GÜVEN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
GÜVEN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Temmuz 2017 Pazartesi

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 48

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM  SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 48



MAKALELER: 


15.Milli Eğitim Şurası (1996). “2000’li yıllarda türk eğitim sistemi”, Raporlar, Görüşler, Kararlar, (13-17 Mayıs 1996) Ankara: Şura Genel Sekreterliği. 

Âdem, M. (2008). Cumhuriyetin 100. yılında türkiye cumhuriyeti’nin laik eğitimi türkiye cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılında eğitim kurultayı: 
Cumhuriyetimizin Kuruluş Felsefesinin Öngördüğü Eğitim Bildiriler içerisinde. Malatya: İnönü Üniversitesi Yayınları, s.61-75. 

AKP,(2011). Ak Parti programı. http://www.akparti.org.tr/site/akparti/partiprogrami, adresinden 20.01.2014 tarihinde alınmıştır. 

AKP,(2011).Seçim beyannamesi, Türkiye hazır, hedef 2023. 
http://www.akparti.org.tr/upload/documents/beyanname2011.pdf adresinden 
20.01.2014 tarihinde alınmıştır 

Arslan, A. (2003). Elit teorisi ışığında günümüz türk toplumunun genel bir değerlendirmesi. Sosyoloji Araştırmaları Dergisi. Cilt: 6. Sayı: 2. Güz, 
Ankara: s. 5-30. 

Ata, B.(2002). Tarih öğretimi hakkında. Milli Eğitim Dergisi, Sayı 153-154, Kış-Bahar, Erişim Tarihi: 07.06.2013. http://www.meb.gov.tr. (Haz.: Salih Özbaran). Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 

Aybars, E. (1995). Türk devrim tarihi dersleri üniversitelerde nasıl verilmelidir?.
Tarih Öğretimi ve Ders Kitapları-Buca Sempozyumu. (Yay. Haz.: Salih Özbaran).İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 

Aydın, M. (2010). Katsayı engelinin psikolojik süreci ve çözüm yolu, Tohum Dergisi, Sayı:135, Şubat- Mart 2010,s.26,27. 

Baltacı, C. (1998). Cumhuriyetin 75. yılında türk eğitim sistemi. Yeni Türkiye Dergisi Cumhuriyet Özel Sayısı III, Sayı: 23, 24, s. 2062-2069. 

Beyhan Ö. (2009). ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences // January 2009 // Volume ¼ 

CHP, (2008). CHP programı, çağdaş Türkiye için değişim. 
http://www.chp.org.tr/wpcontent/ uploads/chpprogram.pdf   adresinden 20.01.2014 tarihinde alınmıştır. 

Demircioğlu, İ. H. (2008). Tek parti döneminde eğitim (1923–1950). Arıbaş, S ve Koçer, M. (Ed.) Türk Eğitim Tarihi içerisinde. İstanbul: Lisans Yayıncılık, 
s.211-236. 

Ercan, F. (1999). Neo-liberal eğitim ekonomisi; eleştirel bir çerçeve denemesi. 
Alpkaya, F. , Demirer, T. , Ercan, F. , Mıhçı, H. , Önder, İ. , Özbudun, S. ve Özuğurlu, Milli Eğitim: Ne İçin? Üniversite: Nasıl? YÖK: Nereye? 
içerisinde. Ankara: Ütopya Yayınevi, s.49-94. 

Ersanlı, B.B. (1995). Tarih öğretiminde “türk dünyası”. Tarih öğretimi ve ders kitapları-Buca Sempozyumu. (Yay. Haz. : Salih Özbaran). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 

Ertan, T. F. (2007). Türkiye cumhuriyeti anayasalarında laiklik, Ankara Üniversitesi. Türk İnkılâp Tarihi Ens. Atatürk Yolu Dergisi. 

Güçlüol, K. (1996). John dewey’den bugüne eğitim sistemimi. Yeni Türkiye Dergisi Eğitim Özel Sayısı, Sayı. 7: s.216-217. 

Güngör, N. (2007). Cumhuriyet, aydınlanma ve köy enstitüleri. Eğitimde Reform ve Finans Sorunu Sempozyumu Bildiriler Kitabının içerisinde. Isparta 
Süleyman Demirel Üniversitesi Yayınları, s.58-62. 

Güvenç, B. (1998). Aydınlanma devrimi ve demokrasi. Çileli, M. (Ed.). 75. Yılında Cumhuriyet ve Eğitim içerisinde. Ankara: Türk Eğitim Derneği Yayınları, s.15-38. 

Hesapçıoğlu, M. (2009). Türkiye cumhuriyeti eğitimine ilişkin bir değerlendirme. VIII. Antalya Sempozyumu: Türkiye’nin 2023 Eğitim Vizyonu Bildirileri içerisinde. İstanbul: Türkiye Özel Okullar Birliği Yayınları, s.127-139. 

Karakaş, M. (2002). İktidar ilişkileri açısından bilim ve sosyoloji. Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı. I. s.163-178. 

Karakütük, K. (2008). Eğitim politikaları ve eğitimde yapılanmalar. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunun 100. Yılında Eğitim Kurultayı: 
Cumhuriyetimizin Kuruluş Felsefesinin Öngördüğü Eğitim Bildirileri içerisinde. Malatya İnönü Üniversitesi Yayınları, s.289-296. 

Karlık, H. (1991). Eğitim sistemimiz ve imam-hatip liseleri. Din Öğretimi Dergisi, MEB Yayınları. 

Kıran, H. (2000). Sekiz yıllık zorunlu eğitim uygulamasında karşılaşılan sorunlar. Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 7, 80-83. 

Kocabaş, Ş. (1998). Cumhuriyet’in 75. yılında bilim. Yeni türkiye dergisi cumhuriyet özel sayısı III, Sayı: 23, 24, s.2265-2272. 

Konuk, O. (2011). Bir sorun ve çözüm kaynağı olarak türk eğitim sistemi. Zencirkıran, M. (Ed.) Dünden Bugüne Türkiye’nin Toplumsal Yapısı içerisinde. Bursa: Dora Yayınları, s.385-394. 

Mardin, Ş. (1995-a). Türk modernleşmesi. (Makaleler–4). Derleyen: Mümtaz ’er Türköne – Önder, T. (1995-a). (4. Baskı).İstanbul: İletişim Yayınları. 

Oktay, A. (2009). Türkiye cumhuriyeti eğitimine ilişkin bir değerlendirme. VIII. 

Antalya Sempozyumu: Türkiye’nin 2023 Eğitim Vizyonu Bildirileri içerisinde. İstanbul: Türkiye Özel Okullar Birliği Yayınları, s.107-126. 

Özdemir, Y. (2007). İlk cumhuriyet ya da sparta’yı anlamak. Atatürk Üniversitesi Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı: 15, Erzurum. 

Özdemir, Y. (2004). Post modernizm ve tarih öğretimi. Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı:9. s.312. 

Özdemir, Y., Şimşek, U., Aktaş, E., Demokrasi Üzerine. Atatürk Üniversitesi Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı: 14, Erzurum 2006, s.259-269. 

Soğukdere, Ö. (2005). YÖK yasası tartışmalarının odağındaki imam-hatip okullarının serüveni”. 
http//:www.cnnturk.com, Erişim Tarihi:11.06.2013. 

Toku, N. (1996). Türkiye için alternatif bir model: sivil eğitim ve insan anlayışlarının felsefi temelleri. Türkiye 2. Eğitim felsefesi kongresi bildirilerinin içerisinde (25–35). Van: Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yayınları. 

Gazeteler: 

Barlas, M., Eğitimi de tartışılmaz konular arasına soktuk. (16 Ağustos 1997). Sabah. 
Eren, M. S., Milli güvenlik ve 28 şubat 1997’de yapılan milli güvenlik kurulu toplantısı üzerine düşünceler. (17-18-19 Mart 1997). Cumhuriyet. 
Birand, M. A., Ordu siyasi hayata el koydu. (1 Mart 1997). Sabah. 
Resmi Gazete, 18 Ağustos 1997, nr. 23084. 
Özkök, E., Bu defa işi silahsız kuvvetler halletsin. (20 Aralık 1996). Hürriyet. 
Yagcı, N., 28 Şubat niye post modern darbedir. (3 Ocak 2010). Taraf. 
Gündüz, M., Doğan, S. (21 Eylül 2011). 
Okullar Açılırken Maarifin Serencamı. Zaman. 21 Eylül 2011, 
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1181915 

Akit Gazetesi 
Cumhuriyet Gazetesi 
Hürriyet Gazetesi 
Milliyet Gazetesi 
Radikal Gazetesi 
Sabah Gazetesi 
Türkiye Gazetesi 
Yeni Yüzyıl Gazetesi 
Zaman Gazetelerinin İlgili Bölümleri. 

EKLER 

Ek-1:

Refah-Yol Hükümeti’nin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın İslam ülkeleri ile olan temasları yazılı ve görsel medyada geniş yer tutmuştur. 
Başbakan Erbakan’ın İslam dünyasıyla yakınlaşma çabaları alaycı bir üslupla eleştirilirken batılı haber ajanslarının yorumlarıyla bu tür yayınlar desteklenmeye çalışılmıştır. 

Ek-2:


Refah-Yol Hükümeti’nin kurulmasıyla beraber yazılı ve görsel Medyada Refah Partisi’ni hedef alan ve laiklik vurgusunu öne çıkaran manşetler atılmaya 
başlanmıştır. 

