Emine Ülker Tarhan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Emine Ülker Tarhan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ekim 2020 Pazar

BİR İHTİMAL DAHA VAR!

BİR İHTİMAL DAHA VAR!




İşçi Partisi, Aydınlık ve Ulusal Kanal çevresinin Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan, İhsanoğlu ve Demirtaş’ın dışında Cumhuriyetçi, laik ve demokrat güçlerin tercih edebileceği bir üçüncü aday çıkarmak için son dakikaya kadar mücadele ettiği biliniyor. Bu bağlamda CHP içinden bazı milletvekillerinin de desteğiyle Emine Ülker Tarhan’ın adaylığı gerçekleştirilmeye çalışıldı, ama aday olmak için gerekli olan 20 milletvekilinin desteği sağlanamadığından bu girişim başarısızlıkla sonuçlandı. Dolayısıyla Ağustos ayında Cumhurbaşkanlığı yarışı bir “BOP eş başkanı”, bir “Osmanlı hayranı İslamcı” ve bir “bölücünün” arasında olacak ne yazık ki…

Peki, Cumhuriyetçi, laik, demokrat güçler ne yapacak? Her şey bitti mi artık?
Örneğin Cumhuriyetçi güçler de 4 Temmuz akşamı Can Ataklı’nın Ulusal Kanal ekranlarından yaptığı gibi, isim vermeden, ama diğer bütün seçeneklerin olmazlığını vurgulayarak sonunda Ekmeleddin İhsanoğlu’na oy vereceğini mi ilan etmeli?

Cumhuriyetçi güçlerin kendilerine dayatılan Ekmeleddin İhsanoğlu seçeneği karşısında Can Ataklı gibi boyun eğmek dışında başka bir seçenekleri yok mu gerçekten?

Bu soruya bir yanıt vermeden önce, bir an için seçime Cumhuriyetçi güçlerin de bir adayla katıldığını varsayalım. Örneğin bir an için, Emine Ülker Tarhan’ın aday olması için gerekli olan 20 milletvekilinin imzasının elde edildiğini ve Tarhan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimine 4. aday olarak katılma hakkını elde ettiğini düşünelim.
Peki, o zaman ne olacaktı?

10 Ağustos günü, sandık başına gidecek ve Emine Ülker Tarhan için oy kullanacaktık. Amaç, Emine Ülke Tarhan’ın Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan daha fazla oy alarak ikinci tura kalmasını sağlamak ve böylece ikinci tur oylamada Erdoğan’a karşı Cumhuriyetçi oyların toplanacağı bir direniş cephesi yaratabilmekti. Emine Ülker Tarhan’ın adaylığının tartışıldığı günlerde, Erdoğan’ı durdurabilmenin tek formülü olarak, özelikle Doğu Perinçek tarafından savunulan görüş bu değil miydi?
Bugün artık kesinleşti ki Cumhurbaşkanlığı seçimi sadece üç adayın katılımı ile yapılacak ve ne yazık ki bu stratejinin uygulanması mümkün değildir. Ama her şey yine de bitmiş değil. Eğer Emin Ülker Tarhan seçime aday olarak katılsaydı, sandığa gidip onun birinci turda en çok oy alan iki adaydan biri olması için oy kullanacak olanlar, bence bugün de hâlâ bir şeyler yapabilirler. 10 Ağustos günü, yine sandığa gider ve BOŞ OY kullanırlar! Kısacası biz Cumhuriyetçi, laik demokrat güçlerin Cumhurbaşkanlığı seçiminde adayımız “BOŞ OY” olur!

Mesela bu şekilde davranılacak bir seçimde birinci tur sonunda şöyle bir sonuç ortaya çıkarsa bu nasıl yorumlanmalıdır?

ERDOĞAN: % 45
İHSANOĞLU: %22
DEMİRTAŞ: %7
BOŞ OY: %26

Bu durumda yasal olarak ikinci tur oylamaya Erdoğan ve İhsanoğlu katılma hakkını elde ederler. Ama birinci tur öncesinde Cumhuriyetçi, laik ve demokrat güçlerin birinci tur oylamada sandığa gidip BOŞ OY kullanacaklarının propagandası iyi yapılırsa, şu açık bir şekilde görülecektir ki, yasal sonuç ne olursa olsun bu, toplumsal gerçeği yansıtmamaktadır.

Böyle bir davranış tarzının iki sakıncası vardır: 
Birincisi, açıktır ki hukuksal sonuç almak olanaklı olmayacaktır.
Yani en nihayetinde ikinci tur oylama yine Erdoğan ile İhsanoğlu arasında olacaktır.

İkincisi de bu biçimde BOŞ OY kullanmak amacıyla sandığa gidip bir anlamda gövde gösterisi yapılsa bile, bu davranış en sonunda bu düzmece seçime, bu danışıklı dövüşe bir tür hukuksal geçerlilik, bir meşruiyet kazandıracaktır.
Ne var ki bu olumsuzlukların yanında elde edilecek bir kazanım vardır ki,
bence ilk iki sakıncayı dengeler.

