31 Ekim 2017 Salı

İYİ PARTİ’NİN KURULUŞU


İYİ PARTİ’NİN KURULUŞU,









Bir milletin siyasi alın yazısında mevki sahibi olabilmek için onun ihtiyacını görebilmek ve onun kudretini takdirde ehliyet sahibi olmak birinci şarttır. 
Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (1927)
Siyasi Partiler Demokrasilerin temel direğidir.
PARTİLER BÜTÜN UNSURLARI İLE DEVLETİN YÖNETİMİNE TALİPTİR.
Devlet yönetimi ise çok ciddi, çok karmaşık , üstün bilgi, beceri ve büyük özveri isteyen bir kutsal bir iştir. Gerek muhalefette ve gerekse iktidarda olsun bütün partilerin merkezi ve yerel yönetimlerde önemli işlevleri vardır. Demokrasilerde halkın doğrudan yönetime katılması ancak partiler vasıtası ile olur.
İktidar olmak ne kadar önemli ise, onu denetleyen ve her zaman iktidarın alternatifi olduğunu göstermek durumunda bulunan muhalefet partileri de en az iktidar kadar önemlidir.
Türkiye’nin 87 nci siyasi partisi olarak 25 Ekim 2017’de kuruluşunu ilan eden İYİ PARTİ’nin Türk siyasi yaşamına yeni ve olumlu gelişmeler getireceğine ve 15 yıldır seçim kaybetmeyen Ak Parti için ciddi bir rakip olacağına inanıyorum.
Birçoğunu yakından tanıma fırsatını bulduğum her biri kendi alanlarında isim yapmış uzman kişilerden oluşan Kurucular Kuruluna devletimiz ve milletimizi yönetmek uğruna çıktıkları zorlu ve kutsal yolda üstün başarılar diliyorum.
Tarihi motiflerden esinlenerek kabul ettikleri İYİ ismi ve GÜNEŞ simgesinin etrafında bölünmüş ve parçalanmış Türk milletinin yumruk gibi bir araya gelerek yeniden güçlü bir devlet oluşturmasını umut ediyorum.
Yolları hayırlı ve açık olsun…

***

Yok sayan haliniz buysa, ciddiye alsanız ne olacak acaba

Yok sayan haliniz buysa, ciddiye alsanız ne olacak acaba
 

Selcan TAŞÇI HAMŞİOĞLU
 
27 Ekim 2017
 
İYİ Parti'nin, Ankara'daki kuruluş töreninin yapıldığı saatlerde, CNN Türk dışında, ana akım haber kanallarından hiçbiri törene canlı bağlanmadı, o dakikalar topluma ne "son dakika", ne "flaş haber", ne "sıcak gelişme" diye duyurulmadı... Başlangıçta, zaten tamamı Başbakan'ın Ege Ekonomik Forumu'ndaki konuşmasını yayınlıyor olduğundan mazeretleri vardı,  işleri kolaydı... Ama Başbakan konuşmasını bitirdikten sonra da, üşenmedim tek tek baktım, ı-ıh oralı olan çıkmadı.
 
Gelin görün ki...
 
Bu kanalların tamamına yakınında, gece yapılan tartışma programlarında, tartışma başlığı ne olursa olsun, laf döndürülüp-dolaştırılıp İYİ Parti'ye getirildi ve adeta bir lanetleme ayinine girişildi.
 
Aynı Ayarsızlık dünkü gazetelerde de vardı.
 
Çoğu gazete, İYİ Parti'nin kuruluşunu sözüm ona görmezden geldi; ya birinci sayfalarına hiç koymamayı tercih etti ya da bit gibi başlıklarla ezmeyi...
 
Ve fakat...
 
Aynı gazetelerin, sayfalarını çevirmeye başlayınca görüldü ki, her birinin en az 2-3 yazarının birden gündemi İYİ Parti'ydi!
 
Ne bu?
 
Ayarsızlık, tutarsızlık, çelişkilerin en yamanına namzetlik değil mi?
 
İnsan, ciddiye almadığı, yok saydığı, umursamadığı bir olay üzerine heba eder mi sözcüklerini? Bu kadar öfke biriktirir mi?
 
***
 
Bir kişiyi, kurumu, olayı ciddiye almadığınızı -evet en kestirme yoldan- onu yok sayarak, görmezden gelerek yaparsınız. Misal, İYİ Parti'nin siyasi rakipleri, konuşulmasının, yayılmasının, yaygınlaşmasının önüne geçmek için -anlaşılır- bu yola başvurabilirler. Ama görevi haberdar etmek olan medyanın böyle bir lüksü olabilir mi?
 
Türk basını bunu bir anlayamadı gitti; haber vermek demek destek olmak demek değildir, alkış tutmak demek değildir, taraf olmak demek değildir, olanı, durumu bildirmek yani gazeteciliğin gereğini yerine getirmektir.
 
Ayrıca, yok sayıyormuş gibi yapıp, perde arkasında, bütün gücünüzü yok saydığınızı iddia ettiklerinizi itibarsızlaştırmaya harcayarak komik duruma düşmekten de iyidir!
 
***
 
Ya bir de destek olsaydınız...
 
Onlar iyi diyorsa muhakkak kötüdür yahut onlar kötü diyorsa biz mutlaka destek olmalıyız türü, kamplarla, kutuplarla sınırlandırılmış bir ölçü kullanmayı sevmiyorum. Ama benim sevmiyor oluşum,  "kimler nasıl pozisyon almış"ın dikkate değer bir "gösterge" olduğu gerçeğini de değiştirmiyor.
 
Misal...
 
İYİ Parti'yi hiiiiiç ama hiç ciddiye almayan, ti'ye almak, maskesini düşürmek, kirli çamaşırlarını pazara çıkarmak üzere köşelerce yazanlara bakınca da insan demeden edemiyor işte:
 
Allah muhafaza ya destek veriyor olsaydı Engin Ardıç, Hüseyin Gülerce, Emin Pazarcı filan İYİ Parti'ye...
 
Birçok insan şüphe ederdi "doğru yerde miyim acaba" diye!
 
***
 
İyi Parti Yorumlarıyla Delirmeceler
 
Mevzunun muhatabı da avukatı da değilim, sadece gül gül öllük birkaç İYİ Parti yorumunu derleyip neşemizi bulalım istedim:
 
-              Ey, "Kardeş Türküler'in darbukacısı Taylan Yıldız ve parti kurucularının "Ülkücü gömleği"ni çıkartmasına rağmen "solcu gömleği"ni çıkartmayan Onur Aydın" diye tahrik fitilleri ateşleyen Mahmut Övür!.. Hani önceki gün salonda, havada işaret ve serçe parmaklarıyla baş parmaklarını birleştirmek suretiyle yapılan bir işaret vardı; hıh işte "bozkurt" onun adı. Türk Milletinin sembolü olmakla birlikte ülkücüler kullanır genellikle. Ve gördüğüm kadarıyla soyunmamıştı, gömlekliydi hepsi de!
 
-              Ah Hüseyin Gülerce, vah Hüseyin Gülerce... Kaç defa dedik, "Akşener'in partisi üzerinden FETÖ gölgesi ve etkisi kalkmayacaktır" diyen sen olunca kargalar bile güler buna diye...
 
-              "Dişi kurt güzellemeleri de insanı gülümsetiyor" diye dalga geçmeye çalışmış Halime Kökçe ama "deri pantolonlu, deri eldivenli, üstü çıplak adamların başörtülü bacımızın üzerine işemesi" fantezisi kadar değildir herhalde!
 
-              İYİ Parti'yi, kurucular kurulundaki Ermeni üyeyle vurmaya çalışan Emin Pazarcı, önce bir "en Müslüman(!)" AKP'nin Ermeni milletvekili, "en Türk milliyetçisi(!)" MHP'nin de Ermeni aday göstermesi üzerine yazsa da okusak mesela!
 
-              Milliyetçilik bir mikropmuş edasıyla "Acaba Türk milliyetçiliğinin bayrağını taşıyan bu partiler bereketi, saflarında Türk milliyetçisi kadro ve seçmen kitlesi barındıran CHP'nin arınmasının bir "vesilesi" olabilir mi?" diyen Aydın Engin amcaya ödev veriyorum: CHP'nin "altı ok"unu yaz bu gece tam 6 sayfa! Sonra da düşün bakalım; Cumhuriyet'in kurucu ideolojisini, Cumhuriyet'in kurucu partisinden tasfiye neyin kafası acaba?
 
Efendim?
 
Engin Ardıç'ın yazısı mı?
 
Geçmişteki anırma borcunu tahsil edemedik daha, ona mesai harcamak beyhude çaba!
 


***

LÂİKLİK NEDİR” PANELİ

LÂİKLİK NEDİR” PANELİ



Rifat Serdaroğlu
31 Ekim 2017

Moderatör; Kadir İnanır!
Panelistler; 
AKP Genel Başkanı Erdoğan- Kadir Mısıroğlu-Cübbeli Ahmet Hoca-Sinan Çetin!
Komser Şekspir filminde etek giyip bonus kafa peruklar taktığı için karizmayı çizdiren, Çözüm Süreci denen ihanet sürecinin “ Akil İnsanı ” etekli Kadir, toplantıyı açıp ilk sözü Kadir Mısıroğlu’na verdi!

Kadir Mısıroğlu;

“Ne lâikliği yahu! Yere batsın bu lâiklik! Kurtuluş Savaşını Türkler kazandığı için lâik olmuşuz. Keşke savaşı Yunanlılar kazansaydı! O zaman ne hilafet yıkılırdı 
ne şeriat kaldırılırdı ne medrese lağvedilirdi ne hocalar asılırdı! Bunların hiçbiri olmazdı” dedi ve kafasındaki fesi yere atıp üzerinde tepinmeye başladı…
Cübbeli Ahmet Hoca;

“Muhterem Zevat; Lâiklik, çevik ve atik olmayı icap ettirir. Ben bu yüzden jetskisine binerim. Önümde oturan o iriyarı delikanlıya arkadan sıkı-sıkı sarılırım, düşmemek için! Siz de yapın.
İyi bir Müslüman donanımlı olmalıdır. Bu yüzden sizlere şimdilik iki yeni ürün takdim ediyorum.
Biri, kabir azabını azaltan ve yanmayan kefen. Giydiniz mi cuuup cennettesiniz!
Diğeri, Ayağınıza giydiğiniz gece rüyanızda Hz. Peygamberi gösteren terlik!
Kefen 150 TL, Terlik 130 TL. Kapış-kapış gidiyor, yetişin siz de alın…”

Sinan Çetin;

“Burada olmayan, hangi nedenle olmadığını bilmediğim büyük bir düşünür, din adamı bir insana teşekkür ederim. Ona teşekkür etmemin en önemli tarafı bu ülkeyi, bu insanları, bu dili sevdirdiği için, Orhan Pamuk’a ‘seni öldüreceğiz’ diyenlere bu ülkeyi bırakmadığı için, bu ülkeyi sevmenin bir suç olmadığını hatta gurur verici olduğunu, dünya ile bütünleştirdiği için Fethullah Gülen Hocaefendi Hazretlerine teşekkür ederim…”

Erdoğan;

“İnsan hem lâik hem Müslüman olmaaaazzz!
Ya Müslüman olacaksın ya da Lâik! İkisi bir arada olmaz!
Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir lafı külliyen yalandır yalan!
Müslüman’ın yaratıcısı olan Allah, kayıtsız şartsız egemendir! Allah’u Ekber!”
Türk Ordusunun Genelkurmay Başkanı Hulusivil Paşa, miting meydanında gördüğü Cübbeli Hoca ile tokalaşarak sohbet etti, hasret giderdi!
Aynı Hulusivil Paşa yanına Oslo işbirlikçisi Hakan Fidan’ı alıp “Yaşasın Şeriat” ve “Cumhuriyet okullarında okuyanların çoğu din düşmanı, işbirlikçidir” diyen 
Nuri Pakdil’i evinde ziyaret edip elini öptüler.
Bunlar ise izleyici olarak en ön sırada yerlerini almışlardı…
Akşam, Saraydaki yemek masasında Erdoğan’ın sağında Fesli Kadir Mısıroğlu solunda Cübbeli Ahmet Hoca oturuyordu. Karşısında ise göğsü madalyalar omuzu yıldızlarla dolu Hulusi Sivil Paşa vardı!

Değerli Okurlar;

Bu kişiler yukarıda yazılan sözleri ve hareketleri farklı zamanlarda, farklı yerlerde söylediler ve yaptılar. Biz sadece bir gülmece derlemesi yaptık.
T.C Devletini yöneten AKP Hükümetleri ve Erdoğan’ın meşru kabul ettikleri hukuk İslam Hukukudur, yani şeriattır. Anayasa Mahkemesi bu sebeplerden AKP’yi “Lâiklik karşıtı eylemlerin odağı” olarak görmüş ve 11 üyenin 10 tanesinin oyuyla mahkûm etmiştir. Karar halen yürürlüktedir.
AKP, lâikliğe düşman, bilimsel düşünceye karşı, özgür düşünceyi yok etmek isteyen, biat kültürüne inanan bir organizasyondur.  Bu iktidar sürü haline getirilmiş, itaat eden, boyun eğen, sorgulamayan, itiraz etmeyen, yalnızca verilen sadakaya şükreden bir toplum dizayn etmeye çalışmaktadır.
Siz kendinizi nerede ve nasıl konumlandırıyorsunuz? 
Eğer bizler gibi özgür düşünceden yana iseniz, sesinizi çıkaracaksınız. 
Hem de her gün daha yüksek, daha gür bir sesle haykıracaksınız…
Sağlık ve başarı dileklerimle 
31 Ekim 2017
Rifat Serdaroğlu


***

Her Şey Çok Güzel Olacak Partisi


Her şey çok güzel olacak PARTİSİ,


Yavuz Alogan 


Bütün dünyayı etkileyen köklü değişimler daima gecikerek hissedilir. İnsanlar neoliberal küresel kapitalizmin ağır bir kriz içinde yeni bir sermaye birikim modeli aradığını fakat bulamadığını kitaplardan okuyabilirler, ancak bunu gündelik hayatlarında hissetmeleri zaman alır.

Duvar yıkıldıktan sonra tasarlanan tek kutuplu dünyanın kurulamadığını; Çin gibi ekonomik, Rusya gibi askeri büyük güçlerin kendi çevrelerinde bloklar oluşturarak enerji ve pazar paylaşımından pay istediklerini bütün ülkeler açıkça görebilirler. Fakat bu ülkelerin kurulmakta olan yeni dünyanın düzensiz karmaşası içinde kendilerine uygun bir yer bulmaları zaman alır.

Aynı şekilde Yankee emperyalizminin Batı Asya’ya kendi palavradan “demokrasi” ideallerini dayatarak ideolojik bir hegemonya kurma şansının ortadan kalktığını; eğit-donat örgütleri, IŞİD ve PYD gibi kuklalar sayesinde zemin kazanma imkânını kaybettiğini de insanlar çıplak gözle görebilirler. ABD’nin Batı Asya bölgesinin enerji kaynak ve güzergâhlarına ancak yakıp yıkarak, topyekûn bir dünya savaşını göze alarak hâkim olabileceğini fark edip ABD ordusunun emekli pilotları göreve çağırmasını, 2023 yılında Afrika’yı işgal planları yapmasını kaygıyla izleyebilirler. Pentagon’un savaşı göze alamazsa rakipleriyle bölgedeki nüfuz alanlarını paylaşabileceğini düşünebilirler.

Ancak bütün bunların etkileri bir anda değil, tekil olaylarla ve zaman içinde hissedilir. Siyasi bilinç yavaş dönüşür, halk kitlesi önüne çıkan sorunları çözme çabası içinde gerçekliği kavrar; bir kısmı uzlaşmacı, bir kısmı direnişçi olur. Ülkenin ittifak sistemini, iktisat politikalarını ve askeri yapısını değiştirmeye yönelmek, geçmişten gelen bağlantı ve angajmanlarla kuşatılmış olan mevcut siyasi iktidarın yıkılmasına yol açar (burada bk. Tocqueville’in Fransız Devrimi yorumu).

Mesela ben Türkiye’deki “demokrasi”nin sahte ve dış güçlerin manipülasyonuna açık olduğunu, siyasi partilerin başarılı olmalarının bu partilerin programlarının doğruluğuna değil, dışarıda yaratılan “imaj”a ve toplanan “para”ya bağlı olduğunu 1983’ten sonra anladım. Gerçi daha önce de “Filipin tipi demokrasi”yi ya da “cici demokrasi”yi biliyor ve anlıyorduk fakat hakikatin en keskin ışık altında görüldüğü dönem 1983 sonrasıdır: reklamasyon, halkı aldatma (iki anahtar vs.), sahte imajlar (güzel leydinin topuk sesleri vs.), dış destek, yalancılık, sahtekârlık, halkı çocuk gibi avutarak en temel hakların budanması, giderek oy almak için halkın belirli kesimlerinin üretimden koparılıp maaşa bağlanması vs.

Türkiye’de bu yöntemlerin yolunu açan Özal oldu. Bu ülkede, Genç Parti gibi bir soytarılık abidesi bile ( “ Davulu delen jaguar ” Partisi gibi sahtekkârlıklar bir yana), halka mitinglerde köfte ekmek yedirip insanlarda “ şahane hayat yanılsaması ” yaratarak % 7 gibi bir oy aldı. Bereket dış güçler desteklemedi de iktidara gelemedi.

Bütün bunların ışığında Yeni Parti’ye gelecek olursak, bu partinin bir “restorasyon” partisi olduğunu söyleyebiliriz. AKP’nin küresel sermayeye sağladığı bütün “kazanımları” koruyacak, Türkiye’yi Atlantik sistemine daha sağlam biçimde yerleştirecek, kamu yönetimini AKP’nin deneyip de beceremediği şekilde parçalayacak, fakat bütün bunları yanıltıcı bir “yeni” imajıyla yapacak bir restorasyon partisi! Aynı zamanda bir pazarlama, reklamasyon ve demagoji partisi. Sistemi yenileyecek ve restore edecek. Ben olsaydım, Kayı boyunu vs bir yana bırakıp “ Her Şey Çok Güzel Olacak Partisi ” ismini tercih ederdim.

Peki, şansı var mı? Elbette. Siyaset borsasının açılış kotasyonunda % 13-14 gibi görünüyor. Kendi içinde bölünmeden, vitrin düzenlemesini ve imajını bozmadan yol alır, sahte umutlar yaratmayı becerirse elbette AKP’nin yerine geçebilir. Hatta “dişi kurt” MHP’yi boğup, CHP’yi ısırabilir. Fakat bu alışılmış numaranın tutup tutmayacağı son tahlilde bölgesel savaşın ve ekonomik krizin seyrine, halkın savaş ve kriz koşullarından etkilenme hızına ve şiddetine bağlıdır. Esas dinamik budur.


***

Liboşların Guru’su

Liboşların Guru*’su



ÜMİT ZİLELİ: 


*GURU: Mürşit, üstat, spirütüel (ruhsal) öğretmen…

Önce asrın liderimizin AKP Grup Toplantısı'nda söylediklerine bakalım:
-Başkonsolosluktan çıkanla (ABD görevlisi Metin Topuz) STK mensubu dedikleri, Türkiye'nin Kızıl
Soros'u dedikleri kişinin bağlantıları çıkıyor ortaya. Taksim olaylarının (Gezi) arkasında bakıyorsunuz aynı kişi var. Belli yerlere ciddi manada kaynak aktarımının arkasında bunları görüyorsunuz…
AKP'li Cumhurbaşkanı'nın sözünü ettiği, okkalı şekilde suçladığı Kişi Osman Kavala!..
19 Ekim'den bu yana gözaltında… Önce dosyasına gizlilik kararı kondu. Daha sonra anladık ki FETÖ'den dolayı alınmış!.. Hâlbuki AKP Genel Başkanı'nın suçlamaları çok daha geniş bir alanı işaret ediyor!..


