UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A BÖLÜM 50 / KISIM - 1
Necdet Menzir,
23/6/2002 - 12:15
Atin,
Uyuşturucudan Susurluk'a dizimizin 50.nci Bölümünde eski İstanbul Emniyet Müdürü, politikacı, Necdet Menzir'in TBMM Susurluk Komisyonu'ndaki ifadesine yer veriyoruz
NECDET MENZİR
Tarih : 23.01.1997
BAŞKAN: Mehmet ELKATMIŞ
BAŞKANVEKİLİ: Mahmut YILBAŞ (Van)
SÖZCÜ: Mehmet Bedri İNCETAHTACI (Gazinantep)
BAŞKAN - Sayın Menzir, hoş geldiniz.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Hoş bulduk Sayın Başkan.
BAŞKAN -Sayın Menzir, biz, sizi niye çağırdığımızı söyleyelim. Komisyonumuzun görev alanını biliyorsunuz, Siyasetçi, Mafia, Devlet Üçgeni içerisindeki ilişkileri ortaya çıkarmak üzere kurulan bir komisyonuz.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Ben de rey verdim bu komisyona, kurulması için.
Yaşar Öz
BAŞKAN - Oy birliğiyle çıktı zaten, bütün Meclisin oy birliğiyle çıktı. Bu olaylar içerisinde sizin de isminiz geçiyor. Şöyle geçiyor: Bu Yaşar Öz'dü zannedersem, onun yakalanmasında sizin de isminiz geçiyor Başbakanlık soruşturmasından. Bu konuyla ilgili ne biliyorsunuz ve bir de tabiî soracaklarımız sorular var arkadaşların ve bizim. Siz, uzun zaman İstanbul Emniyet Müdürlüğü yaptınız, Emniyetin içerisinde önemli görevlerde bulundunuz. Muttali olduğunuz, böyle bizim çalışma alanımızla ilgili konulardaki bilgilerinizi de bize aktarırsanız memnun oluruz. Öncelikle, kısaca kendinizi tanıtıp, ondan sonra konuya girin lütfen. Buyurun, söz sizin.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli üyeler; tabiî, Meclis albümünde yazılı olduğu gibi, 1945 Bursa doğumluyum. 1966 yılında Polis Akademisini bitirdim. İlk görev yerim Eskişehir. Askerliğimi Topçu Okulu ve arkasından Tekirdağ-Malkara'da topçu asteğmen olarak yapıp, tamamladım. Daha sonra, sırasıyla, Balıkesir, Batman -Batman o zaman ilçeydi- Emniyet Amirliği; Soma, Akhisar Emniyet Amirliği, Manisa Şube Müdürlüğü, Hatay Müdür Yardımcılığı, Eskişehir Şube Müdürlüğü, Manisa İl Emniyet Müdürlüğü, Ordu İl Emniyet Müdürlüğü, Denizli İl Emniyet Müdürlüğü, Diyarbakır İl ve Olağanüstü Hal Bölge Koordinatör Emniyet Müdürlüğü, Kocaeli Emniyet Müdürlüğü. Kocaeli Emniyet Müdürü iken, 1991 yılı ocak ayında kendi isteğimle emekliye ayrıldım, serbest çalışmaya başladım, İzmir'de ikamet ediyordum. 1991 yılında yapılan seçimlerde Manisa'da önseçime girdim kaybettim. 1992 yılı şubat ayında İstanbul Emniyet Müdürlüğüne atandım. 1995 yılı ekim ayının 15 veya 16'sında - tam şimdi zamanı bilemiyorum - kendi isteğimle İstanbul Emniyet Müdürlüğünden ayrıldım. 24 Aralıkta yapılan seçimlerde İstanbul Milletvekili olarak Doğru Yol Partisinden, seçildim. Kurulan Refahyol Hükümetine, Doğru Yol Partisinin ilkesiz davrandığı gerekçesiyle daha önceden ayrıldım ve ret oyu verdim. Şu anda da yeni kurulmuş olan Demokrat Türkiye Partisi Genel Başkan Yardımcısıyım. Evliyim, iki çocuğum var. Az evvel sormuş olduğunuz soruların son cümlelerinizle olayı bağlamak istiyorum. Muttali olduğum bir konu olsaydı, mutlaka gereğini yapardım; yani, böyle bir olay bahsedilen tarzda bir olay bizim önümüze gelmiş olsaydı, olayı kim işlerse, fiili kim işlerse işlesin, yasalar, bana ne gibi görev tevdi ediyorsa, mutlaka ben onun gereğini yapardım. Bahse konu olaya gelince, zannediyorum, 1994 yılı ocak ayı başıdır. Evraklarda tarihler filan var, size de, zannediyorum, o evrakları intikal ettirmişlerdir. Ben devlet arşivinden buldum ve oradan baktım tabiî evraklara da. Emniyet Müdür Yardımcısı Mestan Şener, beni telefonla arayarak, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar'ın kendisini aradığını, yaptıkları bir evdeki aramada, iki tane yeşil pasaport, iki tane silah Ye bu silahların taşınmasını gerektirecek yazılı emir; yani, bu silahlar, işte, ilgili tarafından taşınabilir şeklinde bir yazılı emrin bulunduğunu belirtti. Tabiî, biliyorsunuz, disiplin mesleklerinde bir hiyerarşi sistemi vardır; askerde de öyledir, poliste de öyledir. Bir üsteki amir, eğer, bir sıra atlayarak bir alttakine emir verirse, mutlak surette, o atlanan amire, alttaki emri alan duyurmakla mükelleftir. Müdür yardımcısının yaptığı odur. Ben de, madem talep ediliyor, şahsın aranıp aranmadığına evvela bakın; ikincisi, silahların bir olayda kullanılıp kullanılmadığına bakın; üçüncüsü, mutlaka mevcut bu evrakları da kurye marifetiyle gönderin diye kendilerine söyledim. Şimdi, tabiî, oradaki iddialar, bana bildirildiğine göre, pasaportların devlet tarafından verildiğini ve belgelerin de yine devlet tarafından düzenlendiği. Böyle bir olay olduğu takdirde, tabiî, böyle bir olay önünüze geldiğinde, bir şeyin sahteliğinden söz konusu olamaz, sahte bir evrakın düzenlenmesi söz konusu olur. Adliyeye müteallik bir işlemin olmasına cevaz verecek bir durum ortada yoktur.
BAŞKAN - Yani, devlet tarafından düzenlenmiş olduğuna, siz mi belgelere bakıp karar verdiniz; yoksa öyle denildi mi?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Müsaade ederseniz geleceğim oraya şimdi.
BAŞKAN - Buyurun.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Şimdi, sonradan araştırdığımda, tabiî, bana gelen bilgilere göre, şahıs, bir kişi Adana'da yakalanıyor. Adana'da yakalanan kişi havaalanında, bilgilere göre, şahıs, bir kişi Adana'da yakalanıyor, Adana'da, havaalanında yakalanan kişi ya sahte pasaportla veya sahte vizeyle ele geçiriliyor.
