19 Eylül 2017 Salı

1925 KÜRT HAREKETİNİN YAPISI VE HEDEFLERİ BÖLÜM 1

1925 KÜRT HAREKETİNİN YAPISI VE HEDEFLERİ..  BÖLÜM 1


www.peyamaazadi.com

2006




1925 KÜRT HAREKETİNİN YAPISI VE HEDEFLERİ - 
TAHSİN SEVER HARİTA 

1925 Kürt Hareketinin Yapısı ve Hedefleri 


“ Üç bin yıllık Geçmisin hesabını yapamayan insan.., Günübirlik yaşayan insandır.”  GOETHE 


İçindekiler 

Giriş....................................................................................................................................3 

Kürdistan Sorunu’nun Biçimlendiği Süreç ..........................................................................5 

AZADİ (KÜRDİSTAN İSTİKLAL KOMİTESİ) 1921..................................................................21 

AZADİ’NİN YAPISI VE HEDEFLERİ ......................................................................................25 

HAREKETİN BAŞLAMASI VE SONRASI................................................................................35 

HAREKETİN NİTELİĞİVESONUÇLARI................................................................................37 

Azadî’nin Bolşeviklere Önerdiği Protokol Metni...............................................................42 

Cıbranlı Halit Bey’in Mektubu...........................................................................................43 

KAYNAKLAR:.....................................................................................................................44 


Yayına Hazırlayan: 
www.peyamaazadi.com 
Tahsin Sever 


1925 Kürt Hareketinin Yapısı ve Hedefleri 


Giriş 

Biz “Kürt Aydınlarının” bırakınız üç bin yıllık tarihi, geriye dönük yüz yıllık tarihi yeterince arastırdıgı söylenemez. Bu tespit geçmisin, resmi söylemin dısında, titizlikle arastırılması ve yazılmasının tarihsel bir görev olarak omuzlarımızda durdugudur. 

Bunu söylerken tarihçi bir kimligim yok. 

Tarihe olan ilgim bir aydın olmanın ötesinde degildir. 

Kürt toplumuna dayatılan statünün olusum dönemini arastırmak; Cemil Gündogan’ın deyimi ile “ Meslekten Tarihçilere ” düşen bir görevdir. 

Tarihe yaklasım her dönem hem tarihçilerin hem de tarihsel ve siyasal olaylara ilgi duyan bireyi mesgul eden en önemli sorunlardan biri olagelmistir. 
İster meslekten tarihçiler olsun ister tarihi olayları yorumlaya kalkısan her hangi bir arastırmacı olsun bazı sorulardan hareketle tarihsel olayları 
anlamlandırmaya ve tarihe bu çerçevede belli konsept oturtmaya çalısırlar. 

Her kesin üzerinde fikir birligi ve genelde kabul gören “dogru”lar olusturmak özellikle siyasal ve tarihsel olaylarda çok zordur. 

Tarihe positivist yaklasan yazımlar, olgunun dış görüntüsüne yüklenmekte, gözlemlenebilen, sayılabilen, ölçülebilen verilere takıldıklarından özneleri eyleme  iten düsünceleri, siyasal durusları, amaçları gibi son derece önemli konuları göz ardı etmek gibi bir risk tasırlar. 

Örnegin; 
1925 Hareketinde “dini misyonlar” olan sahsiyetlerin yer almasına dayanarak, bu görüntüyü temel alarak, hareketi “gerici” olarak nitelemek gibi. 

Son zamanlarda 1925 eksenli yapılan tartısmalar zorunlu olarak tarihe nasıl yaklasmalı sorusunu da gündeme getirdi. Ulusu belirleyen ve biçimlendiren 
en önemli olgulardan biri olan tarih bilinci mücadelenin döne döne tekrarladıgı yanlısları görmemize ve hatalardan dersler çıkarmamıza hizmet eder. 

Ulusalcı siyasal tezlerin dejenere edildigi, bir yandan Kemalist “ Demokratik Cumhuriyet ” ile maniple edildigi diger yandan ulusal deger adına tabuların 
yaratıldıgı ve putların olusturuldugu bu hasas süreçte kapsam son derce önemlidir. 

Geçmiş yüzyılda meydana gelen, Kürt Halkının kaderini etkileyen olayların üzerindeki sis perdesi yeterince aralanamamıstır. 

Bu durumun birbiriyle baglantılı önemli sebepleri vardır. Özellikle Azadî ile ilgili bilgi ve dokümanların Genelkurmay arsivine kapatılarak sır gibi saklanması, 
Azadî’nin önemini açıklamaya yeter. 

Bitlis Harp Divanı tutanaklarından bir sözcük bile dısarı sızdırılmazken, Diyarbakır İstiklal Mahkemesi tutanaklarının magazinleştirilerek çarşaf çarşaf 
basılarak yayınlanması devletin niyetini yeterince ortaya koymaktadır. 

Bireyler ön plana çıkarılmıs, bu bireylerin ifadelerindeki tutarsızlıklar çarpıtılarak kamuoyuna sunulmustur. 

Bu sistemli çabanın birbirine baglı iki önemli hedefi vardır. 

1924 Beytüssebap Ayaklanması, akabinde 1925 Kürt Hareketi arkasındaki örgütlü gücün inkarı ve buna baglı olarak hareketin hedeflerinin çarpıtarak 
yansıtılmasıdır. Devletin bu konuda basarısız oldugu söylenemez. O kadar basarılı ki bugün bile “Kürt aydınları” devletin önümüze koydugu argümanlarla 
hareketi degerlendirmeye devam ediyorlar. 

Özellikle seksenli yıllarda sonra basta Avrupalı akademisyenlerin arastırmaları olayın üzerindeki sis perdesinin aralanmasına ve giderek hareketin resmi 
devlet ideolojisinin bakış açısının çerçevesi dısında tartısılmasına olanak saglamıstır. 

Bu olumlu gelismelere ragmen kimi Kürt aydın çevrelerinin hala resmi devlet görüsünün dısında, yeni bir bakış açısıyla olaya bakmak gerektigini bilincin de 
olmadıkları anlasılmaktadır. Bunun nedeni son derece açıktır. 
Son yüzyıllık tarihimizin yazanların genellikle Sovyet ekolünden gelme “Kürdologlar” ve Kemalistlerdir. 

Bazı Kürt aydınlarının 1925 Kürt Hareketi ile ilgili resmi devlet ideolojisinin çerçevesini asamayan tutumları hayretle izlenmektedir. 

Su nokta iyice bilinmelidir ki 1925 Kürt Hareketini “ Şeyh Sait ” sahsında somutlamak, niyet ne olursa olsun hareketin gerisindeki örgütlü güç olan 
Azadî’nin inkarı ve hareketin Kürt niteliginin tartısmalı hale getirilmesidir. 

Azadî Örgütü, 1925 Hareketinin temel öznesidir. 

Ancak 13 Subat 1925’te Piran’da provakasonla patlayan silah, hareketin kontrolden çıkmasına, siyasi ve askeri yönleri zayıf olan geleneksel kanadın liderlige oturmasına yol açmıstır. 
Kürdistan Sorunu’nun Biçimlendigi Süreç 1915-1925 dönemi Kürtlerin bugünkü statülerinin sekillendigi dönemdir. 

Birinci Dünya Savası’nın yaratıgı yeni güç dengelerinin ve buna baglı olarak olusan toplumsal hareketlenmelerin sebep ve sonuçlarını kısaca irdelemek 
gerekir.1789 Fransız 'htilali ve sonrasında gelisen uluslasma hareketlenmeleri, Osmanlı İmparatorlugu’nun içten çözülmesine yol açmıs, imparatorluk 
içindeki dengelerin sarsılmasına yol açmış ve İttihat-ı Terakki’nin iktidarıyla sonuçlanmıstır. 
İttihat-ı Terakki, baslangıçta farklı uluslardan insanları barındırıyorsa da, iktidarı Türk milliyetçiliginde somutlasmıştır. İmparatorluk, Kuzey Afrika ve 
Balkanlar’daki kendi toprak kayıplarını, Orta Asya’da Turan hayalleriyle telafi etmeyi düsünmüstür.

Bu düsünce, Almanların yayılmacı politikası ile birlesince, Osmanlı İmparatorlugu kendisini Birinci Dünya  Savası’nın içinde buldu. Sonuç, İttihatı
Terakkiciler için tam da bir yıkımı ifade eder. Turan hayalleri kursaklarda kaldıgı gibi İmparatorluk da yıkılmayla karsı karsıya gelir. Birinci Dünya Savası
sonuçlanmıs, Osmanlı 'mparatorlugu Mondros Mütarekesi ve pesinden Sevr Anlasmasını imzalamak zorunda kalmıstır. Sevr Anlasması, Osmanlı Devleti’nin 
paylasılması, bölgenin yeni güç aktörleri tarafından yeniden düzenlenmesi demektir. Bu anlasma bölgede yasayan halklar açısından olumlu, olumsuz sartlar ve olanaklar yaratmıstır. Öte yandan Baskan Wilson’un yayımladıgı ve kendi ismiyle anılan “Prensipleri” yeni tartısmalar ve hareketlenmeler yaratmıstı.

Bütün bu gelismeler olurken Kürtlerin durumu neydi? Öncesine çok kısa baktıgımız zaman, Osmanlı 'mparatorlugu bünyesinde beylikler seklinde yasıyorlardı. 
Beyliklerin iç islerine merkezi yönetim fazla müdahale etmiyordu. Osmanlı merkezi yönetiminin güçlü Kürt beylikleri istemedigi de her icraatında ortaya 
çıkıyordu. Bunun bir örnegi de Bedirhan Bey‘in güçlenmesinin Osmanlı yönetiminde  yarattıgı  rahatsızlıktan  anlasılmaktadır. 

Şevket Süreyya Aydemir ,bu dönemi şöyle aktarmaktadır: 

< “Dogu ve Güneydogu Anadolu’da Kürt beyleri ve şeyhleri, müstakil hükümdarlar gibi yasıyorlardı. 
Başlıcaları: 

1806 Babanzade, 
1813 Abbas Mirza,
1828 Muslu Emin Pasa, 
1832 Mir Mahmut, 
1842 Bedirhan, 
1855 Yezdan Ser, 
1880 Nehrili Abdullah olmak üzere eskiden beri sürüp gidiyordu.
Ortada bir Anadolu kalıyordu.Ama orada,devlet degil, esraf ve eskıya hakimdi.”1 >

Osmanlı, Kürt beyliklerinin güçlenmesine izin vermeden, Kürt asiretleri ve beylikleri arasındaki çeliski ve çatısmaları diri tutarak, iç islerine fazla müdahale 
etmeden otoritesini saglamaya çalısıyordu. Buna 1891 yılından itibaren kurulan Hamidiye Alayları eklenir.

Süphesiz Hamidiye Alayları, Osmanlının “böl-yönet” politikasının bir sonucudur.Bir taraftan Kürtlerin kendi iç çatısmalarını diri tutmak, diger taraftan 
Kürt-Ermeni çatısmasını körüklemek amaçlanmıstır. Ancak bu amaçların ne kadarının gerçeklestigi ayrı bir tartısma konusudur.Bir süre sonra bu alayların varlıgı, Osmanlı yönetiminde farklı düsüncelere ve tartısmalara yol açacaktır. Hamidiye Alayları ile ilgili degerlendirmeler tek yanlıdır.

Yine 1900’lü yıllardan itibaren gerek metropollere göçmüs, zorla iskana tabii tutulmus Kürt çocukları arasında gerekse bu ulusun aristokrasisinin ve feodal 
beylerinin metropollerde okuyan çocukları arasında Kürt yurtseverligi düsünceleri yayılmaya baslamıstır. Zira Kürtler’de ulusal uyanısa öncülük edecek Kürt ulusal sermaye sınıfından veya isçi sınıfından bahsetmek mümkün degildir. Dolaysıyla Kürt ulusallıgının öncüleri Kürt feodalleri ve Kürt aristokrasisinin 
çocukları olacaktır. Baslangıçta farklı yerlerde yer alan Kürt aydınları, bir süre sonra kendi örgütlenmelerine yöneleceklerdir. 'ttihat-ı Terakki’nin
kurulusunda Abdullah Cevdet ve 'shak Sükuti gibi Kürt aydınlarını görmekteyiz. Ayrıca tanınmıs bir çok Kürt sahsiyetini baslangıçta 'ttihat-ı Terakki 
örgütlenmesi içinde görmekteyiz.

1918’lere gelindiginde Baskan Wilson tarafından Amerikan Kongresine sunulan Amerikan dıs politikasının esasını olusturan, ” Wilson Prensipleri ” adıyla anılan 
bildiridir. Wilson Prensipleri 14 maddeden olusmaktadır. Wilson Prensiplerinin 12 maddesi Osmanlı 'mparatorlugu’nun egemenlik alanı ile ilgilidir. 
Kürtler açısından en önemli maddesi süphesiz 12. maddedir. Zira 12. Madde sınırların Milliyet esasına göre düzenlenmesini öngörüyordu.

Kürtler açısından en önemli düzenleme süphesiz Sevr Anlasması’dır. 

Sevr Anlasması,Kürtler açısından artılar ve eksiler içermektedir.Anlasmanın en çok tepki çeken maddesibagımsız Ermenistan olarak öngörülen toprakların bir 
çok Kürt sehirlerini kapsamasıolmustur. 

Önce Sevr Anlaşmasının Kürtler’le ilgili maddelerine bakalım.


“Madde 62 – 'ngiltere, Fransa ve İtalya hükümetleri tarafından kendilerine yetki verilmis üç üyeden olusan komisyon İstanbul’a yerleserek, anlasma
baskanlıgının tüzügüne göre belirtilmis bulunan altı aylık süre içinde Fırat’ın dogusunda bulunan ve sınırları ilerde saptanacak olan Ermenistan’ın güneyi ile
Türkiye, Suriye ve Mezopotamya’nın kuzeyi arasında belirtilmis bulunan ve Kürtler’in salt çogunlukta bulundukları bölgeler için, anlasmanın 27. maddesi
II ,2 ve 3 derecelerine uygun olarak, dahili otonomi planı hazırlayacaktır. Herhangi bir sorun karsısında oy birligine varılmaması halinde, komisyon
üyeleri kendi hükümetlerine ileteceklerdir.

Adı geçen plan, bu bölgeler içinde bulunan Süryani, Keldani ve diger etnik, dini toplulukların tüm azınlık haklarını garanti altına almak zorundadır.Ve bu
amaçla İngiliz, Fransız, İtalya, Acem ve Kürtleri temsilen kurulacak bir komisyon , bizzat yerinde incelemelerde bulunacak ve gerek Osmanlı devleti
dahilinde ve gerekse aynı sekilde İran sınırında yapılacak bir degisiklik söz konusu olursa, bu degisiklikler, anlasmanın içerigine uygun bir sekilde
gerçeklestirilecektir.

Madde 63 –Osmanlı hükümeti su andan itibaren, 62. maddesine göre kurulmus bulunan her iki komisyonun bildirecekleri kararlara aynen uymayı ve bu
kararları üç ay içinde tatbik etmeyi üstlenir.

Madde 64 –Anlasma baskanlıgının saptadıgı tarihten itibaren geçecek en çok bir yıllık süreç içerisinde , eger 62. maddenin kapsamı içerisinde bulunan Kürt
halkı yani bu bölgede oturan halk çogunlugu Osmanlı devletinden ayrılarak tamamen “ BAGIMSIZ ” olmak arzusunu belirtirse ve Milletler toplulugu
Konseyi’ne basvurursa ve eger Konsey’de bu halkın bagımsızlık istegini gerçeklestirebilecek kapasitede bulunduguna inanırsa ve bunun yerine
getirilmesi ögütlenirse , Osmanlı devleti bu ögütlemeye aynen uymayı ve bu bölgedeki bütün hakları ve unvanlarından vazgeçmeyi ve kendisini buna göre
ayarlamayı simdiden üstlenir.

Bu vazgeçme isleminin ayrıntıları, baslıca müttefik güçlerle Osmanlı Devleti arasında varılacak özel bir sözlesmeye baglanacaktır. Bu vazgeçme isi
tamamlandıktan ve Kürdistan devletinin bagımsızlıgı gerçeklestikten sonra , bu bagımsız Kürt devletiyle günümüze kadar Kürdistan’ın bir parçası olan
Musul ilinde yasayan Kürtlerin kendi istekleriyle birlesmeyi istemeleri halinde müttefik güçler bu birlesmeye karsı hiçbir itirazda bulunmayacaklardır.”
Sevr Anlasmasının, Ermenistan sınırlarıyla ilgili maddeleri Kürtler içerisinde tedirginlik yaratırken, Kürt sorunun uluslar arası anlasmalara girmesi, 
Kürtler arasında yeni fırsatlar demektir. Ancak Kürt aydınları arasında ciddi tartısmalar vardır. En büyük Kürt örgütü olan Kürdistan Teali Cemiyeti, 
ayrısmaların esigindedir. Basını Seyit Abdulkadir’in çektigi bir grup, Osmanlı bünyesinde otonomi isterken, basını Bedirhanilerin çektigi baska
bir grup bagımsızlıktan yanadır. Kürdistan Teali Cemiyeti’nin, görüs ayrılıkları ve metropol merkezli olması etkinligini azaltacak, yeni örgütlenmelerin önü 
açılacaktır. Koçgiri ve çevresindeki örgütlenmeler, Kürdistan Teali Cemiyeti subeleri olarak baslamıssa da daha sonra bagımsız insiyatif olarak devam edecektir. 

Önceleri Kürdistan Teali Cemiyeti içinde yer alan, Cıbranlı Miralay Halit Bey ve arkadasları, daha sonra Erzurum merkezli daha genis bir örgütlenmeye 
yöneleceklerdir.

Dagılmaya yüz tutan Osmanlı yönetimi ellerinde kalan tek halk olan Kürtleri, elde tutmanın manevraları içindedir. Damat Ferit Pasa Hükümeti, Seyit Abulkadir ile “Kürdistan’a Özerlik Yasasını” imzalarken, padisah fermanı ile Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, “tehlike altında olan din, hilafet ve saltanatı kurtarma”, ”Ermeni tehlikesi” sloganlarıyla örgütlenme çabası içindedir. Bu sloganlar, Kürtlerin en zayıf yanlarıdır.

Kürtlerle Türkleri beraber tutmanın tek yolu gibi gözükmektedir. Bununla beraber ne İstanbul Hükümetinin, ne Kemalistlerin ne de bölgeyi yeniden 
düzenleyecek olan İngiliz ve Fransızların, Kürt sorununu çözmek gibi ciddi bir istek ve önerileri yoktur. Taraflar pozisyonlarını belirlemek, birbirlerine karsı 
hamlelerini yapmak için Kürt - Kürdistan sorununu çantalarında hazır tutmaktadırlar. 20’ den fazla Arap devletinin sınırlarını cetvelle çizerek, kurulmasına karar verenler, “Bagımsız Kürdistan” kurmaya karar verirlerse, buna engel olacak güç kimlerdir? Bolşevik devrimi ile Ruslar sahneden çekilmislerdir. İstanbulHükümeti, içinde bulundugu durum itibariyle itiraz edecek konumda degildir. Kemalist hareketin kendisinin uluslararası destege ihtiyacı vardır. 
Bundandır ki 'ngilizlerin böyle bir niyetine karsı duracak güç ortalıkta yoktur. Binbası Noel gibi İngiliz askeri uzmanlarının Kürdistan’da fizibilite çalısmaları 
olmustur. Binbası Noel’in İngilizlerin genel bölge politikasıyla uyusmayan önerileri de olmustur. 
Ancak bu öneriler sahsidir ve İngilizlerin genel politikasını yansıtmamıstır.

Mustafa Kemal bu denklemin içinde, Erzurum Kongresini toplamaktadır. Erzurum Kongresi, Türkçü Cevat Dursun Bey ve arkadaslarının önderlik ettigi, 
Erzurum Müdafa-i Hukuku Milliye Cemiyeti tarafından organize edilmistir. Katılan delege sayısı hakkında çeliŞkili rakamlar vardır. Sayının 52 ile 56 arasında 
degiştigi tahmin edilmektedir. Erzurum Kongresine, Diyarbakır ve Elazıg gibi önemli Kürt sehirlerinden delege gelmezken, delege agırlıgının Trabzon ve Erzurum çevresi oldugu anlasılmaktadır. Mustafa Kemal’in Erzurum Kongresini açıs konusması son derece dikkat çekicidir.

  <  “En son olarak yakarım sudur ki, istekleri gerçeklestiren yüce Tanrı, Sevgili Peygamberi adına bu kutsal yurdun sahibi ve savunucusu ve Yüce İslam Dininin kıyamet gününde sadık koruyucusu olan ulusumuzu ve saltanat katını ve yüce Halifeligi korusun…Amin”2 >

Mustafa Kemal’in, isin basında Halifelige ve saltanata tavır alması söz konusu degildir. Zira Kürtler’in kendi baslarına örgütlenmelerini engellemenin tek yolu 
“Ermeni tehlikesini” ön plana çıkarmak, dini, halifeligi ve saltanatı kurtarmayı amaç olarak koymaktır. Bu yapılırken her türlü yöntem kullanılarak, 
Kürt örgütlenmesinin önüne geçmektir. 

Bir taraftan Kürt ulusal talepleriyle örgütlenen Koçgiri Hareketi, TBMM’de bile tepki çeken bir siddet dozuyla ezilirken öte yandan askeri görevinden istifa 
etmis olmasına ragmen, askeri birimlere gönderdigi telgraflarında “Kürtçülük cereyanının” yok edilmesi emirlerini vermistir.

“Malatya da On Besinci Alay Kumandanı 'lyas Bey’e Vali ile mutasarrıfın firarı, niyetlerindeki hıyanete en büyük delildir.Bu vatan hainlerinin İngiliz parası ile 
millet ve hilafet aleyhinde Kürtlük gayesi için çalıstıkları ve maattessüf İstanbul’daki hükümetin de bunların seriki cinayetleri oldugu elde edilen sifrelerden anlasıldı, mesele tamamen vatanidir. Bu sebeple evvelemirde bu denilenlerin süratle derdestleri ve Kürtlük cereyanın o taraflarda sala müsait zemin bırakılmaması lazımdır.

Diyarbekir’de On Üçüncü Kolordu Erkanıharbiye Reisi Halit Beyefendiye 2-Dahiliye Nazırı ve Harput valisinin elde edilen sifreli muhaberatında Ali Galip
Beyle hempalarının kuvayi mühime toplayarak Sivas üzerine yürümek gibi bir hıyaneti vataniyeye tesebbüs etmek istedikleri tahakkuk eylediginden maruz
kuvvetlerin yetismesine intizara lüzum kalmadı. Esirrayi mumaileyhimin serian takip ve derdestleri ve Kürtlük cereyanına müsait zemin husulüne mahal
bırakılmaması için kolordunuzca her türlü tedabire tevessül edilmesi pek mühimdir”3

Her iki talimatta hedef, bertaraf edilmesi gereken “Kürtlük cereyanı”dır . “Kürtlük cereyanı” ile anlatılmak istenen, Kürt ulusal taleplerinin dile getirilmesi 
ise Kürtlerin talepleri ret edilerek, Türk-Kürt kardesligi nasıl saglanacaktır? 
Bizce bu öfkenin sebebi, Kürtlerin kendi baslarına örgütlenme çabası içine girmeleridir. Kemalist hareket iç ve dıs konjonktür geregi, Kürtleri de temsil 
ettiginin savı ile pazarlık masasına oturmak isterken, diger taraftan Kürt örgütlerine karsı amansız bir mücadele içindedir.
Kemalistlerin bir baska tavrı, Kürtler arasında örgütlenme faaliyetlerine baslayan Cıbranlı Halit Bey’e karsı takındıkları tutumdur. 1919’da Ovacık
asiretlerinin ayaklanması üzerine, Cıbranlı Halit Bey kuvvetlerine, ayaklanmanın bastırılması talimatı verilmistir. Bu olay tipik Kürtleri birbirine kırdırtma
politikasının ürünüdür. Gerek Cıbranlı Halit Bey’in yurtsever kisiligi ve gerekse Ovacık asiretlerinin duyarlılıgı sayesinde planlanan oyun tutmamıstır.
Olayı dönemin tanıklarından Dr. Vet. M. Nuri Dersimi’den dinleyelim:

“Erzincan ve Erzurum mıntıkaları Rus ve Ermeni kuvvetlerinden tecrid edildikten sonra, Dersimde yeniden bazı mahalli ihtilaller bas gösterdi.
Aldandıklarını anlamıs olan Ovacık asiretleri, Türk mıntıkalarına akın etmeye basladılar.

Türk hükümeti bu hareketlere karsı yeni bir hile tasarlamıs olmalı ki, bu mıntıkaya Kürt asiret alayı kumandanı Cıbranlı Halit kuvvetlerini gönderdi.
Dersimliler, gerek alay kumandanının sahsına ve gerekse efradına karsı hüsnü kabül gösterdiler ve hiçbir hadise çıkarmaksızın, alay mümanaatsız Ovacıga
yetisti. Bu durum Türk hükümetinin dikkat nazarından kaçmamıstı. Her fırsattan istifadeyi bilen Türkler, Kürt Halit sayesinde Ovacık mıntıkası asiretlerin de hasıl olan sükünden dahi faydalanarak, Ovacıkta bu Kürt kumandan sayesinde yeniden bir Türk kaymakamlıgı tesisini basarmıslardı.
Kaymakamlık tesisi isi basarıldıktan sonra, Kürt Halit Bey alayının Dersimde ipkası Türklerce mahsurlu görüldügünden, bu alay orduyla birlesmek üzere
geri çektirilmisti”4

Kürtler arasındaki iletisim rahatsızlık yaratmıs, mezhep farklılıklarını hesap ederek Kürtler arasında çatısmaların yogunlasacagını sananlar yanılmıslardır. 
Gelismeler bununla sınırlı degildir. Kendi bölgesi olan Varto’ya dönen Halit Bey’in çalısmaları, Ankara Hükümetini rahatsız etmeye devam edecektir. 
M. Serif Fırat, bu konuda sunları söylemektedir:

<  “Bu fikir üzerinde oynayan Cibranlı Halit, 1920 yılının yaz aylarında İstanbul’da bulunan Kürt Teali Cemiyeti reisi Abdulkadir, Hakkarili Abdürrahim ile anlasarak bunların vasıtasıyla Meclisteki Bitlis Mebusu Yusuf Ziya ve arkadaslarıyla anlasmıs, haklarını Cemiyet-i Akvam vasıtasıyla alacaklarına inanmıslardı. Halit Bey bir taraftan dogudaki hazırlıkları ikmal ve kuvvetlerini toplu bulunduracak diger taraftan milli hükümeti igfal edecekti.

Cibranlı Miralay Halit, bu sırada Varto, Bulanık, Malazgirt, Hınıs, Karlıova, Solhan, Çapakçur bölgelerindeki asiret agalarından, seyh, hoca ve köy muhtarlarından aldıgı mühürlü mazbataları Kürt Teali Cemiyetine ve oradan da güya Cemiyet-i Akvamda bu is için çalısan Mustafa Nemrudi ile Kürt Serif’e gönderiyorlardı.”  >

“Bu hadiseden sonra Cibranlı Halit Bey’in, milli hükümete karsı cephe aldıgı kolorduca süpheli görülmüs, bölgedeki asiretlerin basından ayrılması
düsünülmüs ve bu sebeple Erzurum’a çagrılarak miralaylık rütbesi baki kalmak sartıyla, kolordu divanı muhasebat komisyon reisligi ödeviyle Erzurum’da
alıkonulmustu.19 Agustos 1336-1920”5

Buradan da anlasılacagı üzere Kürtlerin kendi adlarına yaptıkları hiçbir çalısmaya müsaade edilmemistir. Bu arada Erzurum Kongresi yapılmıs, bazı kesimlerin 
iddiasına göre, Türklerin ve Kürtlerin beraber temsil edildigi, “Temsil Heyeti” seçilmistir. Temsil Heyetinde yer alan üç Kürt’ten ikisi gıyabında seçilmis, 
çalısmalara katılmamıslardır.
Geriye kalan Erzincan delegesi Seyh Fevzi Efendi, Sivas Kongresinden sonra geri dönmüstür. Bu durumu Mustafa Kemal’in kendisinden dinleyelim:
“Efendiler, istitrat kabilinden sunu arz edeyim ki bu zevat hiçbir vakit bir araya gelip birlikte çalısmıs degillerdir. Bunlardan 'zzet, Servet ve Hacı Musa
Beyler ve Sadullah Efendi hiç gelmemislerdir. Raif ve Seyh Fevzi Efendiler, Sivas Kongresine istirak etmisler ve onu mütaakıp biri Erzurum’a digeri
Erzincan’a avdet ederek bir daha iltihak eylememislerdir.
İkincisi Efendiler; millet, memleket, siyaset ve ordu idareleriyle hiçbir alaka ve münasebetleri ve bu hususta liyakatleri görülmemis ve tecrübe edilmemis
gelisi güzel zevattan, bilfarz Erzincanlı bir Naksi seyhi ve Mutkili bir asiret reisi gibi zavallılardan da teskili, ihtimalden hariç olmayan herhangi bir heyet
temsiliyeye, mevzu bahis olan vaziyet ve vazife bırakılabilir miydi? Ve bıraktıgımız takdirde, memleket ve milleti kurtaracagız dedigimiz zaman,
milleti ve kendimizi igfal etmis olmak gibi bir hata irtikab etmeyecek miydik?

Bu mahiyete bir heyete, perde arkasından yardım edilebilecegi mevzuubahis olsa da , bu tarz emniyet telakki edilebilir miydi?”6
Mustafa Kemal, Temsil Heyeti ile ilgili degerlendirmelerini son derece net yapıyor.

“Kürt temsilcileri “olarak adı geçen sahısların çalısmalara hiç katılmadıklarını, bu islerin “Liyakatsız” ve “Zavallı” olan bu zatlara bırakılmayacak kadar önemli 
oldugunu, bu Temsil Heyetini “perde arkasında” yönetmek bile emniyetli degildir, demektedir.

Gelelim tartısmaların odagındaki su ünlü Amasya Protokolü’nde yer alan Kürtlerle ilgili maddelere;

Protokol, Osmanlı Devleti diye düsünülen sınırların, Türklerin ve Kürtlerin oturdugu arazi diye tarif ediyorsa da Kürtlerin Osmanlı Devletinden ayrılmasının 
“imkansızlıgına” vurgu yapmaktadır. Ayrıca Kürtlerin ırk hukuku ve sosyal haklar bakımından desteklenmesine vurgu yaparken, bunun Kürtlerin mesru ve dogal 
hakları oldugundan degil, yabancılar tarafından “bagımsızlıgını gerçeklestirme amacı güder gibi görünerek yapılmakta olan karıstırıcılıgın önüne geçmek için”  
denmektedir. Kürtlerin taleplerine haklı ve mesru talepler diye bakan bir anlayıs söz konusu degildir. Sadece bölge dengeleri içinde taraflar kendi konumlarını 
güçlendirmek için Kürtleri kendi hesaplarına göre pazarlama çabasındadırlar. Damat Ferit Pasa kabinesi, Seyit Abdülkadir’in baskanlıgındaki heyetle
“Kürtlere Otonomi” protokolü imzalarken, Kemalistlerde bos durmayıp ihtiyaç duyduklarında Kürt kartını kullanmak için manevralar pesindedirler. 
Bunda da basarısız oldukları söylenemez. Bir sürü yazar-çizer, Mustafa Kemal, “Kürt Sorunu” oldugunu kabul ediyordu diye avunuyor. Halbuki Mustafa Kemal, 
“Kürt Sorunun” mimarı ve yaratıcısıydı. Durum birinci agızdan bu kadar net iken, Mustafa Kemal hareketini, “ilerici” ve “anti-emperyalist” niteleyerek, her türlü 
destegi veren Bolseviklerin yazar-çizer takımı, olaya ideolojik kılıf bulmakta gecikmedi. Sovyet ekolünün Kürt aydınlarından Dr. Kemal
Mazhar Ahmad, bunların basında gelir. Dr. Kemal Mazhar Ahmad, sunları söylemektedir:

“Kemalist Devrim, Kürt halkının büyük bölümünü ülkeyi yabancı isgalcilerden kurtarmak için içtenlikle ve omuz omuza mücadele etmek üzere harekete
geçirdi. Kürtler bununla, son derece yüksek bir yurtseverlik duygusu ve dogru bir siyasi anlayıs ortaya koydular.Türk burjuva devriminin ilk sıcak yıllarında
Mustafa Kemal’le beraber bu devrimi baslatanların büyük bir kesimi Kürt’tü.

Örnegin, devrimin baslangıcının en önemli olaylarından biri olarak degerlendirilen Erzurum Kongresi’nin sekiz kisiden olusan yönetiminde üç Kürt
vardı: Erzincan’dan Naksibendilerin bası Seyh Fevzi, 1918 yılına kadar Osmanlı Mebusan üyesi olarak kalan Sadullah Bey, Mutki asiret reisi Hacı Musa

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

**


31 Temmuz 2017 Pazartesi

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 49

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM  SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 49


GAZETE BAŞLIKLARI DEVAMI


Ek-11: 


Refah Partisi’nin bazı konularda ki görüşleri (türban, kurban derilerinin toplanması, karayolu ile hacca gidilmesi ve Taksim’e cami vb.) Ankara’da siyasetin tansiyonunu yükseltmiştir. 

Ek-12: 



Kamuoyunda “Zinde Güçler” diye ifade edilenler, medyanın desteğini de alarak Refah-Yol koalisyonunu bozmak için harekete geçmiş, DYP’li siyasetçilere 
verilen gözdağının etkisi ile parti içerisinde istifa sesleri yükselmeye başlamış ve partideki çözülmeyi Cumhurbaşkanı Demirel ve ANAP lideri Yılmaz’ın birlikte 
planlayarak hızlandırmaya çalıştıkları bir süreç yaşanmıştır. Hazırlanan senaryoya göre Çiller parti içindeki otoritesini kaybedecek ve 54.Hükümet dağılacaktı. 

Ek-13: 



Ankara’nın Sincan ilçesinde düzenlenen “Kudüs Gecesi” programında yaşanan olaylar ülke gündemini derinden sarsmış, cuntacı güçlerin elini güçlendirmiş 
ve darbeci basın bütün gücüyle koalisyonun dağılacağına dair manşetler atmaya başlamıştı. Tankların Sincan caddelerinden geçişini “ Demokrasiye Balans Ayarı ” olarak tanımlayan dönemin kudretli paşası Org. Çevik Bir, daha sonra laikçi çevrelerin alkış tuttuğu “post modern” darbenin mimarlarından biri olarak döneme damgasını vurmuştur. 

Ek-14: 

Yaşanan bütün bu olaylar ülke gündemini derinden sarsmış olmakla beraber Genelkurmaydan sivil hükümete uyarı çağrıları gelmeye başlamış ve ordu ülkenin içinde bulunduğu durumdan duyduğu rahatsızlığı dile getirmiştir. 

Ek-15: 


28 Şubat 1997 tarihi MGK Toplantısında Org. İsmail Hakkı Karadayı’nın çok önemli bir konuşma yapması bekleniyordu. Artık askeri vesayetin sivil hükümet(ler) üzerindeki etkisi artık apaçık görünür hale gelmişti. 


Ek-16: 



28 Şubat1997 tarihli MGK toplantısı öncesinde darbeci medyanın bilinçli ve planlı şekilde hükümeti baskı altına almaya yönelik manşetleri, üst düzey askeri 
yetkililerin beyanatlarıyla süsleniyordu. Org. Çevik Bir, adeta muhtıra niteliği taşıyan sözleriyle Başbakan Erbakan’ı MGK’da köşeye sıkıştıracaklarının sinyalini 
veriyordu. Atatürkçülük ve laiklik konularında Erbakan’ın kendileri gibi düşünmeyeceğini iyi bilen cuntacılar bir kez daha “laiklik elden gidiyor” yaygarasıyla militan laikçilerin darbe özlemini dindirmeyi istemişlerdi. 

Ek-17: 


Yaşanan bütün bu olumsuz gelişmelerin yanında artık bütün kesimler Cuma günü toplanacak olan 28 Şubat 1997 tarihi MGK Toplantısına kilitlenmiş ve 
toplantıda alınacak olan kararları bekler olmuştu. Ağırlıklı olarak “Rejim ve Laiklik” konularının ele alınacağı toplantıda Demirel uyarmış, Erbakan sertleşmiş 
ve Çiller ise koalisyon ortağının dikkatini çeker olmuştu. 

Ek-18: 



 Darbeye hazırlık sürecinde silahsız kuvvetlerin başını çeken dönemin darbeci medyası hükümete karşı geniş bir hoşnutsuzluk durumu varmış gibi davranarak 
işçi ve esnaf kesimini de müdahalenin parçası yapmaya çalışmıştır. 

Ek-19: 



Tarihi MGK toplantısına bir gün kala Cumhurbaşkanı Demirel bir kez daha sahneye çıktı ve askeri çevrelerin hükümeti çekilmeye zorlamasına çanak tutan 
açıklamalarını cuntacı basın manşetlere taşıdı. Bütün bu haberler 28 Şubat 1997 tarihi MGK toplantısından hükümete karşı muhtıra çıkması ihtimalini 
güçlendiriyordu. 

Ek-20: 



Nihayet darbeci medyanın beklediği büyük gün geldi ve 28 Şubat kararlarının alındığı tarihi MGK toplantısı yapıldı. Medya toplantıdan beklentisini çoktan ilan 
etmişti. Generallerin irtica bahanesiyle Başbakan Erbakan’a muhtıra verilmesi sağlanacak ve Cumhurbaşkanı Demirel’in işaretiyle de DYP’nin dağıtılarak ANAP 
lideri Yılmaz’ın önü açılacaktı. Sonuç beklendiği gibi oldu da. 

Ek-21: 


Tarihi MGK Toplantısı sonucu imza gerilimi yaşanmış, Başbakan Erbakan ilk olarak alınan kararları beğenmeyip “imzalamıyorum” mesajı vermiş ve liderler 
turuna çıkmıştır. 

Ek-22: 



28 Şubat 1997 MGK kararlarının ülkede nasıl bir felakete yol açacağını gören Erbakan önce bu dayatmaya direnmeye çalıştı. Ancak cuntacı medyanın ablukası sona erecek gibi görünmüyordu. Koalisyonun elden gitmekte olduğunu gören DYP lideri Çiller ve kurmaylarının şantajları da etkili oldu ve Başbakan MGK kararlarını imzalamak zorunda kaldı. 

Ek-23: 



28 Şubat tarihli MGK kararlarıyla laik kesimin zafer kazandığını yazan bu kararları Atatürkçülük adına öve öve bitiremeyen darbeci medyasında Refah Partisi seçmeniyle alay edilen manşetler öne çıkarılmıştır. 

Ek-24: 


28 Şubat 1997 MGK Kararlarının en önemli maddeleri arasında belki de eğitim alanında yapılan reformlar dikkat çekmiş olmakla beraber Erbakan imzalamış 
olduğu kararlarının hayata geçirilmemesi için provokasyon yoluna gitmiştir. 

Ek-25: 



Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı’nın MGK kararlarının uygulanmasına yönelik Refah-Yol Hükümeti’ne baskı yapmasını “ Emredici ” bir üslupla manşetlere taşıyan darbeci basının tavrı ibret verici niteliktedir. 

Ek-26: 



Netice itibariyle 28 Şubat kararlarıyla hükümetin Refah kanadı tam bir abluka altına alınmış ve hükümetin eli kolu bağlanmıştı. Silahsız kuvvetlerin öncülüğünde gerçekleşen post modern darbenin kaçınılmaz sonucu iktidar değişikliği olmuştu. Org. Çevik Bir’in sivil siyaseti her yönüyle hedef alan açıklamalarıyla koalisyona karşı tehditler devam ediyordu. 

Ek-27: 


Yaşanan bütün bu gelişmeler artık Erbakan ve Çiller ortak koalisyonunda kurulan Refah-Yol Hükümeti’nin düşürülmesi yönünde adımların atılmasını 
kolaylaştırmıştı. 

Ek-28: 



Maşa varken elini yakmamayı öğrenen cuntacılar medyanın gücünden yararlanarak ilk kez post modern bir darbeyi gerçekleştirmiş oldular. Her türlü uydurma haber ve senaryo ile kamuoyunu yönlendirmeyi başaran darbeci basın, attığı manşetlerle Refah-Yol Hükümeti’ni yıktığını adeta ilan etmekteydi. 
Böylece Türkiye 2002 seçimlerine kadar sürecek olan askeri vesayet rejiminin parçaladığı siyasal, toplumsal ve ekonomik sorunlarla baş başa bırakıldı. 

Ek-29: 


Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi ortaklığında kurulan Refah-Yol Hükümeti artık yolun sonuna gelmiş ve kamuoyunda Çiller’e yönelik olumsuz bir algı oluşmuştu. 

Ek-30: 


Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi ortaklığında kurulan Refah-Yol Hükümeti siyaset sahnesinden silinmek istenirken bütün tarikatlar ittifak yapıp hükümeti 
kurtarmak için harekete geçmişlerdir. 

Ek-31: 


Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan açıklamada rejim ve irtica tartışmalarının gündemde olduğu dönemde, Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya 
çalışanlara gerekirse silah bile kullanabileceklerini açıklamıştır. 

Ek-32: 


Askerin artık rejimi koruma konusunda ki hassasiyeti her geçen gün artıyor ve bu durum kamuoyunda Refah-Yol Hükümeti’nin iktidardan gideceği sinyalini 
veriyordu. 

Ek-33: 


Refah-Yol Hükümeti Başbakanı Necmettin Erbakan 18 Haziran 1997 günü istifa etti. 

