Soğuk Savaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Soğuk Savaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Mayıs 2020 Cuma

Soğuk Savaş Sonrasında Ortadoğu'da Vekâlet savaşları ve Yeni Oyun Kurucu Türkiye'nin Etkinliği.,

Soğuk Savaş Sonrasında Ortadoğu'da Vekâlet savaşları ve Yeni Oyun Kurucu Türkiye'nin Etkinliği., 


Mehmet Babacan* 
* Uludag University 
BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ, SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ, ORTADOĞU ÇALIŞMALARI DOKTORA PROGRAMI, 
PROJE ASİSTANI, DOKTORANT
Bursa - Turkiye


Soğuk Savaş Sonrasında Ortadoğu'da Vekâlet savaşları ve Yeni Oyun Kurucu Türkiye'nin Etkinliği

11. ULUSLARARASI ULUDAĞ ULUSLARARASI İLİŞKİLER KONGRESİ, 2019

Morton Kaplan’ın uluslararası siyasal sistem biçimleri olarak sıraladığı sistem modellerinden (hiyerarşik sistem, çok kutuplu sistem, iki kutuplu sitem gibi) 
tarihsel olarak evirilerek geçen uluslararası politika 1990’lı yılların başından itibaren yeni bir çehre alarak tek kutuplu bir karakter kazanmıştır. 

Keza uluslararası politikada “kutup” kavramı küresel düzeyde gücün belli bir yerde yoğunluk kazanması anlamına geldiğinden 1989’da Berlin Duvarının yıkılmasıyla başlayan yeni dönem, dünya tarihinde ekonomik, askeri ve diğer nicel ve nitel unsurlar bakımından ABD’nin rakipsiz ve eşsiz bir süper güç (hatta buna hiper güç diyenler de vardır) olarak ortaya çıkmasını simgeleyen bir dönem olmuştur. 1991’de iki kutuplu sistem, kutuplardan biri olan Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla son bulmuş, sosyalist-komünist ideoloji ile liberal-kapitalist ideoloji arasındaki mücadeleyi Batı bloğunun hâkim ideolojisi olan liberalizm ve kapitalizm kazanmıştır. 

Uluslararası konjonktür böyleyken Robert Cox gibi teorisyenler ABD’nin uluslararası siyasal sistemde neredeyse bir imparatorluk kurma noktasına kadar geldiğini belirtirken Francis Fukuyama gibi ideologlar ise Hegelci mantığın tarif ettiği anlamda pratik tarihin sona erdiğini iddia etmiştir. Küresel düzeydeki bu değişim tabiatıyla bölgesel politikalar üzerine de yansımış, iki kutuplu/bloklu yapının kurallarına ve kalıplarına göre davranmaya alışan ülkeler Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi iki kutuptan birine tercih göstermek yerine yeni dönemde yükselişe geçen küreselleşme, insan ve azınlık hakları, demokrasi ve serbest piyasa ekonomisi gibi kavramları önceleyen dış politikalar üretmek durumunda kalmışlardır. Soğuk Savaş döneminin sona ermesinin en güçlü biçimde hissedildiği bölgelerden biri olan Ortadoğu (diğerleri; Yugoslavya özelinde Balkanlar ve Dağlık Karabağ özelinde Kafkasya olmuştur) Irak ile Kuveyt arasında yaşanan Körfez Krizi bağlamında Soğuk Savaşı bitiren sıcak savaşın yaşandığı ilk coğrafya olurken ABD Başkanı George H. W. Bush’un “yeni dünya düzeni” nin (new world order) kurulduğunu ilan etmesine de vesile olmuştur. 1991 tarihinden bugüne küresel ve bölgesel güçlerin yıpratma ve vekâlet savaşları üzerinden rekabete giriştiği Ortadoğu bölgesi kendi iç dinamiklerinden (etnik, dini, mezhepsel) kaynaklanan sorun ve çatışmaların yanında jeopolitik, jeoekonomik ve jeo kültürel ölçekteki öneminden dolayı dışarıdan gelen operasyon ve müdahalelere de sürekli açık olmuştur. 