BAŞKAN - İsim varsa, lütfen onu da söyleyin.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Şu anda 'bende isim yok; ama, bu isimlerin hepsi, yapılan soruşturmâlarda, evrakların üzerinde var.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yaşar Öz mü?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Hayır... Başka birisi. O şahıs, bu pasaportu veya sahte vizeyi Yaşar Öz'den temin ettiğini, onun marifetiyle aldığını söylüyor ve Adana Emniyet Müdürlüğü, İstanbul Emniyet Müdürlüğüne bir yazı yazıyor. Diyor ki: Ataköy, falan yerde oturan Yaşar Öz şöyle bir olaya katılmıştır. Falanın iddiasına göre böyle bir olaya katıldığı iddia olunmaktadır, böyle bir şeyi tanzim ettiği veya yaptığı iddia olunmaktadır. Adı geçenin o adresten bulunarak yakalanmasını, başkaca bir suç unsuru yoksa, yani, bizim söylediğimiz bu sahte pasaport veya sahte vize, şimdi tam bilemiyorum ne olduğunu, bunun dışında başka bir suç unsuru yoksa -Adana Emniyet Müdürlüğünün İstanbul'a yazdığı mesaj bu, gönderdiği talimat bu- şahsın ifadesinin alınması ve nüfus cüzdan suretinin gönderilmesi, başka bir suç unsuru varsa adliyeye sevki diyor. Yani, bu olaydan dolayı adamı alıp Adana'ya vesaireye göndermeyin, siz, bize, ifade suretiyle, nüfus cüzdanı suretini gönderin... Yapılan araştırmada, tabiî, Yaşar Öz aranmıyor o tarihte. Emniyetin değişik birimlerinden bakılıyor, bana yeni gelen, yeni intikal eden bilgiye göre de -bu 1994'te olan- 1995 yılında Yaşar Öz tekrar İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şubesi tarafından yakalanıyor, Bakırköy Cumhuriyet Savcılığına sevk ediliyor, hangi suçtan olduğunu şimdi bilemiyorum, yani bir suçtan dolayı; ama, Bakırköy Savcılığı tekrar serbest bırakıyor kendisini. Yani, 1994 yılında bu adamın aranmadığı, savcılıkça da bir kere daha tescil edilmiş oluyor. Dün veya evvelki gün de İçişleri Bakanlığının basına yansıyan bir haberi vardı, Yaşar Öz'ün aranmadığı yolunda ve ben de kendi imkânlarımla yaptırdığım araştırmada da, Yaşar Öz ne İnterpol marifetiyle ne de Türk emniyet ve adlî makamları tarafından aranır durumda değildi. Bunun üzerine, bu silahların incelemesi ve evrakların zabıtların düzenlenmesinden sonra, Emniyet Müdür Yardımcısı, Emniyet Genel Müdürüne hitaben yazdığı yazının altında diyor ki: "Yapılacak soruşturmaya esas olmak üzere, değerlendirilmek maksadıyla evraklar ve silahlar ilişikte gönderilmiştir" diyor, en son bağlarken de... Tabiî, sonradan yapılan incelemede, pasaportların devlet tarafından verildiği ve belgelerin de yetkililer tarafından düzenlendiği intikal ettiriliyor. Müdür Yardımcısına, size söylenen nedir dediğimde, Yaşar Öz'ün, yapılacak olan bir istihbarat operasyonunda devlet tarafından kullanılacağı yolundadır. Devletin de, bugüne kadar, değişik konularda elbette ki ajan çalıştırdığını, insan çalıştırdığını biliyoruz. Daha sonra da, zamanın Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar'la karşılaştığımızda kendisine bu konuyu hatırlattım, dedim ki, böyle böyle bir konu oldu, nedir bu? Dedi ki: "Büyük bir operasyon hazırlanıyor bu istihbaratla ilgili, bunların da istifadesi için biz bu hazırlığı yapmıştık, çalışma devam ediyor" diye, bâna o gün, o şekliyle anlatmıştı. Burada, bize izafe edilebilecek bir suç olduğunu pek zannetmiyorum. Tabiî, mesele savcılıklara intikal etmiştir, savcılıklar araştıracaktır, inceleyecektir. Sizlerin de bildiği gibi, müracaat da ettim, usulen mümkün değilmiş. Bu konuda bizim bir dahlimiz yok. Yapmış olduğumuz görev idarî nitelikli bir görevdir. İdarî nitelikli verilen görevlerde, emrin gereğini yapmakla ast makamlar yükümlüdür. Netice itibariyle, bana verilen de bir haberdir; çünkü, emir verilen makam benim altımdaki müdür yardımcısıdır; ama, onlara da, yanlış yapmamaları konusunda benim elbette ki ikazlarım olacaktır ve bu yapılan,' işlemden dolayı ben, adlî bir yön olduğunu da pek düşünemiyorum. Başbakanlık Teftiş Kurulu nasıl inceleyebildi, ne kadar inceleyebildi onu da bilemiyorum tabiî. Hangi makamdan bu konuda bilgi sorulacaksa, bütün bildiklerimizi, bütün açıklığıyla anlatmaya hazırız.
Bu konuda söyleyeceklerim bunlar, sizin sormak isteyeceğiniz bir şey varsa ben cevaplandırmaya çalışayım.
BAŞKAN - İstanbul Emniyet Müdürü olduğunuz dönemde, Lucky S adlı gemiye yönelik olarak yapılan operasyonu istihbaratının, size, eski emniyet müdürü Mehmet Ağar tarafından devir teslim süresinde verildiği söyleniyor.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Hatırlamıyorum öyle bir şey.
BAŞKAN - Yine, sizin, Ömer Lütfü Topal'ın gazinolarından birine giderek... Bugün gazetede vardı herhalde, okudunuz mu?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Okumadım.
BAŞKAN - ... Büyük miktarda kumar oynadığınız ve bunun kumarhane sahipleri tarafından videoya alınarak, size karşı tehdit aracı olarak kullanıldığı, bugün gazetelerde vardı...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Bunlar deli saçması. Olaylarla ilgisi yok. Oradaki yazılanların ne olduğu da belli, bu konu üzerinde de fazlaca konuşmak istemiyorum. Neden yapıldığı, ne maksatla yapıldığı da onların meydanda. Bunların da bu konularla ilgisi yok. Bugüne kadar -siyaset yapıyoruz- öyle bir resimleri falan olsaydı, yüz defa önümüze koyarlardı. Ne Ömer Lütfü Topal'ı ne de orada ismi geçenlerin hiçbirini tanımam. İstanbul Emniyet Müdürlüğü yaptığım sırada, herkes bilir ki, düz bir çizgi üzerinde, namuslu, haysiyetli insanlarla bile arkadaşlık yapmaya zamanım olmamıştır. Gecemizi gündüzümüze katarak hizmetimizi yapmışızdır. O âlem, yani, yeraltı dünyası, yerüstü dünyası, ne derseniz deyin, bizim zamanımızda, İstanbul'da zapturapt altına girmiştir; ama, kumarhane açma iznini ben vermedim, kumarhanelerin açılma izinleri farklıdır. Emniyet Müdürü de gerektiği zaman her yere girer çıkar, buna hiçbir mani hal yoktur. Emniyet Müdürü asayiş sağlayan bir kişidir, ama, biz, titizliğimiz dolayısıyla, görevimizi yaptığımız çizgide çok dikkatli, çok duyarlı davranmak suretiyle hareket ettik. Onun yanında, çoluğumuzla çocuğumuzla, etrafımızla akrabamızla, hiçbirini de İstanbul'a sokmadık, yarın öbür gün onların üzerine bir şaibe bırakırlar, onların yapacağı bir ticaret hayatında, bir eğlence hayatında bırakabileceği nakısa diye... Bugün bunların çıkarılmasının sebebi hepsi bellidir. O nedenle, bu konuyla ilgili - bu konuyla zaten bağlantısı yok - söyleyeceğim bir şey de yok. Deli saçması olarak görüyorum hepsini.
