Makarios etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Makarios etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Aralık 2018 Salı

KANLI NOEL 1963 KIBRIS BİRLEŞİK KIBRIS İSTEYENLERE KANLI NOEL HATIRLATMASI

BİRLEŞİK KIBRIS İSTEYENLERE KANLI NOEL HATIRLATMASI 

Prof. Dr. Selçuk DUMAN 






 Kıbrıs; 4 Haziran 1878 ve 1 Temmuz 1878 Antlaşmaları gereğince, son derece yanlış bir dış politikanın sonucu olarak, Britanya İmparatorluğu’na sözüm ona geçici olarak bırakılmıştır. 

 Ancak şu iyi bilinmelidir ki geçici hükümler; iç politikayı rahatlatmaya yönelik maddeler olup, işgaline izin verilen hiçbir vatan toprağının geri dönmeyeceği tarihteki birçok örnekle sabittir. 


 Örneğin; Bosna-Hersek, Mısır ve 12 Adalar benzer şekildeki anlaşmalarla işgal edilmesine izin verilmiş ancak bir daha geri dönmemiştir. 


 Kıbrıs’ı bu şekilde işgal eden İngilizler; burada Rum nüfusun yerleşmesini teşvik ettikleri gibi Rumları idari görevlere de getirerek, Türkler üzerinde baskı kurmuşlar ve Türkler büyük oranda Kıbrıs Adası’nı terk etmek zorunda kalmıştır. 


 Böylece Kıbrıs’ta Türkler azınlığa düşmüş ve gerek İngilizlerin ve gerekse Rumların sürekli öteki olarak gördükleri Türkler, adeta yok sayılmış, birçok haktan mahrum bırakılmıştır. 


 5 Kasım 1914 tarihinde Britanya İmparatorluğu’nun Kıbrıs Adası’nı ilhak etmesinden sonra Kıbrıslı Türklere karşı öyle bir baskı dönemi başlamış ki 1919 yılına kadar Kıbrıslı Türklerin bir gazete yâda dergi yayımlanmasına dahi izin verilmemiştir. 


 Ancak bu Kıbrıslı Türkleri yıldırmadığı gibi Milli Mücadeleyi başlatmalarına neden olmuştur. 


 10 Aralık 1918 tarihinde Lefkoşa’da Meclis-i Milli toplanarak Kıbrıs’ın Türkiye’nin bir parçası olduğuna dikkat çekilmiş ve Kıbrıs Türk’ünün silkinip 

kendisine gelmesi istenmiştir. 

 1 Mayıs 1931 tarihli Milli Kongre ile de Kıbrıs Türklerinin eşitlik istekleri ile eğitim ve dini hakları talep edilmiştir. 


 1940 lar dan sonra Kıbrıs Türkü Ada da siyasi kurumlarını oluşturmaya başlamış ve Dr. Fazıl KÜÇÜK gibi önderleri etrafında birleşerek milli mücadelelerine 

devam etmişlerdir. 

 1952 yılında Makarios’un Atina’da katıldığı bir toplantı ile kurulma işlemi başlatılan EOKA terör örgütü; 1955 yılından itibaren kanlı eylemlerini İngilizlere ve Türklere karşı başlatmıştır. 


 İngiltere’nin daveti ile olaya dahil olan Türkiye, yapılan görüşmeler neticesinde bugün istenildiği gibi 1960 yılında birleşik Kıbrıs Devleti kurulmuştur. 


 %70, %30 ekseninde bir paylaşım üzerinde anlaşılmış ve Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’ın garantörlüğü kabul edilmiştir. 


 Ancak Rumlar, ilk günden itibaren bu durumdan tatmin olmadıkları için ne katliamlarını nede baskılarını durdurmadan devam ettirmişlerdir. 


 Bunlardan en vahimi Kanlı Noel olaylarıdır. 


 20 Aralık 1963 tarihinde başlayan olaylar, 1 hafta boyunca hız kesmeden devam etmiştir. 


 Türk köyleri ve şehirlerdeki Türk evleri basılarak Türkler acımasız bir şekilde katliama tabi tutulmuşlardır. 


 400 civarında Kıbrıs Türk’ünün katledildiği olaylarda, 9 bin civarından Kıbrıs Türk’ü evlerini bırakıp kaçmak zorunda bırakılmışlardır. 


 100 den fazla Türk köyü boşaltılmıştır. 


 Bu gün Lefkoşa’da bulunan Barbarlık Müzesi bu katliamların ibretlik vesikasıdır. 


 Günümüze geldiğimizde; gerek Kıbrıs’ta gerekse Türkiye’de büyük bir gayretle Kıbrıs’ta Rumlar ile Türklerin bir arada yaşadığı birleşik Kıbrıs Devleti kurulmaya 

çalışılmaktadır. 

 Bütün tavizler göze alınarak Annan Planı döneminde olduğu gibi Rumlarla anlaşılmaya çalışılmaktadır. 


 Neyse ki Rumlar verilen her şeye rağmen anlaşmaya yanaşmamaktadır. 


 Aynen geçmişte olduğu gibi Kıbrıs’ta Türk varlığını yok saymaktadır. 


 Tekrar bütün yetkililere hatırlatıyorum. 


 1960-1974 yılları arasında kurulan Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti döneminde binlerce Kıbrıs Türk’ü katledilmiştir. 


 Her gün Türkiye’nin müdahalesi beklenmiştir. 


 Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Yardımcısı Rahmetli Dr. Fazıl KÜÇÜK; Rumlarla anlaşmanın güneşin batıdan doğup, doğan batması kadar imkansız olduğunu söylemiştir. 


 Allah gani gani rahmet eylesin. 


 Büyük insandı. 


 Yine Büyük bir insan Rahmetli Rauf Raif DENKTAŞ, her şeyi denemiştir. 


 Kıbrıslı Türklerin eşit statüde yaşayacağı bir anlaşmayı yapmak için. 


Ancak nafile. 


Mümkün olmamıştır. 


Oysa Baylar; bu Kıbrıs Adası Rumlardan alınmadı. 


Bu Kıbrıs Adası alındığı zaman uygulanan iskan politikası neticesinde 50 binden fazla Türk tarafından vatan haline getirildi. 


Baylar; 1878 yılına kadar çoğunluğu Türklerden oluşan bu Ada, emperyalist oyunlar neticesinde Türkiye’den koparıldı. 


Rumların etkin olmasına zemin hazırlandı. 


Yani Kıbrıs Adası bir Türk vatanı iken emperyalist oyunlarla bizden koparıldı. 


Bu nedenle Kıbrıs Yunanistan için bir emperyal politika iken, Türkiye için vatan davasıdır. 


Bu davaya sahip çıkmak her Türkün vazifesi olmalıdır. 


En azından elimizde kalan %30 da kurulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yaşatılmalıdır. 


Kıbrıs Türklerinin ve Türkiye’nin güvenliği buna bağlıdır. 



***

9 Aralık 2018 Pazar

RAUF DENKTAŞ’IN ANKARA’DAKİ ZORUNLU İKAMET YILLARI VE FAALİYETLERİ (1964-1968) BÖLÜM 3

RAUF DENKTAŞ’IN ANKARA’DAKİ ZORUNLU İKAMET YILLARI VE FAALİYETLERİ (1964-1968) BÖLÜM 3



Gençliğini ve Ömrünü KIBRIS Türk devletinin kuruluşuna adayan Mukavemetçi ,


1.4. Denktaş’ın Kıbrıs’a Firarı (1967) 

Ankara’daki zorunlu ikamet döneminin dördüncü yılı başlarken (1967) 
Denktaş durumun ne kadar üzüntü verici olduğunu hatıralarında şu şekilde dile 
getirmekteydi: “Ada’dan uzak kalışın baskısı ve tatsızlığı ile dolu bir yıl daha 
geçti. Kıbrıs’tan gelen haberler daha da tatsızlaştı. Ankara’dan geçerken uğrayıp 
hal hatır soranlar azaldı. Benimle temas edenler “ikbalden” düşüyorlarmış. 
Dışişlerindeki arkadaşları da zor durumda bıraktığımı anlıyorum. Hükümetin 
boyunda bir ağırlık olduğum aşikâr. Eleştirilerim fazla oluyormuş.” (Denktaş, 
1997, s.1) Denktaş söz konusu ifadeleri, hem Ankara’nın Kıbrıs politikasına, 
hem de Dr. Küçük’ün Denktaş hakkında söylediklerine ne kadar üzüldüğünün 
kanıtıydı. 

Denktaş’ın Ankara’da yaşadığı günler, Dr.Küçük’le aralarının açılmaya 
başladığı günlerdi. Aynı tarihlerde Kıbrıslı Türkler, “Doktorcu” ve “Denktaşçı” 
olarak ikiye bölünmeye başlamışlardı. Peki neydi Dr. Küçük’ün, siyasete 
kendisinin soktuğu Denktaş’a karşı olan bu tavırlarının nedeni? Aslında her şey 
Denktaş’ın Ada’ya girişinin yasaklanmasıyla gün yüzüne çıkmıştı. Denktaş’a, 
Ankara’da Dışişlerinde Kıbrıs dairesinde bir masa verilmiş, çalışmalarını 
oradan sürdürüyordu. Bu arada demeçler, röportajlar, raporlar hazırlıyordu. 

Ada’da ise, yerine vekâlet eden Dr. Şemsi Kazım fiilen cemaat başkanı olmuştu. 
Toplumun en güçlü kurumunun başına Dr. Küçük’ün sevmediği biri 
gelmişti.1963 yılında Rum lider Makarios’un Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasını 
veto etmesinden sonra, Cumhurbaşkanı yardımcısı Dr.Küçük ile bakanlar, 
toplum yönetiminin dışında kalmıştı. Dr. Küçük’ün sevdiği (ancak kıskandığı) 
Denktaş, ise Ankara’daydı. Doktorla, Şemsi Kazım’ın arasına ilerleyen 
günlerde, iyice açılmaya başladı. Dr.Küçük hem Cemaat Meclisine, hem de 
TMT’ye karşı savaş açtı. Dr. Küçük, Şemsi Kazım’ın ve TMT’nin talimatları 
Denktaş’tan aldığını düşünüyordu. (Batur, 2007, s.304) Denktaş, 1967 yılında 
Ada’ya gizlice çıkarken, Rumlar tarafında yakalanıp tutuklanınca, sorgusunda, 
aralarının açılması hakkında şunları söyleyecekti: “Doktor, kendi gölgesinden 
bile kuşkulanır. Benim hakkımda söylenenleri duydukça benden 
kuşkulanıyordu. İnsanlar benim hakkımda, “Denktaş daha iyidir” şeklinde 
sözler söylüyorlardı. Bunları duydukça, Türkiye’den döner dönmez kendisini 
devireceğimi sanıyordu. Denktaş, Türkiye’de rahatına bakar, ben ise burada acı 
çekerim. Bütün bunlar geçip de Denktaş geldiğinde beni yerimden edecek diye 
düşünüyordu. Dr. Küçük, kendisini büyük adam olarak görürdü. Ona bir mektup 
yazdım: “Bir gün Kıbrıs’a geleceğim. Ölecek olsam bile geleceğim. Gelecek ve 
topluma bir açıklama yapacağım. Bazıları senin beni istemediğini söylüyorlar. 
Buna inanmıyorum. Senden bir ricam var. Benim Kıbrıs’a dönmemi istediğin 
hakkında Türk hükümetine bir yazı yaz. Şöyle ki, mücadele ederken benim 
elimde bir şey bulunsun”. Buna karşılık, Doktor, ilk mektubunda bana şunları 
yazdı: “Senin Kıbrıs’a dönmenin bir yolu olmadığı halde niçin cesurluk 
satıyorsun? Artık nasıl Kıbrıs’a dönebilirsin? Ama daha sonra, mayıs ayında 
yazdığı bir mektupta dönmemi istediğini bildiriyordu. Ankara’ya gelenlerle de 
mesajlar gönderiyordu. Yalnız başına işlerin üstesinden gelemediğini ve benim 
dönmemi istediğini söylüyordu. Dr. Küçük’ün Türk hükümetine de aynı yolda 
yazı yazıp yazmadığını bilmiyorum. Ama değiştiği belliydi. Bütün bunlardan 
sonra Kıbrıs’a dönmek istiyordum.” (Sepetçioğlu, 2000, s.323-325) Ankara ile 
bozulan ilişkileri Denktaş’ta artık Ada’ya dönme zamanı geldiğini 
düşündürüyordu. Bu yüzden bir plan yapan Denktaş Türk hükümetinden gizli 
Larnaka’daki mücahitlerin lideri Dr. Orhan Müderrisoğlu ve Kıbrıs’ta 
mücahitlerin komutanı Erol Kazım ile irtibata geçti. Denktaş, Larnaka’dan 
gizlice Ada’ya girecekti. Gerekli para, mücahit fonlarında temin edilip, 
Denktaş’a gönderilecekti. Denktaş, Nejat Konuk ve Denktaş’ın şahsen 
tanımadığı Larnaka’yı bilen Erol İbrahim isminde bir kişiyle 21 Ekim 1967 
gecesi Ankara’dan İskenderun’a, oradan da motorla Ada’ya gitmek için 
harekete geçtiler. Konuk’un ayarladığı motorla Larnaka’ya doğru yola 
çıktıklarını sanıyorlardı ancak Larnaka yerine Ada’nın kuzey ucundaki 
Karpaz’a çıkıyorlardı. (Denktaş, 1997, s.387-463) Denktaş ve beraberindekiler 
(Nejat Konuk, Erol İbrahim ve motoru kullanan kişi) 1967 yılında, Ada’ya 
gizlice girmeye çalışırken Rumlar tarafından yakalanıyordu. O sırada 
Makarios’un Kıbrıs’ı savunma meseleleri için oluşturduğu konsey toplantı 
yapıyordu. Toplantı sırasında, Denktaş’ın yakalandığı haberi, sekreteri 
tarafından Makarios’a bir notla bildirildi. Makarios’un ardından Albay Grivas 
da aynı notla Denktaş’ın yakalandığı haberini öğrenmiştir. (Kızılyürek, 2007, 
s.138) 

Yunan karargâhında tutulan Denktaş, önce Yunanlı subaylar tarafından 
sorgulanıyordu. Daha sonra Rum Merkez Karakoluna götürülüyordu. 
Denktaş’ın avukatı Ali Dana da oraya gelmişti. (Batur, 2007, s.343-356) 
Kendisini sorgulayan Yunan subayların “niye geldin” sorusuna Denktaş: 
“Enosis tamamdır, adını koymak kalmıştır şeklinde beyanatlarınız vardır... Bana 
gelen haberlerde bazı insanlarımızın buna inandıklarını ve size mukavemetin 
gereksiz olduğunu düşünenlerin de olduğunu görüyordum; diğer yandan da 
bana sonuna kadar dayanırız diyenlerden de haberler geliyordu... Doğrusu 
neydi? Bunu tespit ederek halka yön vermek için geldim. Siz de biliyorsunuz ki 
tespitim bu işin bittiği, Enosis’in tahakkuk ettiği yönde olursa bunu halkıma 
duyuracak cesaretteyim, ancak mukavemetin devam edebileceğini görürsem 
bunun daha etkili bir şekilde devam etmesi için elimden geleni de yaparım. Bu 
nedenle geldim” diyordu. (Denktaş, 2004, s.29) 

1 Kasım 1967 tarihinde Türk gazetelerinde manşetlerde “Denktaş, 
Kıbrıs’ta tevkif edildi” haberi yer alıyordu. ( Hürriyet, 1 Kasım 1967, s.1) Bu 
haber hem Ankara’da hem de Kıbrıs’ta şaşkınlıkla karşılanıyordu. The Times 
gazetesi ise haberi, “Kıbrıs Türk Cemaati Üyesi Denktaş, iki Kıbrıslı Türk ile 
beraber, Kıbrıs’ın kuzeydoğusunda, küçük bir botla, Ada’ya girmeye çalışırken 
yakalandı” şeklinde duyuruyordu. (The Times, 2 Kasım 1967, s.7) 

O tarihlerde Denktaş’ın tutuklanması ile ilgili olarak Milliyet 
gazetesindeki haberler şu şekildeydi: “Denktaş, 31 Ekim 1967 tarihinde 
yanındaki iki kişi ile birlikte, Ada’ya çıkarken tutuklanmıştı.” (Milliyet, 1 
Kasım 1967, s.7) Ancak Lefkoşa Türk Büyükelçisi Ercüment Yavuzalp, 
“Denktaş’ın hayatının garanti altına alınması için Birleşmiş Milletler 
aracılığıyla, Rum hükümeti ile görüşmüş ve talep olumlu karşılanmıştı. Ayrıca, 

Kıbrıs’ta ki Türk hükümeti temsilcileri, Denktaş’ın Ada’ya çıkışından Türk 
hükümetinin kesinlikle bilgisi olmadığını belirtiyordu.” (Milliyet, 1 Kasım 
1967, s.1) 

Denktaş’ın tutuklanmasının ardından, Rumlar tarafından Denktaş’a 
işkence yapılabileceğinden endişe eden Başbakan Süleyman Demirel 
kamuoyuna “Denktaş’a yapılacak muamele fevkalade önem taşımaktadır” 
diyordu. ( Hürriyet, 2 Kasım 1967, s.1) 

 İngiltere Dışişleri Bakanı Brown, “Denktaş’ın serbest bırakılması için 
Makarios ile irtibata geçileceğini, Londra’da bulunan Türk Dışişleri Bakanı 
İhsan Sabri Çağlayangil’e bildirdi. Bu arada Denktaş’ın serbest bırakılması için 
hem Lefkoşa’da hem de Türkiye’de mitingler yapılıyordu.” (Milliyet, 1 Kasım 
1967, s.1) Kamuoyu tepkisi ve Türkiye’nin araya girmesi ile Denktaş, günler 
süren sorgulamalardan sonra, nihayet 13 Kasım 1967 tarihinde serbest 
bırakılıyordu. (Milliyet, 1 Kasım 1967, s.7) Bu olay, Denktaş‘ın bir lider olarak 
cesaretini ve risk alma konusundaki kesin tavrını göstermesi açısından dikkat 
çekicidir. Sonunda ölümün dahi olabileceği bir bilinmez yola çıkmaktadır. 
Diğer taraftan Türkiye‘nin onaylamadığı bir hareketin içerisinde mücadelenin 
Türkiye ayağında bir aksaklık çıkması, daha önemlisi kendisinin saf dışı 
bırakılması ihtimali vardır. Tüm bunlara rağmen Denktaş Ada‘ya çıkmıştır. 

12 Kasım 1967 tarihinde Denktaş 12 günlük tutukluluktan sonra serbest 
bırakılıyordu, Denktaş’ın eşi Aydın Denktaş haberi, Türk Dışişleri Bakanı İhsan 
Sabri Çağlayangil’den öğreniyordu. ( Hürriyet, 13 Kasım 1967, s.1) Ankara’ya 
dönen Denktaş, Kıbrıs’a neden ve nasıl gittiği hakkında bir basın toplantısı 
düzenlemiştir. “Yunanistan Ada’yı askeri yönden fiilen işgal etmiştir. Bu 
aşikârdır. Askeri ENOSİS olmuştur. Geri kalan şey iki tarafın, bunu hukuki 
yönden ilanıdır” diyen Denktaş, tutuklu kaldığı zaman zarfında, Rum liderlerin, 
hatta İçişleri Bakanı Yorgacis’in, “ENOSİS” diye bir şey yok. Bu davanın en 
salim yolunun Türkiye ile Yunanistan’ın Ada’dan çekilmeleri, iki cemaatin 
eskisi gibi Kıbrıs’ı birlikte idare etmeleridir” dediğini, buna karşılık Yunan 
subayların “ENOSİS olacaktır, bunu biliniz. Siz de Batı Trakya’daki 
Müslümanlar gibi bizim idaremizde yaşamayı öğreneceksiniz” şeklinde 
konuştuğunu söyleyen Denktaş, Ada’ya gidiş sebebini de şu şekilde açıklıyordu: 
“Benim amacım, Türk kesimine gitmek ve vazifemin başına geçmekti, Türk 
kesimine girebilseydim, artık Türkiye’ye dönmem bahis konusu olmayacak, 
durumu raporlar halinde Türk hükümetinin en yetkili kademelerine teferruatıyla 
bildirecektik.” (Milliyet, 13 Kasım 1967, s.7) 

1967 yılının sonunda Ada’da Rumların Geçitkale saldırılarından sonra, 
toplumlararası müzakerelere başlanması kararı alınıyor, Türk tarafını temsil 
edecek kişi olarak Denktaş seçiliyordu. Denktaş için 13 Mart 1968 tarihi bir 
milattı. Dört yıllık sürgünden sonra, evine, Ada’ya dönüyordu. Makarios’un, 12 
Ada’dan sonra, 13.Ada olarak, Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlama isteğine karşılık 
Denktaş, 13 Mart tarihinde, bu planı bozmak için Ada’ya geliyordu. Ada’ya 
gelirse, kendisini meydandaki elektrik direğine asacağını söyleyen Dr. 
Küçük’ün nasıl tepki vereceği konusunda endişeliydi. Ancak, yaşanan tüm 
kırgınlıklara rağmen, dört yıldır, Ada’da tek başına mücadele veren Dr. Küçük 
yorulmuştu ve Denktaş’a ihtiyacı vardı. Binlerce Kıbrıslı Türk, Denktaş’ı 
karşılıyordu. Aralarında Dr. Küçük de vardı. Birbirlerine sarılıp, ağlıyorlardı. 
Denktaş, o günü şöyle anlatır: “Dr. Küçük’le kucaklaştık. Bu samimi, içten 
gelen, geçmişe sünger çeken bir kucaklaşmaydı. Dr. Küçük’le bir jeepe bindik. 
Binlerce insan coşku içinde bizi selamlıyordu. Halk arasında ağlayanlar vardı. 
Gördüğüm herkes, kadın erkek, fark etmeksizin birer direnişçiydi. Kahramandı. 
Atatürk Meydanı’na kadar, coşkulu bir hava içinde geldik. Dr. Küçük de ben de 
halka hitap ettik. Önümde yeni bir sayfa açılıyordu”. (Batur, 2007, s.390) 
Gerçekten de Denktaş’ın önünde, devlet başkanlığına kadar gidecek yeni bir 
sayfa açılıyordu. Bu sırada, Dr. Küçük’le aralarındaki buzlar erimişti ancak bu 
sadece birkaç yıl sürecekti. Yapılacak çok şey vardı. Denktaş, Ada’ya 
döndükten kısa bir süre Toplumlararası Görüşmelerde Türk tarafını temsil 
etmekle görevlendiriliyordu. Denktaş’a göre bir görüşmecide olması gereken 
özellikler şunlardı: “Görüşmecilik meslek değildir. Akıl işidir. Görüşmeci, bir 
maksat için görüşür. Tellal değildir. Elindeki mala, en çok fiyatı verene malı 
teslim etmek gibi bir yaklaşımı yoktur. Siyasal görüşmelerde, görüşmeciye 
verilmiş bir hedef vardır. Ondan, bu hedefe varmak için izleyeceği yolda, 
karşısına ne çıkarsa çıksın, vazgeçmemesi, gereken prensipler konusunda çok 
titiz davranması istenir. Kısacası, görüşmeci belirli yetkilerle donanmış, 
görüşme koşulları önceden kararlaştırılmış, kırmızı çizgileri belli bir ortamda 
sorumluluk yüklenmiş, savunduğu davaya inanmış bir müzakerecidir.” 
(Denktaş, 2004, s.20) Peki, Denktaş nasıl bir müzakereci olacaktı, anavatanı 
olarak gördüğü Türkiye’nin kendisine çizdiği kırmızı çizgiler nelerdi? Bu 
soruların cevabını ve talimatları almak için, Denktaş, Türk Dışişleri Bakanı 
Çağlayangil’i ziyaret etmişti. Görüşmede, Akritas Planı ve Makarios’un yapmak 
isteklerini anlatan Denktaş’a göre: “Çare, Türkiye’nin de Kıbrıs’ta Yunanistan 
kadar var olmasında ve durumu dengelemesindeydi. Makarios’a göre, ENOSİS 
elde edilmişti, adını koymak için bekleyebilirdi. İşlerin uzaması Türkiye’nin 
1960 Anlaşmalarıyla, elde etmiş olduğu en hayati hakkını gerektiği andan 
kullanmamasından kaynaklanmaktaydı. Türkiye, bu haklarının var olduğunu, 
canlı olduğunu ve gerekirse mutlaka kullanacağını devamlı olarak gündemde 
tutmalı, bu hakkın “kullanılmama suretiyle” ortadan kalktığının iddia 
edilmesine müsaade etmemeliydi”. Ancak, Türkiye, Kıbrıs’a müdahale edecek 
durumda değildi. Türkiye’nin zamana ihtiyacı vardı. Denktaş bunu biliyordu 
ama bu yaklaşık on yıl olacağını tahmin edememişti. Çağlayangil’le 
görüşmesinin ardından, Denktaş Türkiye’nin öngördüğü bir hedef, bir Kıbrıs 
siyaseti, garantilerin devamından öteye geçmeyecek kırmızı çizgileri olmadığı 
sonucuna varır. Çağlayangil’in, kendisine açık kart verdiğini düşünen Denktaş’a 
göre, “halkının içinde bulunduğu sıkıntılı durumu rahatlatacak her hangi bir 
sonuç, Türkiye için olumlu bir sonuç olacaktı. Denktaş, Türkiye’nin o günkü 
durumda, daha ilerisini göremediğini düşünüyordu. Denktaş, Çağlayangil’den 
aldığı yetkiyi, “iyi, tatminkâr bir anlaşma yapabilirsen bunu yap, zamana da, 
yardıma da ihtiyacımız vardır, bize de zaman kazandır, Garanti Anlaşmalarıyla 
Türkiye’ye verilmiş hakların devam edeceği bilinci ve güveni içinde ol” 
(Denktaş, 2004, s.25-26) )anlamında yorumluyordu. Ne var ki, Denktaş, çok 
yaklaştığı anlar olsa bile, hiçbir zaman Rumlarla tatminkâr bir anlaşma zemini 
bulamayacaktı. 

Sonuç 

Rauf Denktaş’ın Ankara yılları, Kıbrıs konusunda Türk hükümetleri ile 
arasındaki vizyon farklılığını iyice anladığı ve gerek söylemlerinde gerekse 
yazdıklarında bunu çekinmeden dile getirdiği bir dönem oldu. Kıbrıs davasının 
ancak Türkiye’nin birlikteliği, hangi hükümet işbaşında olursa olsun, 
Türkiye’nin desteğiyle çözüleceğine inanan Denktaş için sürgün yılları 
“hayatının en zor yılları” olmuştur. 

Denktaş, Rumların saldırıları karşında Ada’daki Türk varlığını korumak 
için Türkiye’nin mutlaka müdahale etmesi gerektiğini savunmuş ve bu 
düşüncesini Ankara hükümetlerine benimsetmeye çalışmıştır. Teorik olarak bu 
fikre sıcak bakan Ankara ise, 1964-1968 yılları arasında askeri açıdan yeterli 
olunmadığı gerekçesi ile bu fikri fiiliyata dökememiştir. 

Denktaş ile Ankara ilişkileri, Türkiye’deki iktidar ve uluslararası 
konjonktürün dinamiklerine göre değişiklik göstermiştir. Türk hükümetleri hem 
kendi ideolojilerine hem de uluslararası koşullara göre değişiklik (nispi oranda) 
gösteren politikalarını Denktaş’a uygulatmak istemişler, Denktaş da böylece 
Türkiye’deki askeri-sivil bürokrasinin Kıbrıs’taki uygulayıcı aktörü durumuna 
gelmiştir. Türkiye’deki askeri-sivil bürokrasi arasında nasıl denge politikası 
takip ettiğini Denktaş şöyle açıklar: “ Türkiye’de hariciyede ve askerde iki ekol 
var. Bunlardan bir tanesi, Denktaş’ın müdafaa ettiği şekilde halledilebilir 
derken, diğeri; Kıbrıs meselesi üzerimizde büyük bir kambur, bitmesi lazım 
diyor. Ben bu iki ekol arasında devamlı surette bir denge kurarak, fazla taviz 
vermeksizin bu davayı yürütme görevini üstlendim “Derhal anlaşma yap 
dediklerinde ve o anlaşma yapılamayacak bir anlaşma ise zaman kazanmaya 
çalıştım ve anlaşma yapılsaydı çok şey kaybederdik” diyen ekol kendini kabul 
ettirmeye kadar bekledim.” (Gürkan, 2005, s.53-54) 


KAYNAKÇA 

Azizoğlu, A. ( 2013). Denktaş Anlatıyor: 1 Ağustos 1964 Erenköy. Kıbrıs Postası, 1 Ağustos. 
Batur, N. (2007). Rauf Denktaş- Yeniden Yaşasaydım. İstanbul: Doğan Kitap. 
Denktaş, R. (1966). 12’ye 5 Kala Kıbrıs. Ankara. 
Denktaş, R. (2004). Kıbrıs Girit Olmasın. İstanbul: Remzi Kitabevi. 
Denktaş, R. (1996). Rauf Denktaş’ın Hatıraları 1964.İstanbul: Boğaziçi Yayınları. 
Denktaş, R. (1996). Rauf Denktaş’ın Hatıraları 1965.İstanbul: Boğaziçi Yayınları. 
Denktaş, R.(1997). Rauf Denktaş’ın Hatıraları 1967. İstanbul: Boğaziçi Yayınları. 
Erol, H. (2014). Kıbrıs Politikalarında Lider Rauf Denktaş’ın Rolü. Yayınlanmamış doktora tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü. 
Gürkan, N. (2005). Zirvedeki Yalnızlık Kulesi Rauf Raif Denktaş. Gazimağusa: Cümbez Yayınları. 
Hürriyet, 4 Eylül 1964, s.1. 
Hürriyet, 1 Kasım 1967, s.1 
Hürriyet, 2 Kasım 1967, s.1 
Hürriyet, 13 Kasım 1967, s.1 
Kasımoğlu, E. (1991). Eski Günler Eski Defterler. Lefkoşa: Yorum Yayıncılık. 
Kızılyürek, N. (2007). Glafkos Klerides Tarihten Güncelliğe Bir Kıbrıs Yolculuğu. İstanbul: İletişim Yayınları. 
Milliyet, 10 Nisan 1964, s.1,7. 
Milliyet, 12 Temmuz 1964, s.1,7. 
Milliyet, 8 Ağustos 1964,s.1. 
Milliyet, 10 Ağustos 1964,s.1. 
Milliyet, 12 Ağustos 1964, s.1. 
Milliyet, 9 Nisan 1965, s.3. 
Milliyet, 26 Aralık 1965, s.1. 
Milliyet, 5 Ocak 1966, s.1. 
Milliyet, 17 Aralık 1966, s.1. 
Milliyet, 1 Kasım 1967, s.1,7. 
Milliyet, 13 Kasım 1967, s.7. 
Satan, A.- Şentürk, E.(2012). Tanıkların Diliyle Kıbrıs Olayları 1955-1983. İstanbul: Tarihçi Kitabevi. 
Sepetçioğlu, M. N. (2000). Sabır Ağacı Zaman Uyanışı. İstanbul: Kıbrıs Kredi Bankası. 
Özter, L. (2004). Ulusal Mücadelede Denktaş. Ankara: Özyurt Matbaacılık. 
Tarakçı, M. (2010). Kıbrıs Barış Harekâtı. İstanbul: Hiperlink Yayınevi. 
Tercüman, 29 Ağustos 1964, s.1. 
The Times, 2 Kasım 1967, s.7. 

 ***

RAUF DENKTAŞ’IN ANKARA’DAKİ ZORUNLU İKAMET YILLARI VE FAALİYETLERİ (1964-1968) BÖLÜM 2

RAUF DENKTAŞ’IN ANKARA’DAKİ ZORUNLU İKAMET YILLARI VE FAALİYETLERİ (1964-1968) BÖLÜM 2





1.2. Denktaş İle Ankara’daki Yeni Hükümetin İlişkileri (1965) 

İsmet İnönü’nün Şubat 1965 tarihinde geçiş süreci başbakanlık görevini 
bırakmasının ardından, Adalet Partisi hükümeti kurulmuştu. Yeni hükümette 
Suat Hayri Ürgüplü 20 Şubat 1965 tarihinde başbakanlık koltuğuna oturuyordu. 
Suat Hayri Ürgüplü hükümetinde, 1965 yılında, Kıbrıs’tan sorumlu başbakan 
yardımcılığı görevine getirilen Süleyman Demirel’in, başbakanlık ve  cumhurbaşkanlığı dönemini de kapsayan kırk bir yıllık Kıbrıs meselesi serüveni başlamıştı. Demirel, o dönemi şöyle anlatmaktadır: “1965 Şubatında biz, o günkü hükümeti istifaya mecbur ettik. 20 Şubat 1965’ten itibaren Suat Hayri Ürgüplü başkanlığında yeni bir hükümet kuruldu. Bu hükümette ben başbakan yardımcısıyım. Adalet Partisi genel başkanı olarak. Ve Türkiye’de Kıbrıs işinden sorumlu bakan benim. Benim Kıbrıs’la ilgim 20 Şubat 1965’ten itibaren devlet seviyesinde bir ilgidir. O tarihten itibaren hangi meselenin içinde kim varsa hepsiyle ilgiliyim. Kıbrıs olayı dendiği zaman, her şey benden soruluyor. Haluk Bayülken Dışişleri Genel Sekreteri. Benimle çalışıyor. Hasan Işık Bey, Dışişleri Bakanı. Moskova’da büyükelçiydi. Onu da ben getirdim. Haluk Bey, Hasan Bey ve ben üçümüz beraber Kıbrıs meselesini götürüyoruz. O sırada, Fazıl Küçük’le de Rauf Denktaş’la da tanıştım. Hükümetimizin devraldığı 
Kıbrıs olayında 1963 hadiseleri var. Katliam var. Kan var. Mesele, uluslararası 
platforma çıkmış, 4 Mart 1964 tarihli Birleşmiş Milletler kararı var. Bu karar 
çok büyük bir handikaptır. Bu karardır aslında Türkiye’yi en uğraştıran. Bu 
kararı Türkiye nasıl kabul etmiştir? Biz o zaman bunu çok ağır eleştirdik. Bu 
kararla 1959-1960’da kurulmuş olan Kıbrıs ortak devletini, yani Ada’da iki 
halkın yaşayacağı ve iki ayrı halkın bir müşterek, ortak devleti olacağı 
prensibini ortadan kaldırıyor. O zaman ne oluyor, o günkü hükümetin bir kanadı 
koparılmış, bu kararla Makarios hükümetini Ada’nın bütün hükümeti sayıyor. 
Hala Türkiye bundan kurtulamamıştır (2007). Bizim o anda yapacağımız bir şey 
yok, fakat Ada’da büyük bir göç oluyor. Güneydeki Türkler kuzeye geliyor. 
Lefkoşa’nın varoşları Türk mahalleriyle doluyor. Türkiye çok fazla bir şey 
yapamıyor, kıvranıp duruyoruz. Gece yarılarında Lefkoşa içinde Yeşil Hat 
kurulmuş, Magosa’da Yeşil Hat kurulmuş. 3’e doğru Haluk Bayülken’in gelip 
beni uyandırdığını hatırlıyorum. Yeşil Hat değişti. Nasıl değişti? Yorgos’un 
dükkânından, Mustafa’nın dükkânına kaydı. Bir değişiklik büyük devlet 
meselesi oluyor burada.” 

Denktaş Suat Hayri Ürgüplü için: “Geçici bir hükümetin başkanı olduğunu bilerek hareket etti. Kıbrıs meselesini aldığı yerden teslim etmek siyasetini kullandı, gerilememeye çalıştı. Türkiye’nin Kıbrıs’ta ne istediğini kendisi de bilmiyordu zannedersem” analizini yapıyordu. 

Denktaş Ankara’daki ikinci yılında da Kıbrıs Türk liderliği ve Dr. Küçük’e mektuplar göndererek gelişmeler hakkında bilgi vermekte ve almaktaydı. Hatta bu durum, Denktaş, Dr. Küçük’e Ankara’dan talimat veriyor şeklinde kamuoyuna yansıyordu. 

Denktaş’ın “zorunlu ikamet” döneminde Ankara’dan yürüttüğü faaliyetleri  hakkında, Rum gazetelerinde haberler çıkmaktaydı. Bunlardan biri 
Mahi Gazetesinde çıkan haberdi. Habere göre: “Denktaş, Londra’da seri halinde 
esrarengiz toplantılar yapmaktadır. Bazı eğitime tutulmuş Türklerin 
denizaltılarla Kıbrıs’a gelmekte oldukları da tespit edilmiştir. Birçok diğer 
Londralı Türkün silahlı eğitimine tabi tutulmak üzere Ankara’ya gitmesi 
istenmiştir”. Denktaş, bu dönemde Ankara’da yaşasa da zaman zaman 
Londra’ya gidip gelmekteydi. 

Bu haber karşısında Denktaş: “Biz, bazı gençlerin Kıbrıs’a gidip mücadeleye katılmaları için yardım ediyoruz. Temaslar var, ailesini bırakıp yola çıkanlar var ve bu çalışmaları Rum’a duyuranlar var. Kahrolmak içten değil fakat yılmadan devam etmek gerekir” şeklinde kendisini savunuyordu. 

(Denktaş’ın Ankara’da bulunduğu 1964-1968 yılları arasında, Ada’da Rumların 
Türklere saldırıları düzenli olmasa da devam etmektedir) (Denktaş, 1996, s.391) 

Denktaş’ın Ada’dan uzakta kaldığı dönemde, Dr. Küçük yalnız kalmıştı. 
Denktaş, uzak kaldıkça geri planda kaldığını da hissetmekte ve Ada’ya dönüş 
yollarını aramaya başlamıştı. Bu arada Denktaş, Türk basınına beyanatlar 
veriyor, Ankara ile temaslarını en üst düzeyde tutuyordu. Ancak, Dr. Küçük 
bundan rahatsızlık duymaya başlamış, hatta Türk Dışişleri’ne bir mesaj 
göndermişti. Buna göre: “Kıbrıs’ta halk acı ve ıstırap içinde kıvranırken, 
Denktaş’ın devamlı surette verdiği beyanatlar halkın moralini bozmaktadır. 
Uygun bir şekilde ikaz edilip susturulmalıdır.” (Batur, 2007, s.294) 
Dr.Küçük’ün bu mesajına Denktaş’ın cevabı: “Hariciye, benim sık sık yaptığım 
beyanatlardan ve eleştirilerden zaten rahatsız. Dr. Küçük’ün mesajını bana 
okumak zorunda kalan görevli çok sıkılarak okudu. Lefkoşa’daki manzarayı 
görür gibi oldum: Büyük bir sıkıntı içinde görev yapan arkadaşlar, benim 
“dayanacağız, kazanacağız” beyanatlarım karşısında Doktora, “işte bak Denktaş 
ne diyor? O Ankara’nın rahatında keyfine bakıyor vs.” ve Doktorun ikaz mesajı. 
Hâlbuki Teşkilat Başkanı bana moral beyanatlarım için teşekkür ediyor. Demek 
ki askeri liderlikle siyasi liderlik arasında bir şeyler olduğu yönünde haberler 
abartma değildir.” (Denktaş, 1996, s.476-477) Denktaş’ın Dr.Küçük’ün söz 
konusu davranışları karşısında yorumu “Doktor bir taraftan yalnız kaldım diyor, 
diğer taraftan da Türkiye yetkililerine gönderdiği mesajlarda Denktaş gelirse 
cemaat parçalanacak diyordu.” (Kasımoğlu, 1991,147) 

Takvimler 8 Nisanı gösterdiğinde Denktaş ve Kıbrıslı Savunma Bakanı 
Osman Örek CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’yü ziyaret ediyordu. Görüşme 
sonrası İnönü gazetecilere “Kıbrıslı liderlere Türkiye’nin desteğinden daima 
emin olmalarını anlattım” diyordu. Denktaş ise: “Yunanistan Kıbrıs’tan 
parmağını çekse, garanti anlaşması altındaki mesuliyetlerini Türkiye ile birlikte 
yerine getirse bugün Kıbrıs meselesi diye bir şey kalmazdı. Türk hükümeti 
Yunanistan’ı muhatap olarak almakta haklıdır” (Milliyet, 9 Nisan 1965, s.3) 
açıklamasını yapıyordu. 

Türk siyasal yaşamı, 11 Kasım 1965 tarihinde çok uzun yıllar Türkiye siyasetinin en önemli aktörlerinden biri olacak bir başbakanla tanışıyordu. 20 Şubat 1965 tarihinde kurulan Suat Hayri Ürgüplü hükümetinde başbakan yardımcısı olan Süleyman Demirel başbakanlık koltuğuna oturuyordu. Denktaş, Demirel’in Kıbrıs politikasını şöyle değerlendiriyordu: “Demirel, çok işler yapılabilir, Kıbrıs kurtulabilir ümidi ile işe başladı. Diplomatik çıkmazları çok erken bir zamanda gördü ve güçlükleri anladı. Yunanistan ile harp yapmaksızın Kıbrıs kurtulamazdı. Ordu hazırdı ama papaz (Makarios) fırsat vermiyordu. 
halde diplomatik çabalara devam siyasetini uyguladı”. (Denktaş, 1997, s.382) 

Denktaş, her ne kadar, Türkiye’yi Kıbrıs konusunda milli bir politika 
benimseyip, somut bir adım atmamakla itham ettiyse de, Demirel Kıbrıs 
politikasını belirlerken, İnönü’den aldığı tarihi nasihati göz ardı edememişti. 
İnönü 1963 yılında Demirel’e diyordu ki: “Evvela oradaki halk orayı vatan 
yapmaya karar vermelidir. Kıbrıs’taki halk emin değil. Eğer bir halk oturduğu 
yeri vatan yapmaya karar vermezse, orayı muhafaza edemezsiniz. Evvela, onlar 
bir karar versinler vatan yapmaya. Fedakârlık yapsınlar, mücadelenin içine 
girsinler. Bizim ordu deniz geçen bir harekât yapmamıştır. Türkiye’nin 
başarısızlığı Kıbrıs’ın kaybı demektir. Türkiye başarılı olmaya devam ederse, 
Kıbrıs’ı nasılsa kurtarır. Ama Türkiye başarısız olursa, Kıbrıs da batar, Türkiye 
de batar. Onun için bir amfibik harekât emrini vermeden önce çok dikkatli 
olun”. İnönü’nün sözlerine bakıldığında, Kıbrıs Türk toplumunun henüz kendi 
içinde birlik, beraberlik sağlamadığını düşündüğü görülür. Bu şartlar altında 
Türkiye’nin Ada’ya müdahale edip, kendini ateşe atmasını uygun bulmuyordu. 
(Batur, 2007, s.363-364)Demirel’in bu tutumunda şüphesiz İnönü’nün bu 
sözlerinin etkisi olsa da söz konusu tarihte çıkarma yapacak yeterli amfibik 
gemiler de mevcut değildi. 

25 Aralık 1965 tarihinde Denktaş, Kıbrıs Savunma Bakanı Osman Örek 
ile beraber, Türk Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’i ziyaret ediyordu. 
Ziyaret sırasında basının sorularını yanıtlayan Denktaş: “Türkiye harbi göze 
almadığı takdirde Kıbrıs işi burada bitmiştir. Anlaşmalar bakidir deniliyor. 
Fakat bu anlaşmalar bir türlü tatbik edilmiyor. Yine de yürürlüktedir deniliyor” 
(Milliyet, 26 Aralık 1965, s.1) diyerek Türkiye’nin Kıbrıs politikasını 
eleştiriyordu. 

Denktaş, 31 Aralık 1965 gününü günlüğüne yazdığı şu sözlerle 
bitiriyordu: “1965 yılının son günü özgürlük mücadelemizin ikinci yılındayız ve 
sürgünlüğümüzün de ikinci yılını doldurduk. Bin bir ıstırap ve çile içinde geçen 
koskoca iki yıl geçmişi, dünü ve bugünü düşünüyorum: Enosis Olmaz" ( 
Denktaş, 1965, s.205) 

1.3. Denktaş’ın Yeni Kitabı “12’ye 5 Kala” (1966) 

1966 yılının başlarında Denktaş’ın Ankara’daki sürgün hayatının üçüncü 
yılı doluyordu. Denktaş artık Türk hükümetinin Ada’ya müdahale etmemesini 
sadece kapalı kapılar ardında değil kamuoyunda da yüksek perdeden dile 
getiriyordu. Basına yaptığı açıklamada Denktaş “Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale 
hakkının mevcut olduğunu, 3 yıldır sulh ile davayı halletme çabasının 
Türkiye’yi çıkmaza soktuğunu” (Milliyet, 5 Ocak 1966, s.1) söylüyordu. 

Denktaş’ın 29 Ekim 1966 tarihinde yazdığı ve milletvekillerine dağıttığı 
“12’ye 5 Kala Kıbrıs” adındaki kitapçığı, Ankara’ya bomba gibi düşüyordu. O 
dönemde başbakan Süleyman Demirel, Dışişleri Bakanı ise İhsan Sabri 
Çağlayangil idi. Denktaş, Türkiye’nin Kıbrıs konusunda takip ettiği pasif 
politikayı eleştiriyordu. Denktaş, kitapçıkta: “...Değişen dünyadan bihaber körü 
körüne bir İngiliz dostluğu güttük. İngilizler gücenmesin diye Türk hariciyesi 
“Bizim Kıbrıs davası diye bir davamız yoktur” demişti. Kıbrıs’taki durumu 
anlatmak için Türkiye’ye gelen heyetlere resmi kapılar kapalıydı bir ara. 
Bunları unutmamamız gerekir. Kıbrıs Türk’tür cemiyetleri de kuruldu, Kıbrıs’ta 
ve Anadolu’da. Fakat Kıbrıs’ın Türk kalabilmesi için ne bir plan hazırlandı ne 
de bir siyaset takip edildi. Ardından “ya taksim ya ölüm” dendi ve yüzlerce 
Türk bu dava uğruna Kıbrıs’ın topraklarına kefensiz uzandılar. Fakat yine 
taksimi tahakkuk ettirmek için ne bir plan vardı ne de belirli bir siyaset. 
Ortadoğu’da barışı korumak, Türk-Yunan dostluğunu ihya etmek ve NATO’yu 
sarsıntıdan kurtarmak için hüsnüyetle Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Türkiye bu 
cumhuriyetin bekasını garanti etti. Fakat bu taahhüdün gerektirdiği bir siyaset 
takip edilmedi. Bir plan yapılmadı. 1955’ten bu yana Türkiye Kıbrıs 
meselesinde ne istediğini bilmemiş, milli bir siyasetle ne istediğini tespit 
etmemiştir. Bütün çalışmalar programsız olmuştur. Milli hedef güdülmemiştir. 
Hadiseler, Türkiye’yi Kıbrıs meselesine itmiş ve esen rüzgâra göre yelken açan 
bir siyaset takip edilmiştir. Bugün saat on ikiye yaklaşırken Türkiye’nin hala 
belirli bir siyaseti mevcut değildir.” (Denktaş, 1966, s.16-18) 

Denktaş’ın yazdıkları Türk hükümetini çok sinirlendirmişti. Özellikle 
Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’i. Dışişlerinde herkes “Denktaş ne 
yapmak istiyor” diye soruyordu. Kitapçığın yayınlanmasından ardından 
Denktaş, Dışişleri’ne gidemez hale gelmişti. O dönemde ekonomik sıkıntılar bir 
yana, Denktaş, eşinin rahatsızlığı ile boğuşuyordu. Doktorların tavsiyesi 
üzerine, tedavi için Londra’ya gitmek isteseler de, söz konusu kitapçık 
nedeniyle Ankara ile gerilen ilişkileri yüzünden Dışişleri pasaport vermiyordu. 
(Batur, 2007, s.311-312) 

Denktaş, Dışişlerinde artık istenmediğini düşünmeye başlamıştı. Hatta 
Türkiye’den atılacağını düşünen Denktaş o dönemi şöyle anlatır: “Kendime bir 
iş bulmam, hiç olmazsa maaşım kesildiği takdirde açıkta kalmamak için bir 
olanak yaratmam gerekecekti. Başımın çaresine bakmalıydım. Dört çocukla 
açıkta kalamazdım. Bir iş bulmalıydım...” (Batur, 2007, s.310) 

1966 yılının son günlerinde Kıbrıslı öğrenciler tarafından Ankara 
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde düzenlenen “Kıbrıs Sorunu” isimli 
konferansta konuşan Denktaş, Türk yetkililer ile ilgili açıklamalarda 
bulunuyordu. Denktaş, Dışişleri Eski Bakanı Selim Sarper hakkında “Kıbrıs 
sorununu Kıbrıslı şoföründen öğrendi” diyordu. Ada’da bir süre kalan, Kıbrıs 
sorununu yakından takip eden gazeteci Ömer Sami Coşar ise “Yunanistan’ın bir 
hedefi, bir gayesi, bir politikası vardır. Kıbrıs’ı alacaktır. Bizim bir politikamız 
yoktur” (Milliyet, 17 Aralık 1966, s.1) diyerek Türkiye’yi eleştiriyordu. 


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

RAUF DENKTAŞ’IN ANKARA’DAKİ ZORUNLU İKAMET YILLARI VE FAALİYETLERİ (1964-1968) BÖLÜM 1

 RAUF DENKTAŞ’IN ANKARA’DAKİ ZORUNLU İKAMET YILLARI VE FAALİYETLERİ (1964-1968) BÖLÜM 1 






Hande EROL. 
Marmara Üniversitesi 
http://dx.doi.org/10.14225/Joh765


Özet 

1964 yılı, Rauf Denktaş için hayal kırıklıkları ile dolu bir yıl olmuştur. Kıbrıs 
Rum Kesimi’nin Kıbrıs’ı resmi olarak temsil ettiği Birleşmiş Milletler tarafından 
onaylanmıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde yaptığı konuşmadan ötürü, Makarios hükümeti tarafından Denktaş hakkında tutuklama kararı çıkartılmıştır. 
Yapılan görüşmelerden sonra Denktaş’ın yargılanmamasına karar verildi ancak Ada’dan uzaklaştırılacaktı. Denktaş, 1964-1968 yıllarını Ankara’da sürgünde geçirmek durumunda kalmıştır. Denktaş fiziksel olarak Kıbrıs’tan uzakta da olsa, aklı ve kalbi Kıbrıs’ta olarak, davası için faaliyetlerine devam etmiştir. 

Giriş 

Rauf Raif Denktaş, 20. Yüzyıl siyasi tarihinde Kıbrıs davasında üstlendiği rol ile bir ekol haline gelmiş liderdir. Rauf Denktaş, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşunda üstlendiği siyasi rol ile sadece bölgesel değil uluslararası alanda bir aktör haline gelmiştir. Ancak Denktaş, siyasi hayatı boyunca anavatanı olarak gördüğü Türkiye’nin desteğine duyduğu ihtiyacı her fırsatta dile getirirken, bölge ile tarihi ve duygusal bağları olan Türkiye de Kıbrıs sorunu ve Denktaş’la yakından ilgili olmuştur. Denktaş, siyasi hayatında uzun yıllar süren toplumlar arası görüşmeler, sayısız Birleşmiş Milletler çözüm önerisi, sürgün, özel hayatında küçük yaşta kaybettiği anne ve babasının acısı, evlat acısı, sağlık sorunlarını içine sığdırdığı uzun bir yaşam sürmüştür. 

   Özel hayatında yaşadığı acıları, davasına olan inancı ile bastırmıştır. 

Denktaş’ın Cumhurbaşkanlığı Sarayındaki odasının duvarında bulunan, Jorge Louis Borges’in “Eğer hayatımı yeniden yaşamış olsaydım, Daha fazla yanlışlar 
yapmaya çalışırdım, Mükemmel olmaya da çalışmazdım, Daha da rahat 
olurdum, Daha fazla dolu dolu yaşardım, Daha az şeyleri ciddiye alırdım” şiirini 
Denktaş kendine uyarlamış mıydı bilinmez ama Denktaş için çok çalışmak ve 
siyaset bir yaşam felsefesiydi. 

1. Denktaş'ın Ankara'daki Zorunlu İkameti (1964-1968) 

1.1. Denktaş Ankara’da Yeni Bir Hayat Kurmaya Çalışıyor (1964) 

1963 yılı Aralık ayında başlayan ve tarihe Kanlı Noel diye geçen Rum 
saldırılarının şiddetle devam ettiği 1964 yılı, Kıbrıs Türk toplumunun var 
olmakla, yok olmak arasındaki çizgide olduğu, Denktaş’ın “İkinci bir Girit 
olmayalım” diye dua ettiği bir dönemdi. 26 Şubat 1964 tarihinde Londra’da 
başlayan Birleşmiş Milletler görüşmelerinde Kıbrıs’taki Türk cemaati adına 
Birleşmiş Milletler Güvenlik Komisyonu’nda konuşma yapan Denktaş 18 Mart 
1964 tarihinde Ankara’ya dönse de Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmadan 
ötürü Ada’ya dönüşü Makarios tarafından yasaklanır ve böylece Denktaş’ın 
Ankara’daki zorunlu ikamet yılları başlar. (Kızılyürek, 2007, s.142) 

Türkiye’de geçirdiği bu dört yılı “hayatının en zor dönemi” olarak adlandıran Denktaş için, bu dönem gerçekten kolay olmamıştır. (Denktaş, 1997,s.1) Bu dört yıllık dönemde Denktaş, Kıbrıs konusunda Türk hükümetleri ile arasındaki vizyon farklılığını iyice anlıyor ve gerek söylemlerinde gerekse yazdıklarında bunu çekinmeden dile getiriyordu. 

Denktaş, fiziksel olarak mücadelesinin merkezinden uzaktaydı ancak aklı 
ve kalbi Ada’daydı. Ankara’da, Çankaya Birinci Basın Sitesi’nde, eşi Aydın 
Denktaş ve çocuklarıyla birlikte küçük bir apartman dairesi tutmuşlardı. Eşi 
Aydın Denktaş sağlık sorunlarıyla uğraşıyordu. Denktaş, bir yandan Ada’ya 
geri dönme yolları ararken, bir yandan da faaliyetlerine devam etmekteydi. 
Dışişleri Bakanlığı’nda Kıbrıs Dairesinde Denktaş’a bir masa verilmiş, her gün 
burada çalışıyor, raporlarını yazıyordu. Denktaş burada İngilizce broşürler 
hazırlıyor, Kıbrıs’tan gelen kriptoları okuyordu. (Batur, 2007, s.258,392) 

Denktaş ayrıca Kıbrıs’taki Türk liderliği ile Türk hükümeti arasında köprü vazifesi görüyordu. Bu vazifelerinden biri, 22 Mart günü Kıbrıs’tan, Dr. Küçük’ten, Denktaş’a gelen iki buçuk sayfalık mesajdı. Mesajda Dr. Küçük: 

Londra Konferansı’ndan bu yana bütün şiddet ve gaddarlığıyla devam 
eden Rum saldırganlığı karşısında Türk cemaatinin içinde bulunduğu manzara 
feciidir. Bu durumda verilen mücadele, bugüne kadar ancak anavatan imdada 
geliyor ümit ve imanı içerisinde yürütülebilmiştir. Bugün anavatanın müdahale 
edebileceğine burada inanan kalmamıştır...” (Batur, 2007, s.246) yazıyordu. 

 Mesajın gelişinden çok kısa bir süre sonra Denktaş, başbakan İnönü 
tarafından çağrıldı. İnönü kızgındı, Denktaş’a “İç savaş çok vahimdir. Biz 
çatışmaları yaygın hale getirmemeye çalışıyoruz. Ve başaracağız. Fakat 
sabretmeleri gerekir...” diyordu. Görüşmenin ardından Denktaş, 30 Mart gecesi, 
duygularını günlüğüne şu şekilde aktarıyordu: “Kıbrıs’a dönebilmem 
konusunda netice yok. İnönü adaya gizlice girişime karşı, “Cemaat Meclisi’nin 
başkanı adaya mevkiine layık şekilde girer, bunu sağlamaya çalışıyoruz” diyor. 
Değiştirme birliğinin içinde sızma önerimi, tanınırsam büyük olay olur diye 
reddediyor. Paraşütle atlama düşüncemi askeri kanat ciddiye almıyor. Her gün 
Kıbrıs Dairesi’nde çalışanlara yardımcı oluyorum. Kıbrıs: Geçmişi- Bugünü ve 
Geleceği adını taşıyan İngilizce bir kitap hazırlığı var. Girit’e bir bölüm 
ayrılmış. General Turgut Sunalp kanalıyla Genelkurmay’da Girit dosyasını 
okuyorum. Sanki Kıbrıs’ı okuyorum gibi geliyor bana.” (Batur, 2007, s.247) 

10 Nisan 1964 tarihinde Ankara’da yaptığı basın toplantısında konuşan 
Denktaş Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyini eleştiriyordu: “Güvenlik 
Konseyi Kıbrıs konusuna el atarken problemin esasının ne olduğunu tespit 
etmedi. Eğer Güvenlik Konseyi bu şekilde hareket etseydi, Kıbrıs’ta anayasa 
çiğnenmez, beynelmilel anlaşmaların dışına çıkılmaz, insan hakları hiçe 
sayılmaz ve rejim yıkılmazdı”(Milliyet, 10 Nisan 1964, s.1,7) Kıbrıs’taki Türk 
cemaatinin yaşadığı sıkıntıları da dile getiren Denktaş şunları söylemiştir: 

“Kıbrıs’ta Türk cemaati 4 aydan beri ne mektup alabilmekte ne de mektup 
gönderebilmektedir. Bu güç duruma sebep, devlet reisliğinden çıkarak, çete reisi haline gelen Makarios’un, Birleşmiş Milletler nezdinde devlet reisi muamelesi görmesidir. Bu durum devam ettikçe Kıbrıs meselesinin hukuki bir düzen içinde hal şekline kavuşacağını sanmıyorum. Kıbrıs’ta katliamı idare eden İç İşleri Bakanıdır. Aynı İç İşleri Bakanı, Birleşmiş Milletler Kumandanına yol 
gösterecektir. Katilleri yakalayacak polis kuvveti, katillerin şefi ile ortak. Böyle 
idare devam ettikçe, tarafları memnun edecek bir yol bulunmaz. Nitekim bu 
şartlarda arabulucunun görevi güçleşmiştir.” (Milliyet, 10 Nisan 1964, s.7) 




Türk kamuoyunu Kıbrıs’ta yaşanan olaylarla (Rum saldırıları) ilgili bilgilendirmek isteyen Denktaş sadece basın toplantıları düzenlemiyor, Ankara’da konferanslar veriyordu; Bu amaçla Denktaş 17 Nisan 1964 tarihinde Orta Doğu Teknik Üniversitesi Fikir Kulübünde öğrencilerle buluştu. Yaptığı konuşmada Denktaş: “Makarios süratli ve sert adımlarla hedefine doğru ilerlemektedir. Bu aceleciliği içinde Türkiye’nin Ada’ya müdahalesini gerektiren çılgınlıklara tevessül edebilir.” (Milliyet, 10 Nisan 1964, s.7) diyen Denktaş Kıbrıs’ta çarenin Türkiye’nin vereceğe kararı bağlı olduğunu söyleyerek şöyle devam etmiştir: “Birleşmiş Milletler kuvvetlerinin Makarios’un elinde oyuncak oluşunun sebebi Makarios’un hala bir devlet adamı olarak tanınmasıdır. Makarios bugün Türkiye tarafından tanınmaması halinde Kıbrıs Türklerinin fiili durumu iyileşecek ve Kıbrıs Türklerine Makarios kadar meşru bir hükümet kurma imkânı verilmiş olacaktır. Eninde sonunda bu davanın çıkarı yolu budur.” (Milliyet, 10 Nisan 1964, s.7) 

Ada’ya dönemeyen Denktaş iyice bunalıma girmişti. 17 Nisan gecesi 
içine düştüğü durumu günlüğüne şöyle aktarıyordu: “Bunalım içindeyim. Yarını 
bilmemek çok zor! Vatan ateşler içindeyken uzaktan bakmak daha zor. Rum 
basını “Kaçtı, gelmeyecek, Ankara’da rahatına bakıyor” diye yazıyor. 
Toplumun içinde beni sevmeyenler de ateşe benzin döküyorlar...” (Denktaş, 
1996) 

Denktaş, nisan ayında Ankara’da General Turgut Sunalp’in evinde 27 
Mayıs ihtilaline katılan ve daha sonra meclise girip senatör olan eski bir askerle 
tanışıyordu. Sohbet, Kıbrıs’ta Rumların saldırıları hakkındaydı. Denktaş’ın anlatımıyla: 

(Senatör): 

Gafil avlandık. Siz de biz de gafil avlandık” diyor. 

İtiraz ediyorum. “ Biz gafil avlanmadık” Gelmekte olan tehlikeyi günü 
gününe gördük ve ana vatanı uyarmak için elimizden geleni yaptık diyorum. 

Gönderilen raporlar vardı. Okunmamış, değerlendirilmemiş. 

Kıbrıs’a gelip giden heyetler vardı, hepsine de tehlikeyi gösterdik. 
Bildiklerimizi söyledik. Hepsi de bize “Korkmayınız, olmaz böyle şey” dediler. 

Türkiye’ye heyet de göndermiştik ve bu heyet Senatoyu da ziyaret etmişti. Evet, Senatör bu heyetin gelişini hatırladı. Hatta gelenlerin adlarını bile biliyordu. Onlar bu durumu anlatmamışlar mıydı? Anlatmışlardı. “Fakat Lefkoşa’daki Türk Büyükelçiliğinden (Türk büyükelçisi Dırvana) gelen işarda bu heyete kulak verilmemesi isteniyordu. Bunlar müfrit grubu temsil ediyorlarmış” deniyordu. 
Biz de önem vermedik söylenenlere diyordu senatör.” 
(Denktaş, 1966, s.42) 

Akademisyen Ali Satan ve Erdoğan Şentürk’ün kendisi ile yaptığı röportajda Denktaş, “öğle yemeklerinden feda ederek” gönderdiği raporları, Ankara’da yaşadığı sürgün hayatında (1964-1968) Kıbrıs dairesinin alt katında, 
Başbakan İnönü’ye ulaşmamış bir şekilde bulduğunu ifade ediyordu. Hatta 
Denktaş, Rumların 1963 yılındaki saldırı hazırlıklarını bildiren raporlarını 
altında 27 Mayıs İhtilal hükümetinin büyükelçisi Em. Yarbay Emin Dırvana’nın 
şu notu ile buluyordu: “Bu raporları yazanların siyasi bilgileri geniş ama siyaset 
bilgileri çok kıt kaale alınmaması...” (Satan- Şentürk, 2012, s.333) Bu durum 
söz konusu tarihlerde meydana gelen olaylarda ve kayıplarda Dırvana’ya tarihi 
bir mesuliyet yüklemiş görünüyor. ( Erol, 2014,s.32) 

Denktaş siyasi açıdan bu sorunlarla uğraşırken, Ankara Koleji’nde 
okuyan büyük oğlu Raif’in başına gelenler, Denktaş’ı derinden sarsmıştı. 

Temmuz ayına girildiğinde Kıbrıs’tan gelen haberler iyi değildi. Rumlar, 
Ada’da Türklere karşı saldırılara başlamıştı. Denktaş, Ada’ya gitme yollarını 
arıyordu ancak Makarios hükümetinin sözcüsü, “Denktaş’ın Ada’ya döndüğü 
takdirde tutuklanacağını” (Milliyet, 12 Temmuz 1964, s.1) söylüyordu. Kıbrıs 
konusunda Anadolu Ajansı’na beyanat veren Denktaş, Amerika’nın Kıbrıs 
konusundaki tutumundan umutlu olmadığını söylüyor ve ekliyordu: 
“Huzursuzluk ve siyasi karmaşalar geçiren Yunanistan’da bir hükümet 
değişikliği olursa lehimize bir tepki beklemek doğru olmaz. Bir değişiklik 
halinde Makarios ve Grivas Kıbrıs’taki fiili kuvvetlerine dayanarak bugünkü 
durumu muhafazaya çalışacak, Türkleri muhasaraya alıp baskıya devam 
edeceklerdir.” (Milliyet, 12 Temmuz 1964, s.1) 

Denktaş, 18 Temmuz tarihinde basında yer bulan öngörüleri ile hem 
Türkiye’yi hem de Birleşmiş Milletler’i uyarıyordu. Denktaş, verdiği beyanatta: 
“Rumların geniş ölçüde hücuma geçmesi ihtimali artmaktadır. Anavatan 
hükümetini ikaz etmek vazifemizdir. Kıbrıs davası son safhasına girmiş 
bulunmaktadır. Kıbrıs’ta ne hak, ne hukuk, ne nizam ve de ne düzen kalmıştır. 
Gözü kanlı çeteciler, idareyi ellerine geçirmişlerdir, dünyayı ateşe atmak 
pahasına da olsa, “Enosis” tahakkuk ettirmek amacıyla, insanlığa yakışmayan 
bir şekilde hareket etmektedirler.” (Milliyet, 12 Temmuz 1964, s.7) 

 3 Temmuz 1964’te Atina’ya giden EOKA’cı Albay Grivas Atina’daki 
temaslarını tamamladıktan sonra, 6 Ağustos 1964 akşamı Lefkoşa’ya dönmüş 
ve Erenköy Savaşı’nı başlatmıştı. Türkiye’nin müdahale edemeyeceği belliydi. 
Denktaş, Ankara’da ne yapılabilir diye düşünürken, gizlice Ada’ya, Rumlara 
karşı mücadeleye gitmeye karar verdi. 30 Temmuz 1964 gecesi Ada’ya 
Ankara’dan yeni bir mücahit kafilesi ile silah ve cephane gönderilecekti. 
Denktaş, Genelkurmay’daki toplantıda “ben de gideyim” diye ısrar etse de, 
komutanlar başbakan İnönü’nün karşı olduğunu (Makarios tarafından Ada’ya 
girmesi yasaklanan Denktaş’ın güvenliği sebebiyle) bildikleri için evet 
dememişlerdi. Ancak Denktaş, gece evine gittiğinde Türkiye’nin Ada’daki eski 
bayraktarı Rıza Vuruşkan (1958-1960) “hazırlan gidiyoruz” diyerek Denktaş’ı 
almaya geldi. (Bayraktar: Türkiye’den gelen komutanlara verilen isim) 
Denktaş’ın Ada’ya gidiş kararı Özel Harp Dairesi tarafından alınmıştı. Ayrıca 
Başbakan İnönü ve Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin’e, Denktaş Ada’dan 
dönene kadar haber verilmemesi kararlaştırılmıştı. (Batur, 2007, s.265-267) 
Denktaş, Erenköy’e çıktıktan sonra verilmek üzere İnönü’ye bir mektup bıraktı: 

“ Pek Muhterem Paşam .,

  Anavatana tamamen inanan ve bütün gençliği ve halkı bu inanca 
sürükleyen biri olarak Kıbrıs davasını yalnız başımıza halledemeyeceğimizi, anavatan pek yakın bir gelecekte yardımımıza gelmediği takdirde hepimizin mahvolacağını biliyorum. Anavatanın yardımımıza geleceğine inanıyorum, bu inançla gidiyorum. Kıbrıs Türkü’nün yüksek tahsil gençliği nöbettedir. Bunları takviyesiz bırakmayacağınıza eminim. Lütfen ve merhameten bu bölgeye 
komando birlikleri göndermenizi rica ederim...” (Özter, 2004, s.131) 

Zorlu bir deniz yolculuğundan sonra, Denktaş ve beraberindekiler 31 
Temmuz 1964 gecesi Erenköy’de mücahitler tarafından karşılanır. Denktaş, 
Erenköy’e ayak bastıktan sonra not defterine şunları yazar: “Sekiz aylık bir 
ayrılıktan sonra Kıbrıs’a ayak basıyorum. İçimde tuhaf bir his var... Sanki 

Kıbrıs’a değil de işgal altında bulunan Anadolu parçasına geldim. Bizi 
karşılayanlar hep yorgun, bitkin insanlar, içlerinde ağlayanlar var. Ağlamamak 
için kendimi zor tutuyorum. Kıbrıs’tayım artık... Kıbrıs!” (Batur, 2007, s.269) 

Denktaş’ın Erenköy’deki günleri şiddetli çarpışmalarla geçer. Ankara’ya 
Rumların şiddetini anlatan telgraflar, yıldırım mesajlar yağıyordu. Ancak, 
önceki bölümlerde yer verilen 1964 Johnson Mektubu Türkiye’ye müdahale 
olanağı vermiyordu. Rumlar, bu durumla dalga geçiyor megafonlardan 
“Bekledim de Gelmedin, Sevdiğimi bilmedin... şarkısını çalıyorlardı. (Azizoğlu, 
2013,1) 8 Ağustos’ta nihayet Türk uçakları Kıbrıs semalarında ihtar uçuşu 
yapıp, Türkiye’ye geri dönüyordu. İhtar uçuşlarına rağmen Rum saldırılarının 
devam etmesi üzerine Türk Bakanlar Kurulu, 8 Ağustos gecesi Denktaş’ın 
beklediği kararı alıyordu: “Türkiye’nin askeri müdahalesini önlemek için derhal 
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni acil toplantıya çağıralım. Erenköy kıyı 
şeridini ele geçirmek için sabah erkenden saldırıya geçelim” (Milliyet, 8 
Ağustos 1964,s.1) Türk uçakları 8 Ağustos gecesi Rum askeri hedefleri 
bombalamaya, asker ve silah çıkartmaya başladılar. (Milliyet, 8 Ağustos 
1964,s.1) Türkiye’nin müdahalesinin ardından Birleşmiş Milletler ve ABD 
harekete geçiyor, telefon ve telgraf trafiği başlıyordu. Yunanistan telaşa 
düşüyor, ABD’den ateşkes sağlanması için yardım istiyordu. (Milliyet, 8 
Ağustos 1964,s.1) Makarios ise Bakanlar Kurulu’nu toplayarak yenilginin 
sorumlusunun Grivas olduğunu ileri sürüp, Sovyetler Birliği’nden yardım 
istenmesini talep etmiştir. Makarios’un yardım çağrısından sonra Sovyet 
Başbakanı Kruşçev, Başbakan İsmet İnönü’ye bir mesaj göndererek, 
Türkiye’nin “Kıbrıs’a saldırıda bulunarak üzerine sorumluluk aldığını” öne 
sürmüştür. 9 Ağustos tarihinde İnönü’ye gelen mesaj 13 Ağustos’ta 
cevaplandırılmış ve cevabı mesajda, Kıbrıs Rum tarafının gayri insani ve gayri 
ahlaki davranışlarına dikkat çekilerek, Sovyetler Birliği’nin bu tür hareketlerin 
durdurulmasına yardımcı olması istenmiştir.” (Tarakçı, 2010, s.53-54) 

9 Ağustos günü çarpışmaların tekrar başlaması üzerine Türk uçakları 
Rum kuvvetlerine karşı tekrar saldırıya geçtiler. Türk jetlerinin müdahalesi 
sonucu Rumlar saldırıyı durdurmak zorunda kaldılar. Harekât sırasında uçağı 
düşen pilot Yüzbaşı Cengiz Topel de şehit olmuştur. (Milliyet, 10 Ağustos 
1964,s.1) 

Denktaş ve mücahitler, 10 Ağustos günü Türkiye’den gelecek takviye 
gücü bekliyordu ancak Türkiye takviye için dört gün eğitim görmüş 40 
üniversiteli genç göndermişti. Rumların yeniden saldırması bekleniyordu ve 

Türkiye’den yeterli destek sağlanamamıştı. Birinin Ankara’ya gidip Erenköy’deki durumun vehametini anlatması gerekiyordu. Bunun için en uygun kişi Denktaş’tı. Ayrıca Denktaş’ın toplumdaki yeri, görevi açısından güvenliği önemliydi. Denktaş, takviye gücü getiren tekneyle, aklı ve kalbi Ada’da kalarak 
Ankara’ya geri dönüyordu. (Satan-Şentürk, 2012, s.490) 

Denktaş, 10 Ağustos 1964 gecesi, 4 yıllık sürecek sürgün hayatına devam 
üzere Ankara’ya geri dönüyordu. 11 Ağustos günü General Turgut Sunalp’e 
giden Denktaş, Sunalp’ten İnönü’nün talimatını dinledi: “Rauf, İsmet Paşa sana 
hemen bir ev tahsis edilmesini istedi. Maaş bağlanacak. Araba ve şoför 
verilecek. Dışişlerinde Kıbrıs Dairesi’nde çalışacaksın ve Kıbrıs’la ilgili dış 
temasları yürüteceksin.” (Batur, 2007, s.292) Denktaş, Ada’ya çıkmadan önce 
de Dışişleri’nde çalışıyordu. Bu arada Birleşmiş Milletlerin devreye girmesi ile 
Ada’da ateşkes sağlanıyor, 11 Ağustos’ta İnönü Birleşmiş Miletler Güvenlik 
Konseyi’ne “bombardımanı durdurduk” mesajını gönderiyordu. (Milliyet, 12 
Ağustos 1964, s.1) Erenköy Savaşı’nın başlarında, “Türkiye müdahale ederse 
kurtaracak Türk bulamayacaktır” diyen Makarios, Türk savaş uçaklarının iki 
günlük harekâtından sonra ateşkese razı olmuştur. (Tarakçı, 2010, s.53-54) 
Türkiye’nin birçok yerinde Kıbrıslı Türklere destek mitingleri yapılıyordu.( 
Tercüman, 29 Ağustos 1964, s.1) Başbakan İsmet İnönü, Ada’daki Rumların 
Türklere saldırılarını devam etmesi karşısında Yunanistan tepkisiz kalmaya 
devam ederse savaş çıkma ihtimalinden söz etmeye başlamıştı. ( Hürriyet, 4 Eylül 1964, s.1) 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Kıbrıs Sorununun Tarihsel Gelişimi.,

Kıbrıs Sorununun Tarihsel Gelişimi.,





1571- Kıbrıs Osmanlı devleti tarafından fethedildi ve ilk Türk cemaati adaya yerleştirildi..

1878- Ruslar karşısındaki yenilgide fazla ödün vermemek için, ada Britanya İmparatorluğu'na kiralandı (Osmanlı mülkiyeti devam ediyor sayılmakla birlikte, yönetim tamamen İngilizlere geçti). 

1914- İngiltere adaya tamamen el koydu.

1923- Lozan Barış Antlaşması'nın 20. Maddesi gereğince, Türkiye adanın İngiltere'ye ilhakını kabul etti.

1925- Kıbrıs Crown Colony olarak ilan edildi ve adaya ilk Türkiye Cumhuriyeti konsolosu atandı.

1931- Rumların Enosis isyanı başladı. 

1943- İngiltere güdümlü 'Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu' (KATAK) kuruldu, ancak gelişemedi.

1944- Doktor Fazıl Küçük, 'Kıbrıs Milli Türk Halk Partisi'ni kurdu.

1950- Yunanistan hükümeti, Birleşmiş Milletler'e ulusların kendi kaderlerini tayin haklarının Kıbrıs için de uygulanması yolunda başvuruda bulundu.

1954- Yunanistan, Birleşmiş Milletler'e Self-Determinasyon için başvurdu. Türkiye karşı çıktı. Birleşmiş Milletler, Yunan talebini reddetti.

1955- Türkiye ilk kez sorunda taraf olmayı kabul etti ve 29 Aralık'ta Londra'da İngiltere ve Yunanistan'ın katıldığı toplantıda, Türkiye de temsil edildi. 
Yunan terör örgütü EOKA 1 Nisan'da adada faaliyete geçti.

1956- İngiliz hükümeti, Başpiskopos Makarios'u Seyschelles Adaları'na sürdü. 
Birleşmiş Milletler'de Türkiye ilk kez, 'taksim' tezini açıkladı. 
İngiltere, askeri üssünün kalması koşuluyla 'Self-Determinasyon'u kabul etmeye yanaştı.

1957- NATO arabuluculuk görevini üstlenince, EOKA geçici olarak ateşkes ilan etti. Makarios serbest bırakıldı.

15 Kasım'da Türk Mukavemet Teşkilatı kuruldu. TMT

1958- Kıbrıs'ın İngiliz Milletler Topluluğu içinde kalmasına ama Türkiye ve Yunanistan'la da bağlara sahip olmasına dayalı 'MacMillan Planı' gündeme geldi.

1959- İngiltere Başbakanı ve üç devletin dışişleri bakanlarının katılımıyla Zürih Antlaşmaları onaylandı. Cemaat temsilcileri olarak Makarios ve Dr. Küçük de toplantıya katıldılar. 

1960- Kıbrıs Anayasası imzalandı. Adaya simgesel Türk ve Yunan birlikleri yerleştirildi. Makarios cumhurbaşkanı, Fazıl Küçük Cumhurbaşkanı yardımcısı oldu. 

1963- 21 Aralık'ta Noel katliamı ile EOKA, Türk cemaatine karşı 'etnik temizleme ve adadan kaçırma' politikasını doruğa çıkardı. Eylemleri 1964 Ağustos'unun ortalarına kadar sürdü. 30 Aralık'ta ise Makarios 13 maddelik anayasa değişikliği önerisini açıkladı ama Türkiye buna karşı olduğunu bildirdi.

1967- Yunanistan'da ordu yönetime el koydu ve 1974'e kadar iktidarda kaldı. Subaylar halkın desteğini elde etmek için Kıbrıs'ta EOKA'ya desteği arttırdılar. Türkler iyiden iyiye gettolara sıkıştırılmaya başlandı. Yunan ordusunun 15 bin askeri, gayri resmi olarak adaya yerleştirildi. Türklere karşı sürdürülen soykırımın kesilmesi için Türk ve Yunan başbakanları arasında düzenlenen toplantı da bir sonuç vermeyince, Türkiye askeri müdahalede bulunacağını açıkladı. 
Yunanlılar üç Türk köyünden geri çekilirken arkalarında 24 ölü bıraktılar.
TBMM hükümete müdahale yetkisi verdi. Türk uçakları Kıbrıs üzerinde uçmaya başladı. Donanma ve çıkarma birlikleri harekete geçti. ABD'nin arabuluculuğuyla Yunan birliklerinin geri çekilmesi sağlanınca, Türk harekatı durduruldu. 
1964'ten beri Türkiye'de bulunan Rauf Denktaş gizlice adaya gitti. Denktaş, Yunanlı tutuklandı ama Türkiye ve ABD'nin baskısıyla iade edildi.

5 Temmuz 1974- Yunanlı subayların yönettiği Ulusal Muhafız Örgütü, Cumhurbaşkanı Makarios'u devirdi ve EOKA-B önderi Nikos Sampson'u 'cumhurbaşkan' ilan etti. 
Bu hareketle, Enosis'in gerçekleştirilmek istendiğini anlayan Türkiye, garanti anlaşması uyarınca İngiltere'yi ortak eyleme davet etti. İngiltere'nin katılmaması üzerine, 19 Temmuz'da Türk çıkarma gemileri denize açıldı ve 20 Temmuz'da denizden çıkarma ve havadan indirmelerle Girne bölgesi kontrole alındı. Ancak Yunan birliklerinin adada garantör olarak bulunan Türk birliğine saldırması çarpışmaları bütün ada yüzeyine yaydı. 22 Temmuz'da Birleşmiş Milletler'in çağrısına uyularak ateş kesildi. Bu girişim sonucu, Kıbrıs'ta Nikos Sampson, Yunanistan'da ise askeri cunta devrildi ve Yunanistan demokrasiye döndü. 

16 Ağustos 1974- Cenevre'de sürdürülen barış görüşmelerine rağmen Yunanistan hiçbir uzlaşmaya yanaşmak niyetinde olmadığını gösterdi. Aksine köylerdeki Türkleri öldürmeye devam ettiler. Bunun üzerine Türk ordusu adanın yüzde 37'sini kontrol altına alacak kadar ilerledikten sonra ikinci harekatı sona erdirdi.

1975- 13 Şubat'ta, Kıbrıs Türk Federe Devleti kuruldu. 
Ayrıca, aynı yıl içerisinde BM gözetiminde nüfus mübadelesi gerçekleşti. 

1977-79- Denktaş-Makarios (1977) ve Denktaş-Klerides (1979) ile Doruk Anlaşmaları imzalandı. Bu anlaşmalarla, Kıbrıslı Rumlar ilk kez iki kesimli, iki toplumlu federal bir çözümü benimsedi.

1982- Papandreu, Şubat 1982'de Kıbrıs'ta yaptığı konuşmada "Kıbrıs'ın Helenizmin bir parçası" olduğunu söyleyerek, Kıbrıs sorunu ile ilgili bütün tarafların katılacağı bir "uluslararası konferans" toplanması gerektiğini ekledi.
BM Genel Kurulu, Rum tarafının başvurusu üzerine Ada'daki "işgal ordusu"nun derhal çekilmesini ve mültecilerin "isteğe bağlı olarak" geri dönmelerini tavsiye eden kararını aldı. Bunun üzerine KTFD Meclisi, 17 Haziran'da radikal bir adım atarak "Kıbrıs toplumunun self-determinasyon hakkı"na ilişkin bir karar aldı.

1983- 15 Kas1983'te, KTFD Meclisi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) adında bağımsız bir devlet kurulduğunu dünyaya ilan etti. KKTC'nin kurulması, Rum tarafının, Yunanistan'ın ve Batılı devletlerin yanısıra BM Güvenlik Konseyi'nin de tepkisini çekti.
Güvenlik Konseyi, 18 Kasım'da aldığı bir kararla bağımsızlık kararını kınadı. Türkiye'ye yakın bazı devletler KKTC'yi tanımanın eşiğine gelmişlerdi ki, ABD ve İngiltere'nin baskıları ile bu kararlarından vazgeçtiler. 13 Mayıs 1984'te de BM Güvenlik Konseyi 550 sayılı kararı ile KKTC'nin ilanını ayrılıkçı bir hareket olarak tanımladı.

1984-1990- KKTC'nin kurulmasından sonra toplumlararası görüşmeler yeniden başladı. KKTC kurulurken, 1977-79 Doruk Anlaşmalarına atıfta bulunularak, iki toplumlu, iki kesimli federal bir çözüme kapılar açık bırakılmıştı. 
Görüşmeler sürecinde; New York'ta 17 Ocak 1985'te ve 29 Mart 1986'da BM Genel Sekreteri'nin hazırlamış olduğu 'Kıbrıs Üzerine Anlaşma Taslağı', Kıbrıs Türkleri tarafından kabul edilip, Rumlar tarafından reddedildi. 

1990- BM Güvenlik Konseyi, bu tarihte 649 sayılı kararını aldı. Bu kararla BM, Ada'daki her iki tarafı da, kabul edilebilir bir çözüm bulma yolunda çaba göstermeye çağırdı. Aynı karar böyle bir çözümün iki toplumlu, iki kesimli bir anlayışa sahip olması ve çözümün siyasi olarak iki eşit toplum liderinin direkt görüşmeleri yoluyla sağlanması gerektiğini vurguladı. Kararın, Kıbrıs Sorunu'nu 1974'te değil de, 1960'lara hatta öncelerine dayandırması bir başka önemli nokta idi. 1990 Temmuz'unun ilk haftası içinde Kıbrıs Rum Yönetimi "Kıbrıs" adına AB'ye üyelik için başvurdu. BM'nin ve Türk tarafının uyarılarına rağmen topluluk 11 Eylül 1990'da bu başvurunun normal süreç içinde değerlendirilmesini kararlaştırdı.

1991- Turgut Özal, 1991'de Kıbrıs konusunda bir 'dörtlü konferans' toplanmasını önererek, o güne kadar sorunun iki toplum arasında görüşülmesi gerektiğini savunagelmiş olan Türkiye'nin bu anlayışına da değişiklik getirdi. Özal'ın önerisine göre Kıbrıs sorunu; KKTC, Kıbrıs Rum Yönetimi, Türkiye ve Yunanistan arasında ele alınmalıydı. 28 Haziran 1991'de BM Genel Sekreteri Perez de Cuellar, BM Güvenlik Konseyi'ne sunduğu raporda Türkiye'nin önerdiği Dörtlü Doruk Toplantısı'nı kabul ettiğini belirtti.

1992- 100 paragraftan oluşan BM Fikirler Dizisi, tarafların onayına sunuldu. New York'ta sürdürülen görüşmelerin ardından BM Genel Sekreteri Butros Gali, toprak düzenlemeleri ve anayasal konuların tümünü kapsayacak bir paket anlaşma hazırladı. Türk tarafı 100 paragraftan 91'ini onayladığını açıkladı. Rum tarafında ise, Kıbrıs Rum lideri Yorgo Vasiliu paketi onaylarken, daha sonra iktidara gelen Glafkos Klerides, bu pakete karşı çıktı.

1993- AB, Haziran 1993'te Kıbrıs'ın tam üyelik için gerekli şartları taşıdığını belirten görüşünü yayınladı. Aynı yıl Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimi arasında Ortak Savunma Doktrini imzalandı.

1994- BM Genel Sekreteri Butros Gali'nin girişimleriyle ortak anlaşma zemininin oluşturulması amaçlı Güven Arttırıcı Önlemler Paketi' düzenlendi. ABD'nin destek verdiği pakete Rum tarafı karşı çıkınca 1994'te rafa kaldırıldı.

1996- 3 Haziran'da bir Kıbrıslı Rum asker, BM denetimindeki bölgede bir Kıbrıslı Türk asker tarafından vurularak öldü. 
11 Ağustos 1996'da Kıbrıslı Rum motosikletçiler, Yeşil Hat'tı geçmeye kalkışınca Kıbrıslı Türk göstericiler ve Türk askerleri ile çatıştı. 70'ten fazla kişi yaralandı. Bir Kıbrıslı Rum öldü. 
14 Ağustos 1996'da Kıbrıs'ta Derinya bölgesinde Türk güvenlik güçleri, Türk bayrağını indirmeye kalkışan bir Rum gencine ateş açtı. Rum genç hayatını kaybetti. 
8 Eylül 1996'da Güney Kıbrıs tarafından açılan ateş sonucu bir Türk askeri öldü, biri yaralandı. 
13 Ekim 1996'da Kıbrıs Türk kesimine geçen bir Rum, Kıbrıslı Türk askerlerince öldürüldü. 
6 Şubat 1997'de Kıbrıslı Türk ve Rumlar birbirine ateş açtı. Ölen ya da yaralanan olmadı.

1997- 4 Ocak'ta Kıbrıslı Rumların, Rusya'dan S-300 yerden havaya 150 km. menzilli füze alımına ilişkin anlaşmaya imza koyması uluslararası arenayı ve dolayısıyla hassas Türk-Yunan ilişkilerini karıştırdı. 
Türkiye, Kıbrıslı Türklerin güvenliğini tehdit edecek herhangi bir gelişmeye göz yummayacağını açıkladı. İngiltere ve BM de anlaşmaya sert tepki gösterdi. 24 Şubat 1997'de AB, Kıbrıs'ın AB'ye tam üyeliğine ilişkin geleneksel tavrını değiştirerek, Kıbrıs'ın AB'ye tam üyeliğinin gerçekleşebilmesi için Ada'da önce siyasi bir çözümün şart olduğunu açıkladı. Yunanistan da bu açıklamaya tepkilerini bildirdi. AB, ilk defa topluluğa tam üyelik konusunda Kıbrıs Türklerinin de dikkate alınması gerektiğini, tam üyelik görüşmelerine Ada Türklerinin de katılması gerektiğini belirtmek suretiyle net bir şekilde ifade ediyordu. Yunanistan Dışişleri Bakanı Theodoros Pangalos, bu açıklamaların hemen ardından AB'nin Doğu'ya doğru genişlemesini veto edeceğini açıkladı.

1999- AB'nin 10-11 Aralık 1999'da yaptığı Helsinki zirvesinde Türkiye'nin AB'ye tam üyelik için adaylığı resmi olarak kabul edildi. Türkiye için tarihi bir öneme sahip olan bu zirvenin sonuç belgesinde genişleme sürecindeki Türkiye'nin konumu ve Kıbrıs sorunuyla ilgili özel maddeler de yer aldı.
Buna kapsamda "Avrupa Birliği Konseyi, politik bir çözümün Kıbrıs'ın Avrupa Birliği'ne katılımını kolaylaştıracağının altını çizer. Üyelik müzakerelerinin tamamlanmasına kadar kapsamlı bir çözüme ulaşılamamış olursa, Konsey'in üyelik konusundaki kararı, yukarıdaki husus bir ön şart olmaksızın verilecektir. Bu konuda, Konsey tüm ilgili faktörleri dikkate alacaktır" ifadelerine yer verilmiştir.

2000- AB Komisyonu'nun 7 Kasım 2000'de açıkladığı ve Türkiye'nin AB'ye üyelik sürecindeki "yol haritasını" çizen Katılım Ortaklığı Belgesi'nde (KOB) yer alan Kıbrıs'la ilgili ifadeler Türkiye-AB arasında büyük bir krize neden oldu.
Komisyon'un, Yunanistan'ın baskısıyla KOB'un kısa vadeli öncelikler bölümüne Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin baskıcı ifadeler eklemesi Türkiye tarafından "önkoşul" olarak algılandı. KOB'un içeriğinin Helsinki zirvesinin çizgisinde yer almasını isteyen Türkiye, AB'nin bu tutumuna sert tepki gösterdi. 

2001- Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Romano Prodi, Kıbrıs sorunu çözülmeden de Güney Kıbrıs'ın üyelik başvurusunun değerlendirilebileceğini söyledi. 
Rauf Denktaş ile Glafkos Klerides, 4 Aralık'ta Lefkoşa'daki 'Yeşil Hat'ta, BM gözetiminde bir araya geldiler. 

15 Mayıs 2002- Ada, 1979 yılından bu yana ilk kez bir BM genel sekreterini ağırladı. BM Genel Sekreteri, Kıbrıs Rum kesimi lideri Glafkos Klerides'le görüştükten sonra KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş'la da bir araya geldi. 
Bundan sonraki süreç ise Annan planı ve Kıbrıs Rum Kesiminin AB ye üye olması ile devam etmiştir. 

http://arsiv.sabah.com.tr/ozel/kibris13/dosya_13.html

***

22 Temmuz 2017 Cumartesi

KIBRIS BARIŞ HAREKATI


 KIBRIS BARIŞ HAREKATI






Haluk DURAL 
Kıbrıs Barış Harekâtı! 

RAUF DENKTAŞ - KIBRIS BARIŞ HAREKATI

Bugün 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtının 43. Yıldönümü.

 Adada sağlanan barış üzerine 1960 yılında kurulmuş olan Kıbrıs Cumhuriyetini yıkan Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios ve Makarios’a karşı darbe yapan faşist Nikos Samson’un Türklere başlattığı vahşi etnik temizlik ve soykırım saldırılarına karşı Türk Ordusu, Başbakan Ecevit başkanlığındaki CHP+MSP koalisyon hükümetinin kararlı tavrı üzerine Garanti Andlaşmasının verdiği yetki ile adaya müdahale edip Türk vatandaşlarının hayatını kurtararak, iki bölgeye ayrılan adaya 43 yıldır devam eden bir barış getirmiştir.

Bu harekât sadece Kıbrıs’a değil, faşist askeri cuntanın da yıkılmasına yolaçarak Yunanistan’a da iç barış ve demokrasi getirmiştir.

Hatırlamakta yarar vardır. Yunan propagandasının aksine Türkler Kıbrıs’ı Rumlardan değil, 1 Temmuz 1570’de Kıbrıs’a çıkan Lala Mustafa Paşa tarafından adayı işgal altında tutan Venedikliler den almışlardır.

Batı emperyalizmi; Yugoslavya, Çekoslovakya (barışçıl), Sudan, Libya, Irak ve Suriye’yi kanlı ve vahşi saldırılarla milyonlarca masum insanı “demokrasi, insan hakları, özgürlük” sloganlarıyla öldürerek bölüp, parçalara ayırırken, Kıbrıs’ta Türk Ordusunun varlığı ve koruyuculuğu altında 43 yıldır Türklerin, ilan ettikleri bağımsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde olmak üzere, iki ayrı bölgede barış içinde yaşamalarını hazmedememekte, iki toplumun tekrar birleşerek Rumların liderliğinde Türklerin azınlık olacağı bir birleşik Kıbrıs kurulmasını istemekte ve her fırsatı kullanarak böyle bir çözümü zorlamaktadırlar.

Bunun iki temel sebebi bulunmaktadır. Birincisi Kıbrıs’ın sabit bir uçak gemisi gibi bütün Ortadoğuyu kontrol edebilecek bir coğrafî bir konumda olmasıdır. İkincisi ise Doğu Akdeniz yatağındaki petrol ve doğalgaz kaynaklarıdır.

Kıbrıs ve Doğu Akdeniz enerji varlıkları hakkındaki geniş bilgiye aşağıdaki bağlantıdan “ Doğu Akdeniz Enerji Kaynakları ” başlıklı makalemden ulaşabilirsiniz.

(http://www.dunya48.com/haluk-dural/24934-haluk-dural-dogu-akdeniz-enerji-kaynaklari)

Kıbrıs’a barış getiren, başta müdahale kararını alan Başbakan Bülent Ecevit ve Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan ile Kıbrıs Türklerinin bağımsızlık mücadelesinin liderleri Dr. Fazıl Küçük ve KKTC kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş olmak üzere, bütün Kıbrıs mücahitleri ve Türk Ordusunun şehit ve gazilerini minnet ve şükranla anarken, yaşasın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti diyoruz.

Saygılarımızla,

Millî Merkez Genel Sekreteri 
Haluk DURAL - 20 Temmuz 2017

http://www.dunya48.com/haluk-dural/30276-haluk-dural-kibris-baris-harekati

**

18 Kasım 2016 Cuma

1963 KANLI NOEL SONRASINDA KIBRIS TÜRKLERİNE BİLİNMEYEN BİRYARDIM GİRİŞİMİ ÜZERİNE BÖLÜM 1





1963 KANLI NOEL SONRASINDA KIBRIS TÜRKLERİNE BİLİNMEYEN BİRYARDIM GİRİŞİMİ ÜZERİNE BÖLÜM 1






Motif Akademi Halkbilimi Dergisi 
2013-1(Ocak-Haziran)
(Kıbrıs Özel Sayısı-I), s.277-3081963 


Kanli Noel Sonrasinda Kibris Türklerine Bilinmeyen Bir Yardim Girişimi Üzerine 
ULVİ KESER

1963 KANLI NOEL SONRASINDA KIBRIS TÜRKLERİNE BİLİNMEYEN BİRYARDIM GİRİŞİMİ ÜZERİNE

AboutanUnknownAttemptofHelptoTurkishCypriotsAfter1963BloodyChristmas

Ulvi KESER * 

Özet:

Türkiye,İngiltere ve Yunanistan’ın garantörlüğünde 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Yunanistan’ın ve Rumların adayı Yunanlaştırmak ve Yunanistan’a bağlamak için giriştikleri Türklere yönelik saldırıların ardından KanlıNoel denilen haftada fiili olarak yıkılmasının ardından Kıbrıs Türkleri için acılarla dolu yeni bir dönem başlar. 

Bu devredede Kıbrıs Türklerine yardıma koşanların başında Türkiye ve Kızılay gelmektedir. Her türlü insani yardım faaliyeti yanında Kızılay ayrıca Türkiye’de tedavüle sürdüğü Kıbrıs’a Yardım Pulu sayesinde topladığı nakit gelirle de Kıbrıs Türklerinin derdine derman olmaya çalışır. 

Bu çalışma Kıbrıs Türklerine yönelik bu yardım girişimlerine mercek tutmak üzere kaleme alınmıştır. 

Anahtar kelimeler:Kıbrıs, Türkiye, Kızılay, Kanlı Noel, Kıbrıs’aYardım Pulu

Abstract:Republic of Cyprus establishedunderthe guarantee of threeguarantorcountries; Turkey, Englandand Greece collapsedin the week named Bloody Christmas duetothe Greekand Greek Cypriot attemptsand the attacks onTurkish Cypriotssoas to Hellenize the island and annexit by force, then Turkish Cypriots came face to face witha new periodof agony, isolation, and bitterlifeon the island. 

Starting from 21 stDecember 1963, Turkey and the Red Crescent are the ones which started helping and donating forTurkish Cypriots withnhesitationand draw backs. Inaddition to agoodvariety of humanitarianaid forTurkish Cypriots, RedCross Directorate also is suedaseries of 5 stamps named “Aid Stampfor Cyprus ”and the financial donations also presented toTurkishCypriot community on the island. This scientific studyaims at this unknown humanitarian aid suppliedand donatedbyTurkishRed Crescent General Directorate. 

Key words:Cyprus, Turkey, Red Crescent, Bloody Christmas, Aid Stamp for Cyprus 

*Doç.Dr., Atılım Üniversitesi Uluslararası İlişkiler BölümBaşkanı,
Atılım Kıbrıs Araştırmaları ve Uygulama Merkezi (AKAUM) Müdürü,
ulvi.keser@gmail.com,
ulvi.keser@atilim.edu.tr
Motif Akademi Halkbilimi Dergisi / 2013-1(Ocak-Haziran)(Kıbrıs Özel Sayısı-I)


****

Giriş


Doğu Akdeniz’de jeopolitik önemine bağlı olarak Avrupa, Asya ve Afrika kıtaları arasında kilit noktadadır. Coğrafî, fiziki, kültürel, folklorik değerler göz önüne alınınca ada Anadolu’nun bir parçasıdır.1 Ancak 1950 yılında Kıbrıs tekrar öne çıkar ve önce İngilizlere karşı başlayan EOKA tedhişi çok geçmeden Türklere de yönelir ve ilk olarak Türkiye Büyükelçiliği Basın Ataşeliği’ne bomba yağar.2 Olup bitenleri henüz kavrayamayan İngilizler ise ne yapacaklarını bilmez bir durumdadırlar.3 EOKA’nın tedhiş faaliyetleri artarak devam eder. Ancak Türk tarafında bu faaliyetlerle ilgili kıpırdanmalar da başlamıştır.4 
1 Nisan 1955 tarihinde başlayan ve artarak şiddetlenen olaylar karşısında Kıbrıslı Türkler de tamamen müdafaaya yönelik olarak Karaçete, Volkan, 9 Eylül, 
Türk Mukavemet Teşkilatı gibi organizasyonların içine geçerek kendilerini savunmaya çalışırlar. Kıbrıs’taki kargaşa ortamı Zürih ve Londra anlaşmalarına kadar devam eder ve Kıbrıs Cumhuriyeti ile ilgili görüşmeler sonrasında Rumlar ve Kıbrıslı Türkler arasında Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğünde Kıbrıs Cumhuriyeti tesis edilir.5 Ancak kurulan yeni cumhuriyet de EOKA saldırılarını durdurmaya yetmeyecek ve 21 Aralık 1963 günü Kıbrıs tarihine Kanlı Noel olarak geçen süreçte adada yaşayan bütün Türkleri ortadan kaldırmaya yönelik Akritas Planı devreye sokulacaktır. EOKA’nın eli kanlı liderlerinden Nikos Sampson’un6 kurduğu OPEK (Kıbrıs Rumlarını Koruma Teşkilatı) 1961 Nisan’ında Başkan Promitheus imzasıyla yayımladığı bir bildiriyle hem Kıbrıs Türklerine ve Türkiye’ye, hem de Kıbrıslı Rumlara gözdağı vermeğe çalışır.7 1960–1963 yılları arasındaki 3 yıl içinde Londra ve Zürih anlaşmalarının isabetsiz ve kendi iradesinin dışında imzalandığını tekrarlayıp duran Makarios, Enosis hedefine ulaşabilmek için Kıbrıs Cumhuriyeti’ni atlama tahtası olarak görür. EOKA’nın bütün ileri gelenleri kilit noktalarda görevlere getirilir ve gizli silahlanmaya da hız verilir. Makarios bunun için bu dönemde bütün gücünü Anayasanın ve özellikle 
Türklerle ilgili olan 13. maddenin değiştirilmesi yönünde yoğunlaştırır. Oluşturulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yıkmaya ve daha sonra ortaya çıkacak Akritas Planı8 ile adadaki bütün Türkleri katletmeye yönelen Rumlar oluşturulan Cumhuriyetin korunmasına da müsaade etmezler. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra faaliyetlerine son verdiği ve silahlarını teslim ettiği açıklanan EOKA’nın ise bu silahları gerçekte teslim etmediği zamaniçerisinde pek çok vesileyle ortaya çıkacaktır.9 

Makarios'un planı Rum okullarından Rumların kontrolündeki Kıbrıs Radyosu'na kadar bütün imkânların zorlanmasıyla devam eder. Kıbrıs Türklerine karşı gösterilen bu kin ve nefret duygusu sıradan Rumlar için de geçerlidir.10 Bu dönemde bütün resmi törenlerde Yunan millî marşı çalınır, Lefkoşa'daki Başkanlık Sarayı ile Cumhurbaşkanı Makarios'un makam aracına da Yunan bayrağı asılır.1959 Zürih ve Londra Anlaşmaları’ndan sonra Atina’da yayımlanmaya başlayan ve Kıbrıs’taki EOKA mensuplarına gönderilen “Agonitis/Mücadeleci“ isimli gizli Rum gazetesiyle ortaya çıkan ve 21 Nisan 1966'da Grivas yanlısı yayın yapan Patris gazetesinin ana hatlarıyla yayımladığı ve EOKA liderlerinden Polikarpos Yorgacis'den Cumhurbaşkanı Makarios'a, Nikos Sampson'dan Glafkos Klerides'e kadar birçok kişinin kanlı katliamlarından sorumlu olduğu, adını bir IX. yüzyıl Bizans destanından alan ve bütün Kıbrıs Türklerini topyekûn ortadan kaldırarak adayı bir Yunan adası haline getirmeyi hedefleyen Akritas Planı uygulamaya konulur.11 

Kıbrıs’ta Rumların Türklere yönelik faaliyete geçecekleri konusunda İngilizlerin de bilgisinin bulunması sonucunda İngiliz İçişleri Bakanlığı da harekete geçer. 
Buna göre adada ortaya çıkan hareketlilikle ilgili olarak TMT karargâhı, bölge komutanlıklarına direktif vererek Rumlar tarafından Türklerin haklarına yönelik meydana gelebilecek herhangi bir harekete derhal karşı konulmasını emretmiştir.12 İngilizler bu arada TMT mensuplarının cesaretleri sayesinde herhangi bir duruma karşı koyabilecekleri ancak gerekirse Kıbrıs Türk Alayı’ndan da destek görebilecekleri,hatta bu konuda Türkiye’den de yardım sağlayacakları konusundadır.13 

İngilizler istedikleri türden bilgilere sahip olabilmek için TMT karargâhına veya bölge karargâhlarına sızmak gerektiğinin bilincindedirler ancak “çok sıkı, son derece sadık ve disiplinli” bir örgüt olarak nitelendirdikleri TMT içine sızmak pek de kolay değildir.14 Ancak bu konuda Rumlar planlarını çok daha önceden hazırlamışlardır.15 
Türk bölgesine geçmeye çalışan ve Kıbrıslı Türkleri taciz etmeye yönelik girişimlerde bulunan EOKA’cıların hareketleri TMT tarafından da yakından takip edilmektedir.16 
Türkleri toptan yok etmek için İçişleri Bakanı Yorgacis tarafından silahlandırılan eski EOKA’cıların Türklere acımasız davranışlarda bulunması, daha sonra da yollara barikatlar kurarak Türk motosikletlileri durdurmaları ve dayak ve küfürle kimliklerini göstermelerini istemeleriyle yükselen tansiyon 21 Aralık 1963 Cuma günü 02.00’de iyice yükselir.17 Türkleri toptan yok etmek için İçişleri Bakanı Yorgacis tarafından silahlandırılan eski EOKA’cıların Türklere acımasız davranışlarda bulunması, daha sonra da yollara barikatlar kurarak Türk motosikletlileri durdurmaları ve dayak ve küfürle kimliklerini göstermelerini istemeleriyle 21 Aralık 1963 Cuma günü tansiyon iyice yükselir.18 Rumların ve EOKA’nın bütün baskı, tedhiş ve olumsuz davranışlarına karşılık TMT’nin özellikle komuta kademesinde görev yapanların sağduyulu ve soğukkanlı girişimleriyle sivil Rumların zarar görmesinin de önüne geçilir. Ne acıdır ki özellikle Aralık 1963 tarihinde Kıbrıs Türklerinin sağduyulu yaklaşımları ve TMT’nin sivil Rumları korumaya yönelik girişimleri aynı karşılığı Rumlardan görmeyecektir.19 Tahtakale mahallesinde Girne’den Lefkoşa’daki evlerine dönen iki arabadaki 6 erkek ve dört kadından Zeki Halil ve Cemaliye Emirali Rum polislerin makineli tüfeklerle ateş açmalarıyla hayatlarını kaybeder. Savunma Bakanı Yorgacis, 
Makarios’un şahsi doktoru Vassos Lyssarides ve Nikos Sampson’un idaresindeki EOKA’cılar Akritas Planı’nı uygulamaya geçer. Bu dönemde ortaya çıkan ise sözde faaliyetlerine son vermiş olan EOKA’nın yerine derhal ve yeniden teşkil edilen EOKA-B örgütüdür.20 Rumların bütün tahriklerine rağmen Türkiye ise sorunu hukuki yollardan çözebilmek için uğraşmaktadır; ancak bütün bu gayretler sonuçsuz kalacaktır.21 21 Aralık 1963 katliamından bir gün sonra da polis araçlarıyla Rum polisler Lefkoşa Türk Lisesi öğrencilerinin üzerlerine ateş açarlar. Aynı gece saat 22.30 civarında Lefkoşa’da toplanan Rum polis ekipleri Girne yolu üzerinde bulunan Aspava Bar bölgesinde pusu kurarak Türkleri katletmeye devam ederler.22 23 Aralık 1963 Pazartesi günü de çarpışmalar bütün şiddetiyle devam eder. 

Aynı gün Devlet Hastanesi’nde bulunan 6 yaralı Türk’e kan verilmesi reddedilir. O günün bilançosu 12 Türk ölü, 50 Türk yaralı, 14’ü polis olmak üzere Girne’de kaçırılan 18 kişidir.23 Lefkoşa'nın Türk bölgesine 6 saat içerisinde gireceklerini ve “ Türkler meselesini ” kan ve şiddetle çözeceklerini düşünen24 Rumlar Kıbrıs'ta konuşlandırılan Yunan Alayı'ndan da destek almalarına rağmen bunu başaramazlar. Sadece Küçük Kaymaklı bölgesinde Rumlara destek olarak 1000 kişilik Yunan askerinin geldiği25, Ledra Palas Oteli'nden Türklere ateş açılan silahların 7.7 piyade tüfeği, 9 mm. Sten, 9 mm. Beratta ve 9 mm. Sterlin otomatik tabanca, M-l piyade tüfeği, Vikers makineli tüfek, Jungle piyade tüfeği olduğu göz önüne alınırsa Türk direnişi daha iyi anlaşılır. Küçük Kaymaklıda Türklerin elinde ise Birinci Dünya Savaşı’ndan kalmış silahlar yanında 6 tüfek, 5 Sten, bir tanesi bozuk olmak üzere 2 Bren hafif makineli tüfek, birkaç tabanca ve çok az cephane vardır.26


Kumsal Katliamı



  “ İnsan hafızasının dahi kabul edemeyeceği tecavüzler ”27  yanında 24 Aralık Salı günü de Rumların saldırıları bütün şiddetiyle devam eder. 

Kumsal bölgesinin ölü bölge olarak düşünülerek savunmasız bırakılması üzerine, burada yaşayan Avrağami isimli Ermeni asıllı bir Rum’un bu bölgede Türk direnişi olmadığını Rumlara haber vermesiyle Rum saldırıları bu bölgede de başlar. Terezepulos isimli bir Yunan subayının komutasındaki 150’den fazla Rum bölgede bulunan Severis Un Fabrikası’ndaki Rumların ateş desteğiyle Kumsal bölgesine gelir ve Lefkoşa’nın Kumsal semtinde İrfan Bey Sokak, 2 numarada oturmakta olan Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı doktoru Binbaşı Nihat İlhan’ın 37 yaşındaki eşi Mürüvet, çocukları 6 yaşındaki Murat, 5 yaşındaki Kutsi ve henüz 10 aylık olan Hakan saklandıkları küvetin içinde Rumlar tarafından katledilirler.28 ABD görevi sonrasında 20 Mart 1963 tarihinde Kıbrıs’ta göreve başlayan ve bu görevi 28 Aralık 1963 günü 9 ay 10 gün gibi son derece kısa bir sürede ve beklenmedik bir şekilde sona eren Binbaşı Nihat İlhan ise katliam yaşanırken birliğinde görevdedir.
29 Özellikle Küçük Kaymaklı ve Gönyeli civarında çarpışmalar devam ettiğinden hastaneye devamlı yaralı getirilmektedir. Hayatında otobüs kullanmamış olan 
Binbaşı Nihat İlhan hiç yardımcı olacak kimse bulamayınca hastanedekileri ve ameliyat malzemelerini çatışmaların ortasında kalan Kaymaklı’dan götürmek için direksiyona geçer ve otobüsle Gönyeli’deki hastaneye dönüştürülen okula gelir. Bu arada imkânsızlıklar içinde kalmış Kıbrıslı Türk bir hemşire de yaralı birisini Kaymaklı’dan Gönyeli’ye kadar sırtında taşıyarak getirir ve onun ameliyatına da girer.30 Tarihe ‘Kumsal Katliamı’ olarak geçen ve ‘tek suçları babalarının bir Türk subayı olması olan masum çocukların Rumlar tarafından katledildiği’31 bu olayın gerçekleştiği ev daha sonra evin sahibi Hasan Yusuf Kudum tarafından ‘Barbarlık Müzesi’ haline getirilir.32 Öte yandan Nikos Sampson taraftarları ve KKTC’de yaşayan bazı kişiler tarafından yıllar sonra bu katliamı Türklerin yaptığı ve Rumlara karşı bir tahrik unsuru olarak kullanılmak istendiği şeklinde bazı iddialar ileri sürülür.33Türkiye'den gelen askerî bir uçakla Ankara’ya sevk edilen bütün vücutları alçıya alınmış sözde ağır yaralılar Kıbrıs'tan belge ve fotoğraflar getirdiklerini ilk defa Başbakan İsmet İnönü ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Tural'a açıklarlar. Bu arada hastanede tedavilerinin tamamlanmasının ardından tekrar Kıbrıs’a dönmek isteyen yaralılarla ilgili olarak Kıbrıs adasında Rumlar tarafından çıkarılması 
muhtemel zorluklar konusunda öncelikle bir araştırma yapılır ve ardından Dışişleri Bakanlığı tarafından “…Beş Kıbrıslı yaralının Kıbrıs’a döneceklerinin, gerekli emniyet tedbirlerinin alınması için BM Kumandanlığı nezdinde teşebbüste bulunulmak üzere Cumhurbaşkanlığı muavinliğine bildirildiği ifade edilmekte ve muteber pasaport hamili olmamaları bahanesiyle bundan evvelki yaralı kafilesinin gelişinde Rumların çıkardığı müşküllerin tekerrürüne meydan vermemek bakımından bahsi geçen şahısların muteber pasaportla Kıbrıs’a gelmelerinin sağlanması…”34 denilir. Kızılay tarafından ikinci grup olarak Kıbrıs’a gönderilecek olan hastalar listesinde N. Ahmet, Nemci Süleyman, Ayşe Halil, Növber Ali ve Işın İbrahim de bulunmaktadır. Gidemeyecekler listesinde ise Hacettepe Hastanesi’nde tekrar tetkikten geçecek Hüseyin Halil Salih, siyasi nedenlerle adaya gidemeyen Kemal Hıfzı ve Mersin’de Günaydın Oteli’nde kendi parasıyla kalmakta olan H. Yusuf Gudum da bulunmaktadır.35 28 Aralık 1963 tarihinde başlayan sargı bezleri içerisinde belge ve fotoğraf gönderme işlemi daha sonra da devam eder. Türkiye’ye tedaviye gönderilen yaralıların hemen hepsinin bacağı, kolu, beli doktorlar tarafından alçıya alınır. Bu esnada Türkiye'ye ulaştırılması istenilen belgelerle fotoğraflar da özel zarflar içinde sargıların altlarına yerleştirilir ve İngiliz askerî araçlarıyla Rum havaalanına getirilen yaralılar buradan Türkiye'ye gönderilir.36

21 Aralık 1963 Sonrası Kıbrıs’a Yardım Faaliyetleri1963 sürecinde Kıbrıs’a yapılan yardım faaliyetleri esasında Kıbrıs Türklerine yönelik ilk yardımlar değildir.1950 yılında da sel felaketine bağlı olarak Kızılay tarafından 
Kıbrıs Türklerine yönelik bir yardım girişimi söz konusudur. Kıbrıs’ta sıkça görüldüğü üzere 1950 yılının hemen başında son 20 seneden beri eşine rastlanmayan su baskınları ve sel felaketleri meydana gelmiştir.37 Konuyla ilgili olarak Kızılay Genel Başkanlığına bir teşekkür mesajı gönderen İngiltere ise gerek adadaki İngiliz Valisi ve gerekse Müstemleke Müsteşarı ile Yardım Komitesi Başkanlığının bu yardımlardan dolayı şükranlarını iletir. İngilizler tarafından gönderilen yazıda Yunan Kızılhaç Teşkilatı tarafından adadaki bu sel felaketi nedeniyle ancak 100 İngiliz Lirası gönderebildiğinin belirtilmesi ise son derece manidardır.38 

Öte yandan Dışişleri Bakanlığı tarafından Kızılay’a yapılan müracaatla söz konusu felaketzedelere yapılacak 5.000 liralık yardımın Türkiye’nin Kıbrıs Başkonsolosluğu tarafından değil de bizzat adadaki İngiliz yönetimi tarafından yapılmasının daha uygun olacağı ve bu durumun da mahalli halka duyurulması istenir.39 
Kızılay’ın bu yardım faaliyeti dönemin gazetelerinde de M. Necati Özkan’ın “Kızılay kara gün dostudur.” yazısında olduğu üzere geniş yankı bulur.40 Kızılay tarafından Kıbrıs’a yönelik olarak bu yardım faaliyeti dışında başka yardımlar da söz konusudur. Örneğin Eylül 1953 döneminde Baf ve civarında meydana gelen deprem felaketi nedeniyle ilk etapta Kızılay tarafından 50 çadır gönderilmiş, ayrıca 40 bin liralık yardım malzemesi bizzat Başkonsolos Burhan Işın vasıtasıyla yetkililere teslim edilmiştir.41
21 Aralık 1963 sonrasında ilk etapta Kıbrıs Türk Cemaati Başkanlığına ulaştırılan bilgilere göre Lefkoşa içindeki 14 merkeze 2.109 kişi, Lefkoşa’da yakınlarının yanına sığınmak zorunda kalan 3.800 kişi, Lefkoşa ve Kaymaklı’dan kaçarak Hamitmandres’e sığınanlar 4.200 kişi, Gönyeli’ye sığınanlar ise 400 kişi olmuştur. 
Ayrıca Fota’ya 485, Ağırdağ’a 100 ve Ayakebir köyüne de toplam 670 Kıbrıslı Türk sığınmak zorunda kalır.42 21 Aralık 1963 günü Lefkoşa'nın Tahtakale bölgesinde Rumların saldırısıyla başlayan olaylar üzerine Türkiye Kızılay Derneği derhal harekete geçerek Türk Hava Kuvvetlerine ait üç uçakla 25 Aralık 1963’te Ankara'dan Kıbrıs'a yiyecek, giyecek, ilk yardım malzemeleri, çadır ve battaniyeler, 500 şişe kan ve ihtiyaç duyulan sağlık personelini sevk eder.43 Aralık 1963’te ilk etapta 22 Türk köyünün sakinleri saldırılara hedef olduklarından köylerini derhal terk ederek başka yerlere göç ederler.44 

Göçmenlerin barınma, giyecek, yiyecek ve sağlık sorunlarının çözümü maksadıyla TCM (TCM) Başkanı Rauf Denktaş tarafından Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçisi Mazhar Özkol’a da müracaat edilir.45
Aynı günlerde Türkiye’de bulunan Rauf R. Denktaş da Kızılay Genel Başkanlığını ziyaret eder ve Kızılay yardımlarının başlamasıyla ilgili TRT radyolarına bir demeç verir.46 

Ayrıca Kızılay Genel Merkezi tarafından Uluslararası Kızılhaç Teşkilatı ve Kızılhaç Dernekleri Lig’i Sekreterliğine de bir mesaj gönderilerek Kıbrıs’ta yaşanılanlar karşısında duyarlı olunması ve yardım elinin uzatılması istenir. 47 Kızılay Genel Başkanlığı bir yandan yurtiçinde Kıbrıs’a yönelik faaliyetlerini aynı hızla ve planlandığı şekilde devam ettirirken bir yandan da yurtdışında uluslararası yardım kuruluşları aracılığıyla bu çabalarına devam eder. Aynı girişimler Kıbrıs’taki İngiliz resmi yetkilileri vasıtasıyla da yapılır ve 31 Aralık 1963 günü itibarıyla Kızılay Genel Başkanı imzasıyla gönderilen yazıda “Destek vaadinde bulunduğunuz ve sağlık faaliyetlerine devam etmesi bağlamında garanti verdiğiniz seyyar hastanemiz Kıbrıs’a gönderilmiştir. Söz konusu bu seyyar hastanenin hizmet vereceği bölgeye taşınabilmesi için gerekli bütün araçları ve yardımı vermenizi rica ederiz. Bu yardım ve desteğin sizin ulusal geleneğiniz ve görev aşkınızın bir sonucu olarak ortaya çıkacağından eminiz. 

İnsani yardım görevlerinizin başarılmasında size gönülden başarılar temenni ederiz.”48 denilir. Öte yandan 21 Aralık 1963 sonrası ilk yaralı kafilesiyle gelen 
Kıbrıs Türkleri konusunda Dışişleri Bakanlığı ve Kızılay arasında da bazı yazışmalar söz konusudur ve bazı Kıbrıs Türklerinin Rumlar tarafından asi ilan edilip edilmediği konusunda bilgi alınmaya çalışılmaktadır.49

Bu dönemde 500 kapasiteli Kızılay İlk Yardım Hastanesi halen TC Lefkoşa Büyükelçiliği'nin bulunduğu yerde geçici çadırlarda hizmet vermeye başlar. Daha sonra da Kız Enstitüsü’nün kapısı ve penceresi olmayan inşa halindeki binasına taşınır. Takip eden günlerde eski tütün fabrikasının düzenlenmesiyle de Lefkoşa Türk Genel Hastanesi ortaya çıkar. Kızılay, 21 Aralık 1963’te Rum saldırılarının tekrar başlamasıyla beraber 6 gemilik yardım malzemesini de TCM aracılığıyla ihtiyaç sahiplerine dağıtılması için Kıbrıs’a gönderir. Bu yardım malzemelerinden önce adaya sevk edilenler ise 24 Aralık 1963 tarihinde, yani Kanlı Noel olarak adlandırılan günden hemen bir gün sonra THY uçakları ile 96.980 liralık malzeme, gıda yardımı, ilaç, pansuman malzemesi sevk edilir. Adadaki İngiliz makamlarının da onay vermesi sonrasında gönderilen bu ilk yardım paketinde 50 şişe kan ile 35 şişe plazma ve yeteri sayıda kan verme donanımı da bulunmakta dır. İngilizlerle yapılan görüşmeler sonrasında adada acil durumlarda müdahale etmek üzere bir hastane kurulması da söz konusu olduğundan bu konuyla ilgili altyapı çalışmaları da derhal tamamlanır. 
Ayrıca Kıbrıs’ta Rum saldırıları sonucunda yaralanmış olan sivil halka müdahale edebilmek ve Türkiye’ye nakledebilmek için bir doktor ve iki hemşire görevlendirilir ve 26 Aralık 1963 günü İngilizlere ait askeri üslere inmek üzere havalanan üç askeri uçakla 47.313 lira değerinde ilaç, pansuman malzemesi, giyecek ve battaniye adaya gönderilir. Aynı uçaklarla Ankara’ya getirilen hasta ve yaralı Türklerin hastanelere sevk edilmeleri, giyecek ihtiyaçlarının karşılanması ve iyileşmelerini müteakip tekrar adaya gönderilmeleri de Kızılay aracılığıyla gerçekleştirilir. Kızılay özellikle Aralık 1963 döneminin son günlerinde o kadar hızlı ve programlı bir çalışma içine girer ki Kıbrıs’ta acil hasta ve yaralıların ihtiyaç duyduğu ancak piyasadan o an temini pek de mümkün görülmeyen pek çok sağlık malzemesi acil durumlarda kullanılmak 
üzere Ankara’da hazır bekletilen 500 yataklı acil harp hastanesi kadrosundan alınarak temin edilir ve Türk Hava Kuvvetleri uçaklarının uçuş kapasiteleri de göz önüne alınarak bütün yardım malzemeleri adaya derhal sevk edilir. Kızılay’ın Lefkoşa’da açılacak sahra hastanesi için görevlendirdiği 5 doktor, 4 teknisyen, 
10 hemşireden oluşan 19 kişilik personeli ve sahra hastanesinin bütün malzemeleri de 31 Aralık 1963 günü adaya üç askeri uçakla sevk edilir.
Kıbrıs Türk Toplumunun İaşe ve Mali Durumu 21 Aralık 1963 Rum saldırılarının hemen ardından Kıbrıs Türklerine yönelik yardım faaliyetlerini çok geniş çaplı olarak başlatan Kızılay bir yandan uluslararası yardım Kuruluşlarıyla irtibata geçerken bir yandan da Türkiye’deki dinamikleri harekete geçirmekte, başlattığı yardım kampanyalarıyla Türk insanını da gerek ülke içinde gerekse yurtdışında olsunlar bütün bu seferberliğin içine sokmanın yollarını aramaktadır. Kızılay tarafından bugünlerde en çok muhabere halinde olunan kurumlar ise başta Dışişleri Bakanlığı olmak üzere Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçiliği olacaktır. Aynı günlerde bizzat Kızılay tarafından Adnan Öztrak’a Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçiliği hazırlatılan Kıbrıs’la ilgili raporda ise 1963 sonrası süreçte Kıbrıs Türklerinin durumu ayrıntılarıyla irdelenir ve Kıbrıs Türk cemaatinin çarpışmalar, 
göç edenler, Türk Genel Hastanesi’nde yatanlar, şehit ve kayıp aileleri olarak A Grubu, sayısı her gün değişen mahsur köylerde toplanan göçmenler olarak 
B Grubu ve işsizler ve parasızlar olarak da D Grubu olarak kategorize edildiği belirtilir. 

Öte yandan 7 Ocak 1964 tarihinde Rumlarla imzalanan “ Hareket ve Münakale Antlaşması ” ise gerek Kıbrıs Türk toplumuna Kızılay vasıtasıyla gönderilen yardım malzemelerinin zamanında, eksiksiz ve güvenli bir şekilde ulaşmasını gerekse Türk toplumunun gıda ihtiyacının en azından bir kısmının ada içerisinden sağlanmasını kolaylaştıracak ve bu noktada ortaya çıkacak güçlükleri ortadan kaldıracak bir amaç taşımaktadır. Yapılan antlaşmaya rağmen Kıbrıs Rumlarının buna bağlı ve sadık kalmadığı ve saldırılarla Kıbrıs Türk toplumunu sindirmeye gayret ettiği ve Rum saldırılarının neredeyse 1974’e kadar geldiği bilinmektedir. Durum böyle olunca da her ne kadar bir antlaşma imzalanmış olsa da Kızılay’ın Kıbrıs’ta bulunan temsilcileri ve Lefkoşa Büyükelçiliği tarafından da kabul gören husus ise Kıbrıs Türk toplumunun gıda ihtiyaçlarıyla ilgili olarak bir stok yapılması ve Kızılay yardım malzemelerinin adaya gemilerle sevk edilmesinin ardından Lefkoşa’nın güvenli bölgelerinde stoklanması yönündedir. Toplantıya katılanlar tarafından üzerinde uzlaşmaya varılan bir başka nokta ise yapılacak olan yardımların daha ziyade ve incelikle olaylar nedeniyle köylerini ve evlerini terk eden ve göçmen durumuna düşen ailelere öncelik verilmesi yönündedir. Gıda yardımı yanında Kıbrıs Türk toplumu tarafından acil ihtiyaç duyulan şeyler arasında tıbbi malzeme ve giyecek de bulunmaktadır. Öte yandan olayların başlamasının ardından maaş alamaz duruma gelen Türk memurların 
durumları da söz konusu çalışanların bir müddet daha maaş alamayacakları ihtimaliyle birleşince üzerinde durulması gereken hususlar arasındadır. 
Aynı rapora göre TCM’nin 1964 mali yılı bütçesiyle yatırımlar dışında elinde bulundurduğu hizmetlerin mali portresi toplam 886.000 Sterlin olarak belirlenmiştir. 

Bu meblağın 700.000 Sterlin gibi büyük bir kısmı ise başta öğretmenler olmak üzere memur maaşlarına harcanmaktadır. TCM’nin 845 öğretmen ve 124 memur kadrosu, ayrıca 30 da Cemaat Meclisi üyesi bulunmaktadır.
Rum saldırılarının adada artarak devam etmesinin ardından derhal harekete geçen Kızılay Genel Müdürlüğü ilk etapta yurdun dört bir yanındaki toplam 620 şubesine gönderdiği bir mesajla Kıbrıs’a yapılacak yardımların nasıl düzenleneceğiyle ilgili ön bilgi verir.50 Kızılay tarafından çok geniş kapsamlı olarak Kıbrıs Türklerine yönelik yardım faaliyetlerinin 21 Aralık 1963 tarihinin hemen sonrasında başlamasıyla birlikte Türkiye’de, Kıbrıs’ta ve farklı ülkelerde bu konuyla ilgili girişimlerde bulunulur. 

Kıbrıs Türklerine yapılacak yardımlarla ilgili olarak Adana ve Mersin’de gıda maddeleri konusunda çalışacak iki ayrı satın alma komisyonu oluşturulur. Hemen ardından Adana, Mersin, Gazi Antep ve İskenderun’dan temin edilen 147,50 ton gıda maddesiyle Kızılay Genel Merkezi tarafından gönderilen çeşitli yardım maddeleri ve ayrıca Konya’dan gelen 150 ton un Erdek ve Silivri isimli iki askeri gemiyle 12 Ocak 1964 tarihinde Mersin’den hareket ederek 13 Ocak 1964 günü Mağusa’da Kıbrıs’ta görev yapmakta olan Kızılay heyetine Kıbrıs Büyükelçisi Mazhar Özkul ve Büyükelçilik Müsteşarı Nejat Uçtum nezaretinde ve çok geniş bir halk katılımı, çok sayıda yerli ve yabancı gazeteci, film yapımcısı ve televizyon muhabirinin katılımıyla Kızılay Müfettişi Nuri Aydıngöz tarafından teslim edilir.51 

Bu kapsamda TCM Başkanı Rauf R. Denktaş ve hükümet komiseri ile yapılan görüşmelerde Kızılay’dan adanın muhtelif köylerinden can ve mal emniyeti kalmadığı için göçmek zorunda kalan yaklaşık 16.000 köylünün Lefkoşa’daki cami ve okullara yerleştirildikleri ve göçün halen devam ettiği göz önüne alınarak bunların ve halen mahsur durumdaki köylülerin bütün ihtiyaçlarını karşılamak üzere un, bulgur, pirinç, mercimek, iç bakla, margarin, zeytinyağı, şeker, börülce, kuru fasulye, sabun, makarna, 5.000 adet battaniye ve 400 adet de mahruti çadır talep edilir.52 Ayrıca bu yardım kampanyası kapsamında 31 Aralık 1964 tarihine kadar Kızılay şubelerinden, çeşitli kurum ve kuruluşlardan, özel teşekküllerden, yurtiçinde ve yurtdışında yaşayan Türk vatandaşlarından Kızılay kayıtlarında 250 föye işlenmiş vaziyette ve toplam 12.500 kalem olmak üzere 17.914.965,10 lira yardım toplanmıştır.53

      Kızılay tarafından Kıbrıs Türklerine yönelik yardım girişimleri ilk defa 23 Aralık 1963 tarihinde ve 175 sayılı kararla alınmıştır. 
Buna göre Kıbrıs’tan talep edilen 0 grubu kan, ayrıca 50 şişe plazma, transfüzyon takımı, 100 kişiye yetecek kadar kırık ve çıkık tespit malzemesi, 500 kişilik sağlık malzemesi ve ilacın derhal Etimesgut Merkez Deposu ve kan merkezinden temin edilmesi, temin edilemeyenlerin de acilen satın alınması kararlaştırılmıştır.54 

Öte yandan Kıbrıs Türklerine yönelik olarak Kızılay tarafından önce uçaklarla, daha sonra da gemilerle gönderilen yardım malzemelerinin süratle ve kolaylıkla adada tahliyesini sağlamak amacıyla İngiltere Büyükelçiliği tarafından Dışişleri Bakanlığına bir muhtıra gönderilir.55 Bu yazının alınmasının hemen ardından işleri kolaylaştırmak, gereksiz sürtüşmeleri ve doğabilecek sorunları önceden ortadan kaldırabilmek ve Kızılay faaliyetlerinin tamamen insani yardım amaçlı olduğunu göstermek amacıyla Kızılay tarafından da yardım malzemelerinin adaya gönderilmesi hususunda bir dizi tedbir alınır.56 30 Eylül 1964 tarihi itibarıyla Kızılay tarafından gerçekleştirilen 12 parti yardım çerçevesinde 10.273.607,68 liralık gıda ve giyim eşyası, 595.641.56 liralık sıhhi malzeme ve ilaç, 1.642.000 liralık çadır ve battaniye, 818.987 liralık hastane donanımı ve 312.000 liralık da muhtelif yardım malzemesi olmak üzere toplam 13.642.236,24 liralık destekte bulunulmuştur ve Kızılay’ın elinde halen 5.122.176,39 liralık yardım bulunmaktadır.57

Kıbrıs Türk toplumunda 1964 yılı başından itibaren daha yoğun yaşanmaya başlayan fevkalade şartlar altında acilen yerine getirilmesi ve derhal ödenmesi gereken finansman ihtiyaçları ise TCM’nin başta öğretmenler olmak üzere memurlarına ödenmek üzere bir aylık ücret karşılığı 60.000 Sterlin, ayrıca hükümet memurlarının, polis, jandarma, ordu ve diğer kamu hizmetlileri için ödenmesi gereken ücret için 189.000 Sterlin ve Rum saldırılarına karşı mücadele den ve çarpışmalara katılanlara, polise, jandarmaya, orduya, göçmenlere, mültecilere, Genel Hastane’ye, işsizlere, Rum saldırıları altında mahsur kalmış köylere ve köylülere ayni yardım yapmak maksadıyla stok tedariki için de 50.000 Sterlinlik bir ödemeye ihtiyacı bulunmaktadır. Lefkoşa Büyükelçiliği tarafından hazırlanan bir başka rapora göre ise Kıbrıs Türk toplumunun ana yiyecek maddeleri ihtiyacı ve bu maddelerle ilgili ticaret, gümrük ve kambiyo rejimi bakımından da durumu iç açıcı değildir. 

Kıbrıs Türk toplumunun yıllık 1.000 ton pirinç, 1.500 ton Nebati yağ ve 500 ton da Hayvani yağ ihtiyacı bulunmaktadır. Zeytinyağı ise bu kategorinin dışında ruhsatabağlıdır. Ada üretiminin %32’sinden daha fazlasına ruhsat ve müsaade verilmemekte, ihtiyaç ada içerisinde yerli üreticilerden karşılanmaya çalışılmaktadır. 

Gümrük tarifesinden muaf olan ve yıllık 1.000 ton ihtiyaç duyulan bakliyat da ruhsata tabiidir ve bu ruhsat da sadece kısa bir süre için verilmektedir. 
Son dönemde verilen ruhsat ise sadece mercimek, nohut ve börülceyi kapsamaktadır. Fasulye ile ilgili olarak verilen ruhsatın süresi 31 Aralık 1963 tarihinde sona ermiş, o tarihten sonra yeni ruhsat verilmemiştir. Beyaz peynir ve kaşar peynire hiçbir şart altında ruhsat verilmezken diğer peynirler ve özellikle kutu peyniri ruhsata tabiidir. %28’lik bir gümrük vergisi uygulanan peynirle ilgili olarak yıllık ihtiyaç 150 ton civarındadır. Tuzlu balık, kavurma, salam, kuzu eti ve donmuş et ithali de serbesttir ve Ziraat Bakanlığı tarafından verilecek izne bağlı olarak ruhsata tabii değildir. Yıllık ihtiyaç ise 500 ton tuzu balık, 400 ton salam, 500 ton kuzu eti şeklindedir. Tereyağı ve kutu sütü ithali de serbesttir ve ihtiyaç 200 ton tereyağı, 1.000 ton kutu sütüdür. Son olarak sabun da ruhsata bağlıdır. Kıbrıs’tan Getirilen Yaralılar ve Hastaların Tedavi Edilmesi
Aynı dönem içinde ve 21 Ocak 1964 tarihinde Kıbrıs’a yardım malzemesi ve gıda maddesi taşıyan gemilerin geri dönüşlerinde getirdikleri 7 yaralı ve 5 de tüberküloz hastası Kıbrıs Türk’ü Mersin Hastanesi’nde tedavi edilmeye başlanır. Bu 12 hasta ve yaralı haricinde daha önce Türkiye’ye getirilen 23 yaralı arasında elbiseleri olmayanlara da taburcu edilmelerinin hemen ardından birer takım elbise, pardösü, ayakkabı ve başka giyim eşyaları alınır. İlk etapta bu hastalardan 15’i bu şekilde giydirilmiştir. Ayrıca hastaneden taburcu edilen ilk gruptaki 23 hasta ve yaralıdan 14 yaralı ise Kıbrıs’a gönderilinceye kadar Ankara’da günlük yatak ve yiyecek masrafı 20 lira olan Gül Palas Oteli’ne yerleştirilirler ve Kızılay tarafından misafir edilirler. Söz konusu bu insanlara günlük kahvaltı, öğle yemeği ve akşam yemeğini karşılamak üzere belli bir miktarda para yardımı yanında günlük ihtiyaçlarını karşılamak üzere ayrıca para desteğinde bulunulur. Kıbrıs’tan Mersin ve Ankara’ya getirilen ve tedavileri yapılan yaralı ve hastaların da iaşe, ibate sorunları yanında cep harçlıkları da Kızılay tarafından karşılanır.58 Bu arada Mart 1964’ün hemen ilk gününde Kıbrıs’tan 27 Mayıs isimli şileple Kızılay tarafından İskenderun’a getirilen ve bir otobüsle Ankara’ya sevk edilen toplam 27 kişilik hasta ve yaralı Kıbrıs Türklerinin de uygun bir şekilde karşılanması ve hastaneye yatırılması gerekenlerin acilen hastaneye yatırılması ve tedavilerine derhal başlanması söz konusudur; ancak organizasyonun iyi yapılamaması nedeniyle İskenderun-Ankara güzergâhında karşılaşılan aksaklıklar ve hasta ve yaralıların Kızılay Genel Merkezi’nde beklenmelerine rağmen otobüs terminalinde tahliye edilmeleri başta hasta durumdaki yaşlıların ve çocukların perişan olmalarına yol açar.59 Hemen ardından 27 kişilik bu gruptan 12 hasta Ankara Numune Hastanesi, 13 hasta Uzun Otel’e yerleştirilirken geriye kalan 2 kişi ise eşyalarını almak üzere garajlar bölgesinde kalır.60 

Öte yandan Kıbrıs’tan tedavi amacıyla Kızılay tarafından Türkiye’ye getirilen 35 mücahidin zaruri ihtiyaçlarını karşılamak için her ay kendilerine ayda 300 lira 
ödenmesini teminen Kıbrıs’a Yardım Komitesi’nin 88 sayılı kararıyla Kızılay’a Kıbrıs Fonu’ndan Aralık 1965, Ocak ve Şubat 1966 döneminde 31.500 lira verilmiş durumdadır.61 Aynı tarihlerde Kızılay Genel Merkezi’ne ulaşan bir yazı ise Kızılay’ın şahsında Kızılay personelinin Kıbrıs Türklerine yönelik cansiperane ve fedakârca gayretlerini şükranla karşılayan bir takdir ve teşekkür yazısıdır.62 Kızılay ise gerek Kıbrıs’taki yardıma muhtaç insanlara yönelik yardım faaliyetlerinde gerekse Türkiye’ye gelen veya getirilen hasta ve yaralı Kıbrıs Türklerinin tedavi ve bakımları konusunda son derece titiz ve özenli davranmaktadır.63 

Telefon ve posta haberleşmesinin son derece güç ve hatta imkânsız olduğu bir dönemde Kızılay Genel Müdürlüğü ile Kıbrıs’taki personeli arasındaki yazışmalar ve haberleşme de bir süre Dışişleri Bakanlığı vasıtasıyla yapılır ve adadaki durum bu şekilde öğrenilmeye çalışılır.64

Kızılay merkezi tarafından istenilen bu hususlarla ilgili olarak ilk cevap ise seyyar hastane başhekimi Dr. Ali Kabalak imzasıyla 5 Ocak 1964 tarihinde gelir. 

Dr. Kabalak cevabi yazısında o gün itibarıyla 18 kız, 19 erkek ve 9 da çocuk olmak üzere toplam 46 yatan hastaları bulunduğunu, hastanede uçakla derhal Ankara’ya sevk edilmek üzere acil müdahaleyi bekleyen 15 hasta ve yaralı bulunduğunu, Lefkoşa dışındaki merkezler ve bunların köyleriyle irtibata geçilmesinin mümkün olmadığını, bu hususta İngilizlerin ve mahalli Kızılhaç teşkilatının aciz olduklarını belirttiklerini, Türk sağlık ekibinin de esasında Lefkoşa’da mahsur durumda bulunduğunu ve Lefkoşa dışındaki yerleşim yerleriyle bağlantı kurmanın da mümkün olamadığını belirtir.65 Kızılay ilk yardım hastanesinde bu dönemde idari faaliyetler, temizlik ve mutfak da dâhil olmak üzere toplam 34 personel görev yapmaktadır. Söz konusu bu üç uçağın 31 Aralık 1963 günü Ankara’ya dönüşleri sırasında adadan acil hasta ve yaralıları da getirmeleri planlandığından uçaklarda bir doktor ve bir hemşire de görevlendirilir.24-31 Aralık 1963 sürecinde Kızılay’ın üç ayrı seferde adaya yaptığı harcama tutarı ise 693.387 liradır. Bu bir hafta içinde ayrıca ülkenin farklı yerlerinde toplanan 360 şişe kan da gönderilmiştir.66

Otellerde Kalan Kıbrıs Türkleri

Kızılay 23 Aralık 1963 tarihinden itibaren adaya yönelik yardımlara başlar ve ardından Kızılay İlk Yardım Hastanesi’nin Kıbrıs’ta devreye sokar. 

Bu arada hasta ve yaralı durumda olan ve tedavileri Kıbrıs’ta bilinen sebeplerle yapılamayan Kıbrıs Türklerinin de Türkiye’ye getirilmesi söz konusu olur. 
Bu insanların gerek havayoluyla Ankara’ya gerekse deniz yoluyla Mersin veya İskenderun’a getirilmesi sonrasında kalacak yer sıkıntısı çeken veya tedavileri 
tamamlanmasına rağmen Kıbrıs’a dönemeyenlerin geçici bir süreliğine çeşitli otellerde kalmaları sağlanır. Bu kapsamda Mersin’de Günaydın Oteli, 
Ankara’da Gül Palas Oteli, Uzun Otel ve Seyhan Oteli Kıbrıs Türklerinin barınmaları için Kızılay tarafından anlaşma yapılan oteller arasındadır. 
Günaydın oteli 23 Aralık 1963 günü Kıbrıs tarihine Kanlı Noel olarak geçen ve bugün Barbarlık Müzesi olarak ziyaretçilere açık olan evde Bnb. Nihat İlhan’ın eşi ve üç çocuğu yanında eşini kaybeden Hasan Yusuf Gudum ve aynı evde yaralanan Meriç (Mora) köyünden yeğenlerinin de bir süre kaldıkları oteldir.67
Aynı dönemde yaşanan bir başka sorun ise içinde bulunulan olağanüstü şartlardan menfaat sağlamaya çalışan bir takım insanların türemesi ve bunların yarattığı sıkıntılardır. Örneğin Kıbrıs’taki Kızılay İlk Yardım Hastanesi tarafından Türkiye’ye tedavi amaçlı olarak gönderilen hastaların arasında sefaret, Kıbrıs TCM ve diğer resmi kurum ve kuruluşlar aracılığıyla gelen ve hasta olmayan şahısların bulunması ve bunların Kızılay tarafından hasta ve yaralılara yönelik bütün hizmetlerden istifade etmesi, Türkiye’ye geldikleri andan itibaren gidecekleri yere kadar ulaşım ücretlerini Kızılay’a ödetmek yönünde teşebbüste bulunmaları, bu girişimlerine gerekçe olarak da anavatana geldiklerini ve buralarda kendilerinin birer yabancı olduklarını ileri sürmeleri ve muhtaç durumları nedeniyle yardıma ihtiyaçları bulunduğunu belirtmeleri ve bu konuyla ilgili olarak resmi ve askeri makamları devreye sokmaya çalışmaları ve bu yolla manevi baskı oluşturmaya çalışmaları sıkıntı ve rahatsızlık yaratır.68 Aynı dönemde hastanede olmamakla beraber tedavileri uzun süren ve hastaneden çıkartılan 4 kişi Uzun Otel, 5 kişi de Seyhan Otel’de kalırlar. 

Söz konusu bu oteller daha önce Kızılay tarafından anlaşma yapılmış olan otellerdir ve Kıbrıs’tan gelen hasta yakınlarıyla ayakta tedavi gören veya hastanede işi bitip adaya dönmeyi bekleyenlerin kaldıkları otellerdir. Ancak daha sonra Uzun Otel müdürünün Rum bir kadın olmasının 69 otelde kalanlarda rahatsızlık yaratması, diğer otelin de imkânlarının özellikle bazı özel hastaların farklı saatlerde sıcak su temini ve asansör gibi ihtiyaçlarına cevap verememesi sebebiyle bu otellerde kalanlar Kıbrıs’tan gelen öğrencilerin de kaldıkları Turist Otel’e aktarılırlar. Bu arada Seyhan Oteli’nde kalmakta olan hasta Kıbrıs Türkleri ve yakınlarının bu otelden memnun olmadıkları yönünde şikâyetlerde bulunmaları üzerine başka bir otele taşınmaları söz konusu olur. Şikâyetlerin artması üzerine Kızılay tarafından söz konusu otelde yapılan incelemede otelde kalp ameliyatı geçiren bir hastanın dördüncü katta ve 30 numaralı odada kaldığı, asansör olmaması nedeniyle iniş ve çıkışların hasta üzerinde çok ciddi sağlık sorunları oluşturduğu, üçüncü kat 21 numarada kalmakta olan Türkay Akpınar’ın prostatit hastalığıyla ilgili verilen raporda küvette banyo yapması gerektiği yazılı olmasına rağmen küvetsiz bir odada kaldığı ve bu durumun da hastalığını şiddetlendirdiği, gırtlak kanseri olan yaşlı bir hastanın ise karanlık ve havasız bir odada kalmakta olduğu anlaşılır.70 Bu kapsamda Mersin’de Günaydın Oteli, Ankara’da Gül Palas Oteli, Uzun Otel ve Seyhan Oteli Kıbrıs Türklerinin barınmaları için Kızılay tarafından anlaşma yapılan oteller arasındadır. Günaydın oteli 23 Aralık 1963 günü Kıbrıs tarihine Kanlı Noel olarak geçen ve bugün Barbarlık Müzesi olarak ziyaretçilere açık olan evde Bnb. Nihat İlhan’ın eşi ve üç çocuğu yanında eşini kaybeden Hasan Yusuf Gudum ve aynı evde yaralanan Meriç (Mora) köyünden yeğenlerinin de bir süre kaldıkları oteldir. Kızılay bu otellerde kalan Kıbrıs Türklerine bu çalışmanın farklı bölümlerinde ayrıntılı bir şekilde verildiği üzere çeşitli oranlarda maddi yardımda da bulunmuştur. Öte yandan bu otellerde kalan ve tedavileri tamamlanan hasta ve yaralılarla 
ilgili olarak zaman zaman sorunlar da yaşanır.71

Aynı şekilde daha sonraki süreçte ve özellikle Geçitkale ve Boğaziçi bölgelerine EOKA ve Rum saldırılarının devam ettiği günlerde Kızılay tarafından Kıbrıs’tan yaralı ve hasta getirilmesine devam edilir. Bu kapsamda Türkiye’ye getirilen 8 mücahitten yapılan araştırma sonucu Enver Âdem, Ali Ziya Ertürk, Cevat Mehmet, Halil Mehmet ve Ergün Rahmi’nin fakir ve yardıma muhtaç oldukları öğrenildiğinden bu mücahitlerin tedavilerinin ücretsiz yapılması, hastaneye yatırılmaları durumunda da zaruri masraflarını karşılamak üzere ayda kişi başına 150 lira nakdi yardım yapılmasına, ayrıca ayakta tedavi görecek olanların da otel masraflarının karşılanarak 450 liralık bir yardımda bulunulmasına karar verilir.72 Söz konusu 5 mücahidin tamamı Ankara’da Turist Otel’de kalmaktadır. 

Öte yandan 1 Şubat–30 Nisan 1964 döneminde toplam 114 Kıbrıslı Türk’e hastane ve tedavileriyle verilen ücret, haftalık ve aylıklar da dâhil toplam 21.198.000 lira masraf yapılır. Aynı dönem içinde durumu kritik olan 18 Kıbrıs Türk’ü de uçakla adaya gönderilir. Aynı dönemde hastanede olmamakla beraber tedavileri uzun süren ve hastaneden çıkartılan 4 kişi Uzun Otel, 5 kişi de Seyhan Otel’de kalırlar. Söz konusu bu oteller daha önce Kızılay tarafından anlaşma yapılmış olan otellerdir ve Kıbrıs’tan gelen hasta yakınlarıyla ayakta tedavi gören veya hastanede işi bitip adaya dönmeyi bekleyenlerin kaldıkları otellerdir. Ancak daha sonra Uzun Otel müdürünün Rum bir kadın olmasının73 otelde kalanlarda rahatsızlık yaratması, diğer otelin de imkânlarının özellikle bazı özel hastaların farklı saatlerde sıcak su temini ve asansör gibi ihtiyaçlarına cevap verememesi sebebiyle bu otellerde kalanlar Kıbrıs’tan gelen öğrencilerin de kaldıkları Turist Otel’e aktarılırlar. 

Bu dönemde Türk Cemaat Meclisi tarafından yardıma muhtaç Kıbrıslı mücahitlerin isimleri de Kızılay’a teslim edilir ve adı geçen 45 kişiye çeşitli yardım yanında aylık da bağlanır. Böylece Kızılay hasta ve yaralı insanların tedavisi, onlara gerekli olan çeşitli tıbbi cihaz ve alet temini, Türkiye’de tedavisi mümkün olmayanların yurtdışına gönderilmeleri, ayrıca tedavilerini tamamlamış olanların da tekrar adaya götürülmeleri faaliyetlerine aralıksız devam eder.74
Kızılay Seyyar İlk Yardım Hastanesi KurulmasıKızılay ayrıca 31 Aralık 1963 tarihinde yayımladığı bir duyuruyla “hadiselerin devam ettiği hatta kadın ve çocuk nazarı itibara alınmaksızın Türkleri imha siyaseti güdüldüğü” öğrenildiğin den uzun vadeli ve büyük ölçüde bir yardım kampanyasına başlandığını da duyurur. Aynı gün Başbakanlık tarafından Kızılay’a 200 bin liralık yardımda bulunulur. Bu yardım kampanyası dâhilinde elde edilen gelirle ilk etapta alınan ve peynir, bulgur, pirinç, fasulye, nohut, yeşil mercimek, zeytinyağı, Vita yağı, şeker, makarna ve undan oluşan 17.632 kilo gıda malzemesi 4 Ocak 1964 günü üç uçakla gönderilirken 300 tonluk bir yardım da deniz yoluyla İskenderun’dan Mağusa’ya sevk edilir.75 Bu doğrultuda yukarıda belirtilen ve 3 askeri uçakla Kıbrıs’a gönderilen ilk yardım grubunda 500 kilo peynir, 1.011 kilo bulgur, 
1.200 kilo pirinç, 1.485 kilo fasulye, 1.500 kilo nohut, 1.000 kilo yeşil mercimek, 210 kilo zeytinyağı, 306 kilo Vita yağı, 1.500 kilo şeker, 1.000 kilo makarna ve 
7.920 kilo da un olmak üzere toplam 17.632 kilo gıda maddesi bulunduğu da açıklanır.76 Aynı şekilde Kıbrıs’ta kurulması planlanan ve ilk etapta 50 yataklı olmasıdüşünülen ve daha sonra da 100 yataklı olması planlanan Kızılay hastanesi ile ilgili olarak bu hastanenin derhal adaya gönderilmesi de Kızılay tarafından kabul edilir ve hastane için gerekli malzemenin başta Etimesgut Kızılay depoları olmak üzere Kızılay imkânlarıyla tamamlanması, ayrıca bunların harp hastaneleri malzemesinden de istifade edilerek tamamlanması suretiyle derhal ikmal edilmesi ve acilen Kıbrıs’a gönderilmesi de kararlaştırılmıştır.77 Söz konusu bu hastanenin ilk kadrosunda ise Kızılay heyeti başkanı olarak Dr. Mehmet Kengerli, muhasip ve hastanenin açılış aşamasında açılış ve idame masraflarını karşılamak üzere Kızılay adına kendisine 40.000 lira ödenek verilen idari memur olarak Ömer Atak ile hemşire Suzan Kıran, Başhekim olarak Op. Dr. Ali Kabalak, Dr. Necati Erdentuğ, Dr. Hasan Karaağaç, Dâhiliye Uzmanı Dr. Cahit Palantekin, Röntgen Uzmanı İsfendiyar Koçman, teknisyen olarak narkozitör Osman Çakıroğlu, sterilizasyon teknisyeni İbrahim Ünal, cerrahi teknisyeni Şevket Atmaca ve Bekir Bedir bulunmaktadır.78 Kadroda ayrıca Kızılay kan merkezinde görev almak üzere hemşire Emine Çetin, Gülten Gezer, 
Şaduman Ozan, Sedar Özer, ebe-hemşire Emine Keler, İftadiye Koca, Türkan Yücel, Hatice Öztürk ve Şaziment Görücü bulunmaktadır.79 Bu grup Kıbrıs’ta görev yapacak olan ilk Kızılay ekibi olarak da tarihe geçeceklerdir. Sağlık Müdürlüğü İlk Yardım uzmanı Dr. Mehmet Kengerli ve refakatindeki idari ekibin Kıbrıs’taki ikinci yaralı kafilesini aynı uçaklarla Türkiye’ye getirmesi de söz konusudur. Hastanenin olaylara anında müdahil olmasının ardından ilk gün 68 yaralı getirilir, ayrıca 5 kişi de ayakta tedavi edilir.3 Ocak 1964 günü Kızılay’a ulaşan Rauf Denktaş imzalı acil bir yazıda ise adada Türklerin acil gıda stoklarının tükendiği, aylık ihtiyaç olan 1.500 ton un ve 1.500 ton bakliyat yanında akaryakıta ve çatışmalar ve göç nedeniyle çalışamaza durumda olan insanların da paraya ihtiyacı olduğu bildirilir. Kızılay tarafından bu arada Türkiye’de kalan ve adaya dönemeyen Türklere de 3 Ocak 1964 günü 5 bin liralık bir yardımda bulunulur.Kıbrıs’ta tesis edilmesi planlanan Kızılay hastanesinin dışında seyyar ilk yardım hastanesinin ilk kadrosu Kızılay İdari Ekip Başkanı Dr. Mehmet Kengerli başkanlığında Başhekim Op. Dr. Ali Kabalak, Op. Dr. Necati Erdentuğ, Op. Dr. Hasan Karaağaç, Dr. Cahit Palantekin, Dr. İsfendiyar Koçman, hemşireler Emine Çetin, Gülten Gezer, Sedar Özer, Şaduman Ozan, Emine Keler, İftadiye Koca, Türkan Yücel, Hatice Öztürk, Şaziment Görücü ve teknisyenler Osman Çakıroğlu, İbrahim Ünal, 
Şevket Atmaca ve Bekir Bedir’den oluşmaktadır.80 Kan merkezinde ayrıca hemşire Seder Özer, Şadıman Ozan, Emine Keler, İftadiye Koca, Türkan Yücel, 
Hatice Öztürk ve Şaziment Görücü hizmet vermektedir.81 

Kıbrıs’taki olaylar nedeniyle adaya dönemeyen ve parasız kalan 21 Kıbrıslı Türk ile Kızılay tarafından tedavileri yapılmak üzere Ankara’ya getirilen 5 kişiye Kıbrıs’a dönebilmeleri için ayrıca toplam 10.322 lira yardımda bulunulur.29 Ocak 1964 günü de adaya 656 ton yiyecek maddesi sevk edilirken Kızılay tarafından tedavi edilmek üzere Türkiye’ye getirilen ilk yaralı kafilesinden 14 kişi de aynı gemiyle adaya gönderilir.30 Ocak 1964 günü sabah 08:00 itibarıyla Mağusa limanına yanaşan gemideki gıda ve ilaç yardımının toplam maliyeti ise yaklaşık 1.5 milyon lira civarındadır.82 Öte yandan Kıbrıs’ta Kıbrıs Türklerine yönelik olarak yardım faaliyetlerine başlanması ve Kızılay tarafından bir hastanenin açılmasının ardından gerek yardım konvoylarına yönelik olarak gerekse hastane personeline karşı EOKA tarafından saldırılar da artarak devam eder.26 Şubat 1964 günü Lefkoşa’daki merkeze bağlı olarak Mağusa’da açılan Kızılay hastanesinde röntgen mütehassısı olarak görev yapmakta olan Dr. Ali Acunaş’la Kızılay İlk Yardım Ekibi personeli Hamit Sunar görev dönüşü Mağusa’dan Lefkoşa’ya dönerken iki Rum polisi ve 10 EOKA mensubu Rum tarafından darp edilmişler, tüfek dipçikleriyle saldırıya uğramışlar ve ağır tecavüzlere ve tehditlere maruz kalmışlardır.83 Aynı şekilde 11 Mart 1964 tarihinde de Mağusa’dan Lefkoşa’ya gıda ve ilaç taşımakta olan 9 Kızılay kamyonu Rum saldırısına maruz kalır, kamyonların üzerinde bulunan Kızılay işaretleri EOKA mensubu Rumlar tarafından tahrip edilir ve Kızılay mensubu şoförler ve sağlık ekibi darp edilip ağır hakaretlere uğrar ve dövülürler. Geç de olsa duruma müdahale eden İngiliz askeri birliği ise olayların daha da büyümesini önler.84
Bu arada 4. parti olarak Kıbrıs’a gönderilecek 400 tonluk yardım malzemesi de 6 Şubat 1964 itibarıyla Mersin’de hazır durumdadır. Mart ayındaki son kafilede 13 
tüberküloz hastası ve yaralı, 20 evsiz ve fakir yanında 9 varlıklı kimse olduğu bildirilir ve bu şekilde davranan 13 kişi tespit edilerek bunlar derhal gruptan çıkartılır.

5 Nisan 1964’ten itibaren adaya yardım götürmek üzere Ulaştırma Bakanlığı tarafından Kızılay’a tahsis edilen 1.500 tonluk Malazgirt gemisi de 1 Nisan’dan itibaren malzeme alımına başlar. Gemi Mersin’den Mağusa’ya 9. seferine de 827.054 kilo ve 1.837,39lira tutarındaki yardım malzemesiyle 13 Nisan 1964 günü başlar ve 14 Nisan günü yükünü Mağusa limanında tahliye eder. Dışişleri Bakanlığı tarafından Kızılay Genel Merkezi’ne gönderilen 5 Mayıs 1964 tarihli ve 1.573 sayılı yazıya göre Uluslararası Kızılhaç Teşkilatı Kıbrıs Heyeti Başkanı Max Stadtler’in Lefkoşa’daki Türkiye Büyükelçiliğine Kıbrıs Türk toplumunun elinde ancak 20 Mayıs 1964 tarihine yetecek kadar yardım malzemesi bulunduğu ortaya çıkınca daha önce Kıbrıs TCM yetkilileri tarafından verilen ellerindeki malzemenin Mayıs ayı sonuna kadar yeteceği yönündeki tahmini bilgilerin yanıltıcı olduğu ortaya çıkar. Bunun üzerine Kızılay tarafından 400 ton un, 50 ton şeker, 35 ton yemeklik yağ,2.300 battaniye, 200 çadır, 21.000 metre kumaş, keten ve basma ile 3.000 çift ayakkabı dışında 800 ton yeni yardım malzemesinin derhal temin edilmesi ve2.250.000 lira tutarındaki bu yeni yardım paketinin de adaya gönderilebilmesi için çalışmalara başlanır.85
Nisan 1964 itibarıyla Kızılay’ın Lefkoşa’da açtığı hastanede üçüncü grup olarak görev yapmakta olan sağlık ekibi ise Dâhiliye Uzmanı, Dr. Mehmet Melih Abidinoğlu, Genel Cerrah Dr. O. Nejat Pamir, Genel Cerrah Dr. M. Arman Sanol, Röntgen uzmanı Dr. M. Kemalettin İzmirden, hemşire Perihan Öncü, Ayten Tamak, Ayşe Yılmaz, Neriman Uslu, T. Umur Erdamar ve Ahmet Ahıskal’dan oluşmaktadır. Bu ekipte görev yapmakta olan doktorlar bir aylık görevlerini 12 Mayıs 1964 tarihinde tamamladıklarından daha sonraki dönemde 13 Mayıs 1964 tarihinde Türkiye’ye döneceklerdir.86 Aynı günlerde tedavi edilmek üzere Kızılay tarafından Türkiye’ye getirilen 10 hasta ve yaralı Kıbrıs Türk’ü de tedavilerinin ardından BEA Havayolları ile Lefkoşa’ya gönderilmiştir.87 Kıbrıs’ta 5. grup olarak görev yapacak ekip ise 4 doktor, 5 hemşire ve 2 teknisyenden ibarettir ve 16 Temmuz 1964–18 Eylül 1964 döneminde görev alacaklardır.6. grup olarak görev yapacak olan 4 doktor, 3 hemşire ve 2 teknisyen ise 17 Eylül 1964 tarihinde göreve başlayacaklardır.88Haziran 1964 itibarıyla Kıbrıs TCM Başkanı Rauf R. Denktaş tarafından Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçiliğine yapılan müracaat sonrasında “Kıbrıs’ta devam eden fevkalade durum neticesinde mali ve iktisadi tazyikin arttığı, gittikçe fakirleşen Kıbrıs Türklerinin ancak anavatandan sağlanan yardımlarla hayatlarını idame ettirebildikleri” belirtilerek teslim edilen acil ihtiyaç listesinin Temmuz 1964 ortalarına kadar adaya ulaştırılması konusunda yardım talebinde bulunulur.89 

Bu kapsamda acilen Kıbrıs’a gönderilmesi istenen yardım malzemesi listesi 700 ton çavdar unu, 8,5 ton şeker, 60 ton pirinç, 40 ton makarna, 20 ton bulgur, 
80 ton fasulye, 30 ton nohut, 53 ton börülce, 20 ton mercimek, 60 ton yemeklik yağ, 25 ton zeytinyağı, 2 ton çay, 3 ton salça, 10 ton sabun, 1 ton Vim, 
8 ton sabun tozu, 8 ton pişmiş konserve, 10 ton zeytin, 3 ton reçel, 3 ton bisküvi, 4.000 metre pazen, 4.000 metre kaput bezi, 4.000 metre basma, 
4.000 metre patiska, 1.000 çift erkek, 1.000 çift kadın, 1.000 çift çocuk ayakkabısı, ayrıca 1.500 çift küçük bebek ayakkabısından oluşmaktadır. 
Bu talebin hemen ardından yapılan görüşmelerde ise TCM Başkanlığı istenen margarin, zeytinyağı, kuru fasulye, un ve şekerin mutlak surette listede istenilen miktarda gönderilmesi gerektiğini, aksi takdirde aradaki farkın Rum kesiminden satın alınmak suretiyle kapatılması yoluna gidileceğini belirtir.90 

Lefkoşa’da Kızılay tarafından hizmete sokulan hastane sadece adadaki Kıbrıs Türklerine yönelik tedavi ve teşhis hizmeti vermemekte, ayrıca Kıbrıs’ta tedavilerine imkân bulunmayan hasta ve yaralıların Türkiye’ye getirilmesi konusunda da faaliyette bulunmaktadır. Bu kapsamda yapılan girişimlerin dışında bazı Kıbrıs Türklerinin Kızılay Genel Hastanesi’nin bilgisi dışında ve tamamen şahsi temasları neticesinde Mağusa’dan Mersin’e dönen yardım gemileriyle adayı terk ettikleri ve Türkiye’ye gelmeye başladıkları da öğrenilir. Söz konusu bu kişilerin tedavilerinin ardından Kızılay yardım gemileriyle adaya dönmeleri konusu biraz sıkıntılı bir durum olur. Kızılay’a bu yolda müracaatta bulunan bu kişilerin müracaatları Kıbrıs Rum makamlarının adayı gizlice terk eden ve tekrar geri gelmek isteyenlere karşı olumsuz tavır takınması ve müsaade etmemesi ve Kızılay’ın da Dışişleri Bakanlığı ve Lefkoşa Büyükelçiliği ile yaptığı görüşmeler sonrasında bu durumun olumlu karşılanmadığının bildirilmesi nedeniyle sonuçsuz kalır.91 Kızılay adadaki yardım faaliyetleri yanında ayrıca BM ve Kızılhaç yetkilileriyle de temaslara başlamış ve özellikle zor durumdaki Türk köylerine yönelik yardım girişimlerine hız vermiştir.92

2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



*********