İran etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İran etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Eylül 2021 Salı

2016’ya Girerken Türkiye ve Dünya.. BÖLÜM 2

2016’ya Girerken Türkiye ve Dünya..  BÖLÜM 2


Derin Rusya analizi ve Türkiye ile ilişkiler..

Sovyetlerin dağılmasının ardından hala durumu kabullenemeyen Rus halkı ve yönetimi eski günlere dönmenin hayali içinde yaşıyor. 

Bu yönde Rus liderlerinin atacağı adımlar alkolizm, tembellik ve vurdumduymazlık girdabına düşmüş halkta prim yapıyor. 1991’de Sovyetlerin dağılmasından sonra Putin’e kadar olan dönemde ülkeyi Batı yanlısı ve neo-liberal bir elit kesim yönetmeye çalıştı. Bugün ise muhafazakâr ve milliyetçi bir kesim yönetiyor . 

Putin, devlet başkanı olduğunda oligarkların elinden ülkeyi kurtardı ama ortaya eski devlet bürokrasisi ile iç içe geçmiş yeni bir oligark grubu ortaya çıktı. 

81 eyaletin valisi zaten bu gurubun doğal üyesi ve Rusya’nın kalkınamamasının altında da bu kişiler var. Bu valiler federal bütçeden aldığı payı kendi ceplerini doldurmak için kullanıyor ve rüşvetsiz iş dönmüyor. Dağıstan ve Çeçenistan, bütçe adı altında liderlere verilen rüşvet ile kontrol ediliyor. Putin’in etrafında Kremlin’de gördüğümüz 500 kişi var, gerisi boş. Ruslar emperyal bir kültüre sahip, sadece kendilerine konuşma hakkı tanır ve düşündüklerini yaparlar. Merkeze yakın toplam 200 kişi (Siloviki) birlikte hareket ediyor, bunlar; valiler eski bürokratlar, istihbarat ağırlıklı elit. Putin, devleti istihbarat teşkilatı gibi yönetiyor. Robert Gates’in dediği gibi Putin aslında bugünün değil, geçmişin Rus imparatorluklarının Çarı ve bunu oynamak istiyor. 

Yeri gelmişken eski Sovyet coğrafyasındaki Türk Cumhuriyetlerinin Rus güdümündeki liderlerinden bahsedelim. Bu liderler ülkenin enerji kaynaklarını Rusya’nın kontrolüne verme karşılığı koltuğundalar. Rusya, buna karşılık bu ülkelerde muhalefet bırakmadı. Varlıkları, Rusya ile olan bağları ile doğrudan ilişkili. ABD’ye bölgeye gelirse “demokrasi” diyeceğinden, bunu geciktirme, kişisel olarak Rusya’nın sadık bir müttefiki olma derdindeler. Özledikleri otoriter sisteme ancak Putin’in Çar olduğu bir dönemle geçeceklerini sanıyorlar. Putin ise onlardan çaldıkları ve çalacakları dâhil 125 trilyon dolarlık bir doğal enerji kaynağını kontrol ettiğini ve geleceklerinin sağlam olduğunu düşünüyor.

Rus yönetimi içinde arka planda büyük bir devlet krizi yaşanıyor ve bunun kırılganlığı derin oluyor. Rusya’da çok büyük bir yönetim krizi olabilir ama bu bir ayaklanma olamaz çünkü halkta böyle bir kültür yok, Putin yönetim içinde radikal düzenlemeler yapabilir ama kendisi gitmez. 

Rus halkında ABD, Putin’i iktidardan düşürecek kanısı var, Çin’i dost görmüyorlar. Güneyde hayat Çin etkisine girmiş durumda. Ambargo ile Rus halkı yalnızlaştı, umutsuzluğa kapıldı. Ülkeden 1990-2015 arasında yüzbinlerce bilim adamı yurt dışına kaçmış ama Sibirya’da yol yapamıyorlar. Sibirya’da bir bilimsel toplantı yapsanız katılacak 4-5 bin bilim adamı bulursunuz ama bir tane girişimci yani özel sektörde ihale alacak kişi yok. Alkolizm ve umutsuzlukta iklim şartlarının da etkisi var. Sanat ve kültür alanında derin bir dünyaları var. Rus gençliğinin 2/3 ü parazit şeklinde yaşıyor, çalışmıyor. Edebiyat, dans, bale, operada özellikle Sovyet eğitim sistemi ile oldukça ileri gittiler ama öte yandan kendini yönetemeyen, bir toplum oldular. Sovyetlerden sonra sanat Batıya kaçtı, kalanda ticarileşti. Sanat ve bilim St. Petersburg’da, Moskova ise kaba ve vahşi Rusların yeri. Ruslar şimdilerde kitap okuyor, operaya gidiyor, şarap içiyor, entelektüel dünyasını geliştiriyor. Rus halkı, 80 yıl malborosuz, domatessiz, hamburgesiz yani Batı standartlarından uzak yaşamayı başarmış. 

Sokaktaki Ruslar için öncelikler farklı. Ülkede tüccar olanlar; Rusya’daki Azeriler, Kafkasyalılar, Tatarlar, Türk Cumhuriyetlerinden gelenler. 

Azeri olanlar; restoran sektörü, meyve-sebze ve kadın ticareti, Çeçenler; kadın ticareti ve mafya (şirket alıp-satmak) ile meşgul. 

Rusya’daki inşaat ameleliği Özbek ve Taciklere, bulaşık ve tuvalet temizliği gibi hizmetler Kırgızlara ait. Rusya’da Yahudilerin etkisi (Rus ve Azeri Yahudisi) göz ardı edilmemelidir. 

Akkuyu Santralı ihalesini onlar aldı. 

Rusya’nın büyük bir devlet olarak kalabilmesi için iki şey lazım; nüfus ve ekonomi. Rusya’da ikisi de yok, bu yüzden geçmişte olduğu gibi dünyadan izole edilmek ve ambargo en hassas taraflarıdır. Çok uzak bir zamanda değil, Rusya, önce yavaş yavaş sonra birden dağılacak. Ne demek istiyoruz anlatalım. 

Rusya’nın yaklaşık 142 milyon nüfusu var ve doğum oranı oldukça düşük. 

Bu nüfusa başka ülkelerde yaşayan yaklaşık 27 milyon Rus’u da ilave edelim. 

Rusya dünyanın en çok suçlu barındıran, nüfusuna oranla en çok hapishane dolduran ülkesi. Rusyanın enerjiden sonra en iyi ihraç maddesi güzel kadınlar; 

2 milyonu ülke içinde 4.5 milyon fahişe yanında Ukrayna ve diğer ülke kadınlarının da trafiğini yönetiyorlar. Rus kadınlar; Japon sınırına yakın bölgelerde Japonlar, güneyde Çin sınırından Hazar’a kadar Sibirya boyunca Çinlilerle, Karadeniz’e yakın olanlar Türkler ve Doğu Avrupa’da olanlar Avrupalılarla evleniyorlar. 

Güzel kadın ülkeyi terk ediyor, toplumu yenileyecek kadın yok. Sadece Türkiye’de son 20 yılda 550 bin evlilik olmuş ve onbinlerce çocuk doğmuş. 

Bunda Türkiye ile Rusya arasında her alanda yaşanan romantizmin de etkisi oldu. Aslında bu romantizm tek taraflı idi. Rus kadının evlilik stratejisi vardı; önce iyi bir hayat, sonra ailesine para göndermek, müteakiben kendi geleceğini garanti altına almak ve nihayet bir gün ülkesine dönmek. Rus kadını aynı zamanda istihbarat vasıtası idi. Genç iş adamlarının çok gittiği otellerde ortaya çıktılar. Bugün güzel Rus kadını öyle azaldı ki Rus dış istihbarat servisi FSB’nin yaklaşık %40’ı bu işler için çalıştırılan Beyaz Rus kızlardan oluşuyor. İşin ilginç yanı bu kadınların trafiğini yönetenler Çeçen ve Azeri mafyasıdır. 

Kadın ticareti Rus istihbaratının çalışma alanı ve başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu’ya (Arap şeyhleri) yönelik özel çalışmalar yaparak, sızma yapılacak  grupları seçiyorlar. Rus istihbaratı, Ermeniler ile de iç içedir. Rusya’daki 2 milyon Ermeni devlet yönetiminde önemli noktaları tutmuş durumdadır. 

Moskova, Suriyeli ve Lübnanlı kaynamaktadır. Türk iş adamlarının ve devlet adamlarının yurt içi ve dışı gezilerinden nerelerde yemek yediklerini, otellerini takip ediyorlar. Son 20 yılda bu tuzaklara düşenler ile ilgili epeyce roman yazılabilir. Bunlar içinde İslamcı kesimin meşhur isimleri öne çıkar.

Rusya ile romantizmin yaşandığı diğer bir alan ise ekonomi oldu. Kırım’ın alt yapısına 12 milyar dolar ayırdı ama para ortada yok. Tıpkı Putin gibi vali diye atananlar da kişisel gelirlerinin peşinde. Putin, bunları kontrol edemiyor, hemen her devlet toplantısının ana gündemi de bu konu; halk fakir, fabrikalar eski. 

Yukarıdakiler cebini dolduruyor, devlet özel sektörü yaratmıyor, girişimci yok, kimsenin çalışmak ya da yatırım yapmak gibi bir derdi yok. 

Rus ekonomisinin %70’i madenler, mineraller, petrol ve doğal gaza bağlı ve ülke gelirlerinin önemli bir bölümü bu sektörden geliyor. Rus Merkez Bankası başkanı Ekim 2015’de ülke rezervlerinin bir yılda 510 milyar dolardan 370 milyona düştüğünü açıkladı. Petrolün varili 35 dolara düştü ve 29 dolara düşecek gibi, Rusya ekonomisi bunu kaldıramaz. Halen Rus ekonomisi petrol ve doğal gaz yani enerji satışları yanında Sovyet döneminden kalma silah teknolojisi ile yürüyor. O yüzden Avrasya Ekonomik Birliği’nin şansı yok çünkü birbirlerinde olan petrol ve doğal gazdan başka satacak bir şeyleri yok. Belarus ve Kazakistan’ın ekonomileri de zayıf. BRICS ve Şanghay ile de Batıya karşı bir denge kuramadılar çünkü ekonomileri desteklemiyor. Ekonomik kriz ülkeyi bitiriyor, oteller boş, mağazalar kapandı, halk umutsuz, ülkede yabancı kalmadı. 

Rus Ordusunun gücü Sovyetlerden kalma eski nükleer silahlara dayanıyor, orduyu modernize etmek için gerekli makine sanayi yok ve Avrupa, özellikle Almanya vermiyor. Rusya’da sanayi üretimi oldukça geri seviyededir. 

Modernizasyon için verilen paraları bürokratlar cebe indirip, Batıya gönderiyorlar. Örneğin Başkurdistan’da bir bürokrat Petro-kimya tesisini olduğu gibi söküp Avusturya’ya gönderince, Putin uzun mücadeleden sonra 3 yıl önce geri getirebildi. Ruslar ve Almanlar Baltık üzerinden doğal gaz hattı ile daha da yakınlaştılar. 

Ruslar, Almanya’yı yanında tutarak Avrupa’yı bölünmüş tutmayı, Almanlar da Rus pazarını elinde tutmayı istiyor.

Türkiye’deki gibi sanayi tesisleri ve fabrika kurma kültürleri yok, daha da açıkçası imalat sanayileri yani küçük ve ortak ölçekli yani KOBİ dediğimiz kesim yok. Enerji ve madencilik sektörlerine ilaveten ciddi bir silah sanayi, büyük ölçekli otomotiv sanayileri var Alt yapı inşaatçılığında çok ilerideler. 

Ankara çevre yolu ve köprülerini Ruslar yaptı. Kanal açarlar, metro yaparlar, 250.000 km boru döşediler. Ancak, KOBİ’lerin yaşayabilmesi için herşeyden önce uygun bir iş iklimi yok. Türkiye’nin 21 katı büyüklüğünde ve 8 ayı kar-kış içinde yaşayan bir topluma sahip. Temel sorun halkın karakteri, girişimcilik kültürünün olmaması. Bu yüzden yıllardır Rus üniversiteleri Türkiye ile bu alanda ortak programlar düzenlemek istediler. Rusya’da olan; ağır sanayi, eski teknoloji iş makineleri ve büyük tonajlı kamyon üretimi, bunun dışında doğal gazi gübre ve kimya sanayi var ama hepsi devlete bağlı şirketler. 

Otomobil üretiyor ama eski model, yan sanayi yok, Türkiye’den geliyor. İnsanlar üretim ya da yatırım yapmak istemiyor, olanları Türkler kurdu, 1990’lardan beri devam eden ekonomide romantizmin kaynağı bu oldu. Türkiye’den giden ana kalemler şunlardı; otomotiv ve yan sanayi (Tofaş), kablo-elektrik parçaları (EAE), kimya sanayi (Hayat holding), inşaat (Eczacıbaşı), orman işleme sanayi (Kastamonu entegre), beyaz eşya (Vestel), doğal gaz enerji-elektrik santralı (Zorlu), bira (Efes), soda üretimi (Şişecam), halı fabrikaları (Merinos), gayrimenkul emlak (özellikle Moskova ve Petersburg’ta büyük ölçüde Türklerde). 

Türkiye’nin Rusya’da 15-16 milyar dolar yatırımı var. Rusya’ya yılda 26 milyar dolar harcıyoruz; enerji (23 milyar dolar), hububat/tarım ürünleri (2 milyar dolar). 

5 milyar dolar ihracatımız var; narenciye (1 milyar dolar), turizm (3.5 milyar dolar), yedek parça-tekstil (600-600 milyon dolar). Ancak, geçmiş yıllarda buna yılda yaklaşık 8.5 milyar dolarlık bavul ticaretini de ekleyebiliriz. 2014 yılında 3.3 milyonu turist olmak üzere, 4.4 milyon Rus, Türkiye’ye gelmiş. 

Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’e göre Rus krizi bize 9 milyar dolara mal olacak. İş dünyası bu kadar ülkenin içine girince Ruslar, bu süreci tehlikeli buldular. Türk romantizmine kapıldıklarını, ilişkiye sürüklendiklerini sandılar. Şimdi duygusallık bitiyor, Ruslar kış uykusundan uyandıklarını düşünüyorlar. 

Yıllardır Türkler, Rus pazarına alışmıştı, çıkmak niyeti yoktu. Türk Cumhuriyetlerine alfabe ve cami götürme projelerimiz de çöktü. Şimdi Türk tarafında da artık kriz biter ve eskiye döneriz beklentisi bitiyor ve Rus pazarına alternatif arayışları başladı. Bununla beraber, Rusyayı ancak Türkler imar edebilir. 

Zor da olsa kriz bitecek ama hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Türkiye-Rusya ilişkilerinin geleceği ve enerji denklemi..

Ruslar, 1990’lardan beri Batı tarafından küçümsenmenin, dış politikada yaşadığı yenilgilerin ve ambargonun acısını Türkiye üzerinden bastırmak için ilişkilerde yeni bir dönem başlattı. Ukrayna’nın doğusunu ayaklandıran, Kırım’ı ilhak eden Putin, Suriye müdahalesi ile iç politikada zirve yapmış ve ABD’ye “Ben de senin kadar güçlüyüm” mesajı vermişti ki uçaklarının düşmesi tüm fiyakalarını bozdu. 2014 yılındaki Ukrayna olaylarından beri Rusların %68’i ülkenin eski büyük güç statüsünü geri kazandığını düşünüyor. Türkler için Amerikalıların Irak’ın kuzeyinde Türk askerlerinin başına çuval geçirmesi nasıl bir travma yarattı ise, uçak olayı da Rus halkı için aynı şiddette bir sarsıntı oldu. Rusya, Türkiye ile krizde halkını memnun etmek için popülist politikalar uyguluyor. Aslında Rusya, Suriye’nin kuzeyinden Türk hava sahasında yaptığı ihlalleri uzun zamandır Baltık denizinde NATO hava sahasında da yapıyor, ama kimse sesini çıkaramıyordu. İki ülke arasında 1990’larda bazı iş adamları ve bürokratların yaptığı gibi balans ayarı yapacak bir grup bugün yok. 

Devreye Nazarbayev, Aliyev ve Beyaz Rusya girdi ama olmadı. Rusya, derin iç sorunları ve ambargo yanında dış politikada uzun zamandır oldukça sıkıntılı bir dönemde. Sovyet döneminde Afrika’da Angola, Mozambik, Güney Afrika ve Cezayir üzerinde Rus etkisi vardı. Şimdi sadece Angola’da biraz etkisi var, Güney Afrika ile ancak, BRICS dolayısı ile aynı kulvardadır. Ortadoğu’da ise Suriye son kaledir. NATO’nun genişlemesi Rusya için 25 yıldır en büyük tehdittir ve ancak Ukrayna’da bunu durdurabildi ama başına büyük işler açtı. Ukrayna da düşse idi Rus gemileri Karadeniz’de demirleyecek liman bulmayacak, Amerikan füzeleri Moskova’ya 450 km. kadar yaklaşmış olacaktı. Rusya, Latin Amerika’daki kalelerini de kaybetmeye devam ediyor. Putin, Güney Amerika’ya gitti ama Arjantin devlet başkanının yerine sağcı bir başkan geldi. Venezüella’da genel seçimleri merkez sağ kazandı. Rusya, ABD gibi yumuşak güç kullanmayı bilmemekte, her seferinde askeri seçeneklere başvurmaktadır.

Ruslar, yüzyıllardır olduğu gibi kendi yollarını bir şekilde bularak, çok farklı adımlar atabilen bir ülke. Çarlığı yıkmışlar, Komünizmi kurmuşlar ve hala çevrelerini düzenliyorlar yani şapkadan tavşan çıkarabilirler. Çin’den çok daha fazla askeri kabiliyete sahip, dünyanın ABD’den sonra ikinci büyük askeri gücü olan Rusya yeni askeri maceralar peşinde. Ekonomik krize ve Batı ambargosuna rağmen savunnma harcamalarını 2014’de 40 milyar dolardan  2015’de  50 milyar dolara çıkardılar . Bu rakamlar, Rusların niyetleri ve öncelikleri konusunda önemli bir ipucu. Baltık bölgesinden Moldova ve Doğru Avrupa’ya, Karadeniz’den Orta Asya’ya bir korku koridoru oluşturmanın yanında Suriye örneğinde olduğu gibi küresel arenada ABD ile bilek güreşi derdinde. 

Rusya, Türkiye ile krizi derinleştirerek, uzun vadeli kullanmak istiyor. 

İran üzerinden Irak Şii yönetimini Türkiye’ye karşı tahrik ediyor. Türkiye’ye karşı açık bir ekonomik savaş başlattı. Bundan sonra ne yapacağını kestirmek zor. Suriye’nin sınırının güneyine geçecek Türk uçaklarını vurmak için pusuda bekliyor. 

Esat güçlerinin yanında Türkiye’nin desteklediği direnişçileri ve Türkmenleri vuruyor. Bu grupların elinden bugüne kadar ki kazanımlarını geri almaya kararlı. 

Rusya’nın askeri bir yola başvurmasının Türk-Rus çekişmesini silahlı bir çatışmaya hatta bir savaşa dönüştürme riski yüksek. Bu çatışma sadece Suriye ya da Doğu Akdeniz’de değil Karadeniz üzerinde de olabilir.

Tarihte iki ülke 17 kere savaştı ama şimdi şartlar çok farklı. Putin’in askeri seçenekleri ve bölgede kullanabileceği kuvvetleri oldukça sınırlı. Türkiye, coğrafi üstünlüğe ve güçlü bir orduya sahip yani konumu Ukrayna ve Gürcistan ile kıyaslanamaz. Muhtemel bir savaş iki tarafa da büyük kayıplar verdirebilir ve dileriz bu olmaz. Öte yandan, Rus tehdidinin açıkça ortaya çıkması; Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne göre “savaş riski ile tehdit edildiğinden” Türkiye’ye, boğazları Ruslara kapatma şansı verecektir. Uçak düşürme olayı ile ilgili gelişmeler; ABD’nin Suriye’de Rusya ile anlaşır gibi gözüküp batağa çekti tezini güçlendiriyor. Nitekim Ruslar gelince Amerikalılar 12 uçaklarını İncirlik’ten çektiler ve Rusların Türklerle yok ama ABD ile hava sahası koordinasyon  düzenlemeleri var. Rusya’nın Suriye müdahalesinin en önemli gerekçelerinden biri, burada yapılacak pazarlıkların Ukrayna’dan dolayı uygulanan ambargoyu  rahatlatma yönelik kazanımlardı. Sürekli kan kaybeden Rusya, bir delilik yapabilir, Amerikalılar da gelişmeleri bu yönü ile izliyorlar. 

Kriz derinleşirse Ruslar, Türkiye’nin enerji ile bağını koparmak için Azeri-Ermeni savaşı çıkarabilirler. 

Türkiye ise Rusya karşısında özellikle enerji konusunda yeni açılımlar peşindedir. Yıllardır Türkiye’nin enerji bakımından Rusya’ya çok bağımlı olduğunu yazıyor ve bu konuda hükümeti eleştiriyorduk. Ancak, bu kriz nedeni ile bu bağımlılığı daha iyi analiz etme gereği duyduk. EPDK kayıtlarına göre; 

30 milyar m3 Rusya’dan, 9 milyar m3 İran’dan, 6 milyar m3 ise Azerbaycan’dan doğal gaz alıyoruz. Bu rakamlara göre; Ruslara bağımlılığımız %54 civarındadır. İthal edilen gazın %19’u ise İran’dan geliyor. Ancak, Ruslardan alınan gazın 8 milyar m3’ü İtalyan ENI şirketine ait olduğuna göre bu oran %42’ye düşüyor. Öte yandan Botaş rakamlarına göre Ruslardan alınan gazın 10 milyar m3’ü özel sektör alımı olduğu da göz önüne alınırsa Ruslara bağımlılık %28-30 seviyesine düşüyor. Bunları neden söylüyoruz; çünkü kamuoyuna Rus gazına bağımlılığı azaltıyoruz yanıltması ile şu aralar Türkiye, enerji tekellerine büyük paralar kaybetme sürecindedir. Halen Türkiye, Rusya’ya alternatifmiş gibi dört ayrı enerji projesi ile ilgileniyor;

- Azeri (Şahdeniz) gazı; bu gazın arkasında sanıldığı gibi Azeriler değil büyük ölçüde konsorsiyum içindeki Ruslar, İran ve Batılı şirketler (BP) var. TANAP 

sadece bir botu hattı. Rus gazı bize halen 212 dolara mal olurken, bugünkü fiyatlarla bu gaz 300 dolara mal olacak ve %30 daha fazla ödeyeceğiz. Bitmedi, 

bölgede boru hatları varken, 10 milyar dolara mal olacak TANAP için de payımız oranında 3 milyar dolar boru hattı inşası parası ödeyeceğiz.

- Katar gazı; Suriye savaşının arkasındaki nedenlerden biri olan bu gaz aslında Katarlılar değil ABD’nin LNG şirketi tarafından işletiliyor. LNG içinde Exxon, 

Mobil, Fransız Total ve Japon enerji şirketleri de var. Bu gaz Türkiye’ye gelse bile konvert edecek alt yapımız yok yani bunu da yapmayı teklif ediyorlar. 

Uzun vadeli anlaşmalarla LNG alabilir ama pahalı bir seçenek.

Harita: Katar Gazı İçin Projeler

- Musul ve Kerkük gazı; 10 milyar m3 kapasiteli bu gaz Türkiye için en kullanışlı olanı ama bu gazı Barzani’den almakla hem meşru Irak hükümetini bir kez daha yok saymış hem de Barzani’nin devletçiğini beslemeye devam edeceğiz.

- Doğu Akdeniz gazı; Kıbrıs adasının doğusunda Rumların sahiplenmeye çalıştığı bu gaz için Yunanistan-Rum Kesimi-İsrail-Mısır arasında bir mutabakat var. 

Bu gaz da siyasi olarak tartışmalı ve Türkiye’ye ulaşması için en az 500 km.lik bir boru hattı kurulması lazım. Burada da gazı çıkaracak ve nakledecek şirketlerin arkasında ABD’liler olduğu için Obama gitmeden bir an önce işlerini görmek istiyorlar. Ayrıca bu gazın Türkiye’ye gelebilmesi Suriye ya da Kıbrıs Rum yönetiminin ekonomik bölgesinin belirlenmesi ile mümkün olabilecek. Boru hattı için başka bit alternatif yok.

Görüldüğü gibi son dönemde Rusya’ya enerji bağımlılığını aşma gerekçesi altında uluslararası enerji tekellerinin tuzağına düşme riski içindeyiz. ABD’nin Rusya’nın Türk akımı projesini kabul etmememiz için çok baskı yaptığını, aynı baskının Akkuyu Nükleer santrali için de yapıldığını not edelim. 

Baskıyı daha önceden kabullenen Bulgaristan da Ruslara hayır demişti. ABD, başından beri Katar gazını öne sürüyor ama Rusya, Akdeniz kıyısına Esat 

devletini kurarsa Akdeniz’e çıkışı için bir Sünni devlet çıkışı düşünülüyor . 

Katar gazı, doğrudan Wall Street’in para babalarının yani ABD’yi arka planda yönetenlerin cebini dolduracak.

2016’ya girerken ABD-Rusya denklemleri ve Türkiye..

     ABD tarafında son aylarda IŞİD’a yönelik neler yapılacağı ile ilgili, Beyaz Saray ve Pentagon arasında yoğun temas vardı. 

ABD düşünce merkezleri kısa vade için Suriye ve Irak’a, orta vade için Rusya ve İran’a, uzun vadeli projeksiyonlar için Çin’e yönelik çalışmalar yapıyor. 

Irak’ın kuzeyinde Kürt devleti kurulması için çalışılıyor. 

Ankara, Barzani ile doğal gaz/petrol karşılığı buna onay vermiş durumda ama ABD, Barzani ile de yakınlaşmamızı da istemiyor, daha da açıkçası ABD ve İsrail, Irak’ın kuzeyinde bizi istemiyor. 

Rusya ile yaşadığımız kriz ve Suriye içine uçaklarımızı gönderemememiz, Rusya’nın El Nusra’yı da vurması ABD’nin de işine geldi. ABD, Türkiye’nin kendi Sünni planından ve vurduğu hedeflerden memnun değildi.  

Şimdi Suriye’de Türkmenleri bahane edip, Rusları şikâyet etmekten başka söyleyecek sözümüz kalmadı. ABD, kendine karada İslamcı müttefik bulamadığını bahane edip, Kürtleri doğal müttefik ilan etti ve PKK uzantısı PYD/YPG’yi açıkça destekliyor. ABD, koridorun açık kalan kısmından IŞİD ve El Nusra’ya yardım gittiğini bahane edip, buraları da Kürtlere teslim etmek niyetinde. 

ABD’de 8 Kasım 2016’da seçimler bitip, yeni başkan direksiyona geçene kadar Ortadoğu ya da başka bir ülkeye yönelik büyük bir operasyon beklenmemelidir. 

Rusların ABD seçimlerinde açıkça Trump’ı desteklemesi, küresel sermayenin adayı Clinton’a uzak durmaları dikkat çekiyor. ABD’nin elini kolunu bağlayan 17 trilyon dolar bütçesine rağmen 65 trilyon dolara ulaşan borçlarıdır. ABD, IŞİD’a karşı savaşın Sünnileri mağdur duruma düşüreceğinden endişe ediyor. 

Obama’nın yeni terörle mücadele stratejisi de ortaya çıktı ;

- Suriye ve Irak’ta karada fazla asker bulundurmadan hava saldırıları ve özel kuvvetler ile mücadele,

- Göçmenlere kapının aralanması,

- Son terör saldırıları nedeni ile ülke içinde silah satışlarının daha sıkı kontrol alınması.

ABD, tehdit değerlendirmesini değiştirdi ve küresel terörden sonra ikinci sırayı Rusya aldı. RAND analizcileri Rusya için ABD ordusuna 120 bin kişilik ilave bir 

insan gücü planlaması yaptı. İlginç olan ABD’nin bir yandan Rus silahlarına olan merakı; S-400’lerden sonra Ruslardan 21 adet MİG-29 savaş uçağı aldılar .

ABD ve Rusya kritik dönemeçteler; biri Pasifik’te yeni bir güç merkezi kurmaya başlıyor, diğeri eski Sovyet cumhuriyetlerinin merkezinde ki konumu nu geliştirme ye. Modernist ABD, Pasifik’te “istisnai ülke” olma rolünden öncelikle ekonomi üzerine bir strateji geliştirme ihtiyacı duyuyor. 

Post-modern Avrupa Birliği ise kendi sınırlarını bile koruyamadığı yüzleşmesi ile karşı karşıya kaldı. Ne Rusya ne de Çin gelecekte Avrasya’nın merkez gücü olabilecek. Rusya, nüfus ve ekonomi yüzünden dağılırken, Çin’i petrol ve doğal gaza bağımlılık yanında ileri teknoloji ile rekabet edememesi bitirecek. 

Kafkasya’da ise Ermenistan-Gürcistan-Azerbaycan üçgenine dikkat. Bütçesi ve bankacılık sistemi krizde olan Azerbaycan hedefteki ilk ülke ve bakanların istifasına varan yolsuzluklar, Aliyev’in kontrolü kaybettiğini gösteriyor.

Uzun zamandır İran’dan bahsetmedik; ABD-İran ilişkileri Humeyni’nin geldiği 1979 yılından beri en iyi durumda, ancak bu doğru bir romantizm değil. 

Ocak ayının sonundan itibaren Amerikalılar, Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) ile İran’ın anlaşmayı uygulayıp uygulamadığını denetlemeye başlayacaklar . 

Sonra sıra İran’ın teröre verdiği destek, Hizbullah ve rejim konuları masaya gelecek. Daha fazla özgürlük ve serbest pazar dayatmaları başlayacak. 

Bu arada ABD’deki İsrail lobisi işi çomaklamak için hükümetten daha iyi hazırlanıyor. Şimdilik İran’a uzatılan havuç ise visa (bankacılık) kolaylıkları. 

2 ay önce İran TV’sindeki bir dizide Türklere hakaret edilince Azeri Türkleri ayaklandı, Azeriler sokağa döküldü. Son 5-6 yıldır Batı, İran’ı kaşıyor, ciddi ciddi üzerinde çalışıyor. İşin ilginç tarafı İran’daki yönetim de halk da ambargonun kalkacağını ve çok rahatlayacaklarını, Batılı gibi olacaklarını sanıyor. 

İran halkı, her zaman kendini Batı kültürüne yakın hissetti ve bunun özlemini içten içe duyuyor. İran seçimlerinde Batıya açılma kartı en iyi iç politika ve seçim malzemesi olmaya devam ediyor. Rus-İran ilişkileri ise hep karşılıklı çıkar üzerine özellikle de yaşanan ambargo ve izolasyonları aşma üzerine olmuş, kültürel bir derinlik hiçbir zaman kazanmamıştır. İlişkiler bugün de daha çok ABD karşısında Suriye’de ki ortak çıkarlar ve silah alış-verişi üzerinedir. 

İlginçtir, İran ABD’den kaçırmak istediği nükleer fazlalıklarını Rusya’ya gönderiyor.

Afganistan’da henüz ufuk gözükmüyor; son iki yılda olanlar bir Milli Birlik Hükümeti kurulması, ABD ve NATO operasyonlarının sona ermesi, Taliban ve Afgan hükümeti arasında yüz yüze görüşmelerin başlamasıdır . ABD askerleri hala ülkede ve Afgan hükümetinin ayakta kalması için oyunlar devam ediyor. 

Pakistan ise Taliban tarafını destekliyor. Liderleri Molla Ömer’in iki yıl önce ölmesinden beri Taliban cephesinde de kırılma belirtileri var ama hala toprak kazanıyorlar. Taliban’ın bölünmesi yeni bir IŞİD ortaya çıkarabilir, nitekim Nangarhar’da bu tür oluşumlar var. 

ABD, Afgan hükümeti ile Pakistan’ın anlaşmasından barış çıkacağını umut ediyor.

Ortadoğu’ya dönecek olursak, fırtına öncesi sessizlik dönemindeyiz. Fransa, Körfez bölgesine bir uçak gemisi gönderdi. ABD Merkez Komutanlığı’nın 60 gemisi yanında Avrupalılar da Görev Kuvveti 50 dâhilinde yeni gemilerle bölgedeki deniz güçlerini takviye ediyorlar . NATO ise 6 Kasım 2015 tarihinde Portekiz’de İspanya, Portekiz ve İtalya’yı kapsayan 6.000 kişilik tarihinin en büyük tatbikatını (Trudent Juncture)  yaptı. Tatbikata 28 ülkeden 230 askeri birlik, 140 savaş uçağı ve 60 savaş gemisi katıldı. Bu arada NATO, sadece 2.080 kişilik ordusu olan Karadağ’ı da ittifaka davet etti. Bu durum bazı üyeler tarafından Facebook arkadaş sayfasına döndük eleştirisine neden oldu . Bu eleştirelerin nedeni ise Baltık ülkeleri ve Türkiye gibi ülkelerin Batının güvenliğine daha çok zararları olduğu düşüncesi. Amerikalılar, Avrupa’daki 30 bin askerlerinin dünya GDP’nin %46’ına sahip Batı Avrupayı değil, ittifakın doğusu için konuşlandığı eleştirisi yapıyor.

Konu NATO’ya gelmişken ittifak içinde Türkiye ile ilgili eleştirelerin arttığına değinelim. Türkiye uzun zamandır Erdoğan’ın İslamcı tavırları ve otoriter eğilimleri nedeni ile takipte idi. Türkiye’nin Rusya ile çekişmesinin ittifak çıkarları için kendi emperyal heveslerinden kaynakladığı tenkidi yapılıyor. 

Türkiye’nin NATO ülkeleri içinde halkın çoğunluğunun ittifaka iyi bakmadığı tek ülke olduğu söyleniyor. Türk halkının 1991, 2003 ve 2012-2015 arasında silah takviyelerinden de memnun olmadığı düşünülüyor. Türkiye’ye karşı tepkiler artıyor. Çek Cumhurbaşkanı Miloş Zeman, “Türkiye’nin bir NATO müttefiki olmaktan ziyade İslamcı Devlet gibi hareket ettiğini ve AB üyesi olması için bir neden bulunmadığını” söyledi . NATO, Rusya’ya karşı Türk hava savunmasını güçlendirme kararı alıyor ama Almanya, mevcut Patriot sistemlerini Türkiye sınırından çekiyor , yerine istihbarat amaçlı AWACS gönderiyor.

Özetle, ne Batıda ne Doğu’da istenmeyen ülkeyiz. Ermenistan, İran, Irak ve Suriye ile aramız bozuk. Rusya ile tarihi ve uzun bir krizin başlangıcındayız. 

Bizi birliğe istemeyen Avrupalılar kadar, ABD ile de ilişkilerimiz şantajlar üzerinden yürüyor. Erdoğan’ın çok güvendiği İslamcı grupları bile şimdi Rusya’nın bilgisi dahilinde toplanıyor, Suudi Arabistan başta olmak üzere Arap ülkeleri İran’a yanaşan ABD’den daha çok Rusların yolunu gözlüyor. 

Amerikalıların müttefiki PKK/PYD, Rusya’da şube açıyor. Erdoğan ise gündem değiştiriyor; ODTÜ’de namaz kılan öğrencilere saldırı olmuş.. 

ABD ve Rusya, Ortadoğu’dan elimizi ayağımızı kesmek için uçak krizini; Kürt koridoronu kurana ve bölgenin yeni haritasını tamamlayana kadar aleyhimizde kullanacaklar. 

Türkiye-Rusya ilişkilerinin düzelmesi her iki ülke için de jeopolitik bir zorunluluk ve ABD’ye karşı güç dengesi gereğidir.


***

2016’ya Girerken Türkiye ve Dünya.. BÖLÜM 1

2016’ya Girerken Türkiye ve Dünya..  BÖLÜM 1




Doç.Dr.Sait Yılmaz

İçimden hiç yazmak gelmiyor, günlerdir bu yazı bir kenarda bekliyor. Ülkenin içinde olduğu kasvet kadar, ülkeyi yönetenlere olan inançsızlık uzun zamandır beni alıkoyuyor. O yüzden Türkiye dışı konulara; ABD’ye, uzaya, kutuplara, Kuzey Kore’ye sardım bir süredir. 

Ancak, Türkiye, 2016 yılına çok önemli iç ve dış gelişmelerin sarmalında giriyor ve yeni yılda bizi çok önemli dönemeçler bekliyor. 

Bu yüzden yeni yıla genel bir Türkiye ve dünya değerlendirmesi ile girmek iyi olacak. 

Türkiye’nin içinde bulunduğu önemli parametreleri şu şekilde sıralayabiliriz;


- Ülke içinde devam eden bölücü terörle mücadele,

- Türkiye’yi “de facto” olarak başkanlık rejimine dönüştürmeye çalışan ve hukuksuzluğu kendine güç unsuru edinmiş bir Cumhurbaşkanı ve iktidar partisi,

- Ülke içi kutuplaşma, demografik yapımızda ve ekonomide çalan çanlar,

- Suriye’de yıllardır süren iç savaş destekçiliğinin iflası ve bu savaşın yarattığı sorunlar,

- Rusya ile yaşanan krizin yol açtığı gelişmeler. 


Bu gelişmelerin pek çoğu son 14 yılın yani AKP iktidarının yanlış politikalarının ülkeyi getirdiği açmazlar ile ilgilidir. 2016 yılında bizleri neler beklediğini;  dünyadaki gelişmelerden ve bunların Türkiye’ye olan ve olabilecek yansımalarından da ayrı tutamayız. Bu nedenle, dünyadaki gelişmelerin neresindeyiz, sorusu ile işe başlamak zorundayız. Halen üç ana büyük kriz halen dünyadaki güvenlik ortamının ana meselesidir;

- Ortadoğu’da mezhep savaşının doğurduğu IŞİD tehlikesi ve Suriye başta olmak üzere bölge ile ilgili harita düzenlemeleri,

- Doğu Ukrayna’daki ayaklanma ve Kırım’ın Ruslar tarafından ilhakı,

- Avrupa’da 2008 yılından beri devam eden ekonomik kriz,

- Güneydoğu Asya’da uzun vadeli olarak kaynamakta olan kazan.

Bundan yüzyıl önce Osmanlı İmparatorluğu’nun da içinde olduğu Birinci Dünya Savaşı’nın kırılma yılının içinde idik. 2015 yılının en önemli 10 gelişmesi ise şu şekilde sıralanabilir;

- IŞİD saldırılarının üç kıtaya yayılması,

- Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi,

- Avrupa’ya yönelik göçmen krizi,

- ABD ile İran arasında nükleer görüşmelerin anlaşma ile sonuçlanması,

- Yunanistan borç krizine AB çözümü,

- Suudi Arabistan’ın Yemen’e müdahalesi,

- Çin’in Güney Çin Denizi’nde suni adalar inşası,

- ABD’nin Trans-Pasifik Ortaklık Anlaşması’nı tamamlaması,

- Latin Amerika’da Arjantin, Venezüella ve Brezilya’da sol kalelerin düşmesi,

- Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesi.

2016 yılına girerken Türkiye’de yaşanmakta olan rejim krizi ile ilgili konuları diğer yazarlarımıza bırakalım. Bu yazıda; bölücü terörle mücadelede gelinen aşama, Suriye ve Irak’ta düştüğümüz durum, özelde Rusya ile ilişkilerin geldiği boyut ile ilgili bir analiz yapalım. Son bölümde ise 2016’ya girerken dünyanın genel haline kısa bir bakış atalım.

Bölücü terörle mücadelede hangi aşamadayız?

22 Temmuz’dan itibaren hükümetin terörle müzakereden terörle mücadele sürecine geçişi kritik bir safhaya ulaştı. Güvenlik güçlerimizin canla-başla mücadelesinde terör örgütüne çok önemli darbeler vurulmakla birlikte, henüz daha işin başındayız ve önümüzde uzun bir yol var. 

Örgütün kırsal ve şehirlerde uzun zamandır başıboş kalmasının, güvenlik güçlerimizin yıllardır örgüt tarafından şehirleri tahkim etmesi karşısında eli kolu bağlı bırakılmasının suçu valilere atılsa da konu siyasi iktidarın sorumluluğu ve inisiyatifinde idi. Düşünün bir şehre 10 ton patlayıcı bulunuyor; bu patlayıcı nasıl taşındı ve devletin neden haberi olmadı? Terör örgütü ve yandaşı siyasi parti HDP’nin yıllardır Türkiye’de bir iç savaş yapmak için hazırlandığı, bunun için de patlayıcılar ve düzenekler ile bir strateji dâhilinde birlikte çalıştıkları ve halen de birbirlerini takviye ettikleri açıkça görülmektedir. 

Gelinen aşamada kırsalda askerler karşısında barınamayan PKK, tamamen şehirlere kaçtı ve saklandığı mahallelerde şantaj altına aldığı halkı kullanarak, Suriye’de öğrendiği kanton stratejisini uygulamaya çalışıyor. PKK’nın barikat-mayınlama-çocukların kullanılması-sniper (keskin nişancı) uygulamalarından bu stratejiye uzun zamandır hazırlandığı ortaya çıkıyor. Arkasına gizlendiği halkın tahliye edilmemesi, sıkıştığı evlerde imha olmaması için de HDP devreye girip, halkı yönlendirmeye çalışıyor. Özetle, mahalleye giren yolların üzerine barikat koyup, mayın döşüyor, çocukları da önlerine dizip, evlerden sniper ile güvenlik güçlerine ateş ediyor, evlere girilince de bu tuzak devam ediyor ve önceden hazırlanmış hendekler vasıtası ile kaçmaya çalışıyorlar. 

Bu arada ölü yakalanan üç sniper elemanının Alman vatandaşı çıkması dikkat çekiyor. 

Askerler kısa sürede kırsalı terör örgütüne dar ettiler, insansız hava araçları çok iyi kullanılıyor. Emniyet güçlerinin mayına karşı korunma kabiliyetleri sınırlı olduğu için askerler de şehirlerdeki mücadelede etkin yer alıyor. Örgüte üst üste önemli darbeler vuruluyor. Dikkat çeken diğer bir husus terör örgütünün eleman yetersizliği nedeni ile niteliksiz insanları (tombalacı eroinman, işsiz vb.) kullanması. Toplumdan uzaklaşmış, ezik, insanlığa hınç dolu insanları seçiyorlar, IŞİD örneğinde olduğu gibi bunlara para ve kadın vaat ediyorlar Bu kişiler acele toplanmış, patlayıcı eğitimi verilip şehirlere sürülmüş. 

Haberleşmelerinde bunlara “arkadaş” jargonu kullanılmıyor, patlayıcı ve hendek kazma işlerinde kullanılıyorlar. Sona geldiklerinde “kendinizi patlatın” deniyor, ölmeleri umursanmıyor. Siyasi alanda; PKK, HDP ve elebaşı Apo’dan bağımsız hareket ediyor. PKK, şehirlerde başlattıkları eylemler ile inisiyatif almak istiyor, uyacaklarsa onlar (HDP ve Öcalan) bana uysun diyor. HDP ise ikisine de yakınlaşmakta kararsız. Apo, kendine rol bekliyor, bunun için bana ihtiyaç duyulsun diye umuyor, böylece liderliği tekrar alacağını düşünüyor. 

PKK şu anda oldukça güçsüz ve sıkışmış durumda ve tek kurtulma stratejisi halkın arkasına saklanmak. Halk da PKK, HDP ve bölgedeki çatışmalar arasında sıkışmış durumdadır. Doğu’dan son birkaç ayda 300-400 bin kişi, Batıdaki akrabalarının  yanına göç etti. Şehirlerdeki çatışmalardan bir an önce sonuç alınması için halkın bir süreliğine de olsa tahliyesi, sıkıyönetim şart gözüküyor. 

Asayiş demokrasisi örgütün ve yandaşlarının işine yarıyor. Özetle, evlerin tek tek örgüt elemanlarından temizlenmesi gerekiyor.

Şu ana kadar gelinen aşama, terör örgütünün Suriye’nin kuzeyinde başarılı olduğunu sandığı kanton stratejisini güney şehirlerimizde bir kuşak boyunca uygulama gayreti ve güvenlik güçlerimizin devam eden, vatandaşlarımıza bir zarar vermeden, örgütü bertaraf etme gayretidir. Uzun zamandır ara verilen ve bu yüzden örgüte önemli mevziler kazandıran terörle mücadelede henüz inisiyatif terör örgütündedir. Güvenlik güçleri öncelikle terör örgütünün inisiyatif aldığı bu stratejiyi boşa çıkarmakta yani reaktif konumdadır. Yapılması gereken inisiyatif almak yani proaktif bir stratejiye geçmektir. Bunun için önerilerimiz şunlardır;

- Terörle mücadelede öncelik avcı stratejisidir; örgütün lider kadrosunu hedef almaktır. Türkiye bu konuyu uzun zamandır ihmal etmiştir. Bu kapsamda ses getiren sonuçlar alınması, örgütün çözülmesini kolaylaştıracaktır.

- Terör örgütünün yurt dışındaki yuvalarına girilmeli, üs-ikmal ve barınma imkânları ortadan kaldırılmalıdır. Yani örgüte yaşam alanı bırakılmamalı, dağılmaya zorlanmalıdır. Bu kapsamda, Irak’ın kuzeyine yönelik kapsamlı bir kara harekâtına ihtiyaç vardır.

- Terörle mücadelenin üç boyutu; terörist, terör örgütü ve terörizm ile ayrı ayrı mücadeledir. Terörle mücadele silahsız olmaz ama sadece silah ile de kazanılmaz.  Terörizmle mücadele kapsamında psikolojik, sosyal ve ekonomik anlamda tedbirler halka hissettirilmelidir. Bölge vatandaşını devletine bağlı tutmak için uzun zamandır denenen İslamlaştırma yerine Atatürkçü yaklaşım en doğru strateji olacaktır.

Yukarıda saydıklarımızdan çok daha önemli olan husus ise hükümetin terör örgütü ile bir daha asla masaya oturmayacağı sözünün arkasında olmasıdır. 

Bu güvenlik güçlerimizin en önemli moral motivasyonudur. Hükümetin terör örgütü ya da uzantıları ile tekrar görüşmelere başlayabileceği ya da bu konuyu kendisine siyasi rant meselesi haline getirebileceği şüphesi yaşanmamalıdır. 

Türkiye, Suriye’de sona geldi, Irak’ta “varım” demek istiyor..

Türkiye’nin son dönemde ulusal güvenliğini etkileyen önemli uluslararası gelişmeler şunlardır;

- Ukrayna ve Suriye’deki Rus varlığının artması, bunun Suriye ve Karadeniz bölgesinde olabilecek yeni yansımaları; Putin’in deniz kıyılarına yakın 5 yeni karargâh kurma kararı iyi bir haber değildir.

- Irak ve Suriye’de genişleyen Kürt grupların toprak edinme heveslerine ABD’den sonra bölgede etkinlik kazanan Rusya’nın da olumlu bakması; 

PYD/PKK’nın Cerablus-Azez arasındaki bölgeyi de işgali ile Kürt koridoru tamamlanabilir.

- Rus uçağının düşürülmesi sonucu Rusya ile Suriye-Irak üçgeni başta olmak üzere, yaşanabilecek krizler; Türkiye’nin Rus ambargosun aşma yönünde enerji alanında yaptığı çalışmalar, İsrail ile yakınlaşma.

- Ortadoğu, Afganistan, Kuzey Afrika ve Afrika boynuzu, Kafkasya ve Orta Asya’da artan İslamcı kutuplaşmanın Türkiye’ye yansımaları; muhtemel göçler, yeni saldırılar ve Arap dünyasının terörle mücadele ittifakı.

Türkiye için iki uluslararası gelişme 2011 yılından beri Ortadoğu’da oynamaya çalıştığı rollerin bir kenara itilmesine, deyim yerinde ise büyük birer şantaj altında masadan eli boş kalkmasına neden oluyor ;

- Paris saldırıları sonrası; Ortadoğu’da IŞİD’in yok edilmesi için Türkiye’ye yönelik artan baskı, İncirlik’in açılması, Türkiye’nin Suriye üzerindeki ihtiraslarından vazgeçmesi ve Batının emrinde olması şantajı,

- Rus uçağının düşürülmesi sonrası; Türkiye’nin Suriye’de desteklediği Sünni cephe üzerindeki tasarruflarının büyük ölçüde elinden alınması, desteklenen 

70 bin kişilik Sünni savaşçının kaderinin artık Ruslar ve ABD’ye kalması.

BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya inisiyatifinde alınan son kararlar ile birlikte;

- 1 Ocak’tan itibaren başlayacak ateşkese IŞİD ve El Nusra’nın başını çektiği Sünni direnişçiler dâhil olmayacak yani Batılı güçler ve Ruslar bunları yok edecek,

- Suriye’de geçiş dönemi Esatlı olacak, yani en az 2 sene daha Esat, Suriye’nin başında olacak ve muhtemelen yeni Suriye ya da Alevi devletinin başında 

Esat veya ona yakın bir isim bulunacak.

Suriye-Irak-Türkiye üçgeninde gelinen aşama; 

- “Esatsız Suriye” ile “Suudi Arabistan ve Katar için Sünni eksen” kurma hayallerimizin sonu,

- Yüz binlerce Suriyeli ve diğer Müslümanın iç savaşta boşu boşuna heba edilmesi, milyonlarca göçmen ve tonlarca gözyaşı,

- Irak’ın kuzeyinden sonra Suriye’nin kuzeyinde de Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden bölücü Kürt oluşumları,

- Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine geçmesi yasaklanmış bölücü terörle mücadelesi, 

- Bütün bölge Amerikan ve Rus üssü, diğer tarafta IŞİD büyük bir bölgeyi işgal etmiş iken Arap Birliği’nin Irak’ın kuzeyinde birkaç yüz Türk askerine tahammül edememesi,

- ABD ve Rusya’nın bölgede çıkarları için sağlam adımlarla ilerlerken bizim payımıza göçmenler, ambargolar ve şantaj dayatmaları düşmesi.

Batının Türkiye sınırındaki tek koridorun da kapanmasını istemesi; IŞİD ve El Nusra’ya yardım trafiğinin kesilmesi, yani S.Arabistan ve Katar’dan Türkiye’ye gelen paranın da kesilmesi demek. Hükümet, bu iki ülkenin parası ile aynı zamanda Türkiye’deki seçmenleri dâhil 13 milyon kişiyi besliyordu. 

IŞİD ve El Nusra cephesine Türkiye’den 20-25 bin Türk var; bunların 14 bini Konya’dan, 4 bini Adıyaman’dan gitmiş. Türkiye sınırlarında 2.5 milyon Suriyeli göçmen besliyoruz. AKP döneminde Türkiye’ye 400 bin Arap yerleşmiş ve bu sürede toplam 45 bin çocuk sahibi oldular. 

Gaziantep’te daha önce çalışacak İnsan bulunamadığı için sanayi bölgesi kurulamazken bugün Suriyeliler sayesinde yedincisi kuruluyor. 

PKK/PYD, 2015 içinde Suriye'de kontrol altında tuttuğu alanı 2 kat artırmış. PKK/PYD terör örgütü, halen ABD ile ortak operasyon ile etkinliğini IŞİD’in 

merkezi Rakka'ya doğru yaymaya çalışırken; Rusya ve Esat rejimi ile işbirliği yaparak Carablus-Azez arasındaki bölgeyi işgale hazırlanmaktadır. 

Kısa bir süre önce PKK/PYD, Suriye Ordusundan ve muhtemelen Rusya'dan aldığı zırhlı araç, tank, füze ve askeri kamyon desteği ile Cerablus çevresindeki 

yığınağını artırdı. Yani PYD/PKK da Suriye ve Rusya'nın desteği ile bu bölgeye girmeye hazırlanıyor .  Türkiye, bu aralar Suriye’de ateşe attıklarını kurtarmaya, 

Irak’ta ise “ben de varım” demeye çalışıyor. 

Aslında ne yaptığını da pek bilmiyor. Kamuoyuna yönelik olarak İsrail ile barışma propagandası ile gündem değiştiriliyor. Erdoğan, Hamas liderinin ülkeden gönderilmesi karşılığında İsrail’in Gazze’deki blokajının sona ereceğini düşünüyor . İsrail ile görüşmelerin arkasında ne var, neler veriyoruz, sıralayalım;

- İsrail’in Gazze uygulamalarına sesimizi çıkamayacağız,

- Suriye’de radikal İslam yerine zayıf bir Esat yönetimi isteyen İsrail ile aynı politikaya dönüyoruz,

- Doğu Akdeniz’de enerji konusunda İsrail ile işbirliği, 

- PYD/PKK yerine Barzani üzerinde ittifak.

ABD, Türkiye’nin Suriye’den dışlanmasından memnun, elimiz kolumuz bağlandı. Terörle mücadelemiz Türkiye sınırlarına hapsedildi. Şimdilerde Türkiye’den üç isteği var, bu istekleri Joe Biden başkanlığındaki heyete bildirdiler;

- IŞİD ve El Nusra’ya yardımı tamamen kes yoksa koridoru kapatıyoruz,

- IŞİD’a yönelik harekâta aktif olarak katıl,

- Kürt meselesini masada çöz.

Suriye-Irak Cephesinde ses çıkmıyor..

ABD’nin Suriye ve Irak hava harekatı günlük 9.5 milyon dolara mal oluyor. Yükü hafifletmek için İngiltere ve Fransa’dan sonra Almanya da bölgeye sevk edildi. 

Kasım 2016 seçimlerine az kaldığından Obama, bölge için radikal bir karar almıyor. Yeni Suriye stratejisi uzun savaşın devamı, bölgeye biraz daha özel kuvvetler takviyesinden başka bir yenilik getirmiyor. PYD/PKK bölgesinde Hasaka’da yeni bir askeri üs kuruyorlar . ABD; Türkiye-Irak-Suriye Kürtleri arasında nasıl bir denge kuracağının arayışı içinde; bu üç grubun bir araya gelmesi mümkün değil, gelmesi de Ortadoğu’da felakete yol açar. 

Rus hava saldırılarının %90’ı Erdoğan’ın muhalif güçlerini hedef alıyor. Ruslar, Suriye rejimini sadece hava kuvvetleri ile değil topçusu ile de etkili bir şekilde destekliyor . 

Türkiye’den destek gelmeyince Esat güçleri mevzi kazanmaya başladı. Rusya’nın planı; Esat olsun ya da olmasın Suriye’de üslerini bulundurabileceği bir rejimi ayakta tutmak. Bölgedeki çatışmalarda 6 generali ölen İran, Rusların rollerini çalmasından memnun değil. Putin’in Tahran ziyareti bunu hafifletmeye yönelikti. Sorun Şii bir devlet, Ruslar ile birlikte nasıl kurabilir? Putin, İran ile koordine etmeden bir hükümet kurulmayacağı garantisi verdi. Bu arada İran bölgede kuvvet kaydırmaya başladı .  Suriye için Alevi-Sünni-Kürt bölgeleri olan bir yeni Lübnan’dan ülkenin beş devlete bölünmesine kadar pek çok alternatif konuşuluyor. Sonuçta Araplar, İsrail’in varlığını tanıyacak, yeni harita ile İsrail yanlısı veya Batıya kafa tutamayacak minik minik birçok devlet kurulmuş olacak. Türkiye’ye dönecek olursak, ABD için AKP’ni kullanım süresi hala bitmedi. Elindeki en kullanışlı kart o, ne derse yapıyor; Irak’ın kuzeyine girmiyor, Barzani ile iyi geçiniyor, İran’dan sonra Rusya ile de ilişkileri de bozdu, Çin füze ihalesini bile iptal etti. Kürtler ise ABD tarafından IŞİD cephesinde harcanma stratejisinin farkında ve bu işi Batının kendisinin çözmesi gibi sesler çıkarmaya çalışıyorlar. 

Bu da ABD tarafında memnuniyet yaratmıyor .

ABD’nin eğittiği 30 bin Irak askerinin içinden 6 büyük tabur çıkaran IŞİD, Amerikalıların Irak’tan çekilen üç tümeninden kalan Humvee araçları ve M1 Abrams tanklarını da edinmişti . IŞİD, kurduğu devleti 12 ayrı idari bölgeye ayırıp, güçlü bir hükümet yapısı ile sağlık hizmetlerinden fırıncılığa her hizmeti düzenliyor, mahkemelerinde kendi yasalarını uyguluyor. Petrol gelirleri günlük 2 milyon dolara ulaşıyor. Türkiye’de gizli lojistik üsleri var. 

IŞİD devleti içinde CIA, FBI, M5, MI6, Mossad, FSB gibi istihbarat örgütlerinin şubeleri var . IŞİD, strateji değiştirdi ve artık sadece yakın düşmana değil, uzaktakilere de saldırmaya başladı. Ancak, IŞİD, gücünün sınırına ulaştı. IŞİD’in stratejik planına göre; 2016’da küresel savaşa başlıyor ve 2020’ye kadar kesin zafere ulaşacak. Bu daha önce açıkladığımız El Kaide stratejisi ile de uyumlu gözüküyor. Tüm ülkeler IŞİD’i hedef gösteriyor ama kimsenin önceliği 

IŞİD değil. Bununla beraber, mesele IŞİD’tan boşalacak bölgeyi kimin dolduracağı ile ilgili hesaplardır. Bu yüzden şimdilerde IŞİD ile ilgili haberler azaldı, Musul’da da hareketlenme yok, çünkü ipler dışarıda. Rusya ile süren kriz nedeni ile ABD, Türkiye’nin IŞİD’a karşı hava harekatına katılımını da ertelemiş .

Irak’ın kuzeyine gelince; Musul, Haziran 2014’den beri IŞİD’in kontrolünde ve Barzani, Musul petrolüne konmak için Türkiye ile enerji pazarlığına güveniyor. 

Barzani için de ekonomi yani kişisel servetini geliştirme Kürtçülüğün önünde. Suriye’den kovulan Türkiye, Irak’ta Barzani ile varım kartını oynamaya çalıştı. 

1 Aralık 2015’te Erdoğan’ın Katar’a gitmesinden birkaç gün sonra, 4-5 Aralık’ta Türk askerlerinin Musul’u takviye ettiği haberleri çıktı. Bu işin arkasında Katar gazı enerji projesi ile Bağdat yönetimine bir şantaj yapıldığı anlaşıldı . Rusya ve İran’ın kışkırttığı Bağdat yönetiminin tepkisini ve BM Güvenlik Konseyi tehlikesini görünce askerlerimizi çektik ve büyük prestij kaybettik. Kısa vadeli de olsa Türkiye-Barzani işbirliğinin inandırıcılığı yok. ABD, Türkiye’yi Barzani ile birlikte görmek istemiyor, kendi özel alanından çıkmasını istiyor. Barzani ise Rusya bıraktığı için ABD’nin kucağına düştü ve ona mecbur. 

Arap Birliği’nden gelen Türkiye’nin Irak’ın kuzeyindeki faaliyetlerini tehdit olarak niteleyen açıklamalar, aslında başından beri Arap sokaklarına oynadığını sanan Erdoğan’ın ne kadar sığ bir denizde yüzdüğünün de göstergesi oldu. Bir yandan da 34 Müslüman ülke tarafından anti-terörizm koalisyonu kurulması düşünülüyor. 

Bu koalisyona liderlik etmesi Türkiye’yi radikal İslamcıların hedefi haline getirebilir . 

Diğer bir komedi ise terörizme karşı askeri bir ittifak kurulması projesi. 

Bu ittifakın da terörizmi değil, İran’ı hedeflediğine şüphe yok. Irak ile ilgili son sözümüz Türkmenler üzerine olsun. AKP iktidarı Irak Türkmenlerini hep horladı, dışladı, yok saydı. Türkmenlere, ABD ve Barzani tarafından yapılan saldırıların medyada verilmesini bile engelledi. 


Bugün de ne Irak ne de Suriye Türkmenleri umurundadır. Son birkaç aydır oynadığı milliyetçi görüntü içinde Suriye politikalarına Bayırbucak Türkmenlerini  kalkan yapmaya çalıştı. Şimdi onlar Esat’ın, Irak Türkmenleri ise daha önce olduğu gibi Barzani’nin insafına bırakıldı. Son sözümüz Barzani ve Suriye Kürtlerine olsun. Bölgede akıl oyunları oynanıyor, bunları siz göremezsiniz. Ama yardımcı olayım; bir oyunda her zaman bir kurban vardır ve stratejinin esası her zaman kurbana istediğini sandığı şeyin bir parçasını vererek, kontrol altında tutmaktır. Sonrası? Keşke biri söyleseydi diyeceksiniz, kopya çekmek yok. Kaddafi’ye bakın, öldüğünüzü defalarca kontrol edecekler.


2. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***


21 Mart 2021 Pazar

DOĞU AKDENİZ’DE DENİZ YETKİ ALANLARININ PAYLAŞILMASI SORUNU VE TÜRKİYE BÖLÜM 5

DOĞU AKDENİZ’DE DENİZ YETKİ ALANLARININ PAYLAŞILMASI SORUNU VE TÜRKİYE BÖLÜM 5

 
Doğu Akdenizde Yetki Alanlarının Paylaşılması, Sorunu, Türkiye, Cihat YAYCI, Doğu Akdeniz, Kıbrıs, ilgili kıyıdaş, deniz yetki alanlarının, sınırlandırılması, Münhasır Ekonomik Bölge MEB, Enerji, Münbit hilal yayı, İsrail, Lübnan, Suriye, Türkiye, Irak, İran,


4. SONUÇ VE ÖNERİLER 

Hâli hazırda Türkiye’nin ise Karadeniz haricinde, antlaşmalarla sınırlandırılmış münhasır ekonomik bölge niteliğinde deniz yetki alanı bulunmamaktadır.110 Doğu Akdeniz’in yanı sıra, Orta ve Batı Akdeniz’de birçok devlet arasında deniz yetki alanlarının belirlenmesine yönelik çeşitli antlaşmalar yapılmış ve münhasır ekonomik bölge ilanında bulunulmuştur.111 

Doğu Akdeniz’de GKRY ve Yunanistan; uluslararası hukuk ve meşruiyete aykırı olarak, diğer kıyıdaş devletler ile ikili ya da çok taraflı sınırlandırma antlaşmaları akdetmekte ve fiili uygulamalarda bulunmaktadır. Bu suretle Türkiye’nin canlı,112 cansız kaynaklardan yararlanmasını engellemek ve Türkiye’yi uluslararası kamuoyu nezdinde emrivakilerle karşı karşıya bırakmak istemektedir.113  
Yunanistan ve GKRY ikilisi, bu amaç doğrultusunda uluslararası kamuoyunu kullanmakta ve etkilemektedir. Bu hususa alakalı olarak, Türkiye’ye Antalya Körfezi’nde küçük bir alan bırakan deniz yetki alanları haritasının Avrupa Birliği ve Birliğe bağlı bazı kuruluşlar tarafından kullanılması örnek verilebilir.114
Ayrıca somut örneklerden biri de Avrupa Birliği Komisyonu'nun 14 Ekim 2009'da açıkladığı 2009 yılı Türkiye İlerleme Raporu’nun 32’nci sayfasında “Bölgesel Konular ve Uluslararası Yükümlülükler” başlığı altında yer alan “Kıbrıs” alt başlığının 4’üncü paragrafında Akdeniz'deki petrol arama çalışmaları konusunun yer almasıdır. 
Bu raporda Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nden yana bir tavır sergilenerek, Türk Deniz Kuvvetleri’nin Akdeniz'deki sivil petrol arama çalışmalarına engel olmasını kınayan ifadelere yer verilmiştir.

Türkiye, bugüne kadar bölgedeki haklarını korumaktaki kararlılığını göstermek üzere, sismik araştırmalar dâhil 115 devlet uygulamaları 116 yapmış ve muhtemel MEB’indeki haklarına tecavüz girişimlerinin başarıyla bertaraf etmiştir.117 Bununla birlikte 032º16'18’’D boylamı ile 027º22’D ile 028º00’D boylamları arasında ve 34º00’K enlemi kuzeyinde kalan sahalarda hakları olduğunu çeşitli vesilelerle münferit olarak beyan etmiştir.118 

Ancak Türkiye’nin henüz Birleşmiş Milletler’e GKRY’nin yaptığına benzer bir MEB bildirgesi ya da diğer kıyıdaş devletlerle deniz yetki alanı sınırlandırma antlaşması mevcut değildir.
Yunanistan ve GKRY ise halen Doğu Akdeniz’de tek başına inisiyatif alma girişimlerine devam etmektedir.119 GKRY’nin başta ruhsat verdiği 12 numaralı120 saha olmak üzere Kıbrıs adasının güneyinde hidrokarbon kaynakları arama ve çıkarma faaliyetleri sürmektedir.

   Açıkça anlaşılacağı üzere, Türkiye bugüne kadar izlediği düşey hatlar, sınırlı ilgili kıyı ve kısıtlı sayıda ilgili kıyıdaş gibi eksik teknik ve yaklaşımlar nedeni ile deniz yetki alanını minimalist bir yaklaşımla ortaya koymuştur. GKRY ise izlediği yaklaşımla hem hak ettiğinden çok daha büyük bir deniz yetki alanında hak iddia etmiş hem de bu iddialarını imzaladığı antlaşmalarla fiilen hayata geçirmiştir. Esasen GKRY’nin imzaladığı bu antlaşmalar aynı zamanda Türkiye’nin İsrail ve Lübnan ve hatta Mısır ile antlaşma yapma imkânının ortadan kaldırılmasına yönelik hamlelerdir. Gerek GKRY’nin Libya ve Yunanistan ile gerekse Yunanistan’ın GKRY, Libya, Mısır ve hatta İsrail ile yapmaya çalıştığı MEB antlaşmalarına dair haberler bu hamlelerin artarak devam ettiğini göstermektedir.121

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları üzerindeki hak ve menfaatlerine zarar getirecek en kötü senaryo; GKRY ile Yunanistan’ın deniz yetki alanlarının paylaşımına dair bir antlaşmayı imzalamasıdır.122
   Bu kötü senaryo gerçekleşmeden, Doğu Akdeniz’de öngörülen münhasır ekonomik bölgenin iç hukuk düzenlemeleri ile paralel olarak ilan edilmesi önemli bir seçenek olarak ortaya çıkmaktadır. Zira bugün için Birleşmiş Milletler’e tek taraflı MEB ilan ettiğini duyuran 32 devlet bulunmaktadır.123 

   Ayrıca, Türkiye’nin milli uygulama tarihinde Karadeniz’de önce MEB ilan etmiş, daha sonra kıyıdaşlarla sınırlandırma antlaşmaları akdetmiş olması buna benzer bir örneği oluşturmaktadır.124

   Ancak henüz Türkiye’nin bir "Münhasır Ekonomik Bölge Kanunu" mevcut değildir.125

Türkiye bugüne kadar sadece düşey hatlar ile sınırlandırma yapmayı öngörmüş ve dolayısıyla ilgili kıyı ve kıyıdaşları çok sınırlı tutmuştur. 

Bu eksik teknik ve yaklaşım nedeni ile deniz yetki alanını minimalist bir yaklaşımla ortaya koymuştur. Hâlbuki Türkiye’nin deniz hukukunun ilgili hüküm ve prensipleri ile uluslararası mahkeme ve hakem kararları ışığında Mısır ve KKTC’nin yanı sıra İsrail, Libya, Lübnan ve Suriye ile ilgili kıyıdaşlar olmaları nedeni ile deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına dair antlaşmalar imzalaması mümkündür ve gereklidir. Bu şekilde imzalanacak antlaşmalar Türkiye’nin olduğu kadar, bahse konu kıyıdaşların da (GKRY ile deniz yetki alanları sınırlandırma antlaşmaları akdetmelerine nazaran) menfaatinedir. 

Türkiye’nin İsrail ve Mısır ile yapabileceği bu sınırlandırma antlaşmalarına istinaden, Kıbrıs Adası güneyinde GKRY’nin ilan ettiği 1, 4, 5, 6, 7, 8, 10, 11 ve 12’nci parsellerinde MEB haklarına sahip olması söz konusudur.

Diğer yandan, KKTC de müstakil ve egemen bir devlet olarak deniz yetki alanlarına sahiptir ve her devlet gibi gerek MEB ilan etme ve gerekse 
sınırlandırma antlaşmaları akdetme hakkı vardır. Yapılan çalışmalarda KKTC’nin, Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail ve Mısır ile deniz yetki alanları sınırlandırmasına esas olan karşılıklı kıyıları bulunduğu görülmektedir. Bu durumda KKTC’nin, GKRY’nin ilan ettiği 3 ve 13 numaraları parsellerin tümünde, 2, 9 ve şu anda sondaj faaliyeti icra ettiği 12 numaralı parsellerin ise bir kısmında doğrudan haklarının mevcut olduğunu ifade etmek mümkündür.

Bu çerçevede, Türkiye ve KKTC’nin uluslararası deniz hukuku çerçevesinde öncelikle Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarını kapsamlı olarak yeniden belirleyerek MEB ilan etmesi ve müteakiben ilgili tüm kıyıdaşlarla antlaşmalar akdetmesinin önemli olduğu düşünülmektedir.

KAYNAKÇA 

“Akdeniz'de Zehirli Balık Uyarısı.” Radikal Gazetesi, 24 Temmuz 2008. Erişim tarihi 17 Şubat 2012.
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&Articl eID=890102&CategoryID=85.
“Case Concerning The Continental Shelf (Libyan Arab Jamahiriya/Malta).” ICJ Reports No.68, 3 June 1985.
“Court of Arbitration for the Delimitation of Maritime Areas Between Canada and France: Decision on Case Conserning Delimitation of Maritime Areas (Saint Pierre and Miquelon).” ILM, Vol. 31, 10 June 1992.
“Court of Arbitration for the Delimitation of The Continental Shelf (United Kingdom of Great Britain and Northern Ireland and The French Republic).” 30 June 1977.
“Delimitation of The Continental Shelf (United Kingdom of Great Britain and Northern Ireland and The French Republic), 30 June 1977.” İçinde International Boundary Cases: The Continental Shelf, Vol. I. Cambridge: Grotius Publications Limited, 1992.
“Guine/Guinea-Bissau Maritime Delimitation Case (Court of Arbitration Constituted Under an Agreement of 18 February 1983).” 14 Şubat
“Hristosyas Türkiye'yi BM'ye Şikayet Etti.” Hürriyet Gazetesi, 24 Kasım 2008. Erişim tarihi 17 Şubat 2012. http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=10431556.
“Mediterranean Sea.” Erişim tarihi 12 Ekim 2011. http://www.essentialcrystalsalt.com/crystal-salt/dead-sea-salt-scrub- reviews.
“Mısır Yeniden Rumlara Destek Çıktı.” Milliyet Gazetesi, 8 Ağustos 2007. Erişim tarihi 17 Şubat 2012. http://www.milliyet.com.tr/2007/08/08/son/sondun21.asp.
“Osmanlı Döneminde Bir İmparatorluk Dili Olarak Türkçe.” Erişim tarihi 16 Şubat 2012. http://www.osmanli.org.tr/osmanlidaegitim.php?bolum=7&id=200.
“Osmanlı Tarihi Uygarlığı.” Erişim tarihi 16 Şubat 2012. http://www.scribd.com/doc/75580345/72036939-Osmanl%C4%B1- Tarihi-Uygarl%C4%B1%C4%9F%C4%B1.
“Rumlar Ege’nin Güneyine de Göz Dikti.” CNNTURK, 10 Şubat 2007. Erişim tarihi 17 Şubat 2012. http://www.milliyet.com.tr/2007/02/10/son/sonsunll.asp.
“Samsun-Ceyhan Boru Hattı Projesi’nde Önemli Adım.” 22 Ocak 2010. Erişim tarihi 18 Mart 2011. http://www.sanayiden.com/tr/haber/4/samsun-ceyhan-boru-hatti- projesi-8217;nde-onemli-adim.html.
“TPAO, Akdeniz'deki petrol arama çalışmalarına başlıyor.” Milliyet Gazetesi, 29 Mart 2007. Erişim tarihi 17 Şubat 2012. http://www.milliyet.com.tr/2007/03/29/son/soneko19.asp.
“Turkish oil exploration ship sets out to contest Cyprus drill rights.” Erişim tarihi 14 Ekim 2011. http://www.cyprus- mail.com/cyprus/turkish-oil-exploration-ship-sets-out-contest-cyprus- drill-rights/20110924.
“Türkiye Dediğini Yapar .” Akşam Gazetesi, 13 Ağustos 2011. Erişim tarihi 17 Şubat 2012. http://www.aksam.com.tr/turkiye-dedigini-yapar- -61139h.html.
“Türkiye'ye Akdeniz'de Büyük Oyun.” Bugün Gazetesi, 29 Kasım 2011. Erişim tarihi 16 Şubat 2012. http://medyarazzi.com/haber/20111129/452762/0/turkiye-ye-akdeniz- buyuk-oyun.html.
14 Eylül 2007 tarihli NAVAREA III NAVTEX Servisi Ulusal Koordinatörler Toplantısı Tutanağı.
19 Ocak 2006 tarihli NAVAREA III NAVTEX Servisi Ulusal Koordinatörler Toplantısı Tutanağı.
Acer, Yücel. “Doğu Akdeniz’de Deniz Alanlarının Sınırlandırılması ve Türkiye.” Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi Cilt 1 Sayı 1 (2005).
Akçadağ, Göknur. “Kara Denize Hakimdir İlkesi-2.” Erişim tarihi 26 Ekim 2011. http://www.turkishny.com/drgoeknur-akcada/66738-kara- denize-hakimdir-ilkesi-2-.
Armaoğlu, Fahir. Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları. Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1989.
Ataergin, Selim., Caner, Oğuz. Türk Deniz Mevzuatı Cilt II. İstanbul: Beta Yayınları, 2006.
Ataergin, Selim., Caner, Oğuz. Türk Deniz Hukuku İle İlgili Mevzuat Notlu-Açıklamalı-Karşılaştırmalı-İçtihatlı. İstanbul: Beta Yayınları,
Başeren, Sertaç Hami. Doğu Akdeniz Deniz Yetki Alanları Uyuşmazlığı- Dispute Over Eastern Mediterranean Maritime Jurisdiction Areas. İstanbul: İlke Yayınevi, 2011.
Başeren, Sertaç Hami. “Doğu Akdeniz’de Gerilim….” Cumhuriyet Strateji Dergisi, 20 Ağustos 2007.
Başeren, Sertaç Hami. “Doğu Akdeniz’de İş İşten Geçmeden….” Cumhuriyet Strateji Dergisi, 14 Mayıs 2007.
Başeren, Sertaç Hami. “Doğu Akdeniz’de İş İşten Geçmeden….” Erişim tarihi 9 Ekim 2011.
http://www.tudav.org/index.php?option=com_content&view=article&id= 95%3Adou-akdeniz-serhat-h-baeren&catid=40%3Amuenhasr- ekonomik-boelge&Itemid=54&lang=tr.
Başeren, Sertaç Hami. Ege Sorunları (Türk Deniz Araştırmaları Vakfı Yayın No.15). İstanbul: TÜDAV Yayınları, 2003.
Baykal, Ferit Hakan. Deniz Hukuku Çalışmaları. İstanbul: Alfa Basım Yayım, 1998.
Birleşmiş Milletler. “Law of the Sea Bulletin No.54.” Erişim tarihi 17 Şubat 2012.
http://www.un.org/depts/los/doalos_publications/LOSBulletins/bulletinpd f/bulletin54e.pdf.
Birleşmiş Milletler. “UN, 2011, Table of claims to maritime jurisdiction (as at 15 July 2011).” Erişim tarihi 7 Ocak 2012. http://www.un.org/depts/los/LEGISLATIONANDTREATIES/PDFFIL ES/table_summary_of_claims.pdf.
Birleşmiş Milletler. “UN, 2011, Table of claims to maritime jurisdiction (as at 15 July 2011).” Erişim tarihi 7 Ocak 2012.
http://www.un.org/Depts/los/LEGISLATIONANDTREATIES/STATE FILES/LBN.htm.
Birleşmiş Milletler. “UN, 2011, Table of claims to maritime jurisdiction (as at 15 July 2011).” Erişim tarihi 26 Ekim 2011. http://www.un.org/Depts/los/LEGISLATIONANDTREATIES/STATE FILES/SYR.htm.
Brown, E.D.. The International Law of the Sea, vol. I. Aldershot: Dartmouth, 1994.
Bulunç, Ahmet Zeki. “Doğu Akdeniz Sorunu ve KKTC'ne Etkileri.” Ocak 2008. Erişim tarihi 17 Şubat 2012. http://www.bilayvakfi.org.tr/konferanslar/doguakdeniz/doguakdeniz2.p df.
Caminos, H. (ed.). Law of The Sea (The Library of Essays in International Law). Burlington-USA, 2001.
Charney, I. J., and Alexander, M. L.. International Maritime Boundaries, Vol II. 1991.
Christopher, Johnson. “Oil Exploration Costs Rocket As Risks Rise.” 11 Şubat 2010. Erişim tarihi 15 Şubat 2012. http://graphics.thomsonreuters.com/0210/OIL_PLRSK0210.gif.
Christopher, Johnson. “Oil Exploration Costs Rocket As Risks Rise.” 11 Şubat 2010. Erişim tarihi 15 Şubat 2012. http://www.reuters.com/article/2010/02/11/us-oil-exploration-risk- analysis-idUSTRE61A28X201002011.
Churchill, R.R., Lowe, A.V.. The Law of the Sea, third edition. Manchester: Manchester University Press, 1999.
Çetingil, Ergon., Kender, Rayegan. Deniz Ticareti Hukuku-Temel Bilgiler Takip Hukuku ve Deniz Sigortaları ile Birlikte. İstanbul: Beta Basım Yayım, 2011.
Çolakoğlu, Bayram. “Papandreu'dan Sert Açıklama.” Erişim tarihi 17 Şubat 2012. http://balturk.org.tr/papandreudan-sert-aciklama/. Daşdemir, Cengiz. “Mısır’ın Bölge Ülkeleri ve Türkiye’ye Yönelik Stratejik Yaklaşımı.” Yüksek Lisans Tezi, Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006.
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı. “Dz.K.K.lığının NATO Faaliyetlerine Katılım Durumu.” Erişim tarihi 26 Ekim 2011. http://www.dzkk.tsk.tr/turkce/DzKKUluslarArasiGorevler/NATO_Faal iyetleri.php.
Dilek, Bahadır Selim. “Akdeniz'de Sanal Petrol Oyunu.” Erişim tarihi 16 Şubat 2012. http://www.emo.org.tr/ekler/c03b704bd986e_ek.pdf?dergi=508.
Doğan, Ertuğrul., Burak, Semlin., Akkaya, M. Ali. Kıyı Kanunu ve İlgili Mevzuat Yeni Kıyı Kanunu Tasarısı Ekli. İstanbul: Beta Yayınları, 2006.
Dumlu, İrfan Galip. “Türkiye'ye Büyük Sömürge Planı.” 29 Kasım 2011. Erişim tarihi 17 Şubat 2012. www.haberform.com/haber/rum- yunanistan-somurge-rum-ve-yunanistanin-türkiyeyi-somurme-plani- 89776.htm.
Durham Üniversitesi. “Albanian Constituonal Court Nullifies Maritime Boundary Agreement with Greece.” 10 Şubat 2010. Erişim tarihi 17 Şubat 2012. www.dur.ac.uk/ibrulnews/boundary_news/?temno=9534& rehref=%2Fibru%2Fnews%2F&resubj=Boundary+news%20Headlines
Ergün, Çağdaş Evrim., Duran, Gökhan Yaşar. Uluslararası Hukukta Adalar. Ankara: Çakmak Yayınevi, 2011. Erişim tarihi 11 Ekim 2011. http://www.cyprusweekly.com.cy/main/92,1,283,0,14593-.aspx.
Erişim tarihi 14 Ekim 2011.
http://www.tasam.org/modules.php?name=news&file=article&sid= 308.htm.
Erişim tarihi 17 Şubat 2012. http://www.sfakia-crete.com/forum2/read.php?3,4992.
Erişim tarihi 23 Eylül 2011. http://www.sana.sy/tur/237/2010/11/04/317205.htm.
Erkin, Müfide Zehra. “AB’nin Kıbrıs Stratejisi….” Cumhuriyet Gazetesi. Erişim tarihi 17 Şubat 2012. http://cumhuriyet.com.tr/?hn=211208.
Erksan, Metin. Mare Nostrum Bizim Deniz, Yunan Sorunu. Adıyaman: Hil Yayınları, 1999.
Eroğlu, Derviş. “Türk Tarafı Eşdeğerde Adımları Atmaktan Çekinmeyecek.” Erişim tarihi 12 Ekim 2011. www.pressturk.com/dunya/haber/18038/kktcden-rumlara-petrol ve doğalgaz-uyarisi.html.
Fasıl, Ahmet. “Jeopolitik Konuma Farklı Bir Bakış.” Erişim tarihi 16 Şubat konuma-farkli-bir-bakis/.
http://www.hikayeler.net/yazilar/45522/jeopolitik
Gounaris, M.. “The Particularity Of The Aegean Sea And The New Regulation Of The International Law Of The Sea, in Mediterranean Sea and the Aegean.” 2008.
Gürdeniz, Cem. “Security, Stâbility and Co-operation in The Meditarranean Region: building a vision.” 1st International Conference on Mediterranean and Middle East’da sunulmuştur, Roma, Kasım 2005.
Has, Kerim. “Rusya’nın Suriye Denklemindeki Yeri: İkili ve Bölgesel Çıkarlar.” USAK Stratejik Gündem, 6 Eylül 2011.
Imersia Gazetesi, 8 Kasım 2010 tarihli haberi ve Eleftherotipia Gazetesi, 27 Aralık 2010 tarihli haberi.
International Boundary Cases: The Continental Shelf, Vol. I. Cambridge: Grotius Publications Limited, 1992.
International Boundary Cases: The Continental Shelf, Vol. II. Cambridge: Grotius Publications Limited, 1992.
İstanbul Üniversitesi. “İstanbul Üniversitesi Yunus Araştırma Gemisi Yurda Döndü.” 24 Kasım 2008. Erişim tarihi 17 Şubat 2012. http://ssp.istanbul.edu.tr/duyurular/duyuru_icerik.php?1510=.
İzmir Deniz Ticaret Odası. “Türk Denizciliğine Tarihsel Bir Bakış.” Erişim tarihi 5 Ekim 2011.
http://www.dtoizmir.org/turkdenizciligi.pdf.
Jones, Dow. “Cyprus, Israel define Sea Border for Energy Search.” 17 Aralık 2010. Erişim tarihi 17 Aralık 2010. http://www.rigzone.com/news/article.asp?a_id=102276&hmpn=1.
Karyotis, Theodoros. “Türkiye, Mısır ile Deniz Sınırları Çiziyor.” Ethnos Gazetesi, 11 Ocak 2010.
Kaya, Şenay. “Uluslararası Deniz Hukuku Kapsamında Doğu Akdeniz Sorunları.” Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, 2007.
Kepecioğlu, Halil. “Doğu Akdeniz'de Petrol Krizi ve Türk Dış Politikası.” Yayınlanmamış Tez Çalışması, Silahlı Kuvvetler Akademisi, İstanbul, 2007.
Kılıç, Altemur. “1571 yılındaki Fetihten Günümüze Kıbrıs Gerçeği.” 20 Şubat 2011. Erişim tarihi 26 Ekim 2011. http://www.ilk-kursun.com/2011/02/1571-yilindaki-fetihten- gunumuze-kibris-gercegi/.
Kuran, Selami. Uluslararası Deniz Hukuku. İstanbul: Türkmen Kitabevi, 2009.
Kurumahmut, Ali. Ege’de Temel Sorun Egemenliği Tartışmalı Adalar. İstanbul: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1998.
Kutluk, Deniz. Hazar-Kafkas Petrolleri, Türk Boğazları, Çevresel Tehdit (Türk Deniz Araştırmaları Vakfı Yayın No.16). İstanbul: TÜDAV Yayınları, 2003.
Meligonis, Yorgos. “İsrail Yunanistan’ın MEB’ini tanıdı.” Avgi Gazetesi, 19 Şubat 2011.
Ocakoğlu, Neslihan. Gaz Hidratlar ve Önemi: Türkiye Çevresinde Denizlerde Gaz Hidrat ve Hidrat ve Sığ Gaz Aramaları. İstanbul: İstanbul Teknik Üniversitesi, 2009.
Özman, M. Aydoğan. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi. İstanbul: Vedat Kitapçılık, 1984.
Özman, M. Aydoğan. Deniz Hukuku-I. Ankara: Vedat Kitapçılık, 2006.
Öztürk, Osman Metin. Kıbrıs Annan Belgeleri I, II, III Üzerine Değerlendirmeler. Ankara: Gazi Kitapevi, 2004.
Pazarcı, Hüseyin. Uluslararası Hukuk. Ankara: Beta Yayınları, 2003.
Pipes, Daniel. Greater Syria: The History of an Ambition. London: Oxford University Press, 1990.
Prescott, Victor., and Schofield, Clive H.. The Maritime Political Boundaries of the World. Netherlands:Martinus Nijhoff Publishers, 2005.
Robertson, Jessica. “Natural Gas Potential Assessed in Eastern Mediterranean.” 4 Ağustos 2010. Erişim tarihi 1 Eylül2011. http://www.usgs.gov/newsroom/article.asp?ID=2435.
Seale, Pat. Struggle For Syria: A Study of Post-War Arab Politics 1945- 1958. London: I. B.Tauris &CoLtd Publisher, 1968.
Sezer, Sema. “Doğu Akdeniz’de Rum Petrol Arama Ruhsatları ve Ekonomik Bölge Antlaşmaları.” Doğu Akdeniz Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi (DAÜSAM)’nin “International Conference on Middle East and North Cyprus Relations: Perspectives in Political, Economic and Strategic Issues” başlıklı konferansında sunulmustur, Gazi Magosa, 20-21 Mart 2008.
Slomanson, W.R.. Fundamental Perspectives on International Law, fourth edition. San Diego/California-USA: Thomas Jefferson School of Law, 2003.
Suriye Petrol ve Doğal Kaynaklar Bakanlığı. Erişim tarihi 4 Eylül 2011. http:/www.petroleum.gov.sy.
Suriye Petrol ve Doğal Kaynaklar Bakanlığı. Erişim tarihi 4 Eylül 2011. http:/www.gpc-sy.com.
Süveyş Kanalı Resmi İnternet Sitesi. “Süveyş Kanalı Seyir İstatistikleri.” Erişim tarihi 8 Ekim 2011. http://www.suezcanal.gov.eg/TRstat.aspx?reportId=4.
T.C. Dışişleri Bakanlığı. “181 sayılı açıklama.” Erişim tarihi 5 Ağustos 2011. www.mfa.gov.tr.
T.C. Dışişleri Bakanlığı. “Türkiye Cumhuriyeti’nin 2 Mart 2004 Tarih ve 2004/Turkuno DT/4739 Sayılı Notası.” 2004.
T.C. Dışişleri Bakanlığı. “Türkiye Cumhuriyeti’nin 23 temmuz 2007 Tarih ve un.doc. A/61/1011-s/2007/456 Sayılı Notası.” 2007.
T.C. Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı. “Ceyhan İŞGEM'in temeli atıldı.” Erişim tarihi 17 Şubat 2012. http://kosgeb.gov.tr/Pages/UI/Haberler.aspx?ref=326.
T.C. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı. “Deniz Taşıtları ve Denizyolu Taşıma İstatistikleri.” Erişim tarihi 7 Eylül 2011. http://www.denizcilik.gov.tr/dm/istatistikler/ResmiIstatistikler/.
T.C. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı. “Deniz Taşıtları ve Denizyolu Taşıma İstatistikleri.” Erişim tarihi 11 Eylül 2011. http://www.denizcilik.gov.tr//tr/istatistik -dosyalar/brosur/default.htm.
Tiryakioğlu, İ.Ethem. “Dünkü ve Bugünkü Türkiye-Mısır İlişkileri.” Stratejik Etüdler Bülteni XIII/65 (Ocak 1979).
Toluner, Sevin. Milletlerarası Hukuk Açısından Türkiye’nin Bazı Dış Politika Sorunları. İstanbul: Beta Basım Yayım, 2010.
Topsoy, Fevzi. Denize İlişkin Bilimsel Araştırmalar (MSR) ve Türkiye. İstanbul: Vedat Kitapçılık, 2011. Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi (UHP) Cilt 2 Sayı 5 (2006): 50-74.
Uluslararası Taşımacılık ve Lojistik Hizmet Üretenleri Derneği. “İhracatçı Limanlara Sığmıyor.” Erişim tarihi 17 Şubat 2012. http://www.utikad.org.tr/haberler/default.asp?id=8583.
USGS Fact Sheet 2010-3027. “Undiscovered Oil and Gas of the Nile Delta Basin, Eastern Mediterranean.” Erişim tarihi 24 Ağustos 2011. http://geology.com/usgs/nile-delta-oil-and-gas/.
Yıldız, Dursun. Akdeniz’in Doğusu (Tarihi Geçmişi, Stratejik Önemi ve Su Sorunu Açısından). İstanbul: Bizim Yayınlar Kitapevi, 2008.
Yıldız, Dursun. Doğu Akdeniz'de Isınan Sular. İstanbul: Bizim Kitaplar Yayınevi, 2009.
Yüce, Yöney. "Exclusive Area of Conflict." 20 Eylül 2011. Erişim tarihi 17 Şubat 2012. http://bianet.org/english/minorities/132830-exclusive- area-of-conflict.
Zubari, İsmail. “Samandağ’ın Tarihçesi.” Haziran 1998. Erişim tarihi 3 Kasım 2011. http://www.angelfire.com/sd/samandag/yenitarih.html.

BU BÖLÜM DİPNOTLARI:

101 “Albanian Constituonal Court Nullifies Maritime Boundary Agreement with Greece,” 10.02.2010, Durham Üniversitesi, erişim tarihi 17.02.2012,
        www.dur.ac.uk/ibrulnews/boundary_news/?temno=9534&rehref=%2Fibru%2Fnews%2F&resubj=Boundary+news%20Headlines.
102 Deniz yetki alanlarının sınırlandırılması maksadıyla uluslararası uygulamada; hakkaniyet, eşit uzaklık, oransallık, coğrafyanın üstünlüğü, kapatmama, 
özel ve beşeri koşullar ile diğer koşulların (adalar ve diğer coğrafi formasyonlar) değerlendirilmesi gibi genel prensipler kullanılmaktadır. 
Deniz yetki alanlarının belirlenmesi için her durumda uygulanabilen önceden belirlenmiş, standart kriterler bulunmamaktadır. 
 Bu kapsamda, uluslararası yargı kararlarında ön plana çıkan prensipler, “coğrafyanın üstünlüğü” ve “kapatmama” prensipleridir.
 “Coğrafya” ile kastedilen, iki ülke arasında sınırlandırmaya konu olan alandaki anakara coğrafyasıdır. Kıyıların uzunluğu, kıyı çizgisi üzerindeki kıvrımlar, 
girinti ve çıkıntılar kural olarak elde edilecek deniz alanını belirleyen önemli coğrafî faktörlerdir.
       Coğrafyanın üstünlüğü kapsamında dikkate alınan bir diğer husus ise, adaların ortay hatta göre coğrafi konumudur. Bu çerçevede, iki ana kara arasındaki ortay hattın ters tarafında kalan adalar, kendi kara suları kadar deniz yetki alanına sahip olabilmektedir.
Sınırlandırmada dikkate alınan bir başka önemli prensip ise, “kapatmama” prensibidir. Bu prensip çerçevesinde, mahkeme kararlarında; Kıta Sahanlığı 
genişliğinin tespitinde her ülkeye kendi kıyılarına yakın alanların bırakılmasının gerektiği, bir ülkenin yakınındaki deniz alanının bir başka ülkeye verilmesi ile sonuçlanan bir sınırlandırmanın, hakkaniyete aykırı olduğu vurgulanmıştır. “Coğrafyanın Üstünlüğü” ile birlikte değerlendirilen “Kapatmama” prensibi; bir ana kara ile bu ana karanın karşısında bulunan bir adanın, deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasında birbirleriyle eşit etkiye sahip olamayacağının bir ifadesidir. Dolayısıyla “ortay hattın” kuzeyinde kalan Kıbrıs Adası ile Yunan adalarının ters tarafta bulunmaları ve Anadolu sahillerinin önünü kapatmak suretiyle Türkiye’nin denize açılımını engelleyecek coğrafi bir konumda olmaları nedeniyle, söz konusu adaların sadece karasuları kadar deniz yetki alanlarına sahip olması gerekmektedir. Bu kapsamda, mahkeme; Karadeniz’de Romanya ile Ukrayna arasındaki davada Yılan Adası’na sadece karasuları kadar deniz yetki alanı tanımıştır.

Sonuç olarak, “Coğrafyanın Üstünlüğü” ve “Kapatmama” prensipleri ile bu kapsamda uygulanan ortay hat metoduna konu olan adalara karasuları kadar 
deniz yetki alanı tanınması gerekmektedir.
103 -1977 tarihli İngiltere-Fransa Davası’nda; ortay hattın ters tarafındaki İngiltere’ye ait Kanal Adaları, sınırlandırma sonucunda sadece karasuları genişliğinde Kıta Sahanlığına sahip olabilmiştir.
        -1983 tarihli Gine-Gine Bissau Davası’nda mahkeme, ortay hattın ters tarafında yer alan Alcatraz Adaları’na, karasuları kadar deniz yetki alanı tanımıştır.
        -1982 tarihli Tunus-Libya Davası’nda, mahkeme ortay hatta göre Tunus sahillerine yakın olan Kerkenna ve Cerbe Adalarından Kerkenna’ya “yarım etki” tanımış, bölgedeki diğer unsurların daha önemli olduğunu belirterek Cerbe Adası’nı ise sınırlandırmada hiç dikkate almamıştır.
        -1992 tarihli Kanada-Fransa Saint Pierre & Miquelon Davası’nda mahkeme, Kanada sahillerine yakın Fransız Adaları’na (Saint Pierre & Miquelon) ana karalara tanınan deniz yetki alanları kadar yetki tanımamıştır.
        -1999 tarihinde Eritre-Yemen Davası’nda Yemen’in egemenliğinde olduğu mahkeme kararı ile teyit edilen Jabal al-Tayr ve Zubayr adalarına karasuyu genişliği kadar deniz yetki alanı tanınmış ve iki ülke arasında ortay hattın belirlenmesinde bahse konu adalar dikkate alınmamıştır.
        -2009 tarihli Romanya ile Ukrayna arasında Karadeniz’deki deniz yetki alanlarının paylaşımına ilişkin uyuşmazlığın çözülmesi konusunda mahkeme tarafından Ukrayna’ya ait olan ve ortay hattın ters tarafında yer alan Yılan Adası’na karasuyu kadar deniz yetki alanı tanınmıştır.
104 -Doğu Akdeniz’de sınırlandırmaya esas teşkil edecek deniz alanında ortay hat, Anadolu ile Afrika kıtası sahilleri arasında doğu-batı ekseninde ilerlemektedir.
       -Bu eksenin kuzeyinde Yunanistan’a ait Girit, Kerpe, Kaşot, Rodos adaları ile Kıbrıs Adası bulunmaktadır.
       -Sınırlandırmanın yapılacağı coğrafya dikkate alındığında, bahse konu adaların bu eksenin kuzeyinde yer aldığı görülmektedir.
       -Türkiye ve Mısır arasında bir sınırlandırma antlaşması yapılması durumunda, şayet bu adalar, Mısır’a ait olmuş olsaydı ters tarafta kalan adalar durumunda olacak ve karasuları kadar deniz yetki alanlarına sahip olmuş olacaktı.
       -Dolayısıyla bu adaların Yunanistan’a veya başka bir devlete ait olmuş olması durumu değiştirmeyecek ve bu adalara coğrafi konumları sebebiyle farklı bir sınırlandırma prensip ve metodu uygulanmayacaktır.
       -Nitekim 1969 tarihli Kuzey Denizi Davası’nda bu prensip UAD tarafından, “coğrafyanın yeniden şekillendirilmesi söz konusu olamaz” biçiminde ifade edilmiş ve “iki veya daha fazla sayıda ülke arasındaki sınırlandırmanın bölgenin bütün ilgili unsurları dikkate alınarak hakkaniyet prensipleri temelinde hakça bir çözüme ulaşılacak şekilde yapılması gerektiği” vurgulanmıştır.
       -Benzer şekilde, 2009 tarihli Romanya ile Ukrayna arasında Karadeniz’deki deniz yetki alanlarının paylaşımına ilişkin uyuşmazlığın çözülmesi konusunda mahkeme tarafından Ukrayna’ya ait olan ve ortay hattın ters tarafında yer alan Yılan Adası’na karasuyu kadar deniz yetki alanı tanınmıştır.
105 Şöyle ki Kıbrıs Adası haricinde ana karalar esas alınarak Türkiye, Lübnan, İsrail ve Mısır kıyıları deniz sınırlandırmasına esas teşkil eden ilgili kıyılar olarak kabul edildiğinde;
       -Türkiye ile Lübnan arasındaki ilgili kıyılara istinaden ortay hattın karşılıklı kıyı uzunlukları dikkate alındığında Lübnan’a doğru asgari 0.25 oranında,
       -Türkiye ile İsrail arasındaki ilgili kıyılara istinaden ortay hattın karşılıklı kıyı uzunlukları dikkate alındığında İsrail’e doğru asgari 0.75 oranında,
       -Türkiye ile Mısır arasındaki ilgili kıyılara istinaden ortay hattın karşılıklı kıyı uzunlukları dikkate alındığında Mısır’a doğru asgari 0.25 oranında aşağı kayacağını,
       -Hülasa bu ülkelerle Türkiye arasındaki deniz yetki alanlarının sınırlandırmasının bu şekilde tezahür edebileceği söylenebilecektir.
106 UAD, hakkaniyet ilkesine göre kararını vermiş ve hakkaniyet ölçüsünde bir ada ile ana kara arasındaki sınırlandırmanın ana kara devleti olan Libya lehinde sonuçlanması gerektiğine hükmetmiştir.
      Victor Prescott and Clive H.Schofield, The Maritime Political Boundaries of the World (Netherlands: Martinus Nijhoff Publishers, 2005), 389-390.
107 UAD’ın 3 Şubat 2009 tarihinde açıkladığı Ukrayna-Romanya arasındaki Yılan (Serpent) Adası’nın konu edildiği sınırlandırma davasına ilişkin kararında, Yılan Adası eşit uzaklık ilkesine göre yapılan sınırlamada dikkate alınmamış olup adaya sadece 12 mil karasuyu verilmiştir.
108  0-180º istikametinde sadece boylamları dikkate alarak dikey hatların kullanılması yerküre haritasına 2 boyutlu bakılmasından kaynaklanan ciddi bir 
eksikliktir. Bu durumda sadece kuzey-güney ya da doğu-batı hattında ilgili kıyı ve kıyıdaş devlet tespit edilebilmektedir. Esasen yerküre haritasına 3 boyutlu bakılarak, 360º’yi kapsayacak şekilde farklı açılar kullanılarak çeşitli istikametlerde ortay hat belirlenmesi gerekmektedir. GKRY, Yunanistan, Mısır, Lübnan ve İsrail’in kullandığı yöntem de bu şekildedir. Böylece sadece kuzey-güney ya da doğu-batı hattında ilgili kıyı ve kıyıdaş devlet tespit edilmesi yerine, ara yönlerde de ilgili kıyı ve kıyıdaş devlet tespiti ile deniz yetki alanları belirlenmesi mümkün olmaktadır.
109 Sertaç Hami Başeren, Doğu Akdeniz Deniz Yetki Alanları Uyuşmazlığı-Dispute Over Eastern Mediterranean Maritime Jurisdiction Areas (İstanbul: İlke Yayınevi, Eylül 2011).
110 Karadeniz’de, deniz yetki alanları, sahildar devletler arasında yapılan anlaşmalarla sınırlandırılmıştır. Bu çerçevede, ilk sınırlandırma anlaşması 
 23 Haziran 1978 tarihinde SSCB ile “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Hükümeti Arasında Karadeniz’de 
Kıta Sahanlığı Sınırlandırması Hakkındaki Anlaşma” yapılmıştır. Bu anlaşmanın 1’inci maddesine göre 12 adet koordinat tespit edilmiştir. 
SSCB’nin dağılmasından sonra Ukrayna, Rusya Federasyonu ve Gürcistan ile ayrı ayrı yapılan anlaşmalarla bu koordinatların geçerlilikleri teyit edilmiş, koordinatlar ın aynı zamanda MEB sınırlandırmasını teşkil ettiği onaylanmıştır. 4 Aralık 1997 tarihinde Bulgaristan ile Deniz Yetki Alanları sınırlandırması gerçekleştirilmiştir. Yapılan anlaşmanın 4’üncü maddesinde, 9’uncu nokta ile 10’uncu nokta arasındaki Kıta Sahanlığı ve MEB çizgisinin çizilmesine ilişkin olarak tarafların, böyle bir çizimin ileride uygun bir zamanda yapılacak müzakerelerde sonuçlandırılması konusunda anlaştıkları belirtilmektedir. 
      Bunun sebebi ise Romanya, Ukrayna ve Bulgaristan arasında deniz yetki alanları sınırlandırmasının yapılmamış olmasıdır.
111 Akdeniz’de;
      a.İtalya ile Yunanistan, Hırvatistan, Arnavutluk, Fransa, Slovenya, İspanya, Tunus, Sırbistan-Karadağ arasında,
      b.Malta ile Libya,
      c.Monako ile Fransa,
      ç.Fransa ile İspanya,
      d.Libya ile Tunus arasında deniz yetki alanlarının belirlenmesine yönelik çeşitli anlaşmalar yapıldığı bilinmektedir.
112 Söz konusu olan denizalanın derinliği yer yer 3.000 metreye kadar ulaşmaktadır. 1.000 metrelik derinliklerde yoğun olarak bulunan binlerce ton Kırmızı Karides stokları en bilinenidir. Ama asıl önemlisi göçmen ve büyük sürü oluşturan balıklardır. Örneğin, orkinos, tulina ve tombik gibi. Yakın zamanda, 
tulina ve kılıç balıklarını avlayan balıkçı sayısındaki artış bize buradaki 1 millik bir alanın bile ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. 
       Bu bölgeler göçmen olan ve sürü oluşturan sardalya, palamut ve lüfer gibi balıkların da beslenme alanıdır. Yine Rodos döngüsü nedeniyle oluşan verimli 
balıkçılık kendini burada da göstermektedir. Halen trol, gırgır, parekata ve yüzen ağlarla buralarda balıkçılık yapılmaktadır. Doğu Akdeniz’in en verimli kalamar ve sübye alanları bu bölgedeki derin sularda bulunur ve avlanmaları giderek artmaktadır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi veya Yunanistan’ın bu bölgede şimdilik güçlü bir balıkçılık filosunun olmaması bizi yanıltmamalıdır. Çünkü AB’nin doğu Akdeniz hatta Karadeniz’e balıkçı filosu gönderme konusundaki çabası ve isteği bilinmektedir. Bir başka ifadeyle bu deniz alanından gasp edilmeye çalışılan sadece doğal gaz veya petrol değil aynı zamanda Türkiye’nin gıda güvenliği için önemli olan su ürünleridir ki bu konu tartışmalar sırasında bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde atlanmakta dır. 
       Oysa kıyı devleti (Türkiye) Münhasır Ekonomik Bölgesinde avlanacak su ürünlerinin miktarını belirlemede ve bu bölgede kaynakları kullanmaya yetkilidir.
113 “Akdeniz'de Zehirli Balık Uyarısı,” Radikal Gazetesi, 24.07.2008, erişim tarihi 17.02.2012,
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=890102&CategoryID=85.
      
Yunus-S Araştırma gemisindeki 20 kişilik ekiple 15 gündür Akdeniz’de çalıştıklarını belirten Prof. Dr. Öztürk, Türkiye’de ilk kez Akdeniz’de uluslararası sularda araştırma yapıldığını kaydetti. Akdeniz’de oluşturulan “Münhasır Ekonomik Bölge”nin Türkiye’ye kapatılmak istendiğini ifade eden Prof. Dr. Öztürk, bu bölgede Türkiye’ye çok küçük bir alan teklif edildiğini ancak Türkiye’nin bunu kabul etmediğini vurguladı. Münhasır Ekonomik Bölge’de hem canlı, hem cansız kaynakların korunması ve işletilmesi ile ülkelerin nüfuz alanının çok önemli olduğuna dikkat çeken Prof.Dr. Öztürk şöyle konuştu: “Akdeniz’de oluşturulan Münhasır Ekonomik Bölge’de canlı kaynaklar balık, balina, yunus ve aklınıza ne gelirse korunması ile petrol ve maden gibi cansız kaynakların korunması ve işletilmesi çok önemli. Türkiye dışındaki ülkeler, bu alanlarda 200 millik alanda hak ilan ederler. 
       Akdeniz’in yeni durumu budur. Bunu tetikleyen mekanizma AB’dir. AB buralarını Avrupa suları olarak ilan etmiştir. Fakat AB’nin Avrupa suları ilan 
ettiği alanlar, Türkiye’nin tanımadığı alanlardır. Dolayısıyla bizim açımızdan Avrupa suları, sınırları ve tanımları olmayan, şimdilik bilinmeyen alanlardır. 
AB’ye girecek Türkiye’nin bu alanlarda da hakkı olmalıdır. Hem balıkçılık ve seyrüsefer hem de petrol kaynakları açısından.”
114 Bölgede uluslararası hukuka uygun olarak Türkiye’nin hakkı olan 145.000 km2’lik kıta sahanlığı alanının sadece 41.000 km2’sinin Türkiye’ye bırakıldığını 
gösteren haritalar.
115 “TPAO, Akdeniz'deki petrol arama çalışmalarına başlıyor,” Milliyet Gazetesi, 29.03.2007, erişim tarihi 17.02.2012,
        http://www.milliyet.com.tr/2007/03/29/son/soneko19.asp.
Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) Araştırma Grubu Direktörü ve Arama Daire Başkanı Ahmet Faruk Öner’in 2008 yılı Nisan ayında Antalya, 
Mersin ve İskenderun körfezlerinde 12 milin içerisinde yer alan, bir miktar da 12 milin dışında kalan alanlarda TPAO'nun sahip olduğu ruhsatlarda farm out (kiraya vermek-ortak bulma) sürecini başlatacaklarını bildirdiği basın toplantısında; “münhasır ekonomik bölge sınırlarımız belli olmadığı sürece bu alanlar içerisinde arama yapmak hayli sıkıntı arz etmektedir” şeklindeki sözleri basında yer almıştır.
116 “İstanbul Üniversitesi Yunus Araştırma Gemisi Yurda Döndü,” İstanbul Üniversitesi, 24.11.2008, erişim tarihi 17.02.2012,
        http://ssp.istanbul.edu.tr/duyurular/duyuru_icerik.php?1510=.
        “Doğu Akdeniz'de münhasır ekonomik bölge ilanı, bu ülkelerdeki kirlenmenin belirlenmesi ve izlenmesi, Doğu Akdeniz'in canlı kaynaklarının korunması ve işletilmesi, yeni balıkçılık alanlarının keşfi, küresel ısınmanın denizsel boyutlarının incelenmesi, bakteriyolojik kirlenme gibi çok yönlü amaçlarla yapılan ve çok önemli verilerin elde edildiği Yunus-S Araştırma Gemisi Seferi bir ay sürdü.”
117 “Hristosyas Türkiye'yi BM'ye Şikâyet Etti,” Hürriyet Gazetesi, 24.11.2008, erişim tarihi 17.02.2012,
http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=10431556.
        Kıbrıs Rum yönetimi lideri Dimitris Hristofyas, sözde “Rum münhasır ekonomik bölgesi” içerisinde Rum yönetimi hesabına petrol araştırması yapan 
yabancı bandıralı bir geminin 13 Kasım’da Türk savaş gemisi tarafından engellendiği iddiasıyla Türkiye'yi BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun'a şikâyet etti.
118 17 Şubat 2003 tarihli GKRY-Mısır MEB Anlaşmasına karşı olarak, Türkiye’nin BM Daimi Temsilciliği tarafından 2 Mart 2004 tarihinde BM Genel Sekreterliğine bir nota verilerek MEB sınırlarının uluslararası hukuka göre ilgili ülkelerle hakkaniyet ilkesi çerçevesinde tespit edilmesi gerektiği,  GKRY’nin tüm adayı temsil etmediği ve 32º16'18”D boylamının batısında kalan deniz alanında Türkiye’nin uluslararası hukuktan doğan haklarının mevcut olduğu BM nezdinde ilan edilmiş, bu şekilde ilk kez Türkiye’nin Kıbrıs Adası’nın batısındaki kıta sahanlığı sınırının boylamı kayda geçirilmiştir. 
        Benzer bir nota 4 Ekim 2005 tarihinde, BM Türkiye Daimi Temsilcisi tarafından BM Genel Sekreterine gönderilmiştir. Ayrıca, Mayıs 2008’de Dışişleri 
Bakanlığı tarafından hazırlanan ve ABD General Dynamics Advanced Information Systems (GDAIS) şirketi nezdinde girişim yapılarak verilen haritada, 28°D boylamının batısında da Türkiye’nin hakları olduğu özellikle belirtilmiştir.
       3 Ocak 2008 tarihinde, Fugro Engineers BV firmasına bağlı SRV KOMMANDER JACK isimli araştırma gemisinin acenteliğini yapan “Yakın Doğu Deniz Acenteliği A.Ş.” bahse konu geminin Ocak 2008 başlarında Antalya kara sularının 70 mil açığında, Türkiye’nin Münhasır Ekonomik Sahasında Japon Firması FİJUTSU adına araştırma yapacağını T.C.Dışişleri Bakanlığı Denizcilik Havacılık Genel Müdür Yardımcılığına bildirmiş ve izin talep etmiştir. 
       Bu talebe istinaden 032º 16' 18’’ D boylamı ile 027º 22’ D ile 029º 00’ D boylamları arasında ve 34º 00’ K enlemi kuzeyinde kalan sahalarda bahse 
       konu şirkete izin verilmiştir.
119 Sertaç Hami Başeren, “Doğu Akdeniz’de İş İşten Geçmeden…,” erişim tarihi 09.10.2011, 
       http://www.tudav.org/index.php?option=com_content&view=article&id=95%3Adou-akdeniz-serhat-h-baeren&catid=40%3Amuenhasr-ekonomik-boelge&Itemid=54&lang=tr.; Ahmet Zeki Bulunç, “Doğu Akdeniz Sorunu ve KKTC'ye Etkileri,” Panel Ocak 2008, erişim tarihi 17.02.2012,
       http://www.bilayvakfi.org.tr/konferanslar/doguakdeniz/doguakdeniz2.pdf.
       Büyükelçi Ahmet Zeki Bulunç da verdiği konferansta bu yönde düşünceler belirtmiştir; “Mısır Yeniden Rumlara Destek Çıktı,” Milliyet Gazetesi, 08.08.2007, 
       erişim tarihi 17.02.2012, 
       http://www.milliyet.com.tr/2007/08/08/son/sondun21.asp.
       Mısır, Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nin Doğu Akdeniz'de petrol arama çabalarına yeniden destek verdi. Mısır'ın Lefkoşa Büyükelçisi Muhammed Abdel Hakam, 
 Türkiye'nin olumsuz tepkisi ile ilgili olarak da “Kıbrıs Cumhuriyeti egemen bir devlet, AB ve BM üyesidir” dedi.
120 12 Haziran 2009’da Dışişleri Bakanlığında yapılan toplantıda verilen bilgiler şu şekildedir: Sahada arama icra eden NOBLE ENERGY, orta büyüklükte bir 
ABD petrol şirketidir. 1998 yılından itibaren İsrail açıklarında faaliyette bulunmaktadır. 2000 yılında Mari-B sahasında doğalgaz bulmuştur. 
2004 yılından bu yana 6 kuyuda üretim yapmaktadır. 2008 yılında arama faaliyetlerine yeniden başlamıştır. İsrail MEB’inde Tamar ve Dalit sahalarında 
büyük miktarda doğalgaz bulmuştur. (140 ve 14 milyar m³ - çıplak değeri yaklaşık 45 milyar $).Tamar sahasında 2012’de üretime geçecektir. 
Söz konusu sahalar 12 no’lu parsele yakındır. Şirket GKRY’nin 2007’de açtığı ihalede 12 no’lu parselin imtiyaz hakkını almıştır. 2008 yılında GKRY ile 3+2 yıl kontrat imzalamıştır. 2009’un 2. yarısında 12 no’lu parselde 3D sismik araştırma yapacaktır. 2010 yılında da platform getirerek sondaj çalışmalarına başlayacaktır. GKRY bu yılın sonunda kalan 12 parsel için ihaleye çıkacaktır.
121 Erişim tarihi 11.10.2011, http://www.cyprusweekly.com.cy/main/92,1,283,0,14593-.aspx.
122 “Rumlar Ege’nin Güneyine de Göz Dikti,” CNNTURK, 10.02.2007, erişim tarihi 17.02.2012,
       http://www.milliyet.com.tr/2007/02/10/son/sonsunll.asp.
 Eleftheros gazetesine istinaden verilen haberde, 21 Şubat 2007’de Yunanistan’a gidecek olan Papadopolus’un birinci gündem maddesinin Kıbrıs Adası ile Yunanistan arasında MEB anlaşması imzalamak olduğunu, ancak Yunanistan’ın şu aşamada buna sıcak bakmadığı, yeni hedef bölgenin Türkiye, Yunanistan, Libya ve Kıbrıs’ın kesiştiği bölge olduğu basında yer almıştır.
123 Arjantin, Avustralya, Brezilya, Kanada, Şili, Çin Halk Cumhuriyeti, Danimarka, Fransa, Hindistan, Endonezya, Japonya, Meksika, Yeni Zelanda, Norveç, Pakistan, Filipinler, Polonya, Portekiz, Rusya, Güney Afrika, Güney Kore, İngiltere, ABD, Libya, GKRY, Suriye, İsrail, Lübnan.
124 Karadeniz’de deniz yetki alanları sahildar devletler arasında yapılan antlaşmalarla sınırlandırılmıştır. Bu çerçevede, ilk sınırlandırma antlaşması 
23 Haziran 1978 tarihinde SSCB ile “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Hükümeti arasında Karadeniz’de Kıta 
Sahanlığı Sınırlandırması Hakkındaki Antlaşma” yapılmıştır. Bu antlaşmanın 1’inci maddesine göre 12 adet koordinat tespit edilmiştir. SSCB’nin dağılmasından sonra Ukrayna, RF ve Gürcistan ile ayrı ayrı yapılan antlaşmalarla bu koordinatların geçerlilikleri teyit edilmiş, bu koordinatların aynı zamanda MEB sınırlandırmasını teşkil ettiği onaylanmıştır.
4 Aralık 1997 tarihinde Bulgaristan ile Deniz Yetki Alanları sınırlandırması gerçekleştirilmiştir. Yapılan antlaşmanın 4’üncü maddesinde, 9’uncu nokta ile 
10’uncu nokta arasındaki Kıta Sahanlığı ve MEB çizgisinin çizilmesine ilişkin olarak tarafların, böyle bir çizimin ileride uygun bir zamanda yapılacak müzakerelerde sonuçlandırılması konusunda anlaştıkları belirtilmektedir. Bunun sebebi ise Romanya, Ukrayna ve Bulgaristan arasında deniz yetki alanları sınırlandırmasının yapılmamış olmasıdır.
125 “Türk Denizciliğine Tarihsel Bir Bakış,” İzmir Deniz Ticaret Odası, erişim tarihi 05.10.2011, 
http://www.dtoizmir.org/turkdenizciligi.pdf.