BAŞKAN - Yaşar Öz olayından başka, Emniyet Müdürü olduğunuz dönemde, buna benzer bir olaya rastladınız mı?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Hayır.
BAŞKAN - Sadece böyle bir olay başınıza geldi yani...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Başa gelen bir şey yok Sayın Başkan.
BAŞKAN - Yani, muttali olduğunuz...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Buradaki olay doğru bir olaydır. Devletin yapması gereken bir olaydır gerektiği zaman bu olaylar; ama, buradaki bizim gördüğümüz yüzü olayın budur. Yani, görmüş olduğumuzu size burada aktarmakla mükellefiz. Yani, gördüğümüz tarafı olayın bu. Bunun haricinde, bugüne kadar, değil ki İstanbul'da, Türkiye'nin hiçbir yerinde; meslek hayatım boyunca, hiç kimsenin işlemiş olduğu bir suça ben göz yummadım ve göz yummak da bizim âdetimiz değildir, karakterimiz de değildir.
BAŞKAN - Bu Çatlı uzun müddet İstanbul'da kalmış. 90'da gelmiş Türkiye'ye ve o günden öldürüldüğü güne kadar da, ikametgah olarak İstanbul'da kalmış. Bazı işler de yapmış. Size hiç istihbarat geldi mi Çatlı konusunda? Yani, devletin kullandığı yönünde, İstanbul'da ikamet ettiği yönünde... Ticaret de yapmış tabiî bu arada.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Çatlı, 1977 midir, 78 midir, 79 yılında işlenmiş bir suçtan dolayı aranıyor. O kadar taze aranan suçlular vardı ki... Yani, hangisini takip edecek polis: İstanbul Emniyet Müdürünün zaten kimin aranıp kimin aranmadığını bilmesi mümkün değil, 30 bin tane adamı yönetiyor. Yani, isim bazında, kim kimdir, ne nedir, kim nerededir, bunları bilmesi olası değildir yani kişi bazında. Bir de, bizim çalıştığımız dönemi de düşünün, bizim İstanbul'a gittiğimiz günleri düşünün... Emekli orgeneraller, Devlet Güvenlik Mahkemesi başsavcıları, emniyet müdür yardımcıları öldürülüyor, sokağa polis çıkamıyor, karakollarda sıkışmış kalmış; o polisi moralize etmek suretiyle sokağa dökeceğiz, evvela polisin moralini yükselteceğiz, ondan sonra İstanbul halkına moral vereceğiz. Bu şartlar altında kimin aranıp kimin aranmadığına zaten polisin bakacak hali yok yani o günkü şartlar altında; ama, Abdullah Çatlı'yı tanımam, İstanbul'da barındığını da bilmem.
BAŞKAN - Sorusu olan arkadaşlar var mı?
NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Sayın Menzir, tamamen Yaşar Öz'le ilgili zaten sizin komisyona vermeniz gereken bilgi. Tabiî, o 'konuda sizin herhangi bir şeyiniz yok, muavininizin muhatap olduğu bir konu. Şimdi, evrakları tetkik ettiğinizde, Yaşar Öz, istikbalde kullanılacak bir istihbarat çalışması için hazırlanan bir kişi herhalde. Bu sebeple, eline pasaportlar, belgeler falan verilmiş. Bu pasaportta görev olarak ne belirtilmiş, onu araştırabildiniz mi?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Yanlış söylemeyeyim, birinde, Tarık Ümit'in pasaportunda mühendis yazıyor zannediyorum... Bunların hepsi, İçişleri Bakanlığından istediğinizde oradan verilebilir. Birinde mühendis yazıyor, birinde de daire başkanı yazıyor yanlış hatırlamıyorsam. Tarık Ümit'in pasaportunda mühendis, Yaşar Öz'ün pasaportunda da daire başkanı falan yazıyordu zannediyorum.
NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Şimdi, istikbalde yapılacak bir operasyonda veya bilgi alışverişinde kullanılacak kişi olabilmesi için, o insanın o dünya içinde olması lazım. Mesela, Tarık Ümit'ten MİT istifade ederken, onun esrar, eroin işinde uğraşan bir kişi var, oradan bilgi almak istiyor... Yaşar Öz'ün, ne İnterpol tarafından aranmıyor, yurtiçinde de, Bakırköy'deki 95'teki bir olaydan dolayı suçlu olmadığı ortaya çıkmış, ne iş yaparmış bu adam, herhangi bir fikriniz var mı?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Tabiî, Yaşar Öz'ü ben tanımıyorum. Yaşar Öz'ü o günkü o kâğıdın üzerinde görünce, oradaki bilgilerimiz, bir de aranıp aranmadığı konusunu araştırınca, benim hafızamda kaldığı kadarıyla, sahte pasaportla ilgili bir kişi olabileceğini düşünüyorum. Bir de, bir uyuşturucu kaçakçısının üzerinden bunun telefon numarası çıkmış, polise o intikal etmiş, polis teknik takibi yapmış fakat, bir neticeye ulaşamamış. Kafamda kalan, böyle, pasaportlarla falan oynayan bir adam, benim aklımda kaldığı kadarıyla. Tabiî, bunu kullanacak olan merciler mutlak surette onun hakkında daha derin bir araştırma yaparlar; fakat, şunu söylemek istiyorum: Elbette ki, sokaktan, düz bir adamı da istihbarat hizmetinde kullanamazsınız; çünkü, aynı dili konuşması, aynı tavrı benimsemesi, aynı şekilde olayın içine girmesi gerekir kişinin. Bu devlet dün de bunları kullanmıştır, yarın da bunları kullanması gerekmektedir. Ben 30 yıl bu işi yaptım, bana sorarsanız, bence kullanması gerekmektedir, bütün dünya devletleri de aynı şeyleri yapıyorlar ve aynı şekilde kullanıyorlar. Türkiye, hele bulunduğu coğrafî konum itibariyle, mutlaka daha dikkatli ve duyarlı davranması gerektiğine inanıyorum bu olayda. Yani, adam seçilirken, niye oradan seçildi, niye buradan seçildi manası bence değerlendirirken biraz yanlış. Çünkü, eğer adamın bir suçu yoksa, yani o anda adlî makamlarca aranmıyorsa vesaire değilse, o yapısı itibariyle, geçmişteki tecrübeleriyle ancak onların içine yine o sızabilecek, onlarla aynı ortak dili, onlarla aynı ortak tavrı, aynı mekânları hatta gerektiği zaman paylaşabilecek ve burada, onlara karşı şüphelenecek veya onların şüphelenmelerini cezbedecek hareketlerden kaçınması gerekir. Yani, kişilerin kullanılması yolunda ben bir mahzur da görmüyorum. Bana pasaportu sorsaydınız, yani ben onu da söylemek istiyorum, başka türlü de bir çareniz yok. Eğer bir yerlerle temas edecekseniz, karşı tarafa da bazı güven duygularını vermeye mecbursunuz. O nedenle, intikal eden belgelerden baktığımızda, bizim yapmış olduğumuz doğrudan doğruya bir idarî görev, sonuç olarak onu söylemek istiyorum. İdarî görev de, idarî emirler çerçevesinde yürütülmüştür. Yaşar Öz şu anda da aranmamaktadır.