Eğer Cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci turunda BOŞ OY’ların sayısı en azından sıralamada ilk iki arasında yer alırsa, başka bir anlatımla BOŞ OY’lar Ekmeleddin İhsanoğlu’na verilecek oylardan daha çok olursa,  o zaman bu ülkede Cumhuriyetçi, laik, demokrat güçlerin hâlâ var olduğu; bu tür düzmece seçimlerle, dayatmalarla Cumhuriyeti tasfiye etme girişimlerine kimsenin meşruiyet kazandıramayacağı bütün dünyaya gösterilmiş olur.

Böyle bir seçenek Can Ataklı gibi, en sonunda boyun eğip “ne yapalım başka yapacak bir şey yok ki?” demeye getirerek üstü kapalı bir şekilde Ekmeleddin İhsanoğlu için destek vereceğini açıklamaktan çok daha onurlu ve çok daha işlevseldir.

Bu önerdiğim seçeneğin daha radikal olanı, hiç sandığa gitmemek ve seçime katılım oranını en azından yüzde 70 altına düşürmektir. Bu ikinci seçeneğin daha az göze batıcı ve ses getirici olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle, eğer kitlesel olarak yapılabilirse ve sonunda boş oylar en azından % 20’ler düzeyine çıkarılabilirse, sandığa gidip BOŞ OY kullanmanın da aslında Cumhuriyetçi, laik, demokrat güçlerin sesini duyurması için etkin bir yol olduğu açıktır.
Ayrıca böyle bir seçenek, Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında gündeme gelecek CHP Olağanüstü Kurultay’ında Cumhuriyeti güçlerin elini güçlendirecek, Kılıçdaroğlu ve ekibinin tasfiyesini daha da kolaylaştıracaktır.
Kısacası, her şey bitmiş değil. Mücadele son dakikaya kadar sürmelidir. Hele ki sözkonusu olan Cumhuriyet, laiklik ve demokrasi mücadelesi ise umutsuzluğa kapılmak, teslim olmak asla düşünülmemelidir.

Ne güzel diyordu Nazım:

Mesele esir düşmekte değil,
Teslim olmamakta tüm mesele…

SERDAR ANT
5.7.2014

2 Ağustos 2018 Perşembe

BİR İHTİMAL DAHA VAR!


BİR İHTİMAL DAHA VAR!
MÜDAFAA-İ HUKUKSerdar ANTdenizkurdu66@gmail.com
İşçi Partisi, Aydınlık ve Ulusal Kanal çevresinin Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan, İhsanoğlu ve Demirtaş’ın dışında Cumhuriyetçi, laik ve demokrat güçlerin tercih edebileceği bir üçüncü aday çıkarmak için son dakikaya kadar mücadele ettiği biliniyor. Bu bağlamda CHP içinden bazı milletvekillerinin de desteğiyle Emine Ülker Tarhan’ın adaylığı gerçekleştirilmeye çalışıldı, ama aday olmak için gerekli olan 20 milletvekilinin desteği sağlanamadığından bu girişim başarısızlıkla sonuçlandı. Dolayısıyla Ağustos ayında Cumhurbaşkanlığı yarışı bir “BOP eş başkanı”, bir “Osmanlı hayranı İslamcı” ve bir “bölücünün” arasında olacak ne yazık ki…
Peki, Cumhuriyetçi, laik, demokrat güçler ne yapacak? Her şey bitti mi artık?
Örneğin Cumhuriyetçi güçler de 4 Temmuz akşamı Can Ataklı’nın Ulusal Kanal ekranlarından yaptığı gibi, isim vermeden, ama diğer bütün seçeneklerin olmazlığını vurgulayarak sonunda Ekmeleddin İhsanoğlu’na oy vereceğini mi ilan etmeli?
Cumhuriyetçi güçlerin kendilerine dayatılan Ekmeleddin İhsanoğlu seçeneği karşısında Can Ataklı gibi boyun eğmek dışında başka bir seçenekleri yok mu gerçekten?
Bu soruya bir yanıt vermeden önce, bir an için seçime Cumhuriyetçi güçlerin de bir adayla katıldığını varsayalım. Örneğin bir an için, Emine Ülker Tarhan’ın aday olması için gerekli olan 20 milletvekilinin imzasının elde edildiğini ve Tarhan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimine 4. aday olarak katılma hakkını elde ettiğini düşünelim.
Peki, o zaman ne olacaktı?
10 Ağustos günü, sandık başına gidecek ve Emine Ülker Tarhan için oy kullanacaktık. Amaç, Emine Ülke Tarhan’ın Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan daha fazla oy alarak ikinci tura kalmasını sağlamak ve böylece ikinci tur oylamada Erdoğan’a karşı Cumhuriyetçi oyların toplanacağı bir direniş cephesi yaratabilmekti. Emine Ülker Tarhan’ın adaylığının tartışıldığı günlerde, Erdoğan’ı durdurabilmenin tek formülü olarak, özelikle
Doğu Perinçek tarafından savunulan görüş bu değil miydi?
Bugün artık kesinleşti ki Cumhurbaşkanlığı seçimi sadece üç adayın katılımı ile yapılacak ve ne yazık ki bu stratejinin uygulanması mümkün değildir. Ama her şey yine de bitmiş değil.
Eğer Emin Ülker Tarhan seçime aday olarak katılsaydı, sandığa gidip onun birinci turda en çok oy alan iki adaydan biri olması için oy kullanacak olanlar, bence bugün de hâlâ bir şeyler yapabilirler. 10 Ağustos günü, yine sandığa gider ve BOŞ OY kullanırlar! Kısacası biz Cumhuriyetçi, laik demokrat güçlerin Cumhurbaşkanlığı seçiminde adayımız “BOŞ OY” olur!
Mesela bu şekilde davranılacak bir seçimde birinci tur sonunda şöyle bir sonuç ortaya çıkarsa bu nasıl yorumlanmalıdır?
ERDOĞAN: % 45
İHSANOĞLU: %22
DEMİRTAŞ: %7
BOŞ OY: %26
Bu durumda yasal olarak ikinci tur oylamaya Erdoğan ve İhsanoğlu katılma hakkını elde ederler. Ama birinci tur öncesinde Cumhuriyetçi, laik ve demokrat güçlerin birinci tur oylamada sandığa gidip BOŞ OY kullanacaklarının propagandası iyi yapılırsa,
şu açık bir şekilde görülecektir ki, yasal sonuç ne olursa olsun bu, toplumsal gerçeği yansıtmamaktadır.
Böyle bir davranış tarzının iki sakıncası vardır: 
Birincisi, açıktır ki hukuksal sonuç almak olanaklı olmayacaktır.
Yani en nihayetinde ikinci tur oylama yine Erdoğan ile İhsanoğlu arasında olacaktır.
İkincisi de bu biçimde BOŞ OY kullanmak amacıyla sandığa gidip bir anlamda gövde
gösterisi yapılsa bile, bu davranış en sonunda bu düzmece seçime, bu danışıklı dövüşe bir tür hukuksal geçerlilik, bir meşruiyet kazandıracaktır.
Ne var ki bu olumsuzlukların yanında elde edilecek bir kazanım vardır ki,
bence ilk iki sakıncayı dengeler.
Eğer Cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci turunda BOŞ OY’ların sayısı en azından sıralamada ilk iki arasında yer alırsa, başka bir anlatımla BOŞ OY’lar Ekmeleddin İhsanoğlu’na verilecek oylardan daha çok olursa,  o zaman bu ülkede Cumhuriyetçi, laik, demokrat güçlerin hâlâ var olduğu; bu tür düzmece seçimlerle, dayatmalarla Cumhuriyeti tasfiye etme girişimlerine kimsenin meşruiyet kazandıramayacağı bütün dünyaya gösterilmiş olur.
Böyle bir seçenek Can Ataklı gibi, en sonunda boyun eğip “ne yapalım başka yapacak bir şey yok ki?” demeye getirerek üstü kapalı bir şekilde Ekmeleddin İhsanoğlu için destek vereceğini açıklamaktan çok daha onurlu ve çok daha işlevseldir.
Bu önerdiğim seçeneğin daha radikal olanı, hiç sandığa gitmemek ve seçime katılım oranını en azından yüzde 70 altına düşürmektir. Bu ikinci seçeneğin daha az göze batıcı ve ses getirici olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle, eğer kitlesel olarak yapılabilirse ve sonunda boş oylar en azından % 20’ler düzeyine çıkarılabilirse,
sandığa gidip BOŞ OY kullanmanın da aslında Cumhuriyetçi, laik, demokrat güçlerin sesini duyurması için etkin bir yol olduğu açıktır.
Ayrıca böyle bir seçenek, Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında gündeme gelecek CHP Olağanüstü Kurultay’ında Cumhuriyeti güçlerin elini güçlendirecek, Kılıçdaroğlu ve ekibinin tasfiyesini daha da kolaylaştıracaktır.
Kısacası, her şey bitmiş değil. Mücadele son dakikaya kadar sürmelidir. Hele ki sözkonusu olan Cumhuriyet, laiklik ve demokrasi mücadelesi ise umutsuzluğa kapılmak, teslim olmak asla düşünülmemelidir.
Ne güzel diyordu Nazım:
Mesele esir düşmekte değil,Teslim olmamakta tüm mesele…
SERDAR ANT5.7.2014

***

5 Kasım 2017 Pazar

Koparak Kurulan Partiler ve Siyasi Kültür ,

Koparak Kurulan Partiler ve Siyasi Kültür ,



Nebi Miş  
26 Ekim 2017



Bu tip partiler daha çok, mevcut içinde yer aldıkları partinin lider kadrosu ile girilen mücadelenin kaybedilmesi ya da ideolojik olarak farklılaşmanın sonucunda ana partiden ayrılanlar tarafından kurulur. 

Yargıtay 15 Şubat 2017 itibari ile Türkiye’de faaliyette olan siyasi parti sayısını 92 olarak açıklamıştı. 19 Ekim 2017 itibari ile güncellenen listede 86 partinin adı bulunmakta. Mesela açıklanan güncel listede en son 3 Ekim 2017 tarihinde kurulan partinin adı “Güven Adalet ve Aydınlık Partisi”. Kurucuları hariç böyle bir partinin faaliyette olduğunu büyük ihtimal kimse bilmiyor.

Dün itibarıyla 86 partinin bulunduğu bu listeye Meral Akşener’in öncülüğünde kurulan ”İyi Parti” adında yeni birisi daha eklendi.

Siyasi partiler literatüründe yeni partilerin ortaya çıkışları ile ilgili farklı yaklaşımlar bulunmakta. Bunlardan biri de batıda “splinter party” olarak adlandırılan “ana partiden ayrılarak kurulan” partilerdir. Akşener tarafından kurulan parti de MHP’den ayrılanlar tarafından kurulduğu için bu tipolojiye uygun bir özellik göstermekte.

Bu tip partiler daha çok, mevcut içinde yer aldıkları partinin lider kadrosu ile girilen mücadelenin kaybedilmesi ya da ideolojik olarak farklılaşmanın sonucunda ana partiden ayrılanlar tarafından kurulur.

Türk demokrasi tarihine bakıldığında birçok parti bir ana partiden ayrılanlar tarafından kurulmuştur. Ama bunların içinde sadece ikisi başarılı olmuştur. Bunlar, CHP’den kopanlar tarafından kurulan Demokrat Parti (DP) ve Fazilet Partisi’nin kapatılmasının ardından bu partiden ayrılanların kurduğu AK Parti’dir. 1946’da yapılan hileli seçimleri saymazsak (ki o seçimde bile DP 61 milletvekili çıkarmıştır) 1950 seçimlerinde DP yüzde 53,5 oy oranı ile 416; CHP ise yüzde 39,9 oy oranı ile 69 milletvekili çıkarmıştır. AK Parti ise girdiği ilk seçimde 34,3 oy oranı ve 363 milletvekili ile seçimi kazanmıştır.

Bu iki partinin dışında ana partiden ayrılarak kurulan partilerin girdikleri ilk seçimlerde aldıkları oy oranları çok düşüktür. Ve tümü başarısız olmuştur.

Örneğin, Doğru Yol Partisi’nden ayrılanlar tarafından kurulan Hüsamettin Cindoruk’un başkanlığındaki Demokrat Türkiye Partisi, 1999’da girdiği ilk seçimde yüzde 0,6 oy almıştır. DSP’ten ayrılan ve büyük bir medya desteğini arkasına alan İsmail Cem’in kurduğu Yeni Türkiye Partisi ise 2002 seçimlerinde sadece yüzde 0,1 oy alabilmiştir.

Bu tip partilerin büyük çoğunluğu ilk seçimin ardından bir sonraki seçimlere bile giremeden siyaset sahnesinden çekilmişlerdir.

Ana partiden ayrılan ve sert bir ideolojik konumlanmaya sahip olan partiler ise girdikleri her seçimde yüzde birlik oranlara ancak ulaşabilse bile parlamento dışı muhalefet olarak varlığını sürdürebilmektedir. Buna en iyi örnek MHP’den ayrılan ve hiç seçim başarısı olmayan Büyük Birlik Partisi’dir.

Son 15 yıllık AK Parti iktidarı döneminde kurulan partiler ise seçimlerde dikkate değer bir oy almanın ötesinde gündemin ön sıralarına bile gelememişlerdir. Örneğin CHP’den ayrılarak ANA Parti’yi kuran Emine Ülker Tarhan girdiği ilk seçimde yüzde 0,06 oy alabildiği için seçimin hemen ardından partisini feshetmiştir. Yine CHP’den ayrılan ve Yaşar Nuri Öztürk tarafından kurulan Halkın Yükselişi Partisi de aynı kaderi yaşamıştır.

AK Parti’den ayrılan Abdüllatif Şener’in Türkiye Partisi ise 2011 seçimlerine girmeye hak kazanacak örgütlenmeyi bile gerçekleştirememiştir. Böyle olunca da Abdüllatif Şener 2011 seçimlerinde Sivas’tan bağımsız aday olarak sadece yüzde 4 oy alabilmiştir.

Bugün Türkiye siyaseti açısından meseleye bakıldığında merkezde güçlü bir parti bulunmaktadır. Ekonomik ve siyasal açıdan ülke kriz içinde değildir. Yeni kurulan partinin benzeri zaten siyasette varlığını sürdürmektedir. Bu açılardan bakıldığında yeni kurulan partinin hangi siyasi boşluğu dolduracağı, siyasi söylem ve programının yeni ve farklı olarak ne söylediği önemli bir sorudur. Bir sonraki yazı da bu açılardan konuyu tartışacağım.


[Türkiye Gazetesi, 26 Ekim 2017]

http://www.setav.org/koparak-kurulan-partiler-ve-siyasi-kultur/

9 Mart 2017 Perşembe

YARSAVcılar Aile Boyu Militanlık Yapıyormuş



YARSAV' cılar Aile Boyu Militanlık Yapıyormuş,




16.12.2011 00:

“Bize hakim değil, militan lazım” diyen CHP’li Emine Ülker Tarhan’ın Yargıtay üyesi eşi Umur Tarhan’ın da, “Bize tasfiyeci değil, yok edeci ekip lazım” dediği ortaya çıktı.
Emine Ülker Tarhan’ın yargıdaki militan kadrolaşmayı gözler önüne seren şok ses kaydının ardından, aralarında eşinin de bulunduğu 4 kişiye ait yeni bir ses kaydı internete düştü.

 “Bize HSYK’da YARSAV’ın militanı olacak adam lazım” diyen ve bu sözlerini doğrulayan eski YARSAV Başkanı CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan’a ait yeni ses kayıtları ortaya çıktı.

İnternette yayınlanan yeni ses kaydı, yargı üzerinde oynanan oyunları deşifre ediyor. HSYK seçimleri öncesinde YARSAV listesinden aday olan dönemin Adalet Bakanlığı Adli Sicil Genel Müdürü Orhan Sungur, YARSAV Başkanı Emine Ülker Tarhan, Yargıtay üyesi ve Emine Ülker Tarhan’ın eşi Mehmet Umur Tarhan ve şu anki YARSAV Başkanı Murat Arslan arasında geçtiği iddia edilen ses kaydında, YARSAV’ın, yargının kilit noktalarına kendi adamlarını yerleştirmeye çalıştığı net şekilde görülüyor.

“YOK EDİCİ BİR EKİPLE ÇALIŞMALIYIZ”

Anayasa değişikliği sonrasında “evet” ya da “hayır” çıkması durumunda YARSAV’ın pozisyon almasını isteyen Umur Tarhan, “Ülkede eli taşın hiç altına girmemiş bir sürü adam var. Bu adamların tasfiye edilmesi lazım. Bu sistemden, bunu net olarak söylüyorum” diyor. Umur Tarhan’ın bu sözleri üzerine ise Orhan Sungur, “Tasfiye edici ekiple çalışmanın hiçbir anlamı yok, yok edici bir ekiple çalışacaksınız. Onun anlamı var” diyerek bu talebi daha da ileri taşıyor. Yok etme işleminden sonrasını ise Sungur şöyle anlatıyor: “Ondan sonra kadronuzu kurarsınız. Elinizde, Ceza İşleri sizde, Personel sizde, Teftiş sizde. O zaman üye olmaya gelenler (Yargıtay ve Danıştay üyesi olmak isteyenler) üye olabiliyor mu? Sorarsınız yani.”

TARHAN İŞ TAKİPÇİLİĞİ YAPMIŞ

Video paylaşım sitesinde yayınlanan bir başka ses kaydında, Emine Ülker Tarhan’ın hakim olarak görev yaptığı dönemde bir avukat gibi iş takibi yaptığını ortaya konuluyor. CHP’li Tarhan, Mayıs 2010’da müvekkiliyle beraber YARSAV’a gelen bir avukata hukuki yardım ve iş takibi müzakeresi yapıyor. İkili yargıya intikal eden bir köydeki gayrimenkul sorunu üzerine konuşuyor.

O DAVALARA YARSAV ÜYELERİ BAKIYORDU

Tarhan o dönemde Yargıtay Tetkik Hakimi, YARSAV Yönetim Kurulu Üyesi Leyla Tarhan Köksal Yargıtay’ın köy davalarına bakan 14. Dairesi’nin tetkik hakimi, bir diğer YARSAV Yönetim Kurulu Üyesi Celal Çelik ise, Yargıtay’ın gayrimenkul davalarına bakan 1. Hukuk Dairesi’nin tetkik hakimiydi.

KILIÇDAROĞLU’NUN HAKİMİ AVUKATLIK BÜROSU AÇMIŞ

Ses kaydının sunuşunda, Kemal Kılıçdaroğlu’nun yargıya yönelik suçlamalarına dayanak yaptığı ve yeni HSYK’yı protesto ettiğini belirterek istifa eden Celal Çelik’in, Çankaya’da lüks bir büroda kendisi gibi hakimlikten istifa eden YARSAV Yönetim Kurulu Üyesi Ayşe Altun ile avukatlık yaptığı kaydediliyor.

TARHAN: O KONUDA ENDİŞENİZ OLMASIN

Ses kaydında Tarhan, yardım için gelen avukata, “Elimizden gelen hukuksal desteği sağlarız. O konuda bir endişeniz olmasın” ifadelerini kullanıyor.

YARSAV’dan ‘militan’a destekANKARA- YARSAV Yönetim Kurulu, eski YARSAV Başkanı olan CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan’a ait olduğu iddia edilen ses kayıtlarıyla ilgili açıklama yaptı. YARSAV’ın Tarhan’ı destekleyip, ses kaydını sızdıranları kınaması dikkat çekti. Açıklamada, hukuk dışı dinlemeler, izlemeler ve kayıtların serbestçe yapılıp fütursuzca sergilendiği ve bu şekilde hukuk devletinin polis devletine dönüştürüldüğü ileri sürülerek, kaygıların daha önce kamuoyu ile paylaşıldığı kaydedildi. Bunun son örneğinin YARSAV ile ilgili olarak yaşandığı savunulan açıklamada, şöyle denildi: “Öncelikle bu yasa ve hukuk dışı, ahlaksızca dinlemeleri şiddetle kınıyor ve sorumluların derhal bulunmasını istiyoruz. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi; siyasal yönetimlerin, devleti var eden, korumak ve kollamakla görevli olduğu halkını artık gözetim ve denetim altına aldığı, halkın temel hak ve özgürlüklerini güvence altına almak için var olması gereken sistemin, halkını tehdit olarak algıladığı ve zamanı gelince kullanmak üzere kişilere yönelik her türlü görüntü ve ses kaydı yoluyla veri biriktirmekte olduğu tüm toplum kesimlerinin malumu haline gelmiş ve artık bir utanca dönüşmüştür.”

Kim tarafından kaydedildiği belli olmayan kasedin emniyet birimlerine maledildiği açıklamada, Hükümet’ten de kaydı yapanları bir an önce ortaya çıkarması istenerek, “Yasa dışı elde edilen bu dinlemelerin içeriği hakkında yorum yapmak, yapılan işi meşrulaştırmak olacağı ve bunu yayınlayanların amacına hizmet edeceğinden bu konuda tartışma yapılması doğru olmayacaktır” denildi.

HUKUKÇULARDAN TEPKİ YAĞDI

CHP’nin YARSAV’dan transfer ettiği milletvekili Emine Ülker Tarhan’ın internete düşen ses kayıtlarındaki “Bize, HSYK’da YARSAV’ın militanı olacak adam lazım” sözleri hukukçuları kızdırdı. Akit’e konuşan Ak Partili Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya ve Hukukçular Birliği Vakfı Başkanı Sinan Kılıçkaya CHP’li Milletvekili Emine Ülker Tarhan’a tepki gösterdi.

Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya, CHP’li Tarhan’ın sözlerinden duyduğu rahatsızlığı dile getirerek, “Üslup zarafeti evvela siyasete lazım” dedi. Her kim olursa olsun bir yargı mensubu için “Militan” ifadesinin kullanılmasının yanlış olduğunu belirten İyimaya, “Yargıda gerek dün gerek de bugün görev alan kişilere yönelik değerlendirme ve saldırıyı doğru bulmuyorum” dedi.

12 Eylül referandumuyla Türkiye’nin HSYK’da büyük bir reforma imza attığını kaydeden İyimaya, “Milletimiz bir karar vermiş ve HSYK’da reform yapılmasına ‘Evet’ demiştir. Bunu eleştirenler ya da kabul etmek istemeyenler olabilir. Ancak böyle bir ifade hem hukuka hem de siyasete zarar verir. Bundan dolayı, bu gibi yaklaşımları sağlıklı bulmuyorum” diye konuştu.

Hukukçular Birliği Vakfı Başkanı Sinan Kılıçkaya da Tarhan’ın sözlerine tepki gösterdi. Kılıçkaya, “Bir hukukçunun ve siyasetçinin böyle bir söz sarf etmesi vahim ve kabul edilemez bir durum. Ancak, internete düşen ses kayıtlarına Tarhan’ın sahip çıkması ve herhangi bir pişmanlıkta bulunmaması daha da vahimdir, bizleri hayretler içine düşürmüştür. Hiçbir yargı mensubu ‘militan’ olamaz. YARSAV da siyasi bir tavrı olan sivil toplum kuruluşudur. Taraflı bir STK’nın militanlığını yaptırmak üzere HSYK’ya yargıç göndermek, hukuka olan güveni zedeler” diye konuştu.

Cumhuriyet eski Başsavcısı Reşat Petek, Emine Ülker Tarhan’ın militarizme kendisini adapte ettiğini söyledi. Tarhan’ın tamamen militarizme entegre olduğunun göründüğünü ifade eden Petek, “Tarhan, bu nedenle militanlığı sık sık dile getiriyor. Bir de milletvekili olduktan sonra mensubu olduğu CHP, zaten militarizme yabancı değildir. Bütün yönetimi özellikle iktidarda olduğu dönemler, militarist bir anlayışla ülkeyi yönettiği tarihi bir gerçektir” dedi. Yargıda kendi düşüncesinde olanların kadrolaşmasının, sadece Emine Ülker Tarhan’ın talebinden ibaret olmadığını ifade eden Petek, eski Adalet Bakanı Mehmet Moğultay’ın yargıdaki kadrolaşmaya yönelik itiraflarına işaret etti.

Eski parlamenterlerden Hukukçu Hüsnü Tuna ise, Tarhan’ın açıklamalarının bir zamanlar YARSAV’ın ne amaçlarla kullanıldığının göstergesi olduğunu ifade etti. Tuna, “Emine Ülker Tarhan denilen kişinin açıklamaları, son 2010 anayasa değişikliğinden önceki yargısal yapının hangi amaçla kullanıldığının göstergesidir. Türkiye’de bugün, Silivri’deki vesayetçi ve darbe yanlılarına yan çıkan görüntü veriyorlar. Ortaya çıkan ses kayıtları, yargının bunların hizmetine sunulması amacıyla çalıştıkları görülüyor. YARSAV’ın militanı olmak şerefse, birileri için de şeriatın militanı olmak şerefli olabilir. İdeolojik ve siyasi düşüncesinde ısrarcı olduğunun bir göstergesi. Kıvırmıyor, belki de kutlamak lazım. Yargıyı nasıl dönüştürdüklerini, Silivri’nin emrine nasıl kullandıklarını gösteriyor” şeklinde konuştu.

Ankara Barosu’na kayıtlı avukatların üyesi olduğu Hukuk ve Hayat Derneği de, Tarhan’ın sözlerini “vahim” olarak niteledi. Hukuk ve Hayat Derneği Başkanı Avukat Mehmet Kasap’ın açıklamasında, Tarhan’ın “YARSAV’ın militanı olmak demek yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesinin militanı olmak demektir. O yüzden çok doğru söylemişim. Sonuna kadar arkasındayım sözlerimin” beyanlarının vahim düşünceyi haklı gösteremeyeceği ifade edildi. Açıklamada şunlar vurgulandı: “Elbette savcı ve hakimlerin de bir düşüncesi vardır ama bu düşüncelerini militanca hayata geçirmeye çalışmak, kendisi gibi düşünmeyen insanları düşman gibi görmek, bağımsız ve tarafsız olması gereken yargı mercilerini siyasi parti gibi görmekten kaynaklanmaktadır. Kendi siyasi hedeflerine ulaşabilmek için, yargıyı siyasallaştıran ve yargıyı siyasi parti gibi gören bu zihniyeti şiddetle kınıyor, hukukun bir gün herkese lazım olacağını hatırlatmak istiyoruz.”

HSYK üyelerini militanlıkla suçlayan CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan’ın “HSYK’da YARSAV’ın militanı olacak adam lazım” şeklindeki sözlerini nasıl değerlendireceği merak ediliyor. Şimdi gözler CHP lideri Kılıçdaroğlu’nda.

Haber: ŞÜKRÜ MACUN / ÜSAME KARAKIŞ / HÜSEYİN KULAOĞLU – Yeni Akit
https://www.facebook.com/UYANIKTURKLERKULUBU/posts/764161130304064
http://www.haksozhaber.net/yarsavcilar-aile-boyu-militanlik-yapiyormus-26319h.htm


..

18 Kasım 2014 Salı

Emine Ülker Tarhan'ın Partisi Hakkında





Emine Ülker Tarhan'ın Partisi Hakkında


Fatma Sibel Yüksek

Açıkİstihbarat



Tarih:15/11/2014 




Olayın "ulusalcıların CHP'den kopuşu" olarak değerlendirilmesi de siyasi açıdan gerçekçi görünmüyor. Evet, bu hareketin ulusalcıların CHP'den kovuluşu anlamında sembolik bir değeri vardır ama "ulusalcıların" tek gövde halinde Tarhan'ın etrafında toplanacağını düşünmek yanıltıcı olabilir.
"Bölücülük yapıldı" demenin faydası yok. Parti kurmak her yurttaşın demokratik ve anayasal hakkıdır. neticede. Mevcut partilerin kendisini yansıtmadığını düşünen her vatandaş yeni bir parti kurabilir. Emine Ülker Tarhan açısından CHP'de yolun sonuna gelinmiş, ayrılmaktan başka çare kalmamış olabilir, buna da bir şey denilemez, şahsi durumudur...
Ancak kurulan partiye büyük beklentiler yükleyip büyük umutlar bağlamak, siyasetten bu derece ağzı yanmış bir coğrafyada safdillik olur. Nitekim, desteklerin büyük çoğunluğunun klavye başından geldiğini görüyoruz. Ayrıc,a Emine Ülker Tarhan'ın  üzerinde davasına inanmış kararlı ve programlı bir liderden çok "ısrarlara dayanamayıp" parti kurmuş birinin havası hissedilmektedir.
 
Sanırız böyle oldu; yani aslında parti kurmayı pek de düşünmeyen Tarhan, CHP'den umudu kesmiş olan küçük bir kesimin  baskısına maruz kaldı. İşçi Partisi'ne katılacağı yönündeki mebzul miktardaki tezvirat da kendisini yıpratmaya başlamıştı. Bir karar vermesi, bir adım atması gerekiyordu, aksi takdirde "bankamatik milletvekili" olunacak veya İşçi Partisi'ne  katılmaya mecbur kalınacaktı.
 
Facebook sayfasına baktığımızda destekleyenlerin genellikle orta yaşın üzerinde, sosyal medyayı kullanmayı bir şekilde öğrenmiş sıkıcı, didaktik paylaşımlarda bulunan, profil resminde bayrak, Atatürk vs. bulunduran insanlar olduğunu görüyoruz. Yani,bu yeni partinin oturacağı toplumsal taban, "milli irade" denilen engin denize atıldığında karşımıza yüzde 1'e ulaşmayan oy oranlarının çıkması pek olasıdır.
 
Olayın "Ulusalcıların CHP'den kopuşu" olarak değerlendirilmesi de siyasi açıdan gerçekçi görünmüyor. Evet, bu hareketin ulusalcıların CHP'den kovuluşu anlamında sembolik bir değeri vardır ama "ulusalcıların" tek gövde halinde Tarhan'ın etrafında toplanacağını düşünmek yanıltıcı olabilir.
 
Ulusalcı ve Kemalistler'in  çeşitli parti, görüş, siyasi oluşumlar vs. etrafında dağınık küme veya bireyler halinde dolaştığı unutulmasın.CHP'de kalanlar, İşçi Partisi'nde saf tutanlar, hiç bir siyasi oluşum içinde yer almayıp bireysel hareket edenler, "Milli Merkez", "Milli İrade" vs. şeklinde bağımsız siyasi grupların içinde yer alanlar, hatta MHP'ye yanaşmış olanlar bulunduğu gibi,   "dünya görüşü" bakımından da  birbiri ile çelişebilen ve de siyasal bakımdan "sorunlu" bir kesimdir. 
 
Misal, bu satırların yazarı gibi yakın tarihle yüzleşip İttihat ve Terakki geleneği ile arasına mesafe koyan ulusalcılar olduğu gibi, "Kürt sorunu" olarak tabir edilen siyasi problemle kendilerince yüzleşip çeşitli "çözüm süreçlerine" soğuk bakmayan ulusalcılar da mevcuttur. Aynı şekilde, gardrop Atatürkçülüğü'nü 12 Eylül zihniyetinin bile gerisine çekenler, hayatını mafya-komplo dizilerine bağlayıp "kafasına sıkılacaklar listesi" hazırlayanlar,  "antiemperyalizm" ortak paydasından hareketle Atatürkçülüğü Marksizm, Leninizm, Maoizm, Enver Hocaizm, Castroizm vs. ile bağdaştıran sol kesim "ulusalcılarımız" da mevcuttur.
 
Bunlara ek olarak, modernleşme tutkusunun altında yatan yabancı hayranlığı  siyasette mandacılığa tekâbül edenler, Kemalizmin özünde "Batıcı" bir hareket olduğu fikrine istinaden ultra liberallikte beis görmeyenler, namazında-niyazında ulusalcı-Atatürkçüler, yakasında her daim Atatürk rozeti taşıyan masonlar, uluslararası sermeye ile içli dışlı kodamanlar vs. de "ulusalcı" tabir edilen kesimde konuşlanabilmektedir.
 
Bu hal ve şart altında Emine Ülker Tarhan, CHP'den hangi "ulusalcı kanadı" koparmış olacaktır? Yukarıda sayılan ve unutulanlar da dahil, tüm ulusalcıların toplamının seçim barajını aşacak sayıya ulaşamayacağı kuşkusu ortadayken, zehirli bir sarmaşık gibi kök salmış olan AKP iktidarını devirecek bir rüzgar nereden yakalanacaktır?
 
Her şey bir yana, sandığa giden insanın son dakikada "oyunu ziyan etmeme" alışkanlığı nasıl aşılıp da Emine Ülker Tarhan'ı pek beğenenlerin dahi CHP'ye oy vermesi engellenecektir?
 
Emine Ülker Tarhan'ın başlattığı hareket böyle bir çekim merkezi yaratabilecek midir? Ulusalcı ve Atatürkçü tüm kesimlerin saflara çekilmesi bile yeterli değilken, geniş halk yığınları nezdinde nasıl alternatif haline gelinip de iktidar hedefine yönelinecektir?
 
İstifa mektupları manifesto niteliği taşımaları bakımından  kuşkusuz güçlü  retoriğe sahip metinlerdir Okuyanlara heyecan verip, ruhlarımıza coşku katarlar. Haklılığına güvenen insanlar edebi değeri yüksek istifa mektupları yazabilirler. Emine Ülker Tarhan'ın istifa mektubu da bu anlamda çerçeveletip duvara asılacak niteliktedir, CHP'nin neden ve nasıl umutsuz bir vakaya dönüştüğü herkesçe bilinen bir gerçektir.
 
Peki ya sonra? 
 
Hangi kadro, hangi program, hangi halk desteği ile yola devam edilecektir?,
 
Sağın ve solun kallavi ulusalcılarını bir araya getiren Milli Merkez veya mangal gibi yürek taşıdığına kimsenin şüphe duymadığı  Osman Pamukoğlu'nun durumları ortadayken, Emine Ülker Tarhan'ın bunlardan farklı olduğuna bizleri iknâ edecek olan nedir? 
 
Duygusal coşup taşmalar ve tebrik bildirimleri safhasını kısa tutup işe kendimizi kandırmama kararıyla başlamak acaba  mümkün müdür?...
Fatma Sibel Yüksek/ Açık İstihbarat
fasibel@twitter.com 

http://www.acikistihbarat.com/haberdetay.aspx?id=10522

..