DOĞU AKDENİZ DE DENİZ YETKİ ALANLARININ PAYLAŞILMASI SORUNU VE TÜRKİYE


***

DOĞU AKDENİZ’DE DENİZ YETKİ ALANLARININ PAYLAŞILMASI SORUNU VE TÜRKİYE BÖLÜM 4

DOĞU AKDENİZ’DE DENİZ YETKİ ALANLARININ PAYLAŞILMASI SORUNU VE TÜRKİYE BÖLÜM 4

 
Doğu Akdenizde Yetki Alanlarının Paylaşılması, Sorunu, Türkiye, Cihat YAYCI, Doğu Akdeniz, Kıbrıs, ilgili kıyıdaş, deniz yetki alanlarının, 
sınırlandırılması, Münhasır Ekonomik Bölge MEB, Enerji, Münbit hilal yayı, İsrail, Lübnan, Suriye, Türkiye, Irak, İran,

    Bu durum konuya faklı bir perspektif getirebilir. Çünkü GKRY ile imzaladıkları sınırlandırma antlaşmaları nedeni ile deniz yetki alanı kaybına uğradığının farkına varan kıyıdaş devletlerin bu antlaşmaları kendi anayasal kurumları vasıtası ile fesih etmeleri de söz konusu olabilecektir. Keza Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis ile birlikte 27 Nisan 2009 tarihinde Arnavutluğu ziyaret eden Yunanistan Dışişleri Bakanı Theodora Bakoyannis, bu ziyaret esnasında 
Arnavutluk Dışişleri Bakanı Lulzim Basha ile Tiran’da “Yunanistan ve Arnavutluk Arasında Uluslararası Hukuk Altında Gerçekleştirilen Kıta Sahanlığı ve Diğer Deniz Alanlarının Sınırlandırılması ve Saygı Gösterilmesine Dair Antlaşma” imzalamıştır.


Şekil-13 Eşit Uzaklık ve Orantılık İlkesine Göre Karşılaştırmalı Sınırlandırmalar

Bu antlaşma ile iki ülke arasındaki deniz yetki alanları eşit uzaklık ilkesi temelinde ortay hat esasına göre sınırlandırılmıştır. Antlaşma Arnavutluk Meclisi’nde 
kabul edilmiştir. Ancak daha sonra Ana Muhalefet Partisi tarafından, Arnavutluk karasularının ihlal edildiği ve 225 km2’lik deniz alanının kaybedildiği 
gerekçesiyle Arnavutluk Anayasa Mahkemesinde dava açılmış ve 27 Ocak 2010 tarihinde mahkeme davayı sonuçlandırarak antlaşmayı oybirliği ile iptal 
ettiğini açıklamıştır. 101

Diğer yandan uluslararası hukuk ilkelerine102 uluslararası mahkemelerin kararları na uygun şekilde,103 KKTC’nin müstakil ve bağımsız bir devlet olarak kendi deniz yetki alanlarına sahip olduğu ve Türkiye’nin de adanın güneyinde kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge olmak üzere deniz yetki alanları haklarına sahip bulunduğu açıktır. Çünkü KKTC ve GKRY’nin Kıbrıs Adası’nda ülke sınırları belli iki ayrı devlet oldukları fiili duruma istinaden, KKTC’nin Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail ve Mısır ile deniz yetki alanları sınırlandırmasına esas olan karşılıklı kıyıları bulunmaktadır. 

Bu durumda aşağıdaki haritada da yer aldığı üzere. GKRY’nin ilan ettiği 3 ve 13 numaraları parsellerin tümü ile 2, 9, 10 ve şu anda sondaj faaliyeti icra ettiği 12 numaralı parsellerin bir kısmında KKTC’nin doğrudan hakları bulunduğu görülebilecektir. Dolayısı ile KKTC’nin deniz yetki alanlarının GKRY tarafından uluslararası hukuka aykırı olarak gasp edilmiş olduğu ifade edilebilir. Aslında GKRY 2, 3, 9, 10,12 ve 13 numaralı parsellere ilişkin deniz yetki alanları sınırlandırma antlaşmalarını Karpaz Burnu’nu dâhil ederek ve esas alarak yapmıştır. Unutulmaması gereken bir husus da ihaleye çıkılan sahaları kapsayan alan aslında GKRY’nin Kıbrıs Adası’nın tümünü temsil ettiği iddiası ile ilan ettiği MEB’in ancak güneydeki kısmı olduğudur.


Şekil-14 GKRY ile Akdettikleri Deniz Yetki Alanları Sınırlandırma Antlaşmalarına istinaden Mısır, İsrail ve Lübnan’ın Kayıplarını Gösterir Harita
Şekil-15 GKRY ile Kıyı Uzunluklarını Dikkate Almadan Sınırlandırma Antlaşması Yapan Lübnan’ın Kaybını Gösterir Harita Çalışması 

Şekil-16 KKTC’nin Mısır, İsrail, Lübnan ve Suriye ile Sınırlandırma Antlaşması Yapması Durumunda Kullanılacak Sınırlandırma Hatları



Şekil-17 GKRY’ye Benzer Şekilde KKTC’nin Mısır, İsrail, Lübnan ve Suriye ile Sınırlandırma Antlaşması Yapması Durumunda Ada’nın Doğusu ve Güneyinde Sahip Olabileceği Deniz Yetki Alanları (Görüldüğü Üzere 2, 3,9, 10 ve 12 Numaralı Sahaların Bir Kısmı, Karpaz Burnu ve Magosa Arasında Kalan Kıyı Nedeni ile KKTC’nin Deniz Yetki Alanları İçerisinde Kalmaktadır)


Ayrıca, KKTC ile karşılıklı kıyıları bulunan Mısır, İsrail, Lübnan ve Suriye’nin kıyı uzunlukları nispetinde ve hakça paylaşım ilkesi doğrultusunda GKRY yerine KKTC ile sınırlandırma antlaşmaları yapmaları durumunda GKRY ile yaptıkları antlaşma dan elde ettikleri deniz alanından çok daha fazla deniz alanına sahip olmaları mümkündür.
Diğer yandan, uluslararası deniz hukukuna göre deniz yetki alanları sınırlandırması nın, devletlerin ilgili kıyı uzunluklarının orantısına göre, adaların ana kıtaların önünü kapatmayacak şekilde ve ters yönde olup olmamaları dikkate alınarak yapılması gerekmektedir.104 

Bu özel ilkeler, esasen adaların ana karalar kadar deniz yetki alanına sahip olamayacağı genel ilkesini teşkil etmektedir.105 

Uluslararası mahkemelerin Libya-Malta,106 Ukrayna-Romanya Yılan Adası davaları başta olmak üzere daha önce bahsedilen birçok davada vermiş olduğu kararlar da bu yöndedir.107 Bu çerçevede Kıbrıs’ın ana karaların önünü kapatmayacak şekilde sahip olabileceği deniz yetki alanının GKRY ve Lübnan, İsrail ve Mısır arasındaki ortay hattın orantılılık ilkesi doğrultusunda Kıbrıs’a doğru kaydırılmış hatlar arasında kalan alan kadar olabilecektir. 

GKRY ile ilgili kıyıdaşlar arasındaki ortay hat ile orantılılık ilkesi doğrultusunda kaydırılmış bu hat arasında kalan alanların üzerinde doğrudan Türkiye’nin 
hükümranlık hak ve menfaatlerinin bulunduğunu söylemek mümkündür. Diğer yandan, aslında GKRY MEB ilan ederken ve sınırlandırma antlaşmaları imzalarken, Türkiye’nin aksine, düşey hatlar yerine diyagonal hatlar kullanmış,108 böylelikle hem karşılıklı sınırlandırma antlaşması imzalayacağı ilgili kıyıdaş devlet sayısını, hem de deniz yetki alanını artırmıştır.

Hâlbuki Türkiye bu güne kadar Doğu Akdeniz’de muhtemel MEB olarak öngördüğü deniz yetki alanlarını ve ilgili kıyıdaş devletleri düşey hatlar kullanarak  belirlemiş tir. Dolayısıyla ilgili kıyıdaş devletler olarak sadece Suriye, KKTC ve Mısır’ı dikkate almış ve 145.000 kilometrekarelik bir deniz alanını muhtemel deniz yetki alanı olarak tespit etmiş ancak ilan etmemiştir. Bu durum Şekil 17’deki haritada gösterilmiştir.

Şayet GKRY de Türkiye gibi düşey hatlar kullanmış olsaydı sadece Mısır ve kısmen İsrail ile deniz yetki alanı sınırlandırma antlaşması imzalayabilecek ve şimdi iddia ettiği deniz yetki alanının ancak 1/3’üne sahip olabilecekti.




   Hâlbuki Türkiye GKRY’nin izlediği yöntemi kullansa, Mısır, Suriye ve KKTC’nin yanı sıra Libya, İsrail ve hatta Lübnan ile ilgili kıyıdaş devlet olarak antlaşma 
imzalaması ve böylece gerek ilgili kıyıdaşların ve gerekse kendisinin öngördüğün den daha fazla deniz yetki alanına sahip olması mümkün olabilecektir. 
Bu durumu tasvir edici Türkiye ve İsrail arasındaki muhtemel deniz yetki alanlarını gösterir harita aşağıda sunulmuştur.

Bu haritadan da açıkça görüleceği üzere, karşılıklı kıyıları bulunan Türkiye ve İsrail bir sınırlandırma antlaşması akdetmeleri durumunda, GKRY’nin sahiplendiği parsellerden 12’nin tamamı, 8,9 ve 11’in büyük kısmı ve 1, 7 ve 10’un bir kısmı İsrail’in olurken, Türkiye de Kıbrıs’ın güneyinde deniz yetki alanlarına sahip olabilecektir.



   Öte yandan Libya’nın Mısır sınırından Derne’ye kadar olan kıyıları ile Türkiye’nin Deveboynu Burnu’ndan itibaren doğuya uzanan kıyıları karşılıklıdır. 

Bu nedenle her iki ülke arasında deniz yetki alanları sınırlandırmasının Anadolu ile Afrika Kıtası sahilleri arasındaki ortay hattı esas alacak şekilde yapılması her iki devletin de en temel hakkıdır. Bu durum her iki devletin de menfaatinedir. Özelikle Libya, Türkiye ile sınırlandırma antlaşması imzalayarak, Yunanistan ile imzalayacağı bir sınırlandırma anlaşmasına nazaran 16.700 km² daha fazla bir deniz yetki alanına sahip olacaktır. Ancak Libya’nın bu kazancı sadece 16.700 km² ile de sınırlı kalmayacak, bu antlaşma aynı zamanda Yunanistan ile anakaralar esas alınarak bir sınırlandırma antlaşması yapılmasına zemin hazırlayacağından, Girit Adası güneyindeki kümülatif deniz yetki alanı kazancı % 62 artarak asgari 39.000 km²‘ye ulaşabilecektir. 
Bu durum aşağıdaki haritalarda gösterilmiştir.


İsrail ile yapılacak bir sınırlandırma antlaşmasının imzalanması durumunda Yunanistan’ın GKRY ile deniz yetki alanları antlaşması yapması imkanı ortadan kaldırılmış, GKRY’nin Mısır ile yaptığı deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması da bir anlamda kadük hale dönüştürülebilecektir. 

Libya ile yapılacak bir sınırlandırma antlaşması ile yine Yunanistan’ın GKRY ile deniz yetki alanları antlaşması yapması imkânı ortadan kaldırılmış olacaktır.
Diğer yandan Doğu Akdeniz’de yapılacak MEB sınırlandırmasında, Anadolu ile Afrika Kıtası sahilleri (Libya-Mısır) arasında “ortay hattın” esas alınması durumunda, “ortay hattın” kuzeyinde kalan Kıbrıs Adası’nın “coğrafyanın üstünlüğü ile kapatmama (non-encroachment)” prensipleri doğrultusunda ana karalar kadar deniz yetki alanına sahip olamayacağının dikkate alınması gerekmektedir.


Şekil-22 Libya ve Türkiye Arasında İmzalanacak Antlaşma Yunanistan 
ile Anakaralar Esas Alınarak Bir Sınırlandırma Antlaşması Yapılmasına Zemin Hazırlayacağından Libya’nın Girit Adası’nın Güneyindeki Kümülatif Deniz Yetki Alanı Kazancının % 62 Artarak Asgari 39.000 Km²‘ye Ulaşabileceğini Gösterir Tasviri ve Teknik Harita 

Ayrıca Yunan Adalarının ters tarafta bulunmaları ve Anadolu sahillerinin önünü kapatmak suretiyle Türkiye’nin denize açılımını engelliyor konumda olmaları sebebiyle de Yılan Adası davasında olduğu gibi sadece karasuları kadar deniz yetki alanlarına sahip olabileceği ifade edilebilir. 

Bu durumda Kıbrıs Adasının etkisi sınırlandırılarak Türkiye ile Mısır arasında karşılıklı kıyıların tümü boyunca bir sınırlandırma antlaşması yapılması hukuken uygun ve mümkündür. Benzer durum Lübnan ile Türkiye arasında bir deniz yetki alanları sınırlandırma antlaşması yapılması için de geçerli olup, tasviri sınırlandır ma haritasının aşağıdaki gibi tezahürü muhtemeldir. 
Şekil-23 Türkiye-Lübnan Tasviri Muhtemel MEB Sınırlandırması 

  Esasen öngörülen ve önerilen tüm bu deniz yetki alanı paylaşım yöntemleri Anadolu yarımadasına rağmen GKRY’nin haksızca izlediği ve Yunanistan’ın adaları vasıtası ile izlemeyi öngördüğü yöntemlerle benzerdir. Bu yöntemlerin kullanılması durumunda Türkiye’nin, Doğu Akdeniz’de yaklaşık asgari 189.000 km2‘lik bir MEB alanına sahip olması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Bu durum muvacehesinde, Şekil-24 ve Şekil-25’te gösterilen haritalar mukayese edildiğinde, yaklaşık asgari 44.000 km2‘lik deniz yetki alanı farkının mevcut olduğunu söylemek mümkündür.
 
Şekil-24 Türkiye GKRY’nin Yaklaşımı ile Hareket Etmiş Olsaydı Belirleyeceği MEB

Şekil-25 Bugüne Kadar Ortaya Konulan Haritalarla Kıyaslandığında Türkiye Tarafından Gündeme Getirilmeyen Asgari 44.000 Kilometrekarelik Bir MEB Alanı Kaybını Gösterir Harita
***