BAŞKAN - Peki, Sayın Menzir, pasaport verilmesi gerekir dediniz. Doğru... Peki, o silah taşıma değil de, bulundurma...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Bulundurma da değildir; o, yazılı bir emirdir. Yani, orada esasında bir kanunsuzluk ararsanız, Anayasanın 137 nci maddesine baktığınızda diyor ki, eğer üst, amir, astına emir verirse, bu emrin kanunsuz olduğunu ast anlarsa, onu yazıyla tekrarlarsa üst makam, ast bunu uygulamakla mükelleftir.
BAŞKAN - Deruhdei mesuliyet dedikleri olay...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Evet... Şimdi, oradaki de yazılı emir niteliğinde bir kâğıttır. Tabiî, o gerekliği gördüğü için... O şahsın da, tabiî, gönderdiğiniz kişini de can güvenliğini sağlamakla yükümlüsünüz; yani, bir adamı bir yere gönderiyorsanız, bir işin içine gönderiyorsanız, onun can güvenliğini sağlayacaksınız. Başka çareniz yok. Belki, o günkü şartlar altında o adama silah ruhsatı temin etmeniz zor olabilir; ama, esasında, tabiî, burada bizim devletimiz, bugüne kadar bu hukuku, bu temeli oluşturmamış, oturtmamış yerine, oturmamış bu yerine...
BAŞKAN - Boşluk var diyorsunuz.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Evet, bence yasal bir boşluk var. Bu bir zemine oturmalı, bunların hangi tarzda, hangi şekilde yapılacağı hareket edileceği... Tabiî, Millî İstihbarat Teşkilatının yönetmeliklerinden falan bahsedecek değilim, onları ben de bilmiyorum, diğer kişilerin bilmediği gibi; ama, bence, devletin yapacağı bazı hizmetlerde, sorumluluk uç noktada veya bürokrat kesimine getirilip bırakılmamalı, bunu hazırlayacak bir mekanizmanın oluşması gerektiğine inanıyorum. Yani, bir operasyon yapılacaksa yurtiçinde ve yurtdışında, artık, bunu, siyasî makamlarda bulunan veya yürütmenin siyasî kanadının sorumluluk alacağı bir yerinin olması gerektiğine inanıyorum. Mutlaka da, bu devleti başka türlü bizim ayakta tutma şansımız yoktur. Onun için, yani, bu rapordan, ben, netice itibariyle de bu şeylerin çıkmasını bekliyorum. Yani, önümüzü açacak olan, yarın öbür gün devlet nasıl yapılanmalı, nasıl hareket etmeli, nasıl bir biçim almalı... Bu kadar çok kişiyi dinliyorsunuz, çok değişik boyutlarda şeyler öğreniyorsunuz, elbette ki, suç ve suçluları araştıracağız, araştırmak da görevimiz, kimin suçu, kabahati varsa mutlaka cezasını çeksin; ama, önemli olan, hem kişilerin... Ben, bir bölüm insanların burada devlete, millete hizmet etmek için yaptığını düşünüyorum, bir bölümünün de, sınırlarını aşarak, yanlış şeyler yaptığını, basına intikal eden ve sizlerin açıkladığı bilgilerden bunu değerlendiriyorum; ama, yani, devlete millete yapanların da bir yasal zeminine ve tâbanına oturması gerekiyor, onu da bir hatırlatma olarak söylüyorum. Raporunuzda mutlaka değerlendirirsiniz.
BAŞKAN - Tabiî, teşekkür ederiz. Zaten; bizim görevlerimizden bir tanesi de odur. Ne yapılması lazım bundan sonra bu boşlukların doldurulması için... Nihan Bey, bitti mi sizinki?..
NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Bitti efendim. Yani, benim üzerinde durduğum, Yaşar Öz'e olayı getiren, Adana'daki sahte pasaport temininde, Yaşar Öz'ün bu konuda ihtisas sahibi bir insan olduğu...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Öyle görünüyor...
NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Şimdi, ilave bir sualim olacak Sayın Başkan. Uzun yıllar, emniyetin üst görevlerinde, bilhassa İstanbul gibi, bu olayların en yoğun cereyan ettiği bir bölgede görev yaptınız. İstanbul, bilhassa bu işin menşei. Bu sahte pasaport, sahte hüviyet tanzimcileri, Yaşar Öz gibi veya bir başkaları, yani, aslına çok uygun, polisi dahi, gümrük görevlilerini dahi yanıltabilecek nitelikte, kalitede bir hüviyet çalışması, kimlik yapan, imal eden şebekeler var tabî değil mi?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Var tabiî.. Şimdi, bakın, zaten devlet, 80'li yıllardan sonra, pasaportların üzerine o malum olan şeyleri geçirmiştir, o naylonları; onları da belirli bir aletten geçirmek suretiyle yüksek ısıyla... Onu yapmanıza rağmen, onu bile, hatırımda kaldığı kadarıyla, adam, ütüyle belli bir süre çalışmak suretiyle onu oradan gevşetip fotoğrafı çıkarmak suretiyle, başka bir fotoğrafı rahatlıkla monte edebildiği bir gerçektir. Sonra, çok değişik, artık, bugün teknolojik yapı içerisinde çok şeyi yapmak mümkün. Bakın, bugün, paranın filigranlarını şeye geçirmek suretiyle, bu matbaalarda, artık, renkli, ofset matbaalarda, istedikleri gibi basabilecek hale gelmişlerdir ve yapmış oldukları paraların da iğfal kabiliyetleri daha yüksek noktalara doğru tırmanmıştır. Ben şunu söylemek istiyorum: Yani, kaba bir kontrolde, artık, bir evrakın sahte mi gerçek mi olduğunu, kaba kontrolle inceleme devri tamamlanmak üzeredir veya tamamlanmıştır diyeyim ben. Artık, daha teknolojik usullerle evrakları vesaireyi incelemenin veya kişiler hakkındaki bilgilerin kompütürlerden daha süratli çıkarılması gerektiği düşüncesindeyim.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Sayın Menzir, olaya girince bana da cesaret verdiniz. Bir konuyu açabilir misiniz diyecektim. Türkiye'nin en büyük şehrinde emniyet müdürlüğü yaptınız. Ben de biliyorum mekanizmayı. Bugünkü haliyle, özellikle büyük şehirlerimizde, İstanbul, İzmir, Ankara gibi şehirlerde, bugünkü sistem içerisinde günlük mesai dikkate alındığında, emniyet teşkilatımızda disiplini ve ciddî suiistimalleri önleyebilecek, evrak üzerinde değil de, oluşurken önleyebilecek bir mekanizmamız var mı; bunu sağlayabiliyor muyuz? İstanbul Emniyet Müdürüyken bunun ihtiyacını duydunuz mu? Otuz bine yakın polis var; yani, işlem yapılırken, eylem yapılırken, olaylara müdahale ederken ayrı bir mekanizma da bu olayları denetleyip, yasalara, kanunlara uygun şekilde oluyor mu; bu ihtiyacı hissettiniz mi? Bizi bilgilendirirseniz memnun olurum.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Müsaade ederseniz, bunu hemen, üç beş dakika içinde toparlamaya çalışayım. Tabiî, ihtiyacı hissetmez olur muyuz, en büyük
sıkıntılarımızdan biri oydu. Gerek siyaset camiasının gerek devlet yapısının içerisinde ve kamuoyunda yıllardan beri tartışılan yerinden yönetim, yerel yönetim dediğimiz bir olay var. İstanbul'a ilk gittiğimizde tabiî bu, sıkıntıyı orada gördük. Hiç unutmuyorum, Cağaloğlu'nda yüzlerce insan kuyruğa girmişler yaşlısı var,
genci var, kadını var, kızı var. Niye bekliyorlar dedim bunlar burada; pasaport almak için... Niye bunu başka bir yerde yapamıyoruz, ilçelerde falan yapamıyoruz;
efendim, yasa böyle... Peki, ben çıktım, getirin bakalım yasayı... Yasayı, sizlerin de bildiği gibi, işte, vali, yetkisini emniyet müdürüne devredebiliyor.
