Hüseyin Eminoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hüseyin Eminoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ağustos 2019 Salı

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A BÖLÜM 49

UYUŞTURUCUDAN  SUSURLUK'A  BÖLÜM 49 



Eroin Yolu,
3/6/2002 - 10:40 
Atin,


Uyuşturudan Susurluk'a dizimizin bu bölümünde eskiye, 1970'li yıllara gidiyor ve 1974 yılında Pulitzer ödülü kazanan "Eroin Yolu - The Heroin Trail" isimli kitabın Türkiye ile ilgili kısmının özetini veriyoruz.

ABD Newsday gazetesi muhabirleri Robert Greene, Knut Royce ve Les Payne 1972 yılında Türkiye'ye gelerek uzun bir süre araştırmada bulunduktan sonra gezilerine o tarihteki uyuşturucu yolu olan Bulgaristan, Almanya ve Fransa'da devam etmişlerdi.
Bu kitabın Türkiye ile ilgili özet bölümünü okuduktan sonra yabancı gözü ile Türkiye'deki yeraltı düzeninin nasıl işlediğini, son yıllarda patlayan mısır taneleri gibi ortaya çıkan, her işlerini parayla halleden, görgüsüz ve acayip zenginlerin paralarının nereden geldiğini, kaçakçı - politikacı - güvenlik görevlisi ilişkilerinin hiç değişmeyen bir şekilde nasıl yürütüldüğünü daha iyi anlayacaksınız. 

"Eroin Yolu / Türkiye

AFYON
Her şeyin başladığı yer. 

Afyon...

 Afyon haşhaşın en önemli şehri. Bu işi yapmak burada son derece doğal.
 Şehrin ortasında duran kayalık dağ ve en tepesindeki harap, eski kale, afyon çiftçileri tarafından “Afyon Kara Hisar” – Haşhaş dağının siyah kalesi olarak isimlendirilir.
 Afyon, bin seneye yakın zamandır haşhaş üretiminin kalesidir. Çıplak şehir, yazları kuru fırın sıcağı, kışları muhteşem güzellikteki karı ve buz gibi esintisiyle bilinir.
 Fakir toprağında, ancak dayanıklı ürünler yetişir. Haşhaş da az bulunur dayanaklıkta bir üründür.
 90.000 çiftçi Afyon da ve Anadolu’nun diğer yerlerinde bu işten geçimini sağlamaktadır.
 Haşhaşın yağını yemeklerinde, yapraklarını salatada, tohumunu ekmek yapımında ve kabuğunu da hayvan yeminde kullanırlar. Sadece Afyon sakızını kullanmazlar. 
 Bunu iki şekilde satarlar. 
 Kanunlar çerçevesinde devlete ilaç yapımında kullanılmak üzere...
 Diğer şekilde de kaçakçılara...
 Devlete gramını (1972 senesi fiyatları) 7.47 dolara satarken, kaçakçılara gramına 20 Sent fazlasıyla satarlar. 
 Üçte ikisini kanunsuz olarak satarlar. Ellerine ortalama senede 300 dolar geçer. Afyon sakızı değişime uğradıktan sonra baz morfin ve daha sonrada eroine dönüşür. Bu şekilde New York sokaklarında gramı 113,000 dolara çıkar.
 Anadolu’da Haşhaşın ilk üretimi, milattan sonra 1070.
 Amerika’da yaklaşık senelik eroin tüketimi, 10 tondur. Bunu çoğu verimli tarlalara sahip olan Türkiye’den gelir.
 30. Haziran 1971 senesinde Türkiye ve ABD arasında yapılan görüşmeler neticesinde, haşhaş üretiminin durdurulmasına karar verilir. Son hasat 1972 senesinde alınır. 
 Yapılan şartlı anlaşmada, Amerika 1973 senesinden başlanmak üzere 3 sene içinde Türkiye’ye 35,000.000 para ödeyecek, bundan böyle Türkiye, ilaç yapımında kullanılmak üzere gerekli eroin ve morfini, diğer ülkelerden alacaktı. 
 Bu ülkeler, Yugoslavya, İran, Afganistan ve Hindistan’dı.
 Nixon Yönetimi, anlaşmanın eroinin yolunu kesmekte büyük bir adım olduğunu söylüyordu. Fakat bir sürü Türk, eroini kendi problemleri olarak görmüyor, bir çok yetkili, üretimin durdurulması isteniyorsa Amerikanın 400,000.000 dolar gibi bir parayı ödemesi gerektiğini düşünüyordu.
 Afyon’un Tarım Müdürü İbrahim Sarıcal, çiftçilere yardım yapılabilmesi için 400,000.000 doların gerekli olduğunu, aksi taktirde geçimlerini sağlayamayan çiftçinin üretime gizli şekilde devam edeceklerini ve durdurmanın da mümkün olmayacağını söylüyordu.
 ABD bu miktarı çok fazla bulup, reddederken Beyaz Saray ılımlı yaklaşıyordu. Bu kadar hayati bir konuda kısıtlamaya gidilmemesi gerektiğini belirtiyordu.
 Neticede anlaşma imzalandı. Bunda Amerikanın, Türkiye’ye yaptığı ekonomik ve askeri yardımların etkisi büyüktü.
 Türkiye, Avrupa’daki en büyük askeri güce sahipti. 1948 senesinden beri ABD yardım ediyordu. Türkiye’nin coğrafi olarak önemli bir yeri vardı.
 Amerika, Türkiye’ye 3 milyar dolardan fazla ekonomik ve askeri yardımda bulunmuştu. Fakat bu yardımlarından haşhaş üreticileri faydalanamamışlardı. 
 1972 senesinde çiftçilerin eline Türk Hükümetinden geçen para 2,200.000 dolar civarındaydı. Kaçakçılara yaptıkları satışlardan ise 5,000.000 dolar.
 Değirmendere, Afyon şehrine 22 mil uzaklıkta, 700 haneli bir köy. Elektriği olmayan, yolları toprak bu köyde halkın tek manzarası haşhaş ekili alanlar.
 1972 Haziranında oradaydık. Saat 4:30 da kalkıp, ilk kahvaltılarını peynir, ekmek ve çayla yapıyorlar. 
6:30 da tarlada çalışmaya başlayan kadınların işi öğlen bittiğinde, öğlen uykusu için köye geri dönülüyor. 
Erkekler, vakitlerini sohbet ederek, kağıt oynayarak ve çay içerek geçiriyorlar. Ama konuşmalarımız sırasında, kadınların tarlada isteyerek ve zevkle çalıştıklarını, onların ezilmiş olduklarını düşünmediklerini öğrendik. 

Adetleri böyleydi. 

Kadının erkeklerle aynı ortamda olmaması dinlerine de daha uygun bir yaşam şekliydi. Üstelik % 90 suçlar kadınlar yüzünden çıkmaktaydı. 
35 senedir Türk Kanunlarına göre peçe takmak yasaktı. Fakat köyde 15 yaş ve üstündeki bütün kadınlar kapalıydı. Üstlerine uzun bluzlar, altlarına da çuval benzeri, geniş pantolonlar giyiyorlardı.
Köy ilk defa bir gazeteci tarafından ziyaret ediliyordu. 
Köyün Muhtarı Faruk Erhan ile uzun uzun sohbet ediyoruz. Bize çay, haşhaş tohumundan yapılmış ekmek ikram ediyorlar ve hiç bir zararı olmadığını da ekliyorlar. 
Türkiye’de haşhaş üretiminin durdurulmasına karşın, hala bir çok ülkede neden ekiminin yapıldığını anlamadıklarını, Suriye’de develerin karnında bu işin kaçakçılığının nasıl yapıldığını duyduklarını söylediler. 
Haşhaşın sigara alışkanlığı gibi olduğunu, iyi kalitesi bulunmazsa daha düşük kalitesine razı olunacağını düşünüyorlardı.
Esas olan, Türkiye’de yetişen Afyon’un diğer yerlerde yetişenlere göre çok daha yüksek ve saf morfin içerdiğiydi. 
Fransa’da işlenen Afyon, eroin haline geldikten sonra Amerika’ya geçiyordu...
 Afyon şehri Tarım teknisyenlerinden bir başka görevli, “neden bizi cezalandırıyorsunuz. Amerika çocuklarını korumak istiyorsa, yasa çıkarmalı ve içeri eroini sokanları yakalayıp, cezalandırmalı” diyordu. 
Bir başkası “ senelerdir yetiştiriyoruz ama hiç tadını bilmeyiz” diyordu.
Çiftçiler, tohumları sakladıklarını, mecbur kalırlarsa tekrar ekime başlayabileceklerini söylediler. Saklı olan tohumları gösterdiler.

ANADOLU

ABD görevlileri, bazı kaynaklardan aldıkları bilgiler neticesinde, saklı olan haşhaşın eninde sonunda Amerika’ya gireceğini öğrendiler. Bunu önlemek için satın almayı düşündüler. 
Bunun için Anadolu’nun saklı olan haşhaşın bulunması lazımdı. Kimse ne kadar haşhaşın saklı olduğu hakkında tam bilgiye sahip olmamakla birlikte, en az 50 tonun 1972 senesinde alınan hasattan, ek olarak 180 tonun da muhtelif çiftliklerde, mağaralarda saklı olduğunu tahmin ediliyordu. Bir kısmının “Baz Morfin” haline getirilmiş olarak saklandığının, büyük kısmının ise ham olduğunu belirtiyorlardı
Saklı Haşhaşı bulmakta kanunlar yetersiz kalıyordu. Köylüler ve çiftçiler için geleneklerinin, adetlerinin daha mühim olduğu kesindi. Zaten haşhaş toplayıcıları mallarını korumak için her yolu deniyorlar. Bilgi verenleri en kötü şekilde cezalandırıyorlardı.
Emniyet Genel Müdürü Orhan Erbuğ, Afyon işinin karlı bir ticaret ve çok para getirdiği için bir çok kişiye cazip geldiğini söylüyordu. 
Amerika Kanun uygulayıcılarının problemlerini biliyor fakat saklı olan haşhaşın, yeraltından çıkarması gerektiğini belirtiyorlardı. 
Saklı olan haşhaşa ulaşılıp, satın alınırsa bu kesinlikle herkesin bilgisi dahilinde olmayacaktı.
Afyon sakızının, Türkiye’de aşağı yukarı gramı 10 dolar civarındaydı. 230 ton sakız bu fiyattan alınırsa, 4,600.000 dolar gibi bir para ödenecekti. 
Eğer eroin olarak alındığı düşünülürse bu fiyat Amerika sokaklarında 5 milyar dolar civarında olacaktı. 
Bu rakamlar, bize kaçakçıların ve bu işin içindeki diğerlerinin ne kadar kazanç içinde olduğu hakkında bilgi de veriyordu.
 Eskiden Afyon taşıyıcılığı yapmış olan şahısla yaptığımız görüşmede, isim olarak hiç bir bilgiye ulaşamadık. Bilgi verenlerin ölümle cezalandırıldıklarını, kaçakçıların siyasi bağlantılarının olduğunu, onlara bir şey olmayacağını, öldürmekten çekinmediklerini söyledi.

Öğrendiğimiz bazı isimler;

Hacı Ömer Ünal - Pınarbaşı, Konya: Konya’da Oteli ve büyük bir garajı var. Büyük arazilere sahip. İki kayın biraderi, Tufan Şahin ve Vehbi Şahin asistanlığını yapıyorlar. İki yeğeni ve kuzeni de yanında çalışıyorlar. 
Nafiz Türkmen, ürünün taşıma işini yapıyor.
Kamil Ünal amcası için afyon sakızını baz morfine çeviriyor.
Abdullah Çilli – Malatya: Hatay Milletvekili.
İsmail Özdemir – Malatya
Sami Ruhbaş - Kayseri
Süleyman Yalçın – İskenderun
Hacı Malak  - Afyon

Abdullah Çilli, bağımsız Hatay milletvekili. Malatya’da saklı tuttuğu 3,230 kilo afyonu olduğu biliniyor. Politik bir Skandal olmasından korkulduğundan hiç bir şey yapılamıyor.
İstanbullu bir Kaçakçı “eğer narkotik işinde büyük birini tanıyorsan, köye gidip 100 kilo afyonu, beş dakikada alırsın. Polis seni hiç bir zaman yakalamayacak tır. Eğer yakalanacak olursan da ufak bir miktar rüşvet kurtulman için yeterlidir” diyordu. Afyonun saklı olduğu yerler, silahlı adamlarca korunmaktaydı. Laboratuvarlar çok daha sıkı korunuyordu. İskenderun’un varoşlarındaki büyük bir laboratuvara yapılan baskında, en az 50 silahlı adam tarafından korunduğu ve çatışma sonucu 3 kişinin öldüğü, yetkililerce anlatılmıştı. 
Türkiye, haşhaş üretimini kontrol ve mücadelede başarısızdı.
Başarısızlığın belli başlı nedenleri;
Afyon Bölgesindeki belgelerde 73,079 kişinin haşhaş üretim izni olduğu kayıtlıyken, Ankara’daki belgelerde ise sadece 3,249 kişinin kaydı bulunuyordu.
1972 senesinde 100 kişilik bir ekip, Afyon Bölgesinin ve tarlaların ölçümünü yapmış. Bunu sadece 11 araç ve 2 ay gibi (arabayla ulaşılamayacak dağ köyleri, tepeler vs dahil) bir zamana sığdırmışlardı.
Devlette görevli olan Hulusi Özenç’in, aynı tarihlerde sahibi olduğu tarlaları kiraya verdiği ve haşhaş üretiminden kazanç elde ettiği belirtiliyordu.
Bir başka gerçekte, Türkiye’de haşhaş üretiminin durdurulması için çiftçilere verilecek Amerikan yardımının tamamen, Amerikan Halkının vergileriyle ödendiği idi.
1970 senesinde Anadolu’nun dokuz bölgesinde yapılan üretimden 60 metrik ton haşhaş elde edildi. 1971 senesindeki üretimden elde edilen haşhaş, 149 ton. Ve son yıl olan 1972 senesinde de 75 ton ürün alındı.
Rakamlar tartışmalara neden oluyordu. Son senedeki (1972 ) yağışlar, düşük ürün alınmasına sebep gibi gözükürken. Bunun tam tersini savunan yetkililer de vardı. Çiftçiler eğer haşhaş üretemeyeceklerse nasıl geçimlerini sağlayacaklardı. Haşhaşın yerine buğday üretimi gündemdeydi. Fakat bir sürü yetkili, buğdaydan gelecek paranın, haşhaş ile aynı olmayacağı ve çiftçiyi tatmin etmeyeceği görüşündeydi. 
Kimine göre ise, zaten çok sıcak ve suyun az olduğu bu bölgelerde verim alınamayacağıydı.
Çiftçinin yasağı kesinlikle dinlemeyeceği ve hapse girmek pahasına üretime devam edeceği yetkililerce söylenmekteydi.

