Çok partili siyasal hayata geçiş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çok partili siyasal hayata geçiş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ekim 2020 Pazar

DARBELER VE SİVİL-ASKER İLİŞKİLERİ SORUNSALI BÖLÜM 2

DARBELER VE  SİVİL-ASKER İLİŞKİLERİ SORUNSALI  BÖLÜM 2

askeri darbe, girişimleri, Prof. Dr. Atilla SANDIKLI,Türk Silahlı Kuvvetleri,sivil-asker ilişkileri,çok partili siyasal hayata geçiş,


ORDULARIN ÖZERKLİĞİ

David Pion-Berlin, orduların özerk yapısını iki farklı düzeyde analiz eder:

Kurumsal Özerklik
Siyasi Özerklik


C:\Users\sertac\Desktop\pion-berlin.jpg David Pion-Berlin

. Kurumsal özerklik, bireysel düzeyde ast konumundaki kişilerin terfi, atama ve cezalandırılmasındaki yetkiyi; ordu düzeyinde askeri eğitim, doktrin, askeri reform ve modernizasyon konularını kapsar.
. Hem ideoloji hem de davranış boyutu olan siyasi özerklik, ordunun kurumsal sınırlarını aşan ofansif bir strateji ile sivil kontrole tahammülsüzlüğü ve meydan okuması olarak tanımlanır.
. TanelDemirel’e göre, siyasi özerklik konusundaki mevcut tartışmalar, 
. Orduların karar alma süreçlerinden dışlanması veya siyasal mekanizmaya etkilerinin sıfırlanması anlamına gelmemektedir.


C:\Users\sertac\Desktop\953_Tanel_Demirel486.jpg Tanel Demirel

. “Diğer bürokratik örgütler gibi ordu da kendi kullanımına sunulan kaynakları artırmak/genişletmek için çaba gösterecek, ulusal güvenliğe ilişkin sorunlarda kendi görüşlerini siyasal iktidar nezdinde kabul ettirmeye çalışacaktır.
. Ordunun bu faaliyeti, tehdit ve şantaja dönüşmedikçe kabul edilebilir davranışlardır.”
. Dolayısıyla, sivil-asker ilişkilerinde yetki/sorumluluk veya özerklik konusunda ayrımı, müşterekliği veya uyumu esas alan herhangi bir teorinin tüm alanlarda geçerli olmasını savunmak çok da mümkün görülmemektedir.
. Örneğin, bir ordudaki terfi ve atama usul ve esaslarının tespitinde sivil-asker kanatlar arasında bir müştereklik ve uyumdan bahsedilebilirken, bu kuralların kurum içinde işletilmesinde ordu lehine bir ayrım ve ordunun bu konuda özerkliği kabul edilebilir bir seçenektir.
. Benzer şekilde, üst komuta düzeyindeki atamalarda da sivil iradenin lehine bir ayrım ve keskin çizgilerin varlığı söz konusu olabilecektir. 
. Bu konuda başka bir örnek daha verilirse; herhangi bir alanda ordunun güç kullanması konusunda karar merci ve tek yetkili sivil irade iken; gücün niteliği ve formasyonu konusunda, karar yetkisi sivillerde olmak kaydıyla, sivil-asker kesimler arasında bir müştereklik/uyum söz konusu olabilecek; ancak bu gücün alanda nasıl kullanılacağı konusu tamamen askerin yetkisine ve özerk alanına bırakılabilecektir.
. Özerkliğin sınırlarının ve niteliğinin belirlenmesinde bazı temel konularda mutabakatın sağlanması, demokratik ilkelere dayanan bir sivil-asker ilişkisinin oluşturulmasında etkili olacaktır.
Bu Temel Mutabakat konuları:
. Sınırları değişebilir olmakla birlikte, bir sivil denetim gereğinin her iki tarafça kabulü, varlığı ve işletilmesi
. Özerklik sınırlarının devlet yönetiminde iki başlılığı doğurmayacak, ancak bunun yanında ordunun kurumsal etkinliğini en az olumsuz etkileyecek şekilde optimum bir noktada olması
. Özerkliğin sınırlarının, ordunun gücünün ve konumunun siyasiler tarafından politik amaçlarla suiistimal edilmeyecek ve ordu personelini politizeetmeyecek şekilde belirlenmesi
. Özerkliğin sınırları ne olursa olsun, güvenlik alanında sivil iradenin askerlerin danışmanlığını işletilen kurumsal süreçlerle kabul etmeleri ve bu danışmanlığa önem vermeleri
. Kurumsal veya siyasi özerkliğin sınırlarının, ordunun sivil iradeyi tehdit edecek veya ona karşı güç kullanacak bir düzeye ulaşmaması 
. Sivil denetim, şiddet araçlarının meşru sivil bir otorite tarafından kontrol edilmesi ve bu bağlamda da orduların kontrolünün demokratik ilkeler temelinde gerçekleştirilmesidir.
. Bu terim son dönemde çoğu zaman siyasi kontrol kavramı yerine veya bu kavramla aynı anlamda da kullanılmaktadır.
. Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi, orduların sivil denetiminin siviller tarafından ve yasalarla belirlenmiş demokratik ilkeler temelinde yapılması gerekmektedir. 
. HansBorn’agöre sivil denetimin amaçları birçok ülkede benzerlik gösterir ve şu şekilde sıralanabilir:

ORDULARIN SİVİL DENETİMİ

Toplumun bütün bireylerinin insan haklarını korumak.
Siyasi ve askeri liderlerin amaçlarını paralel kılmak.
Güç kullanımını meşrulaştırmak.
Orduların kendi takdiriyle güç kullanımını azaltmak ve otoriter kurallardan kaçınmak.
Toplumsal ve fonksiyonel zorunlulukları dengelemek.

. Sivil denetimin temel konusu ise bunun nasıl sağlanacağıdır.
. Bu konu iki temel farklı yorumla açıklanmaya çalışılmaktadır.
. Bunlardan ilki siyaset bilimi bakış açısıdır. Huntington’a göre; yasalar ve kurallar ile resmi bir emir komuta zinciri, orduları topluma karşı sorumlu kılmaya yetecektir.
Buna göre sivil denetim ancak ve ancak ordular geniş bir toplumsal ilişkiler ağının içine entegre olduğunda sağlanabilir.
. İkinci görüş ise daha çok Janowitztarafından temsil edilen sosyolojik bakış açısıdır. 
. Sivil denetimin nasıl sağlanabileceği yönünde bu iki temel teorik görüşü de içine alan ve üçlü bir tipolojiye giden açıklamaya göre ise; yatay, dikey ve şahsi kontrol gereklidir.
. Dikey kontrol, orduların parlamentolar ve hükümetler tarafından kontrol edilmesine; 

Benzeri toplumsal aktörler yoluyla kontrol edilmesine; şahsi kontrol ise, askerlerin sivil kurallar ve insan hakları gibi sosyal sorumluluk gerektiren konularda siyasi nötrlük gerektiren şahsi kontrollerine işaret etmektedir.

_ Yatay kontrol.
_ Medya.
_ Sivil Toplum kuruluşları.
_ Dini Kurumlar.
_ Araştırma Merkezleri.
_ Askeri Sendikalar.


. Denetim konusunda dış denetim ve iç denetim ayrımı yapılmaktadır. 
. Serra’ya göre dış denetim, yasama, yürütme, yargı ya da paydaşlar tarafından uygulanırken; İç denetim, belirli bir bürokrasiyi oluşturan insanların benimsediği değerler ve normlar temelinde işletilen sezgilere dayanmaktadır. 
. İç denetim ayrıca kendi içinde, bilimsel, teknik ve profesyonel değerlere dayanan nesnel iç denetim ve sosyal, manevi, siyasi değerlere dayanan öznel iç denetim olarak iki grupta tasnif edilebilir.
. Sivil-asker ilişkilerinde hesap verebilirlik mekanizmaları güçlü ve etkin ise kontrol de güçlü ve etkindir. 
. Bu sebeple sivil kontrol yalnızca darbe ihtimaline karşılık bir kalkan olarak kavramsallaştırılmamalı, rol alan bütün oyuncuların hareketlerini toplumsal çıkarlar temelinde kısıtlayan ya da meşrulaştıran bir yönetim prensibi olmalıdır.
. Serra, orduların sahip olduğu özerkliğin azalmasını ve ordu üzerindeki kademeli sivil denetimi yedi aşamada tanımlar. 

   Siyasi Özerklik Aşamaları;

Siyasi gücü denetleyen ordu
Ulusal temellerin koruyucusu ordu
Hükümet politikalarını kısıtlayan ordu
Örgütsel ve operasyonel özerkliği savunan ordu
Sivil üstünlüğünü resmen ancak kısmen kabul eden ordu
Siyasi özerkliği zayıf, kurumsal özerkliği görece yüksek ordu
Demokratik sivil denetime tabi olan ordu


. Osmanlı’nın son döneminde (1876-1918) zayıflayarak yok olma noktasına gelen sivil denetim, Cumhuriyet’ten itibaren, asker kökenli devlet adamları eliyle de olsa tesis edilebilmiştir. 
. Ordu kendi başına bir siyasi aktör olma konumundan uzaklaştırılmış ve sivil iktidarın faaliyet alanına müdahale yeteneği büyük ölçüde sınırlanmıştır. 