İlçelerin küçük bir bölümü ilçe müdürlüğü olmuş; biz müracaat ettik, Bakanlar Kurulundan karar çıktı, bütün ilçeleri ilçe emniyet müdürlüğü haline döndürdük
ve trafik gibi, pasaport gibi, silah ruhsatı gibi hizmetleri ilçelere aktardık, bununla beraber daha başka hizmetleri de kaydırdık. Bundaki birinci maksadımız hem hizmetin vatandaşın ayağına gitmesi, İstanbul gibi bir yerde birçok sıkıntılara girmeden, masrafa girmeden... İkincisi de, tabiî, daha küçük birimlerin denetlenmesinin daha kolay olacağıydı. O düşünceyle hareket ettik. Bunu bir örnek olarak anlattım. Diğer taraftan, çevik kuvvet sabahları üniversiteye göreve gidiyor, değişik yerlere göreve gidiyor. 1400-1500 kişilik bir birlik bırakarak, devamlı eğitim halinde olmak kaydıyla, öbürlerini de ilçelere verdik biz. İlçelerde kullanılsın ki, ilçe hem güçlü olsun hem de bir sürü zaman kaybını, araçtan tasarruf, yakıttan tasarruf vesaireden tasarruf falan diye, onu da, yine amirler bir bütünlük içerisinde olsun, bir taraftan çevik kuvvetin amiri, bir taraftan ilçenin müdürü, öbür taraftan bölgeden sorumlu emniyet müdür yardımcısı, bir çok başlılık oluyor ve bir denetim mekanizması oluşsun diye, bu nedenle hareket etmiştik. Daha ileri bir adım attık, yasada olmamasına rağmen, bu defa tabiî, denetlemeler çok büyük önem arz ediyor- denetleme amirliği kurduk, bir emniyet müdür yardımcısı sıfatında birinin altında, yedi sekiz tane şube müdürünü vermek suretiyle bir denetleme grubu oluşturduk ve geceli gündüzlü, bunları bir denetleme mekanizmasını yerli yerine oturtmaya uğraştık.
Fırsat buldukça kendimiz gittik. Tabiî, bugün için, yüzde yüz denetlendiğini, her şeyin kontrol altına alındığını söylemek mümkün değil. Birimleri ne kadar
küçültürseniz, işi ne kadar yerine doğru yönlendirebilirseniz, Merkezî yapıdan ne kadar uzaklaşırsanız, denetleme ve hizmetin akışı daha iyi olacaktır.
İstanbul'daki ve ondan evvelki çalışmalarım da bana bunu göstermektedir. Bir de, tabiî, gündeme şimdi getirilen bir konu var, bilmiyorum, tartışılır,
düşünülür; işte, adlî polisle vesaireyle ilgili söylenen. Türkiye'deki sistem öyle söylendiği gibi değildir. Yani, adliyenin tamamen dışına taşmış falan
değildir polis. Elbette ki, savcı emri yerine verdi mi, o emri herkes mutlaka yerine getirir; ama, ben, büyük şehirlerde, terörle olsun, uyuşturucu madde
kaçakçılığıyla olsun, devlete karşı işlenen diğer malî suçlarla ilgili olsun, biraz da belki bizim partimizin yapısına uygun geliyor, başkanlık sistemiyle
paralel olarak, sırf bu işlerle uğraşabilecek bir yapının oluşturulmasına taraftarım. Yine, tabiî, savcının emrinde de olsun; ama, bu yapı çok değişik bir
yapı olsun, bu yapının içindeki insanlar bu konuda ihtisas sahibi olsunlar ve bu yapı, meselelere daha iyi bakabilme, inceleyebilme imkânı olur. Tabiî,
diğer polis de her şeye baksın; ama, bu geldiği zaman da, yani, üst kademedeki polis geldiği zaman da, ona elde etmiş olduğu bilgi ve belgeleri aktarsın.
Çünkü, artık, terörle mücadele, uyuşturucu madde kaçakçılığı, bu malî suçlar çok ihtisas isteyen konular oldu ve mutlaka ihtisaslaşmak gerekiyor.
Yani, sokaktaki, Ahmet Mehmet'i dövmüş, Hasan Hüseyin’le kavga etmiş falan, bunlar artık çok basit olaylar. Bizim devletimiz açısından sıkıntı yaratabilecek
suçlarla mücadelenin, ülke içinde yeni bir yapısının olmasında yarar olduğunu düşünüyorum.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Benim daha ziyade öğrenmek istediğim şuydu: Güvenlik güçlerimizde -ki, emniyeti ayırmak istemiyorum, bütün içinde meseleyi mütalaa etmek istiyorum- resmî ve özel yaşamını, günlük yaşamını kontrol edebilecek bir mekanizma var mı, işleyen bir mekanizma var mı? Bunun ihtiyacını duydunuz mu?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Özel kurulmuş bir mekanizma yok. Yani, sistemin içinde, genel...
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Ben de o sistemi biliyorum. Yani, emniyet müdürlüğü çerçevesinde olan bir personel veyahut da hukuk şubesi müdürlüğünün veyahut da yine emniyet müdürlüklerinde bulunan disiplin amirliği müessesesinin günlük yaşamı...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Yetersiz... Yetersiz...