Ek-34: 


Yaşanan bütün bu olumsuz gelişmeler 18 Haziran 1997 tarihinde Başbakan Necmettin Erbakan’ın istifası ile sonuçlanmış ve sonrasında Cumhurbaşkanı Demirel hükümeti kurma görevini ANAP lideri Mesut Yılmaz’a vereceği gündeme gelmiş olmakla beraber DSP ve DTP’nin yanı sıra CHP’nin de dışarıdan destek vereceği bir koalisyon hükümetinin kurulacağı siyaset kulislerinde konuşulan konular arasında yerini almıştır. 

ÖZGEÇMİŞ 

Kişisel Bilgiler: 
Adı Soyadı: İsmail GÜLMEZ 
Doğum Yeri ve Tarihi: Erzincan / 28. 08. 1988 
Eğitim Durumu: 
Lisans Öğrenimi: Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Ana Bilim Dalı / 2007-2011 
Yüksek Lisans Öğrenimi: Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Tarih Öğretmenliği Ana Bilim Dalı / 2012-2014 
Atatürk Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü / Tarih Öğretmenliği 
Bildiği Yabancı Diller: İngilizce 
İletişim: glz024@hotmail.com.tr. / 
ismail.gulmez@atauni.edu.tr. 


KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;

http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1


ÖZEL NOT;
BU GÜZEL TEZ ÇALIŞMASINDAN DOLAYI  TÜRKİYE CUMHURİYETİ SİYASİ TARİHİNİN BİR DÖNEMİNE IŞIK VE KAYNAK TEŞKİL EDECEK BU ÇALIŞMASINDAN DOLAYI SAYIN; İSMAİL GÜLMEZ  BEYEFENDİYE ŞÜKRANLARIMI VE SAYGILARIMI SUNARIM.. EĞİTİM VE YAŞAM HAYATINDA BAŞARILARININ DEVAMINI TEMENNİ EDERİM..
( TANER ÇELİK ) 
POLİTİK - ACILAR BLOGGER  SAYFASI ADMİNİ
31 TEMMUZ 2017

***

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 48

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM  SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 48



MAKALELER: 


15.Milli Eğitim Şurası (1996). “2000’li yıllarda türk eğitim sistemi”, Raporlar, Görüşler, Kararlar, (13-17 Mayıs 1996) Ankara: Şura Genel Sekreterliği. 

Âdem, M. (2008). Cumhuriyetin 100. yılında türkiye cumhuriyeti’nin laik eğitimi türkiye cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılında eğitim kurultayı: 
Cumhuriyetimizin Kuruluş Felsefesinin Öngördüğü Eğitim Bildiriler içerisinde. Malatya: İnönü Üniversitesi Yayınları, s.61-75. 

AKP,(2011). Ak Parti programı. http://www.akparti.org.tr/site/akparti/partiprogrami, adresinden 20.01.2014 tarihinde alınmıştır. 

AKP,(2011).Seçim beyannamesi, Türkiye hazır, hedef 2023. 
http://www.akparti.org.tr/upload/documents/beyanname2011.pdf adresinden 
20.01.2014 tarihinde alınmıştır 

Arslan, A. (2003). Elit teorisi ışığında günümüz türk toplumunun genel bir değerlendirmesi. Sosyoloji Araştırmaları Dergisi. Cilt: 6. Sayı: 2. Güz, 
Ankara: s. 5-30. 

Ata, B.(2002). Tarih öğretimi hakkında. Milli Eğitim Dergisi, Sayı 153-154, Kış-Bahar, Erişim Tarihi: 07.06.2013. http://www.meb.gov.tr. (Haz.: Salih Özbaran). Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 

Aybars, E. (1995). Türk devrim tarihi dersleri üniversitelerde nasıl verilmelidir?.
Tarih Öğretimi ve Ders Kitapları-Buca Sempozyumu. (Yay. Haz.: Salih Özbaran).İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 

Aydın, M. (2010). Katsayı engelinin psikolojik süreci ve çözüm yolu, Tohum Dergisi, Sayı:135, Şubat- Mart 2010,s.26,27. 

Baltacı, C. (1998). Cumhuriyetin 75. yılında türk eğitim sistemi. Yeni Türkiye Dergisi Cumhuriyet Özel Sayısı III, Sayı: 23, 24, s. 2062-2069. 

Beyhan Ö. (2009). ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences // January 2009 // Volume ¼ 

CHP, (2008). CHP programı, çağdaş Türkiye için değişim. 
http://www.chp.org.tr/wpcontent/ uploads/chpprogram.pdf   adresinden 20.01.2014 tarihinde alınmıştır. 

Demircioğlu, İ. H. (2008). Tek parti döneminde eğitim (1923–1950). Arıbaş, S ve Koçer, M. (Ed.) Türk Eğitim Tarihi içerisinde. İstanbul: Lisans Yayıncılık, 
s.211-236. 

Ercan, F. (1999). Neo-liberal eğitim ekonomisi; eleştirel bir çerçeve denemesi. 
Alpkaya, F. , Demirer, T. , Ercan, F. , Mıhçı, H. , Önder, İ. , Özbudun, S. ve Özuğurlu, Milli Eğitim: Ne İçin? Üniversite: Nasıl? YÖK: Nereye? 
içerisinde. Ankara: Ütopya Yayınevi, s.49-94. 

Ersanlı, B.B. (1995). Tarih öğretiminde “türk dünyası”. Tarih öğretimi ve ders kitapları-Buca Sempozyumu. (Yay. Haz. : Salih Özbaran). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 

Ertan, T. F. (2007). Türkiye cumhuriyeti anayasalarında laiklik, Ankara Üniversitesi. Türk İnkılâp Tarihi Ens. Atatürk Yolu Dergisi. 

Güçlüol, K. (1996). John dewey’den bugüne eğitim sistemimi. Yeni Türkiye Dergisi Eğitim Özel Sayısı, Sayı. 7: s.216-217. 

Güngör, N. (2007). Cumhuriyet, aydınlanma ve köy enstitüleri. Eğitimde Reform ve Finans Sorunu Sempozyumu Bildiriler Kitabının içerisinde. Isparta 
Süleyman Demirel Üniversitesi Yayınları, s.58-62. 

Güvenç, B. (1998). Aydınlanma devrimi ve demokrasi. Çileli, M. (Ed.). 75. Yılında Cumhuriyet ve Eğitim içerisinde. Ankara: Türk Eğitim Derneği Yayınları, s.15-38. 

Hesapçıoğlu, M. (2009). Türkiye cumhuriyeti eğitimine ilişkin bir değerlendirme. VIII. Antalya Sempozyumu: Türkiye’nin 2023 Eğitim Vizyonu Bildirileri içerisinde. İstanbul: Türkiye Özel Okullar Birliği Yayınları, s.127-139. 

Karakaş, M. (2002). İktidar ilişkileri açısından bilim ve sosyoloji. Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı. I. s.163-178. 

Karakütük, K. (2008). Eğitim politikaları ve eğitimde yapılanmalar. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunun 100. Yılında Eğitim Kurultayı: 
Cumhuriyetimizin Kuruluş Felsefesinin Öngördüğü Eğitim Bildirileri içerisinde. Malatya İnönü Üniversitesi Yayınları, s.289-296. 

Karlık, H. (1991). Eğitim sistemimiz ve imam-hatip liseleri. Din Öğretimi Dergisi, MEB Yayınları. 

Kıran, H. (2000). Sekiz yıllık zorunlu eğitim uygulamasında karşılaşılan sorunlar. Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 7, 80-83. 

Kocabaş, Ş. (1998). Cumhuriyet’in 75. yılında bilim. Yeni türkiye dergisi cumhuriyet özel sayısı III, Sayı: 23, 24, s.2265-2272. 

Konuk, O. (2011). Bir sorun ve çözüm kaynağı olarak türk eğitim sistemi. Zencirkıran, M. (Ed.) Dünden Bugüne Türkiye’nin Toplumsal Yapısı içerisinde. Bursa: Dora Yayınları, s.385-394. 

Mardin, Ş. (1995-a). Türk modernleşmesi. (Makaleler–4). Derleyen: Mümtaz ’er Türköne – Önder, T. (1995-a). (4. Baskı).İstanbul: İletişim Yayınları. 

Oktay, A. (2009). Türkiye cumhuriyeti eğitimine ilişkin bir değerlendirme. VIII. 

Antalya Sempozyumu: Türkiye’nin 2023 Eğitim Vizyonu Bildirileri içerisinde. İstanbul: Türkiye Özel Okullar Birliği Yayınları, s.107-126. 

Özdemir, Y. (2007). İlk cumhuriyet ya da sparta’yı anlamak. Atatürk Üniversitesi Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı: 15, Erzurum. 

Özdemir, Y. (2004). Post modernizm ve tarih öğretimi. Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı:9. s.312. 

Özdemir, Y., Şimşek, U., Aktaş, E., Demokrasi Üzerine. Atatürk Üniversitesi Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı: 14, Erzurum 2006, s.259-269. 

Soğukdere, Ö. (2005). YÖK yasası tartışmalarının odağındaki imam-hatip okullarının serüveni”. 
http//:www.cnnturk.com, Erişim Tarihi:11.06.2013. 

Toku, N. (1996). Türkiye için alternatif bir model: sivil eğitim ve insan anlayışlarının felsefi temelleri. Türkiye 2. Eğitim felsefesi kongresi bildirilerinin içerisinde (25–35). Van: Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yayınları. 

Gazeteler: 

Barlas, M., Eğitimi de tartışılmaz konular arasına soktuk. (16 Ağustos 1997). Sabah. 
Eren, M. S., Milli güvenlik ve 28 şubat 1997’de yapılan milli güvenlik kurulu toplantısı üzerine düşünceler. (17-18-19 Mart 1997). Cumhuriyet. 
Birand, M. A., Ordu siyasi hayata el koydu. (1 Mart 1997). Sabah. 
Resmi Gazete, 18 Ağustos 1997, nr. 23084. 
Özkök, E., Bu defa işi silahsız kuvvetler halletsin. (20 Aralık 1996). Hürriyet. 
Yagcı, N., 28 Şubat niye post modern darbedir. (3 Ocak 2010). Taraf. 
Gündüz, M., Doğan, S. (21 Eylül 2011). 
Okullar Açılırken Maarifin Serencamı. Zaman. 21 Eylül 2011, 
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1181915 

Akit Gazetesi 
Cumhuriyet Gazetesi 
Hürriyet Gazetesi 
Milliyet Gazetesi 
Radikal Gazetesi 
Sabah Gazetesi 
Türkiye Gazetesi 
Yeni Yüzyıl Gazetesi 
Zaman Gazetelerinin İlgili Bölümleri. 

EKLER 

Ek-1:

Refah-Yol Hükümeti’nin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın İslam ülkeleri ile olan temasları yazılı ve görsel medyada geniş yer tutmuştur. 
Başbakan Erbakan’ın İslam dünyasıyla yakınlaşma çabaları alaycı bir üslupla eleştirilirken batılı haber ajanslarının yorumlarıyla bu tür yayınlar desteklenmeye çalışılmıştır. 

Ek-2:


Refah-Yol Hükümeti’nin kurulmasıyla beraber yazılı ve görsel Medyada Refah Partisi’ni hedef alan ve laiklik vurgusunu öne çıkaran manşetler atılmaya 
başlanmıştır. 

Ek-3: 

Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı’nın ifadelerine genişçe yer veren yazılı basın kamuoyuna İran rejimi üzerinden korku salmaya 
çalışarak Refah-Yol Hükümeti’ne gözdağı vermeye çalışmıştır. 

Ek-4: 

“Türkiye’nin rotasının Batıdan Doğuya kaydığını” ifade eden ANAP lideri Mesut Yılmaz; Asıl sorunun Başbakan Erbakan olduğunu ifade etmiş, vermiş olduğu 
demecin arka planında ise “ Olası bir iktidar değişikliğine karşı darbe güçleri ve medya tarafından hazırlanmaya çalışıldığı bir sır değildi ” şeklinde ifade etmiştir. 

Ek-5: 

28 Şubat sürecinde ki en önemli isimlerden biri olan dönemin Anayasa Mahkemesi başkanı Yekta Güngör Özden, “irtica ve laiklik tehdidi ”ne yönelik siyasi mesajlar vermiş ve böylece yargının siyasallaştığı bir dönemin kapısını açmıştır. Başkan Özden’in vermiş olduğu bu mesajlar darbe heveslilerinin adeta 
iştahını kabartmıştır. 

Ek-6: 


28 Şubat süreci içerisinde çeşitli merkezlerden üretilen irtica, şeriat ve rejim kaygılarının Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in ağzından manşetlere çıkarılması alışılmış bir durum olmasının yanında laikçi gazeteler bu tür fırsatları çokça kullanmıştır. 

Ek-7: 


28 Şubat süreci içerisinde askeri vesayetin himayesinde yayın yapan medya ile birlikte ülkenin önde gelen sendikalarının bir araya gelerek hükümetin 
uygulamalarına karşı işbirliği yapması, darbeci basının arayıp da bulamadığı bir dayanışmayı işaret ediyor ve sivil toplum üzerinde adeta bir etki yaratıyordu. 

Ek-8: 


 Darbe özlemcisi medyanın askeri cunta heveslileriyle yaptığı işbirliği birçok kez adı açıklanmayan “üst düzey komutanların” demeçleriyle manşetlere 
taşınmıştır. 

Ek-9: 


Toplumda hassasiyet yaratan olayların başında şeriat ve irtica tehdidinin yanında özellikle Aczmendilerin lideri konumunda olan Müslüm Gündüz’ün, yarı 
çıplak bir halde genç bir kızla basılması gelmektedir. 

Ek-10: 

Refah-Yol Hükümeti’nin icraatlarına yönelik kamuoyunda tepki oluşturma ve bu tepkiyi örgütleme görevini üstlenen dönemin yazılı ve görsel medyası 

Türk Silahlı Kuvvetleri aracılığı ile Cumhurbaşkanını etkilemekte gayet başarılı olduğu söylenebilir. 


KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;

http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1


49 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***