Peki kim bu Osman Kavala?.. Fransa doğumlu… İstanbul Robert Kolej ve Manchester Üniversitesi Ekonomi Bölümü'nden mezun. Türk-Yunan İş Konseyi, Güneydoğu Avrupa'da Demokrasi Merkezi, Türk-Polonya İş Konseyi gibi çeşitli kuruluşların yönetim kurulu üyeliklerinde bulundu. Pek ünlü şahsiyetlerin üyesi bulunduğu TESEV Yönetim Kurulu'nda yer alan Kavala, Açık Toplum Enstitüsü'nde Danışma Kurulu üyesi ve Helsinki Yurttaşlar Derneği üyesi…
-Kısacası epey aktif bir işadamı!..

SOROS'UN HER GİRİŞİMİNDE MEVCUT!..


Özellikle son üç kurumu gördüğünüzde, Osman Bey'in uluslararası spekülatör George Soros'la gerçekten gayet iyi tanıştığını hemen anlayıveriyorsunuz!..
Ben yetinmedim, kendi çapımda araştırdım, bazı önemli kaynaklarla konuştum; öncelikle Kavala'nın kendisinin de Soros misali bir “dolar milyarderi” olduğunu öğrendim. Türkiye'nin cep telefonuyla tanıştığı sıralarda kurulan KVK'nın bir harfi onun soyadını simgeliyordu.. Diğer harfler ise Murat Vargı ve Mehmet Emin Karamehmet'in soyadlarının baş harfiydi!..
Kendisine yakıştırılan “Solcu” benzetmesini ise yadırgadığımı ifade etmeliyim; Şayet “solcu artıklarından”, “Ben de eskiden solcuydum” diyen, “Yetmez ama Evet” cilerden, söz ediliyorsa olabilir… Çünkü Kavala denilince nedense akla hemen, bir zamanlar iktidara “paydaş” olmakla övünen, cansiperane destek veren, kullanım tarihleri geçince de tarihin çöplüğüne defedilen liberal etiketli dönekler geliveriyor. Şu sıralar çoğu ortalıkta yok, ne bir ses ne bir nefes!.. Ancak şaşaalı zamanlarda bu tiplere büyük destek olduğu, yazdıkları “kitap” formundaki şeylere finansör olduğu, maddi ve manevi desteğini esirgemediği anlatılıyor… Hatta çok sevdiğim, saygı duyduğum bir kaynağım, Kavala'yı şu sözcüklerle tarif etti:


-Liboşların Guru'su!..Ancak, iş gelip FETÖ üyeliğine dayanınca, anlatılanlar da değişiyor… Konuştuğum hiç kimse Osman Kavala'nın Fetullah Gülen'le işbirliği yapacağına, hele hele cemaat mensubu olabileceğine ihtimal vermiyor!.. Hele muhterem yandaş medyanın ve tabii liberal, eski solcu döneklerin kumpas yıllarında insanlara nasıl çamur sıvadığını bilenlerin ortak görüşü ise şöyle:
-Yoğurdu üfleyerek yiyelim!..

“ DARBECİLERE KARŞI SOROS'LA KOL KOLA!”

Pekii, ben hayatımda bir kez bile yüzünü görmediğim “Türkiye'nin Soros'u” sıfatlı Osman Kavala'yla ilgili bu yazıyı niçin kaleme aldım?..
Bir zamanların sıkı devrimcisi, günümüzün “liberal dehası” Hasan Cemal'in bir yandan kahkaha atarak, diğer yandan gerçekten üzülerek okuduğum yazısı nedeniyle!.. Önce yazısının başlığını paylaşayım:
-Darbecilere karşı Soros'la kol kola Erdoğan'ın bugün geldiği nokta!..
Bahsettiği bizim “Soros” değil tabii; uluslararası spekülatör, Rotschild'lerin has adamı olduğu kitaplara konu olmuş George Soros!.. Cemal, taa 2003 yılı meşhur Davos buluşmalarına uzanıyor, Soros'la Erdoğan'ın birlikte yemek yedikleri anı anlatıyordu. Anlatım nefisti doğrusu:


“Erdoğan-Gül ikilisi AB yolunda kararlılıkla yürüyordu… Bu hedefi boşa çıkarmak isteyen Ankara'daki darbeciler “Sarıkız, Ay ışığı” gibi isimlerle ve de asker-sivil işbirliği ile darbe tertiplerini derinleştiriyorlardı… Erdoğan-Gül ikilisi bu tertiplerin farkındaydı ve darbecileri etkisiz kılmak ve AB yolunda ilerlemek için yoğun bir çaba içindelerdi…”


Şahane değil mi! AB yolunda nereye ulaştığımız ortada! Haa, şu yukarıdaki satırlar “Kumpas alçaklıklarının” iddianamelerinden aşırma gibi durmuyor mu, ne dersiniz?!..
Neyse işte fotoğraftaki o yemekte zamanımızın AKP'li Cumhurbaşkanı, muhatabı Soros'a aynen şöyle sesleniyordu:
-Türkiye'nin açık toplumu biziz, bizi destekleyin!..
O Soros ki; Gürcistan'da, Kosova'da, Arap Baharı'nda “renkli devrim” adı altında darbeleri, kaosları örgütlemiş, kamyon dolusu rüşvetleri dağıtmış, kendi desteklediği “tüccar-siyasetçi” tayfasını en yüksek makamlara oturtmuş olan kişiydi!.. “Bizi destekleyin” diye ricacı olunan Soros Türkiye'ye geldiğinde, şu sözleriyle Türkiye'ye ne pay biçildiğini, nerede olması gerektiğini gözümüze sokan kişiydi:
-En iyi ihraç malınız Mehmetçiktir!..
Hasan Cemal, o gün Soros'la kol kola olduğunu fotoğrafıyla anlattığına göre, demek ki bir zamanlar araları pek bir iyiymiş… Soros'un Türkiye'de kurdurduğu “Açık Toplum Enstitüsü”, “TESEV” gibi kuruluşlardan, Sabancı gibi, Bilgi gibi güzide üniversitelerimize yakın ilgisinden, yaptığı cömert yardımlardan belliydi zaten!.. Şimdi hatırladım; Soros kuruluşlarının başkanlığını yapan Mehmet Barlas'ın kayınbiraderi Can Paker'e ne oldu acaba? Nedense hiç ortalarda görünmüyor da!..
Hasan Cemal darbecilere karşı bu “devrimci işbirliğinin!” bitmesine, Erdoğan'ın bölge ülkelerine yanaşıp AB ve ABD'yle arasının bozulmasına pek üzülmüş haliyle… Öfkelenmiş de tabii, şu öngörüde bulunmuş:
-Sonu çıkmaz olan bir sokaktasınız!İnsan, acı acı gülüp, sonra da sormadan edemiyor:
-Aynaya bakın lütfen, neredeydiniz, şimdi neredesiniz!..


***

Yeni partiden ilk izlenimler

Yeni partiden ilk izlenimler


CAN ATAKLI

ANALİZ

Hatalar var. Güzellikler var. Umut var. Peki gelecek var mı? Akşener'in önderliğinde kurulan yeni parti ile ilgili ilk izlenimler biraz karışık. Ama ilk günden de moral bozucu olmamak gerek. Tabii böyle diye de bazı uyarıları yapmamak da olmaz.
Öncelikle partinin adının tutup tutmayacağını tahmin edemiyorum. Yazarken değil ama ekranlarda konuşurken “iyi parti” demek biraz zor. Ses uyumu açısından sıkıntılı. Parti amblemi heyecan verici ve pırıltılı olmamış. Ama asıl sıkıntıüzerinde çok fazla spekülasyon yapılabilir olması.
Güneş sembolünü parti amblemi yapmak riskli. Çünkü güneş figürü çok yerde kullanılıyor. Bu nedenle herkes eleştirmek için, dalga geçmek için de ambleme sarabilir. Nitekim ilk spekülasyon “Amblem cemaatçilerin maklubesine çok benziyor” şeklinde yapıldı.
Antalya Belediye Başkanının “Menderes Türel Antalya'ya iyi gelecek” sloganını da andırdığı kesin. Parti adı ve amblemin biraz aceleye getirildiğini düşünüyorum. Tabii sonuçta kararı kamuoyu verecek. Bazen “asla olmaz” denilen şeyler halk arasında çok tutulabiliyor.


Akşener'in konuşması iyiydi. İddialıydı. “Yeni bir şeyler söyleme zamanı” cümlesi bana göre
önemli. Ancak gerçekten de “yeni bazı şeyler” söylenebilsin.
Anladığım kadarıyla Akşener konuşmasını prompter aracılığı ile okudu. Metindışına çıktığında da bana göre hatalı bir söylemde bulundu. Salondakilerin “Başbakan Akşener” sloganlarını keserek “Başbakan değil Cumhurbaşkanı” demesi hoş olmadı. En azından benim gibi başkanlık sistemine geçilmemesi için her şeyin yapılması gerektiğine inananlarda “Asıl hedef tek başına yönetime gelmek mi?” kuşkusu yarattı ister istemez.
Bana göre keşke Akşener'in cumhurbaşkanı olmayı hedeflediğini söylemek yerine “Biz iktidara gelince demokratik hukuk rejimini yeniden kuracağız, tek adam hakimiyeti sağlayan bu yeni rejimi bir kenara koyacağız, ama ulaşmak için önce iktidarı almamız gerekiyor” deseydi keşke.


Yeni partide “flaş isim” olmadığını söyleyenler var. Ben aynı kanıda değilim. Bunu söyleyenler kimi istediklerini de söylemeli. Şu anda merkezi ya da merkez sağıtemsil eden isim yok ki. Sağ siyasetin bütün unsurları AKP içinde. Onun içinde olmayanların da hemen hepsi siyaset dışında kaldı ve çok yaşlandılar. Şimdiki seçmenler için bir şey ifade etmezler. Bu nedenle zaman içinde parti kurucularıçeşitli vesilelerle kendilerini göstermek ve güven sağlamak zorundalar. Bunun için de biraz sabırlı olmak gerek.


Sonuç olarak; İyi Parti başarılı olabilir mi? Eğer dün itibarıyla AKP'den de
katılımlar olsaydı kesinlikle “çok başarılı olabilir” diyebilirdim. Ancak AKP'den şu anda katılım yok. Bu belki çok normal ama siyaset biraz da böyle yürüyor. Buna karşı AKP'ye oy veren çevrelerden bu partiye hatırı sayılır kayma olma ihtimali bana göre yüksek.CHP'lilerin bir kısmı ise kendilerini boşuna üzüyor. CHP'den de bu partiye seçmen kayması olabilir ama eğer CHP paniğe kapılmadan kendi özüne sahip çıkarsa giden kadar gelen oy olur.

CANIMI SIKAN ŞEYLERBUNA DA “DIŞ POLİTİKA BÖYLE YÖNETİLİR” DİYORLAR


Öğleden sonra yazılarımı yazmak üzere bilgisayarın başına geçmişim. Karşımda televizyon açık. Canlı yayın başlıyor. Ekranda AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan var. Karşısındaki koltukta biri oturuyor. İlk bakışta tanımıyorum doğal olarak. Ekrandaki yazıya bakıyorum. “Irak Başbakanı İbadi ile Cumhurbaşkanı Erdoğan ortak açıklama yapıyor” diye yazıyor.İbadi Erdoğan'ın “haddini bil” dediği kişi değil mi?
Elbette ta kendisi.

11 Ekim 2016'da Erdoğan aynen şunları söylemişti;

“Sen benim muhatabım değilsin, seviyemde değilsin, kalitemde değilsin. Irak'ın Başbakanı, istediğin kadar bağır, çağır. Biz bildiğimizi okuyacağız. Önce haddini bil”

Bu öfke yetmemiş olacak ki Erdoğan 15 Ekim 2016'da Rize'de halka yönelik konuşmasında bu kez şöyle konuşmuştu; “İbadi beni ziyarete geldiğinde böyle konuşmuyordu. Bizden üs kurulmasını isteyen sendin. Senin bakanların oraları ziyaret etti. Hangi üst akıl sana bir talimat verdi de havan değişti. Bize meydan okumaya kalkma, bu yol farklı bir yol. Eğer Irak samimiyetini korursa, bizden samimiyet görür. Samimi davranmazsa bizim Irak halkı ile sorunumuz yok ama bu yönetim mantığıyla sorunumuz var. Kuzey Irak'ta Peşmerge kardeşlerimizle dayanışma içerisindeyiz. Orada mezhep çatışmasına sıcak bakmıyoruz.”


Dün tarihler 25 Ekim 2017'yi gösteriyordu. Erdoğan karşısında oturan İbadi'ye tam bir yıl sonra “dostum, kardeşim İbadi” diye sesleniyor. Merak ediyorum ikisi baş başa konuşurken İbadi “bir yıl önce söyledikleriniz biraz ayıp kaçmadı mı?”demiş midir acaba? Öyle ya bir yıl önce Erdoğan'ın seviyesinde, kalitesindeolmayan İbadi, Erdoğan esip gürlerken gerçekten “bir gece ansızın” Kerkük'e girdi ve Peşmergeyi oradan çıkarak Türkmenleri kurtardı. Şimdi de muzaffer komutan edasıyla Erdoğan'ın karşısına oturup “IŞİD'i de bitirdik” diye caka satabiliyor.


Hepsi iyi hoş da AKP'nin Türkiye'yi bu kadar küçük düşüren onca hatasını “Dış politika böyledir, sürekli düşmanlık olmaz, bakkal dükkanı işletmiyoruz devlet yönetiyoruz” diye kapamaya çalışması yok mu, işte o çok canımızı sıkıyor.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER CHP'Lİ BELEDİYELERİN ÜZERİNE YÜRÜYECEKLER


AKP'li büyük şehir belediye başkanları istifa etsinler sonra sırada ilçe belediyelerive il başkanları var. 22 ilin AKP başkanı görevden alınacak. Bunu parti yetkilileri açıkladı dün. Tabii onlar görevden alma olarak söylemiyorlar. Başkanlar kendiliklerinden istifa ediyorlar.


Bütün bu operasyonlar sürerken yoğun bir hazırlık da CHP'li belediyeler için yapılıyor. Yandaş medya günlerdir yazıyor zaten bunu. Tayyip Erdoğan' ın “ Yolsuzluk yapan belediyelere göz açtırılmayacak ” sözleri üzerine savcılarharekete geçmiş. Böyle diyor yandaş medya. Demek ki bu savcılar AKP genel başkanı talimat vermedikçe yolsuzluk olsa bile harekete geçmiyormuş bunu anlıyoruz. Vah ülkeme tabii.


Tabii bundan AKP'liler etkilenmeyecek. Genel Başkanları “Efendice istifa edin yoksa neticesi çok kötü olacak” dedi. Böylelikle hukuk sistemimize “istifa eden AKP'liler genel başkanımızın himmetiyle her türlü suçlamadan kurtulurlar”maddesi girmiş gibi oldu. Tabii bu madde sadece AKP için. CHP için böyle bir şey yok. Kılıçdaroğlu ise “CHP'de yolsuzluk, hırsızlık yapan belediye yok” dedi. Olsun ya da olmasın hiç fark etmez. Yargı bir talimatla CHP'li belediyelerin üzerine yürüyüverir. İlk hamle İzmir'de oldu bile. Karabağlar Belediyesi'ne “ADD'ye niye yurt yapması için yer verdiniz?” soruşturması açılmış. İstanbul'da dinci vakıflara tahsis edilen arsa ve binaların toplam değeri 800 milyon lirayı geçti. Oraya hiç ses yok. Ama CHP yaparsa büyük suç. Bütün CHP'li belediyeler dikkatli ve hazırlıklı olmalı.

BUNU YAZMAK GEREK BAĞIRA BAĞIRA BAŞARISIZLIĞI ANLATIYORLAR


AKP'li yöneticiler teker teker gidiyor. Şu üç belediye başkanı da istifa etsin ondan sonra il başkanlarına ve ilçe belediye başkanlarına sıra geldiği söyleniyor. Söyleniyor diyorsam dedikodu olarak değil, bizzat parti yöneticileri açıklıyor bunu. İşin garip tarafı kimse de “bu kişiler neden gidiyor?” diye sormuyor bile. Oysa genel başkan metal yorgunluğundan, yetersizlikten söz ediyor. Yenilenme gerektiğini anlatıyor. Sanki gökten bir emir gelmiş gibi herkes aynı anda yorulmuş, aynı anda yetersiz kalmış gibi bir durum var ortada. İnsan şaşmadan edemiyor. Düne kadar hepsi başarılıydı da hepsi bir anda mı yetersiz oluverdi?


Gerçek farklı tabii. En tepenin yaptığı ama sesini yükselterek bastırdığı hatalar şimdi partinin alt tarafına ciro ediliyor. En tepedeki başarısızlığın sonucu oylarda ciddi bir düşme olduğunu görüyor. Bunun toparlanması için suçu “mantıklı ve makul” biçimde başkalarına yaymak gerekiyor anlaşılan. Bunun için de en iyi bahane referandumda alınan sonuçlar. İstanbul'da hayırlar bütün hile hurdayarağmen daha fazla çıktı, bunu YSK bile gizleyemedi. En tepe “bu benim suçum”diyecek değil elbette. Zaten kendisi için artık sorun olan ve haklarındaki dosyalarbini aşmış belediye başkanlarını, il ve ilçe başkanlarını suçlamak, görevden almak ve “görüyorsunuz bizde kimsenin gözünün yaşına bakılmıyor” propagandası yapmak aslında akıllıca bir yöntem. Çok güçlü sanılan isimleri boş birer tenekegibi çöpe atmak AKP tabanının da hoşuna gidiyor, en tepedekinin her türlü hatasını görmemesini sağlıyor. Hatta tam tersine koca dişler birer birer söküldükçe en tepedeki daha da büyüyor, ilahlaşıyor. Oysa yapılan aslında başarısızlığın bağıra bağıra yapılan ilanı. Bunu AKP'nin oy tabanı da yakında mutlaka anlayacaktır.

***

Geride Sadece Damat kaldı!

Geride Sadece Damat kaldı!

NECATİ DOĞRU: 
​Gereğini yaparım diye korkutup “istifaya çağırmadığı” bir tek kişi kaldı. O da damadı.

Damadını Enerji Bakanı yapmıştı. Enerji Bakanı, dünya piyasalarında doğal gaz ve ham petrol fiyatı artışını da düşüşünü de halkın ısınma ve aydınlanma faturalarına yansıtmak zorundaydı. Dünyada ham petrolün varili 160 dolardan 50-60 dolara kadar düştü. Enerji Bakanı damat, bu düşüşü doğal gaz ve elektrik fiyatlarına yansıtmayı ve halkı ağır faturalardan korumayı beceremedi. Örneğin 2016 yılının başında dünya doğal gaz fiyatları sm3 başına 11.3 dolardan, Nisan ayında 4.1 dolara kadar geriledi. Türkiye'nin enerji faturası 4.4 milyar dolar (yüzde 40) azaldı. Fakat halkın elektrik fiyatına indirim değil zam yapıldı.


Halk, gözüyle öğrenir.
Aptal da değil.
Şişmeyi (obezlik) görüyordu.
Oğullar, yandaşlar şişiyordu.
Üsküdar “hayır” dedi.
Fatih “hayır” dedi.
Eyüp “hayır” dedi.


Bu ilçeler Tayyip Erdoğan'ı yoksulluk günlerinde siyaset yaparken sırasıyla; Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi, Refah Partisi, Fazilet Partisi dönemlerinde desteklemiş, AKP'yi kurduktan sonra da her seçimde Reis'in “yıkılmaz kaleleri”olmuştu.


Damat ne yaptın!


Doğal gaz ve elektrik faturalarına düşüşü yansıtamadığın için kalelerimiz Üsküdar, Eyüp, Fatih düştü, “ sen metal yorgunu olmuşsun ” demedi.


* * *


Tarih dile gelse de sıralasa: Murat Başesgioğlu, Ertuğrul Yalçınbayır, Erkan Mumcu, Ahmet İyimaya, Zafer Üskül, Ertuğrul Günay, Abdullah Gül, Bülent Arınç, Ahmet Davutoğlu, Beşir Atalay, Cemil Çicek, Ömer Dinçer, Nimet Çubukçu, Hüseyin Çelik, Ali Babacan ile başlayıp Kadir Topbaş, Melih Gökçek ile gidiyor.

Bunlar gibi yüzlerce isim “seçimle gelen istişare ile yollanır” yapıldı.

Tek damadı kaldı.
Herkesi atıyor.
Atılanlar etten kemikten.
Hemen yoruluyorlar.
Kendisi demirden çelikten.
Katiyen yorulmuyor.
Çok yakında Binali Yıldırım'a da “sen seçimle geldin ama istişareyle gitmelisin”diyebilir. AKP, her şeyin Reis'e teslim edildiği robotlar sistemine dönüştü. Kendi cümleleri ile yazayım; Reis'in tek adamlığı altında AKP, militarist, jüristokratik, bürokratik, oligarşik bir yapıya teslim oldu. AKP, tek söz sahibi patron olan bir şirket gibi çalışıyor. Sen otur. Sen kalk. Sen gel. Sen git. Benim sayemde varsın, benim irademle de gidersin.


* * *

Gökçek'i, Topbaş'ı niçin atıyor?
Büyükşehirlerin obez Belediye başkanlarından korktu. Onlar “davetiye usulü ihalelerle” çok zenginleştiler. Harun diye geldiler, Karun oldular. Yeni egemenlerle ağlar, bağlar, özel ilişkiler kurdular. Siyasete hevesli oğulları, işadamlığına geçmiş damatları var. Reis'in yerine oynayabilir; militarist, jüristokratik, bürokratik, oligarşik yapıya dönüşmüş partiyi “bir gece ansızın” ele geçirebilirler.


Reis, riski gördü.
Atıyor.
Reis, risk aldı diyorlar.
Yanlış teşhis!
Reis, aslında risk azaltıyor.


Atasözlerimiz var: Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olursun. Yanlış hesap Bağdat'tan döner.

Günün sorusu


DİK DURURSA!

Bir tek o kaldı. “İstifa et yoksa…” diye korkutulan Balıkesir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur yakınlarına; “Hırsızlık yapmadım - yolsuzluğum yok - metal yorgunu değilim, neden istifa edecekmişim” diyormuş.

Ben, söyledikleri doğruysa “haklı”derim fakat siz de “ bravo bu dik duruşa ” der misiniz?


***

TARİH UNUTMAZ,HER GÜN BİR GÖZ ATMAKTA FAYDA VAR....!!!!

TARİH UNUTMAZ,HER GÜN BİR GÖZ ATMAKTA FAYDA VAR....!!!!
 
 
 

Zarrab davası ile ilgili olarak ABD'de ...

Mehmet Efe Çaman


1) Zarrab davası ile ilgili olarak ABD'de medyaya yansıyan haberler artık Erdoğan ile doğrudan bağlantı kuruyor.

2) ABD'de mahkeme Zarrab davasında Erdoğan, 4 Bakan & Resmi görevlilerin tapelerini delil olarak kabul etti. Kaynak: New York Times (15.10)

3) Erdoğan'ın adı Zarrab ve Halkbank kanalıyla İran'a uygulanan ABD ve uluslararası yaptırımları delme talimatını veren kişi olarak geçiyor.

4) Zarrab davasında Erdoğan'ın adı sadece kişisel suç işleyen biri olarak değil Türkye adına uluslararası yaptırım delen bir lider olarak geçiyor

5) Zarrab davasının sonunda olacakların üç boyutu var:

6) a- Erdoğan boyutu: Ülke dışına çıkması mümkün olmayacak. ABD hukuku ve uluslararası hukuk önünde resmi olarak suçlu konumuna düşecek.

7) b- Erdoğan işlediği suçu Türkiye'yi temsilen yaptığı için, Türkiye resmi olarak uluslararası organize suça bulaşmış bir ülke durumuna düşecek.

8) c- Türkiye'ye ve Türk vatandaşlarına ağır yaptırımlar gelecek.

9) Erdoğan ve yakın çevresinin yurtdışı banka hesaplarındaki paralara el konulabilir.

10) NATO üyeliği ve AB adaylığı dondurulabilir.

11) Türkiye'ye fiilen uygulanan silah satış yasağı resmi olarak deklare edilerek ağırlaştırılabilir.

12) ABD'nin tapeleri delil olarak tanıması, Erdoğan rejiminin "tapeler sahte" söylemini yerle bir etti.

13) ABD tapelerin gerçek olduğunu resmi olarak ortaya koydu. Bu durumda Erdogan'ın 17/25
Aralık'in "darbe girişimi" iddiası da yıkıldı.

14) ABD'nin 17/25 Aralık tapelerini resmi delil sayması, Türkiye siyaseti üzerinde inanılmaz bir tsunami etkisi yapacak.

15) Melih Gökçek ve AKP içerisindeki "reise pasif direnişte bulunan" kanadın eli güçlendi.

16) Ancak asıl bu tsunami, Avrasyacı derin yapıyı harekete geçirebilir. Erdoğan'a ilişkin planlarını yeniden gözden geçireceklerdir.

17) @IgnatiusPost, Washington @washingtonpost'taki makalesinde Erdoğan'ın Zarrab'ı kurtarmak için çırpındığını yazdı. https://www.washingtonpost.com/amphtml/opinions/global-opinions/the-man-at-the-crux-the-of-us-turkey-dispute-is-about-to-go-on-trial/2017/10/12/92c4c7a2-af96-11e7-be94-fabb0f1e9ffb_story.html

18) @IgnatiusPost David Ignatius bir konuda hatalı: Erdoğan Zarrab'ı kurtarmak istemiyor. Susturmak istiyor. Çünkü Zarrab itirafçı oldu.

19) Zarrab'ın Türkiye'den ABD'ye 'yanlışlıkla' ve hesap hatası yaparak gittiğini sananlar, en hafif tabiri ile 'naif'!

20) Zarrab ABD'ye çok muhtemelen Erdoğan rejiminden korunmak için gitti. Yani oraya kaçtı, oraya sığındı. İtirafçı olmak için anlaştı.

21) Türkiye'de " Tapeler Sahte" söyleminin sonrasında Erdoğan yargıya darbe yaptı. Sonra da aynı söylem üzerine Cemaat'i şeytanlaştırdı.

22) ABD tapelerin SAHTE OLMADIĞINI ortaya koydu. Bu bir milat. Türkiye'de tsunami sonucu ne olacak, göreceğiz.

23) İran yaptırımları ABD yaptırımı. Türkiye neden desteklesin ki diyenlere:

BM 1929 sayılı karar, İran ile banka bağlantılarını & işlemlerini yasaklıyor. Bkz: United Nations Security Council Resolution 1929.

24) Daha da dramatik olanı, Türkiye, 1929 sayılı karar çıkarken Güvenlik Konseyi geçici üyesi. Ret kullanıyor. Neden ret oyu kullandığı belli!!!

Karar tüm dünya için bağlayıcı. Çünkü BM Güvenlik Konseyi kararı bu! Türkiye'nin neden ret oyu kullandığı da anlaşılıyor zaten!

25) New @nytimes makalesi icin bkz:

[Mehmet Efe Çaman] 15.10.207 [https://twitter.com/MehmetEfe_Caman/status/919590872106307584]
Sumer Aygen 


**

Merve’ye ne oldu, onu kim harcadı!


Merve’ye ne oldu, onu kim harcadı!

EMİN ÇÖLAŞAN

​Sevgili okurlarım, geçtiğimiz temmuz ayında büyükelçi atamalarıyla ilgili taslak kararname ortaya çıkmıştı.
Buna göre, hükümetin en yakın elemanlarından biri olan ve köşe yazarlığı yaptığı şeriatçı Akit Gazetesi'nde her gün siyaset yapıp özellikle CHP'ye geçiren Merve Kavakçı, Türkiye'nin Kuala Lumpur (Malezya) büyükelçiliğine atanmıştı.
Bu anlamsız ama torpilli atama kamuoyunda çok tartışıldı.
Bu hanım diplomat değildi. Dışişleri Bakanlığı'nda bir gün olsun çalışmamıştı.
Peki nereden çıkmıştı o atama?
Belli ki siyasi bir tercihti, hükümet hiç ilgisiz birilerini bile büyükelçi yapıyordu.

* * *
Bu taslaktan sonra iş atama kararnamesinin Resmi Gazete'de yayınlanmasına kalmıştı…
Ve dün yayınlandı.
Yurt dışında görev yapan 17 büyükelçi merkeze alındı, 21 ülkeye yeni büyükelçiler atandı.
Atananlar arasında AKP kurucuları, Saray'ın danışmanları ve Aile Bakanı hanımın kız kardeşi bile vardı!
Olmayan sadece Merve idi!
Peki ne oldu Merve'ye, üzerine niçin çizik attılar?
Mutlaka önemli bir şey var ama ne?..
Acaba ByLock mu çıktı, ya da başka bir şey mi oldu?
FETÖ ilişkileri gibi bilmediğimiz bazı gerçekler mi ortaya çıktı?
En kısa zamanda açıklanması gereken bir durumdur.

* * *
Merve olayı yakında açıklığa kavuştuğu takdirde hep birlikte öğreniriz. Ancak ortada acı bir gerçek var.
Dışişleri Bakanlığı bu iktidar dönemine kadar iç siyasete bulaşmayan ciddi bir kurumdu. Kendi kuralları vardı ve siyasi torpille değil, o kurallar doğrultusunda yönetilirdi.
Maşallah bütün bu kuralları da silindir gibi ezip geçtiler, Dışişleri'ni parti siyasetine alet ettiler.
Adamı olanlar, iktidardan torpil bulanlar yükseliyor, yıllarını bu mesleğe vermiş olan diplomatlar karınca gibi eziliyor.
Merve olayı bu ciddiyetsizliğin son örneği!

ERTUĞRUL İYİCE SAPITTI

Sevgili okurlarım, Ertuğrul Özkök ismini bilirsiniz. Hürriyet
Gazetesi'ni yıllarca yönetti, şimdi köşe yazarı!
Ertuğrul 70 yaşında.
Yazılarını okuyorum, bazen yüzüm kızarıyor.
Benim yüzümün kızarması hiç önemli değil ama Hürriyet bir aile gazetesidir.
O gazeteyi kadın, erkek, genç ve en yaşlı insanlardan tutun da küçük çocuklara kadar herkes okuyor.

* * *
Ertuğrul şimdi fena halde sapıttı, iyice cıvıklaştı.
Penis yazarı oldu, utanmasını arlanmasını iyice yitirdi.
Konu bulamayınca cinsellik olayına balıklama dalıyor.
Doğrusunu isterseniz herkes bu cinsellik konularını önceleri Haydar Dümen'den okurdu, şimdi ise sosyolog Ertuğrul'dan okumak zorunda kalıyor!.
Yaşı ilerleyen bir şahsın nasıl sapkınlaştığını görüyorum.

* * *
Dünkü yazısının başlığı “Köşe yazarları penisten niye bu kadar korkuyor?”
Şimdi sizlerden özür dileyerek yazısından bazı bölümleri aynen iletiyorum. İki köşe yazarının kapışması sonrasında hayatında ilk defa şu ifadelere rastlamış:
“Fışkıran aşırı gerçekçi penisler…”
“Penis karşısında el pençe divan durmak…”
Bunları görünce bir genelleme yapmak zorunda kalmış ve yazısında soruyor:
“Acaba Türk köşe yazarlarında genel bir penis fobisi, penis korkusu mu var? Cümleyi tekrarladıkça merakım artıyor. Fışkıran aşırı gerçekçi penis. Sosyolog ve sosyal psikolog kimliğimle bu konunun üzerine gidip penis korkusu olan köşe yazarlarına, bu korkudan kurtulmaları için yardımcı olacağım.”
Olmaz böyle yazı demeyin, vallahi aynen böyle!

* * *
Ancak iş bununla da bitmiyor. Yazısını okumayı sürdürelim. Paris'te bir sergiyi gezmiş, şöyle diyor:
“Eserler normal insana göre ya çok büyük, ya da çok küçük. Tabii buna göre penisler de ya çok büyük, ya da çok küçük oluyor.
Öyleyse köşe yazarlarımızdaki bu penis korkusu neden kaynaklanıyor?
Azametinden (büyüklüğünden),
cüssesinden mi, yoksa küçüklüğünden mi?”
Sonra soruyor:
“Büyüğü mü daha çok korkutur, küçüğü mü?”
Zırvaladıkça zırvalıyor, saçmaladıkça saçmalıyor…
Acaba kendisi hangisinden korkuyor, onu söylemiyor!

* * *

Bir insanın, kim olursa olsun 70 yaşından sonra böyle sapıklaşması hayra alamet değildir.

Ertuğrul resmen sapıttı.

Eskiden bu kadar değildi. Şimdi ar damarı çatladı, utanma duygularını tamamen yitirdi.
Bu adam torun sahibi!..
Okurlarından ve gazetesinden utanmıyor, bari torunundan utansın.
(Onun bu cıvıklıklarını sizlere iletmek zorunda kaldığım için bir kez daha özür diliyorum.)

-----------


***