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Misal... Yani, olaylar bir yere, bardaktan taştıktan sonra değil, bardak dolmaya başladığı andan itibaren bir mekanizmanın kontrol altına alınıp, işte, falanca falanca böyle gidiyor deyip, mekanizmaya önceden uyarı yapabilecek bir sisteme sahip miyiz; onu sordum.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Yetersiz... Yani, bu mevcut sistemlerle, bu denetim istenildiği düzeyde olamıyor; ama, denetim mekanizması ve güvenlik güçleri... Özellikle tabiî polisin içinden gelen bir kişi olarak söyleyeyim, bunları yaparken, elimizi vicdanımıza koyarak yapacağız bu işi. Ben İstanbul Emniyet Müdürüyken, Vatan Caddesindeki bir yeni binaya taşındık. Orada, firmaları araştırmak suretiyle, bir firmayı, zararına da olsa, bize, ilk etapta memurumuz alışsın diye, mesaisinin elverdiği ölçüde, öğle tatilinde yemek yesin diye 60 bin liraya yemek veriyordu 1995 yılında, dört kap... Bizim polisimiz 60 bin liralık yemeği yiyemiyordu tabiî. Ondan sonra rica ettim, bunu dedim, 15 bin lira 20 bin lira, bu şekilde bölün dedim, isteyen bir çorbayla bir pilav alsın yesin, öbürü ne bileyim bir salatayla bir et yemeği alsın, onu da yiyemedi, onu da yiyecek gücü yoktu. Bu defa, çıktım dolaştım, baktım, evden getirmiş yarım ekmek bir domates; arından da kimseye görünmeden kenara çekilmiş, o ekmeği yiyor veya çevrede üniversite hastaneleri var, üniversite hastanelerinde 20 bin liraya yemek veriliyor, gidiyor, 20 bin liraya verilen yemekten, eğile büzüle, hastanedeki o idare memurundan, hastabakıcısından da böyle sine sine, onun arasından, devletin güvenlik görevlisi yemek yiyor. İstanbul'da bugün rakamları 30 bin civarına dayanmış polisin elindeki lojman sayısı 3500 civarındadır. İstanbul'da gecekondu bölgesinde otursanız bugün, 15 milyon liradır kira. Zaten, Halkalı lojmanlarında, ortak giderlerle beraber, oradaki korumalara sorduğumda, 14,5 milyon lira para gidiyor. Bu insanların sosyal hayatları yoktur, aile hayatları yoktur, doğru dürüst beslenmeleri yoktur, giyimleri kuşamları yoktur; yani, biraz da verdiğimizin karşılığını alıyoruz gibi geliyor bana, ne veriyorsanız, ne ekiyorsanız onu alıyorsunuz. Yanlış yapanlar cezalandırılsın, yine söylüyorum; ama, şu soğukta, buz keserken ortalık, şuradaki kavşaktaki, eli ayağı titreyerek, üşüyerek o trafiği düzenlemeye çalışan insanın ne kadar önemli olduğunu düşünmek lazım. Onların olmadığı yerde neler olabileceğini... Biz, bugüne kadar, eleştirileri yaparken, biraz da olayın bu cephesine bakmayı unuttuk gibi geliyor. Biraz daha farklı bakmamız gerekiyor, değişik boyutta bakmamız gerekiyor ve Türkiye'nin dış güvenliği de, iç güvenliği de çok önemli; yaşadığımız topraklar bunu bize böyle bahşetmiş; ama, iç güvenlik ve dış güvenlik olmadan da, bugünkü meselelerimizi aşmamız mümkün değil. Yani, huzuru, istikrarı sağlayamadan diğer konuları aşmamız mümkün değil. Biraz da, o mesleğin gelen bir kişi olarak da vebal duyuyorum, onların şartlarını düzeltmenin görevimiz olduğunu düşünüyorum.
BAŞKAN - Aynen katılıyoruz bu önerilerinize. İnşallah, raporlarımızda da bunları belirteceğiz.
NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Efendim, teyiden bir şey söyleyebilir miyim çok özel olarak: 1990'dan evvel bir tabldot işletmeciliği firmamız vardı bir yakınlarımızla. İstanbul'da hemen hemen 150-200 ufaklı büyüklü müesseseye tabldot servisi yapıyorduk. Çok enteresandır, mesela, diyelim ki A firmasının 75 tane personeli var, 75 personel artı 8 polis derdi veyahut 40 personel 4 polis... Yani, hemen hemen, firmaların yarıdan fazlası, emniyet teşkilatına yemek isterdi. Bazıları kendisini parasını öderdi, bazıları da, işte, bu polisleri de siz idare edeceksiniz gibi bir baskıyla karşılaşırdık. Düşünün ki, o müessesede yemek yiyen polisin, o müessese üzerindeki denetimi, görevi ne derece objektif olur, değil mi Sayın Topçu?..
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Ben bir şey sorâbilir miyim bu mütalaayla ilgili olarak? Ben yine resmiyeti bırakayım Resmiyeti bırakayım sevgili kardeşim. Demin bir şey buyurdunuz, dediniz ki "dünyanın başka ülkeleri de bunu yapıyor, bizim devlet de birtakım adamları kullanıyor."
NECDET MENZİR (İstanbul) - Kullandığını gözümle görmedim, kullanmıştır diyorum.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Bir istihbaratı almak için bir adamla konuşacaksınız; başka çareniz yok. Bu da çok önemli.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Oraya geleceğim.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Şimdi "normal insanı da kullanamaz" diyorsunuz.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Çok yetenekli olması lazım.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Yani, normal insanı kullanamaz, mutlaka, bu tür bilgi alacağı camianın adamlarını kullanması lazım. Örneğin, polis, burada uyuşturucuyu araştırıyorsa, uyuşturucuyla ilgili birisini kullanması lazım; kaçakçılığı araştırıyorsa kaçakçılıkla ilgili birisini buluşturması lazım. Peki, burada, yasa hâkimiyetini sağlamak ve devletin yaptığı işte, bir fasit daire oluşturmak gibi bir durum doğmuyor mu? Yani, siz, şimdi birisini korumaya kalkıyorsunuz, eline yeşil pasaport vermek zorunda kalıyorsunuz. Yeşil pasaport verince, adam, işte bunu bir şekilde kullanmak durumunda kalıyor veya farz ediniz ki, Yaşar Öz işinde yahut da bir başka işte olduğu gibi bir uyuşturucu ilgilisini, istihbarat için de olsa, emniyet istihbarat birimleri kullandığı zaman, bunu bir şekilde kollamak zorunda kalıyor. Buyurduğunuz da odur zaten; yani,' bir şekilde kollayacaksın ki, adam sana bunu şey etsin. Peki, o zaman suçluyu korumuş olmuyor musun?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Hayır, hiç kimseyi, bu işten dolayı kollamak gibi bir olay olamaz; o bir defa yanlış. Yaşar Öz gibi adamlarla filan da çalışmadım ben. Bu üst düzeyde de böyle bir görev de yapmadım. Emniyet Müdürü olarak elbette ki... .
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hayır, ben fikrini soruyorum; ben, onları yaptın demiyorum.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Anadolu'da derler ki "şıracının şahidi bozacı." Bu çerçevedeki insanların içindeki yapı da budur. Yani, şimdi, Beyoğlu'nda bir cinayet işlenmiş. Beyoğlu'nda işlenen cinayetle ilgili, siz gidip İstanbul Üniversitesinden yahut ne bileyim Kadıköy'deki Bağdat Caddesinde oturan insanlardan mı bilgi toplayacaksınız...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Gördüyse toplasın.
NECDET MENZİR (İstanbul) - ...yoksa Beyoğlu'nda yaşayan, sokaktaki her türlü insandan, o işlerin içinde yaşayan insanlardan mı bilgiyi toplayacaksınız; buralardan bilgiyi toplayacaksınız.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Ben, ona bir şey demiyorum.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Siz şunu söylemek istiyorsunuz...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Bu adam yarın...
NECDET MENZİR (İstanbul) - Yani, bu adam yarın suç işleyip gelirse cezasını çeker. Alaattin Kanat gelmiştir, Alaattin Kanat cezaevinde almıştır soluğu; hiç kimseden bir himaye görmemiştir bizim zamanımızda. Alaattin Kanat İstanbul'da yakalanmıştır, cezaevine de girmiştir. Ben şuyum, buyum; bizi ilgilendirmez. Sen git, içerde hesabını ver, gel bakalım... Zannediyorum aklımda yanlış kalmadıysa tehditle para alma olayıdır. Şimdi, meselede önemli olan, sizin ne kadar kullanıldığınız, siz onu ne kadar kullandınız. Şimdi, tabiî çok uzun bir mesele bu, biraz da benim sahamın dışında; çünkü, Millî İstihbarat Teşkilatının sahasına girer. Bunun, burada başka bir şekli yoktur. Kim çok daha fazla kullanabiliyorsa...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - O, onu kullanıyor.
NECDET MENZİR (İstanbul) - O onda kazançlı çıkar; yani, kim daha fazla kullanabiliyorsa. Bütün dünyada bu böyle, bunun farklı bir boyutunu düşünmek mümkün değil.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Peki vazgeçtim. "Öyle bir fikir kullanması lazım" dedin de, o bana ters geliyor biraz. Neden ters geliyor; efendim...
BAŞKAN - Sayın Menzir vakıayı söylüyor, olanı söylüyor.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hayır "olması da lazım" diyor. Ben de diyorum ki, o zaman, siz -siz derken Menzir'i kastetmiyorum- güvenlik birimleri bunu böyle kullandığı zaman, biraz müsamaha da etmesi lazım. İşte, pasaport veriyor, bilmem ne yapıyor. İşte o müsamahalar, netice itibariyle...
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Suiistimale dönüyor.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Tabiî, bir yere dönüyor yani. Zaten "denetimi de yok" dedi. "Ben, bir denetim mekanizması kurdum; yani, en büyük sıkıntı da güvenlikte denetim olmayışı" diyor. "Biz, bir denetim mekanizması kurduk, ama, onu da yasada olmadığı için kendi ölçülerimiz içerisinde..."
NECDET MENZİR (İstanbul) - Şimdi, bizimkinden daha ziyade, bu tip işlerde yapılanların bir denetlenmesi; yani, bunun sonucunun alabileceği bir merci... Bir de bazı şeylere karar veriliyor; yani, yapılacak kararlar, insanların kendi şahsî kararlarıyla veya onların şahsî cesaretleriyle olmamalı. Mekanizma, siyasî mekanizma, bunu, ne bileyim, idarenin içindeki, hükümetin kanadındaki üç tane, beş tane bakan veya başbakan, yardımcısı, bir kuruluş, bir şeyi bilmeli yani. Tabiî, biz, siyasetçi olarak biraz da kendimizi eleştirelim, hiç ağzımızda laf durmuyor; belki de ondan dolayı, bu kapanma ve gizlenme oradan kaynaklanıyor. Yani, iki tane laf öğrenilince -maalesef, hepimizde bu hastalık var- çıkıp bir şeyler söyleyip... Çünkü, netice itibariyle, seçmene mesaj yollanması gerekiyor. Onun için, buradaki. sırları açıklayan 20 sene cezalandırılır, 15 sene cezalandırılır; yani, devlet sırrı niteliğinde almış olduğunuz bilgilerle... Yarın öbür gün karşımıza ne çıkacağı belli değil yani, şu yaşadığımız coğrafyadan dolayı, bu çektiğimiz sıkıntıdan dolayı, çözemeyeceğimiz çok daha büyük boyutlara meseleler gider. Ben, İstanbul Emniyet Müdürüyken, adamlar geliyor "biz korkuyoruz çekiniyoruz, onların polisleri bizi ziyarete geldiği zaman size aktaramıyorlar..." Kardeşim, aktaramazsa ben nasıl yakalayayım; yani, daha öyle sihirli bir alet icat edilmedi ki, tutayım Rusya'dan gelen bu adam mafyadır veya değildir... Efendim, şikayet edersek, Karadeniz'in ortasında tutuyorlar, bizim Türkiye'den aldığımız malları denize atıyorlar, polise şikayet ettiği zaman. Sen bana hiçbir bilgi vermeyeceksin, hiçbir şey söylemeyeceksin, sonra benden yardım... Ben ne yapayım, kimi yakalayayım yani. O zaman hepinizi yakalayacağız, yalnız malları göndereceğiz, mallar yerine varacak, arkadan sizi salacağız oraya; yani, başka çaresi yok, gemiyi boş göndermemiz gerekiyor. Yani, o ülkedeki adamlar, başka bir ülkedeki alışverişe kadar, müdahale edecek noktalara taşınabiliyor, gelebiliyor. Onun için, zeminini falan iyi koyup görevlendirmeleri ona göre yapmak lazım. Bir de, insanların, tabiî, denetim mekanizmasıyla ne yaptığı da ortaya çıkar, onu arkasında bir güç görür, bu işi daha rahat -ortamda alır, sürükler, götürür; düşüncem o. Yalnız, bizim, kimseyi, böyle anladığınız manada kullandığımız falan yok.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Ben, sen kullandın diye söylemedim. Fikir söyledim, "ben, bunun, böyle olmasının zarurî olduğu kanaatindeyim" dediniz o açıdan dedim; yani, o fikrinizin sonucu buraya gelmiyor mu diye onu sordum. Ben, siz o işle uğraştınız diye söylemedim. Hani "aradı" dedin ya "benim fikrim de bunun olmasından..."
NECDET MENZİR (İstanbul) - Tabiî, fikrim yana. Mutlaka bir zemine bu iş oturmalı.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Onu yaptığınız zaman da böyle bir sakınca çıkmıyor mu; benim sorduğum o. Benim sana esas sormak istediğim; senin İstanbul Emniyet Müdürü olduğun dönemde, bu Komisyonun çalışma alanıyla ilgili; yani, belleğinde, hafızanda yahut bugüne kadar aklına gelen bir şey var mı? Şöyle bir olay da, sizin çalışma alanınızın içerisine girmiş olabilir diyebileceğin bir olay var mı? Hiç böyle bir şey aklına geldi mi? Yani, mafya-polis-siyasetçi üçgeni içerisinde şüphelendiğin bir şey var mı?
