Cumhuriyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cumhuriyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Mart 2017 Çarşamba

12 Eylül Askeri Darbesi ve Basın;


12 Eylül Askeri Darbesi ve Basın;


( BAŞKA BİR BAKIŞ AÇISI ELE ALINAN  VE O DÖNEMİ ANLATAN YAZI)
OKUYALIM..

Medya gerek açıktan gerekse de haberleri sunuş şekliyle darbeyi destekledi. Darbeye veya orduya dair herhangi bir olumsuz haber veya yazı yayınlayan gazeteler veya dergiler sansür, toplatılma veya süresiz kapatma gibi yaptırımlarla karşı karşıya kaldı.

İktidar mücadelesinde hangi yönetim biçimi olursa olsun siyaset ile iletişim araçları arasında ilişki her dönemde var olmuştur. Çünkü her iktidar kendi varlığını sürekli meşru kılmak zorundadır. İktidarlar, iletişim araçlarıyla bir yandan kendi meşruluğunu sağlamaya çalışırken, diğer yandan politikalarının kamuoyunca desteklenmesini ve uygulanmasını amaçlar. Siyasi otoriteler veya iktidarlar belirli konuların kamuoyuna açıklanması ve toplum fikirlerinin yönlendirilmesi için medyayı kullanır.
Medya politikası oluşurken kimi zaman sansür, toplatma, yasaklama ve kapatma gibi baskı politikaları uygulanır, kimi zaman da kaba müdahaleler değil, uygun çizgide düşünen personelin seçilmesi ve editörler ile çalışan gazetecilerin kurum politikasıyla uyumlu öncelikleri ve haber değeri kriterlerini içselleştirmeleri sağlanmaya çalışır. Medya devletin sözde amaçlarını gerçek diye kabul eder, devletin politikasının ve eylemlerinin gerçek nedenlerini ender olarak araştırır.

Medya ve siyaset arasındaki bu ilişki Türkiye siyasi tarihi içinde de karşımıza çıkıyor. Türkiye toplumunda siyaset odaklı değişim 1960, 1971 ve 1980 askeri darbeleri ile kesintilere uğramış ve genelde basın siyasetin askeri çözümlerle belirlenen çizgileri karşısında destekleyici oldu. Zira iktidarların basın üzerindeki kontrolü, basın yasaları ila, kâğıt fiyatları, resmi ilan ve reklam gelirleri, ucuz maliyetli kredi kullandırma ve dağıtım gibi alanlarda belirleyicidir. Aksi halde, medya sansür, toplatma ve kapatma cezaları ile ilan ve reklâm gelirlerinden pay gibi yaptırımlarla karşı karşıya kalabilir. Dolayısıyla gündem yaratma, kanaat ve tutum oluşturma, kamuoyu oluşturma, siyasallaştırma gibi işlevleri bulunan medya, askeri darbelerin ve iktidarları meşruiyetlerini sağlama aracı olur. Özellikle 12 Eylül 1980 darbesi ve darbeyle oluşturulan yeni yönetimin meşruluğunun sağlanmasında medya önemli bir araç oldu.

Darbeyi gerçekleştirenler, darbenin ilk gününden itibaren radyo televizyon ve gazeteler aracılığıyla propaganda çalışmaları yürüttü ve darbenin meşruluğunu ileri sürmeye çalıştı. Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, oluşturulan Milli Güvenlik Konseyi'nin kararıyla sık sık TRT ekranlarına çıktı ve darbenin gerekçelerini sıralayarak kamuoyunu darbenin meşruluğu konusunda ikna etmeye çalıştı.

Darbe öncesinde tirajı en yüksek olan gazeteler, Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet ve Tercüman'da yayınlanan haberlerde ve köşe yazılarında ülkenin içinde bulunduğu kaos sık sık büyük puntolarla okuyucuya sunuldu ve kaosun mevcut hükümetçe sona erdirilemediği belirtildi. Gazetelerde hemen her gün manşet sayfada sunulan haberlerden bazıları şöyleydi:

" Anarşik olaylarda 25 kişi öldü " (27 Ağustos 1980-Milliyet), " Ocak'tan Eylül'e Anarşi Raporu: 8 ayda 1606 ölü. Son aylarda günde ortalama 10 kişi terör olaylarında hayatını kaybediyor" (2 Eylül 1980-Milliyet), "Demirel'in 170 günlük iktidarında 1361 kişi öldü" (12 Mayıs 1980-Cumhuriyet), "Terör eylem için pilot iller seçti" (9 Eylül 1980- Hürriyet)

