BUGÜN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BUGÜN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Kasım 2019 Salı

GEÇMİŞİMİZLE BUGÜNÜ MUKAYESE YAZILARI., BÖLÜM 4

GEÇMİŞİMİZLE BUGÜNÜ MUKAYESE YAZILARI.,   BÖLÜM 4



Sözde Ermeni Soykırımı. 1915

Sözde Ermeni Soykırımı (Genozid: 1948 Nürnberg mahkemelerinde litaratüre giren bir kelime zaten 1915 olayları ile özdeşleştirilemez) ) 
tekrar günümüzün konusu oldu.

     5 Ekim 2000 Tarihli bir, kaynağı BM Genel Sekreteri Sözcüsünün Dairesi olan bir belge var. 
Bu belge bir bilgisayar iletişim ağı çerçevesinde gelmiştir; ama altında sözcü Farhat Haq’in adi yer almaktadır. 

Bu Belgede şöyle diyor:

“Birleşmiş Milletler Ermeni deneyimini ‘soykırım’ diye tanımlayan bir yazanağı hiçbir zaman ne onaylamış ne de desteklemiştir.”


Buna ek olarak OdaTV’denbir alıntıyı bilgilerinize Sunuyorum:  

Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Atatürk’ün Bütün Eserleri” çalışmasının 11. cildinin 60, 61 ve 62 sayfalarında yer alan bu röportajda, Mustafa Kemal, gazeteci Streit’in “Harbi Umumi esnasında yapıldığı mütemadiyen ağızlarda dolaşan Ermeni katliam ve tehciri hakkında hükümetinizin resmi görüşü nedir?” sorusuna şöyle yanıt verdiği yazar:

“Rus ordusu 1915’te bize karşı büyük taarruzunu başlattığı bir sırada o zaman Çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Ermeni Komitesi, askeri birliklerimizin gerisinde bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti. Düşmanın sayı ve malzeme üstünlüğü karşısında çekilmeye mecbur kaldığımız için kendimizi daima iki ateş arasında kalmış gibi görüyorduk. İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız şekilde katlediliyor, gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm sürdürülüyordu.

Bu cinayetleri işleyen ve saflarına eli silah tutabilen bütün Ermenileri katan çeteler, silah, cephane ve iaşe ikmallerini bazı büyük devletlerin daha barış zamanından beri kendilerine kapitülasyonların bahşettiği dokunulmazlıklardan istifade ederek ve bu maksada yönelik olarak büyük stoklar husule getirmeye muvaffak oldukları Ermeni köylerinden yapıyorlardı.

İngiltere’nin barış zamanında ve harp sahasından uzak olarak İrlanda’ya reva gördüğü muameleye hemen hemen kayıtsız bir şekilde bakan dünya kamuoyu, Ermeni ahalisinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz. Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve bunlardan çoğu, şayet İtilaf devletleri bizi tekrar harp etmeye zorlamasa idi, evlerine dönmüş olurlardı.”

‘AMERİKALI GENERAL HARBORD ŞAHİDİMİZDİR’

Gazeteci Streit’in “Ermeniler ve Rumlar tarafından Türklere karşı vukuu rivayet edilen katliam hakkında ne gibi malumat verebilirsiniz?” sorusuna ise Atatürk şu yanıtı vermişti:

 “Gerek Umumi harp sırasında gerek Mütareke’den sonra Ermeniler ve Rumlar tarafından Müslüman ahaliye yapılan zulümler üzerinde durmak uzun bir hikaye olur. Brest-Litovsk Antlaşması’nın yapılmasını müteakip Rusların Doğu vilayetlerimizi tahliyeye başladıkları sırada Ermeni çetelerinin yapmış oldukları katliam ve tahribat kafi derecede herkesin malumudur. Sivas’ta benimle görüşmüş olan, daha sonra bu bölgeleri ziyaret etmiş eden ve buralarda Ermeni çetelerinin davranışları hususunda tafsilatlı gözlemlerde bulunarak daha sonra kendisine bu konuda anlatmış olduğum şeylerin doğru olduğunu Amerikalı General Harbord, Amerikan kamuoyunun kendisinden faydalı malumat temin edebileceği bir şahidimizdir. Taşnaklar daha sonra da Kars ve Oltu bölgelerinde Alexandropol Antlaşması’nın yapılmasına kadar cinayetlerine devam etmişlerdir” diyerek yanıtlamıştı.

‘WİLSON PROJESİ SADECE GÜLÜNÇTÜR’

Atatürk, “Wilson Ermenistan sınırları hakkındaki fikriniz nedir?” şeklindeki soruyu da şöyle yanıtlamıştı:  

“Ermenistan birkaç günden beri tekrar Taşnakların eline düşmüştür. Alexandropol Antlaşması’nı samimiyetle tatbik mevkiine koyacak her Ermeni hükümeti dostluğumuza güvenebilir. Milyonlarca Türk’ü binlerce Ermeni’nin hakimiyetine terk etmeye kalkışan Wilson projesi sadece gülünçtür” diye cevap vermişti.



****

Artık Sormak Zamanı: Asıl Dertleri Ne?

HAŞMET BABAOĞLU
05 Kasım 2019, Salı


   Bırakın, CHP'li vekiller, belediye başkanları ve yancıları bol bol konuşsunlar...
"Bak bu olmadı!" diyerek onları siyaseten maske takmaya ve ettikleri lafları daha sonra evirip çevirip düzeltmeye zorlamayın...
Bunları yapmayın ki, gerçek yüzlerini, esas hesaplarını, kafalarının arkasında yatanları görmek isteyen görebilsin...
Buna ihtiyacımız var.
Mesela Tunç Soyer'in Barış Pınarı Harekâtı'yla ilgili "hepimizi huzursuzluğa, karamsarlığa iten bu savaş bir an önce bitsin" şeklindeki sözlerini eleştiren AK Parti İzmir vekili Mahmut Atilla Kaya "Kimse karamsar değil. Türkiye asker selamı veriyor, Soyer karalar bağlıyor" derken yerden göğe haklı.
Fakat Kaya "Sayın Soyer'in acilen bir düzeltme yapma zarureti vardır" derken yanılıyor.
Hayır, düzeltmesin!
Bulandırmasın!
Öyle "ecnebi" haliyle kalsın.
Gerisini hemşehrileri ve partilileri düşünsün.

***

   Aynı şey Soyer ve diğer CHP'lilerin "Kıbrıs'ı rahat bırakma"ya duydukları ilgi için de geçerli.
Saklanmadan konuşmalılar...
Kılıçdaroğlu gibi baş döndüren laf çevirmelerden medet ummalarındansa, böylesi daha iyidir.
Önümüzdeki süreçte özellikle Kıbrıs ve Doğu Akdeniz konusunda kimin ne düşündüğünü milletin açık seçik bilmesi gerekiyor.
Kaldı ki, İmamoğlu, Soyer gibi CHP'lilerde bu konuda gördüğümüz "uyum" basit bir şey değil.
Merkezinde Doğu Akdeniz sorunu yatıyor.
Bu "uyum"un Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin güçlenmesine şiddetle karşı uluslarası network'le bağlantılı olmadığını kim iddia edebilir?
O yüzden belki filmin makarasını önce geriye doğru sarıp CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır'ın Şubat ayında Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki sondaj faaliyetini "israf" olarak değerlendirmesine ve hiç sıkılmadan "orada ne işimiz var?" diye sormasına bakmak gerek.

***

   Bir de CHP Genel Başkanı'nın 7 Aralık 2018'deki KKTC ziyareti ve Akıncı'yla görüşmesi var tabii.
Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz ziyaretle ilgili yazılı bir açıklama yapmıştı.
Açıklamadaki "Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki yalnızlığı"ndan şikâyet ilgi çekiciydi. Hatta laf arasına sondaj faaliyetleri çerçevesinde Mısır ve İsrail'le ilişkilerimizin düzeltilmesi gereği sıkıştırılmıştı.
Şimdi CHP o "iş"in esasen yalnız görülecek bir iş olduğunu bilmez mi?
O halde, asıl dertleri ne?


**************

İnsanlık, Evrensel Hukuk filan mı dediniz, geçiniz...

HAŞMET BABAOĞLU 
06 Ağustos 2018, Pazartesi


Markette kasa kuyruğundayım...

Arkamdaki orta yaşlı iki hanım siyasetten (!) laflıyor.

   İçlerinden biri benim işitmemi isteyen bir ses tonuyla "İktidar Batı'yla aramızı bozmak için elinden geleni yapıyor" diyor. Soran gözlerle dönüp baktığımı 
görünce şöyle devam ediyor: "Böyle böyle insanlığımızdan kaybedeceğiz..."
Daha başta "Cihanda sulh" tercihini zengin ülkeler karşısında ceket iliklemek olarak anlayıp kabullenmişler. Esas hikâyeyi şimdi onlara nasıl anlatacaksın? 
İmkânsız gibi bir şey.
Çocukları oralarda okusun, onlar pasaportlarına vize alsın...
Varsın ABD bütün dünyayı yaksın!
Umurlarında değil.
Ben asıl o son cümleye takılıyorum...
Hani Batı'yla bozuşursak "insanlıktan olacağımız" iddiasına...

***
Hep Vurguluyorum ya...

Seçici körlük üzerine kurulu müthiş bir talim terbiyenin ürünleriyiz.
Mesela...
Alman destekli STK'lar ve demokrasi vakıflarında çalışan yurttaşlarımıza Almanya'da kaybolan 14-18 yaş arası mülteci çocukların sayısının 9 bini bulmasından söz açtınız mı hiç?
Ben söyleyeyim...
Ya otomatik bant kaydı gibi Türkiye'deki insan hakları ihlallerinden söz ediyorlar ya da kulaklıklarını takıp müzik dinlemeye başlıyorlar.
Almanya'ya bir biçimde gelen kimsesiz mülteci çocuklar "insan" değil mi, diye sormak faydasız bu tayfaya...
Oysa akla gelen sorular çok can yakıcı...
Ne oluyor bu çocuklara?
Hangi uğursuz, hırsız çetelerin eline düşüyorlar?

***
Batı dediğimiz şey filozoflardan, edebiyatçılardan, bilginlerden falan oluşmuyor. Bu bakış problemlidir, bizim Cumhuriyet dönemi eğitim müfredatının göz bağcılığıdır.
Mülteci çocuklardan bahis açtım ya, oradan devam edeyim.
Acaba o hanımefendinin şu sıralarda ABD'de iyice ayyuka çıkan insanlık krizinden haberi var mıdır? Sanmam. Gazetelerde küçücük çıkan o haberler gözüne takılmamıştır bile...

Ailelerinden koparılan mülteci çocuklar (aslında yaşları o kadar küçük ki, bebeler demek yanlış olmaz!) Teksas eyaletindeki toplama kamplarında tutuluyorlar.
"Banyo yapmaya götürüyoruz" diyerek annelerinin kucağından alınmış tam 11 bin 786 çocuk...
İşin bir başka skandal tarafı, bu uygulamanın Obama döneminde de yapıldığının ortaya çıkması.
"İnsanlık", "evrensel hukuk", "modern demokrasi" mi demiştiniz?

Geçiniz...



***

Erdoğan-Maduro-Venezuela-Meksika hattı.



BÜLENT ERANDAÇ 
07 Ağustos 2018, Salı 

Erdoğan-Maduro-Venezuela-Meksika hattı
EY Amerika, arka bahçende artık Yeni Türkiye var. Başkanımız Tayyip Erdoğan'ın "İhracatta yeni dönemde önceliğimiz Meksika, Çin, Rusya ve Hindistan pazarlarıdır" sözlerine ve Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Kalın'ın Maduro ile beraber çektirdiği son fotoğrafına iyi bakınız Aziz Milletimiz. Büyük Türkiye'nin gelecek 60-70 yılının hamleleri ve fotoğraftır bu.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Venezuela Devlet Başkanı Maduro'ya yapılan suikastı protesto ederken, beraber çekilmiş fotoğrafını paylaştı, "Güçlü ol dostum" ifadesini kullandı.
Bu fotoğrafla verilen mesaj, "Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Yeni çok kutuplu dünyanın lideri" tabirini kullanan Venezüella Başkanı Maduro'ya tam destekti.
Birbirini tamamlayan iki konu, gelecek yıllardaki jeopolitik dengeleri çok etkileyecek ERDOĞAN -MADURO-VENEZUELA -MEKSİKA HATTI, harika bir şekilde, dünya kamuoyunun dikkatine sunulmuştur.
Venezuela ve Meksika, ABD emperyalizminin göz diktiği iki ülke. Amerika'nın arka bahçesi. Darbeler yaptırdığı, masum insanların kanına girdiği bu ülkelerle, mazlumların gür sesi Başkan Erdoğan'ın özellikle ilgilenmesi, çok dikkate değerdir. Güney Amerika'ya uzanacak Türkiye'nin gerçek dost eli, Derin ABD'ye yapılmakta olan çok aklı hamlelerdir.


 HİBE OTOBÜSLER.

Başkan Erdoğan'ın talimatıyla İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin, TİKA aracılığıyla Ocak 2017'te Gineli makamlara hibe ettiği 50 belediye otobüsünün bir kısmı başkentte trafiğe çıktı. Bir Afrika ülkesi daha Türk kardeşlerine teşekkürlerini gönderdi.

CHP bölünür mü?

