19 Eylül 2017 Salı

1925 KÜRT HAREKETİNİN YAPISI VE HEDEFLERİ BÖLÜM 1

1925 KÜRT HAREKETİNİN YAPISI VE HEDEFLERİ..  BÖLÜM 1


www.peyamaazadi.com

2006




1925 KÜRT HAREKETİNİN YAPISI VE HEDEFLERİ - 
TAHSİN SEVER HARİTA 

1925 Kürt Hareketinin Yapısı ve Hedefleri 


“ Üç bin yıllık Geçmisin hesabını yapamayan insan.., Günübirlik yaşayan insandır.”  GOETHE 


İçindekiler 

Giriş....................................................................................................................................3 

Kürdistan Sorunu’nun Biçimlendiği Süreç ..........................................................................5 

AZADİ (KÜRDİSTAN İSTİKLAL KOMİTESİ) 1921..................................................................21 

AZADİ’NİN YAPISI VE HEDEFLERİ ......................................................................................25 

HAREKETİN BAŞLAMASI VE SONRASI................................................................................35 

HAREKETİN NİTELİĞİVESONUÇLARI................................................................................37 

Azadî’nin Bolşeviklere Önerdiği Protokol Metni...............................................................42 

Cıbranlı Halit Bey’in Mektubu...........................................................................................43 

KAYNAKLAR:.....................................................................................................................44 


Yayına Hazırlayan: 
www.peyamaazadi.com 
Tahsin Sever 


1925 Kürt Hareketinin Yapısı ve Hedefleri 


Giriş 

Biz “Kürt Aydınlarının” bırakınız üç bin yıllık tarihi, geriye dönük yüz yıllık tarihi yeterince arastırdıgı söylenemez. Bu tespit geçmisin, resmi söylemin dısında, titizlikle arastırılması ve yazılmasının tarihsel bir görev olarak omuzlarımızda durdugudur. 

Bunu söylerken tarihçi bir kimligim yok. 

Tarihe olan ilgim bir aydın olmanın ötesinde degildir. 

Kürt toplumuna dayatılan statünün olusum dönemini arastırmak; Cemil Gündogan’ın deyimi ile “ Meslekten Tarihçilere ” düşen bir görevdir. 

Tarihe yaklasım her dönem hem tarihçilerin hem de tarihsel ve siyasal olaylara ilgi duyan bireyi mesgul eden en önemli sorunlardan biri olagelmistir. 
İster meslekten tarihçiler olsun ister tarihi olayları yorumlaya kalkısan her hangi bir arastırmacı olsun bazı sorulardan hareketle tarihsel olayları 
anlamlandırmaya ve tarihe bu çerçevede belli konsept oturtmaya çalısırlar. 

Her kesin üzerinde fikir birligi ve genelde kabul gören “dogru”lar olusturmak özellikle siyasal ve tarihsel olaylarda çok zordur. 

Tarihe positivist yaklasan yazımlar, olgunun dış görüntüsüne yüklenmekte, gözlemlenebilen, sayılabilen, ölçülebilen verilere takıldıklarından özneleri eyleme  iten düsünceleri, siyasal durusları, amaçları gibi son derece önemli konuları göz ardı etmek gibi bir risk tasırlar. 

Örnegin; 
1925 Hareketinde “dini misyonlar” olan sahsiyetlerin yer almasına dayanarak, bu görüntüyü temel alarak, hareketi “gerici” olarak nitelemek gibi. 

Son zamanlarda 1925 eksenli yapılan tartısmalar zorunlu olarak tarihe nasıl yaklasmalı sorusunu da gündeme getirdi. Ulusu belirleyen ve biçimlendiren 
en önemli olgulardan biri olan tarih bilinci mücadelenin döne döne tekrarladıgı yanlısları görmemize ve hatalardan dersler çıkarmamıza hizmet eder. 

Ulusalcı siyasal tezlerin dejenere edildigi, bir yandan Kemalist “ Demokratik Cumhuriyet ” ile maniple edildigi diger yandan ulusal deger adına tabuların 
yaratıldıgı ve putların olusturuldugu bu hasas süreçte kapsam son derce önemlidir. 

Geçmiş yüzyılda meydana gelen, Kürt Halkının kaderini etkileyen olayların üzerindeki sis perdesi yeterince aralanamamıstır. 

Bu durumun birbiriyle baglantılı önemli sebepleri vardır. Özellikle Azadî ile ilgili bilgi ve dokümanların Genelkurmay arsivine kapatılarak sır gibi saklanması, 
Azadî’nin önemini açıklamaya yeter. 

Bitlis Harp Divanı tutanaklarından bir sözcük bile dısarı sızdırılmazken, Diyarbakır İstiklal Mahkemesi tutanaklarının magazinleştirilerek çarşaf çarşaf 
basılarak yayınlanması devletin niyetini yeterince ortaya koymaktadır. 

Bireyler ön plana çıkarılmıs, bu bireylerin ifadelerindeki tutarsızlıklar çarpıtılarak kamuoyuna sunulmustur. 

Bu sistemli çabanın birbirine baglı iki önemli hedefi vardır. 

1924 Beytüssebap Ayaklanması, akabinde 1925 Kürt Hareketi arkasındaki örgütlü gücün inkarı ve buna baglı olarak hareketin hedeflerinin çarpıtarak 
yansıtılmasıdır. Devletin bu konuda basarısız oldugu söylenemez. O kadar basarılı ki bugün bile “Kürt aydınları” devletin önümüze koydugu argümanlarla 
hareketi degerlendirmeye devam ediyorlar. 

Özellikle seksenli yıllarda sonra basta Avrupalı akademisyenlerin arastırmaları olayın üzerindeki sis perdesinin aralanmasına ve giderek hareketin resmi 
devlet ideolojisinin bakış açısının çerçevesi dısında tartısılmasına olanak saglamıstır. 

Bu olumlu gelismelere ragmen kimi Kürt aydın çevrelerinin hala resmi devlet görüsünün dısında, yeni bir bakış açısıyla olaya bakmak gerektigini bilincin de 
olmadıkları anlasılmaktadır. Bunun nedeni son derece açıktır. 
Son yüzyıllık tarihimizin yazanların genellikle Sovyet ekolünden gelme “Kürdologlar” ve Kemalistlerdir. 

Bazı Kürt aydınlarının 1925 Kürt Hareketi ile ilgili resmi devlet ideolojisinin çerçevesini asamayan tutumları hayretle izlenmektedir. 

Su nokta iyice bilinmelidir ki 1925 Kürt Hareketini “ Şeyh Sait ” sahsında somutlamak, niyet ne olursa olsun hareketin gerisindeki örgütlü güç olan 
Azadî’nin inkarı ve hareketin Kürt niteliginin tartısmalı hale getirilmesidir. 

Azadî Örgütü, 1925 Hareketinin temel öznesidir. 

Ancak 13 Subat 1925’te Piran’da provakasonla patlayan silah, hareketin kontrolden çıkmasına, siyasi ve askeri yönleri zayıf olan geleneksel kanadın liderlige oturmasına yol açmıstır. 
Kürdistan Sorunu’nun Biçimlendigi Süreç 1915-1925 dönemi Kürtlerin bugünkü statülerinin sekillendigi dönemdir. 

Birinci Dünya Savası’nın yaratıgı yeni güç dengelerinin ve buna baglı olarak olusan toplumsal hareketlenmelerin sebep ve sonuçlarını kısaca irdelemek 
gerekir.1789 Fransız 'htilali ve sonrasında gelisen uluslasma hareketlenmeleri, Osmanlı İmparatorlugu’nun içten çözülmesine yol açmıs, imparatorluk 
içindeki dengelerin sarsılmasına yol açmış ve İttihat-ı Terakki’nin iktidarıyla sonuçlanmıstır. 
İttihat-ı Terakki, baslangıçta farklı uluslardan insanları barındırıyorsa da, iktidarı Türk milliyetçiliginde somutlasmıştır. İmparatorluk, Kuzey Afrika ve 
Balkanlar’daki kendi toprak kayıplarını, Orta Asya’da Turan hayalleriyle telafi etmeyi düsünmüstür.

