din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Ekim 2020 Salı

DİNDE SİYASAL İSLAM TEKELİ., BÖLÜM 3

DİNDE SİYASAL İSLAM TEKELİ., BÖLÜM 3



Nur Serter,Dinde Siyasal İslam Tekeli,İnanç Sistemleri,İlkeler,İnanç Sistemleri,Tevrat, Kuran,İncil,


Peygamberlik Görevi ve Din,

İnsanlık, peygamberleri kutsal kişiler olarak kabul etmekte ve dinlerin temsilcileri olarak görmektedir. Tanrısal vahyin ürünü ve dolayısıyla Tanrı'nın sözü olarak kabul edilen Kutsal Kitaplar kadar, peygamberlerin kişilikleri, sözleri, davranışları da kutsal kabul edilmektedir. Peygamberler, Tanrı'nın gücünü ve sözünü yeryüzünde temsil eden ve kayıtsız şartsız itaatte kusur edilmemesi gereken kişiler olarak görüldüğü içindir ki, dinler zaman zaman peygamberlerin adları ile ayırd edilmiş, Musevilik, İsevilik ve Muhammedilik gibi tasniflemelere gidilmiştir.

Peygamberlerin temel görevlerinin neler olduğunu ve taşıdıkları özellikleri
bilmek, dinlerin gelişimini değerlendirmek bakımından çok önemlidir. Tanrı'ya
bile dünyada elle tutulur, maddi sembollerle ulaşmayı deneyen insanoğlunun,
peygamberleri Tanrılaştırmasının, hiç de garipsenecek yanı olmasa gerek...
Peygamberlerin Tanrısallaştırılması konusundaki en güçlü örnek,

Hıristiyanlıkta yaşanmıştır. Hıristiyan alemi, İsa Peygamberi Tanrı'nın oğlu
olarak kabul ederek, ona insan dışı bir hüviyet atfetmiştir.

İslamiyette ise peygamber, Allah'ın elçisidir. Allah, elçisinden neler istemekte dir?  Herşeyden önce, gönderdiği mesajı insanlara bildirmesini istemektedir. 

Kuran, Ey Muhammed vazifen sadece tebliğ etmektir. Hesap görmek bize düşer(Kuran-ı Kerim; Ra'd suresi/40)...Peygamberlere apaçık tebliğden başka ne vazife düşer(age; Nahl suresi/35)...senin üzerine düşen, sadece açık bir şekilde duyurmaktır.(age; Nahl suresi/82) Resule düşen sadece duyurmaktır. (age; Maide suresi/99) diyerek, peygamberin görevine açıklık getirmektedir.

Peygamberin diğer görevi ise, yine teblig görevi içinde sayılması gereken, mesajın kapalı kısımlarını izah etmektir. Kuran, ..sana da bu Kitabı indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın. Ta ki düşünüp öğüt alsınlar(age; Nahl suresi/44) demektedir. Bu tebliğ edilen mesaj, insanlara sorumluluk yüklediğinden, peygamber hem müjdeci, hem de uyarıcı olarak gönderilmiştir. Sebe suresinin 28. ayetinde, Biz seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik denilmektedir.

Kuran, elçinin görevinin ne olduğunu belirtmekle kalmamış, hiç şüpheye
yer bırakmayacak şekilde, ne olmadığını da açıklamıştır. ...Biz seni onların üzerine bekçi yapmadık, sen onlara vekil de değilsin.(age;. En'am suresi/107) Biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen yalnız duyurmaktır.(age; Şura suresi/48) Bu ayetlerden de anlaşılacağı gibi, peygamber ne vekil ne de bekçidir. O, Allah'ın mesajını insanlara ileten bir elçidir.

Peygamberin söz konusu mesaja herhangi bir ilave yapmaya yetkisi yoktur. (Bkz. Kuran-ı- Kerim Hakka suresi 43-47) İnsanların uyduğu gibi o da Kuran'a uymak zorundadır. Zira peygamber, insanların önünde, Kuran'a uymak konusunda en güzel örnektir. Ahzap suresi 21. ayette, Ey iman edenler, Andolsun ki, sizin için, Allah'a ve Ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resulullah en güzel örnektir. denilmektedir.

Kuran, peygamberin elçiliğini, önemini, görevini açıkça ortaya koyup, insanlardan ona uymalarını istemekle birlikte, peygamberin bir insan olduğunu da önemle hatırlatacak ve onu tanrısallaştırmayı engelleyecek bir üslup kullanmaktadır. 

Peygambere istenen itaat, onun Allah'ın elçisi olmasından dolayıdır. Resule itaat eden Allah'a itaat etmiş olur ayeti bunun açık bir kanıtıdır. Peygambere iman edilmesini istemenin sebebi de aynıdır. İman edilmesi gereken, peygamberin fiziki varlığı değil, onun Allah'ın elçisi olduğudur.

İslamiyetin tartışma konusu yapılmasında ve kökten dinciliğin yaygınlaşmasında, peygamberin sünneti ile ilgili yorumların büyük payı vardır. 