Ek-3: 

Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı’nın ifadelerine genişçe yer veren yazılı basın kamuoyuna İran rejimi üzerinden korku salmaya 
çalışarak Refah-Yol Hükümeti’ne gözdağı vermeye çalışmıştır. 

Ek-4: 

“Türkiye’nin rotasının Batıdan Doğuya kaydığını” ifade eden ANAP lideri Mesut Yılmaz; Asıl sorunun Başbakan Erbakan olduğunu ifade etmiş, vermiş olduğu 
demecin arka planında ise “ Olası bir iktidar değişikliğine karşı darbe güçleri ve medya tarafından hazırlanmaya çalışıldığı bir sır değildi ” şeklinde ifade etmiştir. 

Ek-5: 

28 Şubat sürecinde ki en önemli isimlerden biri olan dönemin Anayasa Mahkemesi başkanı Yekta Güngör Özden, “irtica ve laiklik tehdidi ”ne yönelik siyasi mesajlar vermiş ve böylece yargının siyasallaştığı bir dönemin kapısını açmıştır. Başkan Özden’in vermiş olduğu bu mesajlar darbe heveslilerinin adeta 
iştahını kabartmıştır. 

Ek-6: 


28 Şubat süreci içerisinde çeşitli merkezlerden üretilen irtica, şeriat ve rejim kaygılarının Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in ağzından manşetlere çıkarılması alışılmış bir durum olmasının yanında laikçi gazeteler bu tür fırsatları çokça kullanmıştır. 

Ek-7: 


28 Şubat süreci içerisinde askeri vesayetin himayesinde yayın yapan medya ile birlikte ülkenin önde gelen sendikalarının bir araya gelerek hükümetin 
uygulamalarına karşı işbirliği yapması, darbeci basının arayıp da bulamadığı bir dayanışmayı işaret ediyor ve sivil toplum üzerinde adeta bir etki yaratıyordu. 

Ek-8: 


 Darbe özlemcisi medyanın askeri cunta heveslileriyle yaptığı işbirliği birçok kez adı açıklanmayan “üst düzey komutanların” demeçleriyle manşetlere 
taşınmıştır. 

Ek-9: 


Toplumda hassasiyet yaratan olayların başında şeriat ve irtica tehdidinin yanında özellikle Aczmendilerin lideri konumunda olan Müslüm Gündüz’ün, yarı 
çıplak bir halde genç bir kızla basılması gelmektedir. 

Ek-10: 

Refah-Yol Hükümeti’nin icraatlarına yönelik kamuoyunda tepki oluşturma ve bu tepkiyi örgütleme görevini üstlenen dönemin yazılı ve görsel medyası 

Türk Silahlı Kuvvetleri aracılığı ile Cumhurbaşkanını etkilemekte gayet başarılı olduğu söylenebilir. 


KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;

http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1


49 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***


28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 46


28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM  SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 46


TEZİN SEKİZİNCİ BÖLÜMÜ

8. SONUÇ ve ÖNERİLER 

8.1. Sonuçlar 

Cumhuriyetimiz millî egemenlik temelinde kurulmuştur. Demokrasilerde,“Milli İradenin” dokunulmazlığı daima esas alınmış ve bu ilke korunmaya çalışılmıştır. 
Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi tarihine baktığımızda bir askeri darbeler tarihi olarak anıldığı, Türk milletinin darbelere her dönemde aşina olduğu, gerek Osmanlı Devleti gerekse Cumhuriyet dönemleri içerisinde yaşanan darbeler sonucunda millet iradesinin ve demokratik uygulamaların askıya alındığı dönemler olarak bilinmektedir. 

Cumhuriyetimizin ilanından bu yana ülkemizdeki demokratikleşme sürecini kesintiye uğratan birçok antidemokratik uygulamalar gerçekleşmiş ve bu uygulamalar neticesinde başta anayasa askıya alınmak şartıyla; baskı kurarak, zor kullanarak, hukuk dışı yollara başvurularak millet iradesi hiçe sayılmış ve seçilmiş hükümetler darbe girişimleri sonucunda iktidardan uzaklaştırılmış ve bu darbe girişimleri demokrasi tarihimizde kapanması zor derin yaralar açmıştır. 

Türkiye Cumhuriyet’i tarihinde muhtıralar ve askeri darbelerle demokrasimize çok sayıda müdahale gerçekleşmiştir. Yaşanan bu darbe ve muhtıraların ülkemize ve milletimize toplumsal, siyasal, ekonomik ve hukuki açılardan birçok etkisi olmuştur. 

Türkiye’de her 10 yılda bir gerçekleştirilen darbeler, demokrasilerin vazgeçilmez unsuru olan “milli iradeyi” yok ederek demokrasinin kesintiye uğramasına 
yol açmış, Türkiye’nin “kanun devletinden” bir “hukuk devletine” dönüşmesine engel olmuştur. Bu dönemler içerisinde milli irade başta olmak üzere milletin temsil hakkı, demokrasi, hukuk ve insan hakları gibi evrensel değerler çiğnenmiş ve millet iradesinin sürekliliği kesintiye uğratılmıştır. Millet iradesinin sürekliliği ve daima korunmasının temelinde yatan gerçek unsur ise demokrasidir. Bu yüzden demokrasi, her koşul ve ortamda korunmalı ve benliğimize nakşedilmesi gereken bir değer olmalıdır. 

Cumhuriyet tarihinde, darbeler ve muhtıralarla demokrasimize çok sayıda müdahale gerçekleşmiş, bu darbe ve muhtıraların ülkemize ve milletimize toplumsal, siyasal, ekonomik ve hukuki alanlarda birçok yıkıcı etkileri olmuştur. Cumhuriyetimizin ilanından bu yana ülkemizdeki demokratikleşme sürecini kesintiye uğratan birçok antidemokratik uygulamalar olmuş, baskı kurarak, zor kullanarak, hukuk dışı yollara başvurularak millet iradesi ile iş başına gelmiş hükümetleri devirmek isteyenler, çeşitli darbe girişimlerinde bulunmuş ve bu darbeler demokrasi tarihimizde ve kültürümüzde kara bir leke olarak kalmıştır. 

Türkiye Cumhuriyeti’nin demokrasi tarihi aynı zamanda onun kesintiye uğrayışının, demokrasi kültürünün sekteye uğratıldığı ve milli iradenin askıya alındığı muhtıraların ve darbelerin talihsiz hatıraları ile doludur. 90 yıllık Cumhuriyet tarihimize baktığımızda, siyasi hayatımızda 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 klasik Askeri darbelerin yanında 28 Şubat 1997 post-modern Askeri darbesi ve 27 Nisan e-Muhtıranın varlığı da bilinmektedir. Bütün bu yaşanan muhtıra ve darbelerin sonucunda demokrasiye hukuk dışı müdahaleler yapılmış, iktidarda bulunan hükümetler cebir, şiddet ya da baskı yöntemleri kullanılarak görevlerinden uzaklaştırılmış, milli iradenin yegâne yansıması olan parlamento lağvedilmiş ve sonuç olarak yüzbinlerce vatandaşımız büyük acılar yaşamış, işkencelere tabi tutulmuş ve mağdur edilmiştir. Bunun yanında özellikle Başbakan ve Bakan konumunda ki devlet adamları adaletsiz bir biçimde yargılanmış, hukuk dışı uygulamalara tabi tutulmuş, yargısız infaz yollarına gidilerek idam edilmiş ve hafızalardan silinmeyen büyük acılar yaşanmıştır. 

Cumhuriyetimiz “millî egemenlik” temeline dayalı kurulmuştur. Türkiye Cumhuriyet’i bir ulus devleti olarak 90 yıllık bir tarihe sahip olmasının yanında 
Osmanlı İmparatorluğu’nun izlerini de bünyesinde taşıyan bir özelliğe sahiptir. Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşanmış olan darbelerin Osmanlı yönetim yapısı ile olan ilişkisi, ordunun darbe yaparken meşruluk zeminini nereden aldığı, 28 Şubat 1997 Askeri darbesi öncesi askeri darbelerin ortak özellikleri ve farklılıkları incelenmiş, ordu-siyaset ve sivil ilişkileri, siyasal atmosfer içerisindeki ordunun yeri ve önemi, siyasi arenada geniş bir yer tutan ve devlet organizasyonları üzerinde belirleyici ve etkin bir konumda bulunan ordunun faaliyetleri, 28 Şubat 1997 Askeri darbesini diğer darbelerden farklı kılan yönleri, doğrudan yönetime el koymak yerine dolaylı yollara başvurulma sının nedenlerini, dini referanslı partilerin siyasal alanda yer almasının darbeyi çağıran yönleri ve bu darbenin sonuçları ele alınmış ve konumuz kapsamında 
incelenmiştir. 

Bu bağlamda yakın tarihimiz içerisinde bir dönüm noktasını oluşturan ve Türkiye’nin siyasal yaşamında önemli bir yeri olan ve tarihe 28 Şubat süreci olarak geçen askeri darbenin neden ve nasılının yanında, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin rejimi korumak ve kollama görevini üstlenerek siyaset kurumuna müdahale etmesi sonucunda ortaya çıkan atmosfer neticesinde Türkiye’de ordunun siyasete karışma sebepleri, siyasal yapıdaki ağırlığı, ordunun yeri ve önemi, siyasal iktidarlara doğrudan karıştığı durumlar vb. faktörler incelenen konular arasındadır. 

Özellikle 28 Şubat 1997 MGK karalarının anlık olarak alınan kararlar olmadığı ve yaşanan uzun bir sürecin ürünü olduğu herkes tarafından da bilinmektedir. 28 Şubat 1997 MGK karalarının uygulanmasında sivil toplum kesimlerinin ve dönemin basın ve medya organlarının önemli roller üstlendiği ve bu süreçte ordunun da siyasette aktif olarak rol üstlenmelerini ve bu tavırlarını da meşru kıldıkları bilinmektedir. 

Bütün yaşanan bu gelişmelere baktığımızda milli irade yolu ile seçilmiş bir parti ilk önceleri iktidara getirilmek istenmemiş, ardından hükümet kurma görevi verilerek iktidara getirilmiştir. Ancak milli iradenin seçmiş olduğu kişilerin iktidara getirilmesi sonrasında bir takım gündemler yaratılarak bu kişiler yıpratılmaya çalışılmış ve iktidardan uzaklaştırılmışlardır. Refah-Yol Hükümeti’nin iktidardan gitmesinden sonra başa gelen hükümetlerden de, RP’nin iktidardan gidişini hızlandıran 28 Şubat 1997 tarihinde MGK’da alınan kararların uygulan ması istenmiş, bir nevi siyasi hayat denetim ve baskı altına alınmıştır. 

Nitekim burada belirtilmesi gereken önemli bir husus ise çok açık ve net bir biçimde anlaşılmıştır ki 28 Şubat 1997 askeri müdahalesi ile istenilen RP’nin iktidardan gitmesidir. 24 Aralık 1995 genel seçimlerinde RP büyük bir başarı ile seçimlerden birinci parti olarak çıkmasına rağmen hükümetin kurma görevinin genel yapılan genel seçimlerden ikinci parti olarak çıkan Mesut Yılmaz liderliğindeki ANAP’a verilmiş olması, aslında 28 Şubat sürecinin Refah-Yol Hükümeti’nin iktidara gelmesinden çok daha önce başladığını göstermesi açısından oldukça önemlidir. Yine bununla beraber seçim öncesi RP aleyhine basın ve medyada yapılan propagandalar da yaşanan bu sürecin daha iyi anlaşılmasını sağlamaktadır. 

Yıllardan beri süre gelen sisteme muhalif bir parti olan RP, 27 Mart 1994 yerel seçimlerde büyük bir başarı elde etmiş olmasının yanı sıra asıl başarısını 24 Aralık 1995 genel seçimlerinde göstermiş ve seçimlerinde en çok oyu alarak birinci parti olmuştur. Ancak RP’nin almış olduğu bu başarı kısa sürede gölgelenmiş idi. Çünkü RP aldığı oylarla tek başına iktidara gelemediğinden, koalisyon kurmak için bir diğer partiye ihtiyaç duymuş ve bunun sonucun da yıkılan Ana-Yol Hükümeti’nin DYP kanadı, bu koalisyon için en ideal ortak olarak görülmüştür. Nitekim Ana-Yol Hükümeti’nin iktidardan düşürülmesinde önemli etkisi olan Tansu Çiller hakkında ki yolsuzluk gensorulardır. Tansu Çiller’in Yüce Divan’a gitmemek için artık her yola başvuracağı açık bir şekilde ortadayken, RP Erbakan’ın bu zaafı iyi kullanmış ve Tansu Çiller’i koalisyona zorlamıştır. Bunun sonucunda da Refah-Yol Hükümeti kurulmuş ve böylece Türkiye Cumhuriyeti’nin 54. Hükümeti olan Refah-Yol Hükümeti iktidara gelmiştir. Çıkarlar ve bazı ödünler sonucu kurulan bu hükümetin icraatları çok tartışılmış RP’ne Taksim’e cami, pompalı tüfek satın alımı, karayoluyla hac, Sincan’daki Kudüs gecesiyle ilgili çok ağır eleştiriler gelmiş RP faaliyetleri sonucu, ordu ile birçok kez karşı karşıya gelmek zorunda kalınmıştır. Bir müddet sonra ülke şeriat-darbe ikilemine sürüklenmiş ve sonuç olarak bu ikilemde geçen süreç sonun da, post-modern darbeyi getirmiştir ve halkın oyuyla gelen, partiler iktidardan indirilmiştir. Kimilerine göre bu durum Cumhuriyeti Şeriattan kurtarırken, kimilerine göre ise demokrasiye asker eliyle bir müdahale olarak ifade edilmiştir. 

Refah-Yol Hükümeti’nin kurulması ile başlayan bu süreç Genelkurmay Başkanlarından Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun ifadesiyle; “1000 yıl daha sürecek olan 28 Şubat süreci”, Türkiye Cumhuriyet’i siyasi tarihinde olağanüstü bir dönem olarak yerini almış ve Refah-Yol Hükümeti’nin kurulduğu ilk günlerden itibaren başta askeri kanat olmak üzere, basın ve medya organları ve sivil toplum örgütleri tarafından yakından takip edilmiştir. Nitekim RP içerisinde bulunanların sık sık yaptıkları şeriat ve irticai açıklamalar başta Genelkurmay Başkanlığı olmak üzere birçok kesimin tepkisini çekmiş, Cumhuriyeti ve lâikliği koruma görevini Anayasa’dan aldıklarını ifade eden askerler siyasi yaşama müdahale etmeye başlamışlardır. Bu yapılan müdahaleler kimi zaman sert demeçlerle, kimi zaman basın ve medya organları kullanılarak köşe yazarları aracılığıyla kimi zaman da sivil toplum örgütlerinin harekete geçirilmesi ile olmuştur. 

Özellikle 28 Şubat süreci içerisinde basın ve medya organları aktif bir rol oynamıştır. Bu dönem içerisinde basın ve medya organları adeta kendisini kullandırarak bu yaşanan süreçte önemli bir yere sahip olmuş ve darbe söylentileri çıkararak siyaset atmosferinde ki yaşananları manşetlerine taşıyarak baş aktör konumuna yükselmiştir. 

Nitekim şu da bir gerçektir ki demokratik rejimi korumak ve kollamak adına bile olsa darbe söylentileri çıkarmak, gelişmekte olan ülkenin önüne set çekmek, ülkemizi geri kalmış ülkeler sınıfına koymak, Türkiye’nin ulaşmak istediği çağdaş medeniyet seviyesinden uzaklaştırmak ve en önemlisi de hak etmediği bir konuma yerleştirmektir. Çünkü yaşanan hiçbir askeri müdahale Türk siyasi hayatına olumlu bir etki ve değer katmamış, tam tersi bir süreç içerisine sokmuştur. 

Yaşanan bütün bu gelişmelere baktığımızda ordu dünyanın hiçbir ülkesinde demokrasinin koruyucusu değildir. Bu durum ise Türkiye’de 1960 ve sonrasında ki yaşanan askeri darbeler ile ordunun meşruiyetini kılan ve bizim demokratik idare eksikliğimizin bir uzantısı olarak görülmektedir. Belki bu yüzden ordunun yapmış olduğu müdahaleler meşruymuş gibi görünmekte ancak demokrasinin sahibi milli iradenin yansıması olan iktidar ve devlet olmadıkça orduya duyulan ihtiyaç hiçbir zaman kaybolmayacaktır. Bu durum ise demokrasinin koruyucusu olan orduyu ön plana çıkaracaktır. Nitekim Türkiye’nin yaşadığı bu sıkıntılı süreçler sonrasında, demokrasi kültürümüzün daima zayıf bir şekilde bırakılmasına meydan verecektir. 

Ancak şu da belirtilmelidir ki Türkiye’de silahlı kuvvetlerin kendisine münhasır bir yapısının ve gerekli gördüğü durumlarda sisteme müdahale etmesini kolaylaştıran sebeplerin başında toplumun kendilerine biçtiği saygın imaj ve de yerleşmiş geleneksel kültür yapısı gelmektedir. Eğer ülkenin güvenliğinin ve geleceğinin tehlikede olduğunu söyleyen toplumda sarsılmaz güvene sahip bir kurum olan silahlı kuvvetler ise, toplum buna rahatça ikna olabilmektedir. 

Bu yaşanan durum elbette ki askeri darbelerinin onaylanması için sebep değildir. Her ne kadar 28 Şubat sürecinin demokrasiye bir müdahale olduğu, milli iradenin askıya alınmış olması ve bir süreç olarak uzun bir olgunun ürünü olmasının yanında askeri müdahalenin geç fark edilmiş olması, toplumda ki egemen güçlerin hegemonyalarını sürdürme kararlılığı ve yine bunun yanında halkın bilinçsiz bir şekilde, kendi kendisini yönetemeyecek bir şekilde bir noktaya saplanıp kalması 28 Şubat sürecinin ürünü olarak bilinmektedir. 

28 Şubat süreci; halkın demokratik bir ortam içerisinde, milli iradenin seçim yolu ile yansıması sonrasında seçilmiş ve iktidara taşınmış olan hükümete karşı başta askeri kanat olmak üzere, oligarşik sınıfların, basın ve medya organlarının, üniversitelerin, sivil dernek ve sendikaların birlikte yaptıkları bir darbedir. Ancak 
belirtilmelidir ki siviller olmaları gerektiği kadar demokrat olmadıkları ve milli iradenin üstünlüğüne inanmadıkları sürece demokrasinin korunması ve gelişmesi hep kesintiye uğrayacak ve demokrasi kültürümüz hep eksik kalacaktır. Nitekim bir ülkede başta siyasi partiler olmak üzere yargı, basın, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları demokrasiyi sahiplenmezler tam tersine müdahaleleri onaylarlar ise demokrasiyi yaşatmak elbette çok zor olacaktır. 

Netice itibariyle seçilmiş olan bir hükümet, seçim yoluyla değil zor kullanılarak iktidardan uzaklaştırılmıştır. Bu süreç ise milletin özgür iradesini hiçe saymak, aynı zamanda ülke ekonomisini gözden çıkarmak, dış siyasi arenada ülkenin imajını zedelemekten başka bir anlam ifade etmemektedir. Yaşanan bu süreçte sistemin diğer aktörlerinin etkisini ve katkısını da unutmamak gerekir. Muhalefet partileri 28 Şubat sürecinde askerin sivil siyasete yaptığı uygunsuz müdahaleye karşı çıkmamış, hükümetin, parlamentonun ve demokratik siyasetin yanında yer almamışlardır. Sivil toplum örgütleri bu süreçte “laikliğin savunuculuğu” rolüyle 28 Şubat kararlarını destekleyerek Refah-Yol Hükümeti’nin iş başından uzaklaştırılması için verilen mücadelenin başını çekmişlerdir. Askerin “Bu kez silahsız kuvvetler halletsin” çağrısına ilk onlar cevap vermişlerdir. 

Türkiye Cumhuriyeti demokrasi serüveni boyunca 3 klasik darbe yaşamış olmakla beraber uzun bir sürecin ürünü olan, olgu ve olaylar zinciri etrafında şekillenen siyasi literatüre “post modern darbe” olarak geçen 28 Şubat 1997 Askeri darbesi ile karşı karşıya kalınmıştır. Basın ve medya organları başta olmak üzere, üniversitelerin, sivil dernek ve kuruluşların yoğun baskısı ile iktidarda bulunan Refah-Yol Hükümeti meşru olmayan, demokrasi ve hukuk dışı yollara başvurularak iktidardan uzaklaştırılmıştır. Yaşanan bu süreç içerisinde Cumhuriyetin temel ilkelerine yönelik ortaya çıkan tehditler bir anlamda önlendi. Bununla beraber askerin Türk siyasi hayatına yapmış olduğu bu dolaylı müdahale demokrasi ve rejim tartışmalarını da beraberinde getirmiş, milletin özgür iradesiyle iktidara gelen hükümetin meşru olmayan yollara başvurularak iktidardan uzaklaşmasını sağlamıştır. Bu süreç içerisinde özellikle ordunun söylem ve yönlendirmeleri oldukça etkili olmuş, özellikle bazı kuvvet 
komutanlarının bu süreç içerisinde aktif olarak rol oynamaları, asli görevleri dışına çıkarak siyasi yaşama müdahalede bulunmaları süreç içerisinde ki askerin rolünü göstermesi açısından oldukça önemlidir. Bütün bu yaşanan antidemokratik uygulamalar karşısında kimilerine göre yaşanan bu sürecin normal olduğunu ifade edilerek TSK’nın 35. Maddesini dayanak gösterip yaşanan bu müdahaleyi meşru göstermişlerdir. 

28 Şubat süreci ile gerçekleştirilmek istenip de hayat bulmayan birçok talep ve istek bu süreç içerisinde gerçekleşmemiş olmakla beraber halkın kendi seçtiğinin ve milli iradenin yansıması olan seçim yolu ile değil ancak başka yöntemler kullanılarak iktidardan uzaklaştırılmasına tepkisi yine geç olmamıştır. Nitekim 28 Şubat süreci ile siyaset sahnesinden silinmek istenen kadronun, 28 Şubat müdahalesinden 5 yıl sonra tek başına iktidara gelmiş olması, Türk milletinin 28 Şubat’ı onaylamadığının bir kanıtı olarak gösterilmektedir. 

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde post-modern darbe olarak yaşanan bu süreç içerisinde Necmettin Erbakan liderliğindeki Refah-Yol Hükümeti’nin ardından ANAP, DSP ve DTP ortaklığında kurulan Anasol-D Hükümeti iktidara gelmiş ve adını 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısından alan bu sürecin etkileri uzun süre devam etmiştir. 

Bu hükümet ilk iş olarak 28 Şubat 1997 tarihi MGK kararlarının en önemli maddesi sayılan “sekiz yıllık kesintisiz temel eğitim” yasasını kabul etmiş, böylece imam hatiplerin, Anadolu liselerinin, meslek teknik okullarının ve özel okulların orta kısımları kapatılmıştır. 

Bu bağlamda Türk Eğitim Sisteminin Yapısal Özellikleri, Türk eğitim sisteminin iktidarla olan ilişkileri, “devlet-iktidarı ilişkisi”, 28 Şubat 1997 MGK karaları sonrası Türkiye’de “Eğitim-İktidar İlişkileri” açısından ortaya çıkan gelişmeler vb. konular da bu çalışmamızın bir başka temel konusunu oluşturmaktadır. 

Günümüzde Eğitim; değişimlere ve çevresine uyum sağlayabilen ve çevresiyle bütünleşebilen bir sistemi ifade etmektedir. Çağdaş, medeni ve muasır bir toplum oluşturabilmek için eğitimin gelişmesine gereken önem verilmelidir. 

28 Şubat 1997 MGK karaları sonrasında ülkemizde reform hareketleri denilebilecek eğitim alanında yenilikler yapılmaya başlanmıştır. Bu yenilik hareketlerin önceliği beş yıllık olan zorunlu ilköğretimin, üç yıllık ortaokul ile birleştirilerek zorunlu temel eğitimin sekiz yıla çıkarılması olmuştur. Önceleri pilot bölgelerde başlayan sekiz yıllık ilköğretim 16.08.1997 tarihinde kabul edilen yasa ile ülke genelinde kesintisiz zorunlu hale getirilmiştir. 

28 Şubat 1997 MGK karaları sonrasında kabul edilen ve zorunlu eğitimi sekiz yıla çıkaran 4306 sayılı Yasa ile İmam-Hatip Okullarına olan talep büyük oranda 
düşmüş İmam-Hatip Liselerinin orta kısımları bu yasadan dolayı kapatılmış, bundan dolayı bu yasa İmam-Hatip Liseleri için yeni bir dönüm noktası olmuştur. Sekiz yıllık zorunlu eğitim sonrasında kapatılan İmam-Hatip Okulları’nın orta kısmı ve üniversiteye giriş sınavında meslek lisesi olması nedeniyle katsayı sorunuyla karşılaşılması, Kur’an kursları, yüksek öğretim kademelerinde ki başörtüsü-türban sorunu ve bu sorunların gerek hükümet gerekse toplum nezdinde uzun süren tartışmaları da beraberinde getirmiş olması 28 Şubat 1997 askeri darbesinin Türk Eğitim Sistemi üzerindeki etkileri göstermesi açısından oldukça önemlidir. 

Geçmişten günümüze kadar gelen süre içerisinde ilköğretimin geliştirilmesine ve iyileştirilmesine dönük olarak atılmış birçok adım bulunmaktadır. 18 Ağustos 1997 tarihinde yürürlüğe giren, 4306 sayılı yasa ile tüm ülke genelinde 1997-1998 eğitim öğretim yılından itibaren Sekiz Yıllık Kesintisiz Eğitim uygulanmaya başlanmıştır. 

Eğitim sistemindeki yaşanan bu çarpıklıklar ve daima değişen sınav sistemi ile milyonlarca gencin, üniversite kapılarında yığılmasına neden olunmuş ve bu yüzden özel dershanelere olan talep her geçen gün artmış, böylelikle söz konusu kurumlar tüm ülkeye yaygınlaştırılmıştır. Cumhuriyetten bu yana eğitim alanında atılan adımların hiçbiri, eğitimde var olan sorunların çözümünü sağlayamamış tır. 

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra eğitim alanında ortaya konulan politikalar ve uygulamalar, iktidar sahiplerinin eğitimle her halükarda ilgili olması bakımından, diğer ulus devletlerden herhangi bir farklılığa sahip olmamıştır. Devlet, eğitim marifetiyle halkını aydınlatarak modernleştirmeyi amaç haline getirmiş ve toplumsal hayatta ve kültürel bağlamda köklü bir yere sahip olan dini ve geleneksel alışkanlıklar yine eğitim marifetiyle değiştirilmeye çalışılmıştır. 

1990’lı yılların ikinci yarısından sonra başlayan ve 28 Şubat Süreci olarak anılan dönemde eğitimle ilgili alınan bazı kararların günümüzde de etkilerinin görülmesi bakımından, eğitim iktidar ilişkileri bu dönemde çok net olarak ortaya çıkmıştır. Eğitim ile iktidar arasındaki bu canlı ilişki, iktidar sahiplerinin mücadelelerini sürdürürlerken araç sallaştırdıkları eğitime zarar verdiklerine dair farkındalıklarını bile engelleyecek boyutlara ulaşmıştır. Sonuçta, Türkiye’de iktidar mücadelesi neticesinde istikrara kavuşamayan eğitimin ve bileşenlerinin iktidar ilişkilerinden zarar gördüğünü kesin bir şekilde ortaya çıkarmıştır. 

Türkiye’de eğitim sisteminin yasal dayanağı anayasanın 42. maddesi ile belirlenmiştir: “Eğitim ve Öğretim, Atatürk ve İnkılâpları doğrultusunda çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılır... Özel ilk ve orta dereceli okulların bağlı olduğu esaslar, devlet okulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun olarak kanunla düzenlenir...” Görüldüğü gibi anayasa eğitim sistemini hem çağdaş bilginin hem de devlet ideolojisinin (Atatürkçülük) aktarılmasının bir yolu olarak görmekte ve devlete eğitim hizmetini gözetleme ve denetleme görevini vermektedir. Bu görev, en üst düzeyde Milli Eğitim Bakanlığı ve Yüksek Öğretim Kurulu Başkanlığı tarafından yerine getirilmektedir (Çokgezen, Terzi, 2008, s.7). 

Türkiye’de özellikle “28 Şubat süreci” ile başlayan dönemde meydana gelen siyasal gelişmeler ve ulusal tehditler arasına “irticanın” da konulmasından sonra 
yaşanan sorunlar neticesinde toplumsal bir tepki meydana gelmiştir. Meydana gelen bu toplumsal tepki şiddete veya silahlı mücadeleye dönüşmemiş, 
demokratik yollarla dile getirilmiştir. Koalisyon hükümetlerinin Türkiye’de ekonomik alanda başarılı olamamaları ve yaşanan ekonomik krizler, toplumda 
dönemin iktidar sahiplerine karşı tepkilerin artmasına yol açmıştır (Şimşek, 2012, s.183). 

28 Şubat süreci sonrasında özellikle Refah-Yol Hükümeti’nin iktidardan düşürülmesi ile başlayan istikrarsızlık süreci koalisyon hükümetleri zamanında da sürmüş, bu dönem içerisinde toplumsal barış ve huzurun bozulması, artan ekonomik bunalımlar, geniş bir alana yayılan toplumsal memnuniyetsizlik sonucunda 3 Kasım 2002 yılında yapılan genel seçimler üzerinde büyük bir etki yaratmış ve seçim sonuçlarını etkilemiştir. 

28 Şubat süreci sonrasında kurulan koalisyon hükümetleri zamanında her alanda devam eden istikrarsız yönetim biçimi 2002 genel seçimleri ile beraber 
AKP’nin tek başına iktidara gelmesi sonrasında yeni bir Türkiye stratejisi gündeme getirilmiştir. Özellikle 2002 sonrasında her alanda olduğu gibi eğitim 
alanında da AKP’nin ortaya koyduğu uygulamalar toplumsal açıdan takdir kazandığı gibi bu yapılan yenilik hareketlerini eleştirenlerde ortaya çıkmıştır. 

 Bilindiği üzere Refah-Yol Hükümeti’nin ardından kurulan koalisyon hükümetleri dönemlerinde 28 Şubat sürecinin etkileri uzun süre hissedilmiştir. Olay ve 
olguların ürünü olan 28 Şubat sürecinde büyük bir özgürlük daraltılması yaşanmış ve toplumun tüm kesimleri bu süreçten zararlı çıkmıştır. 

Devletin bütün kurum ve kuruluşları bu sürecin sonunda itibar kaybetmiştir. Bugün hâlâ Türkiye siyasetinden ekonomisine, toplumsal kesimlerden devlet 
kurumlarına, bağımsız medyasından sivil toplum kuruluşlarına kadar uzanan geniş bir yelpazede 28 Şubat’ın açtığı yaraları kapatmakla ve yarattığı tahribatı 
onarmakla meşgul olan bir Türkiye siyaseti bulunmaktadır. 

3 Kasım 2002 yılında yapılan genel seçimlerde AKP’nin tek başına iktidara gelmesinden sonra eğitim alanında hayata geçirilen uygulamalar arasında başörtüsü konusunda yapılan çalışmalar, zorunlu eğitim süresinin kesintili olarak 12 yıla çıkarılması, İmam-Hatip liselerinin orta kısımlarının 4+4+4 şeklinde 
kademe lendirilen 12 yıllık zorunlu eğitimle tekrar açılması, üniversiteye girişte katsayı farkının kaldırılması ve Kur’an Kurslarına devam yaşı ile ilgili yaş 
sınırının kaldırılmış olması, 28 Şubat sürecinde hayata geçirilen eğitim uygulamaları ile taban tabana zıt olması bakımından dikkat çekicidir. Belirtilen 
konulardaki uygulamalarda, her iki dönem özellikleri açısından bakıldığında eğitim ile iktidar ilişkileri çerçevesinde değerlendirilecek unsurlar bulunmaktadır 
(Şimşek, 2012, s.184). 


KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;

http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1


47 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***************

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 45

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM  SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 45


28 Şubat 1997’de gerçekleşen Askeri müdahalenin üstünden 17 yıl geçmiş 
olmasına karşın, 28 Şubat sürecinin etkileri hala devam etmekle beraber o dönemin sorunları günümüze ışık tutmaktadır. Bu kalıcı etki ve sorunlar hala gündemde tutulmakla beraber, o kalıcı etki ve sorunlarla da mücadele edilmektedir. Türkiye’nin Askeri müdahaleler tarihinde 28 Şubat’ın nereye ve nasıl yerleştirilmesi gerektiği ise bir başka önemli sorun teşkil etmektedir. Sosyolojik, siyasal ve askeri boyutlarıyla 28 Şubat sürecini değerlendirmek Türkiye’nin dününü değil aslında bugünün ve geleceğini tartışmak ve öngörmek anlamına gelmektedir (Bayramoğlu, 2007, s.11). 

28 Şubat sürecinin bu çok kısa açıklanmasından da anlaşılacağı üzere TSK, 28 
Şubat sürecinde ne doğrudan siyasete karışmış ne de doğrudan bir Askeri darbe 
hareketinde bulunmuştur. Yapılanlar sadece Anayasal ve yasal bir görevin yerine getirilmesi şeklinde ifade edilebilir. 28 Şubat sürecinde yaşanan olayların temelinde özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerinin korunması amacı ile Türk halkının çoğunluğu, demokratik kurum ve kuruluşlar, medya ve TSK arasında ortaklaşa bir dayanışma sonucunda laik, demokratik rejime sahip çıkmayı hedefleyen demokratik bir girişim şeklinde ifade edilmiştir. Yaşanan bu olay Refah Partisi’nin siyaset alanına girmiş olması, partinin dine dayalı irticayı destekleyen tutum ve söylemlerinin etkisi ile siyasal İslam’ın iktidara taşınmış olmasının yarattığı tehlikenin yakın gelecekte önlenemez boyutlara ulaşması ve ülkeyi karanlık dönemlere sürükleme endişesi ile başlatılmış bir olay ve olgular zincirini ifade eden bir süreçtir. 

7.1.2. 28 Şubat 1997 Askeri Darbesinin Türk Eğitim Sistemine Etkileri ile İlgili Bulgular ve Yorumlar 

Bir ülkenin kalkınmasında eğitimin ne denli önemli olduğu tartışılmaz bir 
gerçekliktir. Halkın eğitim seviyesi, o ülkenin gelişmişlik düzeyiyle paralellik gösterir. Bu nedenle ülkede kalkınma hamlesinin istenilen hızda gerçekleşebilmesi için öncelikle eğitilmiş ve eğitimin önemine inanmış yurttaş sayısını artırmak gerekir. Çünkü eğitim seviyesi yüksek olan toplumlarda daha istikrarlı ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel bir gelişme görülür. Sadece gücü elinde bulunduranların değil, tüm vatandaşların daha iyi bir yaşam sürdüğü, eşitlikçi, özgürlükçü bir çoğulcu demokrasi anlayışının daha iyi yerleştiği, insanlara daha fazla hak ve özgürlüklerin tanındığı, barış ve huzur ortamının 
sağlandığı, refah düzeyi daha yüksek bir toplum söz konusudur (Tok, 2012, s.280). 

Eğitim, devletin varlığını, gücünü ve temel ilkelerini topluma kabul ettirebilmek 
için kullandığı en önemli ideolojik araçlardan birisidir. Devlet, toplumsal düzenlemeyi belirlediği ideolojik amaçlar ve ilkeler çerçevesinde yeniden kurmak için eğitimi kullanmaktadır (Çetin, 2001, s.206). 

Eğitim ile siyasal sistem arasında sıkı bir etkileşim vardır. Eğitim; devletin 
varlığını, gücünü ve temel ilkelerini topluma kabul ettirebilmek için kullandığı önemli ideolojik araçlardan biridir. Devlet, toplumsal düzenlemeyi, belirlediği ideolojik amaçlar ve ilkeler çerçevesinde yeniden kurmak için eğitim sistemini ve eğitim kurumlarını kullanır. Bir yandan toplumun ve bireylerin eğitim alanındaki 
gereksinimlerini karşılarken, diğer taraftan devletin ve ideolojik sistemin geleceğini güvence altına alacak uygun biçimde eğitilmiş bireyleri, grupları yetiştirir (Tok, 2012, s.280). 

Türkiye’de iktidarda bulunan siyasal partiler, parti programlarında belirttikleri 
eğitim siyasalarını MEB aracılığı ile ülke genelinde hayata geçirirler. Eğitim sistemi üzerinde bütün bunları gerçekleştirebilmek için öncelikle gerekli yasal düzenlemeler yapılır, sonrasında gerekli alt yapılar istenilen amaca uygun hale getirilir (Tok, 2012, s.281). 

Eğitim ve iktidar ilişkisi, herhangi bir devletin benimsediği eğitim felsefesinin 
etkisinden uygulamaya koyduğu eğitim politikalarına; bireylerin aileleri ile 
ilişkilerinden okullarda öğretmenleri ile kurdukları ilişkilere kadar geniş bir yelpazenin içinde değerlendirilebilir. Bu bağlamda günümüzde eğitim alanında devletlerin ve iktidarlarda bulunulan hükümetlerin ağırlıklarının olması, eğitim konusunda ürettikleri politikaları önemli hale getirmektedir. Bu gelişmelerin doğal sonucu olarak ise devletin eğitime doğrudan ya da dolaylı olarak müdahalesini ortaya çıkarmıştır. Bu müdahale eğitim politikalarının değişme sinden ders kitaplarının içeriğine kadar olan geniş bir yelpazeyi ifade etmektedir (Şimşek, 2012, s.25-26). 

Cumhuriyet’in ilanı ve sonrasında ki tek partili yönetimin sona ermesi ve 1950’li 
yıllarda çok partili yaşama geçilmesi ile beraber her alanda olduğu gibi eğitim alanında da yeni politikalar ortaya çıkmıştır. Özellikle 27 Mayıs 1960 Askeri darbesi ve sonrasında şekillenen askeri zihniyetle dolu olan eğitim politikaları ve sonrasında kurulan sivil hükümetler ile yeniden şekillenen eğitim sistemi, sonrasında 12 Mart 1971 muhtırası ve 12 Eylül 1980 Askeri darbesi ile eğitim politikalarına tekrardan müdahale edilmesi oldukça ilginç ve anlamlıdır. Bu klasik darbe ve müdahaleler sonrasında 1990’lı yıllara gelindiğinde ise, Türkiye’nin içerisinde bulunduğu siyasal atmosfer ve siyasal karmaşa sonrasında ki süreçte 28 Şubat 1997 Tarihi MGK Toplantısında alınan karalar doğrultusunda eğitim alanında yeniden değişiklikler olmuş ve iktidar ile eğitim politikaları arasında ki ilişkiyi bir kez daha gözler önüne serilmiştir. 28 Şubat süreci sonrasında da eğitime tekrardan müdahale edilmiş ve bununla beraber 3 Kasım 2002’de iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi ve hükümetleri döneminde de eğitime 
müdahaleler olmuş ve eğitim alanında önemli değişiklikler ve yenilikler 
gerçekleşmiştir. 

Genel olarak devletlerin ya da iktidarların zaman zaman eğitime müdahale 
ettikleri görülmektedir. Günümüzde de dünyanın hemen her yerinde devletler eğitime yoğun olarak müdahale etmektedir. Ancak, gerek eğitim sistemindeki başarısızlıkların gerekse çalışmaların devletin eğitime müdahale etmesi gerektiği iddiasını desteklemiyor olması, dünyada devletin eğitimdeki rolünün giderek artan bir biçimde sorgulanmasına yol açmıştır. 

28 Şubat sürecinde Türkiye Cumhuriyeti’nin laik ve ulusal yapısına yönelik 
negatif koşulların oluşmasında etkili olduğunu savunduğu RP’nin eylemlerine karşı 28 Şubat 1997 tarihli MGK Bildirisi’nin bir karşı çıkış olarak ortaya çıktığı ifade edilmektedir. 28 Şubat sürecinin en önemli sonuçlarından birisi de eğitim alanında yapılan zorunlu 8 yıllık kesintisiz eğitimdir. Zorunlu 8 yıllık kesintisiz eğitim uygulaması özellikle ulusal ve laik eğitimi güçlendirmek, yaygınlaştırmak 
doğrultusunda Atatürkçü düşünce sistemine yeni bir ivme kazandırmıştır (Kili, 2006, s.264). Bu gelişmelerin yanı sıra özellikle kılık-kıyafet alanında olduğu gibi, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanların ve İmam-Hatip Liselerinin geleceği hakkında önemli kararlar alınmış ve uygulanmıştır. 

28 Şubat sürecinde meydana gelen gelişmeler neticesinde 18 Haziran 1997’de 
Refah-Yol Hükümeti Başbakanı Necmettin Erbakan istifa etmiş ve bunun doğal sonucu olarak Refah-Yol Hükümeti düşmüş ve yerine ANAP lideri Mesut Yılmaz’ın başbakanlığını yürüttüğü Anasol-D Hükümeti kurulmuştur. Anasol- D Hükümeti döneminin eğitimi ilgilendiren ilk uygulaması 8 yıllık zorunlu kesintisiz eğitimin uygulanması olmuş ve buna bağlı olarak da İmam-Hatip liselerinin orta kısımlarının kapatılmıştır (Çavdar, 2004, s.343). 

28 Şubat 1997 Askeri Darbesinin Türk Eğitim Sistemine Etkilerine baktığımızda 
ise 28 Şubat sürecinde özellikle dershane, yurt ve okulları kapsayacak şekilde eğitim alanında adeta bir “Cadı Avı” yapıldığı iddia edilmektedir. Eğitim üzerindeki devlet baskısı o boyutlara ulaşmıştır ki, bazı öğrenci yurtlarının yatakhanelerinde kız öğrenciler başörtüsü ile dolaştıklarından dolayı bu yurtlar kapatılmış, bakanlık müfettişleri özel okulları denetlemeleri esnasında ders işlenirken bayan öğretmenlerin başlarında peruk olup olmadığını kontrol etmek amacıyla saçlarını çekmiş, başörtülü öğretmenleri başlarını açmaları konusunda “İkna Odalarına” almışlar ve eğitim-öğretim alanlarında başörtülü öğretmenlerin durumunun tespiti adına bakanlık müfettişler ‘‘hafiye gibi dolaşıp” öğretmenler hakkında raporlar düzenlemiştir. 

“28 Şubat sürecinde” ortaya konulan uygulamalar içerisinde iktidar 
yansımalarının en çok olduğu kurumlar, her darbe sonrası dönemde olduğu gibi, yine eğitim, yine üniversiteler olmuştur. Üniversitelerde yaşanan öğrenci ve öğretim üyesi tasfiyeleri, başörtüsü sorunu ve akademik özgürlükler ile ilgili sorunlar bu dönemde öne çıkan konular arasındadır (Şimşek, 2012, s.166). 

Türkiye’de çeşitli dönemlerde eğitim seferberliği yaşanmıştır. Cumhuriyetin ilk 
yıllarından itibaren görülen bu eğitim seferberlikleri içinde hem eğitim müfredatının hem de okul binalarının yeniden yapılanmasını sağlayan 1997’den itibaren başlayan son eğitim seferberliği ile olmuştur. Temel eğitimin 5 yıldan 8 yıla çıkarılmasını kapsayan bu eğitim seferberliği müfredatta oluşturduğu temel değişikliklerden dolayı eğitim mekânlarında da köklü değişimleri mecbur hale getirmiştir. 

Özellikle 28 Şubat 1997 Askeri darbesi ve öncesinde alınan MGK kararlarının 
en önemlileri belki de eğitim alanında gerçekleşmişti. Bu dönemde “8 Yıllık Kesintisiz Eğitim” tartışmaları gündeme gelmiş olmakla beraber meslek liselerinin, özellikle İmam Hatiplerin orta kısımlarının kapatılması kararları büyük tartışmalar yaratmıştır. MGK’nın 28 Şubat kararlarının ardından özellikle 18 Nisan 1999 seçimlerine kadar süren zaman diliminde 14 Ağustos 1997'de 8 yıllık kesintisiz eğitim kanunu TBMM’de kabul edildi. Bu kanunla İmam Hatip Liseleri dâhil Meslek Liselerinin ortaokul bölümleri kapatıldı. “Sekiz Yıllık Kesintisiz Zorunlu Eğitim”,16.08.1997 tarihinde yürürlüğe giren 4306 sayılı kanun kapsamında Türkiye’de uygulanmaya başlanan temel eğitim modelinin adı olarak anılmaya başlamakla beraber, 6-14 yaş arasındaki öğrencilerin eğitim ve öğrenim sürecini kapsamaktadır. Zorunlu Eğitim “Sekiz Yıllık Kesintisiz Zorunlu Eğitim” kavramında, her öğrencinin sekiz yıl eğitim almaya mecbur olduğu “zorunlu” sözcüğü ile ifade edilmiştir. 4306 sayılı kanun 1997-1998 eğitim-öğretim yılından itibaren uygulanmaya başlamıştır. Böylece 28 Şubat kararları, 5 yıllık ilkokul ve 3 yıllık ortaokul eğitimi birleştirilerek sekiz yıllık kesintisiz bir ilköğretim sürecinin yasallaşmasını sağlamıştır. Sekiz yıllık eğitimin yasallaşmasında “kesintisiz” ifadesinin kullanılması bazı kesimlerce ortaokul ve lise düzeyinde din ağırlıklı eğitim veren İmam Hatip Okulları’nı etkisiz hale getirmek olarak nitelendirilmiştir. Çünkü bu yıllarda İmam Hatip Okulları’nın sayısı hızla artmakla birlikte bu okulların din adamı yetiştiren okullar olmaktan çıktıkları ifade edilmektedir. Diğer taraftan tüm dünyada temel eğitimin süresinin arttırılması doğrultusunda yapılan tartışmalar ışığında Türkiye’de de toplumsal gelişmelerin gereksinim duyduğu temel eğitimin sekiz yılda verilebileceği savunulmuştur (Çınar, Çizmeci, Akdemir, 2007, s.189-190). 

 KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;

http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1



***

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 44

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM  SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 44



TEZİN  ALTINCI BÖLÜMÜ 

6. YÖNTEM 

Bu bölümde, araştırma modeli, evren ve örneklem, veri toplama aracı, verilerin toplanması ve verilerin analizine ilişkin açıklamalara yer verilmiştir. 

6.1. Araştırma Yöntemi ve / veya Deseni / Modeli 

Bu araştırmada nitel araştırma yöntemi kullanılmış ve nitel bir yaklaşım 
benimsenmiştir. “Nitel araştırma; gözlem, görüşme ve doküman analizi gibi nitel veri toplama yöntemlerinin kullanıldığı, algıların ve olayların doğal ortamda gerçekçi ve bütüncül bir biçimde ortaya konmasına yönelik nitel bir sürecin izlendiği araştırma olarak tanımlanabilir” (Şimşek ve Yıldırım, 2011, s.39). Araştırmada nitel araştırma yöntemlerinden doküman analizi kullanılacaktır. Doküman analizi, araştırılacak olan konu ile ilgili basılı materyallerin incelenmesini gerektirir (Şimşek ve Yıldırım, 2011, s.187). 

Bilimsel araştırmalarda gerçeğin doğasına uygun sistematik ve tutarlı bir sürecin takip edilmesi önemlidir. Nitel araştırmacının bu amaca yönelik olarak araştırmasını planlaması gerekmektedir. Bazen kuramsal bir çerçeve oluşturmak başta mümkün olmasa da, araştırmacı hâlihazırda yapılmış araştırmalardan yola çıkarak kendi araştırma konusunun çatısını yapabilmektedir. Özellikle nitel araştırmada araştırmaya temel oluşturacak kuramsal bir çerçevenin açık bir biçimde oluşturulması gerekmektedir (Yıldırım, 2006, s. 82). 

Araştırma yönteminde araştırmacı sahip olduğu kaynaklar çerçevesinde 
araştırma sorularına cevap vermeyi ve araştırmasını hâlihazırda yapılmış 
araştırmalardan yola çıkarak kendi araştırma konusu çerçevesinde ele alması 
gerekmektedir. 

Araştırma problemin en açık ve ayrıntılı bir biçimde araştırılması ve açıklanması 
için “28 Şubat 1997 Askeri darbesi ve Türk eğitim sistemine etkileri” başlıklı çalışmada 

YÖK tez merkezi, TBMM Kütüphanesi, TBMM Araştırma Komisyon Raporları, 28 
Şubat İddianameleri I-II, Ankara Millî Kütüphane ve ulusal veri tabanları taraması yapılıp; 28 Şubat 1997 Askeri darbesi ve darbenin eğitim üzerindeki etkileri ile ilgili yapılan çalışmalar başta olmak üzere araştırma konusu ile ilgili kitaplar, gazete haberleri, makaleler, dergiler, köşe yazıları, anılar ve konumuz ile ilgili çalışılmış olan yüksek lisans ve doktora tezleri vb. doküman analizi yoluyla incelenecek ve karşılaştırmalı analizi yapılacaktır. Araştırmada, doküman analizi yoluyla konuların nasıl bir üslupla aktarıldıkları tespit edilecektir. Bu dokümanların analizi ise yoruma dayanmaktadır. 

6.2. Evren ve Örneklem / Araştırma Grubu 

Bu bölümde araştırmaya ait evren ve örneklem tanımlaması yapılacaktır. Evren, 
araştırma sonuçlarının genellemek istendiği elemanlar bütünüdür. Örneklem ise, belli bir evrenden belli kurallara göre seçilmiş, evreni temsil yeterliliği olan kümedir (Yıldırım, 2006, s. 89). 

Evrenin özellikleri, araştırmanın sınırlarını belirtecek şekilde tanımlanmalıdır. 
Örneklem, evreni güvenilir derecede temsil eden ve araştırma için gerekli bilgilerin toplandığı küme olarak tanımlanabilir. 

Araştırmanın evrenini 28 Şubat 1997 Askeri darbesi ve Türk eğitim sistemi 
üzerindeki etkileri oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemini ise, 1990-2000’li yıllar arasında gerçekleşen siyasi ve sosyal olaylar başta olmak üzere 28 Şubat 1997 Askeri darbesi ve darbenin Türk eğitim sistemine olan etkisi oluşturmak tadır. Örneklem de yaklaşık olarak 10 yıllık bir süreç ele alınmış ve bu süreçteki siyasal, sosyal ve ekonomik sorunlar incelenmiştir. Ayrıca çalışmamız ile ilgili olarak konumuz ile ilgili yayınlamış kitaplar başta olmak üzere süreli yayınlar (gazete, dergi ve makale), konumuz ile ilgili araştırma raporları ve iddianameler, çalışılmış yüksek lisans ve doktora tezleri vb. araştırmanın örneklemini oluşturması açısından önemlidir. 

6.3. Verilerin Toplanması 

Nitel araştırma yöntemlerinde en yaygın olarak kullanılan veri toplama yöntemlerinin başında görüşme, odak grup görüşmesi ve gözlem gelmektedir. Bunların yanında çeşitli türdeki dokümanlar da (kitaplar, belgeler, yazışmalar, fotoğraflar, gazeteler, dergiler) nitel araştırmada kullanılan verilere temel oluşturabilir (Yıldırım, 2006, s. 88). 

Veri toplama araçlarında yine görüşmeler, belgelerin toplanması, konu ile ilgili hazırlanan eserlerin incelenmesi ve değerlendirilmesi, kişilerin anlatımlarının 
derlenmesi ve değerlendirilmesi gibi veri kaynakları ve veri toplama yöntemleri de kullanılabilir. 

“28 Şubat 1997 Askeri Darbesi ve Türk Eğitim Sistemine Etkileri” başlıklı çalışmada veri toplama aracı olarak, konumuz ile ilgili yayınlamış kitaplar başta olmak üzere süreli yayınlar (gazete, dergi ve makale vb.), konumuz ile ilgili araştırma raporları ve iddianameler, çalışılmış yüksek lisans ve doktora tezleri, konumuz ile ilgili olan belgeler, yazışmalar, söylev ve demeçler, köşe yazıları, fotoğraflar vb. çeşitli türdeki dokümanlar kullanılmıştır. Veriler doküman analizi tekniğine uygun olarak toplanmıştır. Öncelikle konumuz açısından önemli olan ve yukarıda ifade edilen kaynaklar temin edilmiş, bu kaynaklar bilimsel bakış açısı ile incelenmiş, değerlendirilmiş ve derlenmiş daha sonrasında ise verilerin analizi kısmına geçilmiştir. 

6.4. Verilerin Analizi 

 “28 Şubat 1997 Askeri Darbesi ve Türk Eğitim Sistemine Etkileri” adlı çalışmada veri analizi olarak betimsel analiz kullanılmıştır. Betimsel analizde elde 
edilen veriler daha önceden belirlenen temalara göre özetlenir ve yorumlanır. Betimsel analiz, derinlemesine analiz gerektirmeyen verilerin işlenmesinde kullanılır (Yıldırım, 2006, s.89). Yapılan bu çalışmamız sonucunda elde edilen veriler betimsel analiz tekniğiyle analiz edilmiştir. Betimsel analiz tekniğinde verilerin, araştırma problemine ilişkin olarak neleri söylediği ortaya çıkmaktadır. Buna göre yararlandığımız kaynaklar, konumuz ile ilgili yayınlamış kitaplar başta olmak üzere süreli yayınlar (gazete, dergi ve makale vb.), konumuz ile ilgili araştırma raporları ve iddianameler, çalışılmış yüksek lisans ve doktora tezleri, konumuz ile ilgili olan belgeler, yazışmalar, söylev ve demeçler, köşe yazıları, fotoğraflar vb. çeşitli türdeki dokümanlar kullanılmıştır. Buna göre “28 Şubat 1997 Askeri Darbesi ve Türk Eğitim Sistemine Etkileri” adlı çalışmamızda 28 Şubat 1997 Askeri darbesi araştırılmış ve darbenin eğitim kurum ve kuruluşları üzerindeki etkileri incelenip ilk, orta, lise ve yükseköğrenim kurumları ve 
onların eğitim programlarının yanı sıra Milli Eğitim teşkilatında meydana gelen değişimlerin öncesi ve sonrası karşılaştırmalı olarak ele alınıp incelenmiştir. Bununla beraber sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim ve meslek liselerinin, özellikle İmam Hatip’lerin orta kısımlarının kapatılması kararları büyük tartışma lar yaratması ve eğitim sistemine yeni boyutlar kazandırılması ve bununla beraber hem askeri vesayetin sivil hükümetler üzerindeki etkisi hem de eğitim sistemi üzerindeki etkileri araştırılmaya çalışılmıştır.

TEZİN YEDİNCİ BÖLÜMÜ

7. BULGULAR ve YORUMLAR 

Bu bölümde “28 Şubat 1997 Askeri Darbesi ve Türk Eğitim Sistemine Etkileri” 
adlı çalışmamızın analizi sonucunda elde edilen bulgulara yer verilmiş ve yorumları yapılmıştır. Buna göre “ezber bozan bir darbe” olarak tanımlanan 28 Şubat dönemi, 28 Şubat 1997 tarihi MGK toplantısı ve alınan kararların yanı sıra 28 Şubat sürecinin sebep, sonuç ve yansımalarıyla bütün boyutları ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bununla beraber incelenen kaynaklar içerisinde, araştırma konumuz ile ilgili yayınlamış kitaplar başta olmak üzere süreli yayınlar (gazete, dergi ve makale vb.), çalışmamız ile ilgili araştırma raporları ve iddianameler, çalışılmış yüksek lisans ve doktora tezleri, konumuz ile ilgili olan belgeler, yazışmalar, söylev ve demeçler, köşe yazıları, fotoğraflar vb. çeşitli kaynaklardan araştırmamızın amacına hizmet edenler seçilmiştir. 

Hazırlanan çalışmamızda ayrıca Türkiye’de ordunun özellikleri, asker-sivil ve siyaset ilişkileri, askeri eğitim ve MGK’nın yeri ve önemi başta olmak üzere siyaset atmosferinin en yüksek olduğu ve siyasal haberlerin en fazla yayımlandığı 28 Şubat 1997 MGK Toplantısı öncesi ve sonrasında ki gelişmeler, 28 Şubat süreci, 28 Şubat 1997 MGK Kararlarının nedenleri ve sonuçları, 28 Şubat süreci içerisinde ki aktif olan çevreler ve ortaya çıkan belgeler, dış politikanın süreç üzerindeki etkisi, 28 Şubat sürecinde ki basın ve medyanın rolü ve 28 Şubat 1997 tarihi MGK Toplantısı sonrasında yeniden şekillenen Türk Eğitim sistemi ve askeri darbenin eğitim sistemi üzerinde ki etkileri vb. konular bulgulara dâhil edilmiştir. Ayrıca araştırma konumuz dâhilinde 28 Şubat dönemi içerisinde Hürriyet, Sabah, Milliyet, Cumhuriyet vb. gazetelerin sürmanşetler, manşetler, köşe yazıları, siyasal ve dış haberler, güncel olaylar da bulgulara dâhil edilmiş ve araştırma konusu dâhilinde farklı konularla ilgili bilgilere 
ulaşılmıştır. Seçilen konular hiçbir müdahalede bulunulmadan olduğu gibi verilmiştir. 

Daha sonra kitaplardan alınan alıntıların yorumları yapılmıştır. 

7.1. 28 Şubat 1997 Askeri Darbesi ve Türk Eğitim Sistemine Etkileri ile İlgili Bulgular ve Yorumlar 

7.1.1. 28 Şubat Süreci Nedir, Siyaset mi, Darbe mi? ile İlgili Bulgular ve Yorumlar 

28 Şubat süreci, 28 Şubat 1997 tarihinde gerçekleştirilen MGK’da alınan 
kararların uygulama sürecine konulmasıyla başlayan dönemi ifade etmekle beraber, söz konusu sürecin öncesine DYP ve RP arasında 8 Temmuz 1996 yılında kurulan koalisyon hükümetiyle beraber adım adım yaklaşılan bir süreç olarak düşünülebilir (Dilaveroğlu, 2011, s.78). Adını 28 Şubat 1997 tarihinde yapılan MGK toplantısından alan ve Cumhuriyet tarihine “post-modern darbe” diye geçen bu süreç (Erdoğan, 1999, s.5) Türkiye’nin yakın tarihindeki önemli dönemlerden biri olarak değerlendirilmektedir. Bu dönem içerisinde; siyasi partiler, Cumhurbaşkanı, TSK ve MGK, Anayasa Mahkemesi, üniversiteler, meslek teşekkülleri, sivil toplum kuruluşları ve medyanın hem sistem içindeki gerçek rollerini hem de daha özel olarak ülkeyi olağandışı bir rejime sürüklemedeki katkılarının anlaşılması açısından bir tür laboratuvar olarak da yorumlanmaktadır. Bu dönemin yaşanmasında özellikle medyanın oynadığı ve üstlendiği “rol” özel olarak değerlendirilmektedir (Erdoğan, 1999, s.5). 

Her şeyden önce “28 Şubat süreci nedir?” sorusunun tek bir cevabı yoktur; 
aksine pek çok cevabı vardır. 28 Şubat sürecine ve yaşanan olaylara nereden 
baktığımıza, aktörleri arasında yer alıp almadığımıza, sürecin maliyetlerinden ne kadar etkilendiğimize, daha genelde de demokratik sürece dışarıdan müdahaleye ilke olarak sıcak bakıp bakmadığımıza bağlı olarak vereceğimiz cevabın değişmesi kaçınılmazdır. Nitekim bu süreç aktörlerinden bazılarına göre “Demokrasiye balans ayarı yapmaktır” (Öcal, 2009, s.15). Böylece ülkede şeriat ve irticanın etkisi altına girmiş olan demokrasi, 28 Şubat süreci ile tekrar olması gereken yere çekilmiştir. 

Türkiye Cumhuriyeti siyasi tarihi aynı zamanda bir askeri darbeler tarihi olarak 
da bilinmektedir. Siyasi tarihimiz içerisinde yaşanan darbe ve muhtıraların altında yatan sebepler arasında irtica ve şeriat tehlikelerin olduğu bilinmektedir. Yaklaşık olarak 50 yıldır genişleyen irtica ve şeriat tehlikeleri karşısında gerekli önlemlerin alınması önerileri bir yana, tam tersine devlet desteğini de alan irticanın giderek laik, demokratik rejimi tehdit eden bir güç oluşturmaya başlaması ve Refah Partisi döneminde de bu tehdidin doruğa ulaşması Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerinin korunmasını gündeme getirmiştir (Bölügiray, 1999, s.225). Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerine kim sahip çıkacak, demokrasinin önündeki en büyük engel teşkil eden irtica ve şeriat akımlarına kim dur diyecekti? Sorun aslında tam anlamı ile buydu. 

Sorunun yanıtı TBMM ve Hükümet ikileminde aranmışsa da ne yazık ki istenilen cevap alınamamış, çünkü şeriat ve irtica akımları bir nevi TBMM ve Hükümet’in ortaklaşa sonucu büyüttükleri, bu sorun üzerine ödün üstün ödün vererek bugün ki boyutlara gelmesine neden olan partilerin şimdi kalkıp da irtica ve şeriat tehlikesini önlemek için harekete geçmeleri beklenemezdi. Bu durumdan doğan boşluğu TSK’nın doldurması ve yasalara dayanarak Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerini koruyup kollaması gerekiyordu (Bölügiray, 1999, s.225). 

TSK’yı harekete geçiren irtica ve şeriat tehlikesinin önlemesi için askerin 
önünde iki seçenek bulunuyordu. Bu seçeneklerin ilki ya bir askeri darbe ve müdahale ile iktidarı ele geçirerek gerekli köklü önlemlerin alınması ya da Anayasal ve yasal zeminde gerekli önlemlerin alınması idi. Bu ikilem içerisinde TSK ikinci seçeneği tercih ederek demokratik bir yönetimi benimseyerek anayasal bir kurum olan MGK’da askeri komutanlar tarafından duyulan kaygılar, halkın ve ordunun duyarlılığı ve alınması gereken önlemleri açıklamış, kurulun asker üyelerinin önerileri hükümetçe de benimsenip onaylanarak yürürlüğe konulmuştur. 

28 Şubat süreci uzun yıllar devam etmiş ve hala devam etmekle beraber bu süreç kimilerine göre “post-modern” darbe olarak nitelendirilmiştir. Kimilerine göre ise herhangi bir güç unsuru olmadan silahlar konuşmadan askerler siyasete müdahale etmiş ve iktidarı değiştirmiş olmakla beraber geleneksel ve klasik darbe araçlarını kullanılmadan aynı sonuçları elde edilmiştir. Yine 28 Şubat’ın mimarlarına göre 28 Şubat 1997 MGK Kararları bir “askeri darbeyi önleme hareketi” olarak ifade edilmiş ve Hükümet politikaları, dış ilişkiler, sosyal ve siyasal olaylar, irtica ve şeriat söylemleri vb. gibi olaylarla gelmekte olan askeri darbe alınan önlemler sayesinde engellenmiştir. 
Bazılarına göre ise 28 Şubat süreci “sivil bir darbe” olarak nitelendirilmiştir. Askeri-sivil bürokrasi, medya ve iş dünyası irtica tehdidi ve laikliğin elden gitmesine karşı el ele vermiş, mevcut iktidara karşı direnişe geçmiş ve yönetimi değiştirmeyi başarmıştır. 
Yine bir başka görüşe göre ise 28 Şubat bir darbe değildir; zira Meclis kapatılmamış, partiler (bir-ikisi dışında) yerinde kalmış, anayasa lağvedilmemiş ve dolayısıyla darbenin tipik şartları gerçekleşmemişti (Kongar, 2000, s. 89-112). 


KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;

http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1


45 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***