HASAN MEZARCI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
HASAN MEZARCI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Temmuz 2017 Pazartesi

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 49

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM  SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 49


GAZETE BAŞLIKLARI DEVAMI


Ek-11: 


Refah Partisi’nin bazı konularda ki görüşleri (türban, kurban derilerinin toplanması, karayolu ile hacca gidilmesi ve Taksim’e cami vb.) Ankara’da siyasetin tansiyonunu yükseltmiştir. 

Ek-12: 



Kamuoyunda “Zinde Güçler” diye ifade edilenler, medyanın desteğini de alarak Refah-Yol koalisyonunu bozmak için harekete geçmiş, DYP’li siyasetçilere 
verilen gözdağının etkisi ile parti içerisinde istifa sesleri yükselmeye başlamış ve partideki çözülmeyi Cumhurbaşkanı Demirel ve ANAP lideri Yılmaz’ın birlikte 
planlayarak hızlandırmaya çalıştıkları bir süreç yaşanmıştır. Hazırlanan senaryoya göre Çiller parti içindeki otoritesini kaybedecek ve 54.Hükümet dağılacaktı. 

Ek-13: 



Ankara’nın Sincan ilçesinde düzenlenen “Kudüs Gecesi” programında yaşanan olaylar ülke gündemini derinden sarsmış, cuntacı güçlerin elini güçlendirmiş 
ve darbeci basın bütün gücüyle koalisyonun dağılacağına dair manşetler atmaya başlamıştı. Tankların Sincan caddelerinden geçişini “ Demokrasiye Balans Ayarı ” olarak tanımlayan dönemin kudretli paşası Org. Çevik Bir, daha sonra laikçi çevrelerin alkış tuttuğu “post modern” darbenin mimarlarından biri olarak döneme damgasını vurmuştur. 

Ek-14: 

Yaşanan bütün bu olaylar ülke gündemini derinden sarsmış olmakla beraber Genelkurmaydan sivil hükümete uyarı çağrıları gelmeye başlamış ve ordu ülkenin içinde bulunduğu durumdan duyduğu rahatsızlığı dile getirmiştir. 

Ek-15: 


28 Şubat 1997 tarihi MGK Toplantısında Org. İsmail Hakkı Karadayı’nın çok önemli bir konuşma yapması bekleniyordu. Artık askeri vesayetin sivil hükümet(ler) üzerindeki etkisi artık apaçık görünür hale gelmişti. 


Ek-16: 



28 Şubat1997 tarihli MGK toplantısı öncesinde darbeci medyanın bilinçli ve planlı şekilde hükümeti baskı altına almaya yönelik manşetleri, üst düzey askeri 
yetkililerin beyanatlarıyla süsleniyordu. Org. Çevik Bir, adeta muhtıra niteliği taşıyan sözleriyle Başbakan Erbakan’ı MGK’da köşeye sıkıştıracaklarının sinyalini 
veriyordu. Atatürkçülük ve laiklik konularında Erbakan’ın kendileri gibi düşünmeyeceğini iyi bilen cuntacılar bir kez daha “laiklik elden gidiyor” yaygarasıyla militan laikçilerin darbe özlemini dindirmeyi istemişlerdi. 

Ek-17: 


Yaşanan bütün bu olumsuz gelişmelerin yanında artık bütün kesimler Cuma günü toplanacak olan 28 Şubat 1997 tarihi MGK Toplantısına kilitlenmiş ve 
toplantıda alınacak olan kararları bekler olmuştu. Ağırlıklı olarak “Rejim ve Laiklik” konularının ele alınacağı toplantıda Demirel uyarmış, Erbakan sertleşmiş 
ve Çiller ise koalisyon ortağının dikkatini çeker olmuştu. 

Ek-18: 



 Darbeye hazırlık sürecinde silahsız kuvvetlerin başını çeken dönemin darbeci medyası hükümete karşı geniş bir hoşnutsuzluk durumu varmış gibi davranarak 
işçi ve esnaf kesimini de müdahalenin parçası yapmaya çalışmıştır. 

Ek-19: 



Tarihi MGK toplantısına bir gün kala Cumhurbaşkanı Demirel bir kez daha sahneye çıktı ve askeri çevrelerin hükümeti çekilmeye zorlamasına çanak tutan 
açıklamalarını cuntacı basın manşetlere taşıdı. Bütün bu haberler 28 Şubat 1997 tarihi MGK toplantısından hükümete karşı muhtıra çıkması ihtimalini 
güçlendiriyordu. 

Ek-20: 



Nihayet darbeci medyanın beklediği büyük gün geldi ve 28 Şubat kararlarının alındığı tarihi MGK toplantısı yapıldı. Medya toplantıdan beklentisini çoktan ilan 
etmişti. Generallerin irtica bahanesiyle Başbakan Erbakan’a muhtıra verilmesi sağlanacak ve Cumhurbaşkanı Demirel’in işaretiyle de DYP’nin dağıtılarak ANAP 
lideri Yılmaz’ın önü açılacaktı. Sonuç beklendiği gibi oldu da. 

Ek-21: 


Tarihi MGK Toplantısı sonucu imza gerilimi yaşanmış, Başbakan Erbakan ilk olarak alınan kararları beğenmeyip “imzalamıyorum” mesajı vermiş ve liderler 
turuna çıkmıştır. 

Ek-22: 



28 Şubat 1997 MGK kararlarının ülkede nasıl bir felakete yol açacağını gören Erbakan önce bu dayatmaya direnmeye çalıştı. Ancak cuntacı medyanın ablukası sona erecek gibi görünmüyordu. Koalisyonun elden gitmekte olduğunu gören DYP lideri Çiller ve kurmaylarının şantajları da etkili oldu ve Başbakan MGK kararlarını imzalamak zorunda kaldı. 

Ek-23: 



28 Şubat tarihli MGK kararlarıyla laik kesimin zafer kazandığını yazan bu kararları Atatürkçülük adına öve öve bitiremeyen darbeci medyasında Refah Partisi seçmeniyle alay edilen manşetler öne çıkarılmıştır. 

Ek-24: 


28 Şubat 1997 MGK Kararlarının en önemli maddeleri arasında belki de eğitim alanında yapılan reformlar dikkat çekmiş olmakla beraber Erbakan imzalamış 
olduğu kararlarının hayata geçirilmemesi için provokasyon yoluna gitmiştir. 

Ek-25: 



Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı’nın MGK kararlarının uygulanmasına yönelik Refah-Yol Hükümeti’ne baskı yapmasını “ Emredici ” bir üslupla manşetlere taşıyan darbeci basının tavrı ibret verici niteliktedir. 

Ek-26: 



Netice itibariyle 28 Şubat kararlarıyla hükümetin Refah kanadı tam bir abluka altına alınmış ve hükümetin eli kolu bağlanmıştı. Silahsız kuvvetlerin öncülüğünde gerçekleşen post modern darbenin kaçınılmaz sonucu iktidar değişikliği olmuştu. Org. Çevik Bir’in sivil siyaseti her yönüyle hedef alan açıklamalarıyla koalisyona karşı tehditler devam ediyordu. 

Ek-27: 


Yaşanan bütün bu gelişmeler artık Erbakan ve Çiller ortak koalisyonunda kurulan Refah-Yol Hükümeti’nin düşürülmesi yönünde adımların atılmasını 
kolaylaştırmıştı. 

Ek-28: 



Maşa varken elini yakmamayı öğrenen cuntacılar medyanın gücünden yararlanarak ilk kez post modern bir darbeyi gerçekleştirmiş oldular. Her türlü uydurma haber ve senaryo ile kamuoyunu yönlendirmeyi başaran darbeci basın, attığı manşetlerle Refah-Yol Hükümeti’ni yıktığını adeta ilan etmekteydi. 
Böylece Türkiye 2002 seçimlerine kadar sürecek olan askeri vesayet rejiminin parçaladığı siyasal, toplumsal ve ekonomik sorunlarla baş başa bırakıldı. 