Ortadoğu’da Türkiye, İran, Mısır, Suudi Arabistan gibi bölgesel aktörlerin üstünlük/liderlik mücadelesinin yanı sıra ABD, Rusya, AB, Çin gibi bölge-dışı küresel aktörlerin de rekabeti hissedilmiş, özellikle Yemen ve Suriye Krizi bağlamında anılan aktörler arasında çağdaş bir “soğuk savaş pratiği” de yapılmıştır. 

Bu çalışmada da özellikle Türkiye’de dış politikadaki karar verici konumundakilerin zaman zaman söylemlerine hâkim olan “oyun kurucu” kavramından hareketle Soğuk Savaş sonrası yeni dönemde bölgesel ve küresel aktörlerin ve nihayetinde Türkiye’nin bölgedeki alan açma faaliyetlerine, liderlik çabalarına ve mücadelelerine, aktif ve proaktif politikalarına değinilecektir.

https://independent.academia.edu/MEHMETBABACAN3


***

7 Aralık 2019 Cumartesi

KÜRESELLEŞME, MODERNİTE VE DEMOKRASİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI 2009 VE SONRASI., BÖLÜM 2

KÜRESELLEŞME, MODERNİTE VE DEMOKRASİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI 2009 VE SONRASI., BÖLÜM 2

Modernite ve Demokrasi: Başarı ve Başarısızlık, 

Türkiye ve proaktif dış politikası hakkında bütün bu algılamalar günümüz dünyasında Türkiye’yi Müslüman bir toplumda seküler demokrasinin en başarılı örneği kılan yumuşak güç kavramıdır. Gerçekte, Amerika ve Avrupa’da görüldüğü gibi modern dünyanın genel olarak çok kültürlülük, özellikle İslam’a yönelik çok kültürlülük konusunda şüphelerin olduğu günümüzde, sekülarizm ve demokrasiye bağlılığı ve ekonomik dinamiklik tabanında başarısı ile Türkiye, demokrasi, İslam ve piyasa değerlerinin beraber var olabileceğini gösteren 
tarihsel bir tecrübe sunmuştur. Türkiye son yıllardaki tecrübesiyle çatışma yerine beraber var olabilmenin mümkün olduğunu ve bu beraber var olmayla sadece ulusal oluşumunun çoğunluğu Müslüman olan bir toplumda seküler anayasal ve demokratik bir sistemin olasılığını göstermemiş, bu ulusal oluşumun küresel politikada barış ve istikrarın yaratımında proaktif ve yapıcı bir şekilde kullanılabileceğini de göstermiştir. Bu tecrübeyi takdir etmek ve bu tecrübeden bir şeyler öğrenmek için Türk dış politikasını “modernite” ve “demokrasi” bakış açılarından analiz etmek kullanışlı olacaktır. 

Türkiye’nin önemli bir yumuşak güç ve merkezi devlet olduğu analizi dünya politikasının geçen yıllarda yeniden yapılanmasında öne çıkan İslam’a nasıl yaklaşılacağı sorunsalına Türkiye’nin alternatif modernite ve demokrasi tecrübesinin etkin bir cevap vereceğinden çıkarılmaktadır.

Modernite bakış açısı, bu anlamda, Türk modernitesinin sadece sıra dışı doğasını göstermekle kalmayıp yakın geçmişteki demokratik dönüşümünü de gösteren sosyolojik ve tarihsel bir analitik araçtır. Türk dış politikasını analizde modernite bakış açısını kullanırken, modernite hakkında üç değişik teorik açıklamadan öğrenebiliriz. Birinci olarak Charles Taylor’un “Two Theories of Modernity” (İki Modernite Kuramı) adlı eserine dayanabiliriz, ki bu eser “kültürel” ve “akültürel” modernite teorileri arasında ayrım yapmaktadır 24. 