SONUÇ

. Ancak 1960 sonrası dönemde, ordu üzerindeki sivil denetim tamamen ortadan kalktığı gibi, ordu kendi başına bir siyasi aktör olarak güçlü biçimde siyaset sahnesine geri dönmüştür.
.Türkiye bağlamında askerlerin sivil denetimi sorunu, çoğunlukla TSK’nın özerk yapısından ve üstlendiği role bağlı olarak kendini siyasilerin ve toplumun üzerinde görme eğiliminden kaynaklanmıştır. 
. Sahip olduğu özerk yapı ve hissettirdiği güç, ordunun yıllarca gerçek anlamda denetlenmesini engellemiş ve ordu sivillere tabi olmak yerine istediği gibi hareket edebildiği geniş alanlara sahip olmuştur. 
. Bunun yanında, aynı dönemde sivillerin bu gücü ele alacak yetkinliği ve iradeyi gösteremediği tespitini de yapmak gerekir.
. Demokratik ülkelerde sivil-asker ilişkilerinde sivil otoritenin üstünlüğü prensibi esastır. 
.“Sivil otoritenin üstünlüğü” dendiği zaman, sadece askerin siyasete karışmaması değil, aynı zamanda seçimle iktidara gelen sivil otoritenin tüm siyasi konularda, milli savunma siyaseti ve stratejisinin yapılması ve uygulaması dâhil, son sözü söyleme yetkisine sahip olmasını anlamak gerekir. 
. Ayrıca bu yetki, tüm askeri faaliyetlerin hükümet tarafından denetlenebilmesini ve TSK’nın hükümete hesap verebilirliğini de içerir.
. Son yıllarda yapılan reformlar sonucunda TSK’nın siyasi iktidar üzerindeki etkisini artıran yapısal özellikler ortadan kaldırılmıştır. 
. Bu sayede TSK içindeki FETÖ unsurlarının 15 Temmuz 2016’da, kendi komutanlarına yönelik isyan ve siyasi yönetime karşı darbe girişimi bastırılmıştır. 
. Başta Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın önderliği, siyasi iktidar ve muhalefetin işbirliği, darbeye karışmayan TSK, Jandarma ve Emniyet 
  unsurların mücadelesi ve en önemlisi halkın demokrasiye ölümü göze alarak kahramanca sahip çıkması sayesinde akamete uğratılmıştır. 
. Darbenin bastırılmasından sonra alınan kararlarla reformlara son şekli verilmiş ve gelecekte benzer darbe girişimlerine karşı gerekli yapısal önlemler alınmıştır.

DARBELER VE SİVİL-ASKER İLİŞKİLERİ SORUNSALI, 
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI



***

DARBELER VE SİVİL-ASKER İLİŞKİLERİ SORUNSALI BÖLÜM 1

DARBELER VE  SİVİL-ASKER İLİŞKİLERİ SORUNSALI  BÖLÜM 1


askeri darbe, girişimleri, Prof. Dr. Atilla SANDIKLI,Türk Silahlı Kuvvetleri,sivil-asker ilişkileri,çok partili siyasal hayata geçiş,



Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
YAZI ARŞİVİ; 
https://tasam.org/tr-tr/Yazar/44



GİRİŞ

.Türkiye'de Askeri Darbe girişimleri, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kurumsal olarak ya da bazı subayların kendi başlarına sivil  yönetime yaptığı müdahalelerdir. 
.Türkiye 1950 yılındaki demokratik seçimlerle çok partili siyasal hayata geçiş yapmıştır. 
.TSK, iç güvenliğin tehdit altında olduğunu ifade ederek bazen bazı yasaların geçmesini engellemek ya da geçirmeye zorlayarak, bazen de Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerini istifaya zorlayarak ya da alaşağı ederekdemokratik sivil yönetime müdahale etmiştir.
. Bu darbe ve muhtıralar 12 Eylül Darbesi gibi bazen emir komuta zinciri içinde; bazen de 27 Mayıs Darbesi gibi emir komuta zinciri dışında sadece bir grup subay tarafından planlanmış ve icra edilmiştir. 
.TSK 1960 ve 1980 yıllarında iki kez yönetime el koymuş, 1971 ve 1997 yıllarında ise hükümeti istifaya zorlamıştır.
.Son olarak da 15 Temmuz 2016’da, TSK içindeki FETÖ mensupları kendi komutanlarına yönelik isyan ve siyasi yönetime karşı darbe girişiminde bulunmuş tur.
.Bütün darbe, darbe girişimi, ayaklanma ve muhtıraların motivasyonunu ve temelini yapısal nedenler oluşturmuştur. 
.Yapısal sorunların başında da “Türkiye’de sivil-asker ilişkilerinin bilimsel ve çağdaş esaslar doğrultusunda şekillendirilememesidir”.

TANIM

Sivil-Asker İlişkileri, devlet adına şiddet kullanma yetkisini elinde bulunduran askerler ile bu yetkinin sınırlarını belirleyen ve denetleyen siviller arasındaki hiyerarşik ve interaktif ilişkilerdir.

SORUNSAL

. Sivil-asker ilişkileri sorunsalı, toplumu korumakla yükümlü olan bir kurumun fazla güç edindiğinde, yine aynı toplum için tehdit unsuruna dönüşmesi olasılığıdır. 
. Silahlı kuvvetlerin yeterince güçlü olmaması dış tehdit ihtimalini artırırken, gereğinden fazla güçlü olması aynı toplum için sorun oluşturabilmektedir.
. Sivil denetim tartışmaları; bu çelişkiyi gidermek, dışarıya karşı güçlü orduyu muhafaza etmek ve bu gücün içeride kendi toplumuna dönerek zarar vermemesi 
  için denge kurma amacını güder.
. NarcisSerra, “muhafızların muhafızlığını kim yapacak” sözünü aktararak sivil-asker ilişkilerini doğuran temel problematiğe işaret etmektedir.
. Mevcut tecrübeler, “demokrasiyi sağlamlaştırma sürecine en fazla zarar verebilecek öğenin, kendisini hami güç olarak gören ve kendi özerk alanını oluşturan, siyasi karar alanlarını hükümetin elinden alan ordu olduğunu göstermektedir. 
. Silahlı kuvvetler, kendisini ulusun özünün ve kalıcı çıkarlarının garantörü olarak gördüğünde hami rolünü üstlenir ve bu konumuyla seçilmiş hükümet üzerinde 
baskı oluşturur.

KURAMLAR

Sivil-asker ilişkilerinde altı ana teoriden bahsedilebilir, Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Huntington’ın Kurumsal Ayrım Teorisi, Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Janowitz’in Yakınlaşma Teorisi, Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Schiff’in Uyum Teorisi, Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Feaver’ın Vekalet Teorisi, Prof. Dr. Atilla SANDIKLI 
Bland’in Müştereklik Teorisi, Prof. Dr. Atilla SANDIKLI 
Diamond’ın Konsolide Demokrasi Teorisi, Prof. Dr. Atilla SANDIKLI

KURUMSAL AYRIM TEORİSİ: HUNTINGTON, Prof. Dr. Atilla SANDIKLI

SamuelP. Huntington teorisini sivillerin ve askerlerin rol ve sorumluluk temelinde ayrılması fikri üzerine inşa etmiştir.


C:\Users\sertac\Desktop\28huntington01-190.jpg

SamuelP. Huntington
. Bu teoriye göre, Siviller Askeri alanlarda ve konularda askerlerin otonom yapısını ve özerkliğini tanımalı ve korumalıdır.
. Bunun karşılığında ise Askerler askeri olmayan konularda siyasi irade ve otorite ye mutlak itaat sergilemelidir.

YAKINLAŞMA TEORİSİ: JANOWITZ

. Ordunun etkili olabilmesi için Sivillerden farklı olması gerektiğini savunan Huntington’un aksine, 
. Morris Janowitz ordunun yeni koşullar altında etkinliklerini artırabilmek için sivil değerler ve prosedürlere yaklaşması gerektiğini savunur.

Morris Janowitz 

C:\Users\sertac\Desktop\20110701201420!Morris_Janowitz1.jpg

UYUM TEORİSİ: SCHIFF

. RebeccaL. Schiff’inUyum Teorisi genel anlamda, ordu ile siviller arasında şart koşulmuş bir ayrımdan ziyade; ordu, sivil elitler ve vatandaşlar arasında 
  oluşturulabilecek bir uyumdan bahseder.
. Bu teoriyi diğer teoriden ayıran özelliği, Uyum Teorisi’nin ilişkiselliğeüçüncü bir boyut katarak vatandaşları da çerçeveye dahil etmesidir. 