İSTANBUL

İstanbul Havaalanına üç gazeteci olarak geldiğimizde, fazla yüklü bavullarımız ve üç silahımızla, gümrükten geçmek üzere sıraya girdik. Yanımızda 30.06 çapında geyik tüfeği, 30’luk Karabina ve 1 tüfek vardı. Yanımızda geyik tüfeği olduğunu ve avlanmayı düşündüğümüzü söyleyen arkadaşımızı polis apar, topar sıradan aldı ve bir karton sigara istediğini söyledi. 
Aldık..... 
Hiç bir şeyimize bakılmadan gümrükten rahatça geçmiştik. Bir gün önce Roma Havaalanında, silahlı polislerce uçağa binene kadar gözlem altına tutulmuştuk.
İlk günümüzü geçirdiğimiz zengin iş adamından, Türkiye’nin Amerika’dan farklı olduğu. Burada ancak tanıdık, arkadaş aracılığıyla işimizi halledebileceğimizi söyledi.
Hava alanında yaşadıklarımızı ve yanımızda olan tüfeklerden bahsedince, askeri kanunlar tarafından Tüfek sokmanın yasak olduğunu söyledi. Daha sonra yaptığımız görüşmeler neticesi tüfeğimizi yetkililere bıraktık.
İstanbul’da Bizans döneminden beri karaborsa var. Yerli malları korumak için yasak olan yabancı mallar kaçakçılar tarafından getirilmekte ve kara borsada satılmakta.
Gelen yabancı mallara karşılık, buradan Fransa’ya baz morfin çıkmakta.
Türkiye’de eroin problemi olmadığından, bu akışı durma konusu onlar için öncelikli değil.
Bir başka karışıklık ise, Narkotik işindeki insanların ve haşhaş üreticilerinin politik bağlantılarının olduğu ve 112 Milletvekilinin, yasağın kaldırılması için dilekçe verdiği idi.
Uyuşturucu işinde olan birisi bize politik bağlantıların nasıl kurulduğunu anlattı. 
Kaçakçı yaşadığı köy, kasaba veya şehirde partiye üye oluyor. Seçimler zamanı herkesten fazla para harcıyor. 
1950 senesinde bütün kaçakçılar Demokrat Partideymiş. O dönemde İçişleri Bakanı olan Namık Gedik, üst rütbedeki polis yetkilisine “neden hep Demokrat parti üyelerini yakalıyorsunuz” diye sormuş. Polis de karşılık olarak “çünkü bütün kaçakçılar Demokrat partili” cevabını vermiş.
Kaçakçıların Türk halkına da doğrudan zararları oluyor. Suriye'ye yapılan hayvan kaçakçılığı neticesinde Türkiye’de et fiyatları birden bire yükseliyor.
Galata Köprüsünün, Haliç’e yakın yerdeki ilk giriş yerinden, kara borsa mallar bütün İstanbul’a dağılıyordu. Avrupa ve Amerika’dan gelen kara borsa malların satıldığı yerler “Amerikan Marketi” olarak adlandırılıyordu.
Amerikan Pall Mall, Kent, Winston ve diğer sigaralar satışı en çok olan mallardı. Türkiye kaliteli tütününü dışarı ihraç ediyor, düşük kalitede olanını içerde en çok rağbet gören Yeni Harman ve Samsun sigaralarının yapımında kullanıyordu.
Rüşvet, Türkiye’de çok yaygındı. Amerika’da otellerde oda hizmeti yapan çocuklara verilen bahşiş kadar doğal karşılanıyordu. 
1972 senesinde gümrük görevlileri tarafından İstanbul Kapalı çarşıya yapılan baskında, kaçak mücevher, saatler, altın ve pırlantalar ele geçirildi. Ele geçirilen malların çoğu Suriye’den gelmişti. Tutuklanan dükkan sahipleri kısa sürede ceza almadan serbest bırakıldılar. 3,000,000 dolar paranın Gümrük görevlilerine rüşvet olarak verildiği ve bu şekilde serbest kaldıkları konuşuluyordu...
Neticede dokuz gümrük görevlisinin istifası istendi ve haklarında başka hiç bir ceza uygulanmadı.
Zengin ve Avrupa’ya seyahat eden bir Türk, Almanya’dan son gelişinde, beraberinde getirdiklerini gümrükten kolaylıkla geçirdiğini, daha sonra gümrük görevlisinin bahşiş almak üzere evine nasıl ziyarete geldiğini anlatmıştı.
Bir Türk iş adamı da bize, Hükümetle yapacağı milyar dolarlık iş anlaşması için bir Generale verdiği yüklü rüşveti anlatmıştı.
Parayı alan General 7 dolar eksik için bağırmış, iş adamının üzerindeki 35 doları vermesiyle de yatışmış ve birlikte çay içmişlerdi.
Başbakanlık Basın Yayın Genel Müdürlüğü, Afyondaki tarlalarda bize yardım ve eşlik etmek üzere Gündüz Göktepe’yi tanıştırmıştı. Bir ücret ödememiz gerekmediğini de eklediler.
Bir gün sonra Afyon’a gitmek üzere yola çıkacaktık. Gündüz Göktepe, bizi evine davet etti. Evinde hamile olan karısıyla tanıştık. Sohbet sırasında, düşük maaşından (aylık 100 dolardan az) bahis açarak, bizden yardımlarına karşılık günlük 50 dolar ücret alacağını belirtti.
Afyon’a vardığımızda bizden, daha sonra tanıştıracağı ve bize yardım edecek olan ziraat uzmanı Mehmet Hulusi Özenç’e, verilmek üzere 1,000 Türk Lirası (70 dolar) aldı. 
Özenç hiç İngilizce konuşmuyordu. Göktepe, kendisine hiç güvenmeyen Özençle bizim yalnız kalmamamıza özen göstermesine karşılık, bir fırsatını bulan Özenç, bize yardım etmekten memnun olacağın belirterek, verdiğimiz 600 Türk lirası için teşekkür etti. 
Bunu Türkçe olarak söylerken bir yandan da suratımızı dikkatle inceliyordu. Cevaben 1000 Türk Lirasını Göktepe’ye verdiğimizi söyledik. 
Özenç, Köylülere yeni tarım yöntemlerini öğretiyordu. Görevi olan bu iş içinde köylülerden (çeyrek dönüme 5 lira) ücret almaktaydı. “Her işin bir karşılığı vardır” diyordu omuzlarını silkerek ..
Daha sonra Göktepe’den, Afyon ekimiyle ilgili (miktar vs gibi) istediğimiz bilgiler, uzun uğraşlardan sonra elde ettiğini ve ev adresini de yazdığı bir notla birlikte İstanbul’da elimize ulaştı. 
Afyonda kaldığımız süre içerisinde, Baz morfin kuryeliği yapan birisiyle de görüştük. Kaldığımız otelde görüştüğümüz kişi bize, büyük patronların malı almak için bölgeye kamyon gönderdiğini anlattı. 
Kamyon, patronun bölgedeki adamının sahibi olduğu benzin istasyonunda park ediyor ve ertesi gün baz morfin yüklü olarak bölgeden gelecek kamyonu bekliyordu. 
Gizli bölmelere yerleştirilen ve gece yapılan yüklemeden sonra, kamyon lahana ve pırasayla dolduruluyordu. Patronlar baz morfin dışında lahana ve pırasadan da para kazanıyorlardı.
  
İstanbul’daki Narkotik Tüccarları, büyük İşadamları.

Otelleri, restoranları, gece klüpleri ve arsaları var. Pahalı evlerde yaşıyorlar. Sahip oldukları holdinglerin ve yatırımlarının parası Narkotik işinden geliyor. Bir kısmı hapse girmiş bir kısmı hiç yakalanmamış. Bir sürü kuruluşa üyeler. Politik partiler ve hükümetle ilişkililer. 
Türkiye’de 50 den fazla patron var.
Türk baz morfininin direkt pazarı Fransa’nın Akdeniz yakası.
Sicilya mafyasıyla ilişkili, bir çoğu Korsikalı olan çete liderleri tarafından eroine çevriliyor. 
Caid diye adlandırılan bu liderler, patronlarla telefon veya telgraf yoluyla kodlu bir şekilde haberleşiyorlar. Bu şekilde ısmarladıkları malları, Fransa veya İstanbul’a yakın bir yerden teslim alıyorlar. 
Konuşulması gereken bir sorun olursa, patronlara bir adamlarını gönderiyorlar. Genelde böyle durumlarda Münih, Viyana, Beyrut, bazen de Türkiye buluşma yeri olarak seçiliyor.
Anlaşma yapıldıktan sonra, patron bazen başka bir patronu, riski paylaşmak için ortak alıyor.
Daha sonra bir temsilcisini Anadolu’ya morfin bazı almak üzere gönderiyor. Aracılardan veya afyonu direkt köyün liderinden (ham olarak) alıyorlar. 
Bazen Patron ham olan malı çevirtmek için laboratuarın parasını ödüyor. Türkiye’den malı çıkarmak için, kaçakçılarla anlaşılıyor. Ya sabit bir ücret veriliyor yada belli bir yüzde.....
Fransa’ya mal ulaşınca, ödeme yapılıyor. Ödeme malın gelişine göre değişiyor. Yani yolda kanun uygulayıcıları (polis, jandarma vs) tarafından durdurulup, problemli şekilde ulaştıysa veya Türkiye’deki mahsul az ise fiyat yüksek oluyor. 
Mal kolay geçiş yapmışsa veya düşük kalitede ise, ücreti de ona göre az oluyor.
Türkiye’deki hemen hemen bütün patronlar, Fransa’daki çevirme işlemini yapan kimyagerlerin, işlerinde başarılı olduklarında hem fikirler. Genellikle çok başarılı sonuçlar alındığı belirtiliyor.
Türkiye’de üç ay kaldık. Zamanımızın büyük bir bölümünü, patronlar hakkında bilgi toplamaya çalışarak geçirdik. Parça, parça toplamaya çalıştığımız bilgiler sınırlıydı.
Büyük patronlardan birine çok yakın birisiyle görüşme yapabilme fırsatımız oldu. Fakat bizden 40.000 dolar istemesi üzerine vazgeçtik.
İkincisinde, patronlara çok yakın ve işin içinden birisi, yağmurlu bir günde, İstanbul’un dışında kaldığımız villaya bizi görmeye geldi. 
Uzun boylu, siyah, geriye taramış saçları ve güneş gözlükleriyle 40 yaşlarının sonlarında görünüyordu. Bir başparmağı dibinden kesikti...
Kendisi dışında, başkalarından bahsetmeye hazırdı. 
Bu önemli değildi. Biz onu tanıyorduk zaten...
Bu kişi, oldukça bilgili. 25 yıldır narkotik işinde ve bu işin beyni durumunda. Patronların çoğunu iyi tanıyor. Çok iyi bir aileden gelme ve hükümette önemli yerlerde akrabaları var. 
1951 yılında eroin işi yapanlara ölüm cezası gelene kadar, bu konuda çalışmış, uyuşturucu işi yapmış. Şu anada ihracat, ithalat yapıyor olmasına rağmen arada-sırada yurt dışına mal gönderme işlerini organize ediyor.
Ziyaretimize geldiği ilk günden itibaren, kendi anlattıklarının notunu aldı ve bunu “bir şey unutmamak için” yaptığını belirtti.
Bize isimleri, yerleri, miktarları, rotayı, fiyatı, problemleri anlattı. Kimsenin sadece uyuşturucu işinde olmadığını, bunu her gün değiştiğini, bir gün uyuşturucu işi yapanın diğer gün silah işinde olduğunu, sigaranın hemen her zaman yapıldığını söyledi.
Bazen bütün mal teslimini bir patron kendi başına üstlenirken, bazen başka patronlarla paylaşıyordu. Esasında bir amir yoktu. Herkes amirdi çünkü...
Her gelişinde saatlerce kaldı. Patronların siyasi geçmişlerini anlattı. Aldığımız bilgilerin doğruluğunu araştıracağımızı söyleyince gülümsedi ve “hepsi tam doğru” dedi. 
Amerika’daki gençlerin durumunun çok üzücü olduğunu fakat Türkiye’de böyle bir problem yaşamadıklarını söylerken bu işin dünyadaki en kazançlı iş olduğunu da ekledi.
Üç kere ziyaretimize geldi. Her seferinde aldığı notları gitmeden yaktı, kül olana kadar bekledi. Ne telefon numarasını, nede adresini verdi. Her sefer gelişi aynı kişi aracılığıyla ayarlandı.
Uyuşturucu ticareti amatör, profesyonel herkesin en azından, bir başarılı sefer yapmak isteyeceği kadar çekiciliği olan, “dünyanın en karlı işi” 
Bu yüzden yakalananın yerine hemen birisi hazır.

Herkesin amir olduğu tek iş...

İstanbullu gazetecilerden birisinin yazdığı gibi “Türkler futbolda başarılı olamazlar, komünizmde de öyle. Çünkü çok kişisel davranma alışkanlığı olan insanlar. Bu onların karakteri. Bu yüzden morfin işini durdurmak hemen hemen imkansız.
Bununla birlikte patronlar birbirine benzer insanlar. 
Değiş, tokuş yapan yatırımcılar gibiler. İşin bir kısmına kişisel olarak para yatırıp, diğer kısmından yararlanmayan yatırımcılar.
Büyük işe bir kaç patron birden girerek parasal riski de paylaşırlar. Eğer bir patronun 100 kilo eksiği varsa diğer bir patron ödünç mal verir. Anlaşmazlıklarda bir kaç patron bir araya gelip, karar verirler.
Bir çok patron kaçakçı kiralamayı tercih ediyor. Ve bunlar genellikle Türkiye’nin Karadeniz bölgesinden (Artvin, Rize, Trabzon, Ordu, Samsun) veya Suriye sınırına yakın bölgedeki Gaziantep, Kilis’ten...
Kendi topraklarından, Orta doğu ve Avrupa’ya kadar uzanan, baz morfinden, büyük baş hayvan, koyun, silah, sigara ve viskiye kadar bir çok kaçakçılığın yapıldığı geniş bir ağ vardır. 
AĞUSTOS, 1972 - Hasan Cevahir 50 yaşında kalp krizinden öldü.
Gece kulübü vardı. 
Boğazda evi vardı. 
Cenazeye binlerce kişi katıldı. Gece kulübü, restoran sahipleri, sanatçılar. 
Çalışma Bakanı Ali Rıza Uzuner, eski Bursa polis Müdürü Muzaffer Acar, eski İstanbul Trafik Müdürü İhsan Özmen, küçük rütbeli ve üniformasız polisler. 
100 den fazla çelenk yollanmıştı. En büyüklerinden birini eski arkadaşı Dr. Atilla Sunay, Türkiye’nin Devlet Başkanı Cevdet Sunay’ın oğlu yollamıştı.
Çalışma Bakanı, Cevahirin kardeşine ölen ağabeysi için şöyle diyordu. “o sadece senin değil benimde kardeşimdi”.
Hasan Cevahir, patrondu. Sahip olduğu her şeyi narkotik işinden kazanmıştı.
Bir diğer patron Nuri Bostan'dı. Senatör Kudret Bayhan’ın patronu olarak biliniyordu. 
Mart 1972 de Senatör Kudret Bayhan ve şoförü, Fransa’nın Menton gümrüğünde yakalandılar. Arabalarında 146 kilo baz morfin bulundu. 
Senatör ilk önce kızına kıyafet almak için Fransa’ya geldiğini söyledi. Daha sonra diplomatik dokunulmazlığa sığınmaya çalıştı. Bayhan hala Fransa’da tutuklu ..
Nuri Bostan ve eski milletvekili Sami Benicioğlu tutuklandı. Benicioğlu'nun kardeşi de tutuklandı. 
Bayhan’ın şoförü İbrahim İkier, 1971 senesinde birlikte geldikleri iki senatörün daha adını verdi. Hilmi İşgüzar ve Orhan Özçelik.
Bostan, Haliç de bir çok politikacının geldiği bir kahvenin sahibi. İlk tutuklandığında falakaya yatırılan Bostan, ayaklarının şişi ve kanaması geçince hapishaneye konuldu.

Bayhan’ın şoförünün verdiği iki senatörle ilgili Askerlerin isteği doğrultusunda soruşturma açıldı. Fakat neticesi hiç açıklanmadı. Senatör İşgüzar hala yerinde duruyordu.
Türkiye’deki Amerikan İstihbaratının başı Raymond Benson, daha fazla soruşturma açıldığını duymak istediklerini ama açılmadığını söylüyordu.

NİSAN, 1972 MİAMİ

Türkiye’de çalışmış eski narkotik görevlisi, Hüseyin Eminoğlu’nun resmini gösterip, hakkında bilgi veriyordu. Hala işinin başında olan yaşlı Eminoğlu'nu yakalamak için çok uğraştığını, bir sefer baz morfinle değilse de, kara borsada Amerikan kahvesiyle yakaladığını anlattı. Fakat işe yaramamıştı. 70.000 dolar rüşvet vererek kurtulmuştu...
Hüseyin Eminoğlu 75 yaşında bir patron. Galata köprüsü yakınındaki bürosunda birçok ticari işi yürütmekte.
Türk Hükümeti tarafından kiralanmış Boğazdaki Güzel Sanatlar Akademisi, kendisinin de yaşadığı Kördere sokaktaki beş katlı apartmanı, kargo gemisi, doğduğu yer Rize’deki sinema salonu, gece kulübü ve sayısız geniş arazileri olan Hüseyin Eminoğlu’nun, bütün malları vergiden kaçmak için oğlunun üzerine kayıtlıydı. 
Eminoğlu, İmparatorluğunu narkotik işinden gelen gelirle kurmuştu. Narkotik işindeki parada New York ve Long Island sokaklarındaki bağımlılardan geliyordu...
Eminoğlu, genç yaşta Rize’den çıkıp, İstanbul’a geldi. İlk Narkotik işine patronların ayak işlerine koşturarak başladı. İlk büyük vurgununu, İstanbul’un dışında bir gümrük komisyoncusuyla açtığı laboratuarla yaptı. 
Baz morfin ve eroini, Marmara denizinde bekleyen gemiye botlarla taşıdılar. Daha sonra gümrük komisyoncusunun kız kardeşi aracılığıyla direkt Marsilya’ya gönderiyorlardı. 
Marsilya’da açtıkları butikle Fransız müşterilerle direk bağlantı kurmuşlardı.
1963 senesinde yakalandı ve 2 sene İzmit Saruhan'da hapis yattı. Fakat bu ona büyük patronların arasına girme fırsatını vermişti. Emekli polis müdürü Galip Labernas Eminoğlu'nu, her zaman çok akıllı, şeytanın ta kendisi olarak tanımlıyordu...
Araştırma yaptığımız üç ay içinde 50 den fazla patronun listesini elde etmiştik. 
Buna hemen hemen tüm baş vurguncular, kazanç sahipleri dahildi. Ek olarak, Anadolu’dan malı toplayan önemli altı kişinin de adını öğrenmiştik. 
Bilgilerin çoğuna yeraltıyla yaptığımız bağlantılarla sağladık. Türk polisi ve ABD Narkotik bürosu (Ankara) bilgi isteğimizi geri çevirmişti. 
ABD Elçiliği, sadece iki patronun adını verdi. Fakat hiçbir bilgi yoktu.
Listemizi tamamladıktan sonra yetkililere sorduk. ABD yetkililerinde bizdeki kadar bilgi yoktu. Emniyet Müdürü Orhan Erbuğ, elimizdeki listenin doğru olduğunu ve bilindiğini söyledi.
Eğer bunlar biliniyorsa, patronlar neden hapiste değildi? Eski Narkotik Müdürü Naci Tolun’a bu soruyu sorduğumuzda, organizatörleri bildiklerini ama her zaman saklandıklarını söylüyordu. 
Erbuğ ise, gözlerinin üstlerinde olduğunu ama patronların çok akıllı olduklarını söylüyordu. 
Ziya Kalkavan bir patron... Temmuz 1972 BNDD (Bureau of Narcotics and Dangerous Drugs - ABD Narkotik ve Tehlikeli Uyuşturucular Bürosu), İstanbul ofisine Kalkavan'ın 200 kilo baz morfininin olduğu ve buna müşteri aradığı bilgisi geldi. Bilgi Türk yetkililere iletildi. BNDD, Türk yetkililere sadece asistanlık yapıyor ve tavsiyelerde bulunuyordu.
Kalkavan tutuklanmadı. Kalkavan'ın gemi filosu ve tekneleri var.
1972 senesi bir yaz günü, 300,000 dolarlık İstanbul’daki evinin önünden geçiyoruz. Park yerindeki 1970 model Mercedes arabası.
Geniş camlarından 12 odalı evin içindeki hizmetliler, geniş verandadaki bir kaç masa ve yeşil renkteki şemsiyeleriyle (bunlar Kalkavan’ı güneşten koruyorlar) güzel bir hayatı olduğu izleniyor.
Eroin işinden kazandıklarıyla, elde ettiği...

TÜRKİYE’NİN EROİN VURGUNCULARI

Ziya Kalkavan
Hüseyin Eminoğlu
Nuri Bostan

Sefer Bezal: 60 yaşlarında. Toplam 3,500.000 dolar parası var. Defalarca tutuklandı. Kardeşi Ali’nin 560.000 dolara aldığı kıyı tekneleri ve nakliye şirketi var.
Ahmet Soysal: Fahrettin Soysal’ın kardeşi. 45 yaşlarında. İstanbul’da büyük bir binaları var. Ailesinin saat işinde ortaklığı var. Araba ve otobüs yedek parça işi yapıyor. Eminoğlu ve Bezal kardeşlerle narkotik nakliyesi yapıyorlar.
Sami Benicioğlu: Nuri Bostan'la yakın. Şu sıralarda hapiste. Akıllı bir avukat. 1969 da tekrar seçilemeyinceye kadar, Türk Parlamentosunun bir üyesiydi. Bir çok defa Fransa’ya gitti.
Ali Bezal: 57 yaşında afyon bağımlısı. Büyük ağabeyinin gölgesi. Ali ve Sefer Bezal İstanbul Çeşme sokakta oturuyorlar.
Hayrettin Yağcı: Kayınpederi Mehmet Külekçi ve kayınbiraderi Mahir’le beraber çalışıyor. Mehmet külekçi, en büyük patronlardan birisi. Otel Kennedy’nin sahipleri. Yugoslavyalı hayat kadınlarının çalıştığı gece kulübünün yöneticisi. Küçük bir otel olan Piyerloti’nin de sahibi.
Ali Hikmet Tekin (Ayı): Panorama Cafe’nin sahibi. 40 yaşlarında iri cüsseli ve sert patron. Kumarbaz. Bazen kendi malını Avrupa’ya kendi götürüyor.
Refik Can (Kaptan): 1963 senesinde yakalanana kadar İstanbul Şehir konsey üyesiydi. Perde arkasında politikada çok güçlü ve zengin. Oğlunun (Bahri) ve kendisinin büyük gemisi var. İstanbul’da bir sürü apartmanları var. Sahibi oldukları apartmanlardan birinde oturuyorlar.
Fahrettin Soysal: Vakıflar caddesi, Gümüşsuyu – İstanbul’da araba galerisi sahibi. 50 yaşında. Bütün servetini, bir seferde yaptığı büyük narkotik nakliyesinden kazandı.
Adil Özkurt: Fahrettin Soysal’ın kayınbiraderi. 50 yaşında. Avrupalı baz morfin müşterileriyle görüşmeleri yapar. Fransa, Hollanda ve Belçika’ya şemsiye ihracatı yapıyor. İstanbul’daki ofisinden işlerini yönetiyor. Laleli – İstanbul’da küçük bir oteli var.
İbrahim Çapan: Şehzadebaşı - İstanbul’da kebap salonları var. 40 yaşında. Narkotik işinde aktif. Malını Münih – Almanya’ya kadar gönderiyor. Başka bir grup, Fransa’ya taşıyor.
Durmuş Çulha: 35 yaşında. Halihazırda Almanya’dan işlerini kontrol ediyor. Direk Almanya’yla bağlantılı büyük bir örgütü var. İstanbul’da Pars otelin sahibi.
Mahmut (Penco) Özen: Aslen Kilisli. 30 yaşında. Baz kaçakçılığından yakalanıp, 6 yıl hapiste kaldı. Sirkeci - İstanbul’da, İthalat- İhracat şirketi var. Zaman zaman Ahmet Soysal’la birlikte Fransa’ya mal gönderiyorlar.
Mehmet Açıkgöz: Anadolu’dan gelen bazı saklamak konusunda uzman. Yeşilköy’de bir çok evi var. 50 yaşında. Sirkeci’deki Adıyaman Otelin sahibi.
Mehmet (Çello) Tüysüzoğlu: 35 yaşında. Genç yaşta ve çabuk patron olanlardan. Kuzeni ve Hasan Halil ile birlikte çalışıyor. Bugünlerde Aksaray’da 200.000 dolarlık otel yatırımı var.
İhsan Hattatoğlu: 50 yaşında. İsviçre bankalarında yüklü hesapları var. İki taraflı ticaret yapıyor. İsveç saatlerini Türkiye’ye getiriyor. Baz morfini Türkiye’den çıkarmak için, turist görüntüsünde Avustralyalı güzel bir kızı kullanıyor.
İhsan (Sekban) Seymenoğlu: İstanbul – İstiklal Caddesinde beş katlı apartmanın sahibi. Apartmanın girişindeki kumaş ve butiğin sahibi. Seymenoğlu, Avrupa’ya defalarca gitti. Kendi apartmanında yaşıyor ...
Sefer Demirdağ: Şu anda böbrek kanseri. İnşaat şirketi sahibi. Körler sokaktaki bürosunun üstünde oturuyor. Bir maden ocağına ortak. Fransa’ya, baz ihracatı kadar, salyangoz ihracatı da yapmakta. 
Abdullah Yemenicioğlu :  50 yaşında. Yardımcılarının çoğu Kilis- Gaziantep’ten. İstanbul’daki yedi katlı, New York Otelin sahibi. Hayat kadınlarının sürekli geldiği bir yer.
Mehmet Zelzele: Mehmet Keçik’le ortaklar. İstanbul’daki beş katlı Eyfel Otelin sahibi.
Doğan Yönüncüoğlu: 35 yaşında. Necmettin Karadeniz’in gizli ortağı. Yönüncüoğlu hiç tutuklanmadı ama ortağı yakalandı. Kapalıçarşı'da dükkanı ve elektrikli aletler satan mağazası var.
Mahmut ve İbrahim Neyer: Kilisliler. Haşhaş ve baz morfini finanse ediyorlar. Çoğunlukla İranlı kaçakçılarla çalışıyorlar. İkisi de hiç yakalanmadı.
Hüseyin Nar: Eski eroin kimyageri. Eroin yapanlara ölüm cezası gelene kadar, bu işe devam etmiş. Şu anda patron. 70 yaşlarında. Adam öldürmekten hüküm giymiş olan Nazım Küçük’ün ortağı. Marmara’da bungoloları olan bir plajın işletmesini yapıyor. Emlakçılık işinin yanısıra, marketi, maden ocağı ve kamyonları var.
Hacı Mirza: Mirza, ırza geçmeyle suçlanınca ortalardan kayboldu. Büyükayasofya otelin sahibi.
Hüseyin Kaleli: 70 yaşlarında. Senelerce hapiste kaldı. Şu günlerde İstanbullu bazı paralı adamlar bulup, tekrar işe dönmeye çalışıyor. Afyonu baz’a çevirmek konusunda uzman ..
Hacı Mustafa Özkan: Fahrettin Soysal’ın yeni açtığı araba galerisine ortak. Türk polisi tarafından Bulgar sınırında yakalandı ve 1 sene hapis yattı. Baz işinden muazzam bir servet yaptı.
Halil İbrahim Yanartaş: 35 yaşında genç patronlardan. Marmara’da denizi – İstanbul’un dışındaki Halikarnas restoranın sahibi. Hiç yakalanmadı.
Mustafa Sevcan: Baz'ı Yunanistan ve Bulgaristan sınırına gönderiyor. Yat Limanı sahibi ve Kumkapı - İstanbul’da otel sahibi. Kaçakçılığını gizlemek için otelini kullanıyor.
Mustafa Şahin: Sevcan’ın ortağı. 40 yaşlarında. Hiç yakalanmadı. Doğu İş hanında İthalat- İhracat yapıyor.
Ziya İpek: Romanya ve Bulgaristan’a büyük kaçakçılık organizasyonları yaptı. Şu anda Balkanlarda bir yerde. Eski ortağı, kendi hakkı olan 100,000 dolar kaçakçılık parasını kendi cebine attığını iddia ediyor.
Vakıf Yağcı: Çok nadir olarak kendi başına mal gönderiyor. Genellikle otel lobilerinde anlaşmalarını yapıyor. Kilis, Antep'te büyük organizasyonu var.
Mehmet Döğme:  İstanbul havaalanına yakınında büyük kampı var. Yazın yabancı turistlerin tercih ettiği bir yer. Malın boşaltılması ve doldurulması bu kamptan yapılıyor.
Fahri Mor: İstanbul - Kent otelin sahibi. Tahtakale'de saat dükkanı var. Baz işinde yanında çok insan çalışıyor.
Ahmet Dorukoğlu: Koçero takma adı. Kayınbiraderi ile İpek Palas otelin sahipleri. Şu sıralarda polis tarafından Suriye'ye kaçakçılıktan aranıyor.
Hüseyin Heybetli: Arkadaşları Hüsso diyor. Karaduman'la yakın çalışıyor. Karaduman'ın Karavan kulübüne yakın kumar salonu var. Baz morfinin Almanya’ya sokmasını iyi biliyor.
Ali Uğurlu: 60 yaşlarında. Özipek Palas otelin sahibi olana kadar, İstanbul’da devamlı yer değiştirdi. Genellikle diğer patronlarla büyük siparişleri paylaşıyor.
Mustafa Kısacık: Ağabeysi Abdi ile birlikte İstanbul’un sahil kenarındaki Kısacıklar binasından işlerini yürütüyorlar. Bütün Avrupa’ya gidip, gelen büyük TIR filoları var, . Haşhaş ve baz sipariş yatırımını Demirtaş ve Dorukoğlu ile birlikte yapıyorlar.
Selahattin Dinç: 35 yaşında. İki sene önce yakalandı. Hakkında açılan kaçakçılık davası düştü. Köprülüzade – İstanbul’da oturuyor.

EROİN  PARALARI İLE  ALINANLAR

Emin Görpeoğlu: Oğuzhan Caddesi, Fındıkzade - İstanbul’daki beş katlı Topkapı otelin sahibi. Hiç tutuklanmamış. 40 yaşlarında. Otel müşterileri genellikle kaçakçılar. Kilis - Gaziantep’ten.
Osman Kavran: Nuri Bostan’ın eski ortağı. Büyük bir patron. 55 yaşlarında. Vatan Caddesi - İstanbul’daki lunaparkın sahibi.
Asım İslamoğlu: Rizeli. Bulgaristan, Romanya ve Türkiye arasında botla iki taraflı kaçakçılık yapmakta usta. Bebek Belediye Gazinosu’nun işletmecisi. İhracat - İthalat işi var.
Hasan Sakar: Sümer butik ve kumaş dükkanının sahibi. Aslen Uşaklı. Afyon ve baz işinde. Genellikle malını Uşak’dan temin ediyor. Kumaş işi, narkotik işini perdeliyor.
Fazıl Nebioğlu: Her türlü kaçakçılığı finanse ediyor. Örgütü Antep’ten. Lale Otel’in sahibi.
Mahmut Karaduman: İstanbul, Galatasaray’daki, Karavan gece kulübünün sahibi. Vaktinin çoğunu İstanbul, İsviçre ve Lübnan arasında geçiriyor. Baz işinde yardımcısı olan kardeşinin İsviçre ve Lübnan’da villaları var. Kaçakçılıkta Karadeniz rotasını kullanıyor. Yardımcısı Gabi Kanat, Bükreş’te yaşıyor ve siparişlerin Romanya’ya geçişini sağlıyor.

KAPIKULE

Sınır şehri, İstanbul’dan Bulgaristan’a giden en büyük yolun üzerinde bulunmakta. Sınırın bir tarafında hilal ve yıldızlı Türk bayrağı, diğer tarafta demirperde. 
Kaçakçılarında bulunduğu, bir sürü aracın beklediği sınır kapısındayız. Türkiye’den Bulgaristan’a geçiş yapacağız.
Bulgarlardan alınan sayılara göre, 1970 senesinde, 658,937 sürücü, 162,138 araç geçiş yapmış. 
300,000 den fazla sürücü, Temmuz ve Ağustos'da çoğunluğu TIR’la olmak üzere geçiş yapmışlar. TIR'lar baz morfin kaçakçılığını, rahat saklanabilmesi açısından kolaylaştırıyor.
1956 model arabamızın içinde bir saat kadar bekledik. Gelen görevli kaputa baktıktan sonra şoförümüzle birlikte içeri girdi. 
Türk şoförümüz geri döndüğünde söyleniyordu. Geçiş pulunu almamız iki saat sürecekmiş. 40 Lira verdik, pulumuz hemen o anda verildi.
Benim ülkemde (Amerika’da) belki %10 verilen rüşvet Türkiye’de %90 verilmekteydi.
Bulgar tarafına geçtiğimizde, arabamız çok gelişi güzel arandı. 
Bulgar Gümrük Bürosu, sınır girişlerinde uyuşturucu araması yapmakta. Ancak, ticari trafiğin ve tüm giriş, çıkışların yapıldığı bu noktalarda, çalışan insanların afyonu tanımamaları, arama konusundaki tecrübesizlikleri ve olası bazı yolsuzluklardan dolayı kontroller beklendiği kadar etkili olmamakta.
Baz morfinin, Türkiye’den çıktıktan sonra bulunması daha zor bir hale gelmektedir. Avusturya Narkotik Kontrol Programı’nın başındaki Ernst Hoffman, haber aldıkları taktirde, baz morfini bulmanın daha kolay olduğunu. Haber alınmadan bir sürü geçiş yapan arasında bulunmasının hemen hemen imkansız olduğunu söylüyordu. Haber verenlere 20 dolar ödeme yapabildiklerini ve bu bütçenin yeterli olmadığını söylüyordu.
1971 senesinde kavun,karpuz yüklü büyük bir TIR Fransa sınırında durduruldu. 
İstanbullu patronlardan Mustafa Sevcan’a ait olan TIR'da baz eroin olduğuna dair haber almışlardı. Bir hafta tutulan TIR’ın içindeki karpuz ve kavunlar tek tek açıldı ve bakıldı. 
Yetkililerin gittikçe ümitsizliğe düştüğü bir anda TIR’ın dışardan bakıldığında tavanının, içerde olduğundan çok daha uzun olduğu fark edildi. Gizli bölümde 300 kilo baz morfin ele geçirildi. 
Bütün bu olay Türkiye’ye rapor edildi ama Sevcan’a hiçbir şey yapılmadı. 
Münih - Almanya, baz morfinin merkez şehirlerinden biri. Bunun bir kaç önemli nedeni var. 
600,000 den fazla Türk işçi olarak Almanya’da bulunuyor. Bunlar her sene, kimisi kara yolundan, kimisi diğer taşıtlarla ülkelerine tatil için gidiyorlar. Bazıları dönüşlerinde, kendilerine ek gelir olsun diye yanlarına baz morfin alıp dönüyorlar. 
Toplanan baz oradan güney Fransa’ya yollanıyor. Avrupa’nın diğer ülkelerinden gelecek acil istekler Almanya’dan çok daha çabuk sevkedilebiliyor. Almanya sadece baz'da değil haşhaş konusunda da Avrupa’nın en büyük sağlayıcısı. Haşhaş, Lübnan, İran, Afganistan ve Türkiye’den aynı kaçakçılar tarafından getiriliyor.
Ghassan ve Samir, İstanbul-Münih hattında çalışan kaçakçılar. İkisi de 20 yaşlarında, ikisi de genç yaşlarında Suriye’den Türkiye’ye gelmişler ve kısa zamanda kaçakçılıkta ilerlemişler.
Evli olan Samir'in Sofya’da apartmanı vardı. 
Ghassan, Sofya ve Taksim-İstanbul arasında gidip, geliyordu.
İkisi de, Fransızca, İngilizce, Arapça, Ermenice, Almaca, Türkçe ve Bulgarca konuşmaktaydı. İkisinin de ayrı konularda becerileri vardı. Samir, kaçak mallar için zula yeri bulmakta, Ghassan ise patronlarla görüşüp, plan yapmakta ustaydı. 
Baz’dan silah kaçakçılığına kadar her türlü kaçakçılığı yapmaktaydılar. Bulgar servisine çalışarak, bu ülkede de istedikleri gibi operasyonlarını yapıyorlardı. 
Türk polisi ikisinin de Bulgaristan’a çalışıyor olmasından şüphelenmiş ama hiç yakalanmamışlardı. 
Zaten İstanbul’da her zaman az ölçülerde yapılan casusluğa göz yumuluyordu. 
Yaptıkları şeytani operasyonlar neticesinde, kendilerini polislerden daha akıllı buluyorlardı. Bir seferinde İzmir’den ciplerinin arkasına sandıklara yükleyerek normal kara yolundan kaçak tüfekleri İstanbul’a getirmişlerdi. Bazen saklamanın en iyi yolu açık olmaktır diyorlardı.
Patrondan aldıkları telefona göre hareket ediyorlardı. Kullanılacak araç araba veya TIR’ı söylenen garaja götürüyorlar, orada patronun adamları tarafından baz yükleniyordu. Daha sonra Münih’e teslim etmek üzere yola çıkıyorlardı. 
Malın tesliminden sonra zulada silah, saat veya değerli başka mallarla dönülüyordu.
Kaçakçılık yaparken zulalı aracı kendileri temin ederlerse, malın %10 değerini alıyorlardı. Buda yaklaşık olarak bir Münih seferinde 100 kilo mal için 7,000 dolar civarındaydı. Eğer araç patron tarafından sağlanırsa, bir gidişte 1,400 dolar civarında para alıyorlardı.
Türk Polisinden yana hiç bir sıkıntıları olmadığını, polislerin ayda en fazla 70 dolar maaşla çalıştıklarını ve geçimlerinin zor olduğunu, bugüne kadar rüşvet almayan polise rastlamadıklarını ve yakalanmamak için yanında her zaman para taşıdıklarını söylediler.
Birçok zula yerini bildiğimizi, daha başkaları olup, olmadığını sorduk. 
Almanların yeni buluşları olduğunu. Arabadaki bir düğmeye basarak gövde kısmının kayarak açıldığını ve arkada başka bir ek kısmın olduğunu, bu bölümün 100 kilo baz aldığını söylediler. Kimsenin bu bazı bulmasına imkan yoktu.
Her zaman TIR sahiplerinin kaçakçılıktan haberi olup, olmadığını sorduk. Bazen olmadığını, patronun şoförü kiraladığını söylediler. 
Ama her halükarda eğer TIR yakalanırsa sahibi yinede TIR’ı kaybediyordu.
Başka baz morfin geçirmenin yollarını sorduk. 
Turist olarak arabayla Türkiye’ye giriş yapıldıktan sonra (Almanya veya Fransa’dan) araba kazaya uğruyor. Her şey kanunlar çerçevesinde yapılıyor. Kayıtları tutuluyor vs. 
Harap haldeki araba baz doldurulup, geldiği ülkeye tekrar botla veya TIR'la gönderiliyor. Kimse yıkık durumdaki arabaya bakmıyor.
İkinci bir yolda araba kiralamak. Sınırlarda fazla dikkat çekmiyor.

İstanbul’da konuştuğumuz eski bir patronun dediği gibi, insan aklı her şeyin bir yolunu buluyordu.
Kaçakçılıkta daha önce çok kullanılan Suriye, Lübnan yolu artık fazla kullanılmamakta. 
Sebep, bir sürü sol kanattan teröristin, eğitilmesine ve geri geçişlerine yardımcı olan Suriye'nin sınırında fazla önlem alınmış olması. 
Lübnan'da ise aracıların ve politikacıların, kaçakçılardan fazla para istemeleri, bu yolun fazla kullanılmamasına neden olmuş.

Daha önce Gaziantepli ve Kilisli kaçakçılar silahlı olduğundan ve askerin silahla müdahalesine karşılık verdiklerinden, yapılan kaçakçılığa genelde göz yumuluyordu. Şimdilerde en kaçakçıların en büyük silahı rüşvetti. 
Bu yolu hala kullanan kaçakçıların tali rüşveti ise koyun, kuzu idi. Beyrut’a bu yoldan giren Baz morfin, botla Marsilya’ya yollanıyordu.
Türk Patronların çoğu ulaşımı, sahip oldukları büyük botlarla ve gemilerle yapıyorlar. Bir çok zula yeri olan botlarla yüklü miktarda malı taşımak daha kolay oluyor. Eğer randevuyu kaçırırlarsa tekrar dönüp, yeni buluşma için bekliyorlar. 
Türkiye’den, Fransa’ya deniz yolunu iyi bilen bir kaçakçıyla konuştuk. Tam isim ve yer vermeyi reddetmekle beraber, genel operasyonları anlatmayı kabul etti. Kaptan dışında bir kaç kişi ulaşımdan pay alıyordu. Bazen limandan ayrıldıktan sonra yavaş yol alan gemiye, büyük motorlar yanaşıyor ve mal onlara yükleniyordu.
Fransa Gümrüğü, son günlerde Marsilya’ya yanaşan Türk gemilere karşı acımasız davranıyordu. Bu yüzden gemi yanaşmadan daha önce anlaşıldığı şekilde mal su geçirmeyen torbalarla, belli ağırlıklar bağlanarak, şamandıra yakınlarına bırakılıyordu.
Türkiye’den gelmeyen gemilere fazla dikkat edilmiyordu. Bu yüzden bazen Türkiye’den ayrılan gemi Kıbrıs’a ve başka limanlara uğruyor ve mal başka gemilere konularak Marsilya’ya giriş yapılıyordu.
Karadeniz’den Romanya ve Bulgaristan’a küçük teknelerle geçen baz morfin oradan araba veya kamyonlara yüklenerek Fransa’ya geçiyor. Tekne dönüşte silah, viski, sigara yüklü olarak dönüyor.
Geçen sene yüklü olarak geri dönen bir motor, çıkan fırtınada devrilmiş taşıdığı sigaralar Türk sahillerine kadar vurmuştu. 
Baz morfinin dışarı çıkarılmasında daha önce uçaklar da (havayolu) kullanılıyordu. Türkiye’de üç senedir sıkı yönetim olması ve uçak kaçırılmalarına önlem için, aramaların sıkı tutulması, uçakla baz taşımayı imkansız hale getirmiştir.
Türkiye’nin sınırlarının uzunluğu, 6,049 mil. Çoğu yerde polis, güvenlik görevlisi yok. 
ABD ve diğer ülke yetkililerin dediği gibi, baz morfini Türkiye’de tutamadıktan sonra baz morfin eninde sonunda eroine dönüşecek ve Amerika sokaklarına ulaşacaktır."
Yetmişli yıllardan 2000'li yıllara geldik. O tarihlerde kaçakçının felsefesi "Türkiye'ye bir zarı yok, boşver gavur zehirlensin" idi...
Şimdi uyuşturucunun Türkiye'de yaygın olarak kullanıldığı, neredeyse ilkokullara kadar girdiği bir gerçek.
Çocuklarımız üç-beş kanunsuzun insanlık dışı bir şekilde para kazanıp zengin olması uğruna büyük tehlike altında...
Düzen bu şekilde devam ettiği sürece, gençleri zehirleyip malına mal, parasına para katan uyuşturucu tacirlerine ve onlara yardımcı olan görevlilere bela okumaktan başka bir şey gelmiyor elimizden...

http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=410

50. Cİ BÖLÜM KISIM 1 İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***