  Peygamberin, Kuran'ı açıklamak ve yorumlamak konusunda yaptığı açıklamaları ve bu açıklamalardan günümüze gelen doğru, yanlış aktarımları Kuran'a alternatif bir ölçü olarak takdim edenler, kökten dinciliğin, gelişmesinde önemli pay sahibi olmuşlardır. Söz konusu yaklaşım, dinde ciddi görüş aynlıklarının ortaya çıkmasına yol açarken, peygamberi de tanrılaştırarak Kuran'daki anlatımlara ters düşen bir düşünce ekolü geliştirmiştir. Zira Kuran, peygamberin de bir insan olduğunu ve hata yapabileceğini açıkça insanlara aktarmaktadır.

Peygamberi ikaz eden ayetler, hem onun da yanlış yapabileceğini vurgulamakta, hem de vahyin dışında, peygamberin kendi görüşü ile hareket ettiğini ortaya koymaktadır.(age.s.68) Örneğin Abese suresinin 1-12. ayetleri Hz. Muhammedin, söz dinleyip, arınmak, verilen öğütlerden yararlanmak üzere gelen kör bir adama surat asıp, arınmak istemeyen kibirli bir zenginle uğraşmasını kınayan ayetlerdir. Enfal suresinin 67-68. ayetlerinde Peygamberin Bedir savaşında alınan esirleri, Ebubekirin düşüncesine uyarak fidye karşılığı serbest bırakması eleştirilmektedir.

Tevbe suresinin 43. ayetinde ise Tebuk seferine katılmak istemeyen ve
mazeret ileri sürerek izin alanlara, Peygamberin izin vermesinin yanlışlığı Allah seni affetsin, doğru söyleyenler sana iyice belli olup, yalan söyleyenleri bilmezden önce niçin onlara izin verdin? diyerek belirtilmektedir. Ahzab suresinin 37. ayeti ise, peygamberin evlatlığı olan Zeyd'in, karısı Zeynep'ten ayrılmak istemesi üzerine Peygamberin bunu önlemeye çalışması sırasında içinden Zeynep'le evlenmek geçtiği halde, bunu açığa vurmamasından söz etmektedir. 
Allah'ın nimet verdiği; senin de kendisine nimet verdiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah'tan kork diyordun, ama Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde gizliyordun; insanlardan çekiniyordun. Oysa asıl çekinmene layık olan Allah idi. 

Zeyd o kadından muradını alıp da ondan ayrılınca biz onu sana nikahladık ki evlatlıkları,  eşiyle ilişkilerini kestikleri zaman onların eşleriyle evlenmek hususunda müminlere bir güçlük olmasın Bu ve benzeri ayetler Allah'ın elçisinin de insan olduğunu ve hata yapabileceğini, ancak hatalarının Allah tarafından  düzeltildiğini ortaya koymaktadır. Bu ifadelerin Kuran'da yer alması,

Peygamberin gelecekte tanrılaştırılmasını önlemeye yönelik tedbirler olarak
kabul edilebilir. Ancak bunca uyarıya rağmen, Peygamberin sünneti, üstelik
zamanımıza aktarılanların kuşku götürür doğruluğuna rağmen, Kuran ayetlerine
neredeyse eş değer bir önemle uygulanmaya çalışılmaktadır.

Çağın değişen koşulları, Peygamberin yaşadığı döneme göre kıyaslanamaz
farklılıklara sahiptir. Bu koşullarda, Peygamber olsaydı acaba ne yapardı?
tarzındaki sorulara verilecek cevapların hiçbir şekilde bağlayıcı ve doğru olması mümkün değildir. Zira bu sorulara verilecek cevaplar, 20.yy. insanının akıl yürütmesi ile oluşacak cevaplardır. Bu cevaplar, üretenlerin kendi zihinlerinin ürünüdür. Çoğunlukla da 14. yüzyıl öncesinin şartlarıyla koşullandırılmış zihinlerin malıdır. Aynca kimsenin de kendisini Peygamber yerine koyup, üstelik de çağları geriye doğru devirerek, güncel sorunlara kısır bir görüşle çözüm üretmeye hakkı yoktur. Çünkü hiç kimse, Allah'ın kendisine Elçi olarak seçtiği bir Zat'ın 20.yy.
da yaşasaydı, ne karar vereceğini bilmek gücüne sahip olamaz. Bunu yapmaya
yeltenenlerin, köktendinci bir anlayışla dini kendi tekellerine alarak, insanlara hükmetme arzularını tatminden başka bir amaçları olduğunu kabul etmek mümkün değildir.

Çağdaş Dünya-Din Olgusu.,

Dini öğretilerin tümünde insanın manevi gelişimi için gerekli olan temel
ahlak kuralları bulunmaktadır. Bu kurallar tüm dinlerde aynıdır.

Erdemli bir insanın tanımını yapan bu kurallar artık tümüyle insanlığa mal
olduğu gibi, tartışmasız doğrular olarak da kabul görmektedir. Hatta dine ve Tanrı'ya inanmayanların dahi bu temel ahlak normlarını reddetmeleri
söz konusu değildir. Bu yönü ile din ile çağdaş dünya arasında hiçbir
uyumsuzluktan ve çatışmadan söz edilemez.

Ancak dini öğreti içinde yer alan sosyal kurallar, toplumsal yapıdaki değişime paralel olarak tartışılmaya ihtiyaç göstermektedir.

Hıristiyanların kutsal kitabı olan İncil, sadece ahlaki ilkelere yer vermiş,
toplum düzenine ilişkin hiçbir kural getirmemiştir. Yine İsa Peygamber'e
yaşarken sorulan sorulardan ve onun verdiği cevaplardan da din ile yönetimin
birbirinden tamamen ayrı tutulduğu anlaşılmaktadır. Ancak Tevrat ve Kuran
için aynı durum sözkonusu değildir. Her ikisi de siyasal din niteliğinde
olup, dinin devlet işlerini de düzenlediği açıkça ifade edilmektedir.

Bu nedenle Batı, geçmişteki çarpıtılmış ruhban sınıfı hegemonyasını kırıp,
ortaçağ bağnazlığını bilimin ışığı ile aştıktan sonra, laiklik konusunda
hiçbir ciddi sorun yaşamamıştır.

Türkiye dışındaki İslam ülkelerinin ise İslam devletini benimsemiş
oldukları için, laiklikle ilgili bir sorunları bulunmamaktadır. 
Bu nedenle Türkiye tipik bir model teşkil etmektedir; laik olan tek müslüman
ülkedir. Dolayısıyla da İslamın en fazla tartışıldığı ülke konumundadır:
Bu, asla sonu gelmeyecek olan kısır bir tartışmadır. Zira Kuran'daki
İslamı bütünü ile kabul ederek Siyasal İslamla mücadele etmek mümkün
değildir. Günümüzde sergilenen tablo ise, Kuran'ı bütünüyle kabul
ettiklerini zanneden, ona kendilerince yorumlar bulmaya çalışan ve
en müslüman olduklarını iddia eden laik düşünce taraftarlarının Siyasal
İslamla sürdürdükleri mücadeleden nasıl yenik çıktıklarını gösteren çok
sayıda örnekle doludur. Dinle, dinin kuralları ve oyun alanı içinde
mücadeleye kalkışanların, laiklik konusunda bir zafere ulaşmalarını
beklemek boşuna olacaktır.

Bu nedenle Türkiye'de din olgusunun ve bununla bağlantılı olarak
Siyasal İslamın tartışmaya açılmasına ihtiyaç vardır. Buna kalkışanları
nasıl bir akıbetin beklediği ise bir sır değildir. Ancak, gerçek bir
aydınlanma çağının başlayabilmesi için cesarete, işbirliğine muhtaç
olduğumuz da göz ardı edilemez bir gerçektir.

Bu tartışmanın amacı, insanların inanç özgürlüğüne müdahale amacı
taşımamaktadır. Çünkü ülkenin içinde bulunduğu koşullarda birey için en
büyük sorun, dini inancını ifade etmekte değil, inanç sistemini
tartışmakta ve bunu ifade etmekte özgür bırakılmamasıdır. Demokrasinin
inanç sistemlerine tanıdığı özgürlüğü, sistemleri tartışanlara da tanımasını
istemek ise demokrasinin gereği değil midir?

Dinler ve Köktendinciler

Dinler ortaya çıktığından beri, köktenciler de vardır. Köktendinciliği
sadece İslamiyete özgü bir hal saymak çok yanlış olur. Çünkü köktendinci
akımların en güçlü olanları Hıristiyanlık aleminde yaşanmıştır. Benzeri
akımlara İsrail de de sıkça tanık olunmaktadır. İsrail Başbakanı İshak
Rabin'in öldürülmesi, köktendinci hareketin varlığını gösteren en önemli
delillerden sayılmaktadır. Hıristiyanlık ise orta çağ boyunca kökten
dinciliğin sayısız örneklerini yaşamıştır. Bilimi dinin tekeline alan
kilise, dünyanın hareket ettiğini savunan Bruno'yu dini öğretilere aykırı
olan bu iddiası sebebiyle ateşte yakmış, dünyanın güneş etrafında döndüğünü
ileri süren Galile ise engizisyon mahkemesinin kararı ile dokuz yıl bir
kulübede hapse mahkum edilmiştir. Her yeni buluş ve düşüncenin kanıtını
dinde arayan bu anlayış, Avrupa'nın orta çağ karanlığını yaşamasına sebep
olmuştur.

Köktendinci akımlar; insanlığın gelişimi ile ortaya çıkan yeni ihtiyaçlara
cevap verecek her türlü yenileşme hareketine, dini kaynaklardan yanıt aramayı
esas aldıkları için, çağdaşlaşma ile daima çatışmak zorunda kalmışlardır.
Köktendincilik, Kutsal Vahye dayalı dini öğretilerin insan aklının üstünde
ve her türlü çağdaş ihtiyaca cevap verebilecek gizli ve açık şifreleri
taşıdığına inanan bir inancın ürünüdür. Vahyin ürünü olan her kelime, her
kalıp, her türlü yorumun dışında, olduğu gibi kabul edilmesi ve uyulması
gereken hükümler olarak kabul edilir. Ancak İslamcıların köktendinciliğinde
hedef, yalnızca şeriata dönüş değildir. Siyasal ve sosyal yaşamın, ilk
müslüman toplumun yapısına uygun biçimde yani Peygamber ve dört halife devri
olan Asr-ı Saadete göre yeniden yapılandırılmasını gerektirir. Dine bağlılık,
bu bağlılıktaki titizlik, her emre kılı kırk yararak uyma, uymayanları
cezalandırma köktendinci akımların temel felsefesini oluşturur. Böylece
köktendinciler, daima en dindar olduklarını ve dinin mutlak koruyuculuğu
görevini üstlendiklerini iddia edegelmişlerdir. Çoğu kez bir köktendinci
için savaşılması gereken asıl hedefi, farklı dine inananlar değil, kendisi
ile aynı dine inanıp da, dine farklı yorumlar getirdiği düşünenler teşkil
etmektedir. Çünkü dini çağdaşlaştırarak, günün ihtiyaçlarına uygun biçimde
yorumlamak, dini tahrif etmek anlamına gelmektedir ki, bu kabul edilmesi
mümkün bir durum değildir. Üstelik dini, günün şartlarına göre yorumlamak,
Allah sözü olan Kitabın özünden saptırılması olarak kabul edilmektedir ki,
bunu yapanlar, kendilerini Allah yerine koyup, O'nun sözlerini değiştirmeye
cüret edenler, bir başka ifade ile Allah'a şirk koşanlardır.

İslamda ilk köktendinci hareketler Sıffın savaşı ile başlamıştır. Hz.
Ali ile Muaviye arasındaki savaşta, Muaviye askerlerine mızraklarının
ucuna Kuran sayfalarını geçirmelerini söylemiş ve Ali'nin ordusunu,
Kuran'a uymaya davet etmiştir. Hz. Ali, bu eylemin bir anlamı olmadığını,
savaşmaya devam etmeleri gerektiğini askerlerine söylediği halde,
ordunun içinden bir grup, buna karşı koymuştur. Bu grup, Kurralar dır.
Kurralar, Kuran'daki hükümleri düşünmeden, boyuna Kuran okuyan,
vakitlerini ancak namaz kılmakla geçiren bir hafızlar topluluğudur.
Kurralar isimlerini ilk defa Ebu Bekir zamanında yalancı peygamber
Museylime ile yapılan savaşta duyurmuşlar ve o savaşta önemli ölçüde zaiyat
vermişlerdir. Kuran'ı ezbere bilen insanların savaşlarda ölmesinden endişe
duyan Ömer'in ısrarı ile Ebu Bekir ilk yazılı Kuran'ı oluşturmuştur. Hz.
Osman ise Kuran mushaflarını yeniden tanzim ettirip çoğalttırmıştır.(age,s.85)
İşte Ali'nin ordusunun dağılmasında rol oynayan Kurralar, İslamdaki
ilk köktendincilerdir. Böylece Peygamber zamanında Kuran'ı ezberlemekle
başlayıp, yavaş, yavaş aşırı dindarlığa dönüşen bir akım, Hz. Osman
zamanında yobazlığa dönüşüyor, Sıffın savaşında ise, yüzyılların kaderini
etkileyecek bir boyuta ulaşıyordu. Kurraların bu başkaldırısında
köktendinci eğilimlerinin yanısıra, giderek azalan sosyal statülerini
siyasal bir hareketle güçlendirme eğiliminin de yattığı kuşku götürmez bir
gerçektir. Halife Osman'ın Kuran'ı yazılı hale getirip çoğaltması,
Kurralara olan ihtiyacı azaltmış, onlar da siyasal bir hareketle eski
statülerini yeniden kazanmak için eyleme geçmişlerdir. Haricilik hareketi,
köktendincilerin öncülüğündeki ilk muhalefet hareketi olarak İslam
tarihindeki yerini almıştır.

Hariciliğin köktendinci bir zihniyetin ürünü olduğunu gösteren ilginç
olayı aktarmakta, bu mezhebin dine bakışını anlamak açısından yarar vardır.
Basra'dan çıkan Hariciliğin bir bölüğü, Nehrevan'a gelirken, merkep
üstünde bir kadının gelmekte olduğunu, yanında da kocasının yürüdüğünü
görürler. Kadın hamiledir ve doğurması yakın görünmektedir. Adama
kim olduğu sorulur. 

O da Ashap'dan Habbab'ın oğlu Abdullah olduğunu söyler. Bunun üzerine kendilerine bir hadis söylemesini isterler.

Konuşma devam eder. Daha sonra adama Halife Ebu Bekir, Ömer, Osman
hakkında ne düşündüğü sorulur. Hepsi için iyi şeyler söyler. Ali hakkındaki
görüşü istendiğinde de Abdullah, Ali'nin hepsinden daha alim, takva
sahibi ve basiret sahibi olduğu cevabını verir. Bu cevaptan hoşlanmayan
Hariciler Abdullah'ı öldürmeye karar verirler. 
Onu ve karısını bir hurma ağacının altına sürüklerler. Bu sırada ağaçtan bir hurma düşer.
Haricilerden birisi, bu hurmayı alıp, ağzına atar. Bir diğeri, hemen
arkadaşını uyarır. Çünkü hurmayı sahibi helal etmeden ya da para vermeden
almıştır. Hurma hemen ağızdan çıkarılır. O sırada bulundukları yere bir
Hıristiyana ait bir domuz gelir. Haricilerden biri bir kılıç sallayarak
domuzu öldürür. Diğerleri ona, bu yaptığının fesat çıkarmak olduğunu
söylerler ve hemen domuzun sahibi bulunup, parası verilir. Bu örnekler,
Haricilerin Kurandaki emirlere nasıl itina ile uyduklarına örnektir. Ancak
olay burada bitmemektedir. Çünkü Abdullah, müslüman olduğunu ve İslamda bir
kötülük yapmadığını söylemesine rağmen koyun gibi yatırılıp boğazlanır.
Karısının da karnı deşilir. Ağaçtan düşen hurmayı sahibinin izni olmadan
yemeyen, domuzun bedelini ödeyen bu kökten dinciler, kendi dindaşlarını
hem de sahabeden bir müslümanı ve onun hamile karısını acımasızca öldürmekte
bir sakınca görmemişlerdir.(Önder Güngör; age,s.82-83) 

