PETROL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
PETROL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ekim 2020 Pazar

21. YÜZYILIN ENERJİ DENKLEMİ VE TÜRKİYE. BÖLÜM 4

 21. YÜZYILIN ENERJİ DENKLEMİ VE TÜRKİYE. BÖLÜM 4


Türkiye Enerji Kaynakları, Sercan DURMUŞOĞLU,Enerji Politikaları, Küresel aktörler,Jeotermal Enerji, Nükleer Enerji, Güneş Enerjisi, Hidrolik Enerji, Yenilenebilir Enerji Kaynakları, Petrol, Doğalgaz, Kömür, Rüzgâr Enerjisi, 


      Türkiye bölgesel uzantıları ile üç farklı düzlemin merkez noktasında olan bir ülke olarak bu coğrafi konumunu enerji hedefleri içerisinde oluşturduğu dış 
politikalarında kullanarak avantaj elde etme şansına sahiptir. Türkiye oluşturduğu 
dış politikalar ile açmaz ve açılımlarıyla sahip olduğu bu üç ayrı bölgenin ortak 
avantajlarını birleştirerek küresel bir enerji terminali ve gücü olma şansına sahiptir. 
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin en önemli önceliği sürdürülebilir kalkınmayı 
istikrarlı şekilde sağlamak ve artmakta olan enerji ihtiyacını en doğru çalışmalar ve dış politikalarla, bağımlılıktan kurtulmayı sağlamaya yönelik çalışmalar yaparak karşılamaktır. Türkiye konumu itibariyle, batının en doğusunda, doğunun da en batısında ve kuzey, güney eksenin tam ortasında, dünya enerji kaynaklarının yaklaşık % 70'ine sahip olan, kuzeyde Rusya, doğusunda Orta Asya ülkeleri ve güneydoğusunda Ortadoğu bölge ülkelerine komşu olan stratejik önemi muazzam bir ülkedir. İçerisinde bulunduğu coğrafyada aynı zamanda etnik, dini ve kültürel olarak etkinliğe sahip ve doğrudan bağları olan bir ülkedir. Bu coğrafya için ünlü stratejist, Zbigniew Brezinski vurguladığı ''Avrasya Bölgesi Güç Dengesi'' dünyanın geleceği ve jeostratejik dengeler ve oluşacak küresel güç dengeleri için en belirleyici faktörlerden biridir.(Brzezinski, 2012) Söylemi, son yıllar da bu coğrafyanın en hızlı büyüyen ve güçlenen devleti olarak, 21'nci yüzyılın enerji savaşında konumu ve yapısı itibariyle dikkat edilesi önemli bir konumdadır. 
Türkiye, jeopolitik konumu, tarihsel misyonu ve mevcut potansiyeli göz önüne 
alındığında büyüyen ekonomisi ile G-20 ülkeleri içerisinde olması ve beraberinde 
''Büyük Türkiye'' vizyonu ile dünyanın gelişmiş ilk 10 ülkesi içerisine girme 
hedefine ulaşmak için rasyonel ve stratejik politikalar uygulaması durumunda bu 
hedeflerine ulaşacak güce sahiptir. Türkiye, dış politika çerçevesini belirleyerek ilk 
somut adımı, 2011 yılında ''Türkiye'nin Enerji Stratejisini'' Türk Dış Politikasını 
şekillendiren AB ve NATO ile ilişkiler gibi ana konular içerisine dâhil ederek 
atmıştır. Bu bağlamda, Türkiye'nin enerji politikalarını, iki eğilim üzerinde 
incelemek mümkün olabilir. İlki enerji arz güvenliğini temini için enerji çeşitliliğini 
arttırarak ithal enerji bağımlılığında kaynak riskini minimize edecek politikalar 
oluşturarak belirlediği vizyon çerçevesinde, Doğu-Batı ve Kuzey-Güney hatları 
üstünde toplayarak enerji koridoru ve enerji merkez ülkesi hedefine ulaşmak. 
İkincisi ise, kendi mevcut enerji potansiyelini harekete geçirerek var olan fosil enerji kaynaklarını, yenilenebilir enerji kaynaklarını maksimum derecede üterime sokmak ve enerji kayıplarının önüne geçerek, enerji verimliliğini maksimum düzeye ulaştırmak hedefindedir. 

Türkiye, belirlediği hedefler doğrultusunda, enerji politikası kapsamı içerisinde 
enerji arz güvenliğini sağlamak ve jeopolitik konumunu kullanarak hedefi ''Enerji 
Koridoru ve Enerji Merkezi'' olmaktır. 21'inci yüzyılın, küresel boyutta olan enerji 
savaşında, küresel ve bölgesel aktörler ile çetin bir rekabet içerisindedir. Türkiye, 
ithal bağımlılığı gibi dezavantaj içeren sorunlara sahip olsa da, mevcut jeopolitik 
konumu ve tarihsel misyonu gereği önemli bir role ve avantaja da sahiptir. 
Dünya'nın, özellikle fosil kaynaklar olarak en önemli rezerv kaynağına sahip olan 
Orta Asya ve Ortadoğu bölgelerine yakınlığı ve ithal enerji bağımlılığı olan Avrupa 
ülkeleri içinde, köprü konumunda olması, enerji merkezi ve koridoru hedefine 
ulaşabilmesi için güçlü bir argümandır. SSCB'nin dağılmasından sonra eski 
gücünden uzak kalan Rusya, gelişen enerji kaynakları ile tekrar süper güç olmak için enerjiyi kullanmasına karşı, Türkiye hedefleri doğrultusunda, uluslararası desteği de alarak özellikle Rusya'nın bölge hâkimiyetine alternatif olabilmek için, Orta Asya Cumhuriyetleri'nin (OAC), ''engelsiz surette tasarruf edebilecekleri, enerji kaynaklarının uluslararası piyasalara serbestçe ve farklı güzergâhlardan 
nakledilmesini desteklenmesi''(T.C. Dışişleri Bakanlığı, 2011) düşüncesini 
benimsemiştir. 

Türkiye'nin Hazar Havzası'nın enerji kaynaklarına ulaşması ve Orta Asya ülkeleri ile ilişki kurmak istediği başta ABD ve AB tarafından desteklenmesi ile ideal bir 
durumu oluşturmuştur. Özellikle, Azerbaycan ile arasındaki ''Tek millet, İki Devlet'' söylemli ortak dış politika ile oluşan uygun zemin ile Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol (BTC) boru hattı ve Bakü-Tiflis-Erzurum (BTE) doğalgaz boru hatlarının hayata geçirilmesini kolaylaştırmıştır. Böylece Türkiye'nin bölge ülkelerinin enerji 
kaynaklarının dünya pazarına sunulması için Rusya'ya alternatif olma imkânı 
tanımıştır. Bu projelerin önemi, geçmişten günümüze gelişen tarihsel süreçte 
Rusya'nın bölge etkinliğini kullanarak, Türkiye'nin izlediği bölgeye ulaşma 
politikalarının başarısızlıkla sonuçlanmasına son vermesi ve bölge ülkeleri ile enerji ticareti için ilk sıcak temasın kurulmasına imkân verdiği için çok önemlidir. 
Orta Asya enerji kaynakları için Rusya en büyük bölgesel güç olmasına rağmen 
Türkiye bu bölge için Rusya kadar Çin ile mücadele edecektir. Artan enerji talebi ile Çin, bölge ülkeleri için güçlü bir pazar konumundadır. Nitekim Türkmen gazının 
İran üzerinden istenilen şekilde temin edilememesinin en önemli nedeni başta ABD ve Avrupa ülkelerinin, İran üzerinde uyguladıkları ambargo ve izolasyon nedeni olması ve var olan kaynakların batı eksenli değil, doğu eksenli eğilim göstermesine neden olmasıdır. 

Türkiye için Orta Asya bölgesi enerji kaynaklarına ulaşma hedefinde bölge ülkeleri 
ile olan ikili ve çoklu ilişkiler, oluşturulan projelerin hayata geçebilmesi için son 
derece önemlidir. Aksi halde, başta Kazakistan petrolü, Türkmenistan doğalgaz 
kaynakları, İran örneğinde yaşandığı gibi enerji talebi büyüyen Çin, Hindistan gibi 
ülkelerin artan pazar etkisiyle eksen kayması riskine neden olabilir. Yaşanılacak 
herhangi bir eksen kayması Türkiye'nin, enerji koridoru ve enerji merkezi olma 
hedefine derin zararlar verecektir. 

Türkiye'nin, enerji ve dış politika ekseninde izlediği politika ve stratejilerinin bir 
diğer önemli kısmını Ortadoğu bölgesi oluşturmaktadır. Ortadoğu bölgesi dünyanın en zengin petrol kaynaklarının bulunduğu bölgelerden biridir. Türkiye, Ortadoğu ülkelerine yönelik politikalarını belirlerken, bölge ülkeleri ile uzlaşma içerisinde bir siyaset izleyerek özellikle ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi yönünde politikalar geliştirmiştir. Son yıllarda uluslararası aktörlerin müdahaleleri ve Suriye'de var olan iç savaş bu gelişimi zorlaştırmış olmasına rağmen bölge ülkeleri ile ekonomik ilişkilerin devamı sağlanmaya çalışılmaktadır. İran ile yapılan petrol ve doğalgaz enerji ticaretinin yanı sıra Irak bölge olarak kilit rol üstlenmektedir. Yaklaşık 115 milyar varil petrol rezervi ve günlük 2 milyon varil kapasitesi olmasına karşı bu üretim kabiliyetinin % 90'nını kullanamayan Irak önemli bir yer tutmaktadır. Aynı zamanda Irak, Ortadoğu ve Arap yarımadasına açılan önemli bir kapıdır. Irak'ta, kriz zamanında yaşanılan sıkıntılar ve Hürmüz Boğazı'nın kapatılması gibi etkenlerden dolayı petrolün kuzeye doğru aktarılma perspektifi oluşmuştur. Bu durum Türkiye'nin, Kerkük boru hattı ve bölgenin diğer petrol hatları için Ceyhan'ı terminal yapma hedefi için önemli bir avantajdır. Türkiye, Kerkük petrol boru hattına paralel bir hat ile Irak doğalgazını değerlendirmek istemektedir. Ayrıca, Trans-Anadolu arasındaki boru hattı projesi de tamamlandığında Türkiye, kuzey ve güney arasındaki köprüyü büyük ölçüde tamamlamış olacaktır. 

Türkiye, 21'inci yüzyılda var olan enerji savaşında küresel ve bölgesel aktörler ile 
ikili ve çoklu ilişkilerini maksimum seviyede tutarak ''Büyük Türkiye'' olma hedefi 
doğrultusunda belirlediği enerji hedefi olan ''Enerji koridoru ve Eneri Merkezi'' 
konumunda ülke olabilmek için istikrarlı ve kararlı bir dış politika izlemek 
hedefindedir. Dünya da var olan güç savaşının enerji üzerine kuruması ve 
Türkiye'nin bu güç savaşında arzuladığı konumu ve gücü yakalayabilmek için dünya enerji savaşındaki hamleleri iyi analiz etmek çabasındadır. Elde ettiği argümanlar ile en sıhhatli dış politika eksenini oluşturmak ve özellikle küresel ve bölgesel aktörlerin güç mücadelesindeki dengeleri gözeterek kendi menfaatleri doğrultusunda başarılı olacak politikalar izlemek amacındadır. Türkiye öncelikle fosil kaynak yetersizliğini, enerji kayıpları ve yenilenebilir enerjinin üretimdeki az olan yeri gibi sorunlarına sahiptir. Bunun yanında enerjinin transferi için terör sorunu,boğazlar ve Akdeniz'de kıta sahanlığı gibi uluslararası sorunlar ile karşı karşıyadır. 21.yüzyılda verilen enerji savaşında Türkiye hedefleri çerçevesinde öncelikle belirlediği sorunları gidermek ve giderdiği sorunları ile dış politikasında güçlü ve kararlı yol izleyerek var olan enerji savaşında ''Enerji Merkezi ve Koridoru'' olarak dünyadaki konumunu güçlendirmek hedefindedir. 

3.SONUÇ 

Bu çalışma, gelişen süreç içerisinde enerjinin ülkelerin sürdürülebilir kalkınmaları ve dünya güç dengelerinde yerini alabilmesi için oluşturacağı stratejiler ve bu 
stratejiler eksenli oluşturulacak, dış politikalarının ana eksenin de enerjinin stratejik konumuna değinilmiştir. Özellikle, 21'inci yüzyılın, ana gündemi ve nedeni olan enerji kaynakları üzerinde yaşanan güç savaşında küresel ve bölgesel aktörlerin enerji politikalarına ve bu politikalar doğrultusunda Türkiye'nin enerji hedefi, geliştirdiği politikalar ve oluşturduğu enerji politikalarının komşuları ile ilişkilerine etkisinden bahsedilmiştir. Çalışmadan anlaşıldığı gibi Türkiye, enerji bağımlısı bir ülkedir. Yetersiz fosil kaynak yapısı ve enerji verimliliğinin düşük seviyelerde olması, gelişmekte olan yapısı ve sürdürülebilir kalkınmasının kapsamında, enerji ihtiyacının giderek artacağı tespit edilmiştir. Türkiye, fosil kaynak yetersizliğinin etkisini en aza indirgeyebilmek için yenilenebilir enerji kaynaklarından maksimum verim elde edebilmek amacındadır. Çıkartılan kanunlarla yerli ve yabancı yatırımcıların ilgisini çekerek iç piyasada bir enerji çeşitliliği ile yatırımları arttırmak istenmiştir. Türkiye'nin, yenilenebilir enerji potansiyeli oldukça yüksektir ve Kyoto protokolü çerçevesinde temiz enerjiye yönelişi arttırarak enerji çeşitliliğini arttırmaya çalışmaktadır. Hidroelektrik santraller, Rüzgâr santralleri ve Güneş santrallerinden elde edebileceği önemli miktarda enerji potansiyeli bulunmaktadır. 

Bu potansiyelden yararlanabilmek için Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) ve benzer kurumların araştırmalarını en doğru şekilde yaparak, kurulacak olan 
tesislerden maksimum verim elde etmek zorundadır. Türkiye, iç politikasında bu hedeflerde iken, enerji politikaları ekseninde ortaya koyduğu vizyon ve hedef, 
''Enerji Merkezi ve Koridoru olan Merkez Ülke'' olmaktır. 

Türkiye'nin, coğrafi konumu ve dünya enerji kaynaklarını incelendiğinde Türkiye'nin dünya fosil enerji kaynaklarının büyük bir kısmına sahip olan Ortadoğu, Orta Asya bölgelerine yakınlığı ve aynı zamanda enerji aburu Avrupa ülkeleri ile arasında merkez köprü olacak bir konumda da olduğu gerçeği ile karşılaşılmaktadır. 

Enerji bağımlılığının, dış politikalarında kısıtlayıcı bir etki yaratmasına karşı jeostratejik konumu ile bu kısıtlılığın önüne geçebilme imkânına sahiptir. Türkiye, 
dünyada verilen enerji savaşında küresel ve bölgesel aktörler ile yakın ilişki içerisindedir. ABD, Rusya ve AB arasında ki güç savaşında belirleyici rol üstlenmek ve dünyada ki konumunu güçlendirmek isteyen Türkiye, aynı zamanda bölge ülkeleri ile ikili ve çoklu ilişkiler kurarak hedeflerine ulaşmak isterken, bölgesel aktörler ile rekabet halindedir. 

ABD, Soğuk Savaş döneminden sonra yakaladığı tek süper güç konumunu kaybetmemek için içinde bulunduğumuz çok kutuplu güç sisteminde kendisine 
tehlike oluşturacak bir yapılanmanın önüne geçme hedefi içerisindedir. 
AB enerji oburu bir topluluktur. Özellikle, toplum refahının ve sürdürülebilir kalkınmanın temeline oturan enerjiye bağımlılığı AB'nin yumuşak karnıdır. İzlediği 
politikalar ile öncelikle enerji arz güvenliğini sağlamak hedefindedir. 

Rusya, SSCB'nin dağılmasından sonra 21'inci yüzyılın temel gündem maddesi olan enerji kaynaklarına sahip olması, Ortadoğu ve Orta Asya bölgelerine yakınlığı ve 
bölge ülkeleri ile olan ilişkileri ile oluşan yapısını enerji süper gücü olarak kullanarak tekrar dünya süper gücü olmak hedefindedir. 

 Türkiye, küresel güçlerin bu güç savaşı içerisinde aktif bir rol izlediğini görmekteyiz. Özellikle komşu ülkeleri ile geliştirdiği ilişkileri ve beraberinde 
oluşturduğu büyük projeler ile Doğu-Batı ve Kuzey-Güney enerji koridoru, Enerjide merkez ülke olma hedefi için güçlü adımlar atmıştır. Bir tarafı üretici kaynak ülkeler, diğer tarafı enerji oburu tüketici ülkelerle çevrili olan Türkiye, coğrafi konumunu etkin kullanarak geliştirdiği projeleri kazan-kazan politikasını 
benimseyerek hayata geçirmektedir. 

Türkiye bu süreç içerisinde en önemli avantajı olan jeopolitik konumu ve özellikle bölge ülkeleri ile olan tarihsel ve kültürel dinamiklerini harekete geçirmesi 
hedeflediği ''Büyük Türkiye'' vizyonuna ulaşmasındaki en önemli argümanıdır. 
Son olarak Türkiye, dünya siyasetini, bölgesel gelişmeleri ve özellikle dünya enerji teknolojileri ve kaynaklarını doğru analiz ederek anlamalı ve hedefleri doğrultusunda geliştirmekte olduğu konumunu, sürdürülebilir kalkınması için enerji politikalarına yansıtarak gelişmiş ülkeler seviyesine çıkmanın yolunu bulmalı ve geliştirdiği teknolojileri, projeleri ve güçlü konumunu kullanarak dünyaya milli güç unsuru olarak servis etmeli ve dünya aktörleri içerisinde yerini almalıdır. 

KAYNAKÇA 

AKOVA, İsmet(2008). "Yenilenebilir Enerji Kaynakları". Nobel Yayın Dağıtım. Ankara. 
Arı Tayyar(2004), Irak, İran ve ABD: Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya, Alfa Yayınları, İstanbul, 224. 
ATAMAN, A.Rüya(2007). "Türkiye'de Yenilenebilir Enerji Kaynakları". Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 
Kamu Yönetimi ve Siyaset Anabilim Dalı. Ankara. ss. 97. 
Aydoğan Metin(2003), AB'nin Neresindeyiz?: Tanzimattan Gümrük Birliğine, İstanbul, Kum Saati Yayınları, s. 170. 
BERNAL, Richard L(2002). "The Aftershock of 9/11: Implications for Globalization and World Politics". University of Miami. The Dante B. Fascell 
North-South Center. Working Paper Series. Paper No: 10. September. 
Best Antony, H.M.Hanhimaki, Joseph A. Maiolo, Kirsten E. Schulze(2006), Uluslararası Siyasi Tarih, Yayın Odası, İstanbul, : 219. 
BRZEZİNSKİ, Zbigniew(2012). "Strategic Vision: America and the Crisis of Global Power". New York Basic Books. 
Çevre ve Orman Bakanlığı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü(2011), “Çevre ve Temiz Enerji:''Hidroelektrik”, Haz.,Özcan DALKIR ve Elif ŞEŞEN, Ankara, MRK 
Matbaacılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti., : 14. 
Çolakoglu Selçuk(2004). “Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Geleceği Ve Çin”, Uluslararası İlişkiler, Cilt:1 Sayı:1, s.177. 
Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi(2013), Enerji Raporu. 
EDİGER, Ş.V(2007). "Enerji Arz Güvenliği ve Ulusal Güvenlik Arasındaki İlişki". Enerji Arz Güvenliği Sempozyumu. Genel Kurmay ATASE Başkanlığı. Stratejik 
Araştırma ve Etüt Merkezi (SAREM). Genelkurmay Basımevi. YayınNo. 47. Ankara. 
ENERJİ ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı(2012). "Hidroelektrik Enerjisi Nedir?". 
         http://www.eie.gov.tr/yenilenebilir/h_hidrolik_nedir.aspx 
Etemoğlu, A.B. ve İşman, M.K.(2004),‟Enerji Kullanımının Teknik ve Ekonomik Analizi”, Mühendis ve Makine Od.'’, Cilt 529, s.19-23. 
European Comission (2000), Annex 1,'' Tecnical Background Document - Security of Energy Supply'' ,(Summary), Green Paper, COM (769) 
İsmail Hakkı İşcan(2002). Küresel Değişimin Getirdiği Yeni Stratejilerle Enerji Güvenliği Sorunu ve Türkiye. Avrasya Etütleri, 22: 87-117 
Pamir Necdet(2005). AB’nin Enerji Sorunsalı ve Türkiye, Stratejik Analiz Dergisi, Cilt No 6, Sayı 67, Kasım. 
Karluk, R.(2002). Türkiye Ekonomisi, Beta Basın Yayım, Ankara, s.239- 255. 
SATMAN, Abdurrahman(2006). "Dünya Enerji Kaynakları". Türkiye Enerji ve Kalkınma Sempozyumu. TASAM. Nisan. UEA(2012) - World Energy Outlook. 
UĞURLU, Örgen(2006). "Türkiye'de Çevresel Güvenlik Bağlamında Sürdürülebilir Enerji Politikaları". Yayımlanmamış Doktora Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Çevre Bilimleri Anabilim Dalı. Ankara. 
ÜNAL, Mustafa(2011). "Rus Dış Politikasında Enerjinin Rolü ve AB Enerji Politikasına Etkisi". Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü AB ve 
Uluslararası Ekonomik İlişkiler Anabilim Dalı. Ankara. 
Vladimir Putin(2005). '' Opening Address to the Meeting of Security Council of Russia on the Role of Russia in Guaranteeing International Energy Security'', 22 December. 

***

21. YÜZYILIN ENERJİ DENKLEMİ VE TÜRKİYE. BÖLÜM 3

 21. YÜZYILIN ENERJİ DENKLEMİ VE TÜRKİYE. BÖLÜM 3


Türkiye Enerji Kaynakları, Sercan DURMUŞOĞLU,Enerji Politikaları, Küresel aktörler, Jeotermal Enerji, Nükleer Enerji, Güneş Enerjisi, Hidrolik Enerji, Yenilenebilir Enerji Kaynakları, Petrol, Doğalgaz, Kömür, Rüzgâr Enerjisi, 

2.3. Rusya'nın Enerji Politikaları 

SSCB'nin dağılmasının ardından yenidünya düzeni oluşmaya başlasa da Rusya, 
SSCB'nin dünya ya mirası olarak kalmıştır. Rusya, Aralık 2005'teki Ulusal Güvenlik Konseyi toplantısında kendine ''enerji süper gücü'' olma hedefi koymuş tur ve V. Putin tarafından dünya kamuoyuna resmen ilan edilmiştir.(Putin, 2005) Rusya, süper güç olma hedefleri doğrultusunda ülke politikasını ve bu eksen çerçevesinde dış politikasını özellikle V. Putin iktidara gelmesi ile birlikte enerji kaynakları üzerine kurgulamış, enerji konusunda büyük atılımlar ve yatırımlar yaparak Gazprom'u dünya şirketi haline getirmiştir. 

Rusya, özellikle kendi kaynaklarını ve dünya enerji kaynaklarının büyük bir kısmına sahip olan Ortadoğu ve Orta Asya bölgelerindeki hâkimiyetini muhafaza ederek ağırlıkla Orta Asya enerji kaynaklarını dünya pazarına kendi üzerinden ulaştırmak istemektedir. Rusya'nın bölgeye yönelik dış politikasının temel hedefi istikrar, sınır güvenliği ve işbirliği olmuştur.(Çolakoğlu, 2004) Rusya'nın enerjiye ve enerji güvenliği üzerine olan politikalara vermiş olduğu ağırlık bu politikaların doğru kullanılmasıyla elde edilecek siyasi ve ekonomik güç ile tekrar süper güç olma yolunda şansını ve ihtimalini arttırmaktadır. Bu nedenle, Rusya'nın enerjiye ve enerji güvenliği üzerine olan politikalara vermiş olduğu ağırlık bu politikaların doğru kullanılmasıyla elde edilecek siyasi ve ekonomik güç ile tekrar süper güç olma yolunda şansını ve ihtimalini arttırmaktadır.(Unal, 2011) 

Rusya'nın yapısını incelediğimiz zaman gelişiminde ve dış politikasın da enerjinin 
kapladığı hacmi tahmin etmek zor olmayacaktır. Rusya'nın geçmişten günümüze 
gelen tarihsel misyonu ve sahip olduğu enerji potansiyeli nedeniyle dünyada ve 
bulunduğu bölgede stratejik bir güçtür. Bu stratejik konumunu güçlendirmek ve 
21.yüzyılda yaşanan enerji savaşı içerisinde enerji güvenliğini sağlamak için daha 
devletçi politikalar izlemektedir. Bu politikalar özellikle doğalgaz üretimi ve boru 
hatlarıyla dağıtımı, sektöründeki üstünlüğünü koruması anlamına gelmektedir.(Ediger, 2007) 

Rusya'nın izlediği sert ve devletçi politikalar AB ve ABD gibi diğer küresel 
rakiplerini rahatsız etmektedir. AB'nin Rusya'ya alternatif üretme çabasına, Rusya 
''böl ve yönet'' stratejisi ile karşılık vermektedir. Birlik üyeleri ile ikili şekilde enerji anlaşmaları yapan Rusya, Birliğin bütünsel etkisini kırmak ve kendisine olan bağlılığını arttırmak istemektedir. Kuzey Akım projesi ile Almanya'ya doğalgaz akışı sağlaması ve bunu ikili anlaşma eşliğinde yapması ve Bulgaristan ve Yunanistan ile Güney Akım projesi yapması, uyguladığı bu strateji üzerinde önemli birer örnektir. Ayrıca SSCB'nin dağılması ile bağımsızlıklarını kazanan Orta Asya bölge ülkeleri ile direk temas halinde olarak hâkimiyetini sürdürmek istemektedir. 

Bölge ülkelerinin dünya pazarına açılan kapısı olmak ve böylelikle Orta Asya 
bölgesinin enerji güzergâhını ve kaynak hâkimiyetini elinde bulundurmak 
istemektedir. 11 Eylül olayları ile Amerika'nın Afganistan'a yerleşmesi ve son 
yıllarda Türkiye'nin bölgeye olan ilgisi ve geliştirdiği politikaları hayata geçirmesi 
Rusya'nın bölge hâkimiyetine zarar vermiştir. Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan 
temelli oluşturulan Bakü-Tiflis-Ceyhan(BTC) petrol boru hattı ve Bakü-Tiflis-
Erzurum(BTE) doğalgaz boru hattı, Rusya'nın bölge üzerindeki hâkimiyetine zarar 
veren önemli gelişmelerdir. BTC' ye Kazakistan'ın da katılması ve petrol aktarması bölgede gelişen yeni siyasi hareketliliğin belirtisidir. Bölge ülkeleri Rusya dışında alternatifleri değerlendirerek tam bağımsızlık için adım atmaktadır lar. Rusya, tüm yaşananlara rağmen bölgenin en önemli gücü olmaya devam etmektedir. Özellikle Nabucco projesinin hayata geçirilmesini engelleme çabaları ve Orta Asya bölgesi için AB, Türkiye ve ABD ile verdiği rekabette Çin ve İran odaklı strateji izlemesi güçlü bir stratejik hamledir. Rusya'nın, Güney Osetya'yı işgal etmesi, Kırım'ın işgali gibi sıcak çatışma ortamları yaratmasının temelinde bölge üzerindeki enerji savaşında hâkim güç olduğunu göstermek istemesidir. 
Ortadoğu ve İran, Rusya için çok önemli konumdadır. İran'daki nükleer program 
içerisinde aktif yer alması, İran üzerindeki ambargo zamanında İran ile arasındaki 
iyi ikili ilişkileri koruması, Rusya'yı bölgede etkin kılan nedenlerden biridir. Bu 
nedenle, İran enerji kaynaklarının batıya aktarımı konusunda batı ile ilişkileri iyi ve batının kontrolünde bir İran oluşumunu asla istememektedir. Ayrıca Rusya'nın son olarak Ortadoğu bölgesinde ABD öncülüğünde AB ve Türkiye'nin etki alanının 
gelişmesini kendisinin ülke menfaatlerine ters düştüğünden hareketle bölgede silahlı bir müdahale ile taraf olması yaşanılan enerji savaşında gerilimin bir hayli artmasına neden olmuştur. ABD, AB'nin Rusya üzerinde uyguladığı yaptırımlar karşısında ekonomik olarak zorlanmasına karşın Rusya'nın, Çin ile yapmış olduğu uzun süreli enerji anlaşması ise bir nebze nefes almasını sağlamıştır. Çin ile izlenen bu stratejik yakınlaşma ileride Rusya ve Çin arasında güçlü bir ikili rekabet oluşmasına zemin hazırlama riskini barındırmaktadır. Rusya'nın yaşadığı ambargoyu kendine fırsat bilen Çin hem artan enerji talebini daha ekonomik karşılama imkânı bulmuş hem de Rusya ile kurduğu stratejik ortaklık ile Orta Asya bölgesine yakınlaşmıştır. 

Rusya yaşadığı ekonomik sıkıntılara rağmen askeri ve mevcut kaynak gücü ile 
21.yüzyılın enerji savaşında üstün yanları olan güçlü bir aktör gözükmektedir. Fakat ekonomisinin yarısından fazlasının enerji kaynaklarının gelirlerine bağlı olması, alt yapı verimsizliği zayıf tarafları olarak karşımıza çıkmaktadır. Tüm bunlara rağmen Rusya, 21. yüzyılın yaşadığı enerji savaşında gerek bölgeye yakınlığı gerek mevcut gücü gerekse tarihsel bütünlüğü göze alındığında en önemli küresel aktörlerden biri olarak daima yaşanan enerji savaşının içerisinde güçlü bir aktör olarak bulunacaktır. 

2.4. Çin'in Enerji Politikaları 

Çin, enerji tüketiminde ABD'den sonra gelen ve son yıllarda ortalama %9-11 
büyüme hızı ile dünya denkleminde etkin rol alma kabiliyetinde olan güçlü ülkedir. 
Çin, 1979 yılından itibaren ekonomik büyümeye önem vermiş ve bunun içinde 
kurduğu ekonomik bağlarla savaş ve çatışmalardan kaçınarak ''Barışçıl Kalkınma'' 
stratejisi çerçevesince bir dış politika oluşturmuştur. Ekonomik kalkınma ve askeri 
gücüyle ve barışçıl stratejisi sayesinde bölgede hızla büyüyerek ve küresel denklem içerisinde hâkimiyet kurma eğilimi içerisindedir. Bu anlamda, Kafkasya ve Orta Asya bölgesindeki yatırımları ile dikkat çekmektedir. 
Çin, özellikle enerji arzı noktasında rezervlerini doğru kullanma eğiliminde 
olmuştur. Buna rağmen artan yurtiçi enerji talebi karşılamakta zorlanan Çin, 2035 yılında enerji ithalatının %70'in üstüne çıkacağı düşünülmektedir. Sera gazı 
problemlerine rağmen en büyük rezerv kaynağı olan kömür santralleri ile enerji 
arzını iç dinamikleri ile sağlamaya çalışırken, bölgede yaptığı yatırımlarla 
büyümesine ve enerji arzı noktasında ihtiyaçlarını karşılama çabasındadır. Çin, 
1990'lı yıllarda başlayan enerji sektöründeki özelleştirmeye dayalı yapılandırma 
çalışmalarını başlarken, 1998'den itibaren de petrolde devlet kontrolünü 
güçlendirmeye çalışmaları yapmıştır. Orta Asya ve Ortadoğu bölgelerinde Rusya ve ABD ile çatışmaktan uzak bir siyaset izleyen Çin, bölgede Batı ve Rus şirketlerinin verimli görmedikleri bölgelere devlet destekli firmalarını sokarak yayılma politikası uygulamıştır. 

Çin'in bu politikaları yakın vade de bir tehlike gözükmese de uzun vade de Türkiye, Rusya ve İran'ın Orta Asya bölgesi için en çetin rakip olarak, tehlikeli boyutlara gelecek bir rekabetin ana unsuru olacaktır. ABD'nin, İran'a uyguladığı ekonomik ambargo karşısında ılımlı bir politika izleyen Çin, ABD'yi karşısına almadan İran ve Rusya yanlısı bir politika izleyerek, İran ile petrol karşılığında teknoloji, mühendislik hizmetleri, silah ticareti gibi ticaret yollarını ilerletip İran'dan enerji temin etmektedir. Çin izlediği u barışçıl siyaset ile hem Ortadoğu hem de Orta Asya enerji pazarlarına güçlü ve rahat şekilde giriş yapma şansına sahip olmuştur. ABD'nin, Rusya üzerinde kurduğu ambargodan yararlanan Çin, 40 yıllık süre ile 30 milyar m³'lük anlaşması ile Rusya'yı rahatlatırken, kendine de sürekli bir enerji akışı anlaşması imzalamıştır. Bu anlaşma ile Orta Asya pazarına önemi bir etki yapan Çin bölge enerji kaynaklarının eksen kayması içinde alternatif oluşturmuştur. 

AB ve ABD'nin uyguladığı yaptırımlara karşı, Çin'in bu yapmış olduğu anlaşma bir 
bakıma da dünya aktörlerine meydan okuma anlamını ve varoluşunu dile getirmek olarak algılanabilir. Çin'in küresel güç olma ve sürekliliğini sağlamada belirlediği barışçıl ve yumuşak dış politikası ile bölgedeki hâkimiyet alanını genişletmesinin yanı sıra büyümenin getirdiği riskliliği verimliliğe dönüştürerek minimize edebilmesi ve içyapısındaki düzensizlik ve dengesizliği çözümleme yeteneği büyüme ve küresel aktör olan, Çin'in gizli sırrı olarak ayrıca analiz edilmesi gereken bir özelliğidir. Çin var olan dinamik gücü ve izlediği politikalar ekseninde 21.yüzyılın enerji savaşında dikkatle izlenmesi gereken bir aktördür. 

2.5. Türkiye'nin Enerji Politikaları 

 Türkiye mevcut enerji kaynakları göz önüne alındığında kendi kendine yetebilen bir ülke değildir. Ayrıca hızla artan enerji ihtiyacını karşılamak durumundadır. Türkiye, enerji kaynakları adına kısıtlı olmasına karşı, jeopolitik konumu ve gelişen teknoloji, yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırımı ile bunu en asgari koşullara indirme şansı bulunan bir ülkedir. Fakat Türkiye'nin çok uzun yıllara dayanan bir enerji stratejisi yoktur. Uzun yıllara dayanan Soğuk Savaşın, ideolojik kutuplaşması veya 1980-1988 yılları arasında süren İran-Irak savaşı gibi dış etkenlerin yanında, 1970 ve 1980'ler süresince kırılgan bir iktisadi yapısının olması, iç etkenler, uzun yıllar boyunca geniş çaplı ve uzun soluklu bir enerji politikasının geliştirilememesin de önemli sebeplerdendir. Özellikle dünya enerji rezervlerinin büyük bir kısmına sahip komşu ülkeler ve bölge ülkeleri ile kurulamayan ilişkiler bugün oluşturulmak istenen dış politika ve ticaret için dezavantaj olarak gözükmektedir. 

Türkiye'nin, son yıllarda izlediği ''komşularla sıfır sorun'' politikası ve istikrarlı 
büyüyen ekonomik ve siyasi yapıya sahip olan bir ülke olması transit potansiyelini 
ve ticari yatırımlar için uygunluğunu ön plana çıkartmaktadır. Ayrıca tüketici 
konumundaki ülkelerin enerji ihtiyacı kadar üretici olan ülkelerinde pazar ve tüketici ihtiyacı söz konusu olduğu enerji denkleminde hem kendi pazarı hem de Avrupa pazarına açılan güvenli ve ekonomik güzergâh oluşu önemli bir avantaj 
oluşturmaktadır. Sahip olduğu bu avantajlı potansiyeli ile Türkiye, jeostratejik 
konumu ile bir enerji koridoru olarak kullanmaya çalışmaktadır. İzlediği doğru dış 
politikalar, ikili ve çoklu enerji anlaşmaları ile enerji çeşitliliğini sağlayarak enerji 
arz güvenliğini temin etmek istemektedir. 

Türkiye'nin hedeflediği ''Büyük Türkiye'' vizyonu içerisinde ki enerji politikasının 
hedefi ''Enerji Merkezi ve Koridoru'' olarak açıklaması ve bunun içinde coğrafi 
konumunu avantaj olarak ön plana çıkarması mevcut konjonktür içerisinde doğru bir eğilimdir. Bu jeostratejik konumu ve enerji hedefi içerisinde Balkanlar, Orta Asya ve Ortadoğu bölgelerinin Türkiye'nin enerji politikaları için içerdiği anlamları şu şekilde özetleyebiliriz. 

Balkanlar; Türkiye'nin dış politikası içerisinde geliştirdiği enerji politikasının en 
önemli sütunlarından bir tanesidir. Şöyle ki, Enerji üretimi, enerjinin taşınması gibi etkenlerin ekseninde ülkelerin yaşamış olduğu en büyük sorun olan pazar sorunun sonlanabilmesi için var olan en önemli pazar olan Avrupa ülkelerine açılan kapıdır. 
Ortadoğu; Siyasi dengesizliklerin yanı sıra Ortadoğu, küresel güçlerin enerji 
savaşlarına adres olmuş en önemli bölgedir. Büyük enerji kaynaklarına rağmen 
istikrarsız siyasi yapısı ve oluşumları ile stratejik bir konumdadır. Türkiye'nin enerji arz güvenliği için kaynak ve Arap yarım adasına açılan kapısı olması Ortadoğu bölgesinin önemini arttırmaktadır. 

Orta Asya; Ortadoğu'dan sonra Kafkasya tarih boyunca en ciddi enerji savaşlarına 
ev sahipliği yapmıştır. SSCB'nin tarihe mal oluşunu takip eden günler de yeni 
Rusya'nın bölgedeki etkinliğini kaybetmemek için girişimleri, Çin'in bölgedeki 
boşluktan yararlanarak yaptığı manevralar, ABD'nin ve batı dünyasının aynı 
çerçevede fırsatlardan yararlanmak üzere devreye girişi ve Ankara'nın oluşturduğu enerji politikaları kapsamında tarihi, kültürel ve reel politik dinamikleri ile rekabetin politik anlamda yaşandığı en şiddetli arenadır. 


***

8 Ekim 2020 Perşembe

TÜRKİYE. ENERJİ POLİTİKASINDA ALTERNATİF BÖLGELERİ DOĞU AKDENİZ., BÖLÜM 2

TÜRKİYE. ENERJİ POLİTİKASINDA ALTERNATİF BÖLGELERİ DOĞU AKDENİZ., BÖLÜM 2


Türkiyenin Enerji Politikası, Alternatif Bölgeler, Doğu Akdeniz, Yrd. Doç. Dr. Serdar Kesgin, doğal gaz, Mavi Akım, Petrol, İsrail, Yunanistan, 

Bölge için en önemli pazar konumunda olan AB için enerji kaynaklarına ulaşımın çeşitlendirilmesi stratejik bir öneme sahiptir. 

Güney Kıbrıs’ın yıllık doğal gaz tüketiminin nüfusa ve gelişmişlik düzeyine oranla fazla olamayacağı düşünülecek olursa, tüketimden geriye kalan kısmın nasıl taşınacağı bir sorun olarak durmaktadır. Doğal gazın taşınması sorunu sadece Kıbrıs için değil, Levant Havzası’nda 

İsrail’in çıkardığı doğal gaz için de geçerlidir. İsrail çıkarmayı düşündüğü doğal gaz rezervlerinin yarısını satmayı planlamaktadır. 


GKRY çeşitli vesilelerle Güney Kıbrıs’ın enerji terminali olması gerektiğini vurgulamaktadır. Simerini gazetesine göre,  Limasol’da Eylül 2015’te  gerçekleştirilen uluslararası denizcilik konferansında bir konuşma yapan Rum Enerji Bakanı Yorgos Lakkotripis,  “Doğu Akdeniz’de yakın zamanda hidrokarbon yataklarının keşfi, Süveyş kanalının genişletilmesi ve diğer jeopolitik gelişmelerin Güney Kıbrıs’ın enerji kavşağı olma hedefini güçlendirdiğini” ifade etmiştir.10 

Güney Kıbrıslı yetkililer bir LNG tesisi kurulması için İsrailli yetkililer ile temasa geçmişlerdir. Ancak kurulması düşünülen LNG tesisinin maliyetli oluşu ve buna denizden taşıma maliyetinin de eklenecek olması; söz konusu projenin yürütülebilirliğini zayıflatmaktadır. 

    İSRAİL’IN ENERJİ KONUSUNA BU DENLİ YOĞUN İLGİ GÖSTERMESİ, SADECE KENDİ İHTİYAÇLARINI KARŞILAMAK İÇİN DEĞIL ORTADOĞU’DA BİR ENERJİ MERKEZİ OLMA ARZUSUNDAN DA KAYNAKLANMAKTADIR. 

İsrail’in enerji konusuna bu denli yoğun ilgi göstermesi, sadece kendi ihtiyaçlarını karşılamak için değil Ortadoğu’da bir enerji merkezi olma arzusundan da kaynaklanmaktadır. 

İsrail, Mısır doğalgazının İsrail üzerinden taşınmasını öngören Mısır-İsrail Doğalgaz Hattı’nın inşasını planlamaktadır. 

Başka bir proje de, boru hattı ile İsrail gazının Mısır’a gazın taşınıp buradaki mevcut LNG tesisinde sıvılaştırılması ve tankerlerle dünya piyasalarına ulaştırılması üzerinedir. 

Doğu Akdeniz doğal gazının taşınması konusundaki en makul ve en kısa yolun Türkiye üzerinden geçecek bir boru hattı olduğu 

öngörülmektedir. Doğu Akdeniz Boru Hattı’nın Kıbrıs üzerinden geçmesi ihtimali bulunsa da söz konusu hattın mesafesinin uzun olması nedeniyle yüksek maliyetli oluşu bu planın şansını azaltmaktadır. Ayrıca Türkiye’nin giderek artan enerji ve özellikle de doğalgaz ihtiyacı Türkiye’yi önemli bir alıcı konumuna getirmektedir. 

Enerji kaynaklı politikalar bölge sorunlarıyla irtibatlanmaya başlamıştır. 

Benzer şekilde ilişkilerin enerji zemininde şekillenmeye başladığı görülmektedir. 

Bu durum bölgesel kutuplaşmaları daha sert hale getirebileceği gibi ilişkilerin yumuşamasını da beraberinde getirebilecektir. 

Batılı enerji şirketlerinin çıkaracağı doğal gaz, birbiri ile sorun yaşayan ülkelerin işbirliği ile Avrupa ve dünya pazarlarına ulaştırılabilecektir. 

Son dönemlerde İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkilerinin normalleşme dönemine girmesine yönelik adımların atılmaya çalışılması, enerji konusunda Türkiye ile İsrail’in anlaşmaya varabileceği ihtimalini güçlendirmekte dir. İki ülke yetkililerinin açıklamaları, kısa sürede anlaşma sağlanır ise 2019 yılında denizden 475 km’lik bir hat ile Türkiye’ye gaz sevkiyatının başlayabileceği yönündedir. 

Türkiye’ye İsrail’den yıllık 30 milyar m³’lük gaz akışı sağlanabileceği, bunun 10 milyar m³’ ünün Türkiye tarafından kullanılabileceği hesaplanmaktadır. 11 . 

Bu miktar Türkiye’nin toplam gaz ithalatının yüzde 20’sine tekabül etmektedir. İlerleyen dönemlerde Mısır ve Kıbrıs’ın güneyinden çıkarılacak doğalgazın da söz konusu hatta eklenmesi ihtimali, hattın hayata geçirilebilirliğini güçlendirmektedir. 

Söz konusu hat sadece Türkiye için değil; AB’nin kritik enerji altyapı güvenliği ve fiyat avantajı için de önemlidir. 

Söz konusu gazın TANAP üzerinden Avrupa’ya taşınabileceği de belirtilmektedir. Doğu Akdeniz veya diğer komşu bölgeler merkezli gerçekleştirilecek projeler, Türkiye’nin ve Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığını azaltması bakımından da önem kazanmaktadır. 

Zira hem Türkiye hem de Avrupa tükettiği doğal gazın yarısını Rusya’dan sağlamaktadır. 

Türkiye’nin bölgede enerji odaklı atacağı adımlar, bölgedeki enerji potansiyelinin değerlendirilmesi noktasında Türkiye’yi dışlayabilecek projelerin hayata geçirilmesinin de önünü kesebilecektir. Enerji merkezli politikalar siyasal gelişmelerin tetikleyicisi olup bu konularda ilk adımı atacak olana avantaj sağlayacak niteliklidir. 

Özellikle Kıbrıs ve Filistin meseleleri bu minvalde ele alınmalıdır. Türkiye üzerinden geçecek petrol ve doğal gaz boru hatlarının çeşitliliği, Türkiye’nin bir enerji terminali olma politikasını hayata geçirebilecek ve Ortadoğu denkleminde elini güçlendirecektir. 


DİPNOTLAR;

1 “Ham Petrol ve Doğal Gaz Sektör Raporu, Türkiye Petrolleri”, 

    http://www.enerji.gov.tr/File/?path=ROOT%2f1%2fDocuments%2fSekt%C3%B6r+Raporu%2fHP_DG_SEKTOR_RPR.pdf, 

    Mayıs 2015, Erişimtarihi 31.03.2016. 

2  Ham Petrol ve Doğal Gaz Sektör Raporu 

3  Doğal Gaz Alım ve İhracat Anlaşmaları, BOTAŞ, http://www.botas.gov.tr/,Erişimtarihi30.03.2016. 

4 “Assessment of Undiscovered Oil and Gas Resources of the Levant Basin Province, Eastern Mediterranean”, 

    http://pubs.usgs.gov/fs/2010/3014/pdf/FS10-3014.pdf,   Mart2010  Erişimtarihi  27.03.2016. 

5  Sinan Hastorun, “The Mineral Industry of Cyprus”, 

   http://search. usa.gov/search?utf8=%E2%9C%93&affiliate=usgs&query=aphrodite+cyprus,   Erişim tarihi  25.03.2016. 

6 “Güney Kıbrıs Afrodit Sahasından Umutlu”, 

   http://www.enerjigunlugu.net/guney-kibris-afrodit-sahasindan-umutlu_12756.html#.VwI8_U-LSUk,17.03.2015,  Erişim tarihi 04.04.2016. 

7 “Egypt International Energy Data and Analysis”, 

 http://www.eia.gov/beta/international/analysis_includes/countries_long/Egypt/egypt.pdf,Erişim20.02.2016. 

8 InternationalEnergyStatistics, https://www.eia.gov/cfapps/ipdbproject/IEDIndex3.cfm?tid=3&pid=3&aid=6,Erişimtarihi28.03.2016. 

9 Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, Bilge Adamlar Kurulu Raporu: Doğu Akdeniz’de Enerji Keşiflerive Türkiye, Rapor no:59,  İstanbul,2013,S.22 

10 “Hedef Güney Kıbrıs’ın Enerji Kavşağı Olması”, 

    http://www. istanbulhaber.com.tr/hedef-guney-kibrisin-enerji-kavsagi-olmasihaber-233920.htm, 

    Erişim tarihi 17.09.2015, Erişim tarihi 03.04.2016. 

11 Merve Özdil, “Normalleşme Olursa İsrail-Türkiye Boru Hattı 2019’a Yetişebilir”, 

     http://www.hurriyet.com.tr/normallesme-olursaisrail-turkiye-boru-hatti-2019a-yetisebilir-40029001, 

    18.12.2015, Erişim tarihi14.02.2016. 

EKONOMİK VE STRATEJİK ARAŞTIRMALAR DERGİSİ 3 AYDA BİR YAYINLANIR. 

YIL 9 SAYI34 2016 / 2 

www.ekoavrasya.net

***

18 Eylül 2020 Cuma

IRAK VE SURİYE DE NE KAZANDIK DOĞU AKDENİZ DE NELER KAYBETTİK BÖLÜM 2

 IRAK VE SURİYE DE NE KAZANDIK DOĞU AKDENİZ DE NELER KAYBETTİK BÖLÜM 2


2. DİNİ DAYATMACILIK, YAYILMACILIK VE BÜYÜK İSRAİL

Eski Türkiye mütedeyyin insanların yaşadığı Tanrı ile arasına gereksiz insan, cemaat ve dinci grupların girmediği inancını asaleti ile yaşayan insanların bulunduğu bir Türkiye idi. İslam’ı gerçek mecrasından çıkaran Emevi anlayışı ile güçlü bir şekilde mücadele edilirken ülke şimdilerde mezheplerin, tarikatların, cemaatlerin, dinci grupların devleti ele geçirmek için kıyasıya mücadele ettiği bir noktaya gelmiştir. Gözleri örtülü gruplar bu arada Hıristiyanlığın yükselişini görememişlerdir. Fıkhi ve İtikadi mezhepler ve bunların kolları arasındaki tartışmalar, tarikatlar ve onların bölümleri içindeki anlamsız siyasallaşma ve şirketleşme hareketleri Müslüman Kardeşler ideolojisi, daha da ilerisi bir Müslüman ülkenin mezhep olduğu tam olarak ifade edilemeyen Vahhabiliği ülkenin dini olarak kabul edip Müslümanlar arasında yayma isteği ve diğer bazı meseleler, İslam’ı bir mezhebe göre Cennet gidebilirsin, diğer bir mezhebe göre de Cehenneme gideceksin noktasına getirmiştir.  Sözde TANRI’nın varlığına inananların İslam’ı böylesine çığırından çıkarmaları İslam adına utanç vericidir.  İslam’ın mukaddes saydığı değerleri hiçe saymak, terör orduları kurmak, insanlığa karşı suç işlemek, adam öldürmek, şehirleri yakıp yıkmak ve de Hıristiyan dünyasından savaş makineleri almak İslam bu mudur?

Hıristiyan dünyasında neler oluyor? Aslında Ortadoğu konusunda yazılanlar, çizilenler, konferanslar, siyasi söylemlerin Hıritiyan’ların dünyaya bakış açılarından değerlendirilmesi doğru olur kanaatindeyim… Bu Hıristiyan ve Yahudi alem ne yapmak istiyor? Nereye nasıl gitmek istiyorlar? Müslümanları içinden çıkılamaz bir hale getirdikten sonra amaçlarını gerçekleştrmek için önlerinde kalan engel nedir? Neye inananarak dünyayı değiştirmek istiyorlar? Eski Ahit, Yeni Ahit, Kitab-ı Mukaddes, Vadedilmiş Topraklar, Ahit Sandığı, Kutsal Kâse, Armageddon, Metodistler, Neoconlar, Evanjelistler ve Mesih…

‘’Rab’bin Yeşu’ya buyruğudur:1.RAB, kulu Musa'nın ölümünden sonra onun yardımcısı Nun oğlu Yeşu'ya şöyle seslendi:2. "Kulum Musa öldü. Şimdi kalk, bütün bu halkla birlikte Şeria Irmağı'nı geç. Size, İsrail halkına vereceğim ülkeye girin.3. Musa'ya söylediğim gibi, ayak basacağınız her yeri size veriyorum.4. Sınırlarınız çölden Lübnan'a, büyük Fırat Irmağı'ndan - bütün Hitit ülkesi de içinde olmak üzere - batıdaki Akdeniz'e kadar uzanacak’’.

ABD ve Batılı müteffiklerinin tek gayesi kendilerine yol gösterdikleri sandıkları Tevrat ve İncil’den esinlenerek Ortadoğu’da bulunan ülkeleri ve Türkiye’yi parçalamak, bölmek, yok etmek ve de Türk’leri geldikleri yere Orta Asya’ya göndermek için ayak oyunları dâhil her türlü desiseyi politika sahnesine sürmüşlerdir. ABD ve geleneklerine sadakatla bağlı olan batılı devletlerin dini konularda ciddi yaklaşımları olduğu bilinen bir gerçektir. Katolikler, Ortodokslar, Protestanlar, Püritenler, Metodistler, Mormonlar, Neoconlar, Evanjelistler ABD’de ve de Hıristiyan dünyasında siyasetin şekillenmesinde ve yönetimde papazlarla başlayan halkı bıktıran yönetim biçimlerinden günümüze dek güçlerini kullanarak gelmişlerdir. A. de Tocqueville 1850’li yıllarda ABD demokrasisinin şekillenmesi ve demokratik rejimin gelişiminde dinin ve dini grupların önemine dile getirmiştir. Püritenler ve onların devamı olan Evanjelistler Tanrı ile Hz. İbrahim (MÖ.2000?-MÖ.3000?) arasında yapılan sözleşmenin önemini dikkate alarak din anlayışlarına katı bir çerçeve çizmişlerdir. Peki, ABD Başkanlarından Carter, Nixon, baba-oğul Bush’lar ve Trump’ı destekleyen evanjelizm nedir? Evanjelizm, kesin bir ifadeyle dünyayı Hıristiyanlaştırma hareketi olarak tanımlanmaktadır. Evanjelizm’de İsa Mesih önemli bir figür olup, Yeni Ahit’te var olduğuna inanılan İsa Mesih’in söylediği ’’ Yeryüzünde ve gökte bütün yetkiler bana verildi. Gidiniz tüm dünyada İncil’i, Hıristiyanlığı yayınız.’’ ifadesiyle ve de benzeri söylemlere dayanarak uzun süredir ABD’deki güçlerin fikir birliği, bütünlüğü içinde dünyayı yeniden kurma yolundaki bir kalkışmadır. Siyonist Hıristiyan hareketi olarak kabul edilen Evanjelizm’e göre İsa Mesih dünyaya ikinci kez geldiğinde Yahudiler ve Evanjelistler kendilerine karşı olanlarla yani Yecüc ve Mecüc ordusuyla savaşacaklar -Armageddon Savaşı, Kudüs’ün 55 Km. kuzeyinde Megiddo Ovası-ve zafer onların olacak ve neticede Büyük İsrail kurulacak devamında da Irak, Suriye başta olmak üzere tüm Arap ülkeleri Büyük İsrail’in hâkimiyetine girecektir. ABD’deki bu yapılar dikkatle izlendiğinde BOP’un, Arap Baharı’nın, K.Afrika’daki isyanların, Ortadoğu’ya terör örgütlerinin yerleştirilmesinin sebebi kolayca anlaşılmaktadır. 27 Kasım 1947’de Kudüs’ün milletlerarası statüde bir şehir olarak kabul edilmesine rağmen, 1187’de S.Eyyubi tarafından Haçlılardan alınan bu kutsal ve kadim şehir İsrail’e adeta hediye edilmek istenmektedir. 

Niçin?

Ne kadar doğrudur bilemem ama New York’taki Özgürlük Anıtı’nın ABD için kutsal görsellerle dolu bir anıt olduğunu biliyor muydunuz? Bu heykelin başında bulunan yedi tacın yedi kıtayı, sağ elindeki meşalenin barış ve huzuru, sol elinde kitap ki, üzerinde 4 Temmuz 1776 ABD bağımsızlık bildirgesinin tarihi yazılıdır ama aslında Kitab-ı Mukaddes’i temsil ettiği ileri sürülmektedir. Sayın A.R.Bayzan’ın Türkiye’de Amerikan Misyonerleri adlı çalışmasının başlangıç bölümünü tüm okurların dikkatine sunuyorum: "ABCFM'ye (The American Board of Commissioners for Foreign Missions-Amerikan Protestan Misyoner Kuruluşu)  göre Türkiye Türklerin değildir. Bir misyonerin ifadesiyle; 'Biz Türkiye'de Hıristiyanlar ve Hıristiyanlık için okul, hastane açıyoruz, ilaç götürüyoruz, modern tıbbı ve eğitimi kuruyoruz. Türkler bizi istemeyebilir; ama oranın sahibi Türkler değil ki...' Bu güç oyuncularının hiç de acelelerinin olmadığını ve ölümü bile göze aldıklarını belirtmek gerek. Protestan bir misyoner şöyle yazıyor: Hıristiyanlığın en büyük ve en muntazam rakibi İslamiyet'tir. Türkiye en güçlü Müslüman ülkedir. Gerekirse bu amaca ulaşmak için beş yüz sene bekleyeceğiz, nihayet buna muvaffak olacağız. Ve unutmayalım ki, mukaddes hizmetimiz sona erinceye kadar pek çok şehit kanı akıtacağız’’

Bir yanda İslam’ın yüceliğini bir tarafa bırakıp teröristleşen Müslümanlar, bir tarafta krallıklarında aç yatan halkına rağmen sefa içinde yaşayan Müslüman krallar, başkanlar, yöneticiler, diğer taraftan İslam’ı yok etmek için emperyalist ülkelerle işbirliği içinde olan hükümetler. Ne oluyoruz? Dünya zevkleri ve nimetleri sanırım ahirettekilerden daha hoş geliyor? Başka bir cevabı var mıdır? Diğer yandan Tanrı’nın Hz. İbrahim ile yaptığı anlaşma sonucu Arz-ı Mev’ud-Eretz İsrail- için dünyayı yok etme pahasına savaşmak… Şayet dünyayı yönetenler akıl, bilim ve tarihi geçeklerden uzaklaşarak efsanelerle ülkelerini ve dünyayı yöneteceklerse vay halimize… Türkiye’de yönetimde söz sahibi olsun olmasın tüm siyasilerin, yöneticilerin, yazarçizerlerin, din adamlarının, komutanların ve aydınların bu meseleleri iyi öğrenmeleri geleceğimiz açısından önemlidir. Hele benim dinim kutsaldır diyenler, milliyetçilik konusunda beka ile yatıp beka ile kalkanlar ve halkçılık adına sokaklara dökülenler sizler okuyunuz, okutunuz ki gerçekleri görebilesiniz. Güçlü olamazsanız gelecek kuşakları bir kara deliğin içine atmış olursunuz…

Petrol, Doğalgaz yok, Türkiye’ye uluslararası arenada destek yok, Doğu Akdeniz’de birlikte çalışma isteği yok, Adalar Denizi’nde Yunan’a ses çıkarma yok, Türkiye’nin güney sınırlarındaki teröre şiddetle karşı çıkma aklılarına bile gelmiyor. Ama ülkeye sığınmacı ithalatına destek var. Kimdir Türkiye’nin yanında yer almayan bu ülkeler? Müslüman kardeşlerimiz! Yani ÜMMET!.

Artık bu ümmet sevdasını bir yana bırakarak, bilim adamlarının, vatanseverlerin, monşerlerin, inananların, tarihi gerçekleriyle anlatanların, Türkiye’nin geleceğini doğru tanımlayan insanların sözlerine kulak veriniz. Halk aç, bitap, güvenliğinden ve geleceğinden emin olmadan ne kadar dayanabilir?

https://21yyte.org/tr/merkezler/bolgesel-arastirma-merkezleri/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-merkezi/irak-ve-suriye-de-ne-kazandik-adalar-denizi-nde-ne-kaybettik-dogu-akdeniz-de-ve-libya-da-ne-alacagiz


***

IRAK VE SURİYE DE NE KAZANDIK DOĞU AKDENİZ DE NELER KAYBETTİK BÖLÜM 1

IRAK VE SURİYE DE NE KAZANDIK.,   

DOĞU AKDENİZ DE NELER KAYBETTİK., 

BÖLÜM 1


IRAK ve SURİYE’DE NE KAZANDIK, ADALAR DENİZİ’NDE NE KAYBETTİK, DOĞU AKDENİZ’DE ve LİBYA’DA NE ALACAĞIZ?

Yazan  Muhittin Ziya Gözler 

03 Şubat 2020



IRAK VE SURİYEDE NE KAZANDIK 

Türkiye’nin kördüğüm olmuş meselelerini gergin, sıkıntılı, mutsuz ve hamlelerini doğru yapabilme konusundaki tecrübesizliğini ve giderek artan yalnızlığını açıklayabilmek için içinde bulunduğu şu iki hususu dikkate almak gerekmektedir.

1. Bulunduğu coğrafyadaki enerji kaynaklarının durumu,

2. Dini dayatmacılık ve yayılmacılık ve Büyük İsrail.

1. ENERJİ KAYNAKLARI

Kalkınmanın, teknolojide önde gitmenin ve bilimsel çalışmaların öne çıktığı ülkelerde enerji kaynaklarının hem çok fazla hem de verimli kullanıldığı bilinen bir gerçektir. Bu kaynakların dünyada ki varlıklarına kısaca değinelim: Dünya petrol rezervi 244.1 milyar ton olup bu rezervin %48.3’ü olan 113.2 milyar tonu Ortadoğu ülkelerindedir. Doğalgaz rezrevi ise 196.9 trilyon m3 olup bunun %38.4’ü olan 75.5 trilyon m3’ü Ortadoğu’da bulunmaktadır. Dünya sadece bu rezervleri kullansa bu coğrafya 25-30 yıl yetecek bir potansiyele sahiptir. Diğer taraftan Afrika ülkelerindeki petrol rezrevi 14.0 milyar ton (%6.2), doğalgaz rezrevi de 14.4 trilyon m3’ tür (%7.3). Tüm dünyada petrolün %19,7’sini ABD, %15,9’unu Avrupa, %13,8’ini Çin, %5,1’ini Hindistan, %3,9’unu Japonya, %3,3’ünü Rusya tüketmektedir. Dünya petrol üretiminin %33,5’ini yapan Ortadoğu ülkelerinin tüketimdeki payı %8,8’dir. Doğalgazın tüketiminde ABD’nin payı %21,2, Ortadoğu ülkelerinin %17,8, Avrupa’nın %14,3, Rusya’nın 11,8, Çin %7,4’dür. 2018 yılında dünya elektrik üretimi 26.614,8 TWh’tır. Bunun %26,7’sini Çin, %16,8’ini ABD, %15,3’ünü Avrupa, %5,9’unu Hindistan, %4,7’sini Ortadoğu ülkeleri ve %4,2’sini Rusya üretmektedir (Petrol ve doğalgaz rezrevleri içinde dünyada mevcut 55 milyar ton olan tight oil ve 212 trilyon m3 olan şeylgaz rezrevleri dahil edilmemiştir). Bütün bu rakamlar gösteriyor ki, Batı Doğu’nun tüm enerji kaynaklarına adeta mahkumdur. Kendi kaynaklarını mümkün olduğunca az kullanarak gelecek nesillerine bırakmak ve bu Mülüman toprakları açlığa, yoksulluğa terk ederek hayallerinin gerçekleşmesi önünündeki engelleri kaldırmaktır. Zengin enerji kaynaklarının sahibi olan Ortadoğu ülkelerinin bu fakirliğinin en önemli sebebi halkın hemen her olaydan bi-haber olmasıdır. Fetvalarla idare edilen, kralın ya da otoriter liderlerin yanındaki bir avuç azınlığın ülkelerini dış güçlerin kontrolünde idare etmeleri bu ülkeleri fakirliğin pençesinde adeta kıvrandırmaktadır. Peki, dostane ilişkiler içinde olduğumuzu sandığımız bu enerji kaynağı Müslüman ülkelerinin kıyısında bulunan Türkiye’nin enerji görünümü nedir? Topraklarından 8300 km uzunluğunda uluslar arası boru hattı geçen ve boru hatları ile doğalgazda yaklaşık 108 milyar m3, petrolde 120 milyon ton kapasiteye sahip bir potansiyeli nakleden Türkiye, enerji kaynakları için yılda ortalama 45-50 milyar dolar enerji faturası ödemektedir. Ümmet diye sarıldığımız halklarını Müslümanlığı kullanarak fakirliğe mahkum etmiş bu enerji kaynağı sevimsiz ülkeler, Türkiye enerji kaynaklarını ucuza mı satmaktadırlar? Türkiye ile daha çok mu ticaret yapmaktadırlar? Türkiye’nin haklarına sahip mi çıkmaktadırlar? Emperyalizm bu Müslüman ülkeler için bir mana ifade etmekte midir?

Ortadoğu’daki tarihi olayları, gelişmeleri tarihçilerin çalışmalarına, araştırmalarına ve uluslar arası seviyedeki yorumlara bırakarak bu kadim topraklardan çekilmek zorunda bırakılan Türkiye’nin son yıllardaki Ortadoğu, Arap, Adalar Denizi, Doğu Akdeniz politkalarının sonuçlarına bakalım. Barış ilkesi niçin terkedildi? Türkiye bir şeyler kazandı mı? Bilindiği gibi TC Devleti’nin, 20 Nisan 1931’den bu yana izlediği genel siyaset ve hukuk anlayışı ’’Yurtta Barış Dünyada Barış’’ ifadesiyle resmiyet kazanmış ve de vazgeçilmez bir ilke olarak Cumhuriyet Hükümetleri tarafından sürdürülmüştür. Gerçek odur ki, Türkiye uzun yıllar komşu olsun olmasın tüm ülkelerle hiçbir zaman savaş ve sonucunda toprak ilhakı üzerine bir politika takip etmemiştir. Bütün meselelerini diplomasiyle ve barışçı bir şekilde çözülmesi konusunda dost düşman tüm ülkelere tavsiyelerde bulunmuştur. Ne var ki, 1936 yılında Churchill’in şu sözü dünya barışına indirilmiş bir darbe olarak hafızalara kazınmıştır. ’’Bir damla petrol bir damla kandan daha değerlidir’’ (şimdilerde bu kan bir milyon damlaya yükselmiştir). İşte bu anlayış giderek emperyal ülkeler ve onların ÇUŞ’ları için bir ilke olarak kabul edildiği içindir ki, dünya barışı terk etmiş ve enerji kaynakları bakımından zengin ülkelerdeki katliamlar, hükümet darbeleri süre gelmiş ve de yabancı istihbarat güçlerinin ve Hıristiyan misyonerlerin, tarikatların kötülük adına cirit attığı bri dünya meydana gelmiştir. Yeşil Kuşak Projesi, BOP, İslami Sosyalizm, Arap Baharı, Adalar Denizi’ndeki işgaller, Doğu Akdeniz çıkmazı, Kuzey Afrika ülkelerinin istikrarsızlığı, Ortadoğu’nun içine bomba gibi yerleştirilen terör örgütleri, Türkiye’den toprak alarak bir Kürt devleti kurma isteğiyle yanıp tutuşan ABD. Bu ortamda ülkelerin parçalanma planları içinde Türkiye ne yapmak istemektedir? Bugüne dek yaptıklarında kendi payına düşen nedir? Takip edilen dış politika sonuçları milli bütünlüğümüz açısından doğru mudur? Bu ve benzeri soruların cevaplarını da siyaset bilimcilere ve tarihçilere bırakarak bugüne kadar TC. Devleti’nin attığı adımların sonuçlarına kısaca göz atalım.

2003 yılında Irak’ın işgal harekâtına karşı çıkarak toprak bütünlüğünü savunarak tarihi bir görev üstlenen Türkiye geçen zaman içinde ne Irak petrolünden bir pay alabildi (Irak’ta bulunan 20 milyar ton petrolün %10’u Kerkük bölgesindendir) ne Telafar, Musul, Erbil, Kerkük, Dakuk, Tuzhurmatu şehirlerinin bulunduğu Türk Bölgesi’nde söz sahibi olup Türkmen’lerin sesi olabildi, ne de Irak’taki kargaşayı dolayısıyla terör örgütlerinin Türkiye içine sızmasını önleyebilecek tedbirler alabildi? Terör devam ediyor…

Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekâtlarıyla ışid, pkk, pyd, ypg terör örgütlerini yok etmeyi hedefine koymuş olan Türkiye Müslüman ülkelerin yeterli desteği olmadığı için ve de ABD’nin bu toprakları terk etmemesi kararlılğından, Rusya’nın da Ortadoğu’ya daha çok hakim olma istağinden dolayı istediğini elde ettiği söylenebilir mi? Işid dağıtılmışken, terör örgütleri yalnız bırakılmak istenirken Türkiye hep yalnız bırakılmıştır. Öyle ki, Barış Harekâtı Arap Birliği (Mısır, S.Arabistan, BAE, Suriye, Irak, Lübnan, Kuveyt, Bahreyn, Katar) ve İran tarafından kınanmış Türkiye adeta işgalci olarak görülmüştür. ÜMMET tarihin hangi döneminde TÜRK’ten yana olmuştur ki şimdilerde olsun… Stratejik bir yer olan İdlib’in hali ortada. Türk askerinin 12 noktadaki durumu n’olacaktır? ABD ile arası gergin olan Türkiye İdlib’de Rusya ile savaşacak mıdır? Türkiye’ye Suriye topraklarından çekilin ultimatonu gelirse ne yapılacaktır? Halep Lazkiye karayolunu kontrol altına alacak olan Rusya’ya ne cevap verilecektir? Netice: 5 milyon sığınmacının yanına 2 milyon sığınmacı kaçak daha gelebilir mi? Yeter artık… Bu kadar kaçak vatanları için savaşmak varken onlar ülkelerini terk ediyorlar. Sonra ülke insanı sıkıntıya düşüyor, huzur içinde yaşayamıyor. Bu nasıl bir tercihtir?

Kasım 2019’da Palermo’da yapılan Libya’nın yeniden düzenlenmesi toplantısında Türkiye’nin karar alma konusunda devre dışı bırakılması sonrası toplatıdan çekilmesi Türkiye’ye sizin ne işiniz var Libya’da mesajının diplomatik ifadesidir sanırım. Türkiye’nin 6.3 milyar ton petrolü ve 1.4 trilyon m3 doğalgazı rezervi olan Libya’da bir askeri üssü olmasını kim istemez ki? Türkiye Akdeniz’de kıyısı olan bütün ülklerle özelikle de Müslüman ülkelerle MEB imzalayarak Akdeniz’de bir güç haline gelebilir. Acaba fırsat kaçtı mı? Bilindiği üzere Trablus Hükümeti BM, AB, Türkiye, İtalya tarfaından desteklenmektedir. Ancak geçmişi oldukça karanlık olan Hafter’i Mısır, S.Arabistan, BAE, Kuveyt,, Fransa ve Rusya desteklemektedir. Hafter ülkedeki petrol üretiminin büyük bir kısımını kontrolünde bulundurduğu için emperyal ülkeler tarafından ciddi destek görmektedir.  Hafter’in Moskova’daki ateşkes anlaşmasını imzalamasının tek sorumlusu Putin değil midir? Zira Putin yakın bir zamanda Hafter’in Libya’ya hakim olacağını çok iyi bilmektedir.

Keçilerin otladığı adalar için savaş mı çıkaralım? Bu düşüncedeki kişilere soruyorum keçiler orada otluyorsa niçin Yunan’lılar işgal ediyor?  Vakit geçirmeden işgal edilen 18 ada ve 1 kayalığın tekrar alınması şerefimizi korumak açısından önemlidir. Konu giderek çetrefilli bir duruma dönüştüğünde Yunanlılar siz kıta sahanlığını da bize terk ettiniz derlerse o takdirde ne yapılacaktır? Adalarla oynamanın ateşle oynamaktan daha beter olduğu unutulmamalıdır. Bilimsel olarak ispat edilmiştir ki, 1.Adalar Denizi’ndeki adalar, adacıklar ve kayalıkların kendilerine ait asla ve asla birer kıta sahanlıkları olamaz, 2. Kıta sahanlığındaki Münhasır Ekonomik Bölgedeki kaynaklar sahildar ülkenin kaynaklarıdır, 3. Kara suları sınırları ülkeler arasında kara parçası sınırı olarak kabul edilemez. Yunanistan’ın kara sularını 12 mile çıkarma ve buna bağlı olarak da Uçuş Haberleşme Bölgesi’ni (FIR) daraltma çabaları uluslararası kaidelere aykırı bir davranıştır. Türkiye’nin askeri tatbikatlarını, deniz ticaretini, balıkçılık faaliyetlerini, petrol ve doğalgaz aramalarını, bilimsel ve teknik çalışmalarını engelleyecek bir karar kabul edilemez. Yunanistan’ın böylesine saldırgan bir tutum takınması ve AB’nin meseleyi bir oldubittiye getirmesinin altındaki tek sebep, Adalar Denizi üzerindeki adalar, adacıklar ve kayalıkların %90’nın Türkiye Anakarası’na ait olduğunun bilinmesidir. Kısacası Adalar Denizi’ndeki adalar Anadolu’nun devamıdır. 23 adadan 16’sının silahlandığının acaba yeni mi farkına varıldı? Ya işgal edilen adalar? Unutuldu mu? Terk mi edildi?

Mavi Vatanımızın Doğu Akdeniz Bölgesinde 7 düvelin cirit atmasının pek hayra alamet olmadığı açıkça görülmektedir.  Yıl 1979 Kıbrıs, Rum Yönetimi lideri Kiprianu Mısır’la birlikte Doğu Akdeniz’de petrol aramak için işbirliği yapılacağını duyurduktan hemen sonra RAUF DENKTAŞ karşı bir hamle ile bu hareketin bir savaş sebebi olacağını tüm dünyaya bildirmiştir. Türkiye’nin bu noktada BM nezdinde devreye girmesiyle Rum kesimi geri adım atarak gerilimi başlamadan sonlandırmıştır. Şimdi burada küçük bir soru: Eski Türkiye’deki siyasetçiler bu ÜMMET denen güruhun ne olduğunu bilmiyorlar mıydı ki, ilişkiler hep al gülüm ver şeklinde devam etti. Düşününüz... 2003 yılına gelindiğinde GKRY Mısır’la 2007’de de Lübnan, Suriye ve İsrail ile Doğu Akdeniz’de enerji kaynaklarını arama anlaşmaları yapmışlardır. 2019 Ocak ayında GKRY, Yunanistan, Mısır, Ürdün, İsrail, İtalya Kahire’de Türkiye ve KKTC’ni dışlayan Doğu Akdeniz Formunu kurdular. Ama unuttukları önemli bir husus var. BMDHS gereğince bu bölgede çıkarılacak tüm kaynaklarda Türkiye, KKTC ve Filistin’in de hakları bulunmaktadır. Yeter ki biz enerji kaynaklarına ulaşalım… Peki, bu kadar fırtına koparılan bu havzadaki enerji kaynaklarının rezervleri nedir? USGS’in 2010 yılındaki raporuna göre Leviathan havzasında teknik olarak çıkarılması mümkün henüz keşfedilmemiş 1,7 milyar varil petrol ve 3,5 trilyon m3doğalgaz, Nil Deltası’nda da teknik olarak mümkün ama henüz keşfedilmemiş 1,8 milyar varil petrol ve 6,3 trilyon m3 doğalgaz bulunmaktadır (toplamda 3,5 milyar varil-500 milyon ton- petrol, 9,8 trilyon m3 doğalgaz). Diğer taraftan Doğu Akdeniz’deki jeolojik yapının böylesine yüksek miktarda rezervlere müsait olmadığını bazı bilim adamları dile getirmektedirler. Katar petrollerinin GKRY ile anlaşarak karşımıza dikilmeleri Türkiye’nin var gücü ile bölgede faaliyetlerine devam etmesi sonucunu doğurmuştur. Ülkeyi yönetenlerin unutmaması gereken bir görüş, Türk’ün Türk’ten başka dostu var mıdır? Size soruyorum… Doğu Akdeniz’de çıkarılacak her damla petrolde, her metre küp doğalgazda Türkiye’nin hakkı vardır.

Velhasıl, Irak’ta gücümüzü tam anlamıyla gösteremedik. Ne petrolden pay alabildik, ne Türkmen’leri koruyabildik, ne de terörü yerle bir edebildik. Suriye’de 480 km. uzunluğunda ve 30 km. derinliğindeki güvenli bölge n’oldu? Libya’da ya olmalıyız, ya da hiç gitmemeliyiz. Adalar Denizi’ndeki silahlandırılmış ve işgal edilmiş adalara derhal müdahale edilmelidir. Nesillerinizin ileride utanmaması adına bunu yapınız. Doğu Akdeniz’deki kaynaklarda bizim de hakkımızın olduğunu ileride sorun çıkarılmamsı bakımından tüm dünya bildirilmelidir. Sade bir vatandaş olarak bunları istemek sanırım hakkımdır diye düşünüyorum.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

20 Ocak 2020 Pazartesi

Ampuller Işıksız kalacak

Ampuller Işıksız kalacak



Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
07 Şubat 2011 



Siyaset, Türkiye’nin gerçek gündeminden kopmuş, karşılıklı küfürleşmeler içinde ciddi sorunları konuşmak yerine bağırmayı tercih etmiş görünüyor. 

Ülkenin kaderini derinden etkileyecek elektrik ve enerji problemleri ise görülmeyen, görülmek istenmeyen bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor, 
âdeta alarm veriyor. Elektrik sektörümüzün temel problemi birinci derecede ağırlığı bulunan yakıtlarda yüksek oranda dışa bağımlılığımız ve bu 
bağımlılığa bağlı olarak ağır dış ödeme külfetimiz dir. 2007 yılı rakamlarıyla petrol, doğalgaz, elektriğe dayalı ithal kömür, ısınmaya dayalı ithal kömür için toplam net enerji ithalatı karşılığı 32,7 milyar USD ödeme yapılmıştır. 

Bu ödeme Türkiye’nin toplam ithalatının %22’sidir ve fevkalâde önemli bir rakamdır. 

Çünkü Türkiye güvenlik, eğitim, belediye hizmetleri gibi çok önemli dallarda kısıntı yaparak, her türlü fedakârlığa katlanarak bu bedeli karşılamaktadır.  

Enerji üretiminde esas olan, kendi toprağınızdan çıkan kaynakları kullanmanız dır. 

   Ne yazık ki Türkiye’de bu politika çok becerikli siyaset adamlarımızın sayesinde tamamen tersine dönmüştür. 

Doğalgazda âdeta dünya tekeline sahip Rusya’da doğalgazdan elektrik üretme oranı % 38 iken, doğalgaz ihtiyacının bütününü ithal eden Türkiye’de bu oran % 48,2’dir. Bunu akılla izah etmek mümkün değildir. Her yıl ortalama 18 milyar USD doğalgaz ithali için para ödeyen Türkiye, bunun 8 milyar USD’lik kısmını elektrik üretiminde kullanmaktadır.Vatan topraklarımızın altında 9 milyar tonun üzerinde kömür rezervi vardır. Türkiye bu muhteşem kaynağa rağmen nesi var nesi yok satarak 16 milyar USD doğalgaza para ödemektedir.Ülkeyi idare edenler akıl almaz bir biçimde iradelerini AB’ye terk etmişlerdir. 

AB’nin sistemli ve ağır baskısı sonucu Kyoto Protokolünü Türkiye imzalamıştır. 

Hâlbuki Avrupa ülkelerinde kömürün elektrik üretimindeki payı ortalama  %60’ın üzerindedir. 
Polonya’da bu oran %97’dir. 
Kömürün elektrik üretiminde payını yüzde olarak ele alırsak 
Çek Cumhuriyeti % 74, 
Yunanistan 71, 
Danimarka 67, 
Almanya 55’tir.  
Avrupa Birliği dışındaki ülkeleri ele alırsak 
Avusturalya elektriğinin % 85ini, 
Çin % 80ini, 
Amerika %53ünü, 
İngiltere 43’ünü    kömürden sağlamaktadır. 

  ABD Türkiye’nin 29 katı, Çin 15 katı fazla karbondioksit emisyonu yaparken, dünyada atmosfere halen en az karbondioksit salan ülkeler arasında bulunan Türkiye’nin Kyoto Protokolünün getirdiği yükümlülükleri koşar adım kabulünü izah etmek mümkün değildir. Kyoto Protokolünü imzalamasının sonucu olarak Türkiye, artık kömüre dayalı klasik tipte düşük yatırım maliyetli termik santral inşa edemez. Türkiye bundan sonra kuracağı kömüre dayalı termik santrallerini daha fazla dış ödeme yaparak gelişmiş kömür teknolojilerine “Akışkan Yatak Teknolojisi”ne dayalı olarak kurmak zorundadır.  Bu tür santrallerin yatırım maliyetlerinin klasik tipteki termik santrallerden %50-100 daha fazla olduğu 
bilinmektedir.Türkiye bu iktidar döneminde enerjide dışa bağımlılığın azaltılması için ne yapmıştır? 2002 yılında elektrik üretiminde doğalgaz oranı %40,57 iken 2008 yılı sonunda %48,2 olmuştur. Mevcut siyasi iktidar döneminde dışa bağımlılık eksilmemiş, artmıştır.

Elektrik tüketiminde yıllık ortalama % 8’lik bir talep artışı vardır.Türkiye’nin elektriksiz kalmaması için 2020 yılına kadar her yıl düzenli olarak 3000 mwatt dolayında kurulu gücü devreye sokmak zorundadır. Bunun üretim yatırımları için ödenecek bedel 4 milyar USD civarındadır. 

Bu dönemde Türkiye 236 milyar kwh üretim yapabilecek yeni üretim yatırımlarını gerçekleştirmek zorundadır.2020 yılında 434 milyar kwh 
ulaşacağı kabul edilen elektrik enerjisi talebini bu iktidar ve bu zihniyet nasıl çözebilir? 

Ülke çapında bütün ampuller kararırken AKP’nin ampulü nasıl ışık verecektir?.. 

Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/ampuller-isiksiz-kalacak-16878yy.htm


***

12 Haziran 2019 Çarşamba

GÜNEY KIBRISTAKİ - ABD PROVAKASYONU,

GÜNEY KIBRISTAKİ - ABD PROVAKASYONU,




Yrd.Doç.Dr. Emete Gözügüzelli’ye sorduk 

17 MAR 2018... K.K.T.C. 
AJANSTÜRK SÖYLEŞİ  


ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Wess Mitchell’in, Rum yönetiminin ada çevresinde petrol ve doğalgaz aramasına arka çıkması ve açıkça provakasyon yapması üzerine Ajanstürk Genel Yayın Yönetmeni Sabiha Lina Coşkun, Bahçeşehir Kıbrıs Üniversitesi Deniz Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi Başkanı Yrd.Doç.Dr. Emete Gözügüzelli’nin görüşlerini aldı. 

Ajanstürk Genel Yayın Yönetmeni Sabiha Lina Coşkun, Bahçeşehir Kıbrıs Üniversitesi Deniz Hukuku Araştırma ve Uygulama Merkezi Başkanı 
Yrd.Doç.Dr. Emete Gözügüzelli ile Kıbrıs’taki son gelişmeleri değerlendirdi. 

İşte o Söyleşi : 

AJANSTÜRK – ABD dışişleri bakan yardımcısı Wess Mitchell ın Güney Kıbrıs Rum Yönetimine yaptığı ziyarette doğalgaz arama çalışmalarında Washington un desteğini iletmesini nasıl yorumluyorsunuz? 

Yrd.Doç.Dr. Emete Gözügüzelli – Bu konuya değinmeden önce 19 Aralık 2017 Rum Fileleftheros gazetesinden duyurulan bir habere değinmek istiyorum. Buna göre ExxonMobil-Qatar Petrol konsorsyimunun GKRY’ne 10. Parselde araştırma yapmak için izin başvurusunda bulunduğu açıklandı. 


Zira ExxonMobil’in sondaj faaliyetleri 2018 ikinci yarısından sonra hedeflenmekte idi. Ancak burada bu talep ile ABD’nin yaz aylarında yapılacak sondaja yönelik sismografik araştırmaların ötesinde ek araştırmalar yapmak niyetiyle talepte bulunduğu belirtildi. Peki ek araştırmalar da neydi? 

Amerikan şirketi denizaltı robotlarıyla özel gemiyi halihazırda temin ettiğini ve bölgenin deniz altı robotları vasıtası ile fotoğraflarının çekileceğini ve bu yolla sondaj platformunun indirileceği bölgeyi kesin belirleyeceği belirtildi. 

Buradan şu sonuca varmak gerekiyor; Amerika sondaj faaliyetleri öncesinde ek araştırmalar yoluna Aralık 2017 sonunda başvurmuştur. 

Bu tarih mevcut sürecin çok gerisinde olan bir tarih değildir. Esasen deniz altının haritasının çıkarılmasına yönelik bu girişimde Amerika sadece Rum yönetimini dikkate alarak hareket ettiğini ortaya koyarken, diğer taraftan Kıbrıs Türklerinin egemen haklarının varlığına da tecavüz etmektedir. 

ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Mitchell’in Kıbrıs ziyaretinden önce aslında ABD Güney Kıbrıs Elçisi Kathleen Doherty basın açıklaması yapmıştır. Doherty yaptığı açıklamada; 

Exxon Mobil araştırmalarında Türkiye ile herhangi bir sorun yaşanmasını beklemiyoruz ABD Güney Kıbrıs’ın sözde MEB’inde kaynakları harekete geçirme 
hakkını destekliyor Kaynakların eşit şekilde paylaştırılmasına inanıyoruz. 

Müzakereler en kısa sürede başlayacağını ümit ediyoruz ABD hükümetinin güney Kıbrıs MEB’indeki faaliyetleri bir sondaj çalışmasından çok farklı olarak araştırma gemisi şeklinde olacak. 

Kaynaklar ile ilgili paylaşım veya anlaşmayı tarafların engellememesi veya kösteklememesi gerektiğini söylüyoruz . belli deniz sınırları konusundaki 
ihtilaflarda taraf tutmuyoruz. 

Tüm bu çerçevede Amerika’nın Güney Kıbrıs’ın ortaya koyduğu tek egemen mantığındaki argümanları destekleyen bir tavırla Kıbrıs Türkleri ve Türkiye’ye karşı bir baskı unsuru oluşturmaya çalıştığı, Kıbrıs Türklerinin bu kaynaklardan istifade edebilmesi için birleşik Kıbrıs’a razı olması gerektiği, Mart ayında yapılacak araştırma faaliyetleri ile kriz yaşanmasının beklenmediği, ama en önemlisi BMDHS’nde de öngörülen kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge çakışmaları halinde ortaya çıkan ihtilaflarda çözüm gerektiren hallerin müzakereler yolu ile çözümlenmesi gerektiği ilkesini bile göz ardı ederek, hiçbir sorun yokmuş gibi, ben işime bakarım edası ile hareket etmeleri uluslararası hukukun genel ilkelerine de aykırı bir durumdur. 

Tüm bu çerçeveden sonra adaya ziyaret yapan Mitchell Anastasiades ile gerçekleştirdiği görüşmede benzer temalara vurgu yaparak Avrupa enerji 
güvenliğinin bir parçası olarak Rumların enerji politikalarının desteklendiği , tarafların işbirliğinin güçlendirileceği ve müzakere sürecinin başlaması 
gerektiği vurgularında bulunmuştur. Bu görüşmenin meyvesi olarak Hidrokarbonlar Fonu kurulması ile ilgili detaylar Mitcelle aktarılırken Türk 
tarafı yeni bir şantaj içerisine sokulmaya çalışılmıştır. Uluslararası hukukta diplomasi çalışmalarında bile taraflardan birini tehdit veya şantaj veya 
ağzına bal çalma bakış açıları ile müzakere tekniği mümkün değildir. 


Burada dikkat edilmesi gereken husus hidrokarbonlardan elde edilecek gelirin bu fona ayrılacağı ve Kıbrıs Türkleri bana payımı ver dediğinde buyur otur, görüşelim konuşalım noktasına getirilmeye çalışılacağıdır. 

Mithcellin Avrupa ve Asya’dan sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı olduğu dikkate alındığında ve Kıbrıs’a Priştine, Üsküp, Belgrad, Atina sonrasında gelmesi dikkate alınmalıdır. Türkiye’nin deniz alanlarını kapsayan bu sahaların üzerinde enerji güvenliği koridorunu Yunanistan ve Rumlar lehine kuvvetlendirme maksadı ortaya çıkmaktadır. 

Tüm bu noktada Amerika’nın Rumlara verdiği desteği nasıl okumamız gerekmektedir* 

Amerika izlediği stratejide, Türkiye’nin Afrin operasyonu sonrasında Rusya’nın geleceğinde daha etkin bir konumda bulunmasından ciddi rahatsız olmuştur. Suriye’de PKK/PYD ve türevlerinin Akdeniz’e inmek için oluşturmaya çalıştıkları koridorun önü kapatılmıştır. Tüm bu hamleler Amerika’yı rahatsız etmiştir. 

Suriye’de yaşanan gelişmeler ve Kıbrıs’ta bugün ortaya konan müzakere baskısı ayni projenin bir devamıdır. Türkiye 145,000 m2’lik deniz alanlarından mahrum edilmek ve Antalya körfezine hapsedilmek istenmektedir. Amerkia doğal kaynaklar için fon kurulması teklifi ile Kıbrıs Türklerini müzakere masasına çekmeye çaba sarf etmektedir. 

  Garanti Antlaşmaları gibi bölgenin ve adanın güvenlik ve barışını tesis eden Türkiye’nin etkin ve fiili gücünü ortadan kaldırmak niyeti sergilenmektedir. Kısaca Türkiye Suriye Krizinde Amerika’nın projelerini desteklemediği için Akdeniz’den çıkarılmak istenmektedir. 

   Hidrokarbonlar Fonu Anastasiades ve Mitchell görüşmelerinde ele alındı. Ne diyecekler, kaynaklar bu fona yatacak ve Kıbrıs Türkleri bu kaynaklardan pay isterse buyursun müzakere sürecine denilecek. Oysa müzakere sürecinde Rum tarafı takvim öngörmeden, ön şartlar ile müzakereleri başlatma çabasından hiç vazgeçmemesine karşın Amerika ve Batının AB’nin Rumların bu tutumunu devamla desteklemesi ve Türkiye karşıtlığının gündeme getirilmesi daha derin projelerin bir neticesidir. Şöyle ki, son dönemlerde Türkiye’nin Ortadoğu’daki etkinliği ve gücü diplomaside daha da önemli hal almıştır. Rusya ile yakınlaşan ilişkiler yanında Irak ve İran ile kurulan münasebetler ve bunların ötesinde kıtalar arası yürütülen Afrika , Asya kısaca çok yapılı ilişkilere bakılınca, Amerika’nın Suriye konusunda Türkiye’nin Operasyonu ile bölgedeki prestijini yitirdiği görülmektedir. 

Türkiye bölgede enerji güvenliği, transiti ve diplomasisi alanında önemli bir konuma gelmiştir. Oysa AP’u Türkiye’ye Afrinden çekil dediği gibi Akdeniz’den 
de çekil baskısı kurmaya çalışmaktadır. Türkiye insanı yardımdan terörle mücadeleye hem bölgede hem uluslararası alanda kendi yetkinliğini ve 
Uluslararası Hukuka uygunluğunu ispat etmiştir. 

   Suriye krizinde bile Türkiye’nin yaptığı hem insanı yardımı hem de terörle mücadeleyi hiçbir ülke yapamamıştır. 

Nitekim Amerika Türkiye’nin enerji güvenliğini sağlamada ve bölgede enerji merkezi olması yolundaki adımlarını tehdit olarak görmektedir. Öte yandan Çin ile ilişkiler geliştirilmiştir. Çin’in Yeni Modern ipek yolu projesinin bir kanadı kara üzerinden geçecek güzergahta Türkiye çok önemli bir noktada iken Akdeniz’de de Türkiye bu anlamda öne çıkan duruşa sahiptir. Hele de Kızıldeniz’de Sevakin adasını kiralayan ve buraya konuşlanan Türkiye’nin Akdeniz’deki haklarından vazgeçmesi mümkün değildir. 
Bu projenin Amerika tarafından hoşnut karşılanmadığı dikkate  alındığında, Akdeniz’de yeni cepheler veya müttefikler veya varolan müttefik ilişkileri derinleştirme stratejileri öne çıkmaktadır. 

Deniz alanlarında hidrokarbon kaynaklarının az veya çok bulunması gerilimi artıracaktır. Örneğin 12. Parselde İsrail gelir payı talep etmiş ve rum yönetimi bunu çok saçma bulmuştur. Bunların ötesinde Rumların ilan ettiği 13 ruhsat alanında 1,4,5,6,7 bölgelerinde Türkiye’nin kıta sahanlığı ihlal edilmektedir. 

Türkiye 2003’ten bu yana bu konunun sorunsallık olarak ortaya çıkmasından bu yana kendi deniz alanlarının ihlal edilmesine müsaade etmemiştir. 

Burada tehlike Amerika’nın fonları ile içte beslenen örgütlerin atacakları adımlardır. 

1974 Barış Harekatından sonra Amerika iki toplumlu proje ağları ile kuzeyde pek çok kişiyi eğitmiş, fonlamış, STÖ’lar kurdurmuş, merkezler açtırmış ve iç darbe sayılabilecek atılımların Türkiye aleyhinde gerçekleşmesi için çalışmalarda bulunmuştur. Amerika 2004 Annan planı döneminde Kıbrıs Büyükelçisinin bile kuzeyde köy köy gezip halka evet baskısını unutmadık. 

Amerikanın başını çektiği bu fonlarda yeni bir kimlik yani Kıbrıslılık kimliği inşa etme ve Türk kimliğinden ve Anavatandan arınma stratejileri ve psikolojik kampanyaları var olmuştur. 

Tüm bu çerçevede Amerika’nın Türkiye’nin karşısında gerilimi artırıcı adımlarına devam edeceği aşikardır. Doğal gaz konusunda desteklenmesi karşısında ancak şunu diyebilirim; Türkiye söylemiş olduğu sözlerinden ve bölgelsel haklarından ne Kıbrıs Türkleri ne de kendi hakları konusunda taviz vermeyecektir. 

Türkiye’nin uluslararsı hukuktan ve BMDHS’nden kaynaklanan ab initio ve ipso facto dediğimiz egemen hakları vardır. Türkiye Akdeniz’de 200 deniz mili alana sahiptir. Türkiye’nin bu alanlarını ihlal etmeye çalışan gereken yanıtı alacaktır. Sayın Erdoğan’ın dediği gibi Exxon gelse de farketmez haklarımızı çiğnetme yeceğiz. O nedenle Amerika hangi adımı atarsa atsın, Türkiye gerektiği yerde net tavrını ortaya koyacaktır. Bunu diplomaside de askeri güçte de ortaya koyacak kudret ve kabiliyeti vardır. 

AJANSTÜRK / Yunanistanın Ege Denizinde yapacağını duyurduğu tatbikat Kıbrıs’ta yaşananlarla doğrudan ilişkilendirilebilir mi? 

Yrd.Doç.Dr. Emete Gözügüzelli – Kurulan yeni dünya düzeninde Türkiye bu düzenin şekillendirici unsurlarından biri olma yönündeki adımlarını başarılı bir şekilde yürütmektedir. Yunanistan’ın yarası kendi içinde PKK teröristlerini destekleyerek Türkiye’ye saldığı ve son olarak da YPG adı ile terör örgütüne LAVRION bölgesinde sunduğu eğitim kamplarında düşmanımın düşmanı dostumdur mantığı ile hareket ettiğini ifade etmek yanlış olmayacaktır. Türkiye’nin AFrin operasyonu başlamasının hemen ardından Yunanistan’ın Ege’de Kardak kıyılıklarını ihlal etme girişiminin Türk deniz kuvvetlerince engellenmesi neticesinde kriz Kıbrıs’a taşmıştır. 

Şimdi bir tatbikat yapacaklarmış. Yapsınlar. 

Yüzlerce yapsınlar. Türk deniz kuvvetlerinin gücü her türlü tehlikeyi bertaraf edecek niteliktedir. 
Zaten Genel Kurmay Başkanı Hulusi Akar’ın Yunanistan’ın Ege tahrikleri içerisinde Ege’ye yaptığı ziyarette Ege,Akdenizdeki haklarımızın korunmasında kararlılıkla yürütüleceği mesajı tesadüf bir ziyaret değildir. Türkiye hem Akdeniz hem Ege’de teyakkuz halindedir. Kendi deniz yetki alanlarının ihlaline katiyen müsaade etmemekte kararlıdır. O nedenle bu tatbikatlar Yunanlıların kendi psikolojilerini rahatlatma açısından belki faydalı ama herhangi bir ihlal 
girişiminde Türk milletinin cesur ve kararlı duruşunu hissetmeleri açısından onlara zararlı bir hal alabilecek noktaya gelebilir. 

AJANSTÜRK / Türk Silahlı Kuvvetlerinin sınırötesi operasyonu sebebiyle karşısına aldığı ABD Rum kesimi ve Yunanistan üzerinden Türkiye ye dolaylı bir tehdit unsuru mu oluşturuyor 

Yrd.Doç.Dr. Emete Gözügüzelli – Ezelden beri Amerika daha Yunanistan’da kraliyet rejimi cunta yönetimi sürdüğü dönemlerde bile kendi istihbarat güçlerini Yunanistan’a yerleştirmiş ve Türkiye’ye karşı bir gözetleme bölgeleri oluşturmuş tur. Amerika!’nın Türkiye’de geçmişte yarattığı suni ve fiili darbe girişimlerini biliyoruz. Bölgede Yunanistan ve GKRY Amerika’nın müttefiki konumunda bulundukları doğrudur. Lakin hangi adımı atarlarsa atsınlar Türkiye bu çabalara karşı kara,deniz,hava alanlarını korumada ve gerek Kıbrıs Türklerinin hakları gerekse dünyada mazlum milletlerin yanında hakkaniyetli bir şekilde uluslararası hukuka uygun olarak korumaya kararlıdır. Unutulmasın ki Libya ve Malta arasında deniz alanları ihtilafında Kaddafinin savaş gemilerini göndere rek Amerikalı şirket olan CALTEX-California Texas Oil şirketinin sondaj platformlarını toparlayıp gitmiştir. Biz bunu İtalyan şirket ENI’nin sondaj platformunu toplayıp gitmesinde gördük. Şimdi 10. Parsel belki Türkiye’nin kıta 
sahanlığı alanlarında değil ama Rumların yaptığı ruhsatlandırma çabaları esasen uluslararası hukuka aykırıdır. Zira GKRY ilan ettiği sözde MEB alanı ilk olarak Mısırla bölgede çizildiğinde 2003 yılı Türkiye’nin batı bölgesindeki deniz yetki alanları ihlal edilmiştir. Bu durum üzerine Türkiye BMGS nezdinde bölgedeki alanlarını tescil ettirmiş ve gereken itirazları yapmıştır. O halde ihtilaf arz eden bir bölgede Türkiye’nin müdahale etmesi mümkündür. Bunu adanın garantörü olarak Kıbrıs Türk hakları açısından yapması mümkündür. 

Halen Kıbrıs sorunu çözümlenmeden atılan bu çabalar tamamı ile uluslararası hukukun genel ilkeleri ile bağdaşamaz. 

Kaldı ki GKRY İsrail ile çizdiği sözde MEB alanı ile İsrail de Lübnan’ın 840 km2 alanını ihlal etmiştir. GKRY’nin bu çabaları ile bölgede bu ihtilaf ortaya çıkmıştır. 

Şimdi kalkıp biz Güneyin Hidrokarbon faaliyetlerini destekliyoruz diye çıkış yapmak bu kadar ihtilaf olan bir alanda ne derece uluslararası hukukla bağdaşır daha net ortaya çıkmaktadır. 

  Netice itibarıyla, Türkiye yapılan bu adımlar karşısında 10. Bölgeye şuan müdahale etmeme sebebi sondaj çalışmaları olmamasından kaynaklıdır. 

Ancak bunun ilerleyen dönemde olmayacağı manasında değildir. 

Türkiye öyle sanıyorum ki en kısa sürede Akdeniz’de Deep Sea Port II sondaj gemisinin araştırmalarına şahit olacağımız bir sürece gireceğiz. 

Zira KKTC Bakanlar Kurulu TPAO’na 2018 başında 6 senelik daha ruhsatlandırma izni vermiştir. 

    Netice itibarıyla haklarımızın korunmasını göstereceğimiz pek çok yol olacağından kimse şüphe duymamalıdır. 


http://www.ajansturk.tv/son-dakika/guney-kibristaki-abd-provakasyonunu-yrd-doc-dr-emete-gozuguzelliye-sorduk/ 


***