RebeccaL. Schiff

C:\Users\sertac\Desktop\Schiff.jpg

UYUM TEORİSİ: SCHIFF

. Schiff’egöre, Askeri Müdahalenin önlenmesi ordu, siyasi liderler ve vatandaşlar arasındaki anlaşmayı gerekli kılar.
. Bunun en önemli göstergelerinden birisi de
Askerlerin daha çok Zihinsel yapılarını tanımlayan ‘ordu stili’dir. 

VEKALET TEORİSİ UYARLAMASI: FEAVER

Peter D. Feaver’ınVekalet Teorisi, politik ve ekonomik olarak üstün pozisyondaki aktörlerin (asil), politik ve ekonomik olarak daha alt seviyedeki aktörlerin (vekil) davranışlarını nasıl kontrol ettiğini açıklamaya çalışmaktadır.

Peter D. Feave

C:\Users\sertac\Desktop\Feaver.jpg

Asil-Vekil literatüründe iki önemli kabul vardır.

Birincisi, Vekiller gözetim altında tutulduklarında işlerini yaparken, gözetim altında değilken çalışmaktan kaçınabilmektedirler. 

İkincisi,gözetim doğası gereği yetersizdir. Bu sebeple ideal rıza/uyum vekillerin değerini yükseltirken, onları asillerin kararlarına daha çok yaklaştırır.

Douglas Bland’in Müştereklik Teorisi, diğer teorilerden farklı olarak, ordunun sivil kontrolünün sağlanması ve yönetilmesinin, sivil liderler ve askerler arasında paylaşılan sorumluluklar doğrultusunda mümkün olabileceği temel iddiasını taşır.

MÜŞTEREKLİK TEORİSİ: BLAND



C:\Users\sertac\Desktop\douglas-bland-small.jpg Douglas Bland

. Bu anlamda, sivil otorite kontrolün bazı konularından sorumluyken; askeri liderler de kontrolün başka yönlerinden sorumludur.
. Kontrol için gereken bazı sorumluluklar birbirinin içine geçmiş veya birleşmiş olsa da özelliklerini yitirip birbirlerine kaynamış halde değildir.
. Araştırmalar göstermiştir ki sivil otoriteler yalnızca teknik bilgi sağlamak ya da operasyonları yönetmek için değil ordunun sivil kontrolünü sağlayabilmek amacıyla da askerden yardım alabilmektedir.
. Müştereklik Teorisi ordunun sivil doğrultuda yönetilmesi fikrini desteklemekte dir. 
. Ancak, diğer teorilerden farklı olarak, direkt bir sivil kontrol yerine, sivil ve asker aktörler arasında paylaşılan sorumluluk anlayışının hüküm sürmesi sayesinde sivil kontrolden bahsetmenin mümkün olacağını belirtmektedir.
LarryDiamond’agöre bir ülkede“asker, sivil kontrole kesin bir şekilde tabi hale gelmediği ve demokratik anayasal düzene tam manasıyla bağlı olmadığı sürece” o ülkedeki demokrasiye, gelişmiş demokrasi olarak bakılamaz.

KONSOLİDE DEMOKRASİ TEORİSİ: DIAMOND VE HEYWOOD


C:\Users\sertac\Desktop\LarryDiamond.jpg LarryDiamond

. Demokrasinin pekiştirilmesi için, sivil otorite tarafından, öncelikle askerin siyasi alana angaje oluşunun en alt düzeye çekilmesi ve askere tahsis edilmiş güç alanlarının ortadan kaldırılması gerekmektedir.
. Demokrasilerde sivil hükümetin, politikalarını askerin müdahalesi olmadan yürütebilmesi, milli savunmayı düzenleyebilmesi ve askeri politikaların uygulanmasını denetleyebilmesi sivil üstünlük için temel şartlar olarak belirtilmektedir.
. Orduların özerkliği, siyasi irade ile askerlerin karar alanlarını ayıran çizgi belirlendikten sonra, askerlerin alanında kalan yetkileri ve rolleri tanımlamaktadır.
. Orduların özerklik alanları, stratejik düzeye ve siyasi alana doğru genişledikçe demokratik temelde işleyen bir sivil-asker ilişkisinden uzaklaşılır. 

15 Haziran 2019 Cumartesi

1946-50 ARASI DÖNEMDE MÜFRİT MUHAFAZAKAR DEMOKRATLAR VE TÜRK DEMOKRASİSİNİN ALMIŞ OLDUĞU BİÇİM., BÖLÜM 4

1946-50 ARASI DÖNEMDE MÜFRİT MUHAFAZAKAR DEMOKRATLAR VE TÜRK DEMOKRASİSİNİN ALMIŞ OLDUĞU BİÇİM., BÖLÜM 4


V. MMD'NIN MP'Yi KURMASI VE MMD'NİN SİYASAL İDEOLO" İSİ 


DP' den tasfiye edilen MMD'nin, hem bizzat muhalefet partisi olan DP'ye hem de iktidar partisi CHP' ye karşı oluşmuş bir cephenin mümessilleri olarak 20 Temmuz 1948 tarihinde kurdukları MP, milletin ilk hakiki muhalefet partisi olduğu iddiasını taşıyarak siyasi hayatta yerini almıştır. Partinin fikir babası ve Kurucusu Kenan Öner, MP'nin, "İktisad ve siyasi sahada liberal, ictimai sahada ırkçılık ve Turancılığa kapılmadan milliyetçi ve inkılapçı sahada ihtiyacı, zaruretleri zorlamadan daima müterakki hamlelerle ilerleyen" bir parti olacağını söylemiştir (Tasvir, 6.5. 1948). MP'nin müssisleri, başta fahri genel başkan Mareşal Çakmak olmak üzere, Prof. Yusuf Hikmet Bayur, Prof. Kenan
Öner, General Sadık Aldoğan, Osman Nuri Köni, Dr. Mustafa Kentli, Enis
Akaygen ve Osman Bölükbaşı'dır (Kudret, 6.7.1948).

MP'nin kuruluşu, bir "mükemmelleşme" olarak nitelendiriimiş ve muhalefetin, DP Kurucularının vicdan ve adalet çerçevesinde yürümeyen vesayetinden kurtularak, MP sayesinde siyasi rüşde ve bağımsızlığa kavuşması biçiminde değerlendirilmiştir (Seviğ, 1950). MP Genel Başkanı Bayur, MP' nin kuruluş nedenlerini şöyle sıralamıştır: 

(1) CHP ve DP'nin programları ve ana çizgileri bakımından aynı olmaları ve DP'nin,  iktidara geçse bile, aynı yolu izleyecek olması, 
(2) DP Kurucularının iktidarla muvazaa haline düşmüş olmaları, 
(3) 12 Temmuz'dan sonra muhalefetin fiilen söndürülmüş olması, 
(4) DP Kurucularının iktidarla gizli temas halinde bulunmaları 
(Kudret, 22.6.1949).

Aynı şekilde Nurettin Ardıçoğlu da, muh~lefetin parçalanmasını iki etkenle
açıklar: Birincisi, iktidarla uzlaşma yolunda bazı grupların takip ettikleri
politika, yani muvazaa, ikincisi ise, yine aynı grupların "tahakküm saltanatı"
politikasıdır (Ardıçoğlu, 1948a ).

CHP ile DP'nin program ve siyasal ideoloji bakJmlarından birbirlerinden
çok da önemli bir farkları olmaması karşısında, MP, siyasi doktrin ve ideolojik
bakJmlardan bu iki partiden farklı bir özellik taşımaktadır. Progranunda iktisadi
ve siyasal alanlarda liberal, içtimai ve kültürel konularda ve özellikle de milli
örf ve ananeler bakınundan tutum olarak tam bir "muhafazakar demokrat" olan
MP Kurucuları, daha DP saflarında iken "Müfrit Demokrat Muhafazakarlar"
olarak tanınnuştır (Başgil, 1966: 62). MP'nin, Türkiye'de çok partili siyasal
hayatın tam anlanu ile kurulup, yerleşmesi ve yaşanunı sürdürebilmesi için,
hem ortaya koyduğu "büyük ve felsefi bir siyasi doktrin "e, hem de geniş
kitlelere dayanan siyasal partilerin kurulması gerektiği düşüncesiyle ortaya
çıktığı ve parti programının da bu düşünceleri içerdiği ileri sürülmüştür
(Ardıçoğlu, 1948b).

