Irak'a Harekât Olursa
GÜNDÜZ AKTAN
Irak'a Harekât Olursa (1)
20/11/2002
Bir yandan Kıbrıs'a ilişkin Annan paketi üzerindeki çalışmalar sürerken, öte yandan da Irak politikamızı tartışmalıyız.
Bir yandan Kıbrıs'a ilişkin Annan paketi üzerindeki çalışmalar sürerken, öte yandan da Irak politikamızı tartışmalıyız.
BM Güvenlik Konseyi'nin 1441 sayılı kararı ittifakla alması ve Irak'ın bunu şartsız kabul etmesi, Amerika'nın askeri müdahalesini ertelemiş görünüyor. Ancak kararda kabul edilen istisnai denetleme rejiminin uygulanmasında çıkabilecek en küçük ihtilafın savaşa dönüşmesi ihtimali bulunuyor. Irak'ın silahsızlanması kadar rejiminin değişmesini de amaçlayan Amerika'nın müdahalesi için Saddam'ın fırsat vermesi olasılığı da göz ardı edilemez. Bu nedenle Türkiye, Irak'a silahlı müdahale yapılabileceğini göz önüne almak zorunda.
Böyle bir harekâtın Irak'ın toprak bütünlüğünü bozacağı ve Kuzey Irak'taki Kürt oluşumlarının bağımsız devlet olarak ortaya çıkmasına yol açabileceği, diğer bölge ülkeleri gibi Türkiye'yi de endişelendiriyor. Amerika'nın verdiği teminatlar bu endişeleri teskin edemiyor.
II. Dünya Savaşı sonrası uluslararası düzen, ülkelerin toprak bütünlüğü üzerine oturuyor. BM Yasası ve AGİT Helsinki Belgesi toprak bütünlüğünü temel ilke olarak kabul ediyor. Buna rağmen Pakistan, Çekoslovakya, Yugoslavya ve Sovyetler Birliği bölündüler. Son üçünde bölünmeler kurucu devletler tarafından gerçekleştirildi. Kosova kurucu olmadığından Yugoslavya'dan kopamadı. Pakistan bir yana bırakılırsa, bugüne kadar dış silahlı müdahaleler hiçbir ülkeyi bölmedi.
Irak Kürtlerinin, Saddam rejimi tarafından uğratıldıkları mezalimden doğan kendi kaderini tayin hakkını kullanarak bağımsızlık isteyebilecekleri iddia edilebilir. Kürtlerin bu hakka sahip oldukları varsayılırsa, Türkmenlerin de aynı hakka sahip oldukları söylenebilir. Zira Irak'ın bağımsız bir ülke olarak kabulü için Milletler Cemiyeti'ne sunduğu, bizim Lozan Antlaşması gibi bir kurucu belge olan, 1932 tarihli 'Declaration'un 9. maddesinde Kürtlere ve Türkmenlere aynı statü tanınıyor. Bu nedenle birinin sahip olduğu haklar diğeri için de geçerli. Yani Irak'ın toprak bütünlüğü bozulursa sadece Kürtler değil Türkmenler de bağımsız olmak hakkına sahipler.
Kaldı ki Lozan Antlaşması 3. Maddesine göre Milletler Cemiyeti kararıyla çözümlenen Musul sorunu konusunda Türkiye-İngiltere arasında yapılan 5 Haziran 1926 tarihli anlaşmaya göre Türkiye, Musul'u Kürtlere değil Irak'ın mandater ülkesi İngiltere'ye bırakmıştı. Şimdi Irak'ın toprak bütünlüğü bozulursa Kuzey Irak'a ilişkin tarihi hak ve taleplerin ortaya çıkması kaçınılmaz olur. Bu durumda meydana gelecek bölgesel istikrarsızlığı önlemenin tek yolu Irak'ın toprak bütünlüğünü korumaktan geçiyor.
Mondros Mütarekesi imzalandığında Musul, Anadolu toprakları içindeydi.
İngiltere imzadan iki hafta sonra 7. maddeye göre, yani işgal kuvvetlerinin
güvenliğini sağlamak bahanesiyle Musul'u işgal etti. Musul İstiklal Savaşı'na esas teşkil eden Misak-ı Milli sınırları içinde yer aldı. Lozan Konferansı'nda en sert müzakerelerin bu konuda geçtiği görülüyor.
İngiltere 'fetih hakkı' teorisine dayanarak Musul'u iade etmedi. Aslında İngiltere Musul'u Hindistan yolu üzerinde önemli bir stratejik yer olduğundan ve petrol kaynakları bulunduğundan Türkiye'ye vermedi.
İlginçtir ki, Musul'un İngiliz mandası altındaki Irak'ta kalmasını öneren Araştırma Komisyonu, 16 Temmuz 1924 tarihli raporunda, İngiliz mandasının 25 yıl sürmemesi halinde Irak'ın Musul'u (yani geniş anlamda Kuzey Irak'ı) yönetemeyeceği gerekçesiyle Türkiye'ye bırakılmasının daha doğru olacağı vurgulamıştı.
Harekât olur ve Irak'ta rejim demokratik esaslara oturtulursa Kürt bölgesinin de demokratikleşmesi gerekecek. Zira Saddam'ın Tikrıti aşiretlerine dayalı yönetimi ne kadar demokratikse Kürtlerin aynı modele dayalı yönetimi de o kadar demokratik. Bu amaçla bir yandan demokratik olmayan mevcut parlamento yerine uluslararası gözetim altında yenisinin seçilmesi ve Kürtlerin de silahsızlandırılması gerekecek. Herkesin elinde Kalaşnikof'la dolaştığı demokrasi olur mu?