Kültürel teori, kültürel farklılıkların ve her kültürün kendisine has özelliklerinin farkına varırken ve modernite ve Batı arasındaki bağlantının Batı modernitesini izleyerek ve onu taklit ederek modernize olunabileceği fikrine ulaştırmadığını belirtirken, akültürel teori, moderniteyi Batı nedenselliğinin, sekülerizminin ve araçsal rasyonalitesinin “gelişimi ve büyümesi” olarak görmektedir. Kültürel modernite bakış açısını kullanarak, Türk modernitesi genel manada  seküler /bireysel temelde ulusal kimlik yaratacak bir sosyal ethos eksikliği barındıran modern ulus-devlet, ulusal ekonomi ve ulusal hukuk kurmak isteyen bir 
politik modernite projesi olarak görülebilir 25. 

Bu yüzden, Türk modernitesi politik moderniteyi kurmayı başardı, ancak İslam’ın kimlik oluşumundaki ana sembolik referans olma özelliğinin ortadan kalkması anlamına gelmedi. 

İkinci olarak, Gerard Delanty’nin modernite analizine dayanarak, alternatif modernitenin, modernitenin varsaydığı soyut liberal birey ile toplumsal değişim 
sürecinde ortaya çıkan çıkan kültürel kimlik arasındaki boşluğun, ya da gerilimin bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Alternatif modernite oluşumları, ulus devleti ve serbest pazarı kabul eden ve içselleştiren, ama soyut liberal birey anlayışını kabul etmeyen, ve devlet ile ekonomiyi kültürel kimlikle eklemleyen deneyimlerden ortaya çıkmaktadır 26

Türkiye, bu anlamda, seküler ve batılılaşma temelinde hareket eden devlet merkezci modernleşmeyi, çoğunluğu Müslüman olan bir toplumda başarmış bir örnektir, ve son yıllarda ortaya çıkan İslami kimliğin siyasi, ekonomik, kültürel alanlarda yükselişi süreci de bu bağlamda düşünülmelidir. 

Üçüncü olarak, modernitenin tek olmadığı, farklı ulusal alanlarda alternatif oluşumları ortaya çıkartabileceğidir. 

Dolayısıyla alternatif ya da çoklu modernleşmeler anlayışından iki öneri ortaya koyabiliriz. Birincisi modernitenin bir değil çok olduğunun, yani ekonomi ve kültürün değişik uluslarda değişik anlamları olduğunun farkına varılmasıdır. 

İkincisi ise, küreselleşen dünyamızda ve 11 Eylül sonrası dünyada, modernite Batılılaşmadan ayrı bir hale gelmektedir; son yıllarda, modernite ve Batılılaşma arasındaki kopukluk giderek derinleşmektedir. Gerçekte, küreselleşen dünyamızda, giderek artan bir şekilde politik ve ekonomik moderniteye (ulus-devlet ve piyasa kapitalizmi) yönelik olarak Batılı, seküler ve birey bazlı nedenselliği kabul etmeyen taleplerin oluştuğunu gözlemlemekteyiz 27

Modernite Batılılaşma ile özleşmeye indirgenemez. Modernitenin kabulü otomatik olarak seküler-bireyci kültür ve benliğe neden olmamaktadır. 
Japonya’dan Çin’e, İran’dan Malezya’ya, İslam köktenciliğinden Oksidentalizme, geniş bir spektrumda, modernite ve Batılılaşma arasında giderek artan fark ve alternatif, çok ve küresel modernite fikri küresel politikaya son yıllarda şekil vermektedir. Türkiye’nin geçmiş yıllardaki tecrübesi, medeniyetler çatışması tezine ters olarak, dünyaya büyük bir Müslüman çoğunluğa sahip sosyal bir oluşumda seküler anayasa korunurken İslam, demokrasi ve özgür piyasa değerlerinin beraber var olabileceğini göstermiştir.28 

Fakat çatışma gibi beraber var olma da demokrasiye ihtiyaç duymaktadır—“modernite ve demokrasiyi ifade edilebilir kılan yerleşmiş 
bir demokrasidir.”29 

Bu nedenle, modernite bakış açısının demokrasi ve yerleşmiş demokrasi bakış açısıyla çağdaş Türkiye tarihinin eleştirel bir analiziyle tamamlanması gerekmektedir. 
Birçok kişi tarafından belirtildiği gibi, her ne kadar Türkiye’nin modernite yolculuğu demokrasi referansı taşıdıysa da tarih bir paradoksu gözler 
önüne sermektedir, demokrasiye geçişte bir başarı, fakat demokrasiyi yerleştirmede bir başarısızlık 30

Türkiye yakın geçmişe kadar modernizasyon ve demokrasinin beraber bulunmasında bir “başarı” ve modernitesini daha liberal, çoğulcu ve demokrasisini çok kültürlü ve demokrasisini derinleştirerek ve yerleştirerek daha istikrarlı, katılımcı ve güçlü yapmasında bir “başarısızlık” göstererek bir “paradoksal gelişme” tecrübe etmiştir. Diğer kelimelerle ifade etmek gerekirse, tek-partili politik sistemi çok partili parlamenter demokrasiye dönüştürerek demokrasiye geçiş gibi politik modernite için modern politik ve kurumsal yapıyı kurmada başarılı olduysa da, modernite ve demokrasisini derinleştirmede başarısız olmuştur.31 

Bu paradoks kendisini., 

(a) Çok-partili parlamenter sistemdeki rejim kırılmaları sorununda 
(b) 1980’den itibaren kimlik bazlı krizlerin ortaya çıkmasında (İslam’ın yeniden yükselmesi, Kürt sorunu ve sivil toplum yaygınlaşması süreçleri) ve 
(c) Güçlü-devletin yönetim krizinde ve müşteri-temelli, yolsuzluk sorunları olan ve popülist yönetim biçimini içeren siyaset anlayışının meşruiyet krizinde göstermiştir. 

Bütün bu sorunlar ve süreçler demokrasinin Türkiye’de güçlenmesini gerekli kılarken, kurumsal çatışmalara ve toplumsal kutuplaşmaya neden olmaktadırlar.

Demokrasi, özgür seçimler ve kuvvetler-arası ayrım gibi kurumsal norm ve prosedürleri içerir. Ama demokrasinin güçlenmesi, devlet-toplum/birey ilişkilerinin “haklar, özgürlükler ve sorumluluklar” temelinde düzenlenmesini gerekli kılar. Türkiye, bugün demokrasinin güçlenmesi sorununu yaşamaktadır. Demokrasinin güçlenmesi, esas olarak, “değişik ve çok kültürlü bir toplumda birlik yaratımı” sorunuyla de ilgilenmektedir.32 

Demokratik yerleşmeden genellikle anlaşılan devlet-toplum/birey ilişkilerinde demokrasinin derinleşmesi iken, bu süreç davranışsal, tavırsal ve anayasal 
şekilde de tanımlanabilir:

Davranışsal olarak, önemli bir ulusal, sosyal, ekonomik, politik veya kurumsal bir aktör demokratik olmayan bir rejim yaratarak ya da şiddet veya dış 
müdahaleye başvurarak devletten ayrılmayı hedeflemek için önemli miktarda kaynak harcamıyorsa demokratik bir rejim yerleşmiştir. 

Tavırsal olarak, kamuoyunun güçlü bir çoğunluğu demokratik prosedürler ve kurumların kollektif yaşamı yönetmek için en uygun yol olduğu fikrine sahip ve sistem karşıtı alternatiflerin küçük ya da demokrasi yanlısı güçlerden izole olduğu zaman demokrasi rejim yerleşmiştir. 

Anayasal olarak, devlet ve devlet dışı güçler benzer olarak egemen olunan toprak parçası üzerinde krizlerin çözümünün belirli kurallar, prosedürler ve 
kurumlar tarafından cezalandırılan yeni demokratik işlemlere maruz kaldığı bu işleme alıştığı zaman demokratik rejim yerleşmiştir. 33

Tabi ki, demokrasinin yerleşmesi için iyi işleyen bir devlet dışında beş tane bağlı ve birbirini güçlendiren koşulların var olması veya oluşturulması gerekmektedir. Birinci olarak, özgür ve canlı bir sivil toplumun gelişmesi için koşullar var olmalıdır. İkinci olarak, göreceli olarak bağımsız ve değerli politik bir toplum olmalıdır. Üçüncü olarak, vatandaşların özgürlüklerini ve özgür örgüt yaşamını hukuksal garantiye alan hukuk üstünlüğü olmalıdır. Dördüncü olarak, yeni demokratik hükümet tarafından kullanılabilecek bir devlet bürokrasisi 
olmalıdır. Beşinci olarak, kurumsallaşmış ekonomik bir toplum olmalıdır 34. 

Türkiye bağlamında, demokrasi tarihi geçişte bir başarıyı gösterirken yerleşmede ve güçlendirmede bir başarısızlığı göstermektedir. 

Bu manada, Türkiye’de bugün yaşadığımız sorunların özünde, demokrasinin hem kurumsal, hem de toplumsal-kültürel olarak derinleşmemesi ve farklılıklar içinde birlik dilinin yaratılamaması vardır. 

Alternatif modernite ve demokratik yerleşme kavramları temelinde baktığımız zaman, Türkiye, İslam, demokrasi ve seküler modernitenin beraber var olmasını sağlayan yeteneğiyle kilit bir bölgesel güçken, kendi içinde demokrasisini güçlendirememe sorunu yaşayan bir ülkedir. 2009 ve 2010 yıllarında bu sorun yaşanmaya devam etmektedir. Yumuşak güç kabiliyetleriyle ve kapasiteleriyle güçlenen Türkiye dış politikası, sürdürülebilir ve etkili olmak için, ülke içinde demokrasinin yerleşmesini ve güçlenmesini gerekli kılmaktadır. Larrabee ve Lesser şunu belirtmektedirler:

Batı algılamasında Türkiye, merkezi bir rolde olabilir, ancak transatlantik ilişkilerdeki belirsizlikler Ankara’da Batı kavramını “belirsiz” yapmaktadır. Her şeyden öte, Türkiye ülkenin dış ve güvenlik politikasının yönü ve enerjisi için ciddi etkileri olan önemli politik, ekonomik ve sosyal baskılarla yüzleşmektedir. Olasılıklar oldukça geniştir, daha küreselleşmiş bir Türkiye’den, Avrupa’yla ve Batı’yla daha fazla eklemlenmiş olan bir Türkiye, anahtar bölgelere çok taraflı bir politikayla yaklaşan bir Türkiye’den, daha milliyetçi ve içe bakan Türkiye’ye, daha kısıtlı ve tek taraflı bölgesel politikalar izleyen bir Türkiye’ye kadar.35

Larrabbe ve Lesser’in argümanlarına geri dönersek, Türk demokrasisinde çatışma yerine beraber var olma tabanlı çok kültürlü moderniteyle birlikte yerleşme çabası olmadan, Türkiye rahatlıkla güvenliğe vurgulu, içe bakan dış politika yönelimine ve milliyetçi devlete kayabilir. Gerçekte, Türkiye’yi ve proaktif dış politikasını rakip edinen budur. AK Parti hükümeti Türk demokrasisini ilerletme ve geliştirme iradesini ne kadar kaybederse, milliyetçilik de o kadar politika ve dış politika söylemini çerçevelendirmektedir, bunun sonucu olarak da Türkiye medeniyetler çatışması tezine bir alternatif olmak yerine Türkler ve Kürtler, sol, liberal ve muhafazakar politik ideolojiler 
tarafından güçlü bir şekilde seslendirilen gerici ve dışlayıcı milliyetçiliklerle karşılaşmaktadır.

Türkiye-AB İlişkileri