Ek-29: 


Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi ortaklığında kurulan Refah-Yol Hükümeti artık yolun sonuna gelmiş ve kamuoyunda Çiller’e yönelik olumsuz bir algı oluşmuştu. 

Ek-30: 


Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi ortaklığında kurulan Refah-Yol Hükümeti siyaset sahnesinden silinmek istenirken bütün tarikatlar ittifak yapıp hükümeti 
kurtarmak için harekete geçmişlerdir. 

Ek-31: 


Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan açıklamada rejim ve irtica tartışmalarının gündemde olduğu dönemde, Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya 
çalışanlara gerekirse silah bile kullanabileceklerini açıklamıştır. 

Ek-32: 


Askerin artık rejimi koruma konusunda ki hassasiyeti her geçen gün artıyor ve bu durum kamuoyunda Refah-Yol Hükümeti’nin iktidardan gideceği sinyalini 
veriyordu. 

Ek-33: 


Refah-Yol Hükümeti Başbakanı Necmettin Erbakan 18 Haziran 1997 günü istifa etti. 

Ek-34: 


Yaşanan bütün bu olumsuz gelişmeler 18 Haziran 1997 tarihinde Başbakan Necmettin Erbakan’ın istifası ile sonuçlanmış ve sonrasında Cumhurbaşkanı Demirel hükümeti kurma görevini ANAP lideri Mesut Yılmaz’a vereceği gündeme gelmiş olmakla beraber DSP ve DTP’nin yanı sıra CHP’nin de dışarıdan destek vereceği bir koalisyon hükümetinin kurulacağı siyaset kulislerinde konuşulan konular arasında yerini almıştır. 

ÖZGEÇMİŞ 

Kişisel Bilgiler: 
Adı Soyadı: İsmail GÜLMEZ 
Doğum Yeri ve Tarihi: Erzincan / 28. 08. 1988 
Eğitim Durumu: 
Lisans Öğrenimi: Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Ana Bilim Dalı / 2007-2011 
Yüksek Lisans Öğrenimi: Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Tarih Öğretmenliği Ana Bilim Dalı / 2012-2014 
Atatürk Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü / Tarih Öğretmenliği 
Bildiği Yabancı Diller: İngilizce 
İletişim: glz024@hotmail.com.tr. / 
ismail.gulmez@atauni.edu.tr. 


KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;

http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1


ÖZEL NOT;
BU GÜZEL TEZ ÇALIŞMASINDAN DOLAYI  TÜRKİYE CUMHURİYETİ SİYASİ TARİHİNİN BİR DÖNEMİNE IŞIK VE KAYNAK TEŞKİL EDECEK BU ÇALIŞMASINDAN DOLAYI SAYIN; İSMAİL GÜLMEZ  BEYEFENDİYE ŞÜKRANLARIMI VE SAYGILARIMI SUNARIM.. EĞİTİM VE YAŞAM HAYATINDA BAŞARILARININ DEVAMINI TEMENNİ EDERİM..
( TANER ÇELİK ) 
POLİTİK - ACILAR BLOGGER  SAYFASI ADMİNİ
31 TEMMUZ 2017

***

30 Temmuz 2017 Pazar

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 17

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM  SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 17

3.2.1.9. Tarikat liderlerine başbakanlık konutunda verilen resmi iftar yemeği 

 “Biz din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kötü niyet ve zora dayanan fanatik hareketlerden sakınıyoruz. Bizi yanlış yola sevk eden kötü kişiler, biliniz ki, çoğunlukla din perdesine bürünmüştür, saf ve temiz ahlaklı halkımızı hep şeriat sözleri ile aldata gelmişlerdir.” M. Kemal ATATÜRK 

 28 Şubat sürecini hazırlayan gelişmeler ve nedenler arasına her geçen gün bir tanesi daha ekleniyordu. 1997 yılı Ocak ayının ilk haftaları da oldukça hareketli 
geçeceğe benziyordu. Çünkü Kuvvet Komutanlarının Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e brifing verdiği gün toplumda yükselen tansiyonu ve TBMM’de ki muhalefet gruplarının seslerini duymazdan gelen Başbakan Necmettin Erbakan tarikat ve dini liderlere resmi konutta iftar yemeği vererek adeta laik çevrelere meydan okuyor ve bütün şimşekleri kendi üzerine çekiyordu. Sarıklı, cüppeli, sakallı tarikat liderleri, Cumhuriyet tarihinde bir ilki gerçekleştirerek Başbakanlık Konutunda ki iftar yemeğinde bir araya gelmişlerdi (Öztürk, 2006, s.77). Beklenen olay gecikmemiş ve ilk skandal olay 11 Ocak 1997 tarihinde patlak vermişti. Başbakan Necmettin Erbakan 11 Ocak 1997 Cumartesi akşamı Başbakanlık Resmi Konutu’nda bir iftar yemeği düzenlemişti. 

Ramazan ayının başlamasıyla birlikte hükümet, kamu kurum ve kuruluşlarının çalışma saatleri yeniden düzenledi yayınlanan bir genelgeyle çalışma saatleri iftar vaktine göre ayarlandı. Daha sonra Ramazan genelgesi bir vatandaşın Danıştay’a yaptığı itiraz sonucu iptal edildi. Daha sonra gelişen olaylar kamu oyunda bazı çevreler tarafından tepkiyle karşılandı bu girişim, Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir Başbakan Erbakan’ın tarikat şeyhlerine Başbakanlık Konutu’nda iftar yemeği verdi. Bu yemeğe yaklaşık yüz kişi katıldı. Erbakan bu yemekte söz aldı ve şöyle dedi; (Özer, 2011, s.59) “Hükümeti zarara uğratacak davranışlardan herkesin kaçınması gerekir. Ülkemizde birlik ve bütünlüğü tehlikeye sokacak davranışlardan uzak durulmalıdır” (Aksoy, 2000, s.193). 

11 Ocak 1997 tarihinde Başbakan Necmettin Erbakan tarafından Başbakanlık Resmi Konutu’nda, Diyanet temsilcileri, Diyanet İşleri Eski başkanları, İlahiyat 
Fakültelerinin dekan ve öğretim üyeleri, Müftü ve Vaizler ile din adamlarının aralarında bulunduğu toplam kırka yakın kanaat önderine iftar yemeği verilmiştir. Organize edilen iftar yemeğine birtakım görevli ve resmi din adamlarının katılması, kamuoyunda günlerce tartışılmıştır. Bu kişilerin Başbakanlık Konutuna girişlerinde sakallı, sarıklı ve cüppeli görüntüleri televizyonlarda günlerce yayımlanmıştır. Basında “Tarikat Yemeği” olarak lanse edilen haberlerde, bu olay “İrtica Kalkışması” olarak yansıtılmıştır (Komisyon, 2012, s.60). Televizyon kameraları tarafından alınan görüntülerde “kanunlara aykırı” şekilde giyinen, dini cemaatlere mensup oldukları düşünülen kişilerin Başbakanlık Resmi Konuta girmeleri ve bu kişilerin sakallı, sarıklı ve cüppeli görüntüleri televizyonlarda yayınlanması ve bu görüntülerin basında iftar yemeği olarak değil de tarikat yemeği olarak lanse edilmesi toplumda “İrtica Kalkışması” olarak algılanmış olmakla beraber o andan itibaren adeta Genelkurmay Başkanlığının telefonları kilitlenmişti. 

Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı, Çankaya Köşkü'ne hemen çıkmamış, 16 Ocak Perşembe günkü haftalık görüşmeyi beklemiş, rahatsız olduklarını ve irtica tehdidi dolayısıyla endişeli olduklarını dile getirmiştir. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Anayasa'nın kendisine 104'üncü madde ile verdiği yetkileri kullanarak, MGK’yı işletmeyi planlamıştır (Özgan, 2008, s.67). 

