SÜRECİNDE BASIN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SÜRECİNDE BASIN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Şubat 2016 Pazartesi

1945 -1950 ARASI “ DEMOKRATİKLEŞME ” SÜRECİNDE BASIN BÖLÜM 1





1945 -1950 ARASI “ DEMOKRATİKLEŞME ” SÜRECİNDE BASIN  BÖLÜM 1



1945-1950 ARASI “ DEMOKRATiKLEŞME ” SÜRECİNDE BASIN 

   BARIŞ  YETKİN
                        * Akdeniz Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Doktora öğrencisi, 
   yetkinbaris@yahoo.com 



ÖZET 

İkinci Dünya Savası’nın hemen öncesinden başlayarak ve savaş sürecinde basın çok sıkı kayıt altına alınmıstır. Savasın bitimiyle birlikte çok partili demokratik düzene geçilmis, bu süreçte gerek basında ve gerekse genel olarak siyasal yasamdaki kayıt ve kısıtlamalar önemli ölçüde kaldırılmıştır. Bu süreç o dönemde “ Demokratiklesme ” olarak adlandırılmış bulunmaktadır. Bu çalısmanın konusu, bu kayıtların ve kısıtlamaların neler olduğuna değinildikten sonra bunların demokratiklesme ile birlikte hangi yasal düzenlemelerle kaldırıldığı, ancak uygulamada bu alanda neler yasandığı, gerek iktidar yanlısı ve gerekse muhalefeti tutan basın tarafından bu sürecin nasıl değerlendirildiğidir. 

Anahtar Kelimeler: İkinci Dünya Savası, Demokratikleşme, basın, basın özgürlüğü, 1945 – 1950 arası Türkiye. 


Basın, hemen her ülkede olduğu gibi, ama Türkiye’de belki daha da çok, siyasal gelişmeler içinde yer almıştır. Bu özelliği nedeniyle siyasal iktidarlar basını kısıtlayıcı önlemler almak yoluna giderken, iktidar karşıtları da basın özgürlüğü nü sağlamak ve genişletmek amacını gütmüştür. Osmanlı Devleti’nde hükümet in 1858 tarihli Ceza Kanunu ile basını ceza tehdidi altına almasına, 1864 tarihli Matbuat Nizamnamesi ile gazete çıkarmanın izne bağlamasına ve 1867 tarihli bir Kararname ile de basın üzerindeki baskıyı arttırmasına karsılık, Yeni Osmanlılar da yürüttükleri muhalefette çıkardıkları gazeteleri baslıca bir silah olarak kullanmışlardır. 

II. Meşrutiyet’in ilanı üzerine, toplumsal ve siyasal alanda yasanan karmasa, aynen basında da görülmektedir. Bu dönemde gazeteler, siyasal gelişmelerin önde gelen belirleyicileri arasında yer almışlardır. Millî Mücadele sırasında ise, Atatürk’ün önce Sivas’ta İrade-i Milliye ve arkasından Ankara’da Hakimiyet-i Milliye gazetelerini çıkarmış olması, basının siyasal gelişmeler içindeki yerinin ve öneminin baslıca kanıtı olarak gösterilebilir. Millî Mücadele sırasında ve hemen sonrasında işbirlikçi, mandacı, hilafetçi ve saltanatçı yayın yapan İstanbul basınındaki gazetecileri yargılamak üzere, millî güçlere karsı yürüttükleri kampanya nedeniyle, TBMM İstanbul’a bir İstiklal Mahkemesi göndermişse de bu mahkeme tüm gazeteci sanıkların beraatlarına 2 Ocak 1924’te karar vermiştir. Bu karar gerçekte Cumhuriyet rejiminin basın özgürlüğüne saygılı olacağının ilk göstergesidir. 

Bununla birlikte Seyh Sait isyanı üzerine 4 Mart 1925’te çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu, hükümete basın özgürlüğünü kısıtlama ve gazete kapatma yetkisini tanımıştır. Bu yasanın varlığına karsın, 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması, basında yeni bir canlanmaya ve yeni muhalif gazeteler in çıkmasına neden olmuştur. Ancak yine de, bu dönem uzun sürmemistir. Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kendini feshetmesinden sonra hükümet basın üzerindeki denetimini yeniden kurmak yoluna gitmiştir. 

İşte, 1945’ten baslayan çok partili yasama geçiş sürecinin basın açısından hukukî ve fiilî çerçevesi, bir yandan 25 Temmuz 1931 tarihini taşıyan 1881 
sayılı Matbuat Kanunu’nda 1940 yılında yapılan değişiklik ve ona eslik eden ya da izleyen yasal ve kurumsal düzenlemelerle; bir yandan da, 1 Eylül 1939’da resmen başlayan II. Dünya Savası’nın gerektirdiği önlemlerle çizilmiştir. Ancak, “ Demokratikleşme ” 1 olarak anılan 1945-1950 arası dönemde basına  konulmuş olan bu kısıtlamalar ve engellemelerin kaldırılması yoluna gidilmiştir. 






1 İsmet İnönü’nün 19 Mayıs 1945’teki “ Gençliğe Hitap ” konuşması Türkiye’deki Siyasetin özgürleştirilmesi ve demokrasiye geçisin ilk isareti sayılmaktadır Bkz. Ek-1. 


1. II. DÜNYA SAVASI DÖNEMİ 

1.1. Yasal Düzenlemeler 

Basın Özgürlüğünü kısıtlayan ve denetim altına alan yasal düzenlemelerin basında, 25 Temmuz 1931 tarihli 1881 sayılı Matbuat Kanunu ile 29 Nisan 
1940 tarihli 3812 sayılı yasada yapılan değişiklikler gelir. Yasanın 30. maddesi su şekli almıştır: 

“ Millî Hisleri inciten veya da bu maksatla millî tarihi yanlış gösteren yazıları neşredenler elli liradan beş yüz liraya kadar cezalandırılır. ….kendilerine mevdu 
vazifenin ifasından dolayı Büyük Millet Meclisi azasından, İcra Vekilleri Heyetinden ve resmî heyetler devlet  memurlarından biri veya birkaçı hakkında isim ve madde gösterilmeyerek mübhem ve suizanı davet edecek mahiyette mütecavizan yazı ve resimlerle  Büyük Millet Meclisi’nin ve İcra Vekilleri Heyetinin resmî heyetlerle devlet memurlarının veya da bir kısmının seref ve haysiyeti ihlal olunursa üç aydan altı aya kadar hapis ve yüz liradan eksik olmamak üzere ağır para cezası hükmolunur.” 2 

Ayrıca, yasanın 35. Maddesinin (g) bendinin yeni biçimi, “ Devlet Emniyeti ile alakadar meseleler hakkında yapılmakta olan tahkikattan ve yine devlet emniyeti bakımından alınan tedbirlerden bahseden yazılar yasaktır….” 3 biçiminde olmuştur. 

Bu yasal Düzenleme ile basına Ağır kısıtlamalar getirilmiştir: 

a-“ Millî hisleri inciten veya bu maksatla millî tarihi yanlış göstermek ” ifadesi, gerçekte bir “ Resmî Tarih ” Anlayışının sonucudur. Tarihsel olay ve gelismelerin yönetim tarafından tanımlanmalarının dısında baska yorum ve değerlendirme yapılamayacağı anlamına gelmektedir. 

b-TBMM ve Bakanlar Kurulu üyeleri ile devlet memurlarına iliskin düzenleme ise, hukukun temel ilkelerinden olan “ Kanunsuz Suç ve Ceza olmaz ” hükmüne aykırıdır. 

Yasada açıkça belirtilmemiş bir eylemin suç sayılamayacağı ilkesi ve hükmü böylece ortadan kaldırılmıştır. 

c-35.Maddenin (g) bendi ise, söz konusu soruşturma ve tedbirleri basının ilgi alanı dışına çıkartmaktadır. 


2 Yasanın metni için bkz. 8 Ağustos 1931 günlü Resmi Gazete ve Düstur, 3.Tertip, C.XII, Tesrinisani 1930-Tesrinievvel 1931, s. 1069-1085. 
3 Söz konusu değisiklikler için bkz. 6 Mayıs 1940 tarihli ve 4501 sayılı Resmi Gazete ve Düstur, 3.Tertip, C. XXI, Tesrinisani 1939-1940, s. 754-756. 


Basının yasal olarak denetim altına alınabilmesi amacıyla, devlet kurulusları oluşturulmuş ve zaman içinde güçlendirilmiştir. 21 Eylül 1939’da kurulan Başvekâlet Matbuat Bürosu, 2837 sayılı ve 22 Mayıs 1940 tarihli yasayla Başvekâlet Umum Müdürlüğü yapılmıştır. Adı geçen yasanın 4. maddesinde bu kuruluşun görevinin basına kamuoyunu aydınlatmak ve ülke çıkarlarına uygun yayın yaptırmak olduğu öngörülmüştür.4 4475 sayılı ve 16 Temmuz 1943 tarihli “ Basın Ve Yayın Umum Müdürlüğü Teşkilât, Vazife Ve Memurları Hakkında Kanun ” un 1. maddesi bu kuruluşun görevleri arasında hükümetin uygulamalarının basında doğru ifade edilmesini sağlamak, ulusal çıkarlara aykırı yayınları denetlemek olduğunu belirtmistir.5 Tüm bu yasal düzenleme ve uygulamalar, “ Güdümlü ” bir basını işaret etmektedir. 

Basın üzerindeki yaptırımlar için yalnızca 1881 sayılı Matbuat Kanunu ile yetinilmemistir. 1936’da 3038 sayılı yasa ile Türk Ceza Kanunu’na eklenen 141 ve 142. maddelerdeki hükümler, 1938’de 3531 sayılı ile daha ağırlastırılmıs, ancak ele aldığımız dönem içinde 1946 yılında 4934 sayılı yasa ile maddeye “ Memleket içinde, cemiyetin siyasî veya hukukî herhangi bir nizamını zorla değistirmek gayesiyle cemiyet tesis, teskil, tanzim veya sevk ve idare eden kimse ” lerin Cezalandırılacağı hükmü eklenmiştir. Böylece, bu maddenin uygulama alanı içine sol girisimler ve partiler de alınmıstır.6 142. Madde ise, bu amaçla propaganda yapmayı cezalandırmakta ve bu propagandanın basın yoluyla yapılmasını, öngörülen cezayı yarı oranında arttırmayı hükmetmektedir. Bu, 7,5 yıl ağır hapis cezasına eşdeğerdir. 

Bu dönemde ve sonraki yıllarda tanık olunacağı üzere, toplumsal ve ekonomik düzene yöneltilen hemen hemen her türlü elestiri 142. madde kapsamında değerlendirilmiştir. 

20 Kasım 1940’ta İstanbul ve daha yedi ilde ilan edilen sıkıyönetim de basın üzerinde ciddî bir denetim ve yönlendirmede bulunmustur. Gazete ve dergi kapatma yetkisini geniş bir biçimde kullanmıştır. İstanbul’un basının merkezi olduğu ve yine sıkıyönetim kapsamı içinde bulunan Ankara’nın da basın dünyasın da ikinci önemli kent olduğu düşünülürse, sıkıyönetimin basın üzerinde çok büyük bir denetim kurduğu söylenmelidir. 

4 Server İskit, Türkiye’de Matbuat İdareleri Ve Politikaları, Ankara, Basvekâlet Basın Ve Yayın Umum Müdürlüğü Yayını, 1943, s. 312. 
5 A.e., s. 335. 
6 Çetin Özek, 141-142, Dstanbul, Ararat Yayınevi, 1968, s. 127. 


1.2. Basında CHP Egemenliği 

Bu yıllarda Gazete sahiplerinin ve yazarlarının büyük çoğunluğu CHP Milletvekili ya da bu partinin üyesidir. 1939 tarihli CHP Nizamnamesi’nin 160. maddesi bunlara parti çıkarlarına ve siyasetine uygun, hükümetin uygulamalarını kamuoyuna benimsettirici yayın yapmak ve bu çizgide olmayan yazı ve haberleri yasaklamak yükümlülüğünü getirmiştir.7 Bu dönemde baslıca partili yazarlar şunlardır: Yavuz Abadan, Falih Rıfkı Atay, Fazıl Ahmet Aykaç, Abidin Daver, Vedat Dicleli, Nihat Erim, Ahmet Sükrü Esmer, Sadi Irmak, Recep Peker, Necmeddin Sadak, Resat Semsettin Sirer, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ahmet Kutsi Tecer, Esat Tekeli, Asım Us, Hüseyin Cahit Yalçın, Suut Kemal Yetkin… Bu dönemde birçok yazarın CHP’ye yakın olması denetim ve yasal düzenlemelerin yapılmasını engellememiştir. 

1.3. Uygulama 

Görüldüğü gibi, gerek yasal düzenlemelerle, gerek kurumsal denetimle ve sıkıyönetim tarafından getirilen kısıtlamalar nedeniyle II. Dünya Savası boyunca basın özgürlüğünden söz etmek olanaksızdır. Ancak, bu yılların bir dünya savasının dünyayı sardığı ve sınırlarımıza dayandığı yıllar olması, bu durumu doğal karsılamayı zorunlu kılmaktadır. 

Başbakanlık önce Basvekâlet Matbuat Bürosu, arkasından da Basvekâlet Basın-Yayın Umum Müdürlüğü aracılığı ile basında hangi haberlerin ne biçimde yer alacağını ve hangilerinin yer almayacağını sağlamıstır.8 Bununla birlikte, bu konuda asırılığa kaçıldığı da görülmektedir.9 Nadir Nadi, bu kısıtlamaların gerçekte hükümetin ne olursa olsun hiçbir sekilde elestirilemeyeceği anlamına geldiğini belirtmektedir.10 
Sıkıyönetim ise, 
Cumhuriyet gazetesini 2, 
Tan’ı 4, 
Vatan’ı 4, 
Tasviri Efkâr’ı 4, 
Haber’i 2, 
Vakit, Yeni Sabah ve Akbaba’yı 1’er kez kapatmıstır. 
Ayrıca Hükümet de 
Cumhuriyet’i 3, 
Tan’ı 4, 
Vatan’ı 5, 
Tasviri Efkâr’ı 4, 
Son Posta’yı 4 ve 
Vakit ile Akbaba’yı 1’er kez kapatmıstır.11 

7 Cemil Koçak, “Dkinci Dünya Savası Ve Türk Basını”, Tarih Ve Toplum Dergisi, Cilt VI, 1986, s.286. 297. 
8 A.e., s. 312. 
9 Uygulamadan örnekler için bkz. Alpay Kabacalı, Türk Basınında Demokrasi, 2. basım, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1999, s. 160-161. 
10 Nadir Nadi, Perde Aralığından, 2. basım, Dstanbul, Cumhuriyet Yayınları, 1965, s.22. 
11 Alpay Kabacalı, Baslangıçtan Günümüze Türkiye’de Basın Sansürü, Dstanbul, Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, 1990, s. 143. 

2. ÇOK PARTİLİ DÖNEM 

2.1. Yasal düzenlemeler 

II. Dünya Savası’nın sona ermesiyle birlikte iç ve dış kosullar nedeniyle, bilindiği gibi, çok partili düzene geçilmistir. Çok partili düzenin baslaması ile tek partili dönemde geçerli kılınmış bazı yasalarda değisiklikler yapılması ve ayrıca yeni yasalar çıkarılması, çok partili demokratik düzene aykırı olan düzenlemelerin kaldırılması yoluna gidilmiştir. Bu “ Demokratikleşme ” sürecinde basını cendere altında tutan önlemlerin kaldırılması ayrı bir önem tasımaktadır. Basın özgürlüğü nün olmadığı bir yerde demokrasinin de olamayacağı o dönemde sıkça dile getirilen bir konu olmustur. Basın alanındaki bu demokratiklesme sürecine Türk Ceza Kanunu’nun 142. maddesi alınmamış, tersine kapsamı daha da genisletilerek uygulanması sürdürülmüsse de, Türkiye’nin demokratikleşme süreci olarak nitelendirilen bu dönemde basın 
özgürlüğünün sağlanmasına yönelik uygulamalar söz konusudur. Eski dönemin izlerini silmek adına bazı uygulamalar söz konusudur. Öncelikle hükümete gazete ve dergi kapatma yetkisi veren, 1881 sayılı Matbuat Kanunu’nun 50. maddesi değistirilmistir. TBMM’nin 13 Haziran 1946 tarihinde kabul ettiği söz konusu madde değisikliğinde, bundan böyle bir yayın organının ancak mahkeme kararı ile kapatılabileceği öngörülmüstür.12 
Bu değişikliği basın suçlarından mahkum olanlar için bir af yasası çıkarılması izlemistir. 14 Haziran 1946’da TBMM tarafından kabul edilen bu af yasasına göre; 

“ Gazete, Kitap veya mecmua vasıtasıyla veya 1881 sayılı Matbuat kanununa aykırı hareket suretiyle 7.VI.1946 tarihine kadar islenmiş olan suçlardan dolayı kovusturma yapılamaz. Bu suçlar sebebiyle verilmiş olan cezalar ortadan kaldırılmıştır.” 

12 TBMM TD, C. XXII, s. 222. 


Böylesine olumlu bir yasal girisime karsın sıkıyönetimin varlığı basın özgürlüğü açısından bir sorundur. Savaş nedeniyle alınmış olan önlemlerin basında gelen sıkıyönetim, savasın bitmesine karsın, iki yıl daha sürmüş ve ancak 22 Aralık 1947’de saat 24.00’te kaldırılmıştır.13 


2.2. Uygulamada Basın Özgürlüğü 

Çanakkale, Edirne, Dstanbul, Kırklareli, Kocaeli ve Tekirdağ illerinde 2 yıl daha süren sıkıyönetim basın üzerindeki denetimini aynen sürdürmüştür. 
Örneğin; 1946 milletvekili seçimlerinin sonuçlarının basında tartısılmaya başlanması üzerine İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı gazetelere 24 Temmuz 1946 tarihli şu Tebliğ ” de bulunmuştur: 

“…..Bazı Gazetelerin bilhassa seçim sonuçları hakkında vatandasları şüpheye düsürücü ve bu yüzden memleketin huzurunu sarsıcı ağır neşriyatın[a] devam ettiği görülmektedir. Sıkıyönetim bölgesinde bu gibi ağır tahriklere müsaade edilmeyeceği ve bu kabil yazılara karsı Sıkıyönetim Komutanlığının harekete geçeceği tebliğ olunur. 
 _ Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Asım Tınaztepe.”14 

Bu tebliğe uymadıkları gerekçesiyle Yeni Sabah ve Gerçek gazeteleri süresiz olarak kapatılmışlardır. Arkasından Tasvir ve Demokrasi gazeteleri de aynı akıbete uğramışlardır.15 

Demokrat Parti, Sıkıyönetim’in bu gibi uygulamaları karsışında harekete geçmek zorunluluğunu duyarak Başbakan lık’a başvurmuştur. Buna ilişkin gazete haberi, 

“ D.P. Sıkıyönetimin devamının Anayasaya aykırı olduğu[nu], Tarafsız davranmadığını, İstanbul’da basına baskı yaptığını söyleyerek kaldırılması için Başbakanlığa dilekçe veriyor ” 16 biçiminde kamuoyuna yansımıştır. 

Çok partili demokratik düzenin daha baslangıcında basın özgürlüğüne gölge düsmüstür. Zekeriya Sertel’in sahibi ve basyazarı olduğu ve hükümete muhalif yayın yapan Tan gazetesinin idare binası ile basımevi, Demokrat Parti ileri gelenlerinin de yazar kadrosunda yer alması düsünülen ve kurulusuna da katkıda bulundukları Tan Basımevi’nde basılan Görüşler Dergisi, 4 Aralık 1945 günü, büyük bir kalabalık tarafından basılarak tahrip edilmiştir. 

13 Ulus, 23 Aralık 1947. 
14 Vatan gazetesinin 25 Temmuz 1946 günlü sayısında yayınlanmıstır. 
15 Vatan, 22 Nisan 1947. 
16 Vatan, 29 Temmuz 1946. 



Bu olay, gazetenin ve derginin yayın yasamını sona erdirmiştir.17 

Zekeriya Sertel’in ve esi Sabiha Sertel’in gazetede yer alan yazıları incelendiğin de, ana fikir olarak, CHP iktidarının demokrasiye geçiş söylemlerinin içtenlikli olmadığı, zaten gerçekte bir diktatör olan İsmet İnönü’nün bu geçişi yapamayacağı, ama Amerika Birleşik Devletlerinin destek ve yardımını sağlamak ve bu ülke yardım için demokratik bir rejimi şart koştuğu için demokrasiye geçildiği kanısının uyandırıldığı konularının işlendiği ve başka alanlarda da CHP iktidarının sert bir biçimde eleştirildiği görülür.18 
Zekeriya Sertel, daha sonra Anılarında bu konuda söyle demiş bulunmaktadır: 

“İnönü, Amerika’ya dayanabilmek için, Lafta olsun Demokrat görünmeye çalısıyordu. Demokrasiden yana olduğuna dış âlemi inandırmak zorundaydı. 
Çünkü, Amerika, Türkiye’nin bir Diktatörlük olmasını beğenmez görünüyor, Demokratik bir düzene geçemedikçe Türkiye’ye yardım elini uzatamayacağı izlenimini veriyordu.”19 

Bu noktada belirtmek gerekir ki, Savas’ın bitiminde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, 19 Mart 1945 tarihinde Türkiye’ye bir nota vererek 1925 yılında iki ülke arasında imzalanmış olan Türk - Sovyet Tarafsızlık Ve Saldırmazlık Antlaşması’nı feshettiğini, 7 Haziran 1945 günlü bir nota ile de doğu sınırımızda kendi lehine değişiklikler yapılmasını, Boğazlar’ın yönetiminde Türkiye ile birlikte bulunmak istediğini ve kendisine üs verilmesini bildirmiştir.20 

Bu durum, Türkiye’nin ABD ve İngiltere’nin yardımını isteme gereksinimini doğurmuştur. Dolayısı ile Tan’ın bu yayınlarının hükümeti rahatsız ettiği anlaşılmaktadır. 

17  4 Aralık 1945 sabahı saat 10’da Dstanbul Üniversitesi öğrencilerinden olusan bir grup öğrenci Beyazıt Meydanı’nda toplanıp Babıâli’ye yürüdüler. Babıâli’deki Tan gazetesi ve sol yayınları satan kitabevleri yağmalandı. Ardından da grup, Beyoğlu’na giderek Görüsler Dergisi, Yeni Dünya ve La Turquie gazetelerine saldırdı. Bkz. Ek-2. 





18  Zekeriya Sertel’in bu konuyu ele alan baslıca basyazıları için bkz. Tan, 22 Ağustos 1945, 8 Eylül 1945, 15  Eylül 1945, 21 Eylül 1945, 7 Ekim 1945, 20 Kasım 1945, 22 Kasım 1945, 23 Kasım 1945, 30 Kasım 1945; Sabiha Sertel’in yazıları için bkz. Tan, 5 Ağustos 1945, 24 Ağustos 1945, 2 Eylül 1945. Bkz. Ek-3. 

19 M. Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım (1905-1950), Dstanbul 1968, s.259. 

20 Gelismelerin ayrıntıları için bkz. Feridun Cemal Erkin, Türk-Sovyet Dliskileri Ve Boğazlar Meselesi, Ankara, 1968. 



Tan’a saldırıyı tetikleyen Hüseyin Cahit Yalçın’ın 21 

3 Aralık 1945 günlü Tanin Gazetesinde yayınlanan “ Kalkın Ey Ehli Vatan ” başlıklı yazısı olmuştur. 

CHP’li olan Yalçın, Sovyet ve komünizm tehdit ve tehlikesinden söz etmekte, bu tehdide karşı “ Mücadele her vatandaşın hakkı ve vazifesidir ” ve “ Bu işte cevap hükümete düşmez, söz, eli kalem tutan gazetecilerin ve hür vatandaşlarındır ” çağrısında bulunmuştur. Bu yazıyı bir işaret gibi algılayan hükümet yanlısı gençler, ertesi gün polisin de önlem almamasından yararlanarak Tan gazetesi ve Görüsler dergisine saldırmıslardır. Tan, Görüşler tahrip edilecek ve bir daha yayınlanamayacaklardır. Sıkıyönetimin de hiçbir engellemede bulunmaması, olayı gerçeklestirenlerden hiçbirinin yakalanmaması ve yargı önüne çıkarılmaması ayrıca dikkat çekicidir.22 

Diğer yandan, Türk basın tarihinin önemli yayın organlarından Marko Pasa, muhalif yayın nedeniyle peş pese kapatılma cezasına çarptırılmıstır. Aziz Nesin ve Sabahattin Ali tarafından kurulan Marko Pasa, yazarları arasında Rıfat Ilgaz ve Haluk Yetis’in yer aldığı, karikatürleri ile Mim Uykusuz’un katkıda bulunduğu 23 Muhalif çizgisiyle ilk sayısı 25 Kasım 1946 tarihinde24 olmak üzere yayınına baslamıstır. Marko Pasa ve devamı gazetelerin isledikleri ve eleştirdikleri konular, Türkiye’de yabancı asker bulundurulması, yabancı sermaye, irticanın yeniden gündeme gelmesi, yoksulluk, yolsuzluk… v.b olmuştur. 

Kısa sürede yüksek tiraja ulasmıssa da arka arkaya kapatılması, yazarlarının da sıklıkla tutuklanması nedeniyle düzenli bir biçimde yayını sürdürememistir. 
Hükümete yönelttiği elestiriler yüzünden kapatılması nedeniyle, Malumpasa adıyla yayınını sürdürmek istemistir. Malumpasa da kapatılınca bu kere Ali Baba adını almışsa da yeniden bir kapatılma cezasından kurtulamamıstır. 


Tan olayı üzerine Zekeriya Sertel’in Hatırladıklarım, 1905-1950 (İstanbul 1968) ve Sabiha Sertel’in Bir Roman Gibi, 1919-1950 (Ant Yayını, Dstanbul 1969) adlı anılarının ve Alpay Kabacalı’nın adı geçen Türk Basınında Demokrasi kitabının yanı sıra çok sayıda yayın yapılmış bulunmaktadır. Bu çalısmada bunlardan yararlananların baslıcaları şunlardır: 

Oral Çalışlar, “ Tan Matbaası Davası Bitti Mi? ”, 

Cumhuriyet, 4 Aralık 1945; Alpay Kabacalı, “Tan Olayı ”, Tarih ve Toplum Dergisi, C.IV. 1985, s.374378; Yıldız Sertel, “Çok Satan, Ciddî Günlük Gazete Tan”, Cumhuriyet Dergi, 28 Ocak 1996; Yıldız Sertel, “ Özgürlük Savasçılarına Baltayla Saldırı ”, Cumhuriyet, 4 Aralık 1995; Yıldız Sertel, “ Tarihten Bir Yaprak –Tan Olaylarının Perde Arkası ”, 

Cumhuriyet, 1 Aralık 1998; Hıfzı Topuz, “ Tan ve Bitmeyen Devlet Terörü ”, Cumhuriyet, 4 Aralık 1995; Mete Tunçay, “ Tek Parti Döneminde Basın – 1925 Takrir-i Sükun’dan Tan Olayına”, Tarih ve Toplum Dergisi, C.VII, 1987, s. 48-49; Çetin Yetkin, “Tan Gazetesi Olayı ” başlıklı bölüm, Karşıdevrim, 1945-1950, Antalya, Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk Yayınları, 6. basım, 2007, s.463-476. 

23 Bkz. Ek-6. 
24 Bkz. Ek-5. 

2. Cİ  BÖLÜMLE DEVAM  EDECEKTİR



..

22 Ocak 2016 Cuma

1945 -1950 ARASI DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE BASIN




1945 -1950 ARASI  DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE BASIN



Oy uğruna dini siyasallaştırma adımını atan CHP, bir adım daha ileriye giderek Türk Devrimi'nin kurumlarını bugün olduğu gibi yasa çıkararak ortadan kaldırma gayretine giriyordu. Prof. Dr. Çetin Yetkin'in tespitine göre 1 Mart 1950'de TBMM "Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklarla Birtakım Unvanların Meni ve İlgasına Dair olan 677 Sayılı Kanunun 1. Maddesine Bir Fıkra Eklenmesine Dair Kanun" kabul edilerek türbelerin yeniden açılması, yeniden türbedarlıklar kurulması yasa ile gerçekleştiriliyordu. (TBMM TD, Dönem 8, C.XXV-I Toplantı 4, Bileşim 57, 1 Mart 1950, Oturum 1, S. 36)


KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE TÜRKİYE 


Küreselleşme sürecinin Türkiye üzerindeki etkileri incelenmeye başlandığında, ilk göze çarpan husus, Türkiye’nin küreselleşmenin yukarıda bahsedilen tüm boyutlarından dünyadaki birçok ülkeye kıyasla, oldukça yüksek bir düzeyde etkilenmekte olduğudur. Bu durumun temel bir nedeni, Türkiye’nin jeo-stratejik konumundan kaynaklanmaktadır. Türkiye, Batı’yla Doğu’nun, Kuzey’le Güney’in buluştuğu bir noktada, Avrasya’nın merkezinde yer almakta olup, küreselleşmenin etkilerine geniş oranda açık durumdadır. Türkiye’nin küreselleşme sürecinden büyük ölçüde etkilenmekte olmasının diğer bir nedeni de coğrafyasında barındırdığı insan topluluğunun özelliğine ilişkindir. Türkiye, sahip olduğu özel coğrafi konumu ve köklü tarihi nedeniyle kültürler ve medeniyetlerarası diyaloğa ev sahipliği yapan bir ülke konumundadır. Esasen farklı insan toplulukları arasındaki ilişki ve etkileşimlerin radikal bir şekilde artışı olarak tanımlanan küreselleşmenin, bu özelliği haiz bir ülkeye büyük ölçülerde etki yapması kaçınılmazdır. Küreselleşmenin Türkiye üzerindeki etkilerini, küreselleşmenin mevcut tüm boyutları çerçevesinde gözlemlemek mümkündür. Örneğin, ekonomik küreselleşmenin dina Uluslararası Ekonomik Sorunlar 33 Fırat BAYAR miklerine uyum sağlamak ve dünya ekonomisi ile bütünleşebilmek amacıyla Türkiye ekonomisi, 1980 sonrasında köklü bir yapısal değişim geçirmiştir. Bu dönemde, korumacı ve ithal ikameci ekonomik yapı, yerini serbest pazar ve ihracat teşviklerine dayanan, dış ticaretin, kurun, faizin ve sermaye hesabının serbestleştirilmiş olduğu bir yapıya terk etmiştir. Benzer şekilde, mevcut siyasi küreselleşme trendleri çerçevesinde, Türkiye, özellikle son dönemde demokratikleşme, hukukun üstünlüğü, insan hakları, kadının statüsü gibi konuların yanında şeffaflık, hesap verebilirlik gibi temel yönetişim ilkelerinin yerleştirilmesi ve uygulanması çerçevesinde büyük mesafe katetmiştir. Tabiatıyla, bu süreçte, Türk halkının kalkınma çabalarını evrensel değerler zemininde yürütme iradesi de etkili olmaktadır. Öte yandan, küreselleşmenin güvenlik boyutu, Türkiye’yi uluslararası terörizmle mücadele, silahların kontrolü ve silahsızlanma, yasadışı göç, insan ticareti, organize suç, yolsuzluk, uyuşturucu ticareti ve karaparayla mücadele gibi konularla çok daha kapsamlı ve derin bir şekilde ilgilenmeye zorlamakta, bu konularda bölgesel ve uluslararası işbirliğinde öncü rol almaya yöneltmektedir. 