TBMM'de Cumhurbaşkanı'nın 100'den fazla oylama yapılmasına karşın seçilemediği, " Meclis'te yine havanda su dövüldü ", " Meclis aday, vatandaş iş bekliyor" başlıklı haberlerle kamuoyuna yansıtıldı. Sonuçta ülkenin bir kaos içinde olduğu ve bu kaosa TBMM'nin son veremeyeceği mesajı verildi. Hürriyet gazetesinin 10 Eylül'den itibaren yayınlamaya başladığı "Lider" isimli araştırma yazısı orduya davetiye olarak değerlendirilebilir. Saldun Tanjun imzalı araştırma yazısında "Liderlerin sinirleri çelik gibi olmalı. Lider kendisini izlemekten pişman olmayacağımız Mustafa Kemal gibi sabırlı, akılcı, insanı ve toplumu bilmeli. Lider iç tehlikeleri saptamasını bilmeli. Lider halkın bütününü zafere ulaştıran adamdır" deniliyordu.

Diğer yandan, Tercüman gazetesi de " Fikirler, Görüşler, Düşünceler " adlı yazı dizisiyle mevcut sorunların Anayasa'dan kaynaklandığını, 1961 Anayasası'nın değiştirilmesi gerektiğini aktardı. "Siyasi Hayat ve Anayasa Uygulamaları" başlıklı Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı imzalı yazı, "Bizim gülmeye takatımız kalmamıştır... Gülemiyoruz, fakat seyrediyoruz... Katlanıyor... Bekliyoruz... (7 Eylül 1980)", "Terörle Mücadelede Metod Meselesi" başlıklı Mehmet Demir imzalı yazı da "İtalyan usulünün benimsenmesi, ülke şartlarına uygun bir mücadele programının yapısal bir çözüm olarak düşünülmelidir." (9 Eylül 1980) sözleriyle bitirildi. Tercüman gazetesi aynı zamanda "Türkiye'de en büyük 300 firma yöneticilerinin görüşleri" başlığı altında düzenlenen anketin sonuçları, "Devlet, otorite boşluklarını giderip, yasaları hakim kılmadıkça, çalışma barışı sağlanamaz" mesajıyla verildi.

Darbeyi meşrulaştıran haberler ve köşe yazıları, 12 Eylül Askeri Darbesi'nin ardından da devam etti. Askeri darbe, Milliyet gazetesinde 12 Eylül tarihinde "Silahlı Kuvvetler yönetime el koydu", Tercüman gazetesinde 13 Eylül tarihinde "Silahlı Kuvvetler yönetime el koydu. MGK Başkanı Org. Evren Açıkladı: Yeni Anayasa Hazırlanacak", Hürriyet gazetesinde 13 Eylül tarihinde "Terörün sonucu: Yönetim Milli Güvenlik Konseyi'nde - Atatürk yolunda devam" başlığıyla okuyucuya sunuldu. Hürriyet gazetesi darbe yönetiminin kullandığı argümana uygun olarak, darbe haberine Atatürk'ün posterini ekleyerek, "Ne sağ, ne de sol../ Atatürk Türkiyesi doğrultusunda bir ülkenin haysiyetli kişileri olarak birlik içinde, dipdiri ve senin yolundayız / Şuna asla şüphen olmasın; Senin emanetin Cumhuriyet, ilelebet payidar olacaktır / Hainler, gafiller, tüm iç ve dış düşmanlar hakkettiklerini bulacaktır / Müsterih ol Atam" şiirini yayınladı.

Gazeteler darbe haberlerini verirken, dış basında darbeye ilişkin olumlu değerlendirmeleri de yayınlayarak, Avrupa'nın dahi darbeyi desteklediği mesajını verdi. Tercüman, "Dış Dünya: TSK'nın yönetime el koyması basın ve yayın araçları tarafından ilk olarak duyuruldu: Ordu Mecbur kaldı. (13 Eylül 1980)", Milliyet "Ordunun yönetime gelmesi dışta olumlu karşılandı (13 Eylül 1980), Hürriyet, "Observer: Teröristleri temizleyip yönetim sivillere devredilecek. (15 Eylül 1980) başlıklı haberlerle dış dünyanın darbeyi desteklediğini ileri sürdü. Darbenin gerçekleştiği haberlerinin yanı sıra "İstanbul Üniversitesi, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ülkede bütünlüğü sağlamak amacıyla tüm yurtta yönetime el koymasını kutladı. (15 Eylül 1980 - Hürriyet)" şeklindeki haberlerle akademik dünyanın da darbeyi desteklediği mesajları verildi.

Kanaat önderi kabul edilen köşe yazarları da darbeyi destekleyen açıklamalar yaptı. 

Hürriyet gazetesi yazarı Oktay Ekşi 17 Eylül 1980 tarihli köşe yazısında, " Türkiye tam bir onarım yönetimi altına girmiş bulunmaktadır. Bu yönetim, özgürlükçü demokratik sisteme ve Atatürk ilkelerine bağlı olanları tatmin edecek bir tutum içindedir" diyerek darbe yönetimine destek çağrısı yaptı. Darbe öncesinde sık sık Org. Kenan Evren'in "Anarşi yaratıcıları Ordu'nun yumruğu altında ezilecektir. Türk ulusu bağrından doğan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yarattığı güven ortamı içinde sonsuza kadar birçok bayramları refah ve mutluluklarla kutlayacaktır (30 Ağustos 1980)" benzeri açıklamalarına manşette veya ilk sayfada yer veren Tercüman gazetesinin tüm köşe yazarları darbeyi desteklemiştir. Sadece Nazlı Ilıcak 10 Eylül 1980 tarihli "Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete..." içerikli yazısını 14 Eylül 1980 tarihinde "Kıyamet koptu. Dünyanın sonu değilse bile, demokrasinin sonu geldi..." sözleriyle devam ettirmiş ancak hemen ardından 16 Eylül tarihindeki yazısında " Ümidimiz memleketimizin birlik ve beraberliğimizin son şansı olan Türk Silahlı Kuvvetleri harekatının başarısı ile neticelenmesidir " diyerek darbeyi meşru gösterdi. Basının darbeyi meşru gösteren yaklaşımı darbenin birinci yılında da sürdü. Darbenin birinci yılında Milliyet'in manşeti "Sağol Mehmetçik", Tercüman'ın manşeti "Huzur, 1 yaşında", Hürriyet'in manşeti "El ele, kol kola mutlu günlere gidiyoruz... Ve evet! Düzlüğe çıkıyoruz" oldu.

Medya gerek açıktan gerekse de haberleri sunuş şekliyle darbeyi destekledi. Zaten darbeye veya orduya dair herhangi bir olumsuz haber veya yazı yayınlayan gazeteler veya dergiler sansür, toplatılma veya süresiz kapatma gibi yaptırımlarla karşı karşıya kaldı. İlk olarak Arayış Dergisi ile Demokrat, Hergün ve Aydınlık gazeteleri temelli kapatıldı. Türkiye Gazeteciler Sendikası Ankara Şubesi Genel Sekreteri Mehmet Genç gözaltına alındı ve TGS Ankara Şubesi 9 Aralık 1980'e kadar kapatıldı. İstanbul'daki sekiz gazeteden Milli Gazete dört kez toplam 72 gün, Cumhuriyet dört kez toplam 41 gün, Tercüman iki kez 29 gün, Günaydın iki kez 17 gün, Güneş ve Milliyet birer kez toplam 10'ar gün, Tan bir kez 9 gün, Hürriyet iki kez toplam yedi gün kapatıldı. Bu gazetelerin yetkilileri ve yazarlarının defalarca ifadeleri alındı, her biri hakkında birçok dava açıldı, birçoğu mahkûm oldu, tutuklandı. Darbeden sonraki dört yılı kapsayan bir araştırmanın sonuçlarına göre; gazete ve dergiler 41 kez toplatıldı veya yayımı durduruldu veya kapatıldı. Bazı sıkıyönetim komutanlıkları, kimi gazetelerin, kendi sorumluluk bölgelerine sokulması ve satışını yasaklamışlardır. Yarıya yakını Bakanlar Kurulu'nca olmak üzere 927 yayın yasağı getirildi. Bu dönemde basın dışı suçlananlar hariç, gazeteci, yazar, çevirmen ve sanatçılara verilen mahkumiyet kararlarının toplamı 316 yıl, 4 ay, 20 güne ulaştı.

Yeni Anayasa'nın onaylatılması

12 Eylül'ün ardından hazırlık çalışmaları çok öncesinden başlatılan ve sürekli gündemde tutulan anayasa tartışmaları sonuca ulaşmaya başladı. 1961 Anayasası'nın "anarşi" ve "terör"e neden olduğuna ilişin başlatılan kampanyaya Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) gibi ekonomi kuruluşları da açıktan destek verdi. Tercüman gazetesince hazırlanan bir dizi Anayasa semineriyle birlikte daha otoriter ve baskıcı bir anayasanın ideolojik temelleri atıldı. Bu seminerlerde oluşturulan "yeni anayasa"ya ilişkin önerilerin birçoğu 1982 Anayasası'nda yer aldı. Darbenin ardından bu kez SİSAV tarafından düzenlenen ve Tercüman gazetesi yazarları ile Aydınlar Ocağı yöneticilerinin danışman ve konuşmacı olarak katıldıkları seminerlerde dile getirilen düşünceler yeni anayasanın ideolojik çatısını oluşturdu.