Bu düsünce, Almanların yayılmacı politikası ile birlesince, Osmanlı İmparatorlugu kendisini Birinci Dünya  Savası’nın içinde buldu. Sonuç, İttihatı
Terakkiciler için tam da bir yıkımı ifade eder. Turan hayalleri kursaklarda kaldıgı gibi İmparatorluk da yıkılmayla karsı karsıya gelir. Birinci Dünya Savası
sonuçlanmıs, Osmanlı 'mparatorlugu Mondros Mütarekesi ve pesinden Sevr Anlasmasını imzalamak zorunda kalmıstır. Sevr Anlasması, Osmanlı Devleti’nin 
paylasılması, bölgenin yeni güç aktörleri tarafından yeniden düzenlenmesi demektir. Bu anlasma bölgede yasayan halklar açısından olumlu, olumsuz sartlar ve olanaklar yaratmıstır. Öte yandan Baskan Wilson’un yayımladıgı ve kendi ismiyle anılan “Prensipleri” yeni tartısmalar ve hareketlenmeler yaratmıstı.

Bütün bu gelismeler olurken Kürtlerin durumu neydi? Öncesine çok kısa baktıgımız zaman, Osmanlı 'mparatorlugu bünyesinde beylikler seklinde yasıyorlardı. 
Beyliklerin iç islerine merkezi yönetim fazla müdahale etmiyordu. Osmanlı merkezi yönetiminin güçlü Kürt beylikleri istemedigi de her icraatında ortaya 
çıkıyordu. Bunun bir örnegi de Bedirhan Bey‘in güçlenmesinin Osmanlı yönetiminde  yarattıgı  rahatsızlıktan  anlasılmaktadır. 

Şevket Süreyya Aydemir ,bu dönemi şöyle aktarmaktadır: 

< “Dogu ve Güneydogu Anadolu’da Kürt beyleri ve şeyhleri, müstakil hükümdarlar gibi yasıyorlardı. 
Başlıcaları: 

1806 Babanzade, 
1813 Abbas Mirza,
1828 Muslu Emin Pasa, 
1832 Mir Mahmut, 
1842 Bedirhan, 
1855 Yezdan Ser, 
1880 Nehrili Abdullah olmak üzere eskiden beri sürüp gidiyordu.
Ortada bir Anadolu kalıyordu.Ama orada,devlet degil, esraf ve eskıya hakimdi.”1 >

Osmanlı, Kürt beyliklerinin güçlenmesine izin vermeden, Kürt asiretleri ve beylikleri arasındaki çeliski ve çatısmaları diri tutarak, iç islerine fazla müdahale 
etmeden otoritesini saglamaya çalısıyordu. Buna 1891 yılından itibaren kurulan Hamidiye Alayları eklenir.

Süphesiz Hamidiye Alayları, Osmanlının “böl-yönet” politikasının bir sonucudur.Bir taraftan Kürtlerin kendi iç çatısmalarını diri tutmak, diger taraftan 
Kürt-Ermeni çatısmasını körüklemek amaçlanmıstır. Ancak bu amaçların ne kadarının gerçeklestigi ayrı bir tartısma konusudur.Bir süre sonra bu alayların varlıgı, Osmanlı yönetiminde farklı düsüncelere ve tartısmalara yol açacaktır. Hamidiye Alayları ile ilgili degerlendirmeler tek yanlıdır.

Yine 1900’lü yıllardan itibaren gerek metropollere göçmüs, zorla iskana tabii tutulmus Kürt çocukları arasında gerekse bu ulusun aristokrasisinin ve feodal 
beylerinin metropollerde okuyan çocukları arasında Kürt yurtseverligi düsünceleri yayılmaya baslamıstır. Zira Kürtler’de ulusal uyanısa öncülük edecek Kürt ulusal sermaye sınıfından veya isçi sınıfından bahsetmek mümkün degildir. Dolaysıyla Kürt ulusallıgının öncüleri Kürt feodalleri ve Kürt aristokrasisinin 
çocukları olacaktır. Baslangıçta farklı yerlerde yer alan Kürt aydınları, bir süre sonra kendi örgütlenmelerine yöneleceklerdir. 'ttihat-ı Terakki’nin
kurulusunda Abdullah Cevdet ve 'shak Sükuti gibi Kürt aydınlarını görmekteyiz. Ayrıca tanınmıs bir çok Kürt sahsiyetini baslangıçta 'ttihat-ı Terakki 
örgütlenmesi içinde görmekteyiz.