Bu örnek, Kuran'ı ezbere bilmek, ve emirlerine aynen uymanın, dar görüşlülüğe engel olamadığını ve insan hayatı gibi en kutsal değerlerin, hatta Kuran'da büyük önem verilen din kardeşliğinin  bile bu kısır düşünce sistemi içinde nasıl kolayca feda edilebildiğini göstermektedir. 
  Kökten dinciliğin dine verdiği büyük zararı da açıkça ortaya koymaktadır.
Kökten dinci akımların günümüzdeki izdüşümlerinde de benzeri motifleri
bulmak mümkündür. Türk toplumunun 20. yy. daki kökten dincileri,
hayatın her aşamasına dinin egemen olmasını isterken kuşkusuz dinin
sahibi olarak kendilerini görmektedirler. Dinin siyasal ve sosyal
yaşama hakimiyeti, kökten dincilerin de iktidara hakimiyeti anlamına
gelmektedir.

Ancak iktidar sözkonusu olduğunda cevaplanması gereken pekçok soru
vardır. Köktendinci bir iktidarın çağdaş toplumun ihtiyaçları konusundaki
çözümleri neler olacaktır? Akit Gazetesi yazarlarından Faruk Köse, İslam
Devleti Kurulamaz başlıklı yazısında(Akit Gazetesi, 14 Mart.1997) bu
konudaki zorlukları ve İslami kesimin yeterince hazırlıklı olmadığını, ince bir
serzenişle şöyle dile getiriyor: İslam Devletine giden yolda vazgeçilmez ve olmazsa olmaz üç esas vardır. Bunlardan birincisi, şahıslar etrafında değil,
ilkeler, prensipler ve müesseseler etrafında bir araya gelmektir. Bunları
belirleyip, tespit ettik mi? İkincisi lüzumlu eleman yetiştirmek, kadro
hazırlamaktır. Hangi kadroları kurabildik? Üçüncüsü gerçekleştirilecek
İslami Devlete ulaştırabilecek nitelikte yapılanmaktır. Devlete göre mi
yapılandık?

Dilerseniz bu hususu biraz açalım. İslam fıkhı ve hukuku inceden
inceye araştırıldı mı? Değişik kitapların değişik yerlerinde varolan
hukuk kaideleri konularına göre ayrı ayrı ve her konuya dahil hükümler de
kendi içinde sistematik olarak düzenlenmek suretiyle tedvin ve tasnif
edildi mi?

İslam hukuku şahıs, aile, miras, borçlar, alacaklar, haklar, ticaret, sözleşmeler, tüzel kişiler, kurumlar, ceza, mükafat vb. bütün hususlarıyla sistemli birer hukuk külliyatı olarak hazırlandı mı? Mesela İslam hukukuna göre İslami Ceza Kanunu hazırlandı mı? İslam Devletine giden yolda gerek duyulacak şeri ilkeler, prensipler, müesseseler tespit, tayin ve tedvin edildi mi? Sağlıklı bir şekilde müesseseleşildi mi?...

Görülen odur ki İslam Devletini kurmaktan belki daha zor olan yönetmektir.
Ancak bu zorluğun sebebi elbet ki köktendinci yaklaşım olmaktadır. Zamanın
ihtiyaçlarına cevap vermeyen bir sistemden, zorlama yorumlarla yeni ve
köklerine tamamen bağlı bir sistem üretmek nasıl mümkün olabilir ki? 

Böyle bir sistemin üretilebilirliğini iddia edenlerin karşısında, her zaman
sistemin dinin özüne, Peygamber dönemindeki uygulamalara uygun olmadığını
iddia eden başka köktendinci grupların olması kaçınılmazdır.

Köktendinci zihniyetin bu konudaki rahatsızlığı, gazete sütunlarına da
yansımaktadır. İşte Akit Gazetesi yazarlarından Mustafa Kaplan bir
okuyucusunun düşüncelerine katıldığını ifade ederek, rahatsızlığını şöyle
dile getiriyor: Rasulullah sana geliyor! Evet yarın zaman ve mekan
kavramı ortadan kalksa ve birisi size böyle söylese ne olur? Evimize,
efendimiz, şefaatçimiz gelse, evimizden neler kaldırırız? diye bir soru
ile başlıyor yazısına. Sonra devam ediyor, Ömründe hiç oturmadığı ceviz
koltuktarı mı, yatağını sermek için çabalarken yaylı sünger yatakları mı
kaldırırız? Köşede asılı duran babamızın resmini mi, büfedeki kristal
bardakları mı?...İşlerimizi sorsa, fabrikamıza aldığımız kredinin düşük
faizli olduğunu nasıl izah ederiz?...Okuduğumuz dergiyi, gazeteyi ona
gönül rahatlığı ile gösterebilir miyiz? 

  Eş ve çocuklarımızın onun hanımlarına benzediğini söyleyebilir miyiz? Ya da sakal bırakmamamızın sebebini izah edebilir miyiz? ...Onunla yemeğe otursak, ömründe üç çesit yemeği bir arada yememiş olan Allah'ın Habibine, Getirin buzdolabındaki
katıkları dese, ne cevap veririz?. 

Namazlarımızı kılarken O önümüzde durduğunda, ayağımızda kotla, kısa kollu gömlekle ya da başımızda baba, şapkası gibi takkeyle namaza dahil olmaya kalksak, bizi cemaatine alır mı?...(Akit Gazetesi, 20 Mart 1997) Yazar bu soruların ardından peygamberin Sünnet-i Seniyyesinden uzakta yaşamasının acısını hissettiğini anlatıyor.

Bu anlatım çağdaş yaşamın her türlü imkan ve kolaylığının sadece Peygamber döneminde olmadığı için dine aykırı olduğu mesajını vermekte ve kökten dinciliğin boyutlarını anlamaya yardımcı olmaktadır.

İnsanın toplumsal yaşamını olduğu kadar özel yaşamını da en küçük ayrıntısına varana dek düzenlemeye talip olanlar, Kuran'da yer almayan, insanın özgür iradesine terkedilen alanları da kontrole almak konusunda özel bir gayretkeşlik içindedirler. Bu zorlama dinselleştirme gayretlerine birkaç örnekle açıklık kazandırmak yararlı olacaktır. Aşağıdaki örneklerle, halkın özgür iradesinin dini kullananlarca nasıl engellenmeye çalışıldığına özellikle dikkati çekmek ve kökten dinci düşünce sistemine açıklık getirmek amaçlanmıştır.

Bir okuyucu Akit Gazetesinde Fıkıh yazarı Yusuf Kerimoğluna soruyor:
İslam dininde müziğin hükmü nedir?....

Mübah olan müzik çeşidi var mıdır?

Cevap: İslam dinide müziğin hükmü nedir sualine tek bir cevap verebilmemin
imkanı yoktur. Zira müçtehid imamlar, farklı delillere dayanarak değişik
içtihadları gündeme getirmişlerdir. Bunlardan herhangi birisini tek başına
islamın hükmü ilan etmek doğru değildir. Önce Hanefi fukahasının müzik
konusunda ortaya koyduğu hükümleri izah etmeye gayret edelim.

Resul-i Ekrem (SAV)'in çalgı aletlerini kendi arzusuyla dinlemesi ben-i adem için ma'siyettir. Onun ile zevklenmek, küfran-ı nimettir. Hadisi şerifini esas alan Hanefi fukahası Müzik çalmak ve isteyerek dinlemek caiz değildir hükmünü Zahirur rivaye olarak benimsemiştir.

Cihada teşvik için vurulan kös, düğünlerde çalınan zilleri olmayan tef (müzik olarak değil ilan olarak belirlendiği için) istisna kabul edilmiştir.

Başkasına dinletmek ve rızkını o yoldan temin etmek caiz değildir. Feteva-ı
Hindiyye'de Bir mükellef, davul zurna çalarak, bunun karşılığında mal
alsa, bu kazancı helal olmaz. Teganni ederek (şarkı-türkü söyleyerek)
kazandığı parayı borcuna veren kimsenin alacaklısı, bunu kabul edemez.
hükmü kayıtlıdır. İmam-ı Merginani bir değnek çubuğunun yere düzenli, şekilde
vurulmasından çıkan sesin dahi müzik hükmünde olduğunu ve bundan
zevklenmenin caiz olmayacağını belirtmektedir. İmam-ı Yusufa Tef çalmanın
hükmü nedir? suali sorulmuş, bunun üzerine: Düğün merasiminde çalışma
caizdir. Ayrıca bir kadın ağlayan çocuğunun susması için tef çalarsa, zararı
yoktur. Bu mekruh da değildir. Ancak tef ile beraber şarkı-türkü söylerse bu
kerihtir. (iğrençtir). Bayram gününde tef çalmakta bir beis yoktur.

Cevabını vermiştir. İmam-ı Şafşi ve İmam-ı Malik, Düğün merasimlerinde
çalınan musikinin ve bayram eğlencelerinin caiz olduğunu esas almışlardır.
İmam-ı Gazali İhya isimli meşhur eserinde, müzik hakkında varid olan
bütün ihtilafları zikrettikten sonra, Müziğin tek bir hükme bağlanamayacağını,
durumuna göre haram, mektuh, mübah ve müstehab olabileceğini kaydetmektedir...

İslam uleması Güftesi İslami hükümlerin reddini, kaderin inkarını ve
fesadın yayılmasını teşvik ediyorsa, icra edilmesi caiz olmaz hükmünde
müttefiktirler. Konu Elfaz-ı Küfr açısından değerlendirilmiştir. Bugün
güftesi elfaz-ı küfr (dinden çıkmaya sebep olan sözler) içinde mütalaa
edilebilecek çok şarkı ve türkü vardır.....

Bu örnek, müzik dinleme ve icra etmenin dini açıdan ne kadar farklı
ve karmaşık yorumlara açık olduğunu ortaya koymaktadır. Kuran'da bu
konuda herhangi bir hüküm olmamasına rağmen, kökten dinciliğin, insan
ruhunun gelişmesi, sanatın ilerlemesi açısından son derece önemli olan
müzik gibi bir konuda bile nasıl kısıtlayıcı bir tavır aldığını ortaya
koymaktadır. Elbette burada sorulması unutulan bir soru vardır. 

Onu da biz soralım. Müziğin kaynağı doğanın ta kendisi değil midir? Rüzgarın
sesi, ağaçların hışırtısı, kuşların nağmeleri, yağmur damlacıklarının sesini
dinlemek, dinen caiz midir?

Bir başka örnek, ilkinden daha da garip. Yine Akit Gazetesinin okuyucu köşesi olan Sizin Köşeniz (Akit Gazetesi, 15. Mart. 1997) bölümünde yer aldığı için, okuyuculardan özür dileyerek, aktarıyorum:

Yazının başlığı: Yaşar Nuri ve ayakta bevl! Yazan İsmail Kurtaran adlı bir okur.



***

19 Ocak 2020 Pazar

ERDOĞAN İLK ŞERİAT KANUNU NU YAYIMLADI,

ERDOĞAN İLK ŞERİAT KANUNU NU YAYIMLADI,






Oraj POYRAZ

22 12 2019


Şeriat Nedir,? 
Nasıl bir şeydir.? 
Bilmeyenler için söyleyeyim.
Öyle Boynuzlu, Kuyruklu bir şey beklemeyin.

İşte böyle sindire sindire, yavaş yavaş geliyor.
Anayasanın, yasaların, yönetmeliklerin, genelgelerin İslam şeriatına uygunluğu na bakılır. Devletin resmi mevzuatında dinli, imanlı, Allahlı, Kur'anlı, fıkıhlı cümleler kurulur.

Siz Müslüman olmayabilirsiniz, siz Sünni de olmayabilirsiniz, siz Müslüman olursunuz da genel geçer klişelere uymazsınız.
Bunların hiç önemi yok.
Eşşşşek gibi uyacaksınız.
Çünkü sizin adınıza, sizin için , size rağmen, karar verecek bir ilahiyatçılar var.

Ortada uzlaşma, pazarlık için hiçbir zaman, zemin, imkan yok.
Dogma neyse o size dayatılacak.

Gel kardeşim konuşalım falan yok.
Dayatma ve zorbalık var.

Oraj POYRAZ (0raj....@neomailbox.net / oraj....@openmail.cc )


ERDOĞAN İLK 'ŞERİAT KANUNUNU' YAYIMLADI


22.12.2019 12:38


AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 'Din kişinin hayatına nüfuz etmezse kişi zamanla yapıp ettiklerini dinleştirir. Bunun için İslam bize göre değil biz İslama göre hareket edeceğiz. . ' sözü yaşama geçirildi ve Kuranıkerim’den ayetler Hz. Muhammet’in hadis-i şeriflerinden Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çalışmalarından alıntılar yapılan şeri bir karar Resmi Gazete’de yayımlandı.

Son Dakika. . AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla İlk şeri kanun Resmi Gazete'de yayımladı

Karar ile faizsiz finans kuruluşları denetçileri için belirlenen etik kurallar fıkhi (İslam hukuk kuralı) hükümlere bağlandı.

14 Aralık 2019 tarihli Resmi Gazete’de Kamu Gözetim Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu’nun 12 Aralık 2019 günü aldığı “Faizsiz Finans Kuruluşlarının Bağımsız Denetimini Yürüten Denetçiler İçin Kurallar” kararı yayımlandı.

Cumhuriyet Gazetesi'nden Işık Kansu'nun haberine göre; Kuranıkerim’den ayetler Hz. Muhammet’in hadis-i şeriflerinden Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çalışmalarından alıntılar yapılan kararın giriş bölümünde “muhasebenin İslam dininin farz-ı kifaye (yapanın sevabını aldığı tümden yapılmadığı durumda toplumun tümünün sorumlu olduğu yükümlülük) olarak gerekli kıldığı mesleklerden” sayıldığı kaydedilerek şöyle denildi:

“Adil olma kavramı (adalet) Kuranıkerim’de birçok ayette geçmektedir. ‘Şüphesiz Allah adaleti iyilik yapmayı yakınlarına yardım etmeyi emreder’ ve ‘Allah size emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor...’

"HALİFELİK İLKESİ. . TAKVA... ALLAH'A HESAP VERME"

Adalet kavramının muhasebe felsefesinde ‘ön yargı taşımama’ olarak bilinen bir karşılığı da vardır. Muhasebe ve denetim standartları ilkesel olarak bu kavramın hayata geçirilmesine öncülük etse de adalet esasen etik bir değerdir. Bu sebeple mesleki görev ve hizmetlerini yerine getirirken denetçilere gösterecek etik kurallara ihtiyaç bulunmaktadır. ”

Kararda fıkhi ilke ve kuralların bu etik kurallara amaçları bakımından diğer tüm nedenler üzerinde sürekli ve değişmez dini kaynaklı potansiyel bir yaptırım gücü sağladığı belirtilerek denetçiler için etik ilkelerin dini dayanakları sıralandı. Bu dayanaklar arasında “insanın yeryüzündeki halifeliği ilkesi ihlas (ibadette içtenlik) takva (Allah’tan korkma) Allah’a hesap verilecek” olması yer aldı.

"ALLAH-U TEÂLÂ SİZİ İZLİYOR VE KIYAMET GÜNÜ HESAP VERECEKSİNİZ"

Mesleki yeterlik ve özen ilkesine dayalı etik davranış kuralları da tanımlanırken “Denetçi mesleki görev veya hizmetlerini özenle ve düzgün biçimde yerine getirirken Allah-u Teâlâ’ya topluma mesleğine müşterisine ve kendisine karşı sorumlu olduğu” denildi. Bir başka kurala göre de; denetçilere Allah-u Teâlâ’nın kendisini sürekli izlediğinin ve kıyamet gününde hesap vereceğinin bilincinde olması zorunluluğu getirildi.

HAYATI DİNLEŞTİRME.,

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçen kasım ayı sonundaki Din Şûrası’nda yaptığı konuşmada “Dini hayattan tecrit eden belli kalıplara şekillere davranışlara hapseden dogmatik bir anlayışa itibar etmeyeceğiz. Bir Müslüman dinini hayatın şartlarına göre değil hayatını inancının esaslarına göre uyarlamakla mükelleftir” demiş ve eklemişti:

“Din kişinin hayatına nüfuz etmezse kişi zamanla yapıp ettiklerini dinleştirme yanlışına düşer. Bunun için İslam bize göre değil biz İslama göre hareket edeceğiz. ”

KAZAN: KURALLAR LAİK CUMHURİYET’E UYMALI

Hukukçu Turgut Kazan içinde yaşadığımız dönemde anayasasız bir Türkiye yaratıldığına dikkat çekerek şunları söyledi: “Siyasi iktidar ve Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ne isterse yapabileceğini düşünüyor. Şeklende olsa halen bir anayasamız var. Cumhurbaşkanı da bu anayasaya göre seçildiğine ve yemin ettiğine göre böyle bir şey kural dışıdır. Türkiye Cumhuriyet’i laik bir Cumhuriyettir. Kuralların hukuka laik Cumhuriyet’e uygun olması gerekir. Şimdi bir kez daha anlaşılıyor ki her şeyi adım adım birilerinin anladığı İslamiyet’e uydurmaya çalışmalarının bir adımıdır. Şüphesiz ki kural dışıdır. ” Kaynak; Cumhuriyet

https://www.birhaberoku.com/erdogan-ilk-seriat-kanununu-yayimladi-27874

 ***

Turk ün haysiyeti onuru ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür.

Gazi Mustafa Kemal ATATURK

- - - - - - - - - - - - -

JEAN MESLIER : SAĞDUYU TANRISIZLIĞIN İLMİHALİ

187. ESKİ VE YENİ DİNLER, SOYUT KURUNTULARINI VE GÜLÜNÇ AYİNLERİNİ HEP BİRBİRLERİNDEN ALMIŞTIR

Eski rahiplerin dinleri yok oldu, ya da daha dogrusu bu dinler bicim degistirmekten baska bir sey yapmadi. Her ne kadar yeni ilahiyatcilarimiz onlara sahtekar gozuyle bakiyorlarsa da, genel toplami artik bizim icin var olmayan sistemlerinden bircok daginik kisimlari topladilar. Teolojinin baska bir tarzda yeniden giydirmekten baska bir sey yapmadigi dogmalari cagdas dinlerimizde hala aynen bulmakla kalmiyoruz; hurafeler bulasmis dini islerinin, Thergie'lerinin*, buyulerinin, efsunlarinin dikkat ceken artiklarini da bu dinlerde goruyoruz. Misir'dan alinmis tuhaf fikirlerle dolu oldugunu gordugumuz ibrani dininin peygamberlerinden, rahiplerinden, yasa yapicilarindan kalan turbeleri saygiyla ziyaret etmeleri hala Hiristiyanlara emredilir. Bu sekilde, hilekarlar ya da puta tapan hayalciler tarafindan duslenen garabetler hala

Hırıstiyanlar ın "kutsal" gÖrüşleridir.

Tarihe biraz goz atilirsa, insanlarin butun dinleri arasinda goze carpici benzerlikler gorulur. Yeryuzunun her yerinde dini fikirlerin, kavimleri, donem donem kederlendirdigi ve sevindirdigi gorulur. Her yerde igrenc ibadet yerlerinin, ibadet islerinin zihinleri mesgul ettigi ve meditasyon konulari oldugu gorulur. Cesitli hurafelerin soyut hayaletlerini ve ayin bicimlerini birbirlerinden aldiklari gorulur.

Dinler, genellikle bunlari birlestirmek, eklemek ve o anki amaclarina uymayanlari kaldirmak hakkini koruyarak, seleflerinin malzemelerini kullanmislardir. Misir dini, putatapma (sanemperestlik) ayinini bu dinden uzaklastirmis olan Musa'nin dinine temel hizmetini gormustur. Musa hizipci bir Misirlidan baska bir sey olmamistir.

Hiristiyanlik, birleştirilmiş " Yudaizm"den (Musevilikten) başka bir şey degildir. Müslümanlık ise, Hiristiyanlıktan, Yahudilikten ve Arabistan'in eski dininden ibarettir.

Gökyüzü Ruhlari ile İlişkiler üzerine kurulu bir tür büyü.
- - - 
Konuşan, Adamin beyni degil, Gırtlagıydı.

George Orwell1984

- - - - - - - - - - - - -
Hayat bir firsat tır ve Manaya Gebedir.
Ama yaşadığınız hayat, Seçimleriniz üstüne kurulur.

KURTZ, PAUL (1925) ABD'li filozof ve yazar.
Ateistin Kutsal Kitabi - Aforizmalar - Derleyen Joan Konner

***