Progranunın birinci maddesinde, Cumhuriyet, adalet, liberallik ülkülerine
ve milliyetçilik esasına bağlı olduğunu belirten MP, insanların tabii ve
vazgeçilmez özgürlüklerinden hareket eden ve ferdiyetçi felsefeye dayanan
klasik demokrasiyi esas aldığını ifade etmiştir. Her biri hukuk devleti teşkil
eden ve ferdi hak ve hürriyetleri teminat altına alan Batı demokrasilerinin
yanında olduğunu, bir zümrenin ya da bir sınıfın diktatörlüğünü çağrıştıran
totaliter "Doğu demokrasileri"nin karşısında olduğunu beyan eden MP,
Anayasa'nın hakiki demokrasiye uymayan hükümlerini ve bilhassa CHP'nin
siyasi umdelerini (altı ok), devletin ana vasıfları haline sokan Anayasa'nın
ikinci maddesinin kaldırılmasını istemiştir (Millet Partisi Program ve Tüzük,
1948: 3-5; Millet Partisi'nin Proğramı, Milletin Sesi, 8.10.1948).
Partinin ana vasıflarından birisi de milliyetçiliktir. Dayandığı milliyetçilik,
muhafazakarlıkla yan yana ve birbirini tamamlar niteliktedir. O dönemde
ülkede dört çeşit milliyetçilik telakkisinin bulunduğu belirtilmiştir. Bunlar, (1)
Kemalist milliyetçilik, (2) Anadolu milliyetçiliği, (3) ırkçı-Turancı milliyetçilik,
(4) ananeci mutedil Türkçülük'tür. MP, ananeci mutedil milliyetçi bir
partidir. MP, Kemalist milliyetçiliği "tebaa milliyetçiliği" olarak yorumlayarak,
bu milliyetçiliğin CHP ve DP' nin programında yer aldığını belirtir. Ayrıca,
Kemalist milliyetçilikten ananeciliği ile, Anadolu milliyetçiliğinden de Anadolu
dışında ikinci bir ufuk var inancı ile ayrıldığı, ancak ırkçı-Turancı milliyetçilikle
hiçbir şekilde bağının olmadığı ve kana ve soya dayalı milliyetçilik
türünü reddettiği ileri sürülmüştür (Ardıçoğlu, ı948c; Alsan, 1950). 

Programda millet kavranunın ortaya koyduğu diğer unsurlar ise, din, milli ananeler ve aile kurumudur. Programın yedi ve onuncu maddelerinde, "Parti, içtimai nizamın teşekkülünde ilikatların, ahlakın, geleneklerin, ö,! ve adetin büyük hisselerini tanır... Aile müessesesi, cemiyetin temeli ve yüksek manevi bir kıymetidir" şeklinde izah edilen bu unsurlar, MP'nin milliyetçilik anlayışına muhafazakar bir renk vermektedir. Ayrıca sekizinci maddede, "Parti din müessesesine ve milli ananelere hürmetkardır" ifadesinin yer alması da, partinin muhafazakar milliyetçi bir kimliğe sahip olduğunu göstermektedir (Millet Partisi, Program ve Tüzük, 1948: 4-5; Millet Partisi'nin Programı, Milletin Sesi, 10.1948 ve 15. iO.i948). 

Muhafazakar milliyetçi-liğin hodbinliği ve şövenizmi çağrıştıracak olması karşısında, programda insaniyet ülküsü ve barışçılığı telif eden bir yaklaşım içinde bulunulması, dünya uluslarının birlikte tek medeniyete doğru gittiklerinin kabul edilmesi ve onlarla işbirliği yapılmasının salık verilmesi bir ölçüde şovenizme set çektiği söylenebilirse de, MP'nin, geleneksel milliyetçilik yapısı içinde dinsel öğeleri de içine katan bir tür Türkçü milliyetçilik anlayışını yansıttığı belirtilmelidir.

MP'nin muhafazakarlık anlayışı da, milliyetçilik anlayışına benzemektedir.
Daha önce değinildiği üzere, programın yedinci ve sekizinci maddelerde
geçen ifadelere bakıldığında, MP'nin hayli muhafazakar bir kimliğe sahip
olduğu belirtilebilir. Ancak, on üçüncü maddenin ikinci fıkrasında, "Her devrin
icabatını tesbit etmek, o devirde yaşayan neslin en mukaddes hakkıdır ve o
devirde yaşayan bir neslin milli ve içtimai faaliyetleri tanzim ve idare edebilir"
(Millet Partisi, Program ve Tüzük, 1948: 6) denmekle, katı muhafazakarlık
anlayışında bir yumuşamaya gidilmiştir. Bu bakımdan MP'nin "mutedil
muhafazakarlık" anlayışı içinde olduğu belirtilmelidir. MP'nin programı, o
dönemde muhafazakar-İslamcı cereyanların ortaya çıkışına önemli bir örnektir.
MP, çok partili düzene geçildikten sonra gittikçe ivme kazanan İslamcı ve
muhafazakar hareketler içinde, o zamanki havaya oranla daha İslami ve
muhafazakar bir görüşün ilk örneğini veren bir siyasal parti olarak dikkati
çekmiştir (Tunaya, 2003: 169).

Ayrıca MP, muhafazakar anlayışına uygun olarak, inkılapçılığı "tekamülcülük" olarak yorumlamıştır. Tekamülcülük, "insan tabiatını ve içtimai amil ve şartları zorlamadan daima ilerlemek" anlamında ele alınmaktadır. Ayrıca "Medeniyet icaplarına uydurmak...anmielere ve milletin iradesine uygun olmak ... hakiki ihtiyaca tekabül etmek.. .geriliğe yönelik olmadan istikbali göz önünde tutmak" biçimlerinde algılanan tekamülcülük (Millet Partisi, Program ve Tüzük, 1948: 6), aslına bakılırsa Kemalist inkılapçılık anlayışına alternatif bir tutum olarak ileri sürülmektedir. Bu konuda parti programının inşasında etkili olduğu bilinen Nurettin Ardıçoğlu' nun değerlendirmeleri hayli ilginçtir. Ardıçoğlu, Kemalist inkılapçılık devrinin kapandığını, o günün şartlarında ihtiyaçlanna gereken cevabı verdiğini, artık yerinı başka bir teze bırakması gerektiğini savunmuştur. Bu tezin, ulusun "kendi kendine düşünüş" tezi olduğu, Türkiye'de devrimler döneminin sona erdiği, artık "milli intibah devri "nin (ulusal uyanma devri) başladığı ileri sürülmüştür. Böylece, milletlerin kendi tarihine yöneleceği ve inkılaplarla benimsenen kurumların, tarihten gelen örf, adet, gelenek ve göreneklerle birleşerek, bizzat kendi ulusal kültürlerini yaratabilecekleri ve istikrara kavuşabilecekleri dile getirilmiştir (Ardıçoğlu, 1948ç).

Öte yandan parti, laiklik konusunda da farklı bir görüşe sahipti. Din
işlerinin devletten ayrı, özerk bir teşkilat tarafından idare edilmesini isteyen
MP'nin laiklik anlayışı, Türkiye'de o güne dek hakim olan laik düzene ters bir
mahiyetteydi (Tunaya, 2003: 169). MP programında da yansıttığı gibi, devletin
resmi laiklik anlayışından farklı, kendine özgü bir laiklik anlayışı getirmiştir.
Buna göre, din hayatı ve dini kurumlar tam anlamıyla "mü 'minler cemaatine"
bırakJimah, dinle ilgili her türlü işi bu cemaat görmeli ve Diyanet İşleri
Başkanlığı gibi kurumlar kalkmalıdır. Ayrıca MP, dini hayatı düzenleyen
kanunlann da kaldırılmasını istiyordu (Millet Partisi, Program ve Tüzük, 1948:
5-6). Onlara göre, ibadet şekillerini ve din adamlarının kılık kıyafetini
düzenleyen bu gibi kanunlar, vicdan özgürlüğüne aykınydı ve anti demokratik
kanunlar kapsamına giriyordu. Öte yandan, MP'liler din ve devlet konusundaki
bu türden görüşlerini, bütün uygar dünyada geçerli olan laiklik anlayışı olarak
sunmuşlardır. Laikliği bunun dışında anlayan CHP ve DP gibi partileri,
"devletleştiritmiş bir dini hayatı" savunan partiler olarak gören MP, bu
anlayışları laikliğe ay kın bir tutum olarak görmüştür (Ardıçoğlu, 1950).

Ayrıca MP, bir Anayasa Mahkemesi'nin kurulmasını ve halk tarafından
seçilmiş bir Ayan Meclisi (ikinci meclis) teşkil edilmesini (Madde 35)
savunuyordu ki, bu istekler o dönemin (1948) Türkiye'si için hayli ilginç idi.
Anayasa Mahkemesi ve ikinci bir meclisin teşekkülü fikri, çok daha geç
tarihlerde, CHP'nin 12-15 Ocak 1959 tarihleri arasında toplanan 14. Kurultay'ı
sonunda yayınlanan "İlk Hedefler Beyannamesi" adı verilen bir bildiri ile
gündeme gelecekti.

< Beyanname, partizanlığın kalkacağını, ikinci meclis, anayasa mahkemesi, yüksek hakimler meclisi ve yüksek iktisat şurası kurulacağını, seçim emniyeti ve üniversite özerkliğinin temin edileceğini ve sosyal adaletin Anayasa'ya gireceğini taahhüt ediyordu. Bkz. (Erer, 1964: 356-357). >

SONUÇ

CHP öncülüğündeki tek partici otoriter yönetim tarzı karşısında, elverişli
iç ve dış siyasal koşulların da yardmuyla, "1946 ruhu" adı verilen simgesel
siyasal söylemi kullanarak, bir tür "hürriyet" ve "demokrasi" mücadelesi içine
giren DP'nin, 1946-50 arasını kapsayan muhalefet yıllarında sergilemiş olduğu
siyasal tutum, Türk demokrasisinin gelişim seyri açısından önemli sonuçları / gelenekleri de beraberinde getirmiştir. 

Bir kere söz konusu dönem, Cumhuriyetin henüz başlarında tecrübe edilen çok partili demokrasiye geçiş doğrultusunda iki başarısız denemeden epey sonra ve Cumhuriyet devrimlerinin daha bir yerleşti ği bir dönem olması nedeniyle, ileride çoğulcu ve rekabetçi bir demokratik dönüşümü sağlayacak adımlar için iyi bir başlangıç zemini olabilmesi açısından önemliydi. Her ne kadar daha önceki denemelerde olduğu gibi, DP Kurucuları da yerleşik iktidar seçkinlerinden olsa da, iç ve dış siyasal gelişmelerin rüzgarını arkasına alarak, siyasetin merkezinde gerçek halk katmanlarının olacağı (soyut halk kavrarrunın değil), sağduyulu, ayağı yere basan ve en önemlisi de sorgulayan muhalefet geleneğini yapısında
barındırabilen bir demokratik siyasal kültürün yerleşmesi yönünde tarihi bir
adım atabilirlerdi. 1950-60 arası dönemde "milli irade" kavramına sığınarak
otoriter ve baskıcı bir yönetim tarzı gösteren DP iktidarı bir yana, 1946-50
arasında çok uygun koşullarda muhalefette bulunan DP Kurucularının siyasal
söylem ve eylem biçiminin, zaten otoriter siyasal kültür geleneğine sahip Türk
demokrasisinde bir özgürlükçü yarık açmak şöyle dursun, otoriteryenizmi daha
da pekiştirdiğini söylemek, DP içinde siyasete atılan ve adına "müfrİt
muhafazakar demokrat" denilen birtakım siyasi aktörlerin, iktidarla anlaşmalı
bir biçimde DP'den tasfiye edilmesi gerçeği göz önüne alındığında abartılı
olmasa gerektir.

Öte yandan, her türlü aşırı sağ ve aşırı sol akımlarla hilafetçi, saltanatçı
ve ayrılıkçı siyasal örgütlenmelerin yasak olduğu bir siyasal yasallık zemininde,
DP Kurucularının aksine tek parti döneminde aktif siyasette olmayan birtakım
siyasi aktörler de, dönemin "hürriyetçi" siyasal mücadelesine katılrruşlardır.
Ancak daha sonraları "müfrit demokratlar" olarak nitelendirilen bu kişiler, tek
parti ideolojisini sorgulamak ve her türlü siyasal-iktisadi haksızlığın üzerine
gidilmesini, yani geçmişin hesabının sorulmasını istemişlerdir. Bunun için de,
"milli şef' İnönü liderliğindeki CHP'yi iktidardan uzaklaştırmak için sert,
tavizsiz bir muhalefet hareketi başlatrruşlardır. Bu durum, iktidar çevrelerinde
tepkiyle karşılanrruş ve İnönü'nün telkinleri sonucu, DP Kurucuları parti
içindeki "müfrit"leri bir bir tasfiye etmişlerdir.

İşte bu açıdan bakıldığında, "]946 ruhu" diye adlandırılan ve o dönemden sonra gelmiş tüm muhafazakar sağ siyasal partilerin meşruiyellerini dayandırdıkları siyasal söylemin, bundan öte bir anlamı ve içeriği yoktur. "1946 ruhu"nun bir anlamı varsa, o da, toplumun "türlü-çeşitli" gruplarını, simgesel/ biçimsel düzeyde de olsa başlangıçta tek parti iktidarına karşı örgütlemesidir.
Sonraları bu "ruh"un içeriği doldurulamamış ve bu haliyle, "1946 ruhu"
simgesel düzeyde bir mitten ibaret kalmıştır. Bu durum, 1946'da DP içinde
siyasete atılan, daha sonra DP Kurucularının sergiledikleri muhalefeti yeterli
görmeyerek Kurucuları, "1946 ruhu"nu katletmekle suçlayan ve DP'nin CHP
ile yapılan bir muvazaanın ürünü olarak kurulduğunu iddia eden ve Kurucular
tarafından tasfiyeye uğradıkları için daha sonraları MP'yi kuran "müfrit
muhafazakar demokratlar"ın başlarına gelenlerden daha iyi anlaşılabilecektir.

Sonuç olarak, aşırı sol ve sağın temsiline izin verilmediği, sınırlı ve biçimsel çok partili demokrasiye geçişte, program açısından mahiyetçe CHP'den pek farkı olmayan DP'nin, iktidar döneminde sonu 1960 İhtilali'ne varan antidemokratik ve yetkeci yapısının, esasen, 1946-50 arası muhalefet yıllarında ortaya çıktığını söylemek yanlış olmasa gerektir. Tabir caizse, bu süreçte otoriter yönetim açısından DP'nin CHP'lileştiği, CHP' nin de DP'lileştiği, Taner Timur'un tabiri ilc bir tür "ikiz parti demokrasisi" (Timur, 1994: 63)32 kurumlaşmaya başlamıştır.

DİPNOTLAR;

< O dönemde DP'nin seçim platformu temelolarak, toplum üzerinde dini-kültürel
baskının ve ekonomİ üzerinde ezici devlet denetiminin eleştirisi üzerinde
odaklanıyordu. Bu konu ile ilgili değerlendirmeler için, bkz. (Keyder, 1992: 53-54).
Bu durum karşısında CHP, hem dini-kültürel alanda (laiklik politikası), hem de
iktisadi alanda o zamana kadar uyguladığı politikadan bir ölçüde ayrılmak gereğini hissederek, rakibi DP'nin elinden seçmenleri kazanmada çok etkili olabileceğini sandığı bir silahı almak istemiştir. Dönemin tanıklarından Yakup Kadri, 1946 seçim mücadelesinden sonra laik ve devrimci geçinen CHP yöneticilerinin geminin dümenini soldan sağa çevirmeye başladıklarını belirtir. DP'nin, halkın dini hislerini siyasal mücadelede kullanması karşısında, CHP'nin de bundan geri kalmamak için okuııarda din dersleri okutulması, Köy Enstitüleri'nin kaldırılması, eski usul imam ve sübyan mekteplerinin kurulması gibi bir çalışma içine girdiğini belirten Yakup Kadri, hatta 1950 seçim mücadelesinde CHP'nin Ticani tarikatıyla işbirliğine dahi gittiğini anlatır. Bkz. (Karaosmanoğlu, 1984: 192-193).>
< "Müfrit demokratlar"dan Bölükbaşı, bu süreci şu cümlelerle anlatmıştır: "CHP'nin çift parti maskesi altında devam ettirmek istediği demokrasi oyununun iltifat gören bir oyuncusu olmayı Demokrat Parti 'nin kabul edemeyeceği her halde anlaşılmıştır" (Kuvvet, 7. 4. 1947). >

   Gelinen aşamada, çok partili siyasal hayatın kuruluş süreç ve biçimi ile
DP'nin Türk siyasetine kazandırdığı "popülist politik söyleme" bakarak, 1946
ile birlikte Türkiye'de bir ölçüde "muhalefetsiz bir demokrasi "nin kurumlaşmaya başladığı yolunda bir değerlendirmede bulunmak pek de yabana atılabilecek bir yaklaşım tarzı olmasa gerek.

Kaynakça;

Adnan Menderes'in Konuşmalan, Demeçieri, Makaleleri CL (Aralık 1933.Mart 1950) (Ankara:
Demokratlar Kulübü Yay., Haz. Haluk Kılçık).
AGAOGLU, Samet (1992), Siyasi Günlük Demokrat Partinin Kuruluşu (istanbul: iletişim Yay.).
AHMAD, Feroz/AHMAD, Bedia Turgay (1976), Türkiye'de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi, 1946-1971 (istanbul: Bilgi Yayınevi).
AKŞiN, Sina (1980), Jön Türkler ve ıttihat ve Terakki (istanbul: Gerçek Yayınevi).
ALSAN, Zeki Mesut (1950), "MP'nin Milliyetçilik Anlayışı," Kudret.
ARCAYÜREK, Cüneyt (1983), Demokrasinin Ilk Yı//an: 1947-1951 (Ankara: Bilgi Yayınevi, Birinci Basım).
ARDIÇOGLU, Nurettin (1948a), "Muhalefetin Bugünkü Manzarası," Kudret.
ARDIÇOGLU, Nurettin (1948b), "Millet Partisinin Program ve Felsefesi," Kudret.
ARDıçoGLU, Nurettin (1948c), "Millet Partisi Program ve Felsefesi: 5, Milliyetçilik," Kudret, 29.7. 1948.
ARDIÇOGLU, Nurettin (1948ç), "Millet Partisi Program ve Felsefesi: 6, Muhafazakarlık," Kudret.
ARDIÇOGLU, Nurettin (1950), "Sahte Laikler Bize Mürteci Diyorlar," Kudret.
ATAY, Falih Rıfkı (1946), Ulus.
BABAN, Cihad (1970), Politika Galeri: Büstler ve Portreler (istanbul: Remzi Kitabevi).
BAŞGiL, Ali Fuat (1966), 27 Mayıs ihtilali ve Sebepleri(istanbul: Çeltüt Matbaacılık) (Çev. M. Ali Sebük ve i. Hakkı Akın)
BAYAR, Celal (1969), Başvekilim Adnan Menderes (istanbul: Baha Matbaası).
BAYUR, Hikmet (1947), "Parti Mücadelelerimizde Müfritler ve Mutediller," Kuwet.
BAYUR, Yusuf Hikmet (1948), "Halkımız Hürriyet Misakını Suya Düşürenlerden Hayır Bekliyemez,"
Akın. BÖLÜKBAŞı, Osman (1947), "Tahrikçilere Zaruri Bir Cevap," Kuwet.
ÇAYLAK, Adem (2004), Türk Siyasal Hayatında Osman Bölükbaşı (A. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi).
Demokrat Parti Kuruculan Bu Davanın Adamı Değildirler (1949), Haz. Müstakil Demokratlar Grubu (Ankara: Yeni Matbaa).
DOGAN, Avni (1964), Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası (istanbul: Dünya Yay.).
ERER, Tekin (1964), On Yılın Mücadelesi (istanbul: Ticaret Postası Matbaası).
EROGUL, Cem (1992), "Çok Partili Düzenin Kuruluşu: 1945-71," IRViN, Cemil Schick / ERTUGRUL,
Ahmet Tonak (Der.), Geçiş Sürecinde Türkiye (istanbul: Belge Yayınları).
EROGUL, Cem, (2003), Demokrat Parti, Tarihi ve Ideolojisi (Ankara: imge Kitabevi, 4. Baskı).
ESiRCi, Şükrü (1999), Celal Bayar'ın Söylev ve DemeçIeri, 1946-50 (istanbul: Türkiye iş Bankası Yay.).
GOLOGLU, Mahmut (1982), Demokrasiye Geçiş: 1946-1950 (istanbul: Kaynak Yay.).
İNÖNÜ, ismet (2001), Defterler: 1919'1973, Haz. Ahmet Demirel, 2 CHt (istanbul: Yapı Kredi Yay.).
KARA, Nihal (1982), Türkiye'de Çok Partili Sisteme Geçiş Kararı: 1945 (A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi).
KARAOSMANOGLU, Yakup Kadri (1984), Politikada 45 Yıl (istanbul: iletişim Yayınları, ikinci Baskı).
KARPAT, Kemal H. (1996), Türk Demokrasi Tarihi (istanbul: Afa Yay.).
KENTLi, Mustafa (1948), "Demokrat Partide Buhranın Sebepleri I," Yeni Sabah.
KEYDER, Çağlar (1993), Türkiye'de Devlet ve Sınıf/ar (istanbul: iletişim Yay., Üçüncü Baskı).
KEYDER, Çağlar (1992), "Türkiye Demokrasisinin Ekonomi Politiği," IRViN, Cemil Schick
ERTUGRUL, Ahmet Tonak (Der.), Geçiş Sürecinde Türkiye (istanbul: Belge Yayınları).
METE, Orhan (1947), Bütün Tafsilat ve Akisleriy/e Demokrat Partinin Birinci Büyük Kongresi (İstanbul: Ticaret Dünyası Matbaası).Millet Partisi, Program ve Tüzük (1948), (Ankara: Millet Partisi Yayınları).
Millet Partisinin Programı (1948), Mil/etin Sesi.
NUTKU, Emrullah (1979), Demokrat Parti Neden Çöktü ve Politikada Yitirdiğim Yıl/ar 1946.1958(istanbul: Fakülteler Matbaası).
ÖNER, Kenan (1948), Siyasi Hatıralarım ve Bizde Demokrasi (istanbul: Osmanbey Matbaası).
SAÇllOGLU, Nahit (1990), Bir Özgürlük Savaşçısı Sadık Aldoğan (istanbul: Günlük TicaretTesisleri).
SADAK, Necmettin (1946), "Demokrat Partiye Hoş Geldin Deriz," Akşam.
SERTEL, Sabiha (1969), Roman Gibi (istanbul: Ant Yayınları).
SERTEL, Zekeriya (1977), Hatırladı k/arım (istanbul: Gözlem Yay., ikinci Basım).
SEViG, Vasfi Raşid (1950), "Büyük Millet, Büyük Allah," Kudret.
ŞENERErman (1987), Demokrasimizde DP Damgalı Dönemeç: 1946.47'nin Öyküsü," Milliyet.
TAHTAKILIÇ, Ahmet (1989), Dönüşü Olmayan Yol (Ankara: Akademi Matbaası).
TANRIÖVER, Hamdullah Suphi (1948), "Demokrat Parti," Tasvir.
TiMUR, Taner (1994), Türkiye'de Çok Partili Hayata Geçiş (istanbul: iletişim Yay., ikinci Baskı).
TOKER, Metin (1970), Tek Partiden Çok Partiye (istanbul: Milliyet Yayınları).
TUNAYA, Tarık Zafer (1952), Türkiye'de Siyasal Partiler 1859 - 1952 (istanbul: Doğan KardeşYayınları A. Ş. Basımevi).
TUNAYA, Tarık Zafer (1992), "Tarık Zafer Tunaya He Türkiye'de Çok Partili Hayatın 40. Yılı
Üzerine Bir Röportaj," Tarık Zafer Tunaya'ya Armağan (istanbul: istanbul BarosuYayınları).
TUNAYA, Tarık Zafer (2003), Islamcılık Cereyanl (istanbul: istanbul Bilgi Üniv. Yay.).
YALMAN, Ahmet Emin (1997), Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim (İstanbul: Rey Yay.,ikinci Baskı).
YALMAN, Ahmet Emin (1947), "Tek Çıkar Yol," Vatan.

***



1946-50 ARASI DÖNEMDE MÜFRİT MUHAFAZAKAR DEMOKRATLAR VE TÜRK DEMOKRASİSİNİN ALMIŞ OLDUĞU BİÇİM., BÖLÜM 3

1946-50 ARASI DÖNEMDE MÜFRİT MUHAFAZAKAR DEMOKRATLAR VE TÜRK DEMOKRASİSİNİN ALMIŞ OLDUĞU BİÇİM., BÖLÜM 3



IV. MMD'NİN DP'DEN TASFİYESİ


12 Temmuz Beyannamesi, gerginleşen iktidar-muhalefet ilişkisinde, daha doğru bir ifade ile İnönü ile DP Kurucuları arasında bir yumuşama meydana
getirmişse de, hem iktidar hem de muhalefet kanadındaki "müfritler"in tasfiye
edilmesi gibi bir siyasal sonuç da doğurmuştur.21 Ağaoğlu'nun anlattıklarına
bakılırsa, İnönü, Beyannameyi yayımlarken, kafasında şunları planlamıştır: 12
Temmuz Beyannamesi Demokratlar arasında önce şaşkınlık yaratacak, sonra da
muhalefet içinde ayrılık yaratacaktır. 12 Temmuz Beyannamesi eğer planlı bir
düşünüşün sonucu ise, gerçekten de Demokratlar arasında çoktan beri başlamış
olan ayrılığın fiile neticeleri Beyannameden sonra iyice belirmeye başlamıştır
(Ağaoğlu, 1992: 213-214). 

İnönü'nün hangi saikle hareket ettiği net olarak bilinemese de, Beyannamenin 
uygulama halinde tahakkuk ettiğini göstermek için, DP Muğla mebusu 
Nuri Özsan'ı yanına alarak Doğu vilayetlerine bir seyahat tertip etmiştir. 

Özsan, İnönü ile aralarında, (1) partilerin "müfrit" elemanlarının tasfiye edilmesi gerektiğini ve (2) milletvekili ödeneklerinin artırılması konularının görüşüldü-ğünü DP GİK' e iletmiştir. Ayrıca Özsan, seyahat esnasında İnönü'nün kendisine şöyle dediğini de belirtmiştir: "Ben hem devlet hem parti başkanıyım. Kendi partimin içindeki müfritleri halledebilirim.
Fakat siz ne yapacaksınız? Mesela Yusuf Kemal Tengirşenk işini nasıl
halledeceksiniz?". Nitekim, o günlerde Samet Ağaoğlu, Nihat Erim'i ziyaret
etmiş ve Erim, Ağaoğlu'na, Tengirşenk'le birlikte Öner, Aldoğan, Tahtakılıç ve
Bölükbaşı' nın tasfiyeleri meselesinin ne olduğunu sormuştur. Ayrıca Erim,
Ağaoğlu'na, tasfiye meselesini Köprülü'nün kendisine söylediğini de aktarmıştır  (Doğan, 1964: 260-261; Demokrat Parti Kurucuları Bu Davanın Adamı Değildirler, 1949: 23).

< Osman Bölükbaşı'nın DP'den istifa süreci yaklaşık bir yıl kadar sürmüştür. 
Bu süreçte yaşananlar için, bkz. (Çaylak, 2004: 89- ıo3). Bölükbaşı, kendine has bir üslupla istifası hakkında şöyle konuşmuştur: "DP'den ayrılmakla demokrasi
davasından ayrılmadım ... Hareketim bir din değiştirmek değil, sadece arkasında
namaz kılınamayacak bir imamın bulunduğu camiyi terk ederek, başka bir camiye geçmektir". (Kudret, 12. i ı. 1948).>

<  Bu süreçle birlikte, CHP'de "mü/rit" kesimin temsilciliği yapan Başbakan Peker, Yardımcısı Mümtaz Ökmen ve Cevdet Kerim İncedayı gibi siyasilerin, İnönü'nün rehberliğinde hareket eden ve başını daha çok Nihat Erim' in çektiği "mutedil" denilen 35' lerin, parti meclis grubu toplantısında Peker aleyhine oy vermesi ile birlikte, siyasetteki ağırlıkları ortadan kaldırılmış ve zaten i947'nin Eylül ayı başlarında Peker Hükümeti de istifa etmiştir.>

Gerçekten de bu çerçevede, önce Aldoğan, 18 Aralık 1947' de, yazdığı
sert yazılar ve yaptığı ateşli nutuklar yüzünden DP GİK'te, tabir caizse hesaba
çekilmiş (Saçlıoğlu, 1990: 25-26), ardından 12 Temmuz Beyannamesi' ne
muhalefet eden Tengirşenk, gerek basın, gerekse DP Kurucuları tarafından
eleştirilerek, DP'den tasfiye edilmeye çalışılnuştır.22 Tüm bu olanlara bakarak,
DP'de "mü/rü" temizleme işini, özellikle Köprülü-Erim ekseninde, iktidar ve
DP liderlerinin bir şekilde görüştüklerini ileri sürmek yanlış olmasa gerektir.
Öte yandan, "müfritler"in DP'den tasfiyesinde, milletvekillerinin
ödeneklerinin artırılması da önemli bir rol oynanuştır. Ödeneklerin artırılması
fikri İnönü'den gelmiştir.  İnönü'nün ödenekler meselesiyle DP saflarında bir
ikilik yaratmak ve DP'nin muhalefetini yumuşatmanın hesabını yaptığı iddia
edilmiştir (Ağaoğlu, 1992: 214). 1947'nin sonlarında milletvekilleri
ödeneklerini artıran kanun, Meclis'te iktidar milletvekillerinin oyları ile kabul
edilmiştir. Artan ödeneklerin ne yapılacağı konusu DP' de tartışmalar neden
olmuştur. Çözüm olarak, DP milletvekillerinin maaş farklarını partiye
bırakmaları kararlaştırılır. 

Bu karar, DP'yi karıştırnuş ve bir kısım milletvekillerinin itirazlarına yol açnuştır. Bu ödenek meselesi de diğer ayrılık konularında olduğu gibi, sonraları, DP genel merkezi (yani Köprülü, Menderes, Bayar üçlüsü) tarafından "müfrit" sayılan kimselerin partilerin atılmasında bir bahane olarak kullanılmıştır. Maaş farklarını partiye verdikleri halde bazı kişiler, sırf "sivri" ya da "mü/rü" oldukları için kamuoyunun yadırgamayacağı ödenek bahanesine dayanılarak partiden ihraç edilmişlerdir.

DP'nin parçalanması ve "müfrit muhafazakarlar"ın kurduğu MP'nin
doğumuna yol açan olayların belki de en önemlisi, DP'nin İstanbul il başkanı
KENAN Öner'in önce başkanlıktan sonra da partiden istifasıdır. KENAN Öner, 27 Aralık 1947 tarihinde, DP İstanbul il başkanlığından istifa etmiştir. 

Öner, istifasında Kurucular tahakkümünden, zümre siyasetinden yakınmış ve İnönü'yü sevindirmek için Aldoğan ve Tengirşenk gibi ivazsız ve ihtirassız hizmet
aşkıyla çalışan kimi partililerin, GİK' e çağrılarak ifadelerinin alındığını
söyleyen Öner, CHP kadar DP'nin de "efendisi" haline getirilen İnönü'nün
istekleri doğrultusunda Kurucular tarafından partide bir tür "mutedil-müfrit"
ayrımının yapıldığı ve müfritlerin partiden uzaklaştırılmaları için her türlü
tedbirin alındığı suçlamasında bulunmuştur (Vatan, 12.2.1948; Cumhuriyet, 12.2.1948). 

< Örneğin basında, "... DP liderleri ile pek çok konuda ters düşerek parti içinde takım ahengini bozan Yusuf Kemal Tengirşenk, D? idare heyetinden ayrıldı" ifadesi kullanılmıştır (Vatan, 24. 12. 1947). >
< Bu konuda İnönü, Erim ve Nuri Özsan arasındaki konuşma için, bkz. (Doğan,I 964: 261). >



Öner, 16 Ocak 1948 tarihinde, yani DP' nin İstanbul il kongresinin
yapılacağı 18 Ocak'tan iki gün önce de, DP'den istifa etmiştir (Vatan,
17.1.1948). Öner, istifasından sonra Bayar'a bir mektup yazmış ve " ... Millete
hizmetten ziyade 4-5 kişilik bir zümre tahakküm ve saltanatı kurdunuz ...
Demokrasi Halk Partisi 'nde okuduğunuz derslerle değil, millet iradesinin
halelden siyaneti ile başlar" demiştir (Yeni Sabah, 17.1.1948).

Öte yandan, istifa ile Bayar-Menderes-Köprülü üçlüsüne karşı el altından
bir hareket başlatıldığı, Anadolu' da bir olağanüstü kongre tertip edilmek
istendiği ve bununla da Bayar ekibinin yılularak Öner başkanlığı ve Mareşal
fahri önderliğinde yeni bir harekete zemin hazırlanmak istendiği iddia
olunmuştur (Yalman, 1997: 1419-20). Ayrıca, Vatan'da Mümtaz Faik Fenik de,
müfritIere yönelik şiddetli bir kampanya başlatmıştır (Vatan, 10.2.1948). Bu
türden saldırıları, müfrit kanattan sayılan Hikmet Bayur, muhalefetin DP
zihniyeti ile yaşayamayacağını ve Bayar gibi konuşanların ancak, yeni bir
istibdat idaresi kurabileceklerini iddia eden makaleleri ile yanıtlamıştır (Bayur,
1948; Yeni Sabah, 30.1.1948). Bayur, başka bir yazısında da, DP'nin bu hali ile
memlekete hayır değil, zarar getireceğini, "DP iyi bir tasfiye görmezse, ilerde
bir diktatörlük idaresi kuracağım", bunun ilk örneğinin de Bayar' ın Balıkesir
nutkunda söylediği, "Nizamname hududu dışına çıkanlar kulaklarından tutulup
Haysiyet Divam 'nda atılırlar" cümlesi ile verildiğini iddia etmiştir (Yeni Sabah, 10.2.1948).

Öte yandan, DP içinde yaşanan iç parçalanma ve ayrılıkların bir nedeni
de GİK ile Parti Meclis Grubu arasında yaşanan gerilim ve kavgalardır. Bayar,
ilk zamanlar Meclis Grubu ile Menderes-Köprülü hizbi arasında bir uzlaşma
yaratmak isteyen bir görünüm vermiş ve epey tereddüt geçirmişse de, Köprülü-
Menderes hizbinin resti karşısında, daha fazla dayanamamış ve tavrını genel
merkezden yani ılımIılardan yana koymuştur (Kudret, 27.2.1948).24 Bu arada,
Meclis'te Mithat Sakaroğlu, Osman Nuri Köni, Emin Sazak ödenekler
konusunda Bayar'ı hedef alan sözler sarfetmişlerdir. Tüm bu gelişmeler üzerine
DP GİK, 9 Mart 1948 tarihli toplantısında, Muğla milletvekili Necati Erdem,
İstanbul milletvekilleri Osman Nuri Köni ile Ahmet Kemal Silivrili, Muğla
milletvekili Mithat Sakaroğlu ile Afyon milletvekili Sadık Aldoğan'ın,
Haysiyet Divanı'na verilmesine ekseriyetle karar vermiştir 
(Yenİ Sabah,10.3.1948; Esirci, 1999: 509-510).25

< Toker, tereddütlerinİn sonunda Bayar, Meclİs Grubu yanında vazİyet alsaydı,
Türkİye'nin demokrasi tarihinde ne bir Menderes, ne bİr Köprülü yer bulurdu,
aksine mesela bir Tahtakılıç veya Ahmet Oğuz gibi MP'lilerin birİnci planda
olabileceklerini söylemektedir (Toker, 1970: 302). >

Bunun üzerine, DP GİK'teki "müfrit demokratlar"dan Yusuf Kemal
Tengirşcnk, Enis Akaygen, Emin Sazak, Ahmet Tahtakılıç, Ahmet Oğuz ve
Hasan Dinçer partide yaşanan gelişmelerden ve en son alınan haysiyet divanı
kararlarından memnun olmayarak LO Mart 1948 tarihinde GİK üyeliğinden
istifa ettiklerini açıklarruşlardır. İstifalarında, Kurucuların tahakkümü altında
olduğunu iddia ettikleri GİK çoğunluğunun, son aylarda partinin temelini
yıkacak tutum ve eylem içinde hareket ettiklerini, partide tenkit hakkını ortadan
kaldırdıklarını ifade etmişlerdir (Kudret, 11.3.1948).26