1918’lere gelindiginde Baskan Wilson tarafından Amerikan Kongresine sunulan Amerikan dıs politikasının esasını olusturan, ” Wilson Prensipleri ” adıyla anılan 
bildiridir. Wilson Prensipleri 14 maddeden olusmaktadır. Wilson Prensiplerinin 12 maddesi Osmanlı 'mparatorlugu’nun egemenlik alanı ile ilgilidir. 
Kürtler açısından en önemli maddesi süphesiz 12. maddedir. Zira 12. Madde sınırların Milliyet esasına göre düzenlenmesini öngörüyordu.

Kürtler açısından en önemli düzenleme süphesiz Sevr Anlasması’dır. 

Sevr Anlasması,Kürtler açısından artılar ve eksiler içermektedir.Anlasmanın en çok tepki çeken maddesibagımsız Ermenistan olarak öngörülen toprakların bir 
çok Kürt sehirlerini kapsamasıolmustur. 

Önce Sevr Anlaşmasının Kürtler’le ilgili maddelerine bakalım.


“Madde 62 – 'ngiltere, Fransa ve İtalya hükümetleri tarafından kendilerine yetki verilmis üç üyeden olusan komisyon İstanbul’a yerleserek, anlasma
baskanlıgının tüzügüne göre belirtilmis bulunan altı aylık süre içinde Fırat’ın dogusunda bulunan ve sınırları ilerde saptanacak olan Ermenistan’ın güneyi ile
Türkiye, Suriye ve Mezopotamya’nın kuzeyi arasında belirtilmis bulunan ve Kürtler’in salt çogunlukta bulundukları bölgeler için, anlasmanın 27. maddesi
II ,2 ve 3 derecelerine uygun olarak, dahili otonomi planı hazırlayacaktır. Herhangi bir sorun karsısında oy birligine varılmaması halinde, komisyon
üyeleri kendi hükümetlerine ileteceklerdir.

Adı geçen plan, bu bölgeler içinde bulunan Süryani, Keldani ve diger etnik, dini toplulukların tüm azınlık haklarını garanti altına almak zorundadır.Ve bu
amaçla İngiliz, Fransız, İtalya, Acem ve Kürtleri temsilen kurulacak bir komisyon , bizzat yerinde incelemelerde bulunacak ve gerek Osmanlı devleti
dahilinde ve gerekse aynı sekilde İran sınırında yapılacak bir degisiklik söz konusu olursa, bu degisiklikler, anlasmanın içerigine uygun bir sekilde
gerçeklestirilecektir.

Madde 63 –Osmanlı hükümeti su andan itibaren, 62. maddesine göre kurulmus bulunan her iki komisyonun bildirecekleri kararlara aynen uymayı ve bu
kararları üç ay içinde tatbik etmeyi üstlenir.

Madde 64 –Anlasma baskanlıgının saptadıgı tarihten itibaren geçecek en çok bir yıllık süreç içerisinde , eger 62. maddenin kapsamı içerisinde bulunan Kürt
halkı yani bu bölgede oturan halk çogunlugu Osmanlı devletinden ayrılarak tamamen “ BAGIMSIZ ” olmak arzusunu belirtirse ve Milletler toplulugu
Konseyi’ne basvurursa ve eger Konsey’de bu halkın bagımsızlık istegini gerçeklestirebilecek kapasitede bulunduguna inanırsa ve bunun yerine
getirilmesi ögütlenirse , Osmanlı devleti bu ögütlemeye aynen uymayı ve bu bölgedeki bütün hakları ve unvanlarından vazgeçmeyi ve kendisini buna göre
ayarlamayı simdiden üstlenir.

Bu vazgeçme isleminin ayrıntıları, baslıca müttefik güçlerle Osmanlı Devleti arasında varılacak özel bir sözlesmeye baglanacaktır. Bu vazgeçme isi
tamamlandıktan ve Kürdistan devletinin bagımsızlıgı gerçeklestikten sonra , bu bagımsız Kürt devletiyle günümüze kadar Kürdistan’ın bir parçası olan
Musul ilinde yasayan Kürtlerin kendi istekleriyle birlesmeyi istemeleri halinde müttefik güçler bu birlesmeye karsı hiçbir itirazda bulunmayacaklardır.”
Sevr Anlasmasının, Ermenistan sınırlarıyla ilgili maddeleri Kürtler içerisinde tedirginlik yaratırken, Kürt sorunun uluslar arası anlasmalara girmesi, 
Kürtler arasında yeni fırsatlar demektir. Ancak Kürt aydınları arasında ciddi tartısmalar vardır. En büyük Kürt örgütü olan Kürdistan Teali Cemiyeti, 
ayrısmaların esigindedir. Basını Seyit Abdulkadir’in çektigi bir grup, Osmanlı bünyesinde otonomi isterken, basını Bedirhanilerin çektigi baska
bir grup bagımsızlıktan yanadır. Kürdistan Teali Cemiyeti’nin, görüs ayrılıkları ve metropol merkezli olması etkinligini azaltacak, yeni örgütlenmelerin önü 
açılacaktır. Koçgiri ve çevresindeki örgütlenmeler, Kürdistan Teali Cemiyeti subeleri olarak baslamıssa da daha sonra bagımsız insiyatif olarak devam edecektir. 

Önceleri Kürdistan Teali Cemiyeti içinde yer alan, Cıbranlı Miralay Halit Bey ve arkadasları, daha sonra Erzurum merkezli daha genis bir örgütlenmeye 
yöneleceklerdir.

Dagılmaya yüz tutan Osmanlı yönetimi ellerinde kalan tek halk olan Kürtleri, elde tutmanın manevraları içindedir. Damat Ferit Pasa Hükümeti, Seyit Abulkadir ile “Kürdistan’a Özerlik Yasasını” imzalarken, padisah fermanı ile Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, “tehlike altında olan din, hilafet ve saltanatı kurtarma”, ”Ermeni tehlikesi” sloganlarıyla örgütlenme çabası içindedir. Bu sloganlar, Kürtlerin en zayıf yanlarıdır.

Kürtlerle Türkleri beraber tutmanın tek yolu gibi gözükmektedir. Bununla beraber ne İstanbul Hükümetinin, ne Kemalistlerin ne de bölgeyi yeniden 
düzenleyecek olan İngiliz ve Fransızların, Kürt sorununu çözmek gibi ciddi bir istek ve önerileri yoktur. Taraflar pozisyonlarını belirlemek, birbirlerine karsı 
hamlelerini yapmak için Kürt - Kürdistan sorununu çantalarında hazır tutmaktadırlar. 20’ den fazla Arap devletinin sınırlarını cetvelle çizerek, kurulmasına karar verenler, “Bagımsız Kürdistan” kurmaya karar verirlerse, buna engel olacak güç kimlerdir? Bolşevik devrimi ile Ruslar sahneden çekilmislerdir. İstanbulHükümeti, içinde bulundugu durum itibariyle itiraz edecek konumda degildir. Kemalist hareketin kendisinin uluslararası destege ihtiyacı vardır. 
Bundandır ki 'ngilizlerin böyle bir niyetine karsı duracak güç ortalıkta yoktur. Binbası Noel gibi İngiliz askeri uzmanlarının Kürdistan’da fizibilite çalısmaları 
olmustur. Binbası Noel’in İngilizlerin genel bölge politikasıyla uyusmayan önerileri de olmustur. 
Ancak bu öneriler sahsidir ve İngilizlerin genel politikasını yansıtmamıstır.

Mustafa Kemal bu denklemin içinde, Erzurum Kongresini toplamaktadır. Erzurum Kongresi, Türkçü Cevat Dursun Bey ve arkadaslarının önderlik ettigi, 
Erzurum Müdafa-i Hukuku Milliye Cemiyeti tarafından organize edilmistir. Katılan delege sayısı hakkında çeliŞkili rakamlar vardır. Sayının 52 ile 56 arasında 
degiştigi tahmin edilmektedir. Erzurum Kongresine, Diyarbakır ve Elazıg gibi önemli Kürt sehirlerinden delege gelmezken, delege agırlıgının Trabzon ve Erzurum çevresi oldugu anlasılmaktadır. Mustafa Kemal’in Erzurum Kongresini açıs konusması son derece dikkat çekicidir.

  <  “En son olarak yakarım sudur ki, istekleri gerçeklestiren yüce Tanrı, Sevgili Peygamberi adına bu kutsal yurdun sahibi ve savunucusu ve Yüce İslam Dininin kıyamet gününde sadık koruyucusu olan ulusumuzu ve saltanat katını ve yüce Halifeligi korusun…Amin”2 >

Mustafa Kemal’in, isin basında Halifelige ve saltanata tavır alması söz konusu degildir. Zira Kürtler’in kendi baslarına örgütlenmelerini engellemenin tek yolu 
“Ermeni tehlikesini” ön plana çıkarmak, dini, halifeligi ve saltanatı kurtarmayı amaç olarak koymaktır. Bu yapılırken her türlü yöntem kullanılarak, 
Kürt örgütlenmesinin önüne geçmektir. 

Bir taraftan Kürt ulusal talepleriyle örgütlenen Koçgiri Hareketi, TBMM’de bile tepki çeken bir siddet dozuyla ezilirken öte yandan askeri görevinden istifa 
etmis olmasına ragmen, askeri birimlere gönderdigi telgraflarında “Kürtçülük cereyanının” yok edilmesi emirlerini vermistir.

“Malatya da On Besinci Alay Kumandanı 'lyas Bey’e Vali ile mutasarrıfın firarı, niyetlerindeki hıyanete en büyük delildir.Bu vatan hainlerinin İngiliz parası ile 
millet ve hilafet aleyhinde Kürtlük gayesi için çalıstıkları ve maattessüf İstanbul’daki hükümetin de bunların seriki cinayetleri oldugu elde edilen sifrelerden anlasıldı, mesele tamamen vatanidir. Bu sebeple evvelemirde bu denilenlerin süratle derdestleri ve Kürtlük cereyanın o taraflarda sala müsait zemin bırakılmaması lazımdır.

Diyarbekir’de On Üçüncü Kolordu Erkanıharbiye Reisi Halit Beyefendiye 2-Dahiliye Nazırı ve Harput valisinin elde edilen sifreli muhaberatında Ali Galip
Beyle hempalarının kuvayi mühime toplayarak Sivas üzerine yürümek gibi bir hıyaneti vataniyeye tesebbüs etmek istedikleri tahakkuk eylediginden maruz
kuvvetlerin yetismesine intizara lüzum kalmadı. Esirrayi mumaileyhimin serian takip ve derdestleri ve Kürtlük cereyanına müsait zemin husulüne mahal
bırakılmaması için kolordunuzca her türlü tedabire tevessül edilmesi pek mühimdir”3

Her iki talimatta hedef, bertaraf edilmesi gereken “Kürtlük cereyanı”dır . “Kürtlük cereyanı” ile anlatılmak istenen, Kürt ulusal taleplerinin dile getirilmesi 
ise Kürtlerin talepleri ret edilerek, Türk-Kürt kardesligi nasıl saglanacaktır? 
Bizce bu öfkenin sebebi, Kürtlerin kendi baslarına örgütlenme çabası içine girmeleridir. Kemalist hareket iç ve dıs konjonktür geregi, Kürtleri de temsil 
ettiginin savı ile pazarlık masasına oturmak isterken, diger taraftan Kürt örgütlerine karsı amansız bir mücadele içindedir.
Kemalistlerin bir baska tavrı, Kürtler arasında örgütlenme faaliyetlerine baslayan Cıbranlı Halit Bey’e karsı takındıkları tutumdur. 1919’da Ovacık
asiretlerinin ayaklanması üzerine, Cıbranlı Halit Bey kuvvetlerine, ayaklanmanın bastırılması talimatı verilmistir. Bu olay tipik Kürtleri birbirine kırdırtma
politikasının ürünüdür. Gerek Cıbranlı Halit Bey’in yurtsever kisiligi ve gerekse Ovacık asiretlerinin duyarlılıgı sayesinde planlanan oyun tutmamıstır.
Olayı dönemin tanıklarından Dr. Vet. M. Nuri Dersimi’den dinleyelim:

“Erzincan ve Erzurum mıntıkaları Rus ve Ermeni kuvvetlerinden tecrid edildikten sonra, Dersimde yeniden bazı mahalli ihtilaller bas gösterdi.
Aldandıklarını anlamıs olan Ovacık asiretleri, Türk mıntıkalarına akın etmeye basladılar.

Türk hükümeti bu hareketlere karsı yeni bir hile tasarlamıs olmalı ki, bu mıntıkaya Kürt asiret alayı kumandanı Cıbranlı Halit kuvvetlerini gönderdi.
Dersimliler, gerek alay kumandanının sahsına ve gerekse efradına karsı hüsnü kabül gösterdiler ve hiçbir hadise çıkarmaksızın, alay mümanaatsız Ovacıga
yetisti. Bu durum Türk hükümetinin dikkat nazarından kaçmamıstı. Her fırsattan istifadeyi bilen Türkler, Kürt Halit sayesinde Ovacık mıntıkası asiretlerin de hasıl olan sükünden dahi faydalanarak, Ovacıkta bu Kürt kumandan sayesinde yeniden bir Türk kaymakamlıgı tesisini basarmıslardı.
Kaymakamlık tesisi isi basarıldıktan sonra, Kürt Halit Bey alayının Dersimde ipkası Türklerce mahsurlu görüldügünden, bu alay orduyla birlesmek üzere
geri çektirilmisti”4

Kürtler arasındaki iletisim rahatsızlık yaratmıs, mezhep farklılıklarını hesap ederek Kürtler arasında çatısmaların yogunlasacagını sananlar yanılmıslardır. 
Gelismeler bununla sınırlı degildir. Kendi bölgesi olan Varto’ya dönen Halit Bey’in çalısmaları, Ankara Hükümetini rahatsız etmeye devam edecektir. 
M. Serif Fırat, bu konuda sunları söylemektedir:

<  “Bu fikir üzerinde oynayan Cibranlı Halit, 1920 yılının yaz aylarında İstanbul’da bulunan Kürt Teali Cemiyeti reisi Abdulkadir, Hakkarili Abdürrahim ile anlasarak bunların vasıtasıyla Meclisteki Bitlis Mebusu Yusuf Ziya ve arkadaslarıyla anlasmıs, haklarını Cemiyet-i Akvam vasıtasıyla alacaklarına inanmıslardı. Halit Bey bir taraftan dogudaki hazırlıkları ikmal ve kuvvetlerini toplu bulunduracak diger taraftan milli hükümeti igfal edecekti.

Cibranlı Miralay Halit, bu sırada Varto, Bulanık, Malazgirt, Hınıs, Karlıova, Solhan, Çapakçur bölgelerindeki asiret agalarından, seyh, hoca ve köy muhtarlarından aldıgı mühürlü mazbataları Kürt Teali Cemiyetine ve oradan da güya Cemiyet-i Akvamda bu is için çalısan Mustafa Nemrudi ile Kürt Serif’e gönderiyorlardı.”  >

“Bu hadiseden sonra Cibranlı Halit Bey’in, milli hükümete karsı cephe aldıgı kolorduca süpheli görülmüs, bölgedeki asiretlerin basından ayrılması
düsünülmüs ve bu sebeple Erzurum’a çagrılarak miralaylık rütbesi baki kalmak sartıyla, kolordu divanı muhasebat komisyon reisligi ödeviyle Erzurum’da
alıkonulmustu.19 Agustos 1336-1920”5

Buradan da anlasılacagı üzere Kürtlerin kendi adlarına yaptıkları hiçbir çalısmaya müsaade edilmemistir. Bu arada Erzurum Kongresi yapılmıs, bazı kesimlerin 
iddiasına göre, Türklerin ve Kürtlerin beraber temsil edildigi, “Temsil Heyeti” seçilmistir. Temsil Heyetinde yer alan üç Kürt’ten ikisi gıyabında seçilmis, 
çalısmalara katılmamıslardır.
Geriye kalan Erzincan delegesi Seyh Fevzi Efendi, Sivas Kongresinden sonra geri dönmüstür. Bu durumu Mustafa Kemal’in kendisinden dinleyelim:
“Efendiler, istitrat kabilinden sunu arz edeyim ki bu zevat hiçbir vakit bir araya gelip birlikte çalısmıs degillerdir. Bunlardan 'zzet, Servet ve Hacı Musa
Beyler ve Sadullah Efendi hiç gelmemislerdir. Raif ve Seyh Fevzi Efendiler, Sivas Kongresine istirak etmisler ve onu mütaakıp biri Erzurum’a digeri
Erzincan’a avdet ederek bir daha iltihak eylememislerdir.
İkincisi Efendiler; millet, memleket, siyaset ve ordu idareleriyle hiçbir alaka ve münasebetleri ve bu hususta liyakatleri görülmemis ve tecrübe edilmemis
gelisi güzel zevattan, bilfarz Erzincanlı bir Naksi seyhi ve Mutkili bir asiret reisi gibi zavallılardan da teskili, ihtimalden hariç olmayan herhangi bir heyet
temsiliyeye, mevzu bahis olan vaziyet ve vazife bırakılabilir miydi? Ve bıraktıgımız takdirde, memleket ve milleti kurtaracagız dedigimiz zaman,
milleti ve kendimizi igfal etmis olmak gibi bir hata irtikab etmeyecek miydik?

Bu mahiyete bir heyete, perde arkasından yardım edilebilecegi mevzuubahis olsa da , bu tarz emniyet telakki edilebilir miydi?”6
Mustafa Kemal, Temsil Heyeti ile ilgili degerlendirmelerini son derece net yapıyor.

“Kürt temsilcileri “olarak adı geçen sahısların çalısmalara hiç katılmadıklarını, bu islerin “Liyakatsız” ve “Zavallı” olan bu zatlara bırakılmayacak kadar önemli 
oldugunu, bu Temsil Heyetini “perde arkasında” yönetmek bile emniyetli degildir, demektedir.

Gelelim tartısmaların odagındaki su ünlü Amasya Protokolü’nde yer alan Kürtlerle ilgili maddelere;

Protokol, Osmanlı Devleti diye düsünülen sınırların, Türklerin ve Kürtlerin oturdugu arazi diye tarif ediyorsa da Kürtlerin Osmanlı Devletinden ayrılmasının 
“imkansızlıgına” vurgu yapmaktadır. Ayrıca Kürtlerin ırk hukuku ve sosyal haklar bakımından desteklenmesine vurgu yaparken, bunun Kürtlerin mesru ve dogal 
hakları oldugundan degil, yabancılar tarafından “bagımsızlıgını gerçeklestirme amacı güder gibi görünerek yapılmakta olan karıstırıcılıgın önüne geçmek için”  
denmektedir. Kürtlerin taleplerine haklı ve mesru talepler diye bakan bir anlayıs söz konusu degildir. Sadece bölge dengeleri içinde taraflar kendi konumlarını 
güçlendirmek için Kürtleri kendi hesaplarına göre pazarlama çabasındadırlar. Damat Ferit Pasa kabinesi, Seyit Abdülkadir’in baskanlıgındaki heyetle
“Kürtlere Otonomi” protokolü imzalarken, Kemalistlerde bos durmayıp ihtiyaç duyduklarında Kürt kartını kullanmak için manevralar pesindedirler. 
Bunda da basarısız oldukları söylenemez. Bir sürü yazar-çizer, Mustafa Kemal, “Kürt Sorunu” oldugunu kabul ediyordu diye avunuyor. Halbuki Mustafa Kemal, 
“Kürt Sorunun” mimarı ve yaratıcısıydı. Durum birinci agızdan bu kadar net iken, Mustafa Kemal hareketini, “ilerici” ve “anti-emperyalist” niteleyerek, her türlü 
destegi veren Bolseviklerin yazar-çizer takımı, olaya ideolojik kılıf bulmakta gecikmedi. Sovyet ekolünün Kürt aydınlarından Dr. Kemal
Mazhar Ahmad, bunların basında gelir. Dr. Kemal Mazhar Ahmad, sunları söylemektedir:

“Kemalist Devrim, Kürt halkının büyük bölümünü ülkeyi yabancı isgalcilerden kurtarmak için içtenlikle ve omuz omuza mücadele etmek üzere harekete
geçirdi. Kürtler bununla, son derece yüksek bir yurtseverlik duygusu ve dogru bir siyasi anlayıs ortaya koydular.Türk burjuva devriminin ilk sıcak yıllarında
Mustafa Kemal’le beraber bu devrimi baslatanların büyük bir kesimi Kürt’tü.

Örnegin, devrimin baslangıcının en önemli olaylarından biri olarak degerlendirilen Erzurum Kongresi’nin sekiz kisiden olusan yönetiminde üç Kürt
vardı: Erzincan’dan Naksibendilerin bası Seyh Fevzi, 1918 yılına kadar Osmanlı Mebusan üyesi olarak kalan Sadullah Bey, Mutki asiret reisi Hacı Musa

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

**


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder