Diyarbakır etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Diyarbakır etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Aralık 2020 Pazartesi

Gezi'yi Geziciler bile unuttu. O hala unutmadı.

Gezi'yi Geziciler bile unuttu. O hala unutmadı.

Feyzi Çelik 
İstanbul. 2017
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ

ÖNSÖZ

PKK’nin kuruluşu olan 1978’den 2018’e kadar kırk yıllık bir süre geçti. 1984’de başlayan çatışmalı ortamın yerine barış ortamının gelmesi için bir çok girişimde bulunuldu. Bu girişimlerin en önemlileri AKP hükümeti döneminde oldu. 2009’da Oslo Süreci olarak başlayan süreç 2011-2012 yıllarındaki çatışmalardan sonra 2013 yılının başında Çözüm Süreci adı altında gündeme geldi. En önemli barış süreci de bu dönemde oldu. Kürt Siyasal Hareketinin çok önem verdiği bu süreç 2015 yılında yerini çatışmalı bir sürece bıraktı. 

Bir tıkanma vardı karşılıklı güvensizlik ve beklentilerdeki farklılıklar ilkin kendisini Kürt hareketinin gençlik örgütlenmesinde gösterdi. Lice ve Cizre örnekleri. Bunlar sıkıntı vermeye devam ediyor. Bazen heykel tartışması, bazen de yüzü maskeli gençlerin kimlik kontrolü haberleri eşliğinde. 

Bu gibi olayların, siyasi karar vericilerin kendi kitlelerini beklenti içine sokmalarından ileri geliyor. Beklentinin insanlar üzerindeki yıkıcı etkisi olayları geri dönülmez bir noktaya götürebiliyor. 

Aslında sorunu örgüt/hükümet çerçevesinden kurtarmak gerekirdi Erdoğan ve süreci yönetenlerin(?)  hatası akil adamları kısa sürede devre dışı bırakmasıydı. Üçüncü bir denetim gücü olmalıydı. Denetim veya izleme ne denilirse denilsin, bunun hukuksal çerçeveden yoksunluğu da ayrı bir garabet olarak duruyordu. 

İki liderin "Sözüne" güven ve bağlılığın temel alınması en büyük zorluktu. CB seçimlerinden önce çıkarılan çözüm süreci çerçeve yasası da bir türlü somutlaşmayın ca, beklentiler, kitleler tarafından oyalanma şeklinde algılanmaya başlandı. Birbiriyle ilgili konular arası bağlantılar yok sayılırken, birbiriyle ilgili olmayan konular bağlantılı gibi gösterildi. Bu da ikili(?) arasındaki sorunlara bakış açısını derinleştiriyor. Bakış açısındaki derinleşmenin daha da büyümesi veya yakınlaşmaması açısından bundan sonrasını AKP için iyi görmüyorum.Dolayısıyla Kürt hareketi için de.
Hükümet Öcalan'a imkansızı yap! diyor; Ondan, yüksek hızla koşan atı durdurmadan binmesi isteniliyor. O atı durdurmak o kadar kolay değilken, bir de ona binmenin zorlukları ortadadır. At durmayınca, ata da binilmeyince de suçlu da o ata binmesini isteyenler değil de, ata binemeyen şimdi de suçlu ilan edilince, gerçek niyetin ne olduğunu siz düşünün tıpkı iyi bir yüzücüyü içinde yeterli su bulunmayan havuzda yüzmeye zorlamak gibi. Bir zamanlar aynısının yapılması Filistin Halkının lideri Arafat'tan da istenilmişti. Arafat koşan atı yakalayamadığı gibi düşmanları tarafından zehirlenerek öldürüldü. 
Bunun en önemli sonuçlarından biri de tüm enerjinin buraya kanalize edilip, siyasi karar vericilerin devre dışında kalmasının oluşturduğu tehlike ve en önemlisi inisiyatifsizliğin hareketi hareketsizleştirmesi. Başka bir deyişle, Kürtlerin siyasi mekanizmaları işlemiyor günübirlik hareket ediliyor AKP'de de benzer durum var. Kişiye bağlılık (Öcalan/Erdoğan)

"Sorunu Erdoğan çözer" görüşü çökmüş durumda. Siyasal ve hukuksal mekanizmalara ihtiyaç var.  Sorunu halletmek için hiçbir şey yapılmadığı zaman her iki taraf sorunu haletmemek için her şeyi yaparlar. Kürt hareketine katılımlar öncekini katlayarak artarken, hükümet tarafı da "Dağa çıkmış çocuk anneleri" gündeme getirilir. Bir anda yeni gündemler oluşur. Liderler bu gündemi sönümlendirmek/harlandırmakla meşgul olurlar. Bir tür bumerang gibi, çözüm olmadıkça atılan bumerangın atana geri dönmesi durumu. IŞİD ve Kobani'de de böyle. 
AKP konuya algı yönüyle bakıyor, geçmişte denenmiş psikolojik taktikleri uyguluyor. Süreci rahmete doğru götüren de bu. Algı oluşturalım denilirken, sürece ihtiyacı olanların buna inancının tükenmesiyle sonuçlanması. Kürtlere yönelik ırkçılığın zirve yapmaya başlaması. 
Sorun, Erdoğan'ın kendisi. "Gezi hayaleti" onun üzerinden gitmiyor. Gezi'yi Geziciler bile unuttu o hala unutmadı. Bu da onu zora sokuyor. Büyük güçler karşısında bocalıyor, onlara taviz vermekte cömert, güçsüzler karşısında ise cimrileşiyor.  Batı ona, her istediğini yaptırabilecek bir durumda. İçerdeki korkular, onu buna zorluyor, mecbur bırakıyor. 
Kürt siyasetinin bunu iyi görmesi, değişen güç dengeleri arasında iyi karar vermeleri lazım. 

Sürecin geleceği ne olacak? 

Yine başa dönülecek gibi görünüyor: Her iki taraftan biri diğerine yerine getirmesi imkansızı yapmasını istemeye devam ediyor. Bu da işi zora sokuyor. Hükümet tarafı, PKK'den silahı bırakmasını, Kürt tarafı ise Kürtlerin siyasi statü elde etmesini esas alan kolektif hak talebindeki meşru talebini dile getiriyor. Her iki taraf arasındaki bakış açıları arasındaki farklılık makası giderek açıldı. Çözüm süreci çıkmaza girmesine rağmen  çatışmasızlık bir süre daha devam etse de bunun uzun sürmeyeceği kısa bir süre sonra anlaşıldı. Taraflar bir süre “Masayı hiç kimse Devirmeyecek” konumundayken, Mart 2015’te Dolmabahçe’de kurulan masayı Erdoğan son noktayı koydu. O günden itibaren İmralı ile görüşmeler kesildi, HDP’ye savaş açıldı. Diyarbakır, Suruç ve Ankara katliamları oldu. Barış elçisi Tahir Elçi öldürüldü. Yurtseverliği yoğun Kürt şehirleri yıkıma uğratıldı. 15 Temmuz Darbesi, Belediyelere Kayyum atanması, milletvekili, belediye başkanı ve HDP yöneticilerinin cezaevine kapatılması süreci başladı. Sorunun çözümü iyice zorlaştı. Sorunun çözümü, ancak pratik rolleri oynayabilecek aktörlerin oyuna dahil olmasıyla mümkündür. Bu da toplumun daha fazla rol alması gerektiğidir. 

Feyzi Çelik İstanbul.
2017


***

17 Kasım 2017 Cuma

Neden Şemdinli?

Neden Şemdinli?

Terörizm ve Terörizmle Mücadele 
08 Kasım 2017 Çarşamba

Neden Şemdinli?
Erol Başaran Bural
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları



ŞEMDİNLİ NEDEN ÖNEMLİ...

2 Kasım Perşembe günü Hakkâri’nin Şemdinli ilçesindeki Büyüktepe Karakoluna bağlı Toklu Kontrol Noktasında PKK terör örgütü tarafından yoğun sis ve kötü hava koşullarından faydalanarak gerçekleştirilen terör saldırısı nedeni ile altı askerimiz ve iki güvenlik korucumuzun şehit olması, iki askerimizin ise yaralanmasıyla bir kez daha yüreklere ateş düşürdü Şemdinli.

Aslında teröristle mücadele gündeminden hiç düşmeyen, 15 Ağustos 1984’te Siirt/Eruh ile birlikte PKK terör örgütünün ilk hedefi olan Şemdinli’nin önemi nedir?

Coğrafi Açıdan Şemdinli’nin Önemi

Hakkari’nin üç ilçesi mevcut: Şemdinli, Yüksekova ve Çukurca. Şemdinli ilçesi coğrafi konum açısından üç ilçe içerisinde en stratejik konuma sahip olanı. 
Şemdinli’nin doğusunda İran ile 53 km, güney ve batısında Irak ile 117 km sınırı bulunuyor. Üçlü sınır noktası diye bilinen Şemdinli bu konumu ile büyük bir coğrafi öneme sahip. Her iki ülkeye sınırı bulunması, sınır hattı üzerindeki arazinin çoğunlukla sarp, engebeli, kayalık ve ormanlık olması, uzun yıllardır Şemdinlive çevresinin PKK terör örgütü için en önemli barınma alanı haline gelmesine neden oluyor.

Şemdinli bölgesinde; Katina Boğazı, Haruna, Şapatan, Mezar, Ortaklar, Ulaşan, Gilini ve Su Gediği gibi coğrafi açıdan önemli büyük gedik ve geçitlerle birlikte 
sayıları yüzlerle hatta binlerle ifade edilebilecek çok sayıda küçüklü büyüklü geçit bulunuyor.[i] Geçit ve gediklerin sayısının oldukça fazla olması Şemdinli’yi PKK 
terör örgütünün geçiş güzergâhlarından en önemlisi haline getiriyor.

PKK Terör Örgütü İçin Şemdinli Neden Önemli?

PKK terör örgütünün ana barınma alanlarından birisi olan Hakurk alanı Şemdinli’nin hemen güneyinde, Irak sınırları içerisindedir. Şemdinli’nin doğusunda İran sınırları içerisinde PKK’nın bir diğer barınma alanı olan Şehidan ve Jermi bulunur. İlçenin hemen batısında, yine Irak topraklarında terör örgütünün Basyan barınma alanı mevcuttur. Yani, güney sınırımıza doğru bir bıçak ucu gibi uzanan Şemdinli’nin üç bir yanı, PKK terör örgütünün barınma alanları ile kaplıdır.

Bahsedilen bölgelerde kendisine hareket alanları oluşturan PKK, bu bölgelerden Basyan’ı kendisine açılım noktası olarak kullanır. Basyan barınma alanı üzerinden PKK,  yine Irak topraklarında Basyan’ın batısında bulunan Avaşin ve Zap alanları üzerinden Çukurca ve Şırnak bölgelerine geçiş sağlar. 

Şemdinli, teröristlerin Irak üzerinden Türkiye’ye açıldığı, eylem sonrası dönüş yapabildiği en önemli giriş-çıkış noktasıdır ve bu nedenle Şemdinli PKK terör örgütü için de çok önemlidir.

Şemdinli bölgesi coğrafi yapısı nedeniyle PKK terör örgütüne avantaj sağlar. Dağlık alanlar, engebeli arazi yapısı, su kaynaklarının ziyadesiyle mevcudiyeti, 
arazinin gizlenme ve barınma imkânları yaratması bu avantajların başında gelir. Bu zorlu coğrafya; Şemdinli’nin sınır komşusu olduğu ülkelerin topraklarında 
PKK’nın daha rahat hareket etmesini, bu bölgede barınma alanları arasında terör örgütü elemanlarını kaydırabilmesini, zorlu hava koşullarında gizlenebilmesi ni, vur-kaç olarak tabir edilen eylem türlerini gerçekleştirebilmesini sağlar. PKK’nın Bölgedeki Kaçakçılık Faaliyetleri 1980’lerin ikinci yarısından  itibaren hep gündemde kalmıştır Şemdinli. PKK terör örgütünün ana hedeflerinden birisi bu bölge olduğu için bundan sonra da gündemde kalacaktır. 

Aktütün, Alan, Durak, Ortaklar, Derecik, Tekeli isimlerinin hafızalarda PKK terörünü canlandırmasının temel nedeni de budur. PKK terör örgütü Şemdinli bölgesinde sürekli aktif kalmak, eylem yapmak, halk üzerinde baskı kurmak, kaçakçılığı canlı tutmak ve yönlendirmek ister. Şemdinli bölgesi, Hakkâri’nin diğer iki ilçesi gibi kaçakçılığın yani PKK terörünün mali kaynağının kilit noktası pozisyonundadır.

Şemdinli’den başta uyuşturucu, çay, sigara, tütün ve elektronik eşya olmak üzere birçok malzeme kaçak yollardan yurt içine sokuluyor. 2016 yılı Ağustos ayından itibaren hudut hattında alınan tedbirler kaçakçılığı, dolayısıyla PKK terör örgütünün gelir kaynaklarını sınırlıyor. PKK saldırısının gerçekleştiği Toklu Kontrol Noktası da Şemdinli bölgesinde kaçakçılığın engellenmesi açısından oldukça kritik bir noktada konuşlu bulunuyor.
PKK terör örgütünün en önemli gelir kaynaklarından birisi kaçakçılık. Hem uyuşturucu ticareti üzerinden terör örgütüne maddi kaynak sağlıyor hem de bölgede kaçakçılık yapanların sınır geçişlerinden haraç alarak kendisine gelir sağlıyor. Kaçakçılık PKK ilişkisinin bir boyutu da güç gösterme hususu. 
PKK terör örgütü kaçakçılık faaliyetlerini kontrol altına tuttuğu sürece bölgede hâkim güç olduğu algısını yaratmak istiyor.

Hakkâri Valiliğinin basın açıklamalarından[ii] elde edilen veriler bölgedeki kaçakçılık faaliyetlerinin boyutlarını gözler önüne seriyor. 01 Ocak-04 Kasım 2017 tarihleri arasında Hakkâri İli genelinde kaçak yollardan ülkeye sokulan; 

45.560 kg Çay, 
2.369 kg Nargile Tütünü, 
1.737.859 paket sigara, 
2.718 adet Cep Telefonu, 
11.518 kg Esrar, 
187,6 kg Eroin, 
13, 6 kg Metanfetamin, 
21 Ton Akaryakıtın güvenlik güçlerince yakalandığı belirtiliyor. 

    İran sınırından Balkanlara, oradan Avrupa’ya kadar narkoterör trafiğini kontrol eden terör örgütü PKK’nın, Kenevir üretimi ve ticaretinden yıllık 500 milyon TL, Uyuşturucu kaçakçılığından da yine yıllık 1.5 milyar dolara yakın gelir elde ettiği biliniyor.[iii]

Kaçakçılık Devlet otoritesi tarafından Engellenmeye başladıkça bölgede terör eylemleri artıyor. Bu korelasyonun temel nedeni bölgede hâkim güç olarak PKK terör örgütünün olduğu algısını kuvvetlendirmek. Kaçakçılık faaliyetlerini kontrol eden PKK olduğuna göre, kaçakçılığın artması ya da azalmasından da kendisini sorumlu gören PKK oluyor. Bu nedenle kaçakçılık faaliyetlerinin önlenmesi adına sınır hattında Mehmetçik ne kadar fazla sayıda ve etkin önlem alırsa bu durumdan olumsuz etkilenen PKK’nın da terör eylemleri sayısı o yönde artıyor.

Özellikle FETÖ/PDY’nin 15 Temmuz hain kalkışma girişiminin ardından sınır ve teröristle mücadele bölgelerinde görev yapan komuta kademesinin değiştirilmesi, bölgede görevli güvenlik güçleri arasında bilgi ve istihbarat akışı ile koordinasyonun sağlanması, hudut hattında alınan tedbirlerin etkinleştirilmesi, “kaçakçılıkla mücadele terörle mücadeledir” anlayışının ön plana çıkarılması neticesinde Şemdinli bölgesinde kaçakçılıkla mücadeleye de hız verildiği biliniyor.

Kaçakçılıkla mücadelenin hızlanmasıyla birlikte gelir kaybına uğramak istemeyen PKK terör örgütünün; işbirlikçileri vasıtasıyla bölgede güvenlik güçlerimizin 
geçiş güzergâhlarına El Yapımı Patlayıcılar (EYP) yerleştirdiği, güvenlik güçlerinin dikkatlerini kaçakçılık güzergâhlarının ötesine çekebilmek için diğer alanlardaki terör eylemlerini artırdığı gözlemleniyor.

Kaçakçılık ve terör tabiri caizse birbirinden ayrılamayacak iki kardeş gibi düşünüldüğünde, PKK terör örgütünün kaçakçılık yollarını kesmek ve kontrolleri artırmak içinkurulan Toklu Kontrol Noktasına 2 Kasım tarihinde neden saldırı düzenlediği daha rahat anlaşılıyor.

PKK Terör Örgütünün Şemdinli Kalkışması

Şemdinli’nin önemini vurgulamak için biraz geriye gidip 2012 yılında yaşanan Şemdinli kalkışmasını hatırlamakta fayda var. Terör örgütü PKK 23 Temmuz 2012’de, “Kıra Dayalı Kent Merkezli Eylem Stratejisi” olarak isimlendirdiği terör faaliyetleri kapsamında, yaklaşık 300 kişilik bir grupla Şemdinli’ye saldırdı. 
O tarihe kadar bölgede küçük gruplarla varlık gösterebilen PKK, ülkedeki siyasi konjonktürü de istismar ederek, Şemdinli’yi sözde kurtarılmış bölge ilan edebilmek için  varını yoğunu ortaya koymaya çalıştı.

Şemdinli üzerinden bir başarı hikâyesi yaratmaya çalışan PKK terör örgütü, bir yandan Şemdinli ilçesindeki askeri birlikler başta olmak üzere devlet kurumlarına yönelik saldırılar düzenlerken, bir yandan da ilçeye yaklaşan yolları keserek kimlik kontrolü ve propaganda yapmaya, Şemdinli’yi çevreleyen tepelere uçaksavarlar yerleştirerek  bölgeye savaş uçakları ve taarruz helikopterlerinin girmesini engellemeye, bölgede sözde hâkim otorite olduğu algısını yaratmaya gayret etti. 

PKK coğrafi konumu nedeniyle bir kez daha hedef seçtiği Şemdinli’yi Türkiye topraklarından koparmak ve sözde bağımsız bir bölge ilan etmek arzusuyla,
hem Irak hem de İran üzerinden çok sayıda teröristi bu bölgeye sevk etti.

Hakkâri Valiliği 11 Ağustos 2012 tarihinde yaptığı açıklama ile Şemdinli bölgesindeki operasyonların tamamlandığını, 120 PKK terör örgütü mensubunun etkisiz hale  getirildiğini açıkladı.[iv] Her ne kadar operasyonların tamamlandığı açıklansa da o tarihlerde PKK terör örgütünün Şemdinli kalkışması sona ermemişti. Şemdinli’yi  ele geçirme hedefini siayasi bir şova dönüştüren PKK terör örgütü, 18 Ağustos 2012’de bölgeye giden sözde milletvekillerinin konvoyunu durdurarak bu kişilerle  kucaklaştı. 02 Eylül 2012’de Şemdinli güneyinde bulunan Goman dağı bölgesinde yeniden operasyon başlatıldı. Eylül ayı ortalarına kadar bölgede 123 terörist daha etkisiz hale getirildi.

2012 yılında gerçekleşen Şemdinli kalkışmasının üç temel hedefi vardı. Bunlardan birincisi Şemdinli’yi Türkiye topraklarından koparmak. İkincisi halkın arasına karışarak “kurtarılmış bölge” ilan etmek ve neticesinde halk ile güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmek.

Üçüncü neden Şemdinli’ye yüklenerek 2011 Mart ayında Suriye’de başlayan iç savaşın etkilerinden daha başlangıç safhasında iken faydalanmak. 2012 kalkışmasından  da anlaşılacağı üzere daha ilk kuruluş yıllarından itibaren PKK için büyük önemi haiz olan Şemdinli, günümüzde de örgüt için aynı önemini koruyor ve koruyacak gibi  de gözüküyor.

2017’de Şemdinli’de Terör Olayları

Hakkâri Valiliğinin açıklamalarına göre 2017 sene başından Kasım ayına kadar PKK terör örgütü tarafından; silahlı saldırı, EYP saldırısı, taciz ateşi başta olmak üzere  önemli sayılabilecek toplam 15 terör eylemi gerçekleştirildi. Düzenlenen operasyonlar neticesinde yine Şemdinli’de 82’si ölü, 9’u sağ ve 5’i teslim olmak üzere  toplam 96 PKK terör örgütü mensubu etkisiz hale getirildi. PKK’nın terör eylemleri güvenlik güçlerimize yönelik olmakla sınırlı kalmadı. PKK terör örgütü mensupları  Şemdinli bölgesinde çalışan sivil işçileri de hedef aldı. 

Kasım ayı başına kadar yıl içerisinde; bölgedeki yol ve karakol inşaatlarında çalışan 7 işçimiz şehit oldu, 3 işçi ise yaralandı.

Şemdinli Üzerinden PKK’nın Vermek İstediği Mesajlar Şemdinli’de meydana gelen üzücü terör saldırısını kaçakçılıkla paralel kılmak yapılan analizi cılız
kılıyor. PKK terör örgütü her zaman olduğu gibi, bölgesel ve hatta küresel gelişmelere paralel olarak eylem kararları alıyor. Bu nedenle özellikle Irak ve Suriye’de yaşananlar çerçevesinde PKK’nın Şemdinli eylemini değerlendirmekte fayda var.

Barzani’nin çocukluk hayalim dediği bağımsızlığa giden yolun tıkanması, Irak Merkezi Hükümetinin (IMH) Barzani’ye yönelik operasyonlar yaparak 
Irak Kuzeyi Bölgesel Yönetimini (IKBY) 2014 yılı sınırlarına geri sürüklemesi, IMH – İran ve Türkiye’nin IKBY referandumunun ardından yakınlaşması, 
Irak Ordusu ile TSK’nın Habur’da ortak tatbikatı ve PKK terör örgütüne yönelik ortak operasyonların dile getirilmesi, PKK’nın yeni denklemler kurmasına neden oluyor.

TSK’nın Irak’ın kuzeyinde Şemdinli sınırındaki Serabatin ve Çukurca sınırındaki Kokozer’de düzenlediği sınır ötesi harekât, PKK’nın İnsansız Hava Araçları (İHA) 
ve Silahlı İnsansız Hava Araçlarının (SİHA) kullanımının artmasıyla küçük gruplar halinde harekete zorlanması, Afrin bölgesindeki PKK varlığını kuşatma amacına 
yönelik olduğu belirtilen İdlib Harekâtı, Rakka’da

IŞİD’e yönelik operasyonlar neticesinde kendi kolu PYD’nin parlatılması, Kandil bölgesi dâhil olmak üzere Irak’ın kuzeyine yapılan hava harekâtları da PKK terör 
örgütü tarafından göz önünde tutuluyor. Bütün gelişmeleri bir arada değerlendiren PKK, Şemdinli’de düzenlediği terör eylemi ile aslında üç önemli mesaj vermeye çalışıyor.

Bu terör eylemiyle verilmeye çalışılan en önemli mesajın, teröristlerin etkisiz hale getirilmesinin ardından ele geçirilen silah ve malzemelerde gizli olduğu görülüyor.

Ele geçirilen silahlardan bir tanesinin AT-4 tanksavar füzesi olduğunun altını çizmek gerekiyor. İsveç yapımı olan ve başta ABD ve Hollanda olmak üzere otuza yakın ülkenin silahlı kuvvetlerince kullanılan AT-4’ler PKK terör örgütünün eline nasıl ulaşıyor? PKK’nın yıllardır kullandığı RPG 7 ve 11’lerin mühimmatı bittiği için AT-4’leri kullanmaya başladığı düşünülebilir mi? Tabi ki hayır… ABD tarafından PKK/PYD’ye ve Peşmerge’ye verildiği bilinen AT-4’lerden; mart, nisan, haziran ve kasım aylarında sadece Şemdinli’de dört adet, sene başından itibaren ülke genelindeki operasyonlarda toplam yirmi adedinin yakalandığını bir kenara not etmek  gerekiyor. PKK/PYD’ye verilen silahların Türkiye’ye karşı kullanılmayacağını taahhüt eden ABD’nin silahlarını açıktan kullanan PKK terör örgütü; PYD eşittir PKK  mesajını da açıktan veriyor.

PKK terör örgütünce verilmek istenen ikinci mesaj; bir süredir sansasyonel eylem yapamadığı, sürekli izlendiği için hareketsiz kaldığı algısını kırmak ve PKK
mensupları ile destekçilerinin morallerini artırmak amacını taşıyor. Bu algıyı yıkmak için; “istenilen yer ve zamanda eylem yapabilirim” mesajını iletmek istiyor. 

Bir yıla yakın bir süredir insansız hava araçlarının kuvvet çarpanı etkisinden kurtulamayan PKK, bölgedeki hava koşullarının kendisine avantaj sağlamasını bekleyerek  ve bölgedeki iki günlük sisten faydalanarak eylemsizliğini kırmaya çalışıyor. PKK terör örgütü açısından Şemdinli terör eyleminin hedeflerinden birisi de kış dönemine  girmeden büyük çaplı bir saldırı düzenleyebildiğini göstererek şiddete dayalı varlık amacının sürekliliğini korumak.

PKK’nın Şemdinli üzerinden göndermeye çalıştığı üçüncü mesaj; elinde çok fazla teknoloji ürünü silah ve teçhizat olmasa da eylem yapabildiği, güçlü olduğu ve
gücünü koruduğu yönündeki algıyı artırmaya yönelik. PKK’nın terör saldırısının ardından ele geçirilen malzemelerden birisinin üzerinde yazılı olan mesaj; 

TSK tarafından kullanılan modern harp silah ve araçlarını gözden düşürme gayretine yönelik hazırlanmış gibi görünüyor. Bu mesaj hem PKK yandaşlarını 
cesaretlendirmek, hem de TSK’ya meydan okuyarak, hangi tür teknolojiyi kullanırsanız kullanın terör eylemleri devam edecektir algısını yaratmak kapsamında  hazırlanmış.

Sonuç

Ağustos 2016 tarihinden itibaren, özellikle son bir yıl içerisinde kış ayları da dâhil olmak üzere;

- Devam eden kararlı operasyonlar,

- PKK terör örgütünce girilemez algısı yaratılarak efsaneleştirilen İkiyakalar, Alandüz, Uzundere, Pirinçeken, Balkayalar gibi psikolojik alanlara girilmesi ve 
bu bölgelerde sürekli kontrolün sağlanması,

- Terör örgütüne ait sığınak ve barınakların ele geçirilmesi, söz konusu sığınaklar da çok sayıda silah, mühimmat ve yaşam malzemesi bulunarak imha edilmesi,

- Hudut birliklerince hudut geçişlerinin engellenmesine ve kaçakçılıkla mücadeleye yönelik alınan tedbirler,

- Sınır ötesinden başlayarak yurtiçine doğru gerçekleştirilen hava harekâtları ile anlık istihbaratın değerlendirilmesi sonucunda düzenlenen operasyonlar neticesinde; 

PKK terör örgütünün ülkemiz içerisinde hareket alanı oldukça kısıtlandı. Silahlı ve silahsız İHA’ların yoğun olarak kullanılmasıyla birlikte büyük gruplar halinde 
hareket edemeyen, 3-5 kişilik gruplara bölünmek zorunda kalan PKK terör örgütü, eylemsizliğini kırma yolunu en çok önem verdiği Şemdinli’de deniyor.Meydana gelen son saldırı ile PKK terör örgütü yaz aylarında gösteremediği varlığı, hava şartlarını kollayarak kış ayları başında ortaya koymaya çalışıyor ve çalışmaya da devam  edecek gibi görünüyor.


Şemdinli’den başlayarak, Hakkâri, Şırnak, Diyarbakır başta olmak üzere bütün kritik konumdaki illerimizde devam eden teröristle mücadelenin etkinliğinin daha da artırılması, hudut hattının daha korunaklı hale getirilmesi gerekiyor. Söz konusu etkinliğin artırılması için teknolojiden istifade imkânlarının daha da artırılması elzem. 

Örneğin sisli havalarda görüş imkânı sağlayan kamera sistemlerinin daha fazla miktarda tedarik edilmesinin, sıralanan bölgelerde güvenlik güçlerimize büyük üstünlük sağlayacağı gözüküyor. Askeri teknoloji üreten savunma sanayi kuruluşlarımızın kapasitelerini artırılması, daha hızlı ve daha çok miktarda silah-teçhizat üretebilmesi  için bu kuruluşlara devlet desteğinin maksimum seviyeye çıkarılması, teröristle mücadele eden birlikleri destekleyecek araştırma ve geliştirme (AR-GE) faaliyetlerinin mücadelenin yürütüldüğü bölgelere konuşlandırılacak uzman birimlerce yapılmasına yönelik tedbir alınmasında fayda görülüyor.

Bununla birlikte; SİHA ve İHA’ların teröristle mücadelede yarattığı kuvvet çarpanı etkisinden faydalanmaya devam edilmeli, bölgenin şartları da göz önünde bulundurularak teröristle mücadele edilen bölgede her tugay bölgesine üç adet İHA düşecek şekilde yeni bir yapılanmaya gidilmeli, Yüksekova Selahaddin Eyyübi Havaalanından da faydalanılarak bu bölgeye bir İHA yönetim merkezi kurulmalıdır.

Suriye sınırı ile başlatılıp, İran hudut hattı ile devam ettirilen sınır fiziki güvenlik sistemlerinin öncelikle Şemdinli’den başlamak üzere önce Hakkâri ve sonrasında
Şırnak’a süratle yayılması gerekiyor. Her ne kadar bu bölgelerde coğrafi şartlar zor olsa da gelişen teknoloji sayesinde sınır güvenliğinin zor coğrafyalarda da etkin olarak alınabilmesi mümkün görünüyor. Hakkâri bölgesinde sınır güvenliği nin artırılması maksadıyla bakanlık ya da başbakanlık seviyesinde kurulabilecek bir araştırma ve koordinasyon mekanizması ile sınır hattı fiziki güvenliğinin tahmin edilenden daha kısa süre içerisinde alınabileceğini değerlendiriyorum.

Kaçakçılık ile mücadelenin terörle mücadele ile eş değer olduğu anlayışının devam ettirilmesi, bu nedenle hudut güvenliği için Hakkâri bölgesinde; gerekirse ülkenin tüm imkânları seferber edilerek yeni önlemler alınması gerekiyor. Kaçakçılığın etkisiz hale getirilmesi için kolluk tedbirlerinin yanı sıra sosyal ve ekonomik tedbirlerin de alınmasında fayda var. 

Bir zamanların besicilik cenneti olan Hakkâri bölgesinin yeniden hayvancılık açısından canlandırılması, gerektiğinde devlet tarafından besicilere bedava hayvan verilmesine devam edilmesi, yurt dışından et ithal eden ülkemize de nefes aldıracaktır. Bununla beraber hudut hattında güvenliğin tesisi ile birlikte bölgede yamaç paraşütü, kayak gibi spor etkinliklerinin artırılabileceği, bölgenin turizm açısından da kalkındırılabileceği aşikârdır.

Şemdinli ilçesi başta olmak üzere, diğer ilçeleri ile birlikte Hakkâri belki de en çok kan akıttığımız vatan toprağımızdır. PKK terörünü sona erdirmeye yönelik ilave tedbirlere bu topraklardan başlanmalıdır... 

Şehitlerimizin Mekânı Cennet olsun…

[i] http://www.hakkari.gov.tr/semdinli
[ii] http://www.hakkari.gov.tr/basin-aciklamalari-duyurular
[iii] http://www.sabah.com.tr/gundem/2016/06/27/pkknin-uyusturucudan-sagladigi-gelir-sokeetti
[iv] http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalarimerkezi/2012/09/25/6742/pkknin-23-temmuz-23-eylul-2012-arasindaki-teror-faaliyetleri



17.11.2017 Neden Şemdinli? - 
WWW.21.YYTE.ORG./TR 

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2017/11/08/8737/neden-semdinli

17 Ocak 2016 Pazar

Dersim Yalanları ve Gerçekleri - 3 - Sinan Meydan,




Dersim Yalanları ve Gerçekleri - 3 - 


Sinan Meydan,


1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında bazı Dersim aşiretleri o bölgedeki Türk kışlalarına, Türklere ve bazı illere saldırmıştır. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Dersim'deki Kırgan aşireti, Hozat'ı basarak halkı gasp etmiştir. 1892'de Dersim'deki Koç ve Şam uşakları birleşerek büyük gruplar halinde azgınca etrafa saldırmıştır. 1893-1905 arasında Dersim'de zaman zaman büyük karışıklıklar çıkmış, Arapkir ve Kemah halkı can ve mallarını korumak için Saray ve Babıali'ye şikayet dilekçeleri göndermiştir. Bütün bu belge ve bilgiler, Cumhuriyet döneminde 1937-1938'deki Dersim İsyanı'nın "Son Dersim İsyanı" olduğunu kanıtlamaktadır! Anlaşıldığı kadarıyla "Dersim'in asayişsizlik tarihçesi" bir hayli gerilere gitmektedir. 1896'da Osmanlı yönetimi, Dersim aşiretlerinin "başı bozuklukları", halka yönelik saldırıları, "yağma" ve "katliamları" üzerine Dersim'le yakından ilgilenmeye başlamıştır. Saray, Babıali, Anadolu Genel Müfettişi Müşir Şakir ve 4. Ordu Komutanı Zeki Paşa arasındaki yazışmalardan sonra Dersim hakkında bazı kararlar alınmıştır. Bu kararlardan beşincisi, "Dersimlilerin cidden ıslahı için alınması gereken önlemler"dir. 

1896 tarihli 5.karardaki önlemelerden bazıları şunlardır:

 •Muhtemel bir direniş hesaplanarak, bunu etkisiz hale getirecek kadar 4. Ordu'dan bir kuvvet ayrılacaktır. 
•Bu kuvvet güçlü bir komutanın kontrolüne bırakılacaktır. 
•Ayrılacak kuvvet sessizce Erzincan, Çemişgezek ve Mamuretülaziz civarından Dersim bölgesine sevk edilecektir. 
•Dersim halkını, yirmi para yevmiye ve yarım okka ekmek vererek Hozat yolunun yapımında çalışmaya davet ederek "Dersimlilerin vahşetleri" önlenecektir. 
•Aşiretler arasında birleşme önlenecektir. 
•Amacın ziraat ve ticaret kapısı açmak olduğu telkin edilerek, halkın ıslahına çalışılacaktır. 
•Bu telkinler sırasında muhalefet gösterilmediği takdirde şiddet gösterilmeyecek, aksi halde şiddet gösterilecektir. 
•Ne şekilde olursa olsun hiç kimsenin malına el koymamak konusunda askerler uyarılacaktır. 
•Bu uygulamaya karşı muhalefet edenlerin Trablus ve Yemen taraflarına sürgün edilecekleri bildirilecektir. 
•Askeri harekatın uygulanması sırasında Dersim'de bir süre "örfi idare" uygulanacaktır. 
•Dersim sancağı kaldırılacaktır. 
•Ovacık, Hozat ve Kızılkilise'de gerektiği zaman Kuzuçan'da örfi idare ilan edilecek ve yer yer "örfi idare mahkemeleri" kurulacaktır. 
•O bölgelerdeki kaymakamlık ve müdürlük görevleri o bölge komutanına devredilecektir. 
•Kazalarda birer ikişer maliye memuru bulundurulacaktır. 
•Uygun birkaç yerde "iptidayi mektepleri" açılacaktır. Eğitim görecek çocuklara yüz dirhem ekmek, senelik bir entari, kuşak ve festen ibaret kapama tarzında bir elbise verilerek çocuklar eğitime teşvik edilecektir. 
•Dersim'de bulundurulacak askerin ihtiyaçları zamanında karşılanacaktır. 1896 tarihli bu kararlardan çok açık bir şekilde görüldüğü gibi Dersim, sadece Cumhuriyet döneminde " Sorun " olmaya başlamamış, Osmanlı döneminde de çok ciddi bir sorun olmuştur. 

19.yüzyılda bazı Dersim aşiretlerinin yağma, saldırı ve isyanları Osmanlı yöneticilerini Dersim ve civarında acil önlemler almaya yöneltmiştir. 1896 tarihli kararlara göre Dersim'e yönelik alınması düşünülen önlemler; bölgeye ordu sevk etmek, aşiretlerin birleşmesini önlemek, halka iş imkanları sağlamak, devlete yönelik muhalefete müsaade etmemek, asileri sürgünle cezalandırmak, bölge yönetimini sivillerden askerlere vermek, yer yer sıkıyönetim ilan edip, sıkıyönetim mahkemeleri kurmak, eğitim düzeyini arttırmak biçiminde sıralanmıştır ki, Dersim'e yönelik benzer önlemler, Cumhuriyet döneminde de gündeme gelmiştir. Osmanlı'dan Cumhuriyet'e, Dersim/Doğu Raporları Dersim'deki karışıklıkların artması üzerine Osmanlı Devleti, Der-sim'deki asayişsizliklere karşı alınması gereken önlemler konusunda, bölgeye araştrrma-inceleme heyetleri göndererek raporlar hazırlatmıştır. 

Osmanlı döneminde "Doğu ve Dersim" konusunda hazırlanan raporlar şunlardır:

1) Anadolu Genel Müfettişi Şakir Paşa'nın Raporu. (1899) 
2) Mutasarrıf Mardini Arif Bey Raporu (1903) 
3) Mutasarrıf Celal Bey Raporu (1906) 

Osmanlı Devleti, bu raporlardaki önlemleri uygulamasına karşın Dersim'deki "eşkıyalık" ve "isyan" bir türlü bitmek bilmemiştir. Bunun üzerine Osmanlı Devleti 1907'de, 1908'de, 1909'da ve 1916'da Dersim'deki isyancı aşiretler ve eşkıyalar üzerine askeri harekat düzenlemiştir. Demek ki neymiş! Dersim'e askeri harekat düzenleyen sadece Genç Cumhuriyet değilmiş, Osmanlı da tam dört kez, Dersim'e askeri harekat düzenlemek zorunda kalmış!... Ama nedendir bilinmez! Cumhuriyet'in Dersim harekatını " Katliamcılık " olarak adlandıranlar, Osmanlı'nın Dersim harekatlarını bilmezlikten gelmektedirler!... Genç Türkiye Cumhuriyeti, 1926 yılında daha Ağrı İsyanları devam ederken Dersim'in her an patlamaya hazır bir bomba olduğunu görerek Dersim'le ilgilenmeye başlamıştır. Bu doğrultuda, Dersim'i daha iyi tanımak, Dersim'deki sorunları ve çözüm yollarını araştırmak üzere Dersim'e inceleme heyetleri ve raportörler gönderilmiştir. 

Cumhuriyet döneminde Doğu ve Dersim konusunda hazırlanan raporlar şunlardır: 

1.Ziya Gökalp'in "Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler"adlı Kitabı (1924). 2.Kütahya Milletvekili Neşit Hakkı Uluğ'un "Doğu'dan Bir Mektup" Başlıklı Çalışması. (1925). 
3.Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey'in Raporu (1926) 
4.Elaziz Valisi Cemal (Bardakçı)'nın Raporu (1926) 
5.Milli Emniyet Hizmetleri (MEH) Teşkilatı'nrn Van Vilayeti Raporu (1928) 6.MEH'in Urfa Vilayeti Raporu (1928) 
7.MEH'in Hakkari Vilayeti Raporu (1928) 
8.MEH'in Elaziz Vilayeti Raporu (1928) 
9.MEH'in Mardin Vilayeti Raporu (1928) 
10.MEH'in Siirt Vilayeti Raporu (1928) 
11.MEH'in Diyarbakır Vilayeti Raporu (1928) 
12.Elaziz Valisi Nizamettin Ataker'in Raporu 
13.Birinci Umum Müfettişi İbrahim Tali (Öngören) Bey'in Birinci Raporu (1930) 14.Büyük Erkanı Harbiye Reisliği'ne Rapor (Fevzi Çakmak Raporu). (1930) 15.Halis Paşa (Korg.Ömer Halis Bıyıktay) Raporu (1930) 
16.Dahiliye Vekili Şükrü Kaya Raporu (1931) 
17.Birinci Umum Müfettiş İbrahim Tali Bey'in İkinci Raporu (1931) 
18.Jandarma Umum Kumandanlığı Raporu (1932) 
19.Erzincan Valisi Ali Kemali Bey'in Erzincan Kitabı (1932) 
20.İsmail Hüsrev Tökin'in "Türkiye Köy İktisadiyatı" adlı Kitabı(1934) 21.Başvekil İsmet İnönü Raporu (1935) 
22.İktisat Vekili Celal Bayar'ın Şark Raporu (1936) 
23.Dahiliye Vekili Şükrü Kaya'nın Umumi Müfettişler Konferansı'nı Açış Konuşması (1936) 
24.Birinci Umumi Müfettiş Abidin Özmen'in Umumi Müfettişler Konferansı'ndaki Konuşması (1936) 
25.Üçüncü Umumi Müfettişi Tahsin Uzer'in Umumi Müfettişler Konferansı'ndaki Konuşması (1936) 
26.Dödüncü Umum Müfettişi Korg. Abdullah Alpdoğan'ın Umumi Müfettişlikler Konferansı'ndaki Konuşması ve Raporu (1936) 
27.Dördüncü Umum Müfettişliğin İkinci Raporu (1937 veya 1938) 

Görüldüğü gibi genç Türkiye Cumhuriyeti, 1924-1938 arasında, genelde Kürt sorunu, özelde Dersim konusunda tam 27 adet rapor, kitap ve konuşma hazırlatmıştır. Atatürk, bütün bu raporlardan (çalışmalardan) çıkan "ortak analizlere" ve " Ortak sonuçlara " göre "Dersim politikasını" biçimlendirmeye çalışmıştır. Yani, Cumhuriyet tarihi yalancılarının iddia ettikleri gibi genç Cumhuriyetin Dersim politikası, "Atatürk'ün veya İsmet İnönü'nün durup dururken ortaya attığı bir politika" değil; uzun araştırmalar, incelemeler, gözlemler ve sosyolojik tahlillerden sonra, yaşanan olaylar da dikkate alınarak geliştirilmiş son derece "gerçekçi","sistemli" ve "bütüncül" bir politikadır. Genç Cumhuriyetin "Kürtçü isyanları önlemeye" yönelik "Doğu raporları", özellikle Şeyh Sait İsyanı'ndan sonra 1925-1928 yıllarında yoğunlaşmıştır. 1930'daki Ağrı İsyanı'ndan sonra Dersim İsyanı'nın ilk işaretlerinin görülmesi üzerine, 1930'ların ortalarında, yerinde incelemeler yapılmıştır.


Dersim İsyanı 1926- 1936 ersim İsyanı'nın ilk işaretleri, 1926-1930 arasında, Ağrı İsyanı devam ederken görülmüştür: Birçok Dersim aşireti ve aşiret reisi bu isyana destek olmuştur. Bu ilk işaretleri gören genç Cumhuriyet, 1926 yılında Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey'i Dersim'e göndermiştir. Daha önce belirtildiği gibi, Dersim' de incelemeler yapan Hamdi Bey Cumhuriyetin ilk Dersim raporunu hazırlamıştır. Genç Cumhuriyet daha sonra da Cemal (Bardakçı)'yı Dersim'in bağlı olduğu Elazığ'a vali atamıştır. Cemal Bardakçı, Hozat'a giderek Koçuşağı aşireti dışındaki bütün aşiret reislerini Dersim'e davet etmiştir. Ayrıca Diyarbakır Valisi Rıza Bey'le Diyarbakır Umum Müfettişi İzzettin Paşa'yı da Hozat'a çağırmıştır. Cemal Bardakçı, Hozat'a gelen aşiret reislerini askeri törenle karşılamıştır. Toplantıya, Seyit Rıza ve Baytar Nuri, yöresel kıyafetlerle katılmışlardır. Atatürk'ün isteğiyle, Elazığ Valisi Cemal (Bardakçı) ve Bölge Müfettişi İzzettin Paşa, bölgeye giderek aşiret reisleriyle yaptıkları toplantıda; Dersim'de "sükunet" sağlandığı takdirde isteyen Dersimliye Elazığ'da ve Malatya'da toprak verileceğini ve daha önce sürgün edilen Dersimlilere af çıkarılacağını vaat etmişlerdir. Dahası, Vali Cemal Bey, Dersimlilerden bir heyet oluşturup Dersimli Baytar Nuri ile birlikte Ankara'ya götürmüştür. Cermal Bardakçı, Dersim konusundaki görüş ve önerilerini bir raporda toplayarak hükümete sunmuştur. 

Daha sonra Cemal Bardakçı, "Atatürk'ün ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Alevi-Kürtlerle dost olduğu, yeni devletin çok yakın zamanda Dersim ve civarını her bakımdan kalkındıracağı" gibi sözleri Dersimli aşiretlere iletmek için Baytar Nuri' den yardım istemiştir. Baytar Nuri, Cemal Bardakçı'nın bu sözlerini aşiretlere ileteceğini belirterek, Seyit ve Rıza ve diğer isyancı aşiret reisleri Elazığ Valisi Cemal (Bardakçı) ile görüşmüştür. Ancak bir "Kürtçü" olan ve gizlice isyancılara destek veren Baytar Nuri, aşiret reisleriyle çok başka şeyler konuşmuştur. 

D Baytar Nuri bu gerçeği anılarında şöyle itiraf etmiştir:

 "Hükümetin müsadesi olmaksızın Dersim'e gitmek benim için mümkün olmadığından bu fırsattan faydalanarak Seyit Rıza ile milli davamızla ilgili bütün meseleleri görüştük ve Ağdat'tan ayrıldım...". Daha sonra Cemal Bardakçı, Aslanan, Beytan, Pezgeran ve Maksudan aşiret reisleriyle bir toplantı yapmıştır. 

Bardakçı, bu toplantıda şunları söylemiştir:

 "Ağalarım! Gazi Paşa'nın sizlere özel olarak selamı var. Beni size o gönderdi. İçtiğim su ile yemin ediyorum ki o Alevidir. Dünyadaki bütün Alevileri sevindirecektir. Ben de Aleviyim. Bir Alevi olarak size söz veriyorum. Yollarınız yapılacak, okullarınız açılacak, toprağı olmayanlara Erzincan'da Elazığ'da toprak verilecek. Ancak sizden bir hizmet bekliyorum. Yakında hükümet kuvvetleri gelecek ve öteden beri Dersim'in adını lekeleyen Koçuşağı aşiretini ıslah edecek. Sizin de bu kuvvetlere yardımcı olmanızı diliyorum. Kocan aşireti ıslah edildikten sonra Dersim'de her şey yoluna girecek. Hükümet, Dersim'e güven duyup Dersimlilerin her çeşit isteklerini yerine getirecek." Cemal Bardakçı'nın bu görüşmesinden sonra Dersimli aşiretlerden bazıları Hükümeti destekleme kararı almışlardır. İsyancılara destek sağlayan Baytar Nuri Haydar Paşa komutasındaki Türk ordusu, 6 Ekim 1926 tarihinde isyancı Koçuşağı aşiretinin üzerine yürümüştür. Ancak Kocan, Semikan, Resikan aşiretleri Amutka taraflarında Türk ordusuna karşı verdikleri mücadelede başarılı olmuşlar ve Türk ordusu 20 Ekim 1926'da Tağar derisinin gerisine çekilmiştir. Haydar Paşa, yenilginin nedenini Türk ordusunu destekleyen Dersim aşiretlerin yeterince özveriyle mücadele etmemelerine bağlamıştır. 1926 yılında Türk ordusunun Dersim operasyonu sırasında yaşadığı aşiret yardımlaşmasına dayanan büyük direniş, genç Cumhuriyeti Dersim konusunda daha radikal önlemler almaya yöneltmiştir. İsyancılara destek sağlayan Baytar Nuri 1927 yılında olağanüstü yetkilerle donatılmış merkezi Diyarbakır'da olan 

Bölge Genel Müfettişliği (Bölge Valiliği) kurulmuştur. Diyarbakır, Elazığ, Van, Bitlis, Muş, Mardin, Urfa, Siirt, Hakkari, Bingöl, Dersim ve Malatya illeri Bölge Genel Müfettişliği'ne bağlanmıştır. Bölge Genel Müfettişliği'nin başına Dr.İbrahim Tali (Öngören) getirilmiştir. Veli Saltık'a göre, İbrahim Tali Öngören, kızını Harput Müftüsü'nün oğluyla evlendirmiş ve kısa zaman içinde damadının çevresindeki "Sünni" esnaf ve beylerin etkisi altına girerek Dersim'in Alevi aşiretlerine karşı "ön yargılı" davranmaya başlamıştır. 1930 yılında Ağrı İsyanı bastırılmıştır. İsyanın liderlerinden İhsan Nuri, İran'a sığınmıştır. Ağrı İsyanı'nın ardından Doğu'da incelemelerde bulunan Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi (Çakmak) Paşa, 18 Eylül 1930 tarihinde Başbakanlığa bir rapor sunmuş ve raporunda, bir an önce Dersim'e "askeri harekat" düzenlenmesi gerektiğini belirtmiştir. Fevzi Paşa'nın bu önerisi doğrultusunda, Ağrı İsyanı'nı bastırmaktan dönen. 7.Alay, 3.Tümen Komutanı Halis Paşa'nın komutasında Dersim'e gönderilmiştir. Halis Paşa, aşiret liderlerine haber göndererek bu askeri harekatın sadece asi Abasan aşiretine yönelik olduğu belirtilerek, diğer aşiretlerin tarafsız kalmalarını istemiştir. 

Ancak bu uyarıya rağmen Balıkan, Arelian, Haydaran, Demenan ve Kalan aşiretleri Abasan aşiretini desteklemişler ve 7.Alay'a karşı çok sert bir direniş göstermişlerdir.