Akdeniz Üniversitesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Akdeniz Üniversitesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Kasım 2017 Cumartesi

Propaganda, Lobicilik ve Kamu Diplomasisi BÖLÜM 2

Propaganda, Lobicilik ve Kamu Diplomasisi  BÖLÜM 2


IIl. Kamu Diplomasisi

A. Kamu Diplomasisi Nedir?

Günümüzde resmi siyasi ilişkiler artık ulusal hükümetlerden ziyade aktörler ile sıkı bağlar içerisine girmektedir. Devlet düzeyindeki geleneksel diplomasiden halk-vatandaş düzeyindeki diplomasiye doğru bir değişim gözlenmektedir. Hükümetler arası görüşmeler yerini hükümetler ile yabancı hükümetlerin haklarına bırakmıştır. Kamu diplomasisi, basitçe, bir hükümetin başka bir ulusun halkını ve aydınlarını, bu ulusun politikalarını kendi avantajına döndürmek amacıyla etkilemeye çalışmasıdır. Başka bir tanımla, ‘kamu diplomasisi, kendi ulusunun düşüncelerini ve ideallerini, kendi kurumlarını ve kültürünü aynı zamanda ulusal hedeflerini ve güncel politikalarını yabancı halklara anlatma amacı taşıyan bir hükümetin iletişim sürecidir.’[31]

Yumuşak Güç kavramının literatüre girmesinde en önemli role sahip Joseph Nye’a göreyse Kamu Diplomasisi, sadece halkla ilişkilerde ibaret değildir. Bilgiyi iletmek, olumlu imajı pazarlamak kamu diplomasisinin bir parçasıdır; ancak bunun yanında, kamu diplomasisi, devlet politikaları için uygun bir ortam hazırlayan uzun vadeli ilişkiler kurmayı da gerektirir.[32] Bir ülke dünya siyasetinde istediği sonuçları elde edebilir; çünkü onun değerlerine hayran olan, onu örnek alan, refah seviyesine fırsatlarına özenen diğer ülkeler, onu izlemek isterler. Bu yumuşak güç, yani diğerlerinin senin istediğin sonuçları istemelerini sağlamak, insanları zorlamak yerine kendi yanına çeker. Yumuşak güç işbirliğini sağlamak için baskı ya da para değil, farklı bir araç kullanır. Ortak değerlere çekme ve bu değerlere ulaşmaya katkıda bulunmanın doğurduğu sorumluluk.[33]

Kamu diplomasisi, ‘bir hükümetin açıkça yabancı kamuoyu oluşturma, ulusal hedeflere, çıkarlara ve amaçlara ulaşmak için yapılandırılmış doğru bilgiyi yayma girişimidir.’Yani, kamu diplomasisinde bilginin kaynağı bellidir ve doğruluğu kesindir. Bu özelliği ile de propagandadan ayrılır, çünkü propaganda da bilginin kaynağı her zaman belli olmayabilir, doğruluğu kanıtlanamayan rivayetler ve dedikodular üretilebilir. Başkaları için şüphe ve endişe yaratacak rivayetler üretilirken, kendi haklarında da inanılması güç efsaneler, bizzat kendileri tarafından üretilerek, kulaktan kulağa yayılması sağlanmaktadır.[34] Geleneksel diplomasiden farklı olarak kamu diplomasisi yabancı kamuoyunun dış ilişkilerde önemli bir rol oynadığını tasdik eder ve bu kamuoyunu etkilemeye çalışır. Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na göre kamu diplomasisin amacı yabancı aktörleri bilgilendirmek, cezp etmek ve etkilemek; aynı zamanda bir takım özel politikaların ve toplumsal konuların karşılıklı saygı ve anlayış bağlamında yöneltilebileceği bir güven ilişkisi kurmaktır.[35] Kamu diplomasisi faaliyetleri, ‘devletten-halka’ ve ‘halktan-halka’ iletişim olmak üzere iki ana çerçevede yapılmaktadır. Devlet-halk eksenindeki faaliyetler, devletin izlediği politikaları, yaptığı faaliyet ve açılımları resmi araçları ve kanalları kullanarak kamuya anlatmasıdır. Halktan halka doğrudan iletişim faaliyetlerinde ise STK’lar, araştırma merkezleri, kamuoyu araştırma şirketleri, basın, kanaat önderleri, üniversiteler, mübadele programları, dernek ve vakıflar gibi devlet dışı sivil araçların kullanılması esastır.[36]

B.  Kamu Diplomasisinin Tarihsel Gelişimi

Kamu diplomasisi uygulamalarının her ne kadar Amerika’da Birinci Dünya Savaşı sırasında başladığı genel kabul görse de, kamu diplomasisinin izlerini daha önceki dönemlerde de bulmak mümkündür. Fransa’nın Prusya savaşında aldığı yenilgiden sonra Fransız hükümeti bu savaşla sarsılan imajını düzeltmek adına 1883 yılında Alliance Française’i kurmuş, bu kurum aracılığı ile dilini ve edebiyatını teşvik etmeyi amaçlamıştır. Böylelikle, Fransız kültürünün yurt dışındaki izdüşümü Fransız diplomasinin vazgeçilmez bileşenlerinden biri haline gelmiştir.[37]

Birinci Dünya Savaşı sırasında birçok devletin farklı ülkelerde açtıkları ofisler ile yerel halk tabanında etkinlik kurmaya çalıştığını, savaş sonrasında ise 1920’de radyonun bulunmuş olmasıyla devletlerin yabancı dilde yaptıkları yayınlarda -özellikle komünizm ve faşizm gibi ideolojilerin yaygınlık göstermesiyle- yabancı kamuoyuna ulaşmak ve etkinlik kurmak için farklı yöntemleri de kullandığını söyleyebiliriz.[38]

Soğuk Savaş döneminde ise kamu diplomasisi dikkate değer bir önem kazandı. Bu dönem süresince kamu diplomasisi kavramı, ‘kalpler ve akıllar için verilen savaş’ olarak algılandı. Nitekim Soğuk Savaş ‘düşüncelerin savaştığı’ bir dönemdi. ABD ve Sovyetler Birliği yürüttüğü programlarla yabancı kamuoyunu düşüncelerini dolayısıyla hükümetlerinin düşüncelerini etkilemeye ve lütufkar bir imaj oluşturmaya çalıştı. Zira Thomas Bailey’e göre, düşünceler dayanıklıdır, silahlarla veya bombalarla yok edilemez. Uluslararası sınırları ve okyanusları aşan düşüncelerle başa çıkmak, daha iyi düşünceler üretmeyi gerektirir. 1950 yılında ABD Başkanı Truman, komünizm ile mücadelede batı düşüncesi ve fikirlerini yaymayı amaçlayan ‘Hakikat Kampanyası’ olarak da anılan bir kampanya sırasında yaptığı konuşmada; özgürlüğün ‘emperyal komünizm’ tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu, bu mücadelenin insanlığın aklı için önemli olduğunu ve komünist propagandaya karşı zafer kazanmanın yolunun da tüm dünyada duyulur hale gelerek gerçekleri ortaya çıkarmaktan geçtiğini dile getirmiştir.[39]

Joseph Nye ise televizyon ve sinemanın, Berlin Duvarı’nı, 1989 yılından çok daha önce delip geçtiğini, duvarı yıkmadan önce ihlal eden Batının, popüler kültürüne ait imgelerin uzun yıllar boyunca iletilmesinin, çekiçler ve buldozerler ile kıyaslanamayacağını belirtiyor.[40] Soğuk Savaş’ın bitimiyle kamu diplomasisine duyulan ihtiyaç sorgulanmaya başladı. Zira ‘düşman’ yenilmişti ve ‘fikirler savaşında’ özgürlük ve demokrasi komünizm karşısında ‘zafer kazanmıştı’. Bu dönemde gerek kültürel değişim programlarına gerekse de hükümetlerin yurtdışındaki imajına dönük çalışmalarına harcanan mesai, emek ve para en asgari düzeye indirilmiştir. 11 Eylül olayları uluslararası ilişkilerde yumuşak gücün ve kamu diplomasisinin yeniden keşfedilmesini sağlamıştır. ‘Teröre karşı mücadelede’ sert gücün kullanılması, meseleye bir çözüm getirmeyince, bu mücadelenin karşılıklı anlayıştan geçtiğinin farkına varılmış ve kamu diplomasisi uygulamaları yeniden hayat bulmaya başlamıştır.[41]

C.  Kamu Diplomasisinin Unsurları

Bir ülkenin yumuşak gücünün kaynaklarını Joseph Nye; Kültürüne (Başkalarına çekici geldiği yerlerde), siyasi değerlerine (yurt içi ve yurt dışında onlara göre yaşandığında) ve dış politikalarına (meşru ve ahlaki olarak otoriter görüldüğünde).

1.  Kültür

Eğer sizin kültürünüz başkaları tarafından beğeniliyor ve kabul ediliyorsa, kültürel anlamda bir yumuşak güç sahibi olmuşsunuz demektir. Kültürün beğenilmesinin bir takım şartları vardır; İnsan doğasına uygun olması, yaşamı kolaylaştırması, katlanılabilir hale getirmesi ve renklendirmesi gibi örnekler kültürün beğenilirliğini sağlayan örneklerdir. Zamanın ruhuna uygun olması – teknolojik imkanların kullanılması, demokratikleşme ve insan hakları gittikçe daha fazla kabul gören değerlerin son dönemlerde daha çok dikkate değer nitelik taşımaktadırlar.

2. Siyasi Değerler

Günümüzde batılı ülkelerin diğer ülkeler üzerinde yumuşak güç sahibi olmasını sağlayan demokratikleşme, hesap sorulabilirlik, şeffaflık, vatandaşların yasal koruma altında olması, azınlık hakları, konuşma özgürlüğü vb bir takım değerler bulunmaktadır. Aslında modern dönemde yaşanan ekonomik, sosyal ve hukuki süreçlerin doğal uzantıları niteliğinde olan bu değerler her geçen gün daha da yaygınlaşmaktadır.

3. Dış Politika Uygulamaları

Bir ülkenin uyguladığı dış politikanın yumuşak güç unsuruna dönüşebilmesi için kullanılan söylemin ve uygulamaların hedef ülkelerin halklarının zihinlerinde ve gönüllerinde pozitif karşılık bulabilecek nitelikte olmalıdır. Bunun içinse kendi içindeki uygulamaları ve politikalarıyla oluşturduğu örnekler ve başkalarıyla ilişkilerini sürdürme şeklinin yanı sıra uluslararası kanunları çıkarlarına ve değerlerine uygun biçimlendirmesi o ülkenin dış politika eylemlerinin başkalarının gözünde meşru görünme olasılığı fazladır.[42] Özellikle dış politika uygulamaları ile iç politik görünümün birbirine uyumlu olması zorunludur. Muhataplarını etkilemeye çalıştığınız konularda kendinizin büyük mesafe kat etmiş olmanız gerekir. Aksi takdirde, muhataptan istenen talepler dostluk ve kardeşlik mesajından çok salt çıkarcılık görünümüne bürünecektir.

4. Tanıtım

Tanıtma daha çok, çoğulcu demokrasilerin kullandığı bir yöntemdir. Özgürlüklerin bulunduğu ülkelerde gerçeği kamuoyundan gizlemek kolay olmadığına göre, bunu dünya kamuoyuna başka bir biçimde yansıtmak da kolay değildir. İletişim (haberleşme) araçlarının ve genellikle teknolojinin baş döndürücü bir hızla geliştiği bu günde, verilmek istenen bilginin gerçeği en doğru bir biçimde yansıtması onun etkinliği bakımından en iyi yoldur. İnsanları kandırmak, yanıltmak zorlaşmıştır.[43]

5. Ekonomik İlişkiler

Bir ülkenin ekonomik gücü bu ülkenin uluslararası alandaki imajını düzeltmenin temel araçlarından biri olduğu gibi, sahip olunan imaj da ekonomik güce dönüştürülebilir. Türkiye’nin son dönemde Ortadoğu halkları nezdindeki popülaritesindeki yükseliş ile ekonomik etkinliğinde görülen artış arasındaki paralellik bu anlamda oldukça dikkat çekicidir. Bazı Çin mallarının üzerine Türk malı damgası vurularak bölgede satışa sunulması yumuşak gücün ekonomik gelire dönüşebileceğinin en somut göstergelerinden birini teşkil etmektedir. Ama imaj düzeyinin yükseltilmesi için de belirli ekonomik düzeyin ve etkinliğin yakalanmış olması zorunludur.

6. Sivil Toplum Örgütleri

Kamu diplomasisinin en önemli unsurlarından biri sivil toplum örgütleridir. Sağlıktan eğitime ve sosyal dayanışma örgütlerine varıncaya dek her alanda faaliyet gösteren STK’lar kamu diplomasisi bağlamında hayati öneme sahiptirler. Kamu diplomasisi sadece dışişleri bakanlığının ya da hükümetin kullandığı bir araç değildir. Dolayısıyla, film sanayinden üniversitelere, STK’lardan din adamlarına varıncaya kadar geniş bir yelpazeye yayılan düzlemde faaliyet gösteren tüm aktörler dikkatli bir dil kullanmak zorundadırlar. Barışı, huzuru ve istikrarı sabote edecek söylem ve tavırlardan uzak durmalıdırlar.

7. Kitle İletişim Araçları

Kültürel faaliyetlerin ve bağların diğer halkları etkileme konusunda yeterli bir araç olduğu ve dolayısıyla kamu diplomasisi için bu kadar fazla enerji harcamaya gerek olmadığı ileri sürülebilir. Ama özellikle internet teknolojisinin bu denli gelişmiş olduğu çağımızda yanlış ve olumsuz etkiye sahip bilgiler kasıtlı ya da kasıtsız olarak hızla yayılabilmektedir. Bu nedenle hükümetlerin doğru ve olumlu etkiye sahip bilgilerin yayılmasında aktif olarak devrede olması bir zorunluluktur. Web siteleri, internet blogları, metin mesajlaşmaları, medya, yayıncılık (tanıtım için broşür, kitap), kütüphanelerin ve kültür merkezlerinin desteklenmesi, öğrenci değişimi, kamu diplomasisi bağlamında büyük önem arz etmektedir.[44]

Sonuç

Sonuç olarak her üç kavramda da karşı tarafı etkileme ve kendi istekleri doğrultusunda hareket ettirme amacı ön plandadır. Ama bu kavramlar arasındaki asıl fark eylemin tarafları ve yöntemleri arasındadır.  Propaganda, Lobicilik ve Kamu Diplomasisi kavramlarını karşılaştıracak olursak; Propaganda ‘devletten halka’, Lobicilik ‘belirli çıkar gruplarından siyasi karar alma mekanizmasına’, Kamu Diplomasisi ise  ‘devletten halka’ ve asıl önemlisi ‘halktan halka’ şeklindedir. Kamu diplomasisinde lobicilik ve propagandadan farklı olarak, yalan, korku, çıkar ilişkisi, rüşvet, güvensizlik yaratma gibi yöntemler yoktur. Propaganda tek taraflıdır ve karşı taraf sadece asılsız vaatlerle ve ya korku ile yönlendirilir ama lobicikte ‘kazan-kazan’ prensibi uygulanır. Yani hem çıkar grupları hem de karar alama mekanizmaları istediklerini elde ederler ve korku veya yalan gibi kavramlar neredeyse yoktur. Kamu diplomasisinde ise karşı taraf bilerek ve isteyerek Kamu diplomasisi uygulayan tarafın istekleri doğrultusunda hareket eder,  onun gibi olmaya çalışır veya onun meşruiyetine güvenir. Propaganda genellikle insanların duygularına yönelik yapıldığı için bilginin kaynağı ya belli değildir ya da kaynak pek önem arz etmez ve genellikle savaş veya seçim dönemlerinde yapılır. Kamu diplomasisinde bilginin kaynağı önemli olduğu gibi doğru ve güvenilir olması, bunun yanında da sürekli olması gerekmektedir. Aynı zamanda lobicilikte de bilginin kaynağı ve doğruluğu hayati önem taşımaktadır.



İBRAHİM HASANOĞLU

Akdeniz Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler A.B.D.

http://akademikperspektif.com


[1]Brown, J.A.C, Beyin Yıkama, çev. Behzat Tanç, İstanbul, Ağaç Yayınları, 2000, s. 9.

[2]Adolf Hitler, Kavgam, İstanbul, Emre Yayınları, 2002, s. 67.

[3]Arsev Bektaş, , Siyasal Propaganda Tarihsel Evrimi ve Demokratik Toplumdaki Uygulamaları, İstanbul, Bağlam Yayıncılık, 2002, s. 33.

[4]İbrahim Karataş, ‘‘İletişim Alanında Psikolojik Savaş ve Propaganda’’, (Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,Gebze İleri Teknoloji Enstitüsü, Gebze, 2008), s. 32.

[5]Huriye Kurtoğlu, Propaganda ve Özgürlük Aracı Olarak Radyo, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım, 2006, s. 7.

[6] Pervin Sevgi, ‘‘Augustus Dönemi Din veDin Propagandası’’, (Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara Üniversitesi, Ankara, 2006), s.129.

[7] Karataş, op. cit., s.35.

[8]Osman Özsoy, Propaganda ve Kamuoyu Oluşturma, İstanbul, Alfa Basım Yayım Dağıtım,1998, s.17.

[9] Ertuğrul Zekai Ökte, ‘‘Uluslararası İlişkiler – Psikolojik Harekât ve Psikolojik Harekât Tehdidi’’, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Ankara, Sayı: 2, (Mart 1997), s. 117.

[10] Özsoy, op. cit., s.17.

[11] Karataş, op. cit., s.38.

[12] Hitler, op. cit., s.163.

[13] Ibid.,s. 161.

[14] Kartaş, op. cit., ss. 39-40.

[15] Ibid., s. 40.

[16]Osman Pamukoğlu, Kara Tohum, Ankara, İnkılâp Kitapevi, 2005, s. 272.

[17] Karataş, op. cit., s.42.

[18] Sezer Akarcalı, II. Dünya Savaşında Propaganda, Ankara, İmaj Yayınları, 2003, s.24.

[19][http://tdkterim.gov.tr/bts/], (Erişim Tarihi: 01.12.2011).

[20] Frank Farnel, Lobicilik: Müdahale Stratejileri ve Teknikleri, Paris, The Publishing Organisation,1994, s.19.

[21] Erdem Erdinç Gülbaş, ‘‘Liberal Demokrasilerde Karar Alma sürecinde Baskı Grubu Olarak Lobilerin rolü: ABD Örneği’’, ( Doktora Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Marmara Üniversitesi, İstanbul, 2007),  s. 62.

[22] Alain Bovard, ‘‘Politikaları Etkileme Süreçlerinde Sivil Toplum Kuruluşlarının Rolü’’, STK Yönetimi

Konferans Yazıları, No 2, İstanbul, 2003, s. 3.

[23] Farel, op. cit., s. 19.

[24] Ibid., s. 69.

[25] Ibid., s. 70.

[26] Bruce Wolpe, Lobbying Congress, How the System Works,Washington D.C., Congressional Quarterly,  1990, s.9-11.

[27] Gülbaş, op. cit., s.67.

[28] İbid., s.69.

[29] Jay Michael ve Dan Walters, Lobbyists, Money, and Power in Sacramento, Berkeley, Public Policy Press, 2002, s. 24-36.

[30] Gülbaş, op. cit., s.75.

[31] Emine Akçadağ, ‘‘Dünyada ve Türkiye’de Kamu Diplomasisi’’, Kamu Diplomasisi Enstitüsü, [http://www.kamudiplomasisi.org/pdf/emineakcadag.pdf], (Erişim Tarihi: 01.12.2011).

[32] Joseph Nye, Yumuşak Güç, Ankara, Elips Kitap, 2005, s. 107.

[33] İbid.,ss. 14-15.

[34] Oya Akgönenç, ‘‘Dış Politikada Diplomasinin Rolü, Önemi ve Metotları’’, Jeopolitik, (Ekim 2009), s. 14.

[35] Tüğçe Öztürk, ‘‘Dış Politikadaki Etkin Unsur: Kamu Diplomasisi ve Türkiye’nin Kamu Diplomasisi Etkinliği’’, Kamu Diplomasisi Enstitüsü, [http://www.kamudiplomasisi.org/pdf/tugceersoyozturk.pdf], (Erişim Tarihi: 01.12.2011).

[36]İbrahim Kalın, ‘‘Türk Dış Politikası ve Kamu Diplomasisi’’, Kamu Diplomasisi Enstitüsü,[http://www.kamudiplomasisi.org/makaleler/makaleler/100-tuerk-d-politikas-ve-kamu-diplomasisi.html ], (Erişim Tarihi: 01.12.2011).

[37] Joseph Nye, ‘‘Public Diplomacy and Soft Power’’, The Annals of American Academy of Political and

Social Science, Vol. 616, No. 94,( 2008), s. 96.

[38] Bekir Aydoğan, ‘‘Kamu Diplomasisi-1’’, [http://politikadergisi.com/okur-makale/kamu-diplomasisi-1], (Erişim Tarihi: 01.12.2011).

[39] Bekir Aydoğan, ‘Kamu Diplomasisi-1’, [http://politikadergisi.com/okur-makale/kamu-diplomasisi-1], (Erişim Tarihi: 01.12.2011).

[40] Nye, op. cit. ,  s.54.

[41] Akçadağ, op. cit., s. 6.

[42] Nye, op. cit., s. 17-19.

[43] Emine Yavaşgel, ‘‘Saygınlık Siyaseti; İletişim ve Dış Siyasa İlişkiselliği’’, Kamu Diplomasisi Enstitüsü, [http://www.kamudiplomasisi.org/pdf/sayginliksiyasetiemineyavasgel.pdf ], (Erişim Tarihi: 01.12.2011).

[44] Muharrem Hilmi Özev,’İKT Üyesi Ülkeler ve Kamu Diplomasisi’, Kamu Diplomasisi Enstitüsü, [http://kamudiplomasisi.org/makaleler/makaleler/106-kt-ueyes-uelkeler-ve-kamu-dplomass.html],


...

Propaganda, Lobicilik ve Kamu Diplomasisi BÖLÜM 1

Propaganda, Lobicilik ve Kamu Diplomasisi BÖLÜM 1

 28 Nisan, 2014 

Doğrudan karar verme organları ve süreçlerini etkileme ve yönlendirme stratejisi olarak yorumlayabileceğimiz lobicilikten farklı olarak propaganda ve kamu diplomasisi kavramları kitleleri etkileme ve yönlendirme stratejisi olduğundan bu iki kavramın benzer yönleri ön plana çıkarılarak birinin diğerinin bir parçası veya tamamlayıcısı olduğu şeklinde değerlendirmeler yapılmaktadır. Bu nedenle çalışmada neredeyse hayatın her alanına yüzyıllar öncesinde giren propaganda, 18. yüzyıldan itibaren başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerde kullanılmaya başlayan lobicilik ve son birkaç yıldır gündeme gelen ve artık birçok ülkenin uygulamaya başladığı kamu diplomasisi kavramlarını teorik çerçevede karşılaştırılmaya ve ana hatlarıyla bu kavramların ortak yönleri ve farklılıkları ortaya konulmaya çalışılacaktır.

I.     Propaganda
A.    Propagandanın Tanımı ve Tarihçesi
1.     Propagandanın Tanımı

Latincede propaganda ‘yayılacak şeyler’ anlamına gelmektedir. Latince ‘propagere’ kelimesinden gelen propaganda, ‘bir filizin toprağa dikilerek yeni bitkiler elde edilmesi’ anlamına da gelmektedir. Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre propaganda ‘herhangi bir düşünceyi, bir kanıyı yaymak ve ondan yana olanları çoğaltmak için söz, yazı ya da başka araçlarla yapılan etki’ olarak tarif edilirken, Oxford Sözlüğü, propaganda kelimesini, ‘bir fikre veya harekete taraftar kazandırmak amacı ile düzenlenen programların bütünü’ olarak tarif etmektedir. İlk olarak, Roma Katolik Kilisesi tarafından sosyolojik manada kullanılmış ve fikirlerin yayılması deyiminde ifadesini bulmuştur.[1]

Alman diktatörü Adolf Hitler, ‘Kavgam’ adlı kitabında, ‘Ustaca bir propaganda ile insanları cennetin cehennem olduğuna ve cennette en sefil hayatın yaşandığına inandırmak mümkündür’ diyor.[2] Propaganda bir bakıma ticari reklamcılığın siyasete uygulanmasıdır. Bu nedenle de Batı demokrasilerinde genellikle ‘siyasal reklamcılık’ deyimi ile ifade edilmiştir. Reklam türü propaganda, az ya da çok aralıklı kampanyalarla sınırlanır, örneğin seçim kampanyaları gibi.[3] Propaganda kelimesi reklamın tersine kuvvetli bir olumsuz anlam taşır. Propaganda reklamla birçok benzer tekniği kullanır. Reklama, bir ticari ürün için yapılan propaganda denilebilir. Ancak, propaganda genellikle politik veya milliyetçi temalar içerir.

Propaganda savaşta çok güçlü bir silahtır. Bu durumda amaç genellikle içerdeki veya dışarıdaki düşmanı insanlık dışı olarak göstermek ve ona karşı nefret yaratmaktır. Bazı özel kelimeler kullanarak veya bazı özel kelimeleri kullanmaktan sakınarak düşman hiç yapmadığı şeyler için suçlanır ve bu sayede zihinlerde hatalı bir imaj oluşturulur. Çoğu propaganda düşmanın gerçek veya hayali bir haksızlığın sebebi olduğu hissini vermek ister. Aynı zamanda halkın kendi milletinin haklı olduğuna da inanması gerekir. Propaganda psikolojik savaş yöntemlerinden birisidir.[4]

2. Propagandanın Tarihçesi

Temel işlevi, belirli bir fikir çerçevesinde insan davranışlarını güdüleme ve yönlendirme olan propagandanın tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir. En basit ve kapsayıcı anlamıyla propaganda süreci, bir ikna etme girişimidir. Herhangi bir eylemin propaganda sayılabilmesi için; bu eylemin tutumlar üzerinde kontrol sağlayarak, istenen eylemlere yol açmasını bilinçli bir hedef olarak saptaması ve bunun bir kampanyanın içeriğinde yer almış olması gerekmektedir.[5] Roma İmparatoru Augustus kendi propagandasını yaymak için çok zorlanmamıştı. Çünkü, edebiyat, mimari ve mimari yapılardaki dekorasyonlar yoluyla düşüncelerini rahatlıkla verebilmişti. Horatius’un, Ovidius’un ve Vergilius’un şiirleri ile ve bu şairlerin törenlerde okunan ilahileri yoluyla Augustus’un vurgulanmasını istediği düşünceler gizli olarak verilmişti. Dini düşünceleri vermenin yollarından biri ise paralardır. Paralar herkesin elinde, her gün dönen materyaller olduğundan Augustus bunu çok iyi değerlendirmiş çağının önemli düşüncelerini, fakat aslında vermek istediği düşünceleri paralar yoluyla Romalıya aktarabilmişti. Aynı zamanda sanat eserleri de propaganda yapmanın önemli yollarından biriydi. Mimari yapılar ve onların üzerindeki dekorasyonların her ayrıntısında Augustus’un dini ve politik düşünceleri Romalının kafasına öyle bir işleniyordu ki irdelemeden bakıldığında sıradan olayların anlatıldığı hiçbir düşünceyi empoze etmediği bile düşünülebilirdi.[6]

XVI. yüzyılın başlarında Katolik inancının korunması ve geliştirilmesi adı altında, Müslüman dünyanın tek güçlü temsilcisi Osmanlı İmparatorluğu’nun toplum ve dini yapısının çözümlenmesi ve manevi hayatının ve toplumsal dayanışmasının güçsüz kılınarak bir tehdit olmaktan uzaklaştırılması amacıyla papalık tarafından imparatorluğun dini kurumlarını, Hıristiyan azınlıklarını, hedef kitle olarak planlayan hizmetler ‘Propaganda’ adı altında örgütlendirilmiştir. XIX. yüzyılda dini, siyasi, askeri ve kültürel hedeflere yönlendirilen propaganda faaliyetleri rakip veya savaşan devletlerin sivil veya asker kitlelerini etki altına almayı, yönlendirmeyi esas almış ve propaganda bu dönemde yanıltma, taraftar kazanma, planlanmış istekleri kabul ettirme aracı olarak kullanılmıştır.[7]

Uluslararası ilişkilerde propagandanın kullanılması oldukça gerilere gitmekle birlikte modern teknolojinin gelişmesiyle ulaşım ve iletişim alanında gelinen nokta, bu aracın dış politikada çok daha yoğun ve etkin olarak kullanılmasını gündeme getirmiştir. Propaganda I. Dünya Savaş’ına kadar uluslararası ilişkilerde önemli bir yere sahip değildi. Propagandayı siyasal amaçlar için kapsamlı bir şekilde ilk defa kullanan İngiltere olmuştur. İngiliz Hükümeti, I. Dünya Savaşı sırasında propaganda kullanımını örgütlü ve sistematik bir şekilde, içeride ve dışarıda uygulamıştır.[8]

II. Dünya Savaşı’nda propaganda hizmet ve faaliyetleri savaşan her ülke için savaşın hedeflerinin ele geçirilmesinde en etkin psikolojik etkileme ve destekleme aracı olarak değerlendirilmiştir. Bu dönemden itibaren tüm ülkelerde ‘Psikolojik Harekât’ kamu hizmeti şeklinde örgütlenmiş, resmi olarak belgelere geçmiş ve hukuk düzenlerinde yerini almıştır.[9] II. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde, propaganda neredeyse diplomasinin yerini alarak Soğuk Savaş’ın vazgeçilmez bir parçası haline gelmiş ve Sovyetler Birliği ve ABD kendi müttefiklerini tutabilmek ve yeni müttefikler kazanabilmek için propagandaya ağırlık vermişlerdir. Özellikle NATO ve Varşova Paktı’nın dışında kalmaya çalışan devletler, propagandanın temel hedefi durumuna gelmişleridir. [10]


B. Propagandanın Amaç, Çeşit ve Araçları


1.  Propagandanın Amacı

Propagandanın amacı en kısa yoldan şöyle ifade edilmektedir; ‘Fertleri kabule zorunlu olmadıkları bir düşünceyi, bir hareketi istekleriyle yapmaya yönelmektir.’[11] Tarih boyunca propagandayı en sistemli kullanan devlet adamlarının başına gelen Hitler propagandanın amacı bir yerde; ‘Propagandanın görevi, örgüt için taraftar toplamaktır’. İkinci görevi yeni doktrini anlatmak ve benimsemektir. Şeklinde ifade ederken bir başka yerde de: ‘Propagandanın amacı, tek tek ve bilimsel olarak kişileri bilgilendirmek değildir. Onun görevi kitlelerin dikkatini belirli olaylar, ihtiyaçlar ve gerekler üzerine çekmektir’ demektedir.[12]  Propaganda duygulara ve birazda akla hitap etmelidir. Halkın anlayacağı alanda yapılmalıdır. Manevi seviyesini, hitap ettiği topluluğunun içindeki en dar kafalıların bile anlayacağı düzeyde tutmalıdır. Bu şartlar içinde, taraftar olması istenen kimseler ne kadar çoksa propagandanın seviyesi o kadar aşağı olmalıdır. Propaganda da her şeyi karşı tarafa göre ayarlamak gerekir. Propaganda bir araçtır. Bundan dolayı hizmet ettiği amaca yardımcı olması için, uygun bir biçimde şekli belirlenmelidir. Genel çıkarları açısından önemleri çeşitli olan birçok amacı bulunabilir. Propagandanın bilimsel açıdan içeriği ne kadar yalın ise ve toplumun duygularına ne kadar çok başvurursa başarısı da o kadar kesin olur.[13]

2. Propagandanın Çeşitleri

Siyasi propagandalar; Tarih boyunca diğer propaganda çeşitlerini gölgede bırakacak kadar önemli olmuştur. Çünkü devletin olduğu kadar, kamuoyunun ilgisini çeken konuların başında da siyasi konular gelmektedir. Propagandanın en acımasız ve etkili olanı diyebiliriz savaş propagandasına.

Ekonomik propaganda; Milletler arası ilişkilerde bir ülkenin genel menfaati göz önüne alınarak yapılan ve o ülkenin ekonomik politikasını yansıtan propaganda örneğidir. Ülkelerin kalkınma devirlerinde ve savaş sonrası dönemlerde izlenecek ekonomik politikayı yansıtabilme açısından bu tür propagandaya ihtiyaç vardır. Ekonomik propaganda doğrudan ekonomik kalkınmayı baltalamak, ekonomik kalkınmaya katkısı olan kurum ve kişilerle toplumu birbirine düşürmek için kullanılır.[14]

Kültürel propaganda; Kültür, bir toplumun veya sosyal grubun üyelerini tanımlayan düşünce, eylem ve değer kalıplarıdır Kültür; insan davranışının en temel ve en geniş çevresel belirleyicisidir. Kültür, insan davranışını şekillendiren değerler, fikirler, tutumlar ve diğer sembollerden oluşur. Bir milletin başka milletlerde sempatizan kazanma gayretidir. Nitekim batılı ülkelerin diğer ülkelerde yaygın bir biçimde kültür merkezleri bulunmaktadır.[15]

Askeri propaganda; Hem iç hem de dış propaganda sahalarında etkindir. Her devlet komşu ülkelere ve diğer memleketlere güçlü görünmek ister. Bu konuda çoğu defa mübalağa propagandaları yapılır. Askeri tatbikatlara yabancı askeri ataşeler de davet edilmek suretiyle etki altında bırakılmaya çalışılır. Askeri propaganda ağrırlıklı olarak dış propaganda konusu olmakla beraber milli bayramlarda geçit resimleri yapılmak suretiyle iç kamuoyu da etkilenmeye çalışılır. Örneğin II. Dünya Savaşı’nın başlaması ile Satlin’in emri ile Moskova Kızıl Meydan’da askeri geçit töreninin yapılması gibi.

Sözlü propaganda; Çeşitlerinin başında fısıltı gelir. Fısıltı psikolojik savaş propagandasında heyecan, yılgınlık, yenilgi hissi, güvensizlik gibi duygular yaratmak için yayılan sözlerdir. Gerçeği değiştirmek, abartıya yol açmak, dedikoduları yoğunlaştırmak, fıkralar aracılığıyla müesseslere karşı küçümseyici anlatımlar oluşturmak, yalanları yaymak gibi yöntemleri vardır. Fısıltı, propagandanın etki çevresini halkı kullanarak genişletmektedir. Resmen ortaya atılması sakıncalı görülen konularda fısıltı çarkı döndürülür. Hitabet ve konuşma biçimindeki propaganda uygulamaları, eğlence programları, efekt, temsil ve müzikle birleştirilebilir. Yüksek derecede bir toplumsal etkinleşmenin varlığı eylemde bulunmak veya eyleme hazırlanmak ihtiyacı söylentinin yayılmasını kolaylaştırır.[16]

3. Propaganda Araçları

İnsan; Çeşitli imkânları kullanarak kamuoyu oluşturma yöntemleri ne kadar gelişmiş olursa olsun, insan unsuru hiçbir zaman önemini kaybetmeyecektir. Çünkü propagandanın en etkilisi, doğrudan ağızdan yani sözlü yapılanıdır. Propaganda yapma vazifesini üzerine almış kişiler, yaymaya çalıştıkları fikirlerin savunmasını yaparlar müsait zaman ve zeminde konuşmaya başlarlar.[17] Savunulan fikirlerin daha uzaklara ve daha fazla kitleye ulaşması için ise radyo, televizyon, sinema, gazete, dergi, broşür ve para gibi vasıtalar kullanılır.

Hitabet; Ağızdan söz, konuşma suretiyle yapılan propaganda çok büyük bir etkiye sahiptir. Kitleleri tahrik etmek, onları heyecanlandırıp propagandacının istediği hareketlere sevk etmek için en iyi yoldur. Büyük toplulukları hedef alan propagandacılar, ateşli nutukları ile büyük kitlelerin kafalarına fikirlerini yerleştirebilmiştir.

Semboller ve Slogan; Kişiler, içinde bulunulan kültür ortamında bu kültüre ait simgelerden oluşan bir alanda yaşar. Dil, din, ideoloji gibi simge kümeleri bu kişileri yaşamları boyunca etkiler ve onları içinde bulundukları topluma bağlar. Din, dil, efsaneler, anıtlar, bayraklar, sloganlar, marşlar, tüm simgelerin yaşantımızdaki yerini göz önüne alırsak dış dünyayı bir simgeler evreni gibi tanımlamak şaşırtıcı olmamaktadır. Propaganda simge kullanarak çeşitli duygu, özlem, istek, kızgınlık gibi kavramları aktarır. Bu simgelerin gerçeğe uyup uymadığı, doğruluğu ve çevre koşulları irdelenmez. Simgelere her toplum kendi değer yargılarına göre anlam yükler.[18]

Il.     Lobicilik 

A.    Lobicilik nedir?

Türk Dil Kurumu’nun yayınladığı Türkçe sözlükte lobi kelimesinin anlamı ‘bazı ortak çıkarları olan grupların temsilcilerinden oluşan topluluk’ olarak veriliyor. [19] ‘Lobi’ teriminin kökeni, 19.yüzyıl sonunda Birleşik Devletler başkanı olan General Grant’ın bir deyimindedir. Başkan,  Beyaz Saray’ın uğradığı yangında harap olmasından sonra bir otelde ikamet etmeye başlamıştı. Başkan, otelin giriş katında (lobide) kendisiyle görüşmek üzere bekleyenlerin bulunmasından yakınıyordu. Lobi sözcüğü böylece literatüre girdi ve kaldı.[20] Lobicilik, lobi ve lobi faaliyetleri denildiğinde akla pek çok şey gelmekte ve iki tür lobicilik tanımı yapılmaktadır. Bunlardan birincisi lobiciliği olumlu siyasi faaliyetler olarak algılarken, diğeri de olumsuz, kirli, karanlık işler olarak düşünülmektedir. Örneğin, lobileri ‘çok zaman bazı yolsuz çıkarlar sağlamak amacıyla bir araya gelerek parlamento koridorlarında, nüfuzlu çevrelerde, basın vb. de çıkarcı bir siyaseti geçerli kılmaya çalışan kimselerin meydana getirdiği topluluk’ ve lobiciliği ‘siyasal karar organlarını ve alınacak kararları etkilemek ve yönlendirmek amacıyla koridorlar ya da kapalı kapılar ardında görüşmeler, telkinler ve pazarlıklar gibi prosedür dışı türlü faaliyetler’ olarak tanımlayan kaynaklar bulunmaktadır.[21]

Lobicilik, başarılı oldukları zaman kamuoyunu ve kamu karar verme mekanizmalarını lobicinin ya da temsil ettiği kuruluşun çıkarları doğrultusunda etkileyebilecek bir yöntemler ve teknikler öbeğidir.[22] Amerikan demokrasisinin temel taşlarından olan lobicilik, antik çağa ve Yunan uygarlığının geleneklerine dayanan çok eski bir kavramdır. Ama lobicilik, ABD’nin doğuşundan bu yana Amerikan ruhuyla bütünleşmiştir denilebilir. ABD Anayasasına göre, “Kongre, ifade özgürlüğünü ya da basını; veya halkın bir haksızlığı düzeltmek amacıyla bir araya gelme ve hükümete barış içinde bir başvuru sunma hakkını sınırlayan (…) bir yasa kabul edemez.” Birleşik Devletler hükümeti, çıkarların temsil edilmesi ilkesi ve yasama, yürütme, yargı erklerinin dengesi üzerine, ama aynı zamanda yasama faaliyetinde sivil çıkarların da dikkate alınma hakkı üzerine kuruludur. Demek oluyor ki, ‘lobiciliğin’ Amerika Birleşik Devletleri’nin kuruluşunda var olduğu kabul edilebilir.[23] Ve özellikle Amerikan profesyonellerine göre, ‘lobicilik demokrasinin bir numaralı göstergesidir’. Ancak realite bazen farklıdır. Amerikalıların ‘kutsal’ girişim özgürlüklerinin ardında, aslında siyasal güçlerle ekonomik güçler arasındaki akıl almaz savaş vardır. Siyasetçilerin, ekonomi sektörünün artan gücünü dizginlemek için olağanüstü tutarlar harcamalarına karşı, bu sektör de geride kalmaz ve siyasetçileri etki altına almak için milyonlarca dolar harcar. Bu durum zaman zaman sorunlar da yaratmaktadır. İşte bu zor ilişkiler ortamında, çok sayıda Amerikalı ve yabancı girişim, resmi makamlarla bağlantılarla ilgilenip onları yönlendirmek üzere tam gün çalışacak lobicilere başvurur. [24]

Burada altı çizilmesi gereken husus, Birleşik Devletler’de kamuoyunun lobicinin sözüne gittikçe daha çok kulak vermesidir. Bu mesleğin Amerikan sisteminin çarklarıyla bütünleşmiş olduğunun kanıtı, mahkemelerin, bir yasanın yorumunu, oluşturulmasına katkıda bulunmuş grup ve kişilerin görüşünü dikkate alarak yapma eğilimidir. Yargıcın, kararını kaleme alırken, yasa koyucunun bir cümlesine lobicinin getirdiği yorumu kullandığı durumlar dahi görülmüştür. Toplumun veya bir ekonomik sektörün hedeflerinin iktidar tarafından dikkate alınmasını sağlamak, ülkenin bu iki birbirini tamamlayıcı ve yaşamsal odağı arasında bağ oluşturmak, işte bu, lobicinin çok heyecan verici ama zor görevidir.[25]

Gerçeği anlatmak lobici için en temel kuraldır. Lobicinin inandırıcılığı her şeyi doğrudan, olduğu gibi söylemesinden çok, temsil ettiği siyasi konuya ve siyasal ortama bağlı olarak dürüst bir yaklaşımda bulunmasına bağlıdır. Lobici ikna edeceği siyasiye davasını savunmada gerekli olacak en uygun ve doğru bilgiyi vermelidir. İkinci önemli kural verebileceğinden fazlasına söz vermemektir. Gerçekte var olmayan oyları veya destekçileri varmış gibi göstermek, çok kötü sonuçlara yol açabilir. Örneğin kamuoyu desteğinden söz ediliyorsa siyasetçiye bu desteği gösterecek telefonlar, elektronik postalar, ziyaretler gerçekleştirilmelidir. Siyasetçiye lobi faaliyetine önceden söz verilen kaynaklar mutlaka zamanında temin edilmelidir. Kongre üyeleri destek için söz isteyenlere doğrudan hayır dememekle birlikte, karsı yönde oy kullanabilirler.[26]

B. Lobicilik Yöntemleri

Lobiciliğe ilişkin çeşitli yöntemler ve taktikler bulunmaktadır. Ama lobicilik faaliyetlerini içeriden lobicilik (inside lobbying) ve dışarıdan lobicilik (outside lobbying) olarak iki baslık altında toplanabilir. Karar alma organı üyeleri ile doğrudan ilişki kurmak, Kongre’nin oturumlarında ifade vermek, araştırma sonuçlarını hükümete vermek, bürokratlarla ilişki kurmak, seçim kampanyalarına bağış yapmak, kamu kurumları ile görüşmelere yapmak, gönüllü danışmanlık hizmetinde bulunmak ve siyasi kararlarla ilgili davalarda yer almak içerden lobi faaliyetlerinin örnekleridir. Basınla görüşmek, baskı grubu üyelerini harekete geçirmek, mektup yazma kampanyası yürütmek, araştırma sonuçlarını basına açıklamak, basın toplantısı düzenlemek, meclislerdeki ve komitelerdeki oylama kayıtlarını kamuoyuna açıklamak, seçimlerde adayları desteklemek, protesto eylemeleri yapmak, belirli konularla ilgili kamuoyu yoklaması ve anketler yapmak, reklam kampanyaları yürütmek, halkla ilişkiler şirketleri istihdam etmek ve seçim kampanyalarına eleman temin etmek faaliyetler de dışarıdan lobicilik faaliyetleridir.[27]

1.  Doğrudan Lobicilik

Doğrudan lobicilik bilgi alışverişinin veya iletişimin yorum gerektirmeyecek biçimde, doğrudan doğruya lobici ile karar alma organı üyesi arasında gerçekleşmesine imkan tanıyan taktikler olarak tanımlanabilir. Doğrudan lobi faaliyetleri, lobicilerin büyük çoğunluğu tarafından tercih edilen bir yöntemdir. Daha maliyetli ve karmaşık olan dolaylı lobiciliğe göre daha basit, daha az tehlikeli ve yanlış anlamalara daha az açıktır.[28]

a)  Para

Amerikan tarzı lobicilikle ilgili belirgin bir önyargı rüşvet ve eğlencenin kullanımıdır. Oysa 1910’larda ve 1980’lerde reformcuların yaptığı düzenlemeler, doğrudan rüşveti, lobiciler için faydasız bir araç haline getirmiştir. Doğrudan rüşvet günümüzde çok nadirdir ve genellikle geri dönüp vereni de olumsuz etkilemektedir. Sadece lobiciler, basının yoğun ilgi ve denetimi altında olmadığı gibi, alanların da ihtiyaçları ve nedenleri değişmiştir. Yeni ve güç fark edilen bir yasal rüşvet sistemi olan, dolaylı rüşvet, eski doğrudan rüşvetin yerini almıştır. Bunlar siyasetçiye doğru oy karşılığında ödeme seklinde değil, ona geçmiş ve gelecekteki gayretleri için kuruluşun destek olduğunu ve olacağını göstermek ve yıllar içinde kurulan iletişim kanallarını açık tutmak için tasarlanmıştır.[29]

b) Bilgi Aktarımı

Lobicinin siyasetçi ve bürokrat için en önemli özelliği bilgi kaynağı olması ve bu bilginin istatistik, siyasi bilgi ve düşünce seklinde farklı şekillerde gelmesidir. Bilgi kendi basına çok değerli olsa bile, eğer ilgili karar alma mekanizmalarına iletilmezse, bir anlam taşımaz. İletişim, lobici ve siyasetçi arasında; siyasetçinin danışmanları ve astları ile veya basın aracılığı ile kamuoyu üzerinde yapılabilir ve hedeflenen bireylere ulaşılır. Bilgi aktarımı siyasetçi ve bürokratları ziyaret, konu ile ilgili çok sayıda yayın gibi yöntemlerle yapılabilir.

2.  Dolaylı Lobicilik

Dolaylı lobicilik, adından da anlaşılacağı gibi doğrudan lobiciliğe göre daha dolambaçlı bir yöntemdir. Bu yöntemde baskı grubu veya kurum kendisi veya uzman, halkla ilişkiler şirketleri aracılığıyla, imaj oluşturma ve kamuoyunu yönlendirmeye yönelik lobi faaliyetleri yapar. Bu alanda faaliyet gösteren halkla ilişkiler şirketleri, kendilerinin bu konuda yetersiz kaldığını düşünen veya Amerikan sistemine yabancı olan dernekler, ticari şirketler, meslek örgütleri veya yabancı ülkeler tarafından belli bir ücret karşılığında tutulmaktadır. Bunlar bir anlamda büyük reklam firmaları gibi çalışırlar ve yaptıkları işi siyasal reklamcılık olarak tanımlamak mümkündür.

a)  Kamuoyu Hareketi (Grass Roots)

Yasama ve yürütme organı üyeleri siyasi kararları alırken hem kendi tercihlerine hem de seçmenlerinin beklentilerine göre hareket ederler. Seçmenlerin ne istediklerini ve ne kadar istediklerini, seçmenlerin temel ideolojik yaklaşımlarından, her konu için yapma imkanı bulunmayan ve pahalı anketler aracılığıyla elde etme imkanı yoktur. Kamuoyu hareketleri siyasetçilere seçmenlerin ne istediği ve seçimlerde nasıl davranacağı konusunda bilgi veren önemli lobicilik faaliyetleridir. Bu özelliğiyle teknolojiye paralel olarak gelişen

mektup yazma, telgraf çekme, telefonla arama ve e-posta gönderme gibi yöntemlere aracılığıyla gerçeklesen kamuoyu hareketleri, baskı gruplarının seçmenleri örgütlemesi ve yönlendirmesi aracılığıyla gerçekleşir. Baskı grupları kamuoyu hareketi oluştururken yaptıkları çalışmaları ve harcamaları açıklamak zorunda olmadığından, siyasetçiler hareketin ne derecede seçmenlerin kendiliğinden tepkisi veya ne derecede yönlendirme sonucu oluştuğunu değerlendiremezler. Her iki durumda da eşit sayıda mektup, e-posta vb. ortaya çıksa bile, siyasetçiler için kendiliğinden oluşan tepkiler çok daha önemlidir.

b) Basın Aracılığıyla Durumu Kamuoyuna Duyurmak

Baskı gruplarının uyguladığı ikinci önemli lobicilik taktiği de, kendilerini destekleyen makale yazarları oluşturmak ve gelecek seçim kampanyalarında basının desteğine ihtiyaç duyan siyasetçilere bu yolla baskı yapmaktır. Yazarların yasama organındakiler üzerindeki etkileri idari birimlerdeki bürokratlardan daha fazladır. Bir köşe yazısının etkisi sınırlıdır, ancak çok sayıda köse yazısı siyasetçinin dikkatini çeker. Örneğin NewYork Times, Washington Post, Wall Street Journal, ve seçim bölgesinin yerel gazetelerini desteklediği bir yasa tasarısına karsı oy vermek son derece zordur. [30]

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR;


***

8 Şubat 2016 Pazartesi

1945 -1950 ARASI “ DEMOKRATİKLEŞME ” SÜRECİNDE BASIN BÖLÜM 1





1945 -1950 ARASI “ DEMOKRATİKLEŞME ” SÜRECİNDE BASIN  BÖLÜM 1



1945-1950 ARASI “ DEMOKRATiKLEŞME ” SÜRECİNDE BASIN 

   BARIŞ  YETKİN
                        * Akdeniz Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Doktora öğrencisi, 
   yetkinbaris@yahoo.com 



ÖZET 

İkinci Dünya Savası’nın hemen öncesinden başlayarak ve savaş sürecinde basın çok sıkı kayıt altına alınmıstır. Savasın bitimiyle birlikte çok partili demokratik düzene geçilmis, bu süreçte gerek basında ve gerekse genel olarak siyasal yasamdaki kayıt ve kısıtlamalar önemli ölçüde kaldırılmıştır. Bu süreç o dönemde “ Demokratiklesme ” olarak adlandırılmış bulunmaktadır. Bu çalısmanın konusu, bu kayıtların ve kısıtlamaların neler olduğuna değinildikten sonra bunların demokratiklesme ile birlikte hangi yasal düzenlemelerle kaldırıldığı, ancak uygulamada bu alanda neler yasandığı, gerek iktidar yanlısı ve gerekse muhalefeti tutan basın tarafından bu sürecin nasıl değerlendirildiğidir. 

Anahtar Kelimeler: İkinci Dünya Savası, Demokratikleşme, basın, basın özgürlüğü, 1945 – 1950 arası Türkiye. 


Basın, hemen her ülkede olduğu gibi, ama Türkiye’de belki daha da çok, siyasal gelişmeler içinde yer almıştır. Bu özelliği nedeniyle siyasal iktidarlar basını kısıtlayıcı önlemler almak yoluna giderken, iktidar karşıtları da basın özgürlüğü nü sağlamak ve genişletmek amacını gütmüştür. Osmanlı Devleti’nde hükümet in 1858 tarihli Ceza Kanunu ile basını ceza tehdidi altına almasına, 1864 tarihli Matbuat Nizamnamesi ile gazete çıkarmanın izne bağlamasına ve 1867 tarihli bir Kararname ile de basın üzerindeki baskıyı arttırmasına karsılık, Yeni Osmanlılar da yürüttükleri muhalefette çıkardıkları gazeteleri baslıca bir silah olarak kullanmışlardır. 

II. Meşrutiyet’in ilanı üzerine, toplumsal ve siyasal alanda yasanan karmasa, aynen basında da görülmektedir. Bu dönemde gazeteler, siyasal gelişmelerin önde gelen belirleyicileri arasında yer almışlardır. Millî Mücadele sırasında ise, Atatürk’ün önce Sivas’ta İrade-i Milliye ve arkasından Ankara’da Hakimiyet-i Milliye gazetelerini çıkarmış olması, basının siyasal gelişmeler içindeki yerinin ve öneminin baslıca kanıtı olarak gösterilebilir. Millî Mücadele sırasında ve hemen sonrasında işbirlikçi, mandacı, hilafetçi ve saltanatçı yayın yapan İstanbul basınındaki gazetecileri yargılamak üzere, millî güçlere karsı yürüttükleri kampanya nedeniyle, TBMM İstanbul’a bir İstiklal Mahkemesi göndermişse de bu mahkeme tüm gazeteci sanıkların beraatlarına 2 Ocak 1924’te karar vermiştir. Bu karar gerçekte Cumhuriyet rejiminin basın özgürlüğüne saygılı olacağının ilk göstergesidir. 

Bununla birlikte Seyh Sait isyanı üzerine 4 Mart 1925’te çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu, hükümete basın özgürlüğünü kısıtlama ve gazete kapatma yetkisini tanımıştır. Bu yasanın varlığına karsın, 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması, basında yeni bir canlanmaya ve yeni muhalif gazeteler in çıkmasına neden olmuştur. Ancak yine de, bu dönem uzun sürmemistir. Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kendini feshetmesinden sonra hükümet basın üzerindeki denetimini yeniden kurmak yoluna gitmiştir. 

İşte, 1945’ten baslayan çok partili yasama geçiş sürecinin basın açısından hukukî ve fiilî çerçevesi, bir yandan 25 Temmuz 1931 tarihini taşıyan 1881 
sayılı Matbuat Kanunu’nda 1940 yılında yapılan değişiklik ve ona eslik eden ya da izleyen yasal ve kurumsal düzenlemelerle; bir yandan da, 1 Eylül 1939’da resmen başlayan II. Dünya Savası’nın gerektirdiği önlemlerle çizilmiştir. Ancak, “ Demokratikleşme ” 1 olarak anılan 1945-1950 arası dönemde basına  konulmuş olan bu kısıtlamalar ve engellemelerin kaldırılması yoluna gidilmiştir. 






1 İsmet İnönü’nün 19 Mayıs 1945’teki “ Gençliğe Hitap ” konuşması Türkiye’deki Siyasetin özgürleştirilmesi ve demokrasiye geçisin ilk isareti sayılmaktadır Bkz. Ek-1. 


1. II. DÜNYA SAVASI DÖNEMİ 

1.1. Yasal Düzenlemeler 

Basın Özgürlüğünü kısıtlayan ve denetim altına alan yasal düzenlemelerin basında, 25 Temmuz 1931 tarihli 1881 sayılı Matbuat Kanunu ile 29 Nisan 
1940 tarihli 3812 sayılı yasada yapılan değişiklikler gelir. Yasanın 30. maddesi su şekli almıştır: 

“ Millî Hisleri inciten veya da bu maksatla millî tarihi yanlış gösteren yazıları neşredenler elli liradan beş yüz liraya kadar cezalandırılır. ….kendilerine mevdu 
vazifenin ifasından dolayı Büyük Millet Meclisi azasından, İcra Vekilleri Heyetinden ve resmî heyetler devlet  memurlarından biri veya birkaçı hakkında isim ve madde gösterilmeyerek mübhem ve suizanı davet edecek mahiyette mütecavizan yazı ve resimlerle  Büyük Millet Meclisi’nin ve İcra Vekilleri Heyetinin resmî heyetlerle devlet memurlarının veya da bir kısmının seref ve haysiyeti ihlal olunursa üç aydan altı aya kadar hapis ve yüz liradan eksik olmamak üzere ağır para cezası hükmolunur.” 2 

Ayrıca, yasanın 35. Maddesinin (g) bendinin yeni biçimi, “ Devlet Emniyeti ile alakadar meseleler hakkında yapılmakta olan tahkikattan ve yine devlet emniyeti bakımından alınan tedbirlerden bahseden yazılar yasaktır….” 3 biçiminde olmuştur. 

Bu yasal Düzenleme ile basına Ağır kısıtlamalar getirilmiştir: 

a-“ Millî hisleri inciten veya bu maksatla millî tarihi yanlış göstermek ” ifadesi, gerçekte bir “ Resmî Tarih ” Anlayışının sonucudur. Tarihsel olay ve gelismelerin yönetim tarafından tanımlanmalarının dısında baska yorum ve değerlendirme yapılamayacağı anlamına gelmektedir. 

b-TBMM ve Bakanlar Kurulu üyeleri ile devlet memurlarına iliskin düzenleme ise, hukukun temel ilkelerinden olan “ Kanunsuz Suç ve Ceza olmaz ” hükmüne aykırıdır. 

Yasada açıkça belirtilmemiş bir eylemin suç sayılamayacağı ilkesi ve hükmü böylece ortadan kaldırılmıştır. 

c-35.Maddenin (g) bendi ise, söz konusu soruşturma ve tedbirleri basının ilgi alanı dışına çıkartmaktadır. 


2 Yasanın metni için bkz. 8 Ağustos 1931 günlü Resmi Gazete ve Düstur, 3.Tertip, C.XII, Tesrinisani 1930-Tesrinievvel 1931, s. 1069-1085. 
3 Söz konusu değisiklikler için bkz. 6 Mayıs 1940 tarihli ve 4501 sayılı Resmi Gazete ve Düstur, 3.Tertip, C. XXI, Tesrinisani 1939-1940, s. 754-756. 


Basının yasal olarak denetim altına alınabilmesi amacıyla, devlet kurulusları oluşturulmuş ve zaman içinde güçlendirilmiştir. 21 Eylül 1939’da kurulan Başvekâlet Matbuat Bürosu, 2837 sayılı ve 22 Mayıs 1940 tarihli yasayla Başvekâlet Umum Müdürlüğü yapılmıştır. Adı geçen yasanın 4. maddesinde bu kuruluşun görevinin basına kamuoyunu aydınlatmak ve ülke çıkarlarına uygun yayın yaptırmak olduğu öngörülmüştür.4 4475 sayılı ve 16 Temmuz 1943 tarihli “ Basın Ve Yayın Umum Müdürlüğü Teşkilât, Vazife Ve Memurları Hakkında Kanun ” un 1. maddesi bu kuruluşun görevleri arasında hükümetin uygulamalarının basında doğru ifade edilmesini sağlamak, ulusal çıkarlara aykırı yayınları denetlemek olduğunu belirtmistir.5 Tüm bu yasal düzenleme ve uygulamalar, “ Güdümlü ” bir basını işaret etmektedir. 

Basın üzerindeki yaptırımlar için yalnızca 1881 sayılı Matbuat Kanunu ile yetinilmemistir. 1936’da 3038 sayılı yasa ile Türk Ceza Kanunu’na eklenen 141 ve 142. maddelerdeki hükümler, 1938’de 3531 sayılı ile daha ağırlastırılmıs, ancak ele aldığımız dönem içinde 1946 yılında 4934 sayılı yasa ile maddeye “ Memleket içinde, cemiyetin siyasî veya hukukî herhangi bir nizamını zorla değistirmek gayesiyle cemiyet tesis, teskil, tanzim veya sevk ve idare eden kimse ” lerin Cezalandırılacağı hükmü eklenmiştir. Böylece, bu maddenin uygulama alanı içine sol girisimler ve partiler de alınmıstır.6 142. Madde ise, bu amaçla propaganda yapmayı cezalandırmakta ve bu propagandanın basın yoluyla yapılmasını, öngörülen cezayı yarı oranında arttırmayı hükmetmektedir. Bu, 7,5 yıl ağır hapis cezasına eşdeğerdir. 

Bu dönemde ve sonraki yıllarda tanık olunacağı üzere, toplumsal ve ekonomik düzene yöneltilen hemen hemen her türlü elestiri 142. madde kapsamında değerlendirilmiştir. 

20 Kasım 1940’ta İstanbul ve daha yedi ilde ilan edilen sıkıyönetim de basın üzerinde ciddî bir denetim ve yönlendirmede bulunmustur. Gazete ve dergi kapatma yetkisini geniş bir biçimde kullanmıştır. İstanbul’un basının merkezi olduğu ve yine sıkıyönetim kapsamı içinde bulunan Ankara’nın da basın dünyasın da ikinci önemli kent olduğu düşünülürse, sıkıyönetimin basın üzerinde çok büyük bir denetim kurduğu söylenmelidir. 

4 Server İskit, Türkiye’de Matbuat İdareleri Ve Politikaları, Ankara, Basvekâlet Basın Ve Yayın Umum Müdürlüğü Yayını, 1943, s. 312. 
5 A.e., s. 335. 
6 Çetin Özek, 141-142, Dstanbul, Ararat Yayınevi, 1968, s. 127. 


1.2. Basında CHP Egemenliği 

Bu yıllarda Gazete sahiplerinin ve yazarlarının büyük çoğunluğu CHP Milletvekili ya da bu partinin üyesidir. 1939 tarihli CHP Nizamnamesi’nin 160. maddesi bunlara parti çıkarlarına ve siyasetine uygun, hükümetin uygulamalarını kamuoyuna benimsettirici yayın yapmak ve bu çizgide olmayan yazı ve haberleri yasaklamak yükümlülüğünü getirmiştir.7 Bu dönemde baslıca partili yazarlar şunlardır: Yavuz Abadan, Falih Rıfkı Atay, Fazıl Ahmet Aykaç, Abidin Daver, Vedat Dicleli, Nihat Erim, Ahmet Sükrü Esmer, Sadi Irmak, Recep Peker, Necmeddin Sadak, Resat Semsettin Sirer, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ahmet Kutsi Tecer, Esat Tekeli, Asım Us, Hüseyin Cahit Yalçın, Suut Kemal Yetkin… Bu dönemde birçok yazarın CHP’ye yakın olması denetim ve yasal düzenlemelerin yapılmasını engellememiştir. 

1.3. Uygulama 

Görüldüğü gibi, gerek yasal düzenlemelerle, gerek kurumsal denetimle ve sıkıyönetim tarafından getirilen kısıtlamalar nedeniyle II. Dünya Savası boyunca basın özgürlüğünden söz etmek olanaksızdır. Ancak, bu yılların bir dünya savasının dünyayı sardığı ve sınırlarımıza dayandığı yıllar olması, bu durumu doğal karsılamayı zorunlu kılmaktadır. 

Başbakanlık önce Basvekâlet Matbuat Bürosu, arkasından da Basvekâlet Basın-Yayın Umum Müdürlüğü aracılığı ile basında hangi haberlerin ne biçimde yer alacağını ve hangilerinin yer almayacağını sağlamıstır.8 Bununla birlikte, bu konuda asırılığa kaçıldığı da görülmektedir.9 Nadir Nadi, bu kısıtlamaların gerçekte hükümetin ne olursa olsun hiçbir sekilde elestirilemeyeceği anlamına geldiğini belirtmektedir.10 
Sıkıyönetim ise, 
Cumhuriyet gazetesini 2, 
Tan’ı 4, 
Vatan’ı 4, 
Tasviri Efkâr’ı 4, 
Haber’i 2, 
Vakit, Yeni Sabah ve Akbaba’yı 1’er kez kapatmıstır. 
Ayrıca Hükümet de 
Cumhuriyet’i 3, 
Tan’ı 4, 
Vatan’ı 5, 
Tasviri Efkâr’ı 4, 
Son Posta’yı 4 ve 
Vakit ile Akbaba’yı 1’er kez kapatmıstır.11 

7 Cemil Koçak, “Dkinci Dünya Savası Ve Türk Basını”, Tarih Ve Toplum Dergisi, Cilt VI, 1986, s.286. 297. 
8 A.e., s. 312. 
9 Uygulamadan örnekler için bkz. Alpay Kabacalı, Türk Basınında Demokrasi, 2. basım, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1999, s. 160-161. 
10 Nadir Nadi, Perde Aralığından, 2. basım, Dstanbul, Cumhuriyet Yayınları, 1965, s.22. 
11 Alpay Kabacalı, Baslangıçtan Günümüze Türkiye’de Basın Sansürü, Dstanbul, Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, 1990, s. 143. 

2. ÇOK PARTİLİ DÖNEM 

2.1. Yasal düzenlemeler 

II. Dünya Savası’nın sona ermesiyle birlikte iç ve dış kosullar nedeniyle, bilindiği gibi, çok partili düzene geçilmistir. Çok partili düzenin baslaması ile tek partili dönemde geçerli kılınmış bazı yasalarda değisiklikler yapılması ve ayrıca yeni yasalar çıkarılması, çok partili demokratik düzene aykırı olan düzenlemelerin kaldırılması yoluna gidilmiştir. Bu “ Demokratikleşme ” sürecinde basını cendere altında tutan önlemlerin kaldırılması ayrı bir önem tasımaktadır. Basın özgürlüğü nün olmadığı bir yerde demokrasinin de olamayacağı o dönemde sıkça dile getirilen bir konu olmustur. Basın alanındaki bu demokratiklesme sürecine Türk Ceza Kanunu’nun 142. maddesi alınmamış, tersine kapsamı daha da genisletilerek uygulanması sürdürülmüsse de, Türkiye’nin demokratikleşme süreci olarak nitelendirilen bu dönemde basın 
özgürlüğünün sağlanmasına yönelik uygulamalar söz konusudur. Eski dönemin izlerini silmek adına bazı uygulamalar söz konusudur. Öncelikle hükümete gazete ve dergi kapatma yetkisi veren, 1881 sayılı Matbuat Kanunu’nun 50. maddesi değistirilmistir. TBMM’nin 13 Haziran 1946 tarihinde kabul ettiği söz konusu madde değisikliğinde, bundan böyle bir yayın organının ancak mahkeme kararı ile kapatılabileceği öngörülmüstür.12 
Bu değişikliği basın suçlarından mahkum olanlar için bir af yasası çıkarılması izlemistir. 14 Haziran 1946’da TBMM tarafından kabul edilen bu af yasasına göre; 

“ Gazete, Kitap veya mecmua vasıtasıyla veya 1881 sayılı Matbuat kanununa aykırı hareket suretiyle 7.VI.1946 tarihine kadar islenmiş olan suçlardan dolayı kovusturma yapılamaz. Bu suçlar sebebiyle verilmiş olan cezalar ortadan kaldırılmıştır.” 

12 TBMM TD, C. XXII, s. 222. 


Böylesine olumlu bir yasal girisime karsın sıkıyönetimin varlığı basın özgürlüğü açısından bir sorundur. Savaş nedeniyle alınmış olan önlemlerin basında gelen sıkıyönetim, savasın bitmesine karsın, iki yıl daha sürmüş ve ancak 22 Aralık 1947’de saat 24.00’te kaldırılmıştır.13 


2.2. Uygulamada Basın Özgürlüğü 

Çanakkale, Edirne, Dstanbul, Kırklareli, Kocaeli ve Tekirdağ illerinde 2 yıl daha süren sıkıyönetim basın üzerindeki denetimini aynen sürdürmüştür. 
Örneğin; 1946 milletvekili seçimlerinin sonuçlarının basında tartısılmaya başlanması üzerine İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı gazetelere 24 Temmuz 1946 tarihli şu Tebliğ ” de bulunmuştur: 

“…..Bazı Gazetelerin bilhassa seçim sonuçları hakkında vatandasları şüpheye düsürücü ve bu yüzden memleketin huzurunu sarsıcı ağır neşriyatın[a] devam ettiği görülmektedir. Sıkıyönetim bölgesinde bu gibi ağır tahriklere müsaade edilmeyeceği ve bu kabil yazılara karsı Sıkıyönetim Komutanlığının harekete geçeceği tebliğ olunur. 
 _ Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Asım Tınaztepe.”14 

Bu tebliğe uymadıkları gerekçesiyle Yeni Sabah ve Gerçek gazeteleri süresiz olarak kapatılmışlardır. Arkasından Tasvir ve Demokrasi gazeteleri de aynı akıbete uğramışlardır.15 

Demokrat Parti, Sıkıyönetim’in bu gibi uygulamaları karsışında harekete geçmek zorunluluğunu duyarak Başbakan lık’a başvurmuştur. Buna ilişkin gazete haberi, 

“ D.P. Sıkıyönetimin devamının Anayasaya aykırı olduğu[nu], Tarafsız davranmadığını, İstanbul’da basına baskı yaptığını söyleyerek kaldırılması için Başbakanlığa dilekçe veriyor ” 16 biçiminde kamuoyuna yansımıştır. 

Çok partili demokratik düzenin daha baslangıcında basın özgürlüğüne gölge düsmüstür. Zekeriya Sertel’in sahibi ve basyazarı olduğu ve hükümete muhalif yayın yapan Tan gazetesinin idare binası ile basımevi, Demokrat Parti ileri gelenlerinin de yazar kadrosunda yer alması düsünülen ve kurulusuna da katkıda bulundukları Tan Basımevi’nde basılan Görüşler Dergisi, 4 Aralık 1945 günü, büyük bir kalabalık tarafından basılarak tahrip edilmiştir. 

13 Ulus, 23 Aralık 1947. 
14 Vatan gazetesinin 25 Temmuz 1946 günlü sayısında yayınlanmıstır. 
15 Vatan, 22 Nisan 1947. 
16 Vatan, 29 Temmuz 1946. 



Bu olay, gazetenin ve derginin yayın yasamını sona erdirmiştir.17 

Zekeriya Sertel’in ve esi Sabiha Sertel’in gazetede yer alan yazıları incelendiğin de, ana fikir olarak, CHP iktidarının demokrasiye geçiş söylemlerinin içtenlikli olmadığı, zaten gerçekte bir diktatör olan İsmet İnönü’nün bu geçişi yapamayacağı, ama Amerika Birleşik Devletlerinin destek ve yardımını sağlamak ve bu ülke yardım için demokratik bir rejimi şart koştuğu için demokrasiye geçildiği kanısının uyandırıldığı konularının işlendiği ve başka alanlarda da CHP iktidarının sert bir biçimde eleştirildiği görülür.18 
Zekeriya Sertel, daha sonra Anılarında bu konuda söyle demiş bulunmaktadır: 

“İnönü, Amerika’ya dayanabilmek için, Lafta olsun Demokrat görünmeye çalısıyordu. Demokrasiden yana olduğuna dış âlemi inandırmak zorundaydı. 
Çünkü, Amerika, Türkiye’nin bir Diktatörlük olmasını beğenmez görünüyor, Demokratik bir düzene geçemedikçe Türkiye’ye yardım elini uzatamayacağı izlenimini veriyordu.”19 

Bu noktada belirtmek gerekir ki, Savas’ın bitiminde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, 19 Mart 1945 tarihinde Türkiye’ye bir nota vererek 1925 yılında iki ülke arasında imzalanmış olan Türk - Sovyet Tarafsızlık Ve Saldırmazlık Antlaşması’nı feshettiğini, 7 Haziran 1945 günlü bir nota ile de doğu sınırımızda kendi lehine değişiklikler yapılmasını, Boğazlar’ın yönetiminde Türkiye ile birlikte bulunmak istediğini ve kendisine üs verilmesini bildirmiştir.20 

Bu durum, Türkiye’nin ABD ve İngiltere’nin yardımını isteme gereksinimini doğurmuştur. Dolayısı ile Tan’ın bu yayınlarının hükümeti rahatsız ettiği anlaşılmaktadır. 

17  4 Aralık 1945 sabahı saat 10’da Dstanbul Üniversitesi öğrencilerinden olusan bir grup öğrenci Beyazıt Meydanı’nda toplanıp Babıâli’ye yürüdüler. Babıâli’deki Tan gazetesi ve sol yayınları satan kitabevleri yağmalandı. Ardından da grup, Beyoğlu’na giderek Görüsler Dergisi, Yeni Dünya ve La Turquie gazetelerine saldırdı. Bkz. Ek-2. 





18  Zekeriya Sertel’in bu konuyu ele alan baslıca basyazıları için bkz. Tan, 22 Ağustos 1945, 8 Eylül 1945, 15  Eylül 1945, 21 Eylül 1945, 7 Ekim 1945, 20 Kasım 1945, 22 Kasım 1945, 23 Kasım 1945, 30 Kasım 1945; Sabiha Sertel’in yazıları için bkz. Tan, 5 Ağustos 1945, 24 Ağustos 1945, 2 Eylül 1945. Bkz. Ek-3. 

19 M. Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım (1905-1950), Dstanbul 1968, s.259. 

20 Gelismelerin ayrıntıları için bkz. Feridun Cemal Erkin, Türk-Sovyet Dliskileri Ve Boğazlar Meselesi, Ankara, 1968. 



Tan’a saldırıyı tetikleyen Hüseyin Cahit Yalçın’ın 21 

3 Aralık 1945 günlü Tanin Gazetesinde yayınlanan “ Kalkın Ey Ehli Vatan ” başlıklı yazısı olmuştur. 

CHP’li olan Yalçın, Sovyet ve komünizm tehdit ve tehlikesinden söz etmekte, bu tehdide karşı “ Mücadele her vatandaşın hakkı ve vazifesidir ” ve “ Bu işte cevap hükümete düşmez, söz, eli kalem tutan gazetecilerin ve hür vatandaşlarındır ” çağrısında bulunmuştur. Bu yazıyı bir işaret gibi algılayan hükümet yanlısı gençler, ertesi gün polisin de önlem almamasından yararlanarak Tan gazetesi ve Görüsler dergisine saldırmıslardır. Tan, Görüşler tahrip edilecek ve bir daha yayınlanamayacaklardır. Sıkıyönetimin de hiçbir engellemede bulunmaması, olayı gerçeklestirenlerden hiçbirinin yakalanmaması ve yargı önüne çıkarılmaması ayrıca dikkat çekicidir.22 

Diğer yandan, Türk basın tarihinin önemli yayın organlarından Marko Pasa, muhalif yayın nedeniyle peş pese kapatılma cezasına çarptırılmıstır. Aziz Nesin ve Sabahattin Ali tarafından kurulan Marko Pasa, yazarları arasında Rıfat Ilgaz ve Haluk Yetis’in yer aldığı, karikatürleri ile Mim Uykusuz’un katkıda bulunduğu 23 Muhalif çizgisiyle ilk sayısı 25 Kasım 1946 tarihinde24 olmak üzere yayınına baslamıstır. Marko Pasa ve devamı gazetelerin isledikleri ve eleştirdikleri konular, Türkiye’de yabancı asker bulundurulması, yabancı sermaye, irticanın yeniden gündeme gelmesi, yoksulluk, yolsuzluk… v.b olmuştur. 

Kısa sürede yüksek tiraja ulasmıssa da arka arkaya kapatılması, yazarlarının da sıklıkla tutuklanması nedeniyle düzenli bir biçimde yayını sürdürememistir. 
Hükümete yönelttiği elestiriler yüzünden kapatılması nedeniyle, Malumpasa adıyla yayınını sürdürmek istemistir. Malumpasa da kapatılınca bu kere Ali Baba adını almışsa da yeniden bir kapatılma cezasından kurtulamamıstır. 


Tan olayı üzerine Zekeriya Sertel’in Hatırladıklarım, 1905-1950 (İstanbul 1968) ve Sabiha Sertel’in Bir Roman Gibi, 1919-1950 (Ant Yayını, Dstanbul 1969) adlı anılarının ve Alpay Kabacalı’nın adı geçen Türk Basınında Demokrasi kitabının yanı sıra çok sayıda yayın yapılmış bulunmaktadır. Bu çalısmada bunlardan yararlananların baslıcaları şunlardır: 

Oral Çalışlar, “ Tan Matbaası Davası Bitti Mi? ”, 

Cumhuriyet, 4 Aralık 1945; Alpay Kabacalı, “Tan Olayı ”, Tarih ve Toplum Dergisi, C.IV. 1985, s.374378; Yıldız Sertel, “Çok Satan, Ciddî Günlük Gazete Tan”, Cumhuriyet Dergi, 28 Ocak 1996; Yıldız Sertel, “ Özgürlük Savasçılarına Baltayla Saldırı ”, Cumhuriyet, 4 Aralık 1995; Yıldız Sertel, “ Tarihten Bir Yaprak –Tan Olaylarının Perde Arkası ”, 

Cumhuriyet, 1 Aralık 1998; Hıfzı Topuz, “ Tan ve Bitmeyen Devlet Terörü ”, Cumhuriyet, 4 Aralık 1995; Mete Tunçay, “ Tek Parti Döneminde Basın – 1925 Takrir-i Sükun’dan Tan Olayına”, Tarih ve Toplum Dergisi, C.VII, 1987, s. 48-49; Çetin Yetkin, “Tan Gazetesi Olayı ” başlıklı bölüm, Karşıdevrim, 1945-1950, Antalya, Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk Yayınları, 6. basım, 2007, s.463-476. 

23 Bkz. Ek-6. 
24 Bkz. Ek-5. 

2. Cİ  BÖLÜMLE DEVAM  EDECEKTİR



..