Küreselleşmenin çevresel/demografik boyutu da Türkiye üzerinde türlü etkilerde bulunmaktadır. Örneğin, çevre dostu üretim ve tüketim, Türkiye’de giderek artan bir şekilde dikkate alınmaya başlanmıştır. Benzer şekilde, küreselleşmenin demografik boyutunun etkisiyle, ülke genelindeki nüfus artış hızının düşme eğilimine girdiği gözlenmektedir. Son olarak, Türkiye’nin küreselleşmenin kültürel boyutundan da yaygın bir biçimde etkilendiği, bu bağlamda, Türk toplumunun beğeni ve ilgi alanlarının, özellikle son yıllarda, ciddi bir değişim ve dönüşüm sürecinden geçtiği söylenebilir. Ancak, bu, küresel düzeyde tanınan kültürel ve üretim biçimlerinin Türkiye’de yer etmesi kadar, Türk kültür öğelerinin uluslararası tanınırlığının da artması şeklinde gerçekleşmektedir. Yukarıda değinilen tüm hususlar, küreselleşme sürecinin Türkiye üzerindeki etkilerine ilişkindir. Bu çerçevede, son olarak değinilmesinde yarar görülen konu ise Türkiye’nin küreselleşme sürecinin olumlu yönde ilerleyebilmesi için ne ölçüde katkı- da bulunabileceğidir. Bir başka deyişle, Türkiye’nin de belirli ölçülerde küreselleşme sürecine etki etme kapasitesi bulunmaktadır. Bunun temel nedeni, bu çalışmanın ilk 34 Uluslararası Ekonomik Sorunlar Küreselleşme Kavramı ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye bölümünde ifade edildiği üzere, küreselleşme sürecinin tek yönlü olarak ilerlememesi, son derece dinamik bir süreci içermesi ve karşılaştığı yeni unsurları bünyesine katarak sürekli biçimde sentezlenen bir yapısı olmasıdır. Bu çerçeveden baktığımızda, Türkiye’nin, jeo-stratejik konumu itibariyle küreselleşmenin siyasi/güvenlik boyutu çerçevesinde önemli bir role sahip olduğu görülmektedir. 

Türkiye, Balkanlar, Kafkaslar, Karadeniz, Orta Doğu, Akdeniz ve Orta Asya ile Avrupa’nın doğal kesişim noktasında bir istikrar unsuru olması itibariyle öncelikle bölgesel, sonrasında uluslararası istikrarın sağlanmasında önemli bir rol almakta, bu itibarla küreselleşmenin siyasi/güvenlik boyutuna olumlu yönde katkıda bulunmaktadır. Türkiye’nin 17 Ekim 2008 tarihinde BM Genel Kurulunda yapılan oylama neticesinde 2009-2010 dönemi için BM Güvenlik Konseyi Geçici Üyelik adaylığına seçilmesi, bu çerçeveden bakınca daha anlamlı bir hale gelmektedir. Türkiye’nin bu kendine özgü jeo-stratejik konumu, ekonomi alanında da önemli sonuçları beraberinde getirmektedir. Bu durum, kendini özellikle enerji alanında göstermektedir. Dünyanın enerji kaynakları bakımından en zengin olduğu bölgelere komşu olan Türkiye, petrol ve doğalgaz rezervlerinin Doğu-Batı istikametinde taşınması konusunda iktisadi açıdan en kısa ve en az maliyetli güzergahı sunmaktadır. 

Türkiye’nin katkılarıyla Doğu-Batı Enerji Koridoru Projesi’nin gerçekleştirilmesi, bölgesel olduğu kadar küresel anlamda da ekonomik sonuçlar doğuracaktır. Son olarak, Türkiye’nin küreselleşmenin kültürel boyutuna yapabileceği katkı üzerinde durulması uygun olacaktır. Kendine özgü tarihi ve kültürel yapısı ile Türkiye, medeniyetlerarası uyumun en önemli örneklerinden birini oluşturmaktadır. Türkiye, tüm dünyaya, kültürel çeşitliliğin bir tehditten ziyade bir zenginlik olduğunu göstermeye çalışmakta, kültürler arasındaki yanlış algılama, önyargı ve kutuplaşmaların önlenmesi için her türlü platformda aktif çaba sarfetmektedir. Anılan çabalar, küreselleşmenin kültürel boyutunun olumlu bir yönde ilerlemesi için önemli bir katkı olarak algılanmalıdır. Bu çerçevede, 2005 yılında Türkiye ve İspanya’nın eş-sunuculuğunda hayata geçirilmiş olan Medeniyetler İttifakı girişimi, bu katkının en somut örneklerinden birini oluşturmaktadır.


http://www.mfa.gov.tr/data/Kutuphane/yayinlar/EkonomikSorunlarDergisi/sayi32/firatbayar.pdf

..