NECDET MENZİR (İstanbul) - Hayır, benim aklıma takılmış kalmış bir şey yok; ama, bazı yerlere giderken, tabiî, zorluklarımız var. Bakın, polis olarak, ben, size bir şey anlatayım: Engin Civan, İstanbul'da vuruldu, nedir bu; bakacaksınız, onun da kararını verecek olan hâkim. Ya öldürmeye tam teşebbüs ya nakıs teşebbüs ya silahla yaralama, vesaire. Benim polis olarak baktığım, silahla yaralamadır adam ölmediyse; toparlayacağım bilgileri, belgeleri, onu adlî polis, mahallindeki polis toplayacak, götürecek, savcılığa verecek. Verilmesi, yapılması gereken bu, polisin yapması gereken bu. Engin Civan olayıyla ilgili polise bir talimat mı verilmiş yani, özel?.. Engin Civan şunu yaptı, bunu yaptı, şöyle yaptı, böyle yaptı; yok, müfettişlere gitmiş o mesele, incelenmiş ve 28 tane dosya Şişli Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiş; orada davalar açılıyor, devam ediyor. Fakat, biz, tabiî, kamuoyunda; yani, bu kadar çok konuşulan bir konu olduğu için, nedir mesele bakın bakalım, bu defa olayın bir kenarında başka bir adam, bu tarafında başka bir adam. Yani, farklı farklı bu olayın içine girmişler. O günleri hatırlayanlar bilir, Selim Edes'i, vesairesi, hepsini derletip toparlatıp getirip, Hülya Çakıcı'sı, şunlar bunlar toparlanıp, getirilip, gerekli işlemler yapılıp, aylarca da yargılanmaları sağlanmıştır. Yoksa, orada, polis, dikkat, titizlik, hassasiyet göstermese, o olay o boyutlara gitmez. Yani, anlatmak istediğim meseledeki şey o. Alaattin Çakıcı'yla ilgili olarak "silahla dolaşıyorsun, sana terörist muamelesi yaparız yarın öbür gün; yani, bu tutum ve davranışında devam edersen, bunun karşılığındaki bedelini görürsün" diye beyanımız da olmuştur. Önemli olan, o kararlılık konulmuştur, yapılmıştır, kendilerine karşı gidilmiştir. Ama, bu teknik sahadaki yapılan çalışmalar, sonuca varamıyor. Şimdi, Selim Edes, bugün nerede; iki sene mi ne kadar yattılar bilemiyorum. Bugün Amerika'da, çekti gitti; bir daha Türkiye'ye getirme imkânınız var mı; getiremiyorsunuz.
BAŞKAN - Öteki de gitti.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Öbürleri de, ne bileyim, Bezmen filan... Bu adamlar bir sürü şeylere...
BAŞKAN - Civan da gitti.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Cezalarını tam olarak çekmiyorlar. Kamuoyu tatmin oluyor mu olmuyor mu; onu bilemiyorum tabiî. İşte, az evvelki söylediğim konuda, özel bir yapı yapılsın; uyuşturucu, devlet güvenliği, devlete karşı işlenen suçlar, finans suçları, şunlar bunlar... Çünkü, çok yoğun bir şekilde gündeme geliyor. İşte, bu yapıyı çözebilecek yapıda daha kaliteli insanlarla...
BAŞKAN - Çeşitlendi bir de üstelik. Son günlerde de yeni yeni şeyler girdi; finans meselesi girdi.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Tabiî, tabiî. Ben size bir şey söyleyeyim, polis kendi kendini geliştirmiştir. Yani, polise hiç kimsenin bir katkısı olmamıştır. Finansı vesaireyi, polis oturmuştur, yoğun çaba içerisinde, gayret içerisinde oradan, öbür taraftan bulduğu bilgilerle kendisini geliştirmiştir, yetiştirmiştir. Mahkemeler de bunun yanında tabiî ihtisas mahkemeleri olmalı. Hâkimler ve savcılar da belirli konularda ihtisas sahibi olup o meselenin üzerine yürümelidirler veya hiç olmazsa, bundan sonra yetiştirilenler öyle gelmelidir.
BAŞKAN - Yaşar Bey, bitti mi?
YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Bitti.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Sayın Menzir teşekkür ederiz. Öncelikle, bilgileriniz, bizim bundan sonraki çalışmalarımıza da yardımcı olacak, yönlendirecek bir bakıma. Ben, bu arada, sizin bu konuda çok uzun süre deneyimli çalışmalar yaptığınızdan dolayı bazı şeyleri de sormak istiyorum. Cahilliğime de verin bazı şeyleri bilmediğim için.
NECDET MENZİR (İstanbul) - Estağfurullah.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Şimdi, Adana'da bir şahsın yakalanması, sahte pasaport veya sahte vize dolayısıyla yakalanmasından sonra, Adana Emniyetinin, İstanbul Emniyetine "Yaşar Öz, konunun failidir" diye bildirdiğini söylediniz yanlış anlamadıysam ve doğal olarak, İstanbul polisi de Yaşar Öz'ü yakalayıp, Yaşar Öz'ün elindeki evrakları görerek, elindeki belgeleri de görerek, daha sonra, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar'ın talimatıyla "bu, bizim adamımızdır" diyerek herhangi bir işlem yapılmaması ya da doğrultusunda, yardımcınıza talimat vermesiyle işin kapatıldığı gündemde. Şimdi ben soruyorum, o dönemde altını çizdiniz, baktım dediniz; yani, doğrudur, idarî bir olaydır ve sizi atlayarak genel müdür sizin yardımcınıza talimatlar vermiştir. Sizi, belki doğrudan doğraya muhatap almış olsaydı, kendi yetkilerinizi kullanarak bakacaktınız. O anlamda, haklı olarak siz de onu söylüyorsunuz. Ben, şimdi soruyorum: Yaşar Öz, belki o güne kadar sabıkalı değil; ama, o gün bir fiil var, sahte pasaport veya vize verildiği dolayısıyla. Bu, bir suçtur değil mi? Adalet polisi de bu suçun failinin Yaşar Öz olduğunu söylüyor. Dolayısıyla, o anda, Yaşar Öz'ün sabıkalı olup olmaması önemli değil, o andan itibaren suç işleyen bir kişi konumunda yanlış anlamıyorsam. Yani, sizin yapacağınız işlem de ona göre olması gerekirken, emniyet genel müdürü diyor ki "hayır, bu bizim adamımızdır, gereğini bu şekilde yapın." Çünkü, bakıyorsunuz Ömer Lütfü Topal'ın da sabıka kaydı yok. Oysa, hüküm giymiş, cinayetlerden filan hüküm giyen ya da başka nedenlerden dolayı hüküm giyen bir kişi. O baktığımızın sabıka kaydı yok. Bazı yerlerde baktığımızda bununla karşılaşıyoruz, Türkiye'nin gerçeği bu. Öyle değil mi, yanlış diğeri.
UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A BÖLÜM 50/2 KISIM. İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder