDP) kongresi 10 Aralık günü Kukla Devletin başkenti Erbil'de toplandı.
Kongreye 1500 delege ve 1000 civarında diplomat, siyasetçi ve gazeteci katıldı.
Barzani, kongrede yaptığı konuşmada Kerkük hakkında şunları söyledi:
“Sorunlu bölgeler özellikle de Kerkük tüm halkların yaşam kenti olacak.
Kerkük Kürdistanındır, bunu tartışmaya dahi açmıyoruz. Sorunlu bölgelerin bizim tarafa geçmesi, orada yaşayanlar için olumlu olur”

Birleşik Kürdistan oluşturmak istediklerini söyleyen Barzani bu konuda şunları kaydetti:
“Birleşik Kürdistan istiyoruz.
Kürtler tek parça ve bölünemezler. Kürtler parça parça olamazlar artık.
Kürtler tek vücuttur ve dil ekseninde bölünemezler. Çok farklı lehçeler olsa bile, Kürtçe tek dildir."

Kurultaya Türkiye'den katılanlar;

AKP Genel Başkan Yardımcıları Ömer Çelik ve Abdülkadir Aksu ile Bağdat Büyükelçisi Murat Özçelik, özel bir uçakla Ankara'dan Erbil'e uçtular.
Onları Erbil havaalanında Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, Erbil Başkonsolosu Aydın Selcen ve Kürdistan Demokrat Partisi Dış İlişkileri Sorumlusu 
Sefin Dizayi karşıladı.



Diğer katılımcılar:

CHP Genel Başkan Yardımcısı Mesut Değer, BDP’li Bengi Yıldız, Hamit Geylani ve Eski DEP milletvekili Leyla Zana
Kurultaya katılan Irak yöneticileri
Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani, Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, Başbakan Nuri el-Maliki
Abdülkadir Aksu: "İlişkilerimiz derinleşiyor"
Kongrede konuşma yapan AKP Genel Başkan Yardımcısı Abdülkadir Aksu şunları söyledi:
“Irak Kürt bölgesi ile önceliklerimiz örtüşmektedir. Ekonomilerimiz birbirini tamamlamaktadır. Erbil Başkonsolosluğumuz, bu yılın mart ayında açılmıştır. 
Başkan Barzani’nin liderliğindeki Irak Kürt bölgesel yönetiminin ülkemizle olan ilişkilerini derinleştirme, çeşitlendirme ve geliştirmeye katkısını önemsiyoruz. 
Diğer taraftan bölgemizde artık radikal ideolojiler ve terör yöntemlerinin miadı dolmuştur. Türkiye Iraklı Kürt kardeşleriyle dayanışma içinde olmaya devam edecektir”

(Yukardaki bölüm http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=43271 sayfasından derlenmiştir ASB)

Türkiye'den katılanlar, Kerkük'ün Kürdistan'a ait olduğunu söyleyip Türkiye'den toprak isteyen Barzani'yi kuzu kuzu dinleyip alkışladılar.
Aksu da "Başkan Barzani" yi yıkayıp yağladı. Mesut Değer sesini çıkarmadı, BDP'liler zevkten beş köşe oldular.

"Kürt açılımı" böylece birkaç adım birden ileri gitmiş oldu.

Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani, Kürdistan Yurtseverler Birliği'nin Başkanıdır.
Yani Öcalan'ın Türkiye Cumhurbaşkanı olduğunu düşünün. İşte aynen öyle.
Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari de Barzani'nin partisinden.
Bölücüler Irak'ın başına geçmiş Amerika sayesinde...


https://groups.google.com/forum/#!topic/turkcutavir/JF7ikPFG0Y8


***

18 Haziran 2017 Pazar

Türkiye'de Barzanici Hareket (1965-2007), BÖLÜM 3




Türkiye'de Barzanici Hareket (1965-2007), 
BÖLÜM 3 



Güneydoğu'daki ve Irak'ın kuzeyindeki gelişmeleri yakından takip eden ve bizzat gelişmelerin içerisinde bulunan Haşimi'nin bu tespiti üzerinde dikkatle durulması gereken bir husus. Çünkü görülmektedir ki Barzanici akım PKK'nın yeterince söz sahibi olmadığı/olamadığı "dindar Kürtler" arasında kendine yer bulmak çabasındadır. Yine Haşimi'nin tespitine göre Barzanicilik, Türkiye-Irak sınırı boyunca çok hakim durumdadır.. Haşim Haşimi hakkında AKP ile Barzani arasında arabuluculuk yaptığı yönünde iddialar da bulunmaktadır.

1 Mart Tezkeresi sürecinde Barzani'nin TBMM'de 70 civarında kendinde yakın milletvekili olduğunu beyan etmesinden sonra Güneydoğu kökenli milletvekillerinden, birkaç cılız ses dışında herhangi bir itiraz gelmediğine göre Barzanici lobi Türkiye'de bir hayli yol almış demektir. 

AKP'deki Güneydoğu kökenli milletvekillerinin söz sahiplerinden birisi olan İhsan Arslan, Barzani ile ilgili “ Irak'ta en sağlam partnerimizin Barzani olduğuna inanıyorum”; Kerkük ile ilgili olarak da “Bizim birkere Irak'ın içişlerine karışmaya hakkımız yok” diyerek olaylara nasıl baktığını açıkça belirtiyordu.
Oysa aynı milletvekili, Barzani'nin Türkiye'nin iç işlerine müdahale etmesi ya da kendi seçim bölgesi olan Diyarbakırla ilgili beyanlarına en ufak bir tepki vermeyerek safını belli etmektedir.




Özetle; Türkiye'de Barzani yanlısı faaliyetlerde bulunan siyasî parti, dernek ve vakıf gibi oluşumların tamamına yakını Barzani yönetim bölgesindeki
ekonomik ranttan nemalanmaktadırlar. Mesela Barzani yanlısı söylemleri ile ön plâna çıkan Mehdi Zana, Kemal Burkay ile  Şerafettin Elçi'nin oğlu Renas Elçi'nin ve T-KDP'nin bir zamanlar yöneticiliğini yapmış olan Derviş Akgül'ün oğlu Azad Akgül'ün Irak'ta inşaat ve taşımacılık şirketleri mevcuttur.

V.2 DTP-PKK Çizgisinden Barzani'ye Doğru Hareketlilik

Irak'ı işgal eden ABD, plânın diğer parçalarının uygulanmasında kendine en uygun ortak olarak Mesud Barzani'yi görmektedir. Plânın parçası olarak
Irak'a komşu olan bölgelerde yaşamakta olan Kürtler, Barzani önderliğinde bir araya getirilmek istenmekte ve bu amaçla Barzani'nin çekim alanına itilmektedir. 

Türkiye'ye yönelik olarak da PKK üzerinden çeşitli operasyonlar uygulanmakta, PKK'ya karşı oldukça hoşgörülü bir siyaset gütmekte olan Mesud Barzani diğer yandan da Türkiye'de kendine bir siyasî taban oluşturmaktan da geri durmamaktadır.

Irak'ın kuzeyindeki kamplarda ve buralara yakın köylerde barınan PKK'lıların her türlü lojistik desteğini sağlayan Barzani, bu hareketi ile Türkiye'de bulunan PKK'lıların sempatisini toplamaktadır. Sık sık sözde Kürt sorunu ile ilgili beyanlar vermekte ve bu beyanlarında sözde Kürt sorununun siyasî süreçle çözüleceğini, PKK'lılara genel af çıkarılması gerektiğini vurgulayarak bir taşla bir çok kuş vurmanın hesaplarını yapmaktadır. 
Barzani böylelikle hem Irak'ın kuzeyinde kendisine sorun olabilecek silahlı bir güç olan PKK'dan  kurtulacak,hem Türkiye'de bulunan PKK yandaşlarını kendi 
tarafına bu şekilde çok kolayca çekebilecek, hem de PKK içerisinde bulunan yaklaşık 1500 dolayındaki Irak'lı teröristten kurtularak onları kendi saflarında, 
peşmerge olarak değerlendirme imkânına kavuşacaktır.

Nitekim, PKK'nın saflarından kaçmayı başaran örgüt üyeleri Barzani denetimindeki bölgelere geçerek Barzani'nin himayesi altına girmek sureti
ile hem canlarını kurtarmaktadırlar hem de Barzani tarafından maaşa bağlanmaktadırlar. PKK, örgütten kaçanlar hakkında infaz kararı çıkarmış-
tır; ancak PKK'lılar peşmerge olduktan sonra artık dokunulmazlık kazanmaktadır.

Bu çerçevede örgütten firar eden PKK'lıların Irak'a sığınmalarına kolaylık getirmek amacıyla Kürt Bölgesi Parlamentosunca hazırlanan sözde Kürdistan
anayasasında “sığınma hakkı talep edenlerin iade edilmeyeceğine” dair madde konulmuştur. 

<  PKK'lıların her türlü lojistik desteğini sağlayan Barzani, bu hareketi ile Türkiye'de bulunan PKK'lıların sempatisini toplamaktadır. >

Bu madde ile PKK'lılara kolayca sığınma hakkı tanınıp Irak kimliği verilebilecektir. Çünkü bir süre önce güvenlik birimlerince hazırlanıp devletin zirvesine sunulan rapora göre “Barzani yönetiminin bazı PKK'lı teröristlere pasaport vererek ülkemize giriş çıkışlarda bu pasaportları kullanmasına imkân sağladığı” belirtilmektedir. Mesud Barzani kendisinden sığınma hakkı talep eden teröristleri “Türkiye'deki Kürtler üzerinde olumsuz sonuçlar yaratacağı” gerekçesi ile iade etmeyip denetimi altındaki yerleşim merkezlerine yerleştirmektedir. Yerleştirilen teröristler eğitimden geçirildikten sonra I-KDP silahlı güçlerinde aktif olarak görev alabiliyorlar.

I-KDP peşmergelerine katılıp da burada üst düzey görevlere getirilen PKK'lılar da bulunmaktadır.
Peşmerge özel kuvvetler komutanlığını yapan Aziz Veysi, Musul'da bulunan peşmergelerin komutanı Hişyar Söyler adlı teröristler bunlardan bazılarıdır. Irak'ın kuzeyinde A. Öcalan'ın yakalandığı 1999 yılından bugüne kadar PKK'dan kaçan 7 bin civarında terörist bulunuyor bunların 2 bin civarındaki kısmı I-KDP ve IKYB peşmerge güçlerinde görev almış durumdadır.
Bush'un "yeni Irak stratejisi" çerçevesinde Bağdat'a gönderilen peşmerge tugayında 500 civarında PKK'lı bulunduğu iddia edilmektedir.
PKK'da kaçanları bu şekilde himaye eden Barzani bu yolla,onların Türkiye'deki ailelerini de kazanma stratejisi uyguluyor.

V.3 PKK Barzani'nin Artan Etkisinden Korkup Eylemlerini Yeniden Başlattı

Siyasallaşma stratejisi gereği eylemsizlik içerisinde bulunan terör örgütü PKK,Barzani'nin hem militanları hem de Türkiye'deki yandaşları üzerinde
artan etkinliğini fark ederek şiddet eylemlerini yeniden başlatmaya karar verdi. PKK bu hamlesi ile kendini yeniden muhatap olarak dayatmayı hedeflemektedir.
Ama ne var ki terör örgütünün bu hamlesi de Barzanici akımların işine yaradı. Zira bu adım,PKK'nın izlediği şiddet yöntemini eleştirerek Barzani'nin izlediği 
politikanın desteklenmesi gerektiğini ifade eden söz konusu akımlar için bulunmaz bir propaganda malzemesi idi ve oldukça etkili bir şekilde kullanılmıştır. 

Yıllardır PKK nezdinde Apo'yu Genelkurmay'ın ajanı, hain, Kürtleri Türkleş tirmekle, İmralı'dan derin devletin yönlendirmesi ile örgütü yönetmekle suçlayanlar PKK'nın kanlı iç yüzünü tekrar gündeme getirerek kitlelerin dikkatini Barzani'nin üzerinde yoğunlaştırmayı amaçladılar.34  
Bunda da oldukça başarılı oldukları söylenebilir. Bir tarafta Washington, Londra, Roma, Berlin gibi Batı başkentlerinde hüsnü kabul gören, âdeta devlet 
başkanı gibi ağırlanan Mesud Barzani bulunurken; diğer tarafta kanlı bir maziye sahip olan terör örgütü ve onun lideri bulunmaktaydı.35

Barzani yanlıları ekonomik unsurları da çok iyi kullanarak kitlelerin bütün dikkatini Mesud Barzani'nin üzerine çekmeyi başardılar.

Olayın bu duruma gelmesinde,ona bir misyon yükleyen ABD'nin yanı sıra ülkemizin tutarsız politika üreten hatta politika bile üretemez halde
olan yöneticileri ve yürütülmekte olan psikolojik operasyonun en önemli ayağı olan basının rolü de oldukça fazladır.

Yakın bir zaman önce PKK-DTP çizgisindeki Apocu kanat, Barzaniciliğin son zamanlarda ivme kazanması üzerine DTP'yi olağanüstü kongreye
götürdü. Yapılan kongre sonucunda partinin ideolojik kanadını temsil ettiği kabul edilen ve "Apocu kanat" olarak adlandırılan gurup; feodal ağırlıklı,
Barzani ile ilişkileri geliştirme taraftarı kanada yenilerek kısmen tasfiye edildi.

DTP'nin bağımsız adaylarla genel seçimlere girmesi projesi de tasfiye operasyonunun en önemli parçalarından birisi olarak ortaya atılmıştır. Bu
plâna göre DTP'nin önümüzdeki seçimlere bağımsız adaylarla girerek 20 civarında milletvekili çıkarması hedeflenmektedir. Bu şekilde TBMM'de
temsil edilecek DTP'de etkili lider adayları çıkarılarak Öcalan'ın yerine ikame edilecek ve bu yeni lider ile DTP, artık kitlelerin yönünü Irak'ın kuzeyine
yönelterek,buraya monte edilmesi sürecinde başrolü üstlenecektir. Nitekim bir süre önce Öcalan'a yakınlığı ile bilinen Ali Kemal Özcan ve arkadaşları

<  DTP kongresi sonucunda partinin ideolojik kanadını temsil ettiği kabul edilen ve "Apocu kanat" olarak adlandırılan gurup; feodal ağırlıklı,
Barzani ile ilişkileri geliştirme taraftarı kanada yenilerek kısmen tasfiye edildi. >

"Öcalan Barzani devleti için " Küçük İsrail " diyor fakat avukatları bunu dışarıya yansıtmıyorlar, "ABD Apo'nun karşısına Leyla Zana ve PKK tarafından 
öldürülen Hikmet Fidan'ı çıkarmayı plânlıyordu, diyerek ABD nin Barzani'yi ön plâna çıkarmayı hedefleyen plânlarını deşifre ediyorlardı.

Ne yazık ki bu iddialar Türk basını tarafından ısrarla gözden kaçırılıyordu ve öldürülen Hikmet Fidan için çarşaf çarşaf yayınlar yapılıyordu.

ABD'nin son hamlesi ise Güneydoğu'da yakın zamanlarda yapılan baro seçimlerine kadar müdahale ederek Barzani ile işbirliğine yakın olan isimlerin seçilmesini sağlamak oldu. ABD'- nin Adana konsolosu Eric Green bölge turuna çıkarak DTP il başkanları başta olmak üzere sivil toplum örgütleri ile bir takım görüşmelerde bulunmuştur. Bu geziler sırasında Eric Green, sivil toplum örgütleri ve siyasî parti yöneticilerinden Barzani ile ilişkilerini güçlendirilmesi konusunda adımlar atmalarını isteyerek ABD'nin Türkiye'deki Kürtçü kitleleri Barzani'ye monte etme amacında olduğunu  bir kez daha gözler önüne sermiştir.

<  Hemen hemen aynı günlerde bölgenin nabzını tutan CHP milletvekilleri de açıkladıkları raporda ,ABD'nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da nüfuz arttırmaya çalıştığını ve bu yolda ilerlemeler kaydettiğini ifade etmişlerdir. >

V.4 DTP Diyarbakır İl Başkanının Çıkışı

Güneydoğu'da Barzanicilik hızla nüfuz bulurken,Diyarbakır DTP il başkanı Hilmi Aydoğdu, "Kerkük'e yapılacak saldırıyı Diyarbakır'a yapılmış kabul ederiz" diyerek,vatandaşı olduğu Türkiye Cumhuriyeti'ne ve parçası olduğu Türk milletine baş kaldırarak meydan okudu. Bu söylemin arkasında yatan mesaj şu idi; "Ben Türkiye Cumhuriyeti devletinin egemenliğini tanımıyorum, kafamızda oluşturduğumuz bir Büyük Kürdistan var ve biz de bu devletin parçasıyız, bu devletin sınırları Diyarbakır'dan Kerkük'e kadar uzanmaktadır. Bu yüzden Kerkük'e müdahalenize karşıyız."

Hilmi Aydoğdu'nun açıklamalarını yorumlayan Sırrı Sakık, Pan-Kürdist, ve ırkçı bir yaklaşım sergileyerek " buradaki Kürtlerle oradaki Kürtlerin 
kan bağı ve gen bağı var" diyebilmektedir.

<  ABD'nin Adana konsolosu Eric Green bölge turuna çıkarak DTP il başkanları başta olmak üzere sivil toplum örgütleriile bir takım görüşmelerde bulunmuştur. >

Açıklamaları değerlendiren federasyoncu ve ırkçı politika izleyenlerin başında gelenlerden KADEP genel başkanı Şerafettin Elçi hayalindeki Büyük
Kürdistan'ı ele veriyor. "Kürtleri birleştiren en az 5 bin yıllık tarihi, coğrafî, kültürel, sosyal,kardeşlik bağları var, seksen yıl önce çizilen siyasî sınırlar 
Kürtlerin yürek bağlarını koparama-mıştır." diyerek âdeta Türkiye Cumhuriyeti ile hiçbir bağı olmadığını, sınırları tanımadığını ilân etmekte.

DTP il başkanının söylemlerinin hemen ardından Diyarbakır'daki Nevruz mitinginde konuşma yapan Leyla Zana da Pan-Kürdist söylemler kullanarak
“Kürtlerin üç yoldaşı var;birincisi Celal Talabani, ikincisi Mesud Barzani, üçüncüsü Abdullah Öcalan'dır” dedi. PKK-DTP çizgisindeki ideolojik Öcalancı kanatla arası pek de iyi olmayan Zana bu açıklamalarıyla PKK-DTP çizgisinde Öcalan hegemonyasının iyice erozyona uğrayarak Barzani-Talabani ikilisinin de bir güç haline geldiğini ilân etmiş oluyordu.

Barzani'nin son günlerde, "Türkiye Kerkük'e müdahale ederse biz de Diyarbakır'a müdahale ederiz“ demesinin altında yatan nedenlerin en başında PKK-DTP çizgisindeki bu yeni eğilim gelmektedir. Mesud Barzani bu son açıklamalarıyla birden çok mesaj vermeyi hedeflemiştir. 

Bu mesajlar:

1.Türkiye'de yaşamakta olan Kürtlere; ” Sizin koruyucunuz benim. Türkiye olan mücadelemde sizlere ihtiyacım var, hazır olun."

2.Büyük Kürdistan devletini kurmayı hedefliyorum. Bu devletin kuzeydeki sınırı Diyarbakır'dan başlar güneydeki Kerkük'e kadar uzanır.

3.Türkiye'ye;Irak'a müdahalede bulunursan ben de senin sınırlarını tartışmaya açarım.

4.Irak devletine;Irak'ın kuzeyinde benim sözüm geçer,Kerkük için gerekirse çatışırım.

<  Türkiye Cumhuriyeti açısından Barzani'yi gördüğü bu rüyadan uyandırmak çok zor bir olay değil ama bunu gerçekleştirecek siyasî irade maalesef 
mevcut değildir. >

Yakın zaman kadar Barzani ile görüşmeye can atanların varlığı da bu irade yoksunluğunun en bariz kanıtıdır.


V.5 Kürdistan Belediyeler Birliği, 




Türkiye'nin Güneydoğusu ile Irak'ın kuzeyini birbirine monte edilmesi amacı doğrultusunda alttan alta yürütülen çalışmalardan birisi de sözde Kürdistan
Belediyeler Birliği'nin kurulmasıdır. Bu amaçla önceleri her iki tarafta kendi bölgelerinde örgütlenerek birliğin zeminine uygun alt yapı hazırlama çalışmalarına koyuldu. Bu amaçla peşmergelerce, Irak'ın kuzeyinde en küçük yerleşim merkezlerinde dahi Kürt belediyeleri oluşturuldu. Bu belediyeler
kendi aralarında bir araya gelerek belediye birlikleri oluşturdular. İki tarafın belediyeleri de merkezi Hollanda'da bulunan Uluslararası Yerel Yönetimler
Birliği(IULA) ve merkezi Fransa'da bulunan Dünya Birleşik Kentler Federasyonu (FMCU) nezdinde bulunarak üye olma girişiminde bulunmuşlardır.

Plânın daha sonraki aşamasında “tamamen insanî gerekçeler” öne sürülerek sınır ötesinde belediyelerle “ kardeş belediye ” benzeri adımlarlaUluslar arası Yerel Yönetimler Birliği(IULA)'nin Doğu Akdeniz ve Ortadoğu Bölge Temsilciliği(IULA-EMME) nezdinde Kürdistan Belediyeler Birliği oluşturulmak istenmektedir.

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,



.

18 Aralık 2016 Pazar

ETNİK-IRKÇI–BÖLÜCÜ PKK TERÖRÜNÜ DOĞRU ANLAMAK BÖLÜM 1


ETNİK-IRKÇI–BÖLÜCÜ PKK TERÖRÜNÜ DOĞRU ANLAMAK  BÖLÜM 1








ETNİK-IRKÇI–BÖLÜCÜ PKK TERÖRÜNÜ DOĞRU ANLAMAK 




Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi 

Ey Türk Gençliği! 
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. 
Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. 

İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. 

İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. 

Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. 
Bütün bu şerâitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. 
Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. 


Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur! 

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK 



SÖZBAŞI 



 Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 2009 yılının Mayıs ayında yaptığı bir açıklamada, yakında iyi şeyler olacak dedi. 
Silahlı terör örgütü PKK mensupları ve bölücü siyasiler için yapılacağı anlaşılan bu iyi şeyler, 29 Ekim 2009 tarihinde Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla açıklanacaktı. 
Fakat Öcalan’ın yol haritası ilan edeceğinin kamuoyuna yansıması sonucu siyasi iktidar telaşa kapıldı ve “ PKK Açılımı ”nı, “ Kürt açılımı ” söylemiyle başlattı. 


 Büyük Türk milleti, tarih boyunca açık ya da örtülü pek çok düşman saldırısıyla karşılaşmıştır. Çin istilalarından tutun da Moğol işgaline kadar pek çok acı yaşamıştır. 
Bunların sonuncusu da Birinci Dünya Harbi’nde İngilizlerin öncülüğündeki istila ve talan olmuştur. Fakat Türk milleti, birlik ve beraberlik ruhuyla bunların hepsini aşmayı başarmıştır. 

 Avrupa ülkeleri, Türk milletini, Küçük Asya’dan, yani Anadolu’dan kovmak için harekete geçmişlerdir. Bunu da Sevr Antlaşması ile yapmaya çalışmışlardır. 
Fakat emellerine ulaşamamışlar ve Milli Mücadele’de Türk devleti bir kere daha küllerinden doğmuştur. Sömürgeci devletler, o zaman yapamadıklarını, 20’inci yüzyılın ikinci yarısından itibaren hayata geçirmek için harekete geçmişlerdir. 

 Dost ve müttefik oldukları belirtilen Batılı ülkelerin ve bazı komşularımızın hedefi, büyük Türk milletinin elini kolunu bağlayıp diz üstü çökertmektir. 
Dilini, dinini, kültürünü ve nihayet ordusunu paramparça ederek, Türk devletini parçalamak ve kolay bir lokma haline getirmektir. Bunun için seçilen araçlardan biri de PKK terör örgütüdür. 



 Terör örgütü ASALA, Ermenilerin isteklerini dünyaya duyurmak için kurulmuş bir silahlı propaganda ve katliam örgütüydü. PKK terör örgütü de, siyasi etnikçilik (Kürtçülük) yoluyla Türkiye’yi bölmek üzere silahlı propaganda ve katliam aracı olarak görev yaptı. Türk devletini yönetenlerin bir bölümünün gafleti, dalaleti ve hatta hıyaneti yüzünden bunda da bir hayli yol aldı. 


 Türk milletinin ve Türk devletinin içinde bulunduğu durum, şayet doğru tahlil edilirse sağlıklı sonuca varılabilir. Türk milleti, dışarıdan gelen açık ya da örtülü saldırılara karşı her zaman bir yumruk gibi birleşmiştir. Bunu gören Batılı ülkeler ve diğer güçler, bu sefer değişik bir yola başvurmuşlardır. Gelinen noktanın ana görüntüsü şudur: 

 Türk milleti, kendi elleriyle kurduğu Türk devletini, kendi içinden çıkarılmış, ancak kendisini kabul etmeyen birilerine teslim etmek üzeredir. Türk devleti, gövdesi içeride, kafası dışarıda olan kişilerin kontrolüne geçme tehlikesiyle karşı karşıyadır. 


 Dış güçler kendi devletleri ve milletlerinin menfaatini elbette her şeyden üstün tutacaklardır. Bu onların görevidir. Bundan dolayı onları suçlamanın ya da ayıplamanın anlamı yoktur. Onlar çıkarlarının gereğini elbette yapacaklardır. Fakat önemli olan biz ne yapacağız? Yabancıların oyunlarına karşı büyük Türk milleti ne yapmalıdır? Asıl üstünde durulması gereken konu şudur: Biz ne yapmalıyız? Bu sorunun cevabını bulabildiğimiz an, kendine güvenen ve kendi kararlarını kendisi veren bir devlet olacağız. 


GİRİŞ 


TÜRKİYE’DE BÖLÜCÜ HAREKETİN TEMELLERİ 


1. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Bölücülüğün Kısa Geçmişi 


 Dünyadaki sömürgeci politikaları İngilizler geliştirmiştir. Bir ülkeyi ele geçirmek ve sömürmek için özellikle 18. yüzyıldan itibaren yeni politikalar uygulamışlardır. Sömürmek istedikleri ülkelerdeki sosyal farklılıkları kendi emelleri bakımından doğru teşhis etmişler ve o noktalardan harekete geçmişlerdir. O asırlarda, bilinen dünyanın iki gücünden biri de Osmanlı Devleti idi. Osmanlı Devleti, dünyanın en önemli coğrafyasına hâkimdi. Devlet, çeşitli millet, topluluk ve halkların yaşadığı milyonlarca kilometre kare topraklara sahipti. 

 İngiltere, bu geniş coğrafyada yaşayan çeşitli milletleri, güç merkezlerini ya da kanaat önderlerini, Osmanlı Devleti’nin aleyhine çevirebilmek için büyük çaba harcamıştı. Osmanlı Devleti’nin yönettiği ülkelerde gözü olan yalnızca İngilizler değildi. Rus Çarlığı ve Fransa gibi devletler de Osmanlı Devleti’nin yönettiği topraklara göz koymuşlardı. Bu kapsamda, Osmanlı Devleti ve Müslümanların yaşadığı topraklardaki çeşitli milliyet, ırk, din, mezhep ve meşrebe mensup topluluklar ya da gruplar üstünde istihbarat çalışmaları başlatmışlardı. 
Özellikle İngilizler, bu çalışmalar çerçevesinde, birtakım Kürt aşiretlerini de etkilemeye çalışmışlardı. 

 Müslüman olmalarına rağmen Orta Doğu ve İslam coğrafyasındaki mezhep farklılığı iddiasında olan çevreler, yaşadıkları ülkelerde kendilerini azınlıkta gören dini grup, tarikat ve cemaatler, her türlü dini ekol ya da etnik bir ırkın asabiyetini taşıyan ayrılıkçı hareketlerin arkasında daima İngilizler bulunmuştur. Bu özelliklerini günümüze kadar sürdürmüşlerdir. 

 Gerek Büyük Selçuklu ve Türkiye Selçuklu Devleti, gerekse Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti, etnik kökenli fert ya da grupları, hiçbir zaman kendisinden ayrı görmemiştir. Türk töresi ve İslam Dini de böyle bir ayrıma zaten izin vermemektedir. Osmanlı Devleti’nin çağa ayak uyduramayıp geri kalması ve daha başka sebeplerden dolayı, Ortadoğu ve Balkanlardaki pek çok sosyal gruplar gibi, bazı aşiretleri de emperyalist devletlerin etkisine açık hale gelmişlerdi. Bu sömürgeci devletlerin başında da İngilizler yer 
alıyordu. Daha sonraki dönemlerde Rus Çarlığı da yeraltı faaliyetlerine başlamıştı. İngilizler zamanla Ortadoğu’da yaşayan ve mahalli güç elde etmeye çalışan aşiret ve ailelere nüfuz etmeyi başarmışlardı. Bunda, elbette Türk devletinin tedbir almakta gecikmesi ve yanlış politikaları da etkili olmuştu. 

 2. Irkçı Aşiret Reislerinin İsyanları: 

 Osmanlı Devleti dönemindeki ırkçı/etnik bölücü anarşinin arkasında genel olarak İngilizler yer almıştır. Eldeki kaynaklara göre, Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile bugünkü Irak ve Suriye’deki isyanları, Osmanlı Devleti’nde Meşrutiyet’ten önceki ve sonraki dönemlerle Cumhuriyet devrindeki isyanlar şeklinde gruplandırmak mümkündür. Bu isyanların bir kısmı basit bir adli vaka şeklinde başlamış ve giderek yayılmıştır. 

 a. Osmanlı Devleti Dönemindeki İsyanlar: 

 * Babanzade Abdurrahman Paşa İsyanı: İran ve İngilizlerin tahrik ve teşvikiyle 1806 yılında, Süleymaniye Kürtlerinden olan Babanzade Abdurrahman Paşa, Kürtlerin bağımsızlığı için devlet otoritesine karşı baş kaldırmıştı. İki yıl devam eden isyan bastırılmış ve asi Kürt lideri Abdurrahman Paşa öldürülmüştü. 

* Babanzade Ahmet Paşa İsyanı: Abdurrahman Paşa'nın yeğeni olan Ahmet Paşa, amcasının intikamını almak amacıyla 1812 yılında isyan etmişti. Süleymaniye çevresindeki bazı yöreleri ele geçirmişse de isyan bastırılmış ve Ahmet Paşa yakalanarak öldürülmüştü. 

* Etnik Zaza İsyanı: Zazalar, 1820 yılında Osmanlı Devleti’ne karşı isyan etmişlerse de isyan kısa sürede bastırılmıştı. 

* Yezidi İsyanı: Bugün bir kısmı Mardin ve çevresiyle Kuzey Irak'taki Sincar Dağlarında yaşayan Yezidiler, 1830 yılında Devlete baş kaldırmışlardı. Revandiz ve Hakkâri bölgesinin o yıllardaki Yezidi Reisi Botanlı Bedz Han, bölgedeki bazı Kürtçülerin de teşvik ve tahrikiyle ıslahat hareketlerini kabul etmemek için isyan etmişti. Üç yıl süren isyan, neticede bastırılmıştı. 

* Bedirhan İsyanı: 1831 yılında aşiret reisleri arasında en fazla nüfuza sahip olan Botan beylerinden Bedirhan, müstakil bir Kürdistan kurabilmek amacıyla ayaklanmıştı. Etnik/ırkçı ayaklanmaları içinde önemli bir yeri vardır. Bedirhan aşiret reisi, bölgeye hâkim olmuş, namına para bastırıp, hutbe okutmuş, vergi toplamıştı. Vergi ödemek istemeyen Nasturilerin önde gelenlerinden yaklaşık 600 kişiyi öldürtmüştü. Bu katliam sonucu isyanın yankıları Avrupa'ya kadar yayılmış, bölgedeki Hıristiyanların katledildiği gibi bir hava yaratılarak, İngiliz ve Fransızların müdahalesine zemin hazırlanmıştı. 

 İsyan bastırıldıktan sonra Bedirhan reisi ve 6 oğlu yakalanarak İstanbul’a götürülmüş, bazı imtiyazlar verilmiş ve eğitimleri sağlanmıştı. 

* Şerif Ahmet İsyanı: Bitlis bölgesinde yaşayan Şerif Ahmet, devlete vergi vermek istememiş ve Bedirhanlıların da etkisiyle 1834 yılında isyan etmişti. Devlet dairelerine el koymuş ve kendisine Emir unvanı vermişti. Bir hafta sonra bastırılan isyan sonucu Şerif Ahmet idam edilmişti. 


* Garzan İsyanı: 1839 yılında Diyarbakır’ın Garzan bölgesindeki bazı aşiretler isyan etmişlerdi. Bu isyan giderek çevreye de yayılmış, ancak alınan tedbirler sonucu bastırılmıştı. 

* Abdullah İsyanı: 1881 yılında Şemdinan bölgesinde yaşayanlar ayaklanmıştı. Bastırılan ayaklanmadan sonra elebaşı Abdullah, yurt dışına sürülmüştü. 

* Bedirhan Osman Paşa ve Kardeşi Hüseyin Paşa İsyanı: Bu kişiler, 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi sırasında Cezire bölgesine giderek, etraflarına topladıkları bir kaç bin kişiyle ayaklanmışlardı. Devletin harp içinde bulunmasından istifade ederek, isyanı Midyat bölgesine kadar yaymışlardı. Osman Paşa kendisini Botan Emiri ilan ederek, namına para bastırmış, hutbe okutmuştu. Sonunda devlete itaate mecbur bırakılmıştı. 

 * Bedirhan Emin Âlî İsyanı: Bedirhanî ailesinden olan Emin Âlî ve kardeşi Mithat, I889 yılında bağımsız bir Kürdistan devleti kurmak emeliyle Trabzon üzerinden Erzincan'a geçmişlerdi. Asi kardeşler, bölgede haydutluk, çapulculuk, yağma ve talanlarda bulunarak, çevrelerine adam toplamaya başlamışlardı. Sonuçta Bayburt civarında kıstırılmış, adamları dağıtılmış, kendileri de bir müddet dağlarda gizlendikten sonra affa uğramışlardı. 

 b. Meşrutiyet Dönemindeki İsyanlar: 


Meşrutiyet devrindeki isyanlara temas etmeden önce, konu bakımından önemi olan bir iki hususa işaret etmekte fayda vardır. 

 1877–1878 de Osmanlı Devleti’nin Ruslarla yaptığı ve yenilgiyle sonuçlanan savaşın ardından Berlin Anlaşması imzalanmıştı. Bu anlaşma uyarınca Osmanlı Devleti, Ermenilerin meskûn bulunduğu vilâyetlerde ıslahat yapmayı, Ermenilere diğer azınlıklardan daha farklı muamelede bulunmayı taahhüt etmişti. 

 Anlaşılan, bu isyanların arkasında, Rusya ve Avrupalı büyük devletler var. 

 Anlaşma hükümlerine sadık kalınarak, birçok Ermeni’ye büyük memuriyetler verilmişti. Bu durum, 1887 yılına kadar devam etmiş, ancak 1887’de Ermeniler, devlet teşkilatındaki görevlerden çeşitli mülâhazalarla uzaklaştırılmışlardı. Bunun üzerine devlete cephe alan Ermeniler, 1890 yılında Ermeni İhtilâl Komitesi’ni kurmuşlar ve halkı devlet idaresinin aleyhinde kışkırtmaya başlamışlardı. Yer yer baş gösteren kaynaşmalar sonucu 1894 yılında Sason civarında bir Ermeni ayaklanması çıkmıştı. 

 Sultanı İkinci Abdülhamit, Ermeni ayaklanmasına karşı yöredeki Kürtlerden istifade edilmesini kararlaştırmıştı. Sason bölgesindeki isyanın bastırılmasında yararlıkları görülen Kürtleri taltif etmek için Saadettin Paşa’yı da Van'a göndermişti. Yapılan çalışmalar sonucu Doğu Anadolu’da Hamidiye Süvari Alayları kurulmuştu. 

 Diğer yandan 1892 yılında İstanbul'da Aşiret Mekteb-i Hümayunu adıyla okullar açılmıştı. Bu okulların açılmasının temel amacı, devlete yararlı ve kültürlü bir toplum meydana getirilmesiydi. Doğu Anadolu’da devlete hizmet edenlerin çocukları ile zaman zaman çıkan isyanları önlemek için bazı Arap aşiret beyleri ve şeyhlerinin çocukları da bu okula alınmışlar ve eğitim imkânına kavuşmuş lardı. Bu okul, 1907 yılında kapatılmıştı. Kurulduğu dönemlerde önemli hizmetleri görülen Hamidiye Süvari Alayları, Birinci Dünya Harbi’ne doğru devlete zarar vermeye başlamışlardı. 

 Meşrutiyet döneminde meydana gelen aşiret isyanlarına gelince, önem sırasına göre belli başlıları şunlardır: 

* Bedirhanlı Halil Ağa ve Ali Remo İsyanı: Osmanlıdan ayrılmayı hedefleyen bir isyandı. Bedirhanî Hasan veya Hüsnü, yeğenleri Süleyman ve Abdürrezak, bu maksatla 1912 yılında Cizre’den Midyat’a giderek, Çelik Ali Remo köyündeki Çelik Ali Remo’nun oğlu Halil Ağa’yı isyana ikna etmişlerdi. Böylece bir araya gelen aşiretler, devlete karşı isyan etmişlerdi. Bu isyan 4 ay devam etmişti. 

Halil Ağa affedilmiş, isyancılar Botan aşiretlerine sığınmışlardı. Bedirhan Süleyman da bir Kürt tarafından öldürülmüştü. Diğerleri Rusya’ya sığınarak, Birinci Dünya Harbi’nin sonuna kadar Osmanlı Devleti’nin aleyhine çalışmışlardı. 

* Şeyh Salim-Şahabettin-Ali İsyanı: Bu üç kişi 1912 yılında Rusların tahrik ve teşviki sonucu etraflarına topladıkları kanun kaçaklarıyla birlikte Bitlis'te isyan etmişlerdi. İlk başlarda bölgedeki Türk ve Ermenileri katletmişler, daha sonra Ermenilerin bazı aşiretlerle barışması üzerine, birlikte yalnızca Türkmen kökenlilere karşı saldırı düzenlemeye başlamışlardı. Rusların himayesinde, Ermeni çeteleri de bu işe karışmış ve ciddi tedbirlere başvurma ihtiyacı doğmuştu. 

 Yapılan takipler sonucu asilerin birçoğu öldürülmüştü. İsyanın üç elebaşısı Bitlis’te bulunan Rus Konsolosluğu’na sığınmıştı. Birinci Dünya Harbi’nin başlamasına kadar burada kalan elebaşılar, savaşın ilanıyla birlikte Konsolosluğun basılması sonucu yakalanarak, Bitlis’te idam edilmişlerdi. 

 Birinci Dünya Harbi’nde Mondros Mütarekesi ile ateşkes ilan edilmişti. Siyasi Kürtçülük hareketi, Mütareke döneminde isyanlardan ziyade cemiyet çalışmaları şeklinde çalışmalarda bulunmuştur. O yıllarda yurt içindeki cemiyet çalışmalarının önde gelen kuruluşuysa Kürt Teali Cemiyeti olmuştur. Irkçı Kürtçüler, bu tür çalışmalarla mensupları arasında kültür ve siyaset birliği sağlamaya çalışmışlardır. Bu cemiyet, yurt dışında kurulan birtakım cemiyetlerle de irtibata geçerek, fikir ve eylem birliği tesis etmeyi hedeflemiştir. 
Irkçı Kürtçüler, Mütareke dönemindeki çalışmalarını barış konferansına taşımayı başarmışlardır. 

 Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Harbi’nden yenilgiyle çıkması sonucu Sevr Anlaşması’nın imzalanması için taraflar bir araya gelmişti. Osmanlı Devleti’nin Madrid ve Stockholm Sefiri olarak görev yapmış olan Kürt Mehmet Şerif Han Paşa, bir heyetle Sulh Konferansı’na müracaat etmişti. Bu heyet, Osmanlı Devleti topraklarında yaşayan bu etnik grupların bağımsızlığını istemişti. Yapılan görüşmeler sonucu Sevr Anlaşması’nın üçüncü kısmına aşiretleri ilgilendiren 62. ve 64. maddeler konulmuştu. 62. madde gereğince Fırat'ın Doğusu ve Ermenistan’ın güneyinde ve Türkiye'nin, Suriye ve El-cezire hudutlarının kuzeyindeki bölgelerde yaşayan, mahalli muhtariyet esasına göre müstakil bir etnik/ırkçı devletin kurulması gündeme gelmişti. 

 c. Cumhuriyet Dönemindeki İsyanlar: 






 Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlanması üzerine Türk devleti yeniden derlenip toparlanma dönemine girmişti. Gerek Milli Mücadele ve gerekse daha sonraki dönemlerde de siyasi Kürtçüler çeşitli vesilelerle isyan etmişlerdi. Bu isyanlar, Osmanlı Devleti dönemindeki ayaklanmalara kıyasla çok daha önemli sonuçlar doğurmuştu. Bu isyanların sebepleri üzerinde kısaca durmakta fayda vardır. Cumhuriyet dönemi de dâhil olmak üzere çıkarılan bütün siyasi isyanların iki temel sebebinin olduğu görülür: 


1) Yabancı devletlerin ve özellikle İngiltere, Rusya ve İran’ın, devlet kurdurma vaadiyle asileri ve kaçakları tahrik ve teşvik etmeleri. 

2) Cumhuriyet rejimini ve çağın gerçeklerine göre kurmaya çalıştığı düzeni hazmedemeyen, kuvvetli bir devlet otoritesini şahsi nüfuzu ve çıkarları için engel gören bazı şeyh, ağa, bey gibi çevrelerin aleyhteki tutumu, ırkçı taassubu ve davranışları. 

 1921 yılındaki Koçgiri isyanından sonra 1924 yılında Hakkâri bölgesinde yaşayan Nesturilerin ayaklanması ile başlayan Cumhuriyet dönemindeki isyanlar, 1937 yılında Dersim harekâtıyla sona ermiştir. 13 yıllık bir sürede meydana gelen 26 isyan, Türkiye Cumhuriyeti Devletine çok zarar vermiştir. Bu isyanlardan özellikle Şeyh Sait ile Dersim İsyanları, önem arz 
etmektedir. Bu isyanları tarih sırasıyla incelersek bazıları şunlardır: 


a) Nesturi İsyanı: Osmanlı Devleti’nin Musul vilayeti, yani bugünkü kuzey Irak’ı kapsayan bölge, Mustafa Kemal Paşa’nın başını çektiği bir grubun girişimleri sonucu Osmanlı Meclis-i Meb’usanı tarafından alınan bir kararla Misak-ı Millî sınırları içinde kabul edilmişti. 

Milli Mücadele’den sonra da Lozan Antlaşması ile bir sonuca bağlanamamıştı. Türkiye, 1924 yılında İngilizlerin işgali altında bulunan Musul vilayetinin Türkiye'ye geri verilmesini ısrarla talep etmeye başlamıştı. Bunun üzerine İngilizler, Hakkâri bölgesinde yaşayan ve öteden beri Türk devletine karşı olan tutumlarıyla bilinen Nesturileri isyan ettirmişlerdi. 

 İsyancı Nesturiler, kendileriyle görüşmek ve nasihatlerde bulunmak üzere görevlendirilen Hakkâri Valisi ve Jandarma Komutanını pusuya düşürmüşlerdi. Jandarma Komutanı şehit olmuş, Vali de tutuklanmıştı. Bunun üzerine bölgeye hareket eden askerî birlikler isyanı bastırmışlardı. Nesturilerin büyük bir çoğunluğu da Irak'a kaçarak, Bedirhanilere sığınmışlardı. 

b) Jiylan İsyanı: Siirt çevresinde oturan Jilyan aşireti, birkaç aşiretle birleşerek, Ramanlı Emin adlı bir aşiret reisinden intikam almak amacıyla 1925 yılında ayaklanmış ve yörede çapul ve yağmaya girişmişti. İsyanın elebaşlarından bir kısmı yakalanarak idam edilmiş, bir kısmı ise Suriye 'ye kaçmıştı. 

c) Şeyh Sait İsyanı: Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlanması üzerine, ülkede girişilen inkılap hareketlerinin başarıyla uygulanması neticesinde sükûtu hayale uğrayan ve bir kenarda sinmiş bulunanlar, İngilizlerin tahriki ve yardımıyla Seyyid Abdülkadir'in tertibi ve idaresi altında kıpırdanmaya başlamışlardı. 

 İsyanın asıl sebebiyse Türkiye’nin, Osmanlı Devleti’nin Musul vilayetini İngilizlere bırakmamak üzere bölgeye yönelik bir askerî harekât düzenlemek istemesiydi. İngilizler tarafından şeriat elden gidiyor bahanesiyle ortaya çıkarılan Şeyh Sait, Cumhuriyet aleyhtarlığı adı altında, bağımsız bir şeriat yönetimi kurulması için tertiplenen bu isyanın başına geçirilmişti. 
İsyan, bölgede nüfuz sahibi olan Şeyh Sait'in idaresi altında 1925 yılında fiilen başlamıştı. Bir buçuk yıl devam eden ve bazı aşiretlerin de katıldığı bu isyan, Doğu'da birçok yöreye sirayet etmişti. Asiler birkaç vilayet bölgesini hâkimiyetleri altına almışlardı. Fakat sonuçta isyan bastırılmış ve elebaşı Şeyh Sait ile yandaşları yakalanarak Diyarbakır’da yargılanıp idam 
edilmişlerdi. Yargılama süresince Şeyh Sait, “Kürtlük gibi, bir davam yoktur” demiştir. 

d) Şeyh Taha ve Seyyid Abdullah Baskını: Şeyh Sait isyanıyla ilgisinden dolayı asılan Seyyid Abdülkadir'in oğlu Seyyid Abdullah, babasının intikamını almak amacıyla Şemdinli'de bulunan Şeyh Muslih ve firari İhsan Nuri ile anlaşmıştı. Asiler, Şemdinli'deki 6. Hudut Taburu subaylarını bir köyde hile ile kıstırmış ve şehit etmişler, taburu da esir almışlardı. Bir ay devam eden isyan bastırılmış ve asilerin liderleri Irak'a kaçmıştı. 

e) Heşkoyan ve Raman İsyanı: Yağma ve çapulculuğa son vermek amacıyla Siirt ve Diyarbakır bölgelerinde silâh araması ve toplaması bir zaruret halini almıştı. Fakat bu bölgedeki aşiretler, harekâta silahlarıyla mukabelede bulunarak mukavemet etmişlerdi. 1925 yılında başlayan bu isyan, bir hafta devam etmiş, neticede asilerden birçoğu yakalanarak idam edilmişti. 

f) Eruhlu Yakup Ağa ve Oğullarının İsyanı: Siirt bölgesindeki Jilyan Aşiretinden olan bu aile ve yakınları, şapka giymemek için Pervari kazasında isyan etmişlerdi. Harekâtın bastırılması üzerine hepsi Suriye'ye kaçmıştı. 

g) Guyan İsyanı: Norduz bölgesinde, Norduzlu Lezgi ve kardeşinin isyanından cesaretlenen Levinli İsmail Ağa, etrafına topladığı çapulcularla 1926 yılında Çölemerik (Hakkâri) merkezini kuşatmış ve çevresini yağmalamıştı. Hükümete yardımcı bir kaç aşiretin de bu harekâtta yer alması üzerine, asiler ganimetleri ile birlikte Irak'a kaçmak mecburiyetinde kalmışlardı. 

h) Haco İsyanı: Şeyh Sait'in isyanından sonra nüfuzlu kimselerin Batı Anadolu’ya nakillerinden korkan ve akıbetlerinden endişe duyan Nusaybinli Heveyrikan Aşireti Reisi olan Haco, kardeşleriyle birlikte diğer aşiret mensuplarını da yanına alarak, 1926 yılında isyan etmişti. Asilerin reisi Haco, 15 gün süren askeri harekât sonucu maiyetiyle birlikte Suriye'ye kaçmıştı. 

ı) Birinci Ağrı İsyanı: İran ile İngiltere'nin desteği ve Hoyboncuların teşviki sonucu Ağrı bölgesindeki aşiretler, vergi vermek ve askerlik yapmak istememişlerdi. Bu sebeple de yörede çapulculuğa başlamışlardı. 1926 yılında Ağrı Dağı eteklerinde oturan, Biro Hasso Tello ve arkadaşları, firari kardeşini yakalamaya giden Jandarma birliklerine silâhlı mukavemette bulunmuş, bunlara İran topraklarındaki Kızılbaşoğlu Aşiretleri de yardım etmişlerdi. Sonunda isyan bastırılmış ve asilerin çoğu İran'a kaçmışlardı. 

i)İkinci Şemdinli Baskını: 1926 yılında, Seyyid Abdullah, Seyyid Muslih ve Hoybonculardan firari İhsan Nuri, Şemdinli'yi 12 gün kuşatmışlardı. Yapılan harekât sonucu Şemdinli asilerden temizlenmişti. 

j) Koç Uşağı İsyanı: Şeyh Sait isyanının bastırılmasından sonra, gizlenmeye ve takipten kurtulmaya muvaffak olan Çemişgezek'teki asiler, Tunceli'de bulunan Koç Uşağı Aşireti ile birleşerek, 1926 yılında tekrar isyan etmişlerdi. Asilerin çoğu yakalanarak imha edilmişlerdi. 

k) Hakkâri İsyanı: Bu isyanın, Şeyh Sait isyanından sonra aşiret reislerinin batı bölgelerine nakillerinden korktukları için yapıldığı ileri sürülmüşse de isyanın gerçek sebebi, devlet kuvvetlerini çeşitli bölgelere çekerek, zaafa uğratmak ve böylece isyan sahasını genişletmek, ayrıca Zeylan hadisesinin devamını sağlamaktı. Vanlı Şeyh Enver'in, tahrik ve teşvikiyle Hakkâri bölgesindeki aşiretlerin bir kısmı, 1926 yılında ayaklanmışlardı. Asiler devlet dairelerini basarak, memur ve komutanları esir etmişlerdi. Devlet daireleri yağma 
edilmiş, askeri kuvvetlerimize hayli zayiat verdirilmişti. Sonuçta asilerden bir kısmı Irak’a kaçmış, bir kısmı idam edilmiş ve bir kısmı da affa uğramıştı. 

l) İkinci Ağrı İsyanı: Ağrı bölgesindeki bazı aşiretler, ilk Ağrı isyanını sürdürmek amacıyla bir süre sonra çapul ve yağmaya başlamışlardı. Ferezende adlı bir maceraperestin peşine takılan asiler, 1927 yılında Doğubayazıt’a da taarruz etmişlerdi. İsyan kısa sürede bastırılmış, asiler dağıtılmış ve çoğu da İran'a kaçmıştı. 

m) Bicar Harekâtı: Şeyh Sait’ten arta kalan bazı asilerin 1927 yılında temizlenmesi için askeri harekât başlatılmıştı. O tarihlere kadar ücra köşelerde saklanmayı başaran birçok asi, Diyarbakır ve çevresinde Hüveydan taraflarına gönderilen bir kısım askeri kuvvetin yeterince müessir olamaması sonucu daha da şımarmışlardı. Saldırı ve tecavüzkâr hareketleri artıran asilere karşı yapılan harekâtta çoğu imha edilmişti. 

n) Jilyan Resul Ağa İsyanı: 1928 yılında Siirt bölgesindeki Jilyan aşireti reisi Resul Ağa ve kardeşi Agit, haklarında verilmiş bulunan tutuklama kararının infazı sırasında, bir kaç aşiret reisi ile birlikte ayaklanmışlardı. Neticede İran'a kaçmaya muvaffak olmuşlardı. 

o) Ziylan İsyanı: 1930 yılında, siyasi ırkçı ağaların tertibiyle Van'ın Zeylan bölgesinde bulunan firarilerle Ermeni Abraham Paşa’nın idaresinde hazırlanan Kürt çeteleri, Ağrı ve Van yörelerine girmişlerdi. Muhtariyete kavuşturmak için bölge halkını isyana teşvik etmişler ve bazı aşiretleri de ikna etmişlerdi. Tenkil harekâtı sonucu bir kısmı İran'a kaçmış, bir kısmı imha edilmiş ve bir kısmı da Batı Anadolu’ya nakledilmişlerdi. 

ö) Tutaklı Ali Can İsyanı: Van'ın Tutak bölgesinde, Ali Can adlı bir sergerde, silâhlandırdığı adamlarına fes giydirerek, o havalide yağmacılık yapan Seyit Han çetesi ile birleşmiş ve çapula başlamışlardı. Neticede Ali Can öldürülmüş, Seyit Han çetesi de imha edilmişti. 

p) Üçüncü Ağrı İsyanı: Birinci ve İkinci Ağrı isyanlarından gereğince ders almamış olan bölgedeki asiler, giderek cüretlerini artırmışlardı. Bölgede İngilizlerin de teşvikiyle 1930 yılında yöredeki Kürtçü elebaşıların yönetiminde yeniden yağma ve çapul hareketleri başlatılmıştı. Neticede çoğu imha edilmiş, pek azı da İran'a kaçmıştı. 

r) Oramar-Barzan Şeyhi Ahmet İsyanı: Iraklı Barzan Şeyhi Ahmet'in adamlarından birkaçı, beraberindeki çapulcularla 1930 yılında, Hakkâri'nin Şemdinli ilçesine saldırmışlar ve işgal etmişlerdi. Asiler Oramar nahiyesini de kuşatmışlar ve buralardaki bazı aşiretleri de yanlarına almışlardı. Oramar'daki askeri birlikleri kuşatan asiler, bazı karakolları basarak personelin bir kısmını şehit etmişlerdi. Asiler, Oramar’dan Beytüşşebap’a dageçmişlerdi. Askerî harekâtın başlaması sonucu asiler büyük zayiat vermiş, isyan bastırılmış ve bir kısmı da Irak'a kaçmıştı. 

s) Buban Aşireti İsyanı: 1934 yılında, Bitlis'te oturan Buban Aşiretinin ağaları, silâh teslim etmemek ve yol parası ödememek maksadıyla ayaklanmışlardı. Ekserisi imha edilmiş, aile fertleri de batı bölgelere nakledilmişti. 

ş) Abdurrahman İsyanı: 1935 yılında Siirt'in Melefan nahiyesindeki tuz ambarlarından külliyetli miktarda tuz çalınmıştı. Suçluların yakalanması için harekete geçen askerî birlikler, Abdurrahman ve ailesinin toplu muhalefet ve mukavemeti ile karşılaşılmıştı. Ayaklanma eğilimi gösteren bu durum, yasak bölge olan bu kesimden dışarıya taşmadan bastırılmıştı. Suçlular iki yıl sonra affa uğramışlardı. 

t) Abdülkuddüs İsyanı: Nakşibendî tarikatına mensup bulunan Abdülkuddüs ve çevresindekilerin, aralarında husumet bulunan Reşkoyan Aşiretinden intikam almak için 1935 yılında Siirt'in Kozluk ilçesinde başlattığı saldırı, ayaklanmaya dönüşmüştü. İsyan genişlemeden bastırılmış ve Abdülkuddüs ile taraftarlarından bazıları Suriye'ye kaçmışlardı. 

u) Sason İsyanı: Çapulcu, asker kaçağı, çetelere ve eşkıyalara sığınak yeri olan Mutki ve Sason bölgelerinde 1932’de yapılan arama-tarama harekâtı etkili olamamıştı. Hükümete türlü gaileler çıkaran Siirt’teki aşiretler de tam anlamıyla sindirilememişti. Bu yüzden durumu fırsat bilen yöre halkı, cüretlerini artırarak, hükümete kafa tutmaya ve vergi vermemeye başlamışlardı. Durumu yatıştırmak üzere gönderilen Sason Kaymakam Vekilini ve iki memuru da 1935 yılında şehit etmişler ve jandarma ile de müsademeye girmişlerdi. Bir kaç aşiretin de katılmasıyla meydana gelen vaziyet, müstakil Kürdistan özlemi içinde bulunanları ümide sevk etmiş ve bölgede kıpırdanmalar başlamıştı. Yörede pek çok çatışmalara yol açan harekât, arazi ve iklim şartları yüzünden 4 yıl sürmüştü. Sonuçta elebaşıların bir kısmı imha edilmiş, pek çoğu tutuklanmış, asilerin reisi Abdurrahman ise Irak taraflarına kaçmıştı. 

Buralar yasak bölge ilân edilerek, sakinleri batı bölgelerde iskâna tâbi tutulmuştu. 

ü) Dersim Harekâtı-Tunceli İsyanı: Dersim halkı uzun yıllar boyu zamanın idaresine kafa tutmuş, Hükümet kuvvetlerine karşı silâh kullanmış, civar illere yayılarak yağma ve talan yapmıştı. Güneydeki Hoybon Cemiyeti ile temas kurarak, yurt içinde bölücülük propagandasını artırmıştı. 1933–1934 yıllarında Hoyboncular tarafından yurda sokulan asiler ve Ermeni maceraperestler, Dersim'deki aşiretleri birleştirmeye çalışmışlardı. 1936 yılında zamanın Hükümeti, meydana gelen durumun vahameti dolayısıyla Elâzığ, Tunceli ve Bingöl bölgelerinde birer umumi müfettişlik ihdas etmiş, böylece buralarda ahalinin üzerinde baskı kuran eşkıyaya karşı, Hükümetin otoritesini hâkim kılmak istemişti. Azınlıkların da teşvik ve tahrikiyle bazı aşiretler birleşmişlerdi. Asiler, Tunceli bölgesindeki köprüleri imha etmiş, telefon tellerini kesmiş, karakolları basarak askerleri katletmiş ve 1937 yılında isyan hareketini fiilen başlatmışlardı. 

 Gazi Mustafa Kemal Paşa, Misak-ı Millî kapsamında, Musul vilayetinin yanı sıra, Hatay meselesini de bizzat yönetiyordu. Bu durum İngiltere ile Suriye’yi sömürge haline getiren Fransa’nın dikkatinden kaçmıyordu. İsyanın arkasındaki asıl gerekçe, yürütülen bu programın başarısız kılınmasıydı. Tunceli bölgesindeki isyanın arkasında yine İngiltere ve kısmen de Fransa bulunuyordu. Hatırlanacağı gibi, 1924-25 yıllarındaki Şeyh Sait isyanıyla Musul vilayeti İngilizlerin eline geçmişti. 

 Dersim isyanı bir buçuk yıl sürmüştür. Asilerin birçoğu çıkan çatışmalarda öldürülmüş, elebaşılar esir edilmiş, suçlu bulunanlar idam cezalarına çarptırılmıştır. Bazı kişiler de ağır hapis cezasına mahkûm edilmişlerdir. Bölge, isyancılardan tamamen temizlenmiştir. 


 Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti döneminde meydana gelen ayaklanmaların ortak özelliği şunlardır: Asayiş meselesinden kaynaklanmışlardır, arkasında mutlaka emperyalist devletler vardır, yabacı emellere alet olan cahil kişilerin isyanlarında, masum insanlar da hayatını kaybetmiştir, ama her defasında isyan bastırılmış, suçlular cezalandırılmıştır. 


İstismar edilen, kendini milletinden ve devletinden büyük sanan bu asiler, kendi Devletine ve vatandaşına zarar vermişler, yabancıların çıkarlarına hizmet etmişler, ama asla netice alamamışlardır. 

 2 Cİ  BÖLÜ,M İLE DEVAM EDECEKTİR.


***