Hazırlanan 1982 Anayasası'nın propagandası gerek ekonomi kuruluşları gerekse de bizzat darbeyi gerçekleştirenler tarafından basın aracılığıyla yapıldı. Kenan Evren TRT'de ve gazetelerde yeni Anayasa'yı tanıtıcı açıklamalar yaptı. Evren'e göre "Anayasa'ya Hayır" diyenler vatan hainleri, dış güçlerden emir alan anarşist ve teröristlerdi. Evren'in tanıtım faaliyetleri kapsamında Adana'da yaptığı konuşmada şu sözleri dikkat çekicidir: "Nusuh ile uslanmayanı etmeli tekdir/Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir. Gençler belki bilmez, bizde bu beyit çok yaygındır. Yani önce nasihat et, sonra ikaz et, en sonunda döversin. Biz önce işi nasihatle halletmeye çalışıyoruz".

Aynı günlerde sıkıyönetim komutanları da "Anayasa'ya Hayır" diyen "anarşist" ve "teröristlerin" yakalanacağını açıkladı. Anayasa halk oyuna sunuluncaya kadar, gazetelerde ve televizyonda Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren'in açıklamaları, haberlerde ve köşe yazılarındaki mesajlar, seminerlerde yapılan konuşmalar, ekonomi kuruluşları temsilcilerinin açıklamaları yeni anayasanın propagandasını oluşturdu. Aksini savunanlar ise gözaltı ve tutuklamalarla karşı karşıya kaldı, gazeteler sansürlendi veya kapatıldı. Sonuç olarak referanduma sunulan yeni Anayasa, halkın yüzde 91,27'sinin katılımıyla yüzde 91,37 kabul oyuyla kabul edildi.(EK/EÜ)

* Bu yazı Marmara Üniversitesi Radyo-TV bölümü yüksek lisans öğrencisi Evin Katurman'ın hazırladığı " 12 Eylül ve Basın: Toplumsal Rıza Nasıl Sağlandı? " başlıklı makalesinden kısaltılarak alındı.


http://www.bianet.org/bianet/toplum/93099-12-eylul-askeri-darbesi-ve-basin

***

9 Mart 2017 Perşembe

Şarkıya Fazla Kaptırmış Kendisini,


Şarkıya Fazla Kaptırmış Kendisini,


Selcan Taşçı,


Kapatma Davası ”ndan başlayıp  “ AKP’yi Hedef alan tehditler ” diye nitelendirdiği bir dizi olayı sıraladıktan sonra “ama” diyor;

Eski Türkiye ile mücadele etmek suretiyle, Yeni Türkiye’yi inşa etTİK...  O gün nasıl ki askeri vesayete karşı mücadele ettiySEK bugün de cemaat vesayetine karşı mücadele ediyoRUZ...  BİZİM karşı olduğuMUZ Ahmet’in ya da Mehmet’in vesayeti değil, doğrudan vesayetçi yapıya karşıYIZ... Gülen hareketi kendi hesaplaşmasını yapıp (...) hukuksuz uygulamalara imza atmış olabilirler. Bu (...) BİZİM askeri vesayet ve Ergenekon’la mücadeleMİZİN yanlış olduğu anlamına gelmez. Peki bu BİZE bir mükellefiyet yükler mi? Yükler. (...) cemaat ele geçirmek istediği yerlere, Ergenekon bayrağını sallamak suretiyle sızdıysa bunu tasfiye etmek göreviMİZ olmalı. O nedenle diyorum ki, geçmişte askeri vesayete karşı mücadele verDİK şimdi de cemaat vesayetine karşı mücadele edecegiz.

Bu satırları yazan kişi Yalçın Akdoğan olsa anlarım; nihayetinde AKP milletvekili, Başbakan’ın Başdanışmanı.
Yiğit Bulut olsa -eski yazılarını hatırlayıp çok gülerim ama- anlarım; nihayetinde Başbakan’ın danışmanı.
Ne bileyim Yıldıray Oğur olsa, Hilal Kaplan olsa, Ahmet Taşgetiren olsa -kendilerine “ödenek” tahsis edilmişti- “akil”lik  kontenjanından “kadrolu” sayılabilirler; anlarım.

Ve fakat  “birinci çoğul şahıs”  ekiyle AKP’nin bütün eylemlerini sahiplenen, kendisini de bu siyasal yapıya dahil eden kişi iktidara yakın da olsa halihazırda bir gazetenin Ankara temsilcisi. Bir gazetecinin bir siyasi yapıdan taraf olmasını dahi aylarca-yıllarca tartışmış medyamızın, meslek örgütlerinin, şimdilerde gazetecilerin “parti sözcüsü” gibi, “biz” diye manifestolar döşenmesini garipsememesi de epey garip değil mi! Ya televizyon kanallarının “Biz” diyerek AKP’ye yakın değil; resmen dahil olduğunu beyan etmiş birine hâlâ “gazeteci” sıfatıyla “propaganda” yaptırmaya devam etmesi?!
Muhalefetteki siyasi partilerden herhangi biri, gazeteciliğini AKP’nin siyasi mücadelesine adadığını ilan eden bu zatı herhangi bir etkinliğine davet edebilir mi bundan böyle? Gazetecilik yapmaya mı geliyor, ajanlık için mi; emin olabilir mi?

***
Yazıyı yazarken fonda  “Beraber yürüdük biz bu yollarda...”  çalıyordu belli ki; şarkıya fazla kaptırmış kendini!
Abdülkadir Selvi’ye AKP yöneticisi, sözcüsü, milletvekili, danışmanı, personeli vs. olmadığını sadece  “gazeteci”  olduğunu hatırlatmalı bence biri. Hayır, her şey bir yana bu “yanılsama” sağlığı için de tehlikeli...

Aydını Böyleyken, Kızılır mı Cahile

Medyanın halleriyle başladık  madem, devamını da öyle getirelim bugün.
Akif Beki ile Aslı Aydıntaşbaş’ın kısır/sonuçlanmamaya mahkum tartışmalarından birine denk geldim dün sabah.

Hafta içi hemen her sabah göründükleri ekran, Türkiye’nin sayılı haber kanallarından biri; CNNTürk. İkisi de gazeteci, yani “haberdar etmek”  öncelikli vazifeleri.

Aydıntaşbaş, güya Başbakan’ın yılbaşı gecesi yayınlanan “Millete Hizmet Yolunda” konuşmasını yorumlayacak.

Birinin, hele ki gazeteciyse, hele ki milyonların karşısına çıkıp da fikir beyan edecekse, konuştuğu konuda asgari ölçüde -ki asgari bilgi de yetmez yoruma, derinlemesine incelemeli ki çözebilmiş olsun aslında ne anlama geldiği-nasıl anlaşılması gerektiğini- bilgi sahibi olması beklenir değil mi?
Bu hanımefendide o yok işte!
Millete Hizmet Yolunda konuşması üzerine bayağı iddialı bir tonda ahkâm kesiyor ama ilk cümle şöyle
Galiba daha önce başka bir adı vardı... Şimdi adı başka...
Haydaaaa; biliyorum bu esprinin de suyu çıktı ama bahçıvansın  biberin yok, gazetecisin haberin yok demekten başka ne söylenir şimdi buna!
Ulusa Sesleniş ”ten “ Millete Hizmet Yolunda ”ya geçiş sırasında onca tartışıldı, sayısız köşe yazarı yazdı, bir dolu gürültü patırtı çıktı, ülkenin en köklü gazetelerinden birinin de yazarı olan Aslı Hanım’ın konuya alakası  “ Galiba adı başkaydı ” derecesinde! Neyse yayın sırasında biri mesajla bildiriyor da öğreniyor “Ne hakkında konuştuğu”nu!
Yorumun devamı şöyle:
Anladığım kadarıyla Duaları referans gösteriyor...
Üzerine yorum yaptığı konuşmayı izlememiş bile yani; başka gazetecilerin yorumlarından anladığı kadarıyla yorumluyor!

Dünkü Çocuk değil; Cumhuriyet, Yeni Yüzyıl, NTV, Sabah, Habertürk, Akşam, Milliyet, SkyTürk’ te çalışmış, Ankara ve Washington temsilcilikleri yapmış

Tecrübeli” varsaydığımız gazetecinin, ülkemizde gazeteciliğin hali bu işte!
Aydını bu seviyede olan memlekette nasıl kızalım cahile, cahilin tercihlerine!


***

20 Ekim 2016 Perşembe

Cumhuriyet Bugün Nerede Olmalıydı?





Cumhuriyet Bugün Nerede Olmalıydı?



EROL MANİSALI
01 Kasım 2008 Cumartesi


Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini 21. yüzyılın 2008’inde, bugün nasıl yorumlayabiliriz? Çağın gerekleri, içinde bulunduğumuz coğrafyanın koşulları ve küresel dengeler çerçevesinde Türkiye nasıl olmalıydı? 85 yılda hangi noktaya gelmeliydi?

Avrupa emperyalizmine karşı kurulan, çağdaş değerleri ve demokratik ölçütleri benimsemiş bir Türkiye’yi bugün nasıl tanımlayabiliriz? Atatürk ilkeleri ve devrimleri “bugünün koşullarıyla nasıl örtüştürülebilir”?

Şu ana başlıkları düşünmek herhalde yanlış olmaz;

1) Uluslararası ilişkilerde “ Karşılıklı çıkarlarını gözeten bir Türkiye” olmalıydı. Siyasette, iktisatta, kültürde, savunmada “Kendini ezdirmeyen, başkasını ezmeyen” bir Atatürk Türkiyesi ortaya çıkmalıydı.

2) Katılımcı demokrasinin kurulduğu, Sosyal sınıfların dengeli bir biçimde ulusal sisteme yerleştiği bir Türkiye görürdük. İşçisi, Köylüsü, Memuru, Sanayicisi kendi örgütlerini kurmuş; Siyasal ve sosyal sistem içinde dengelerini oturtmuş bir ülke olurdu Türkiye.

3) Sosyal ve LAİK bir hukuk devletinin yerleştiği bir düzen görülürdü. İktisatta, siyasette, Kültürde ve eğitimde uzun vadeli ulusal planları olan; ulusal politikalarını küresel dengelerle bütünleştirebilen bir Türkiye’de yaşardık.

4) Kendi bölgesindeki komşu ülkelerle iktisadi, siyasi, kültürel ve askeri örgütlenmeler içine giren; Batı ile Asya arasında dengeli bir biçimde yer alan; her ikisiyle de “ İyi ve normal ilişkiler kurmuş ” bir Türkiye görürdük karşımızda.

5) Dış güçlerin Sömürgeci taleplerini reddeden, Yeni kapitülasyon dayatmalarını geri çeviren bir Türkiye olurdu bugün. Hele hele, komşularına karşı yabancı sömürgeci güçlerle işbirliği yapan bir Türkiye hayal bile edilemezdi.

Ya Bugünkü Manzara…

2008 yılında geldiğimiz nokta olması gerekenlerle taban tabana karşıt;

- Uluslararası ilişkilerde karşılıklı çıkarlar yerine “yabancılarınkini öne çıkaran, ABD ve AB’nin denetimine sokulmuş bir Türkiye görüyoruz. Bilgisizlikten değil.. bile bile yapılmış.

- Katılımcı demokrasi yerine “ Washington, Londra ve Brüksel ile İçerdeki dinci ve sermayeci odakların Egemen oldukları ”, oligarşik bir yapılanma ile karşı karşıyayız.

- Sosyal ve laik hukuk devleti yerine tarikatların, cemaatlerin ve yabancı tekellerin sisteme yerleştirildiğini görüyoruz.

- Çağdaş değerler yerine 400-500 yıl öncesinin karanlık dönemlerini geri getirmeye çalışan çevreler etkilerini arttırıyorlar.

- Dış odaklarla içerdeki oligarşinin işbirliğini görüyoruz.

Neden böyle oluyor?

Oysa Türkiye Cumhuriyeti olağanüstü olanaklara hem içerde hem de dışarıda sahip oldu.Türkiye’nin elindeki bu olanaklar, “özellikle kullanılmadı”.

1961 Anayasası’nı, dış odaklarla işbirliği yapan iç oligarşi ortadan kaldırdı. Kimi zaman Amerika’nın güdümündeki generaller, bazen sermaye çevreleri, yakın zamanda ise sömürgecilerle işbirliğine başlayan dinciler Türkiye’nin elini kolunu bağladılar. Oysa Türkiye çok daha iyisini yapma olanaklarına fazlasıyla sahiptir.

Sorunun temelinde, “katılımcı demokrasiyi işletmeyenler” yatıyor.Türkiye bu kısır döngüyü kırmak ve gerçek demokrasiye, sosyal ve laik hukuk devletine ulaşmak zorunda.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında ilginç şeyler gözüme ilişti;

- Yabancılara satılan büyük şirketlerimizin yeni sahipleri “ Dev Türk bayraklı reklamlar ” vermişlerdi en büyük tirajlı gazetelerimize. Kendilerini gizlemek için “takıyye yapıyorlar”.

Cumhuriyetin altını oydukları anlaşılmasın diye Türk bayrağını maske olarak kullanıyorlar.

- İslamcı yapılanma için ellerinden geleni yapanların “ aynen yabancı şirketler gibi ”, bayrağı ve cumhuriyeti kalkan olarak kullandıklarını gördüm.

Çağdaş teknoloji ve yeni psikolojik savaş yöntemlerini iyi değerlendiriyorlar.

En garibime giden ise Abdullah Gül’ün “Coşkulu ve hızlı AB’ci olarak” tüm bürokrasiyi birkaç gün önce toplayıp yönetmesiydi. Hey gidi günler hey demekten başka ne diyebilirim ki…

Bu olay bile, “olmaması gerekenlerin nasıl gerçekleştiğinin nedenlerini tek başına anlatmaya yeter”.

“Amerikancı ve AB’ci” yönetimlerin Türkiye’yi 2008’de getirdiği nokta budur. Yarın (cumartesi) saat 13’te Cumhuriyet Kitap’ta (TÜYAP) buluşmak üzere…

Umudumuz hiç kaybolmasın, biz haklıyız ve büyük çoğunluğuz.. gerçek demokrasi mutlaka gelecektir…

www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali


http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/19354/Cumhuriyet_Bugun_Nerede_Olmaliydi__.html


14 Ağustos 2016 Pazar

KİM İT KİM YİĞİT? TOKTAMIŞ ATEŞİN KÜFÜRNAMESİ ÜZERİNE




KİM İT KİM YİĞİT? TOKTAMIŞ ATEŞİN KÜFÜRNAMESİ ÜZERİNE




Yeniden  Müdafaa-ı Hukuk  dergisi  Temmuz  2004  tarihli  70. sayısında  Toktamış Ateş’i  kapak   konusu  olarak, “ Bir Atatürkçü’nün Portresi ”  başlığı  ile, mercek altına  aldı.  Toktamış Ateş,  Atatürkçü ve  yurtsever kamuoyunda  tepki  yaratan  düşünce  ve  davranışlarının  eleştirildiği  derginin bu  son  sayısına  yanıtı,  Cumhuriyet  gazetesindeki köşesinden  kendine yakışır  tarzda  verdi !.. 

Verdiği  yanıtta  Ateş  şöyle  diyor :  “ Atatürkçülük  ve bağımsızlıktan  yana olduğu  iddiasındaki bir  dergi  son sayısında  gene  beni  hedef almış. En  aşağılık  bir  biçimde  saldırıyorlar.  Benzer  şeyleri daha  önce  de  yaptılar  ama  provokasyonlarına gelmedim. Zaten istedikleri  bu. Kimi avukat arkadaşlar  ‘Bunları  mahkemeye  verelim,  müthiş  tazminat  alırız’,  diye müdahale  ettiler. ‘Bunların parası  pis olur, elimizi kirletir’,  diye  önerilerine  yanaşmadım. Atalarımızın  dediği  gibi,  ‘ İt  ürür  kervan yürür ’…” 

Öncelikle belirtelim ki,  Yeniden  Müdafaa-i  Hukuk  dergisi  “Atatürkçülük  ve  bağımsızlıktan  yana  olduğu  iddiası”nda  değil.  Atatürkçü  ve  bağımsız  bir dergi !..  Yeniden  Müdafaa-ı  Hukuk  bugüne  kadar  savunduğu  çizgisi çerçevesinde  bu  nitelikleri  bir iddia  olmanın ötesine  taşıyarak  bizzat   ilkeli tutumu  ve  pratik  eylemi ile  ispatladı.  Ama  Cumhuriyet  karşıtı güçlere  yönelik  engin  bir  “hoşgörü”  sahibi,  II. Cumhuriyetçi  çevrelerin yoldaşı Toktamış  Ateş’in,  “..iddiasındaki”  vb.  ifadelerle  Yeniden Müdafaa-ı  Hukuk’u  sözde küçümsemeye çalışmasını  gayet iyi  anlıyor  ve normal karşılıyorum !..

İkinci  olarak  Toktamış  Ateş’i,  bu  bir paragraf içine  bu kadar  hakaretâmiz  ifadeyi  sığdırdığı  için  de,  kutlamak gerek !..  Şu  bir  paragraf  içinde  “provokatörlük”ten    “kirli para”  sahibi  olmaya kadar   her türlü mesnetsiz suçlama  ve hakaretâmiz ifade  mevcut… Üstelik  Toktamış  Ateş  “yanıtını”  bir  atasözü ile  bitirmiş : İt  ürür  kervan  yürür !..Bu  bağlamda  “it”likle  de  onurlandırılmış  oluyoruz !..

Madem  özdeyişlerle  birbirimizi  “taçlandıracağız”, biz  de  Anadolu’dan bir  atasözümüzü  hatırlatalım. Derler  ki,  “inkar  yiğidin  kalesidir.”

Toktamış Ateş kendisine  yöneltilen eleştirilere  yanıt  vermiyor,  veremiyor… Üstelik  bunları  inkar  da  etmiyor,edemiyor. 

Peki  ne  yapıyor ?  Sadece  hakaret  ediyor !   Çaresizliğin  belirtisi hakarete  sığınıyor…

Üstelik  Toktamış Ateş  bu  hakaretlerle  süslü  üsluba  sıkça  başvuruyor.   Fettullahçılardan  II. Cumhuriyetçilere  kadar   geniş  bir kesime  “hoşgörü”  ile  yaklaşan  Toktamış  Ateş,    başka yazılarında  Kemalistler  tarafından  yöneltilen eleştirilere,  “omurgasızlar”, “cahiller”, “süper  zekalılar”  vb. gibi  ifadelerle  yanıt vererek  “hoşgörüsünün”  sınırlarını çiziyor !..

Oysa    “yiğitçe”   bir  davranış sergileyip  eleştirileri  yanıtlaması  ve  suçlamaları  inkar etmesi gerekmez  mi ?

Abdurrahman  Dilipak  gibilerle  TV  programları  yapan kendisi  değil  mi ?

Adnan  Hoca  talebelerini   hoşgören  mektuplar  yazan  kendisi  değil mi ?

Fettullah  Hoca  ile  el ele  fotoğraflar  çektirip,  kitaplarına önsöz yazacak  kadar içli  dışlı  olan  kendisi  değil  mi ?

Bu  bakımdan  bazı  Cumhuriyet  yazarları  tarafından  eleştirilen  kendisi değil mi ?

“Kanun  kaçağı”  Gülay Aslıtürk’ü  kollayan  yazılar  yazan  kendisi  değil  mi ?

Rotaryenlerden  Atatürkçülük  ödülü  alan  kendisi  değil  mi ?

AKP’yi siyasal islam olarak  değerlendirmeyip, Cumhuriyet  için  bir  tehlike  olarak  görmeyen  kendisi değil mi ?

Toktamış Ateş’e  yöneltilen eleştiriler  bizzat kendi yazdıklarına  dayanmıyor  mu ? 

“Arayış”  isimli köşesinde  Fettullah Gülen’den  Oğuz  Özerden’e ;  Gülay Aslıtürk’ten   Abdurrahman  Dilipak’a  kadar  savunulmayan  kişi  kaldı  mı ?  

Ama  bütün  bunları dile  getirenler, bu soruları  soranlar  “ürüyen  itler”  oluyor !..

Bu şekilde  saldırılan  Yeniden Müdafaa-ı  Hukuk dergisinin Yayın  Kurulu’na  bir bakalım ve  öğrenelim,  bu hakaretleri  kimler  hakkediyor ?

ÇetinYetkin,  Metin  Aydoğan,  Mehmet  Başaran,  Dr. Alev  Coşkun, Prof. Dr. Cihan Dura,  Vural Savaş,  Av. Celal  Ülgen, Prof. Dr. Tahsin  Yücel…

Bilmem ki,  bu  insanları  tanıtmaya  ve  Toktamış Ateş’in  saldırılarına karşı  savunmaya  gerek var  mı ?   Laik,  demokrat, çağdaş  bir  Cumhuriyet’in  savunuculuğuna   yaşamlarını adamış  bu insanları  ve bu değerlerin  somutlaştığı  dergimizi  savunmaya  gerek mi ?

Sormak  gerekmez  mi,  kim  “it”  kim  “yiğit” ?

Takdir  tüm   Atatürkçü ve  yurtsever  kamuoyunundur.  

Ama  adını  Atatürk’ün  koyduğu,  Yunus  Nadi’nin kurduğu,   Nadir Nadi’nin kurumlaştırdığı  Cumhuriyet’te,   bu   “Arayış”ın  daha  ne  kadar  süreceğini  bilmek  de  o  kamuoyunun  hakkıdır.


http://mudafaaihukuk.blogspot.com.tr/2004/08/kim-it-kim-yigit-toktamis-atesin.html