SİYASET Kulislerinde Öne çıkan iki fısıltı var.

1) CHP bölünür mü? Muharrem İnce'nin ayrı bir parti için yola çıkacak nefesi var mı? İnce'nin Amerikalı arkadaşları, ayrı bir parti için kendisine ne kadar yardım edebilir? Kemal Kılıçdaroğlu olağanüstü kurultay yapmıyor. CHP şu anda, sadece delege bazında değil, teşkilat/ belediye başkanlıkları cenahında da iki ayrı parça... Genel tabloya bakınca şunu görüyoruz: O zaman ne olacak? Düz mantıkla bakarsak, CHP'nin ikiye bölünme noktasında. Ancak, Muharrem İnce'nin 'nefesi yetmez' deniyor. Çünkü İnce düzenini CHP'nin içinde kurmuş durumda. Arkasında duranların yarısı, ayrılma olursa onu takip etmez deniyor. Daha da önemlisi, Derin CHP (İstanbul mahfilleri), Muharrem İnce'yi zayıf buluyor. Yerel seçim sonrası Kemal Bey'in yerine bir başka ismi hazırlıyorlar. (NOT: Birisi kadın 3 isim üzerinde duruluyor.)

2) KASIM'DA YEREL SEÇİM OLUR MU? Yerel Seçimin Kasım- 2018'e alınması konusuna "CHP yanaşmaz" düşüncesi ağırlıkta. CHP kıvırırsa, AK PARTİ -MHP-BBP hazır. HDP'li milletvekilleri de, alınmasından yana. Ağustos- Eylül ayında gelişmeler hızlanırsa, Anayasa değişikliği için 400 oyun çıkması, şartları oluşabilir. Mesala 4 KASIM 2018!

Oğuzhan Asiltürk-Temel Karamollaoğlu neden korktu?
SAADET Partisi'nin Ekim ayında yapılması planlanan olağan kongre gelecek yıla bırakıldı.
Erteleme kararı alınırken "Alelacele yapılacak bir kongreyle, yerel seçime gitmek faydalı olmaz" denildi.
Saadet demek, Oğuzhan Asiltürk demek. Asiltürk ve Temel Karamollaoğlu'nun korktuğu bir şeyler var.
24 Haziran'da CHP ile ittifak yapılması, Saadet'in muhafazakâr-mütedeyyin seçmeni tarafından tepki görmüştü. Parti kararına rağmen Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan'a destek verilmişti. Saadet teşkilatında, Asilturk-Temel Bey yönetimine oluşan tepkilerin kongrede vücut bulması, CHP'ye tavır koyacak yeni yönetimin göreve gelmesi ihtimali kuvvetlenirken, erteleme kararı çıktı.

EVET, Derin ABD'de şeytanlık bitmez. Trump, 12-13 Ekim'de Arabistan, Mısır, Ürdün ve BAE ile ARAP NATOSU çatısı altında bir ordu oluşturma toplantısı yapacak. İslam NATO'su sözde İran'ın yayılmacılığına karşı mücadele ediyor gerekçesiyle kurulacak.
Aslında İsrail'in güvenliğini sağlamayı maskeleyecek. Bu işi, Evangelist ABD liderliği- Pence ve Pentagon yapıyorsa aman dikkat" Evanjelist- Siyonistler'e göre Büyük İsrail'i oluşturmada 7 aşama var. Günümüzde, 3'ncü aşamadalar.

DERİN SÖZ

"(Şeytan) Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va'detmez." Nisa Suresi, 120. ayet



***********

13 Ekim 2017 Cuma

Zekeriya Öz'e ' Abi Savcı ' Darbesi

Zekeriya Öz'e ' Abi Savcı ' Darbesi 





28 Ocak 2009 09:31

Ergenekon savcısı Öz'e örtülü Ferhat Sarıkaya operasyonu yapıldı. Öz'ün başına 'abi savcı' getirildi. ETÖ lobicileri Adım adım ilerliyor.. 



Adem Yavuz Arslan/Bugün 
Zekeriya Öz’e ‘abi savcı’ geldi 

Başladığı günden bu yana sulandırmaya/ rotasından saptırılmaya çalışılan ETÖ soruşturmasında dün önemli bir dönemeç yaşandı. Davaya üç yeni savcı daha atandı. 

19 Ocak'ta bu köşe de davaya yeni savcı atama yönündeki kulisleri ve girişimleri anlatmıştık. Hatırlanacağı gibi İstanbul Başsavcısı Ankara'ya gelmiş, yeni savcı talebinde bulunmuştu. Aynı dönemde YARSAV ve Sabih Kanadoğlu'ndan ilginç açıklamalar gelmişti. Yine aynı dönem de davaya yeni savcı atanması, bu savcılardan en az birinin kıdem olarak Öz'den büyük olması yönünde yoğun kulisler yapılmıştı. 

10. Dalga sonrası çıkan silahlardan sonra Öz'ün görevden alınmasının çok dikkat çekeceğini düşünen bazı çevreler 'ETÖ' ye soğuk bakan, kıdemli bir savcının atanması için lobi yapıyordu. HSYK dün yaptığı toplantı ETÖ soruşturmasını yürüten savcılık emrine Rasim Işıkaltın, Kasım İlimoğlu ve Mustafa Çavuşoğlu'nu atadı. Bu durum 'abi savcı senaryosu' gerçekleşti anlamına gelebilir. 

Çünkü Rasim Işıkaltın kıdem olarak Zekeriya Öz'ün üstünde. Yargı camiasında kıdem önemli bir gösterge olarak kabul ediliyor. Tabi bu durum 'acaba davaya müdahale mi edilecek?' sorusunu akla getirdi. Olumsuz örnekler; Susurluk ve Batık banka davaları ortadayken şüpheler artıyor. Yeni savcı atanmasının pratik zorlukları da olacak. 

Öncelikle dava 1,5 yıldır sürüyor ve mevcut savcılar konuya hakim. Yeni üyelerin dosyaya bütünüyle vakıf olması aylar sürer. Savcı Öz'ün davadan alınması ya da pasif göreve çekilmesi terör örgütü lehine müdahale olarak algılanır. Bir bakıma ikinci bir Ferhat Sarıkaya hadisesi demektir ki Türkiye tarihinin en önemli operasyonunun yarım kalması anlamına gelir. 

aktif haber 

***

HSYK'DA KRAL ÇIPLAK



HSYK'DA KRAL ÇIPLAK 



Sivrilen Savcıları Törpüleme Kurumuna Dönüşen HSYK'da Kral Çıplak... 

Adem Yavuz
Bugün 
15 Aralık 2008





















AİHM ‘ Kral Çıplak’ dedi kimse duymadı 

Biz ekonomik kriz, yerel seçim ve Baykal'ın çarşaf açılımını konuşurken AİHM çok önemli bir karara imza attı. 

Konu Türkiye'yi doğrudan ilgilendiriyordu ama gündemde kendine yer bulamadı. 'Not düşmek' açısından hatırlatmakta fayda var. 

Malum, eski savcı Sacit Kayasu, Kenan Evren hakkında iddianame hazırladığı için HSYK tarafından 'görevi kötüye kullandığı' gerekçesiyle ihraç edilmişti. Tıpkı Ferhat Sarıkaya gibi. Kayasu, 2001'den bu yana sürdürdüğü mücadelesini kazandı. Konu, 12 Eylül darbesi üzerinde tartışıldı ama Avrupa'nın en yüksek yargı organı Türkiye'deki yargı kriziyle ilgili çarpıcı tespitler ortaya koydu. AİHM'in 48 yargıcından birisi olan Andras Sajo'nun yazdığı 'Kayasu Kararı'nın 121. paragrafı HSYK'yı ciddi şekilde eleştiriyor. Kararın özü şu: 

HSYK mevcut yapısıyla anti demokratik bir kurumdur. Bir başka ifadeyle AİHM 'kral çıplak' dedi. Kurulun yapısı ve işleyişine ciddi eleştiriler var. Malum HSYK, adalet bakanı, müsteşarı ve 5'i asil 10 üyeden oluşuyor. Üyeler Yargıtay ve Danıştay'dan seçiliyor. Cumhurbaşkanının sadece atama yetkisi var. Danıştay ve Yargıtay üyelerini ise HSYK seçiyor. Yani bir birini seçen bir yapı var. En çok eleştirilen bakan ve müsteşarın kurul üyeliği ise sembolik denebilir. Çünkü birbirini seçen yapıda hakim görüş neyse kararlarda o yönde çıkıyor. 

Toplam 7 kişiden 4'ünün verdiği karar ilk etapta 10 bin hakim ve savcıyı, sonrasında da tüm Türkiye'yi etkiliyor. Kararlara itiraz yolu kapalı. Hal böyle olunca mutlak güç HSYK'nın. Savcıların cesaretini kıran önemli bir faktör bu durum. Ergenekon savcıları da sürekli 'Sarıkaya gibi olacaksınız' tehdidine muhatap oluyorlar. Ergenekon savcılarının HSYK'nın gündemine getirilmesi için yoğun kulislerin olduğu Ankara'da sıklıkla konuşuluyor. 

HSYK'nın süren davalara müdahalesi sadece savcıyı ihraçla olmuyor. Hakimleri değiştirerek de müdahale edebiliyor. 

Örnekleri mevcut. Susurluk Davası'nın hakimi Sedat Karagül 3.5 yıl boyunca baktığı davadan karar aşamasına gelindiğinde alındı. Yerine Metin Çetinbaş atandı. Çetinbaş da yüzlerce klasörlük davayı 3 ayda sonuçlandırdı. 

Ayhan Çarkın müebbet beklerken 4 yılla kurtuldu. Çetinbaş da emekli olduktan sonra Kemal Alemdaroğlu'nun avukatı oldu. Batık banka davalarının uzmanı Mustafa Akın'ın mahkeme başkanlığından alınması ise hâlâ tartışmalı. Görünürde rutin bir atamaydı ama bu karar dönemin Bakanı Cemil Çiçek'i bile isyan ettirmişti. Konunun uzmanları mevcut yapının bizzat kendisinin antidemokratik olduğunda hemfikir. Yeni ve kapsamlı bir sivil anayasa ile HSYK'nın yeniden düzenlenmesi şart. 

aktif haber 

**************

Tabuları Zorluyor, Erdoğan Boşuna Konuşmadı

Tabuları Zorluyor, Erdoğan boşuna konuşmadı

Osman Can 
Sabah 
1 Ocak 2009 

............  Erdoğan boşuna konuşmadı. ...................   



Erdoğan Boşuna Konuşmadı. Akıllı Laikçi Üyelerin Planı işliyor... 
Hakan Aygün / Bugün 

Başbakan Erdoğan aslında boşu boşuna konuşmadı, haberi önceden verdi: 

"İkinci bir Anayasa Mahkememiz oldu!" Erdoğan, bu sözleri Anayasa Mahkemesi'nin kapatılan belde belediyeleriyle ilgili kararını Danıştay 8. Dairesi'nin farklı yorumlaması üzerine söyledi. Erdoğan'ın ilginç yorumundan bu yana, Ankara'da kapalı kapılar ardında bilmediğimiz işlerin döndüğünü düşünüyorum. 

"Nedir" derseniz, vallahi de billahi de hâlâ çözebilmiş değilim. Ama gelin parçaları birleştirelim... 

Erdoğan, malum lafı ettiğinde, YSK Anayasa Mahkemesi yerine Danıştay'ın kararını esas almıştı. Ardından, sadece 1 hafta içinde bakın neler oldu: 

-Yargıtay Birinci Başkanlar Kurulu, jandarmanın dinleme yetkisine itiraz ederken MİT ve Emniyetin ülke genelinde dinleme yetkisine itiraz etmeyen Adalet Bakanlığı bürokratlarının soruşturulmasını istedi. 

-Danıştay 1. Dairesi, kapatılan RP'nin Genel Başkanı Erbakan ile aralarında Cumhurbaşkanı Gül'ün de bulunduğu eski RP yöneticileri aleyhine açılan davada şikayetin Maliye Bakanı Unakıtan tarafından işleme konulmamasına ilişkin dava reddi kararını kaldırarak, dosyayı Maliye Bakanlığı'na gönderdi. 

Yargıtay ve Danıştay'dan gelen başka hamleler de var ama listeyi uzatmayalım ve gelin bu "yeni durum" un adını koyalım: "Anayasa Mahkemesi'nin AKP'yi kapatmama kararının ardından, "diğer yüksek yargı" hareketleniyor." Başbakan Erdoğan da, "yeni durum"dan benim gibi kıllandığı için "işin adını" koydu. 

"Yeni bir Anayasa Mahkememiz oldu" diye boşu boşuna konuşmadı. Vakti zamanında yazdıklarımı tekrarlıyorum: "Anayasa Mahkemesi'nin AKP'yi kapatmama kararı sanılanın tersine AKP aleyhindeki siyasi bir karardı. Şu anda içine girdiğimiz ekonomik kriz konjonktürü AKP iktidardayken yaşanılsın istendi. 

" Şu anda ekonomik durum, "Anayasa Mahkemesi'nin kapatma değil, Hazine yardımı kesintisini isteyen akıllı laikçi üyelerinin istediği yönde gidiyor" gibi görünüyor. Ama hesapların ne kadar tuttuğunun ilk sonuçlarını yerel seçimlerde alacağız. Ama gördüğüm o ki, AKP'deki en akıllı adam hâlâ Erdoğan! 


***

16 Nisan 2015 Perşembe

1980 SONRASINDAN DERS ALAMAYAN SHP=SODEP= CHP BUGÜN CHP HDP (BDP) İTTİFAKINI KONUŞUYOR


1980  SONRASINDAN DERS ALAMAYAN SHP=HEP=HP=SODEP= CHP..
  BUGÜN CHP & HDP  İTTİFAKINI KONUŞUYOR


Son günlerin moda konusu CHP-BDP ittifakı. Her ne kadar CHP lideri Kılıçdaroğlu son grup toplantısında “Bir ittifaktır tutturmuşlar. Ne ittifakı? Kim konuşuyor bunları? Böyle bir şey yok diyoruz, yine tartışıyorlar” diyerek bu iddiayı net bir dille yalanlasa da basında bu yöndeki yayın ve yorumlar aynı hızla devam ediyor.
Geçtiğimiz günlerde, “CHP BDP ile ittifak yaparsa iktidar olur” diyen bir genel başkan yardımcısının (Taraf, 22 Kasım 2010) yanı sıra Pollmark gibi AKP’ye yakınlığı ile bilinen bir kamuoyu araştırma şirketi yetkilisi söz konusu ittifakın CHP’ye 6,5 puan getireceğini dahi söyledi. (A.Aydıntaşbaş, Milliyet, 22 Kasım 2010) Bunlara ek olarak gazetelerde ve televizyonlarda yapılan yüzlerce yayın da cabası.
Partinin resmi ağızlarından çıkan aksi yöndeki ifadelere rağmen siyaset kulislerinde ve basında CHP’ye yönelik bir psikolojik harekâtın yürütüldüğü açık bir gerçek…
Geçtiğimiz haftadan bu yana devam eden bu tartışmalar içerisinde sıkça 1991’deki SHP deneyimine atıfta bulunulduğuna şahit oluyoruz. CHP liderinin “Yeni CHP” söylemini kullanan çevreler, Kılıçdaroğlu’na SHP örneğini sunuyorlar. BDP Muş milletvekili Sırrı Sakık bile “iktidar olmak için SHP Ruhu”ndan bahsediyor bugünlerde! (Amberin Zaman, Habertürk, 19 Kasım 2010)
Pek çok konuda olduğu gibi SHP ve 1991 deneyimi konusunda da herkes işin kendilerine yarayan tarafından tutup gerisini boş veriyor…
Şimdi gelin 1991’de SHP ile HEP arasındaki işbirliği nasıl sağlandı, o dönemde neler yaşandı, SHP söz konusu ittifaktan ne elde etti sorularına yanıt aramaya çalışalım…
İNÖNÜ’NÜN ALDIĞI RİSK
SHP açısından 1987 seçimlerinde sergilenen performans hayati önem taşımıştır. 1983’te iktidara gelen Turgut Özal’ın ANAP’ına karşı girilen 1987 genel seçiminden Erdal İnönü’nün SHP’si ülke genelinde %24,7 oy alarak ikinci parti olarak çıkmıştır. TBMM’de elde ettiği 99 milletvekili ile ana muhalefet partisi konumuna yükselen SHP bu çıkışını genel seçimlerden iki yıl sonra yapılan yerel seçimlerde de devam ettirmiştir.
1987 Genel Seçimi’nde ikinci parti olan SHP, 1989’da yapılan yerel seçimlerden net bir zaferle ayrılmış; iktidardaki ANAP’a tam 7 puan fark atarak seçimlerin galibi olmuştu. Yerel seçim sonuçlarında genel seçime dair önemli bir veri kaynağı olarak kabul edilen il genel meclisi oylarında ise %28,6’ya ulaşan SHP iki yıl önceki genel seçimlere göre oylarını 4 puan artırmıştı.
1989’da başta Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Gaziantep ve Kayseri olmak üzere toplam 39 ilin belediye başkanlıklarını kazanan SHP 1991 seçimleri için umutlanmaya başlamıştı…
1991 seçimlerine giden süreçte SHP’nin bugünkü BDP’nin “atası” sayılabilecek olan HEP ile işbirliği gündeme gelmişti. Bugün pek hatırlanmasa da SHP o dönemde-bir tür solda birlik projesi olarak-Ocak 1991’de kurulan Sadun Aren’in Sosyalist Birlik Partisi ile de işbirliği yapmak istemiş ancak anlaşma sağlanamamıştı. (H.B.Kahraman, Sosyal Demokrasi-Türkiye ve Partileri, 1993, s. 88-89)
İnönü o günlerde kimsenin cesaret edemeyeceği bir siyasi riski üstleniyor; reel politiğin aksine büyük bir idealizmin peşine düşüyordu: HEP ile işbirliği yaparak hem Kürt siyasetinin temsilcilerine TBMM çatısı altında meşru siyaset yapma fırsatını sağlayarak “ulusal birliği” sağlayacak hem de partisinin Güneydoğu’daki varlığını güçlendirecekti. İnönü bu siyasetçilerin dışlanmasının aynı zamanda bölgenin ve sorunlarının da dışlanması anlamına geldiğine inanıyordu. Bu girişimle HEP’li vekillerin SHP çatısı altında bölgenin meselelerini ülkenin ve siyasetin gündemine taşımasına fırsat tanınacağına inanıyordu.
O dönem Fehmi Işıklar liderliğindeki HEP ile SHP arasında yapılan görüşmeler sırasında bir protokol üzerinde anlaşmaya varılmıştı. Buna göre Hakkâri, Bitlis, Van, Mardin, Batman, Muş, Diyarbakır, Adıyaman, Şanlıurfa ve Mardin gibi Güneydoğu illerinde SHP’nin milletvekili adayları HEP tarafından belirlenecekti. Buna ek olarak, İstanbul ve İzmir’de de HEP’li adaylara yer ayrılacaktı. (Vural Savaş, Atatürk’ün Kemiklerini Sızlatan Parti CHP, 2003, s. 19)
VE SONUÇLAR
SHP içinde ise özellikle Deniz Baykal’ın başını çektiği bir grubun başından beri HEP ile işbirliğine olumsuz baktığı bilinen bir gerçekti. Terör örgütü ile oldukça içli dışlı bir görüntü veren bu hareketin partiye zarar vereceğine, oy kaybına neden olacağına inanıyorlardı. Bu anlamda SHP içinde parti liderliği ile Baykal grubu arasında bir gerilim yaşanmaktaydı. Yine de genel başkan olarak İnönü’nün istediği yolda ilerlenmiş; SHP 1991 seçimlerine HEP ile ittifak yaparak girmişti…

Ve sonuçlar…

1987’de elde ettiği %24,7’yi 1989 yerel seçimi il genel meclisinde %28,6’ya yükselten SHP, 1991 genel seçiminde %20,7’ye düşmüş; seçimden DYP ve ANAP’ın ardından üçüncü çıkmıştı.

Parti Türkiye çapında 74 ilden 44’ünde milletvekili çıkaramamıştı! (Milliyet, 21 Ekim 1991)

1987 seçimine oranla dört puanlık bir düşüş ve yaklaşık bir milyonluk oy kaybı yaşayan SHP bunun sonucu olarak 11 sandalye kaybederek TBMM’deki 99 olan milletvekili sayısını 88’e düşürmüştü…
Seçim sonucu ortaya çıkan Türkiye haritası ise HEP ile yapılan işbirliği bakımından yorumlandığında SHP açısından çok şey ifade ediyordu…
İşbirliği bir noktada işe yaramış, İnönü’nün beklentisi doğru çıkmış; SHP Güneydoğu Anadolu’da oy oranını %35’e yükseltmişti. 1987 seçiminde hiç vekil çıkaramadığı Van, Siirt, Muş, Erzincan, Adıyaman gibi illerde neredeyse tulum çıkaran SHP, Diyarbakır’daki vekil sayısını 4’ten 7’ye; Mardin ve Gaziantep’te ise 2’den 5’e çıkarıyordu. Bunların yanında bölgenin diğer illerinden de en az birer vekil çıkaran SHP, Mersin ve Hatay gibi güney illerinde de bir iki istisna dışında bütün vekillikleri kazanmıştı. Bu bölgeden milletvekili çıkarmayı başaramadığı tek il ise 1987’de olduğu gibi 1991’de de Şanlıurfa olmuştu…
Güneydoğu’da işler SHP açısından yolunda giderken Karadeniz, Marmara ve Ege’de ise tam tersi istikamette tezahür etmişti. (Emre Kongar, 21. Yüzyılda Türkiye, 2002, s. 227)
Amasya ve Tokat’tan alınan birer vekillik dışında SHP Karadeniz’de silinmişti…
Marmara’da ise özellikle Trakya bölgesinde büyük bir oy kaybı yaşanmıştı. Daha önce ikişer milletvekili çıkardığı Edirne ve Tekirdağ’da “sıfır çeken” SHP, Kırklareli’nde 2’den 1’e düşmüştü! İstanbul’da ise 1987’deki 14 vekilin yerini 1991’de sadece 5 vekil alabilmişti!

Ege’ye bakıldığında da durum aynıydı…

İzmir’de 1987’de elde edilen 10 milletvekili 1991’de 4’e düşmüştü! Bir önceki seçimin aksine Balıkesir, Aydın ve Manisa’da “sıfır çeken” SHP, kalesi olarak gördüğü Muğla’dan da ancak 1 milletvekili çıkarabilmişti…
Hiç şüphe yok ki bu sonuçlar 1987 ile karşılaştırıldığında SHP için büyük bir başarısızlıktı. Partinin muhalefette iken böyle bir yenilgi yaşaması dönemin basınında 91 seçiminin asıl mağlubu olarak ANAP yerine SHP’nin gösterilmesine neden olmuştu…
Parti içinde ise zaten var olan gerilim ortamı bu aşamadan sonra tamamen bir parti içi mücadeleye dönüşecek; İnönü-Baykal kurultayları başlayacaktı…
Bu süreçte 91 seçimlerine yönelik en çok tartışılan konu HEP ile yapılan işbirliği olmuştu. Pek çok kişiye göre ortaya çıkan seçim sonuçları söz konusu ittifakın SHP’ye Güneydoğu Anadolu dışında büyük bir oy kaybı yaşattığını gösteriyordu. Özellikle Ege, Marmara ve Karadenizli seçmen söz konusu işbirliğine büyük tepki göstermişti!
Partinin yetkili isimleri tarafından HEP ile yapılan ittifak seçmene doğru dürüst izah edilememiş; rakip partilerin bu konuyu kendi kampanyalarında kolayca istismar etmelerine müsaade edilmişti partiye yakın çevrelere göre…
ECEVİT OLAYI
Bu konuda SHP’ye en büyük muhalefeti yapan ve sonuçta ciddi bir oy kaybı yaşamasına neden olan ise hiç kuşku yok ki Ecevit ve DSP olmuştu. 1989’dan itibaren SHP ile HEP arasındaki yakınlaşmaya muhalefet eden Ecevit, bu yakınlaşma 1991’de işbirliğine dönüşünce sesini yükseltmeye başlamıştı. Ecevit’e göre, SHP “bölücülük” yapıyor; bir etnik harekete destek oluyordu. Seçim kampanyasında bunu ustalıkla kullanan Ecevit’e SHP’nin tek yanıtı ise “Ecevit’in solcu olmadığı” idi. (Ercan Yavuz, Yumruksuz Sol: DSP, 2004, S. 61-65)
Ancak görünen o ki, seçmeni etkilemeyi başaran Ecevit olmuştu…
1987 seçimlerine göre 1991’de SHP’nin oy kaybı yaşadığı her ilde DSP’nin yükselişi göze çarpıyordu. Hatta Edirne gibi illerde SHP silinirken, yerinin DSP tarafından ele geçirildiği gözleniyordu. Bunların da etkisiyle DSP 1987’ye oranla 1991’de ülke genelinde 600 bin oy daha fazla kazanıyor; barajı geçerek TBMM’ye girmeyi başarıyordu!
SHP’ye göre ise Ecevit bir kez daha “bir bölen” olmuş; sol oyları bölerek Demirel’in DYP’sine iktidar yolunu açmıştı!
Değerli okurlar,
1991 ve SHP deneyimi bugüne ışık tutacak pek çok veriyi barındırıyor. Cumhuriyet tarihinin en önemli seçimi olarak tanımlanabilecek Haziran 2011 seçimlerine giden yolda atılacak her adımın büyük bir önemi olacaktır. Dikkatli ve uyanık olmakta, yakın tarihin tecrübelerini göz ardı etmemekte büyük fayda vardır…
Ali Bilgenoğlu

KONUYLA İLĞİLİ DİĞER  HABER..,


Baykal, İnönü'ye HEP ile ittifak için baskı yaptı
SHP Genel Sekreteri Ketenci, dönemin SHP Genel Başkanı Erdal İnönü'ye HEP ile ittifak yapılması için CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın baskı yaptığını söyledi
SHP Genel Sekreteri Ketenci, 1991 seçimlerindeki SHP-HEP ittifakını reddeden CHP lideri Baykal'a sert çıktı. Ketenci, Baykal'ın, 1991 seçimleri öncesi Erdal İnönü'yü HEP ile ittifak yapmaya zorladığını iddia etti

CHP lideri Deniz Baykal'ın şimdiki PKK elebaşısı Zübeyir Aydar'ın 1991 seçimlerinde SHP-HEP ittifakıyla Meclis'e girmesiyle kendisinin bir ilgisi olmadığı iddiasını SHP Genel Sekreteri Ahmet Güryüz Ketenci çürüttü. SHP Genel Sekreteri ve İstanbul Milletvekili Ketenci, "Gerçekler tarih sayfalarında kayıtlıyken, Sayın Baykal nasıl oluyor da 'SHP ile ilgim yok' diyebiliyor" dedi. Ketenci, TBMM'de düzenlediği basın toplantısında, "Sosyal Demokrat Halkçı Parti'den 1987 ve 1991'de iki kez milletvekili seçilen, Grup Başkanvekilliği ve Genel Sekreterlik yapan Baykal, SHP'yi nasıl inkar edebilir" diye sordu.

Baykal'ın, 1991 seçimleri öncesi Erdal İnönü'yü HEP ile ittifak yapmaya zorladığını iddia eden Ketenci, "Baykal, ittifakın başarılı olması halinde Kürt kökenli delegelerden puan alacak, başarısızlık halinde İnönü'yü eleştirerek kurultayda prim yapmaya çalışacaktı. Bir tuşla iki kuş vuracaktı" diye konuştu.

Güryüz Ketenci, şöyle devam etti: "Siyasette vefasız ve güvenilmez bir çizgi izlemeyi, tavır ve duruş sergilemeyi ilke; inkarcılığı ise siyaset yapmak sayan Baykal, bugün de 'Dün dündür, bugün bugündür' tarzını sürdürmektedir. Sosyal Demokrat Halkçı Parti'den 1987 ve 1991'de iki kez milletvekili seçilen, Grup Başkanvekilliği ve Genel Sekreterliği yapan Sayın Baykal, SHP'yi nasıl inkar edebilir? Aklı duygularının önüne geçemediği için 3 kez İnönü karşısında genel başkan adayı olan ve yenilen Baykal değil midir? Bütün bu gerçekler tarih sayfalarında kayıtlıyken, Sayın Baykal nasıl oluyor da 'SHP ile ilgim yok' diyebiliyor."




22 Kasım 2014 Cumartesi

HEPAR BUGÜN MECLİS’TE OLSAYDI, TÜRKİYE’NİN GÜCÜ BAŞKA OLURDU!…

HEPAR BUGÜN MECLİS’TE OLSAYDI, TÜRKİYE’NİN GÜCÜ BAŞKA OLURDU!…

ÖKKEŞ AĞAOĞLU YAZDI…

agaoglu_yazdi
HEPAR BUGÜN MECLİS’TE OLSAYDI, TÜRKİYE’NİN GÜCÜ BAŞKA OLURDU!…
SON günlerde HEPAR’ın farkı yavaş yavaş gündeme oturmaya başladı. Yavaş yavaş diyoruz çünkü, Genel Başkan Osman Pamukoğlu’nun acelecilikten yana olmadığını görüyor ve izliyoruz. Daha doğrusu attığı adımlarda mantık ve kavram karmaşası yaşamamak için, halka olan yaklaşımlarında samimiyetini görüyoruz. Daha dürüst ve daha samimi ortamları partiye kazandırmak için siyasi alanda oldukça ilerlemeler kaydeden Sayın Pamukoğlu’nun, her konuda oldukça başarılı gözüktüğünü görebiliyoruz.
HEPAR’ı CHP’den farklı kılan nedenlerden en önemli olanı ise, Kılıçdaroğlu’nun yaptığı hataya düşmemesi olmuştur. O hata da, CHP’nin her vesileyle sürekli Atatürk’ü iktidarın karşısına oturtarak güç kazanma yoluna gitmesi olmuştur. Ama HEPAR bunu yapmayarak, daha çok partisinin düşüncelerinin ve siyaset yapmasının inceliklerini ön plana çıkarması bu farkı gözler önüne sermiştir.
Çünkü Atatürk, sadece bir parti olarak anılmaya başlarsa, o zaman Gazi’nin siyasi partilerde ne resmi kalır, ne de izleri. Örneğin, herhangi bir partinin yapacağı kurultay salonunda genel başkanın resminin yanında mutlaka Atatürk de konmaktadır. Ama eğer Kılıçdaroğlu sürekli Atatürk’ü siyasi alanda mütemadiyen zikrederse, işte o zaman, kurultay salonundaki genel başkanın asılı resminin yanına Atatürk resmini dahi koymayabilirler.
Eeeee, bu da suç değil elbette. Ama o resmin oradan kaldırılmasına neden olan siyasi parti ve onun lideri, Atatürk üzerinden yaptığı politikalardan dolayı suçlu olmalıdır.
İşte tam da burada HEPAR Genel Başkanı Pamukoğlu’nun bu konuda siyasi duruşunu incelemekte yarar var. Elbette Pamukoğlu askerdi ama şimdi sivil hayatta siyasete atılmış değerli bir insan. Şu anda siyasi duruşunu her yerde sergilemekte ve farkını göstermekte. Çünkü vatana hizmeti en üstün bir şekilde bitirmiş ve sivil siyasete adımını atmıştır. Hatırlarsanız askerliğe, yeri gelince (peygamberlik mesleği) deriz, ama siyasi arenada askere olan sevgiyi herhangi bir parti liderinin sahiplenmesini kabullenemeyiz.
Nedense Türk siyasetinde böylesine tuhaf bir ilişki yumağı vardır.
İşte bu düşünceyi aşmamızın en güzel yolu, cumhuriyete ve laik parlamenter sisteme sahip çıkmakla olur. Bunun aksi olarak siyasi arenada sürekli Atatürk’ü ön plana çıkararak politika yapmayı değil… Bilakis Atatürk’ün kaldığı yerden devam ederek, O’nun siyasi ve kıvrak zekasını daha da zenginleştirerek politikada halkımıza hizmeti götürmeliyiz…
Tam da burada HEPAR’ın uyguladığı politikanın laik ve cumhuriyetçi yapısıyla öne çıkması olmuştur. Aynı zamanda da Atatürk’ü hiçbir zaman diğer partilerin karşısına çıkarmadan, politikasını yürütmekten yana olduğunu göstermektedir. Bu da HEPAR’ı CHP’den ayıran en önemli özelliklerinden biri olmaktadır.
PAMUKOĞLU, EN BÜYÜK İLGİYİ TERÖRE KARŞI TEDBİRLERDE GÖRECEK. TABİİ DİĞERLERİYLE DE…
Sayın Pamukoğlu, siyaset alanına girerek partisinin izlediği ve görev aldığında da izleyeceği yolları tek tek açıklamaktadır. Örneğin ekonomiyle ilgili yaptığı açıklamalar oldukça detaylıdır. Bakın, bu konuda yapılan bir röportajında bir soruya nasıl cevap vermiştir:
SORU: “Hepar olarak kimlerden oy alıyorsunuz?..”
CEVAP: “Bizim CHP ve DSP’den aldığımız oy sayısı MHP’den aldığımız oylardan fazla. Parti büyüyecek, her geçen gün olaylar ve koşullar bizim partinin lehine… Bölgede savaş davulları çalıyor, savaş baltaları çıktı. Hükümetin yanlış politikaları sonucu durum bu. Ekonomi iyiye gitmez. Bankaların, madenlerin sende değil, boyalı suratla geziyorlar. Yağmur yağarsa birisi suratına su dökerse boyaları dökülecek… Avrupa Birliği çökecek. Bu Napolyon’un projesiydi, O bile yürütemedi. Kaldı ki Avrupa onun avcunun içindeydi. Ülkelerde ulusçuluk olduğu sürece bu olmaz.”
Haksız da değil hani. Bugünkü Avrupa Birliği’nin durumunu hepimiz görmekteyiz. Hemen hemen bütün Avrupalı ülkeler iflas bayrağını çekmek için sıraya girmiş durumda. Tıpkı bugünkü “Arap Baharı”nı yaşayan Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi… Avrupa’da da, iflas etmek için adeta “Batı Baharı” yaşanmakta. Batı’nın bütün getirisi, birlik adına aralarında imzalanan kontratvari ekonomik anlaşmalar olmuştu. Ama bugün görüyoruz ki bu kontrat, birliğe üye olmak isteyen diğer ülkeleri de ürkütmeye başladı.
Bugün Avrupalı bu durumdayken Türkiye hem Kıbrıs için, hem sözde Ermeni meselesi için ve hem de terör için adımlarını atmalı… Terörün finans kaynaklarını kesmenin politikalarını derhal gündeme almalıdır. Yok eğer bugün bu yapıl(a)mazsa, yarın çok geç olabilir. Tabii bunun adına da “Kaçan fırsat” denir.
Avrupa nezdinde bu siyasi fırsatı kaçırmak istemeyenler arasında HEPAR’ı görmekteyiz. Çünkü HEPAR bu atılımları yapmak için sürekli projeler üretmekte ve acil önlemleri de tek tek açıklamaktadır. Zaten bir açıklamasında bu konuya açıklık getiren Pamukoğlu, bakın ne demişti:
“Avrupa Birliği sanal bir örgüttür. Geleceği yoktur. Sebebi ise ulusal çıkarlarla çelişir. Napolyon istemiş, bütün Avrupa yumruğunun altında olmasına rağmen, söylediğim nedenle gerçekleşmeyeceğini hemen anlayıp vazgeçmiştir.
Avrupa demek; Almanya, Fransa ve İngiltere’dir. Diğerleri siyasi, ekonomik ve askeri güç olarak sadece görüntüdür. Bugün İngiltere de tam olarak ve başlı başına Avrupa siyasetine yön veremez.
Kuzey Atlantik Savunma İşbirliği Antlaşması (NATO) askeri olarak anlam taşımamaktadır. Afganistan’a kadar uzanan kollarıyla, sadece bir ticari örgüttür. Çünkü NATO’nun kuruluş amacının bugün muhatabı yoktur.
Avrupa Birliği hiçbir zaman bizi birliğe almayacak. Bazı ülkelerin anayasalarına bile maddeler koydu. Hal böyleyken Türkiye’ye siyasi direktifler yağdırıyor müstemlekeymişiz gibi, heyetler gönderip denetlemeler yaptırıyor.
Örnekleri uzatmayacağım. Ve işte Avrupa Birliği’nin acıklı hali. İşte egemenliğimden taviz vermem diyen İngiltere ve her şeyin hakimi ve patronu Almanya. Onun sağlam rüzgarının altına giren Fransa. Diğerleri mi? ‘Biz ettik, sen etme’ derdine düşenler…”
Ve terör konusunda da oldukça hazırlıklı ve bir o kadar da çıkış yolunu açıklayan düşüncesi şöyle olmuştur:
SORU: “25 yıldan beri bitirilemeyen bir terör söz konusu. Siz 365 günde bitireceğinizi halka taahhüt ediyorsunuz. Nasıl olacak bu?..”
CEVAP: “25 yıldan bu yana bitirilememesinin sebepleri belli. İlk olarak gerçek anlamda bir politik irade hiçbir zaman söz konusu olmadı. Biz yüzde 100 bir irade ortaya koyacağız. İşin ikinci kısmı, teknik kısmıdır. İyi bir istihbaratınız olacak. Ne zaman gelecekler, nasıl gelecekler, bunu önceden haber verecek bir istihbarat sistemini kuracağız. Bu çok önemli. Birde bunların dış uzantıları var tabi ki. Onlara müttefik olmanın şartlarını hatırlatacağız ,tam ve baskın bir diplomasi uygulayacağız. Bu mücadele, klasik orduların yapabileceği bir mücadele tarzı değil…”
Şu açıkça görülmüştür ki HEPAR, Meclis’te olsaydı çok ses getirirdi. Çünkü açıkladığı olaylar ve düşünceler, fikirler üzerine kurulu gerçeklerden oluşmaktadır. Örneğin Avrupa’nın hali… Arap Baharı’nın çaresizliği ve bugünkü Türkiye’nin durumu…
Ortadoğu’nun çıkmaz batağı… Amerika’nın Suriye’ye müdahale etmeden kendini sınırın dışında tutmaya çalışması… Birleşmiş Milletler’in pasif duruma düşmesi… İsrail ile İran’ın düşmanlığı… Bir yerde sınır güvenliğini korumaya çalışan ve bir yerde de Suriye’den kaçan halka yaşam alanı açan Türkiye’nin terör belasıyla karşı karşıya kalması… Bunların hepsi Türkiye sınırlarında hareketlilik tehlikesi arzetmekte…
Bu konular ele alındığında çıkış yolu üreten HEPAR’ın CHP’ye oranla farkı elbette ki var. Sosyal demokrat ve laik cumhuriyeti yaşatma konusunda fikir birliği görülen partilerimizin kendine özgü farklı izlenimleri de var. Ancak terör konusunda bugünkü Türkiye’nin ekonomik derdi de var. Yapılan zamların teröre gitmesindeki en büyük neden, piyasaların halâ canlanamaması… Üretimin azalması… Tarımın dirilemeyişi…
HEPAR’ın hem siyasi ve hem de ekonomi alanda yaptığı söylemler Türkiye’nin görünmeyen… Ama bir o kadar da önemli siyasi detaylarını gözler önüne sermektedir. Dileriz, siyasi ve ekonomik alanda yapılmak istenen çıkış yolları mutlu sonla bitsin. Dileriz HEPAR da bu çıkışı halka çok iyi yansıttığı için Meclis’e girsin.
ÖKKEŞ AĞAOĞLU..