Bu arada genel merkez de tasfiyelere devam etmiştir. II Mart 1948
tarihli DP GİK toplantısında, Afyon mebusu Hazım Bozca ile Çanakkale
mebusu Ali Rıza Kırsever'in haysiyet divanına verilmesine ittifakla karar
verilmiştir.27 16 Mart 1948 tarihli toplantıda da, GİK'ten istifa eden 6 üyenin
toptan haysiyet divanına verilmesine, Suphi Batur'un muhalefet reyiyle karar
verilmiştir (Ağaoğlu, 1992: 559-568). Bu kişiler, 24 Mart 1948'de haysiyet
divanı kararı ile partiden çıkarılmışlardır (Vatan, 25.3.1948). Daha sonra DP'li
bir kısım mebus, ihraçların büyük kongre tarafından tasvip edilmesine kadar,
çıkarılanların grup toplantılanna alınmala-rını savunmuşlardır. Bu istekleri,
kabul edilmeyince büyük kongreye kadar parti grup toplantılanna katılmama
kararı alrruşlardır. DP'de yaşananlan "Kurucular diktatoryası" olarak
nitelendiren 10 DP' li milletvekili de, Nisan 1948 tarihinde parti Meclis grubuna
devam etmemeye karar verdikleri yönünde bir beyanname yayınlarruşlardır.
Beyannamede, büyük kongre tarafından haysiyet divanına yedek üye
seçilmediği ve zamanla haysiyet divanı asıl üyelikleri boşaImış olduğu
belirtilerek, haysiyet divanı üyelikleri parti kurucuları na ram olan kişilerce
doldurularak, çıkarmaların bu surette yapıldığı iddia edilmiştir.28

< Karara muhalif olanlar, Yusuf Kemal Tengirşenk, Emin Sazak, Enis Akaygen,
Ahmeı Tahtakılıç, Ahmet Oğuz ve Hasan Dinçer'dir. >
< DP içindeki parçalanmanın en önemli kanıtı sayılan, söz konusu GİK üyelerinin
istifa mektubu için, bkz. ( Ağaoğlu, 1992: 547).>
< 11-12 Mart 1948 tarihlerinde toplanan GİK zabıtları okunduğunda DP' de alınan tüm karar ve uygulamalarda gerçekten bir tür "Kurucu Diktatoryası"nın olduğu anlaşılmaktadır. Belirtilen tarihli Genel İdare Kurulu toplantı ve alınan kararlar için, bkz. (Ağaoğlu, 1992: 549-558).>
< Demokrat Parti Kurucuları Bu Davanın Adamı Değildirler, 1949: 69. Gerçekten de, birinci kongrede seçilen haysiyet divanı Üyelikleri, o tarihe kadar boşalmıştı. 
9 üyeden geriye sadece Fuat Hulusi Demirelli ve Hamit Şevket İnce kalmıştı. Ayrıca kongrede haysiyet divanına yedek üye seçilmemişti. Haysiyet divanı boşaldığı için, kongrenin toplanarak yeniden seçim yapması gerekirdi. Fakat Kurucular amaçlarını gerçekleştirmek için sahte bir haysiyet divanı teşkil etmişlerdir. Kurucular bunu yaparken, büyük kongrenin zabıılarını tahrif etmişlerdir. Haysiyet divanı seçimine ilişkin sayfalar yerinden çıkarılmış, imha edilmiş ve yerlerine istedikleri kişilerin ismi doldurularak, başka kağıtlar eklenmiştir. Önceki zabıtlarda tasnif heyetinin imzaları olmasına rağmen, eklenen sayfalarda imzalar yoktur. Sonradan bir kişiye imza attırmışlar dır. KENAN Öner, zabıtların tahrif edildiğini belirterek, "Benim ve arkadaşlarımın imzaları nerde, onu göstersinler" demiştir. Kurulan sahte haysiyet divanı ile İnönü'nün 12 Temmuz Beyannamesi'nde "şirretler" adını verdiği ve
listesini Bayar'a tevdi ettiği "müIri! demokratlar" bir bir partiden ihraç
edilmişlerdir. Kudret, 14. 6. i949. Yukarda yazılanlar, Kudret gazetesinin
iddialarıdır. Ancak, DP genel merkezince de tekzip edilmemiştir. Bu konu ile ilgili
olarak, GİK üyesi ve tüm işlerin içinde olan birisi olan Ahmet Tahtakılıç da,
kongrenin seçim tasnif listelerinin değiştirilerek, sureta bir haysiyet divanı teşkil
edildiğini ileri sürmüştür. Tahtakılıç, sekreter odasından kongre zabıtlarını
istediğini, tetkik ettiği zaman da divana ait tasnif listelerinin bir kısmının hala
mürekkebinin rengi değişmemiş ve bozulmamış kağıtlarda olduğunu gördüğünü
anlatır. Daha sonra Bayar, Parti dosyalarının kendi malumatı olmadan Tahtakılıç
tarafından görülmesinden şikayet etmiştir. Bkz., Demokrat Parti Kurucuları Bu
Davanın Adamı Değildirler, 1949: 57-58.>

< Bu benzetme, DP GİK toplantısında Refik Koraltan tarafından yapmıştır (Yeni
Sabah, 27.03. 1948).>>

DP' den tasfiye edilen ya da istifa eden bağımsız milletvekillerinden 13
tanesi, 13 Mayıs 1948'de Meclis'te "Müstakil Demokratlar Grubu" adı ile
yeni bir grup kurmuşlar ve büyük kongre toplanıncaya kadar bağımsız bir grup
olarak kalmaya karar verdiklerini açıklamışlardır (Kudret, 18.5.1948). Ancak
ilerde görüleceği gibi, DP Büyük İkinci Kongresi, grubun tezlerini kabul
etmemiş ve ihraçları onaylamıştır. Müstakil Demokratlar da ilerde "müfriı
demokratlar"ın kuracakları MP' ye katılacaklardır (Tahtakılıç, 1989: i12).

Diğer taraftan, DP içindeki MMD'nin hareketinin Çerkez Ethem'in
ayaklanmasına benzetilmesi29 konusunda Bölükbaşı, "Mesnedsiz ve delilsiz
olarak ... Çerkes Ethem 'lerle kıyaslamak yoluna sapanların, ellerinde iktidar
olsa ... idam sehpaları kurarak, muarızlarını ipe çekecekleri muhakkaktır .

... Büyük Kongre 'yi toplamayarak millet önünde hesaplaşmaktan kaçınanların
milletin beklediği hürriyeti bu memlekete getirmek şöyle dursun, birer hürriyet
ve demokrasi diktatörü olacaklarına hükmetmek için/azla bir düşünceye lüzum
yoktur sanırım" diye konuşmuştur (Tasvir, 2.4.1948). 

Yine, DP' den ilk ihraç edilen Dr. Mustafa Kentli de, DP Kuruculannın ruhlarında otoriler ve totaliter bir mektebin izlerinin bulunduğunu, onlar için önemli olanın halk efkan değil, halkın "şuurlu parçası"nın fikri, yani kendi kanaatleri olduğunu iddia ederek, DP kurucularının memlckete fikir ve söz hürriyeti getirerneyeceğini, çünkü, demokrasi prensiplerinin ilkin parti içinde ve muhalefette iken tatbik edilmesi gerektiğini dile getirmiştir (Kentli, 1948). DP' deki buhranın cereyan ettiği günlerde, Tasvir'de Hamdullah Suphi Tanrıöver'in bir makalesi yayınlanır. 

DP Kurucularını muvazaa ve sahte demokratlıkla suçlayan ve DP' den ayrılarak
MP'yi kuracak olan MMD, devamlı bir surette bu makaleye göndermede
bulunacaklardır. Bu makalede Tanrıöver, makalenin yazıldığı tarihten sekiz ay
önce DP Kurucuları (Bayar, Köprülü ve Menderes) ile Bayar'ın evinde
yaptıkları bir sohbetten bahsetmiştir. DP'den ayrılanların muvazaaya delil
olarak kullandıkları bu yazıda Hamdullah Bey, Bayar, Köprülü ve Menderes'e
bir takım sorular sormuştur. Hamdullah Suphi' nin yazısında, DP Kurucularının
sorulan sorulara karşılık, ihtilale ve karışıklığa karşı olduklarını, İnönü ile bir
şekilde "gizlice" anlaştıklarını, 1950 seçimlerinin kanuni vaktinden evvel
yapılmasına taraftar olmadıklarını ve İnönü'den daha iyi bir devlet başkanı
olmadığına inandıklarını belirten yanıtlar verdiklerine ilişkin bir iddia vardır
(Tanrıöver, 1948). Bu makale de, muvazaanın bir belgesi olarak gösterilmiştir.

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***