Hürriyet Gazetesi yazarı Sedat Ergin, bu olayın “Bardağı Taşıran Son Damla” olduğunu ifade etmiştir (Yüksel, 2004, s.56). CHP ise olayı Başbakanlık önüne siyah çelenk bırakarak protesto etmiş, RP’liler tepkilerin aşırı ve kasti olduğunu düşünmekteydiler. O dönem yapılan bu eleştirilere karşılık parti içinden bazı 
milletvekilleri, gayrimüslimlerin ve diğer inanç sahibi kesimlere de yemek verilmesi yönünün de parti yönetimine talepte bulundular ama bu talepleri yönetimde kabul görmedi (Aksoy, 2000, s.193-194). Yine bu olayla ilgili 16 Ocak 1997 tarihinde CHP Genel Sekreteri Adnan Keskin ve 33 milletvekili arkadaşı ile Başbakan Erbakan’ın Başbakanlık Resmi Konutta verdiği iftar yemeği hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuşlardır. Bu suç duyurusu daha sonra parti kapatma iddianamesinde ki yerini almıştır. 

Başbakanlık konutunda verilen bu iftar davetine Erbakan’ın, Refah-Yol’a muhalif çevrelere bilinen yolda yürüyeceği mesajı verdiği anlamına geldiği, bunun 
sınırları zorlamak olduğu iddia edilmiştir. Yüksek yargı da bu konudan rahatsız olmuş ve isimsiz demeçlerle kamuoyuna ve RP’ye mesajlar iletilmiştir. Bu süre zarfında toplumsal gerilim de iyiden iyiye tırmanmış, bu olay askerlerin “düğmeye basmasının” gerekçesi olarak gösterilmiştir (Arikan, 2010, s.97). 

Bu yemekli toplantı bazı çevrelere göre irticanın ayak sesleriydi, bazı kesimlere göre ise din âlimlerinin toplandığı birlik ve beraberliğe vurgu yapılan bir yemekli 
toplantıydı. Bu yemekli toplantı bazılarına göre büyük bir yanlış, bazılarına göre ise pekte abartılacak bir şey değildi. Bu yaygaralar koparan olayın yankıları uzun sürdü o dönem DSP lideri Bülent Ecevit bu olayı sert bir dille eleştirdi; “Tarikatların tartışma konusu olduğu bir dönemde tarikatçılığı devletin kanatları altına alma eğilimi olumlu karşılanmamıştır”(Özer, 2011, s.60) bu eleştiriye toplum kesimlerinden de destek gelmiştir. 

Günümüzde de zaman zaman 28 Şubat süreci sıcak tutulmak istenmekle beraber, 28 Şubat süreci ile ilgili haberlerde bu olay basın tarafından gündeme getirilmekte, çekilen görüntüler tekrardan televizyon programlarında yayınlamaktadır. Özellikle yaşanan bu olay 28 Şubat sürecinin en önemli gerekçelerinden olduğu iddia edilmekte ve 28 Şubat sürecini hazırlayan önemli gelişmeler arasında yer almaktadır. Yaşanan bu olaylar, başta siyaset gündemini uzun süre meşgul etmiş olmakla beraber, basın ve medya kuruluşları tarafından uzun süre gündemde tutulmuş, muhalefet gurupları tarafından iftar yemeği değil de tarikat yemeği şeklinde algılanmış olması ile beraber toplumda “irtica algısı” oluşturulmak istenmiş ve bu gelişmeler Refah-Yol Hükümeti’nin sonunu hazırlamış, ülkeyi de “post modern” olarak tanımlanan bir askeri müdahalenin eşiğine getirmiştir. 

Refah-Yol Hükümeti’nin sonunu hazırlayan bu gelişmeler laik kamuoyu tarafından büyük bir tepki ile karşılanmış olmakla beraber Mehmet Altan’ın 
“Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” başlıklı yazısında “… Dinin sosyolojik ve kültürel boyutunun inkâr edildiği, sanki toplumda bilimin alternatifi dinmiş gibi yanlış bir ikilem yaratıldığı için, Türkiye’de kültürel yapının çok önemli bir kaynağı olan din konusunda çok sancılı bir ülke haline geldi. Devlet dini kendi kontrolü altına aldı. Toplumun kültürel olarak kendi dinini yeterince tanıyamaması İslam’ın siyasallaşmasına, dini kendine alet eden siyaset senaryolarının ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu yüzden toplumun kültürel kaynaklarının “askeri bir laiklik” anlayışı takınması nedeniyle din normalleşemedi normalleşemeyince de siyasallaşma eğilimine girdi.” (4 Ocak 1997) Sabah, s.13 şeklinde ifade etmiştir. 

3.2.1.10. Taksim’e Cami Projesi ve yaşanan kriz 

 Taksim’e cami projesinin geçmişi Adnan Menderes’in iktidarda olduğu 1950 yılına kadar uzanmaktaydı. Sağ kesimin o dönemden günümüze kadar hayalinde Taksim’e cami yapma projesi vardı ama her seferinde bu proje muhaliflerin tepkisine neden olmuştur. Bu projenin en çok tartışılıp, gündeme taşındığı dönem hiç kuşkusuz Refah-Yol Hükümeti dönemiydi. Bu dönemde cami projesi yine ülkenin gündemine oturmuştu (Özer, 2011, s.61). 

Başbakan Necmettin Erbakan’ın ramazan çadırında, Taksim’e cami yapacaklarını söylemesi medyanın harekete geçmesi için yeni bir vesile oluşturmuştur 
(Ilıcak, 2013, s.47). Özellikle, Milliyet, Yeni Yüzyıl ve Radikal gazeteleri başta olmak üzere “cami” konusu gündemde adeta bomba etkisi yaratmıştı. RP’nin Taksim’e cami projesi büyük tartışmalara neden olmuştu Anıtlar Yüksek Kurulu’nun isteği doğrultusunda RP’li Kültür Bakanı İsmail Kahraman Taksim’e cami projesini onaylamıştır. Daha sonra Refah Partili Beyoğlu belediye başkanı cami temelinin yılsonunda bizzat Başbakan Necmettin Erbakan tarafından atılacağını duyurmuştur (Özer, 2011, s.61). Bu konuyla ilgili tartışmalar sürerken Erbakan bu projeye karşı çıkanlara “Sen kimsin yüzde üçsün konuşamasın…” diye gönderme yaptı (Akpınar, 2001, s. 96). O dönem Taksim’e cami bir siyasi yatırım ve politik tartışma olarak algılanıyor ve yorumlanıyordu (Donat, 1999, s.368). 

1997 yılı Ocak ayı, aynı zamanda Taksim’e cami projesi, türban yasağının kaldırılması ve karayolu ile Hacca gidiş tartışmalarını kamuoyunun gündeminde yer almış ve uzun süren tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Dönemin Bakanı Necati Çelik’e göre “Türkiye’de çok ciddi bir gerilim ortamı yaşanırken, böyle bir ortamda Sayın Başbakan’ın torunlarına, torunlarının bakıcılarına varıncaya kadar büyük bir kafileyle hacca gitmiş olması başlı başına yapılmış tarihi bir hataydı, hiçbir izahı yoktur” (Çelik, 2004, s. 77) şeklinde ki açıklaması oldukça dikkat çekicidir. 

Taksim’e Cami Projesi aslında 1970’li yılların başlarından beri düşünülmüş ve ilk ciddi çalışma 1977 yılında Süleyman Demirel’in başbakanlığında ki “Milliyetçi 
Cephe” hükümeti zamanında yapılmıştır. Dönemin Kültür Bakanlığı, Taksim’e Cami yapım projesi için Anıtlar Yüksek Kurulu’na başvurmuştur. Taksim’e Cami projesi aslında siyasal İslamcı kesime karşı bu bakış açısının göstergesidir. “Taksim’e Cami” projesi olarak zihinlere kodlanan bu projenin geçmişi 1977 yılına dayanmaktadır. Yukarıda da izah edildiği gibi o zaman da bu projeyi yapmaya çalışmakla itham edilen siyasal oluşum 28 Şubat sürecinde Cumhurbaşkanlığı görevini yürüten Süleyman Demirel liderliğindeki Milliyetçi Cephe Hükümeti olmuştur. Bu durum ilginç bir çelişkiyi de ortaya koymakta ve bazı konuların zaman zaman kullanılmak üzere adeta yedekte bekletildiğine işaret etmektedir (Arikan, 2010, s.85). 

Hükümetin inisiyatifiyle, Ziraat Bankası'na ait Sular İdaresi'nin arkasındaki 1624 metrekarelik arsa, cami yapılmak için Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne devir edilmiştir.  Ancak devir yapılmasına rağmen, arsaya yıllarca cami yapılmamıştır. Bunun üzerine Ziraat Bankası, satış devir sözleşmesinde yer alan ilgili maddeye dayanılarak, 10 yıl içinde devir amacına uygun kullanılmadığı gerekçesiyle arsayı geri istemiştir. İstek yerine getirilmeyince, banka 1990 yılında dava açmıştır (28 Mayıs 1998), Hürriyet. Mahkeme, Ziraat Bankasını haklı bularak arsanın iadesine karar vermesi üzerine Vakıflar Genel Müdürlüğü Yargıtay’a giderek itiraz etmiştir. Yargı sonrasında ise mahkeme Taksim’de ki arsanın Ziraat Bankası’na ait olduğu kararını vermiştir. Banka arsanın kendisine verilmesi kararı ardından yönetim olarak toplanmış ve Taksim’de ki arsanın yeşil alan ilan edilmesi ve “Ziraat Park” adı ile bir park yapılıp İstanbul için sosyal yaşam alanı olarak kullanılması kararı alınmıştır. 

Ülke gündemi ve siyaset atmosferinin tansiyonu bu kadar yüksek bir ortamda kutuplaşmaların oluşması, laik kesim ve İslami çevrelerin karşı karşıya gelmesi, 
İslam’ın demokrasi karşıtlığı şeklinde bir zihniyetin ortaya çıkması beraberinde derin ayrılıklar açacak bir kutuplaşmayı beraberinde getirecektir. 

3.2.2. 28 Şubat Süreci ve Dış Politika 

28 Şubat döneminde, başta ABD olmak üzere dış güçler, resmi düzeyde Türkiye’de demokrasinin sekteye uğratılmaması koşuluyla, iktidarda bulunan Refah-Yol Hükümeti’nin uluslararası alanda atmış olduğu bir kısım adımlardan rahatsızlıklarına dair açıklamalar yaparken, bu güçlerin fiili bir darbeye de ışık 
yakmaması, darbe heveslisi kesimlerde hayal kırıklığına yol açmıştır (TBMM, 2012, s.959). 

Özellikle 28 Şubat sürecinde ABD’nin ve AB’nin, 28 Şubat 1997 MGK Kararları sonrasında ciddi bir açıklama yapmadıkları ya da tarihi MGK kararları olarak 
bilinen 28 Şubat kararları hakkında bir eleştiride bulunmamaları 28 Şubat sürecini açıkça desteklediklerinin bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Yine bununla beraber siyaset atmosferinin yüksek ve gergin olduğu 28 Şubat sürecinde ABD’nin ve AB’nin bu sürece müdahil olduğunu gösteren herhangi bir açıklaması da mevcut değildir. 

Öte yandan, Avrupa Komisyonu tarafından 1998 yılından itibaren yayımlanan İlerleme Raporlarında ve diğer resmi belgelerde, “sivil-asker ilişkileri” başlığı altında, üst düzey askerlerin demeçleri, MGK ve MGK Genel Sekreterliği’nin yapısı ve rolü, MGK Kararlarının siyaset üzerindeki etkisi, YAŞ, Jandarmanın konumu ve diğer hususlarda çeşitli eleştirilerin mevcut olduğu aşikârdır (TBMM, 2012, s.959). 

Refah-Yol Koalisyon Hükümeti’nin Programında, bir yandan “Ankara Antlaşması ve Gümrük Birliği’yle amaçlanan nihaî hedeflere ulaşılabilmesi için, yasal 
düzenlemeler dâhil gerekli çalışmaların yapılacağı” belirtilirken; diğer yandan da “Türk Cumhuriyetleri ve İslam ülkeleriyle ekonomik, ticarî, sosyal ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi için yürütülen faaliyetlere hız kazandırılacak; bu ülkelerle olan, işgücü, mal, hizmet ve sermaye dolaşımının kolaylaştırılması için gerekli tedbirler alınacaktır” çok boyutlu ve “şahsiyetli” dış politika yürütüleceği” vurgusu yapılmıştır. Hükümet Programında kullanılan “Batı” ve “Doğu” arasındaki bu dengeli dil, hükümetin görevi süresince yumuşak karnı olarak görülecekti (Komisyon, 2012, s.61). 

Necmettin Erbakan, Başbakan olarak ilk resmi gezisini KKTC’ye yapmış, daha sonrada İran, Pakistan, Singapur, Malezya ve Endonezya’yı kapsayan başka bir gezi programı planlanmıştır. Gezilere çıkarken yaptığı konuşmada asıl amacının bu ülkelerle ticari ilişkileri geliştirmek olduğunu ifade etmiştir (Arikan, 2010, s.87). 

 3.2.2.1. Başbakan Erbakan’ın islam ülkeleriyle olan temasları 

 Başbakan Necmettin Erbakan, Türkiye’nin kuruluşundan bu yana devam eden “Yüzünü Batıya Dönme” tavrını bir nebze olsun değiştirmek, İslam ülkeleri arasında alternatif bir işbirliği modeli oluşturulmasına öncelik etmek ve Ortadoğu, Asya ve Afrika ülkeleriyle ilişkileri geliştirmek maksadıyla, Ağustos ve Ekim 1996 aylarında, Müslüman ülkeleri ziyaret etmiştir (Komisyon, 2012, s.61). 

İnançlı ve şuurlu kadroların çekirdeğini RP teşkilatının temsil ettiğine işaret eden RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan “İslam Birliği Kurulması” yolunda önemli 
adımlar atmakla beraber şu 5 maddeyi sıralıyordu; 

1. Taklitçilik bırakılacak, Milli Görüşe geçilecek, 
2. Kapitalizm bırakılacak, Adil düzene geçilecek, 
3. Uşaklıktan vazgeçilerek, yeniden büyük Türkiye kurulacak, 
4. Hristiyan birliği değil, İslam birliği kurulacak, 
5. Zulme dayanan bir dünya değil barışı esas alan bir dünya kurulacak (25 Şubat 1995) Milli Gazete, s.7. 


KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;

http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1

18 NCU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 16


28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM  SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 16


Belediye Başkanı Bekir Yıldız, Kudüs Gecesinde yaptığı konuşma nedeniyle 17,5 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Sincan’da düzenlenen Kudüs Günü etkinliği 28 
Şubat sürecinin en tartışmalı hadiselerinden birisini teşkil etmiştir (Komisyon, 2012, s.55). Bu gecenin en önemli mimarı olan Sincan eski Belediye Başkanı Bekir Yıldız, cezaevinden tahliye olduktan sonra 17 Ekim 1997’de “Ceviz Kabuğu” programında; “Kudüs Gece” si ile ilgili olarak gecenin Filistin’le ilgili bir gece olduğunu, tekrar belediye başkanı olsa böyle bir geceyi yeniden düzen leyeceğini ancak bu ülkede her doğrunun yapılamayacağından İran Büyük elçisi’ni davet etmeyeceğini ancak bunun sebebinin kamuoyunun mahzur görmesinden değil kamuoyuna mahzur gösterilmesi için bazı hesapların yapılması olduğunu, bir takım olaylarla zaten gerilmiş olan ortama biraz da katkı olsun düşüncesiyle böyle bir programın düzenlenmediğini, Ramazan Ayı boyunca 30 gece program düzenlendiğini ve Kudüs Gecesi’nin bunlardan sadece biri olduğunu, daha önce ki gecelerde de Kafkas, Çeçen ve Bosna ile ilgili geceler düzenlendiğini ancak sadece bu gecenin birilerinin hoşuna gitmediğini” belirtmiştir (Cevizoğlu, 2001,s. 77). 

Dönemin Çalışma Bakanı Necati Çelik ise “Sağlıklı bir parti yönetimi söz konu olsaydı Sincan Belediye Başkanı böyle bir faaliyet yapmayı düşünemezdi, düşünecek olsa da partiden müsaade alırdı. Sorulma ihtiyacı duyulmadığına göre parti yönetimi sureti vardır ancak pratikte parti yönetimi yoktur. Böyle bir geceden sonra oluşan gergin ortamda da yapılması gereken ise başkanın çağrılıp ikaz edilmesi ve gerekirse partiden ihraç edilmesidir. Tansiyonu düşürmek için mutlaka bir şey yapılmalıdır. Ancak bunlar yapılmadığı gibi bir de sahiplenil miştir” şeklinde bir yorum yapmıştır (Çelik, 2004, s.79). 

Kudüs Gecesi, laik kamuoyunu yeterince rahatsız etmişti. Kışlalardaki kıpırdanmaların haberi artık yayılmaya başlıyordu. Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız hakkında soruşturma açılmıştı. Ancak olaylar asıl şimdi başlıyordu. Zira Kudüs Gecesi ile haber yapmak isteyen Star televizyonu muhabiri Işın Gürel’in Sincan’da yediği tokat milat oldu. Işın Gürel’in Sincan’da başına gelen olaya başta medya ve muhalefet büyük bir tepki göstermiştir. Tansu Çiller yaşanan bu kötü olayı kınamış, DYP Kilis Milletvekili Doğan Güreş, “Sincan olayı rezalettir, Türkiye İran değildir. Türkiye laikliğe tamamen yapışmıştır. Türkiye Atatürk ilkelerine tamamen yapışmıştır. Bunun dışına kimse çıkaramaz, kimse…!” şeklindeki açıklamaları ile dikkat çekmiştir. Bu devleti bir tane bez değil 6 milyar adam eline bez alsa gelse gene sarsamaz. Kimi 
aldatıyorsunuz? Türkiye laik bir ülkedir… Vb. sözleri Türkiye ve siyaset yaşamındaki yüksek olan tansiyonu düşürmekten uzaktı (Birand, Yıldız, 2012, s.199). 

Türkiye gündeminde büyük bir etki yaratan ve kamuoyunu uzun bir süre meşgul eden hatta 28 Şubat sürecini hazırlayan gelişmeler arasında önemli bir yer teşkil eden “Kudüs Gecesi” sonrasında, Hükümet Sincan’da ki olaylarla yükselen tansiyonu düşürmek yerine hala türban ve Taksim’e Cami tartışmaları ile ilgileniyordu. Bunun yanında Başbakan Erbakan Taksim’e cami projesini eleştirenlere kızıyordu, “Garipsenecek tek şey bazı fosil denilen kişilerin % 99’u Müslüman olan ülkenin herhangi bir yerine cami yapılmasına karşı çıkmalarıdır” (Akpınar, 2006, s.159) şeklindeki açıklamaları ile bu konu hakkında ki tutumunu değiştirmek istemiyordu. 

Başbakan Necmettin Erbakan, partisinin grup toplantısında “Ankara’nın Sincan ilçesinde düzenlenen Kudüs Gecesi’ni değerlendirirken, demokratik bir ülkede bu tür etkinlikler olabileceğini; Türkiye’nin büyük atılımlar yaptığını, ancak bazı çevrelerin yeniden büyük Türkiye'nin kurulmasından rahatsızlık duyduklarını savunarak; “Bazı çevreler, bazı fosiller, acaba ne yapsak da ülkenin havasını bozsak, huzuru, barışı, kardeşliği engellesek diye düşünüyorlar” şeklindeki açıklaması ve Adalet Bakanı Şevket Kazan da TBMM Genel Kurulu'nda ANAP Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in Sincan'da yaşanan olaylara ilişkin konuşmasını yanıtlarken, “Hiç kimsenin demokratik rejim üzerine oyun oynamaya hakkı olmadığını belirterek, Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın, RP'nin 400 belediye başkanından biri olduğunu” söylemiştir. 
Şevket Kazan, “Ankara DGM'nin olayla ilgili soruşturma başlattığını, RP’si Meclis Grubu'nun da duyarlığını ortaya koyarak, üç milletvekilini olayı soruşturmakla 
görevlendirildiğini” söylemiştir (Komisyon, 2012, s.56). 

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, “Sincan'da yaşanan olaylar için RP'nin laik, demokratik cumhuriyete dönük bir tepki içinde olduğunu herkesin görmesi gerektiğini belirterek, cumhuriyeti savunan herkesi, karşı tepki göstermeye çağırmıştır”. 

BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu ise “Türkiye’de asla Nusayri iktidarının oluşmasına izin vermeyeceğiz” diyerek tepkisini ortaya koymuştur. Cumhurbaşkanı 
Süleyman Demirel, “Neden demokrasiyi işletmeye çalışmıyoruz da darbe tartışması yaratıyoruz?” demiştir (Komisyon, 2012, s.56). 

Başbakan Necmettin Erbakan hala türban, karayolu ile hacca gidiş, üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakılmasını öngören Bakanlar Kurulu 
kararnamesini Türkiye’nin içinde bulunduğu bu bunalımlı günlerde imzaya açmış olması gibi gündemlerle meşgul olurken, İran Büyükelçisi’nin, “Şeriat Çağrısı” 
yapması vb. gibi nedenler artık 28 Şubat sürecinin önemli bir ayağının başladığını, 3 Şubat 1997 günü Genelkurmay Başkanlığı’nda ki olağanüstü bir hareketlilik yaşanması ve Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı başkanlığında gizli bir toplantı yapılmıştır. O günün savunma muhabirleri toplantı hakkında, toplantıda konuşulanlar hakkında bilgi almak istemiş ancak çabaları boşa çıkmıştır. Toplantıda Kudüs Gecesi konuşulmuş ancak asker resmi bir açıklama yapmamıştır. 

4 Şubat 1997 günü Sincanlılar tank sesleri ile uyandı. Lala Mahallesinde 5 tank ve 20 kariyer, ağır ağır Sincan’ın merkezine doğru ilerliyordu. Sincan halkı ise 
camlardan bakıyor, dükkânlarını yeni açan esnaf ise şaşkınlık içerisindeydi. Herkes darbe olduğunu düşünüyordu, bir kısım halk ise şaşkınlığı üzerlerinden atmış yol kenarlarında dizilmiş tankları alkışlıyorlardı (Akpınar, 2006, s.160-161). Böyle bir ortamda RP’nin işi zordu. Karşı tarafın tavrını değiştirmenin mümkün olmadığı, siyasi manevra sahasının azaldığı, hükümetin reflekslerinin kaybettiği bir döneme girdiğini (Bayramoğlu, 2007, s.109) şeklinde yorumlamak mümkündür. 

Yaşanan bütün bu gelişmeler sonrasında olay yaratan ve birçok açıdan tepki alan olaylı “Kudüs Gecesi” sonrasında askerin tepkisi çok sert olmuştur. Dönemin Hürriyet Gazetesi “Dün sabah 20 kadar tank ve 15 kariyer, Sincan’dan geçerek Yenikent tatbikat alanına gitti” şeklinde başlığı askerin yaşanan geceden ne kadar rahatsız olduğunu göstermekteydi. 

Sabahın erken saatlerinde tankları ve üzerlerinde ki askerleri gören Sincanlılar, darbe olduğunu sanarak büyük bir panik içerisine girmişlerdir. Bununla beraber bazı Sincanlıların evlerine kapandığı bazılarının ise geçen askerlere destek verip alkışladıkları gözlenmiştir. (5 Şubat 1997) Hürriyet, s.1. 

4 Şubat 1997 tarihinde Ankara'nın Sincan ilçesinde Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanlığı'na bağlı çeşitli askeri araçlardan oluşan konvoy, ilçe sokaklarından Akıncı Üssü'ne "motorlu yürüyüş" gerçekleştirmiştir. Bu yürüyüş, ülke genelinde heyecana neden olurken, Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan, olayın normal bir tatbikat olduğunu, eğitim çalışmaları kapsamında gerçekleştirildiğini söylemiştir. Olay gazetelere “Sincan’dan Ordu Geçti” başlığı ile yansımıştır (Komisyon, 2012, s.55). Düzenlenen Kudüs Gecesinin akabinde 4 Şubat sabahı Etimesgut'taki Zırhlı Birlikler Tümeni'nden yola çıkan 20 kadar tank ve çok sayıda askeri kariyer, Sincan'a yönelmiştir. Genelkurmay Başkanlığı’ndan yapılan kısa açıklama ise bunun yalnızca bir Motorlu yürüyüş tatbikatı olduğu şeklindeki açıklamasıdır. Konvoyun açıklanan görev talimatı, Akıncı (Mürtet) Hava Üssü yakınlarındaki Yenikent tatbikat alanına gitmektir. Ancak, konvoydaki iki tank ve bazı kariyerler, Kubbetüs Sahra şeklindeki çadırı yıkacaklardır. RP'li belediye tepkiler üzerine bir gece önce çadırı söktüğü için tanklar meydanda bir süre oyalanıp geri dönmüşlerdir. Bu oyalanma sırasında, sözde arızayı gidermek için tanklara “Balans Ayarı” yapılmıştır. İşte bu deyim, “Demokrasiye Balans Ayarı” olarak 28 Şubat sürecinin sloganı haline gelmiştir. Ertesi gün Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir'in sözleri ardından bu deyim “post-modern darbe” deyimi çıkana dek, yaygın biçimde kullanılmıştır (Özgan, 2008, s.70). 

Genelkurmay Başkanlığı, “6 ayda bir yapılan normal eğitim faaliyeti” olarak açıkladığı bu geçişin, “tesadüfen bu tarihe denk geldiğini” bildirmiştir. Daha sonra bu olay Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir tarafından “Demokrasiye balans ayarı yapıldı” veya “rejime ince ayar yapıldı” şeklinde değerlendirilmiştir. Askere ait olduğu öne sürülen bu sözlere tepki gösteren RP’li Kahraman Emmioğlu, “Bu kafaları duvara çarpmalı. Eğer sen politika yapacaksan çıkar elbiseni. Güreş Paşa gibi politika yap” demiştir (Bölügiray, 1999, s.91). Bununla beraber Genelkurmay Başkanlığı normal faaliyet olarak açıklamış ve motorlu yürüyüş denilen bu geçişin 6 ayda bir icra edildiğini ve Kudüs Gecesi sonrasına gelmesinin ise tamamen bir tesadüf olduğunu açıklamıştır. 

Başbakan Necmettin Erbakan ise, yaşanan gelişmeleri suni gündem olarak değerlendirmiş, tankların yürüdüğü gün meclis grup toplantısında yapmış olduğu konuşmada, “…Mesele laiklik değil, laikliği din düşmanı olarak kullanmak isteyenlerin rahatsızlığıdır. Bunları yapmak isteyenlerde bir avuçtur. Onlar da fosil olmuştur” ifadelerini kullanmıştır. Başbakan Erbakan’ın daha sonra, Sincan olaylarını değerlendirmesini isteyen gazetecilere sinirlenerek vermiş olduğu yanıt da unutulmayanlar arasında yerini almıştır. Erbakan’ın cevabı “Cumhuriyet Bayramı’nda da 240 tane tank geçiyor” şeklinde olmuştur (Öztürk, 2006, 81-82). 

KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;

http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1


17 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 15



28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM  SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 15

3.2.1.7. Refah Partili Belediyelerin Tutumu ve Milletvekillerinin Söylemleri 

28 Şubat sürecinin en tartışmalı konularından bir diğeri de, RP’li belediye başkanlarının yaptığı açıklamalar olmuştur (TBMM, 2012, s.952). 1997 yılının ilk 
haftalarında, “birdenbire, kimlerin servis ettiği anlaşılamayan bir kaset trafiği başlamış”, RP’li milletvekilleri ve belediye başkanlarına ait bazı konuşmaların 
“televizyon kanallarına görünmeyen ellerden dağıtıldığı” görülmüştür (Birand, Yıldız, 2012, s.189). 

28 Şubat sürecinin en tartışmalı konularından bir diğeri de, RP’li belediye başkanlarının yaptığı açıklamalar olmuştur. 28 Şubat sürecinde Refahlı belediyelerin kamuoyundaki “hizmet veren” imajı zedelenmeye çalışılmış olmakla beraber, belediyeler üzerinden RP’sini yıpratılmaya çalışılmıştır. Özellikle, Sultanbeyli, Sincan, Şanlıurfa, Bingöl, Konya, Ankara gibi RP’li belediyelerle ilgili haberler öne çıkarılmış; aynı şekilde RP’li Rize Milletvekili Şevki Yılmaz’ın, İstanbul Milletvekili Hasan Mezarcı’nın, Ankara Milletvekili Hasan Hüseyin Ceylan’ın çeşitli yer ve tarihlerde yaptığı konuşmaların videokasetleri ara ara TV ve gazetelerde “Şok şok… Flaş Haber” üst başlıkları ve gerilim müzikleri fonuyla konu edilmiş, çeşitli tartışma programları düzenlenmiş ve sürekli sıcak tutulmuştur. 

Şevki Yılmaz’ın Arafat’ta yaptırdığı yemin, günlerce TV ekranlarından “Şeriat Yemini” gibi başlıklarla haberleştirilmiş, İlahiyat mezunu olan ve dini vaazlarıyla 
tanınan Şevki Yılmaz’ın yaptığı dini içerikli konuşmalar dönemin ruhu içinde “şeriat konuşmaları” gibi sunulmuştur. Bazı Refahlı belediyelerin ve RP’ne yakınlığıyla bilinen dernek ve vakıfların yine aynı dönemde başlattıkları “Alternatif Yılbaşı” etkinlikleri de, irticai kalkışma olarak sunulmuştur (Komisyon, 2012, s.53). Bu konuşmaların yanında Şevki Yılmaz’ın; “Kemalizm, kapitalizm, laiklik ve bütün şeytani düzenleri boykot ederek nöbete geliyoruz. Refah için, Milli Görüş için bütün gücümüzle çalışacağımıza söz veriyoruz!”, “Türk Devletlerinin dini vardır, o da Hristiyanlıktır”, “1 Ocak İncil’e göre tatildir, Türk Ceza Kanunu İncil’e göredir” vb… şeklindeki Şevki Yılmaz’ın servis edilen her konuşması RP biraz daha yaralıyordu (Birand, Yıldız, 2012, s.189). 

Şevki Yılmaz’ın servis edilen her konuşması RP’ni daha da çıkmaza sokarken ve bu olumsuz siyaset atmosferin üzerinden birkaç hafta geçmeden, RP’nin önde gelen isimlerinden Hasan Hüseyin Ceylan’ın bir konuşması servis edilmiştir. Hasan Hüseyin Ceylan konuşmasında… Asker kalkmış diyor ki “PKK’lı olmanıza müsaade ederiz ama şeriatçı olmanıza asla!” diyor. Bu kafayla çözemezsiniz, çözüm mü istiyorsunuz, şeriatçılıktır (Birand, Yıldız, 2012, s.190). Gerçekten de RP’li milletvekillerinin servis edilen kaset ve söylemleri yenilir yutulur cinsten olmamakla beraber RP’ni de her geçen gün çıkmazın eşiğine sürüklüyordu. 

Bununla beraber Refah Partili bazı milletvekillerinin söylemleri şöyle idi; 

RP Bitlis Milletvekili Zeki Ergezen: 1993’de Mekke’de ki konuşması: “Bu düzen yıkılmıştır fakat Müslümanlar Batı’nın oyununa geldikleri için kendi nizamlarını 
tahkim edemedikleri için mevcut düzenin yerine kendi nizamlarını nasıl koyacaklardı halka anlatamadıkları için bu düzen payandalar da duruyordu. Gelin dağa taşa “Ne Mutlu Türküm” diye yazacağımıza, gelin dağa taşa “ Ne Mutlu Müslümanın ” diye yazalım. 

RP Sivas Milletvekili Temel Karamollaoğlu: “Sivas Olaylarından övgüyle söz ediyordu! … Sivas’ta inançlı insanlar imanlı olduğunu gösterdi… Bir tahrik meydana geldi. İnsanlar galeyana geldi… Bütün dünyaya örnek olsun diye…” 

RP Bingöl Milletvekili Hüsamettin Korkutata: 1993’de Mekke’de ki konuşması: 

  < “Cumhuriyet Döneminde bir gecede tekkeler kapatılmış, medreseler kapanmış, Arapça okuma yazma tamamen yasak edilmiş… Böyle bir uygulama dünyada görülmemiştir… Atatürk ben başöğretmenim demiş ama harfleri bile bilmiyor… Birçok yerlerde kitaplar vagonlara yüklenmiş Bulgaristan’a götürülmüştür… Bazı insanlar kitapları korkularından meydanlarda yakmışlar…”  >
RP Şanlıurfa Milletvekili Halil İbrahim Çelik: “Ordu 3500 PKK’lı ile baş edemedi, 6 milyon İslamcıyla nasıl baş edecek? Sonuna kadar şeriatçıyım. Şeriatın 
gelmesini istiyorum… Türkiye’de Kemalizm kalkmadığı sürece demokrasi hikâyedir.” 
RP Milletvekili Fethullah Erbaş: “Şeriat dediğiniz düzende kamu düzeni demektir. Bu nedenle şeriat karşı olunamaz.” RP Milletvekili Ahmet Doğan: “Şeriat devleti kurana dek peygamber sabrı göstereceğiz.” (Bölügiray, 2000, s.78-84). 

3.2.1.7.1. Sultanbeyli Belediyesi 

28 Şubat döneminde adı sık sık irticanın merkezi olarak takdim edilen İstanbul’un Sultanbeyli İlçesinde, 11 Ocak 1997 tarihinde, dönemin 2’nci Zırhlı Tugay Komutanı Tuğgeneral Doğu Silahçıoğlu tarafından, Belediye Başkanı’nın onayı alınmaksızın, ilçe meydanına “Atatürk Anıtı” yaptırılması uzun süre kamuoyunu meşgul etmiştir. 

28 Şubat 1997 Askeri darbesini soruşturan savcıya 6 Kasım 2012 tarihinde ifade veren dönemin Sultanbeyli Belediye Başkanı Nabi Koçak’ın; “Doğu Silahçıoğlu’nun bölgede provokasyon peşinde koştuğu, Meydana fiber Atatürk büstü diktikleri, amaçlarının büstü yaktırıp suçu Müslümanların üzerine yıkmak olduğu, heykel yakılmasın diye 15 gün boyunca başında nöbet tutturduğu, sonra fiber heykel yerine tunç olanını diktikleri” şeklindeki basına yansımıştır (Komisyon, 2012, s.53). 

3.2.1.7.2. Şükrü Karatepe’nin 10 Kasım konuşması 

Şükrü Karatepe’nin 10 Kasım törenlerine ilişkin konuşması basında irticanın ayak sesleri olarak yansıtılmıştır. Şükrü Karatepe’nin konuşmasındaki “İnancımıza 
saygı duyulmadığı bu dönemde, içim kan ağlayarak bugünkü törene katıldım… Süslü püslü göründüğüme bakıp da laik olduğumu sakın sanmayın. Resmi görevim nedeniyle bugün bir törene katıldım. Belki başbakanın, bakanların, milletvekillerinin bazı mecburiyetleri vardır. Ancak, sizin hiçbir mecburiyetiniz yok. RP’li olarak yeryüzünde tek başıma da kalsam, bu zulüm düzeni değişmelidir. İnsanları köle gibi gören, çağdışı bu düzen mutlaka değişmelidir. Ey Müslümanlar sakın ha içinizden bu hırsı, bu kini, nefreti ve bu inancı eksik etmeyin. Bu bizim boynumuzun borcudur. Bu zulüm düzeni yıkılmalıdır…” şeklindeki sözleri basında günlerce işlenmiştir. RP’li Kayseri Belediye 
Başkanı Şükrü Karatepe, bu sözleri dolayısıyla medya eliyle suçlanmış, siyasi irade görevden almış, resmi görevlerinden el çektirilmiştir ve 1 yıl hapis ve 420.000 lira ağır para cezasına mahkûm edilmiştir (Komisyon, 2012, s.53). Yaşanan bu olaylarla beraber RP’li belediyeler sıkı bir denetim ve gözleme tabi tutulmuş, sıkı bir teftişten geçirilmiştir. Bazı belediye başkanları hakkında da İçişleri Bakanlığı tarafından soruşturma açılmıştır. 

RP’li belediyelerin tutumu ve milletvekillerinin söylemleri genel olarak bu şekilde anlatılmaya ve izah edilmeye çalışılmış olmakla beraber kasetleri servis 
edenlerin bir tek amacı vardı. Toplumda laiklik konusunda ki hassasiyeti tırmandırarak RP’nin karşısında bir cephe oluşturmak, iktidarın düşürülmesi için kamuoyunu hazırlamaktı. RP’nin süreci iyi yönetememesi, bu kasetleri izleyenlerin endişelerini giderememesi, toplumu ikna etmek için bir çabanın içerisine girmemesi de işleri kolaylaştırdı. “Bu konuşmaların içeriğine elbette katılmıyoruz. Son derece yanlıştır bunlar, hiçbir parlamenter meclis buna katılmaz… Ancak bir yanlış daha var. 1990’larda söylenmiş olan birtakım şeyleri 1997 gündemine sanki bugünmüş gibi taşıyıp buna bir başka alevlendirme, toplumu adeta istikrar ötesi bir tepkiye zorlamak veya onun yolunu açmak istemek yanlış” diyen Tansu Çiller, iktidar ortağını ne kadar savunmaya çalışırsa çalışsın, pek ikna edici olamadı. Bu kasetlerde sonraki günlerde de 
mecliste şiddetli tartışmalara sebebiyet verecek (Birand, Yıldız, 2012, s.192) ve ülke gündemi tansiyonu yüksek olan sıcak günlerin etkisine girecekti. 

3.2.1.8. Kudüs Gecesi ve Sincan’da tankların yürütülmesi 

Türkiye, 1997 yılının Şubat ayına kritik ve gerilimli bir atmosfer içinde girmiştir. Şubat ayının ilk gününde, sivil toplum örgütlerinin öncülüğünde örgütlenen 
geniş halk kitleleri, “Susurluk Skandalı” ile ortaya dökülen kirli ilişkileri protesto etmek amacı ile “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” eylemini başlattı. Saat 21.00’de 1 dakika için tüm ışıklar söndürülüp yakılıyordu o gece…30 günlüğüne, “Temiz Toplum” için şiddete dayanamayan sivil bir ayaklanma başlatılmıştı (Akpınar, 2001, s.152). Ankara’nın Sincan ilçesinde yaşananlar ise artık bardağı taşıran son damlalar olmuştur. Sincan’ın RP Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın 31 Ocak 1997 günü, İran İslam Devrimi’nin Lideri Ayetullah Humeyni’nin işgal altında ki Kudüs’ü anmak için başlattığı geleneği, ilk kez Türkiye’de uygulamaya başlıyordu (Akpınar, 2001, s.152). Sincan olayı 28 Şubat 1997 MGK toplantısının ve RP’nin kapatılma davasının temel unsurlarından biri olmuştur (Özer, 2011, s.63). 

Ankara’nın 30 kilometre batısında ki Sincan’da ise tamamen farklı bir ayaklanma sahneye konulmak isteniyordu. 31 Ocak akşamı Ankara’nın Sincan ilçesi, 
Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ın düzenlediği Kudüs Gecesi'ne ev sahipliği yapmıştır. Onur konuğu ise İran’ın Ankara Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri’dir. Belediye salonunda düzenlenen geceye ek olarak, ilçe meydanına Kudüs'teki Kubbetüssahra'yı temsilen bir çadır kurulmuştur (Özgan, 2008, s.69). Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ın, ilçenin meydanında ki Atatürk Büstü ’nün tam karşısına Kudüs’te ki Mescid-i Aksa’nın çadırından bir benzerini diktirmesi uzun süreli olacak tartışmaları da beraberinde getirmiştir. 

Sincan Belediyesi’ne ait bir salonda düzenlenen gecede, Türk bayrağının bulunmamasına karşılık Lübnan ve Filistin Hizbullah örgüt liderlerinin posterleri 
asılmıştır. Yaklaşık bin kişinin katıldığı gecede Radikal İslamcı, Hamas ve Hizbullah örgütleri de destek veriyordu. Katılımcıların çoğunu genç siyasal İslamcılar oluşturuyordu. Salonda Türk bayrağının bulunmamasına karşılık Hamas ve Hizbullah liderlerinin bezden yapılmış büyük posterlerinin asılı bulunması “Kudüs Gecesi” adı altındaki toplantının, Türkiye’nin yaşadığı hassas günler nedeniyle siyasal bir içerik kazanmasına sebep olmuştur (Akpınar, 2001, s.153). 

Belediye Başkanı Bekir Yıldız ile dönemin İran Büyükelçisi’nin de iştirak ettiği bu etkinlikte çeşitli şiirler okunmuş, İsrail’in Filistin’e uyguladığı baskı bir tiyatro 
gösterisiyle izleyicilere gösterilmiş ve RP Belediye Başkanı tarafından Filistin’de uygulanan baskı ve zulüm konusunda bir konuşma yapılmıştır (Komisyon, 2012, s.54). 

1 Şubat sabahı gazetelere ve sabah saatlerinden itibaren televizyon ekranlarına yansıyan görüntüler ülkedeki gerilimi biraz daha tırmandırmıştır. Kudüs Gecesi müsameresinde oyuncular Filistin ayaklanması İntifada'yı canlandırmış, İsrail’i simgeleyen asker kıyafetindeki diğer oyuncuları taşlamışlardı (Özgan, 2008, s.69). Yapılan toplantıda Belediye Başkanı Bekir Yıldız rejim aleyhtarı bir konuşma yapmış, % 99’u Müslüman olan bir ülkenin zaten şeriatı tanıdığını belirten Başkan Yıldız laikleri kastederek “Onları yatırıp şeriatı bir ilaç gibi şırınga edeceğiz” şeklinde konuşmuş ve Humeyni rejimini örnek aldıklarını söylemiştir. Geceye katılan İran Büyükelçisi Rıza Bagheri de genel anlamda şeriat çağrısı yapmıştır. Büyükelçi Rıza Bagheri Hamas ve Hizbullah’ı desteklediklerini açıkça belirtmekten çekinmemişlerdir (Öztürk, 2006, s.79). 

Toplantıda, Belediye Başkanı Bekir Yıldız ile İran Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Gecenin resmi açılış töreni Kuran-ı Kerim okunarak yapıldı. Gecede RP’nin Gençlik Kolları tarafından sahnede sergilenen oyun oldukça dikkat çekmekle beraber adeta bir “Ayaklanma Provasını” andırıyordu. Oyuncular Filistin ayaklanması İntifada’yı canlandırmış, İsrail'i simgeleyen asker kıyafetindeki diğer oyuncuları taşlamışlardı. Oyun salonda bulunan İran Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri başta olmak üzere bütün herkesin takdirini toplamış ve uzun süre ayakta alkışlanmıştır (Akpınar, 2006, s.153). Ancak bu etkinlikler, gazetelerde “Türkiye İran mı olacak?” şeklinde yansıtılmıştır. 

Bütün bu yaşanan olaylarla beraber Sincan Belediyesi tarafından düzenlendiği iddia edilen “Kudüs Gecesi” olarak adlandırılan etkinliğin, kamuoyunda bilinenin 
aksine, Kudüs Platformu ile ortaklaşa yapıldığı öğrenilmiştir. “Kudüs Gecesi” olarak adlandırılan etkinlik CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Rıza Bagheri’nin Türkiye'nin iç politikasına karışmasına hakkı olmadığını belirterek, “Dışişleri Bakanı’nı göreve çağırıyorum, derhal tepkisini dile getirmeli ve Türkiye’nin olması gereken tavrını ortaya koymalıdır” demiştir. 

Bu gelişmeler üzerine, Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Büyükelçi Ali Tuygan, Sincan Belediyesi tarafından düzenlenen “Kudüs Gecesi”’nde ki konuşmaları nedeniyle İran’ın Türkiye Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri’yi Bakanlığa çağırarak görüşmüştür. Görüşmenin ardından Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan yazılı açıklamada, ‘Büyükelçinin söz konusu gecede yaptığı konuşmanın, içişlerimize müdahale niteliği taşıyan unsurlar ve Türkiye'nin dostu bazı ülkelere karşı uygun olmayan eleştiriler içerdiği, bu beyanlarının tarafımızdan protesto edildiği belirtilmiştir” denilmiştir. Ancak, Hükümetin söz konusu Büyükelçiyi derhal sınır dışı etmemesi Genelkurmay Başkanlığı tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Bu olaydan üç gün sonra, 3 Şubat 1997 tarihinde Sincan’daki Kudüs Gecesine ilişkin olarak DGM tarafından inceleme başlatılmıştır. 

İçişleri Bakanı Meral Akşener, hakkında açılan soruşturmanın selameti açısından Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ın geçici tedbir olarak görevinden 
uzaklaştırdığını açıklamış; Ankara DGM’de, Bekir Yıldız hakkında “gözlem altına alınması” talimatını vermiştir. DGM Başsavcılığının Esas Hakkındaki Mütalaasında “Kudüs Gününün, Kudüs’le ilgisinin olmadığı; diriliş günü ve Müslümanların günü” olduğu vurgulanmıştır (Komisyon, 2012, s.54-55). 

Bu arada DYP Milletvekilleri, Liderleri Tansu Çiller’in aksine duydukları rahatsızlıkları dile getirmişlerdir. RP’nin protokolü çiğnemediği konusunda direten Tansu Çiller ise, yaşanan olayların hukuk kuralları çerçevesinde halledilmesi gerektiği üzerinde durmuştur (Akpınar, 2001, s.171-172). Toplumu
sarsan bu gelişmeler karşısında sessiz ve rahat bir tavır sergileyen Başbakan Erbakan ise türban, Taksim’e cami, karayolu ile hacca gidiş gibi meselelerle meşgul olmayı tercih etmiştir. Necmettin Erbakan, üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakılmasını öngören Bakanlar Kurulu kararnamesini Türkiye’nin içinde bulunduğu bu bunalımlı günlerde imzaya açmıştır (Öztürk, 2006, s.80-81). 


KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;

http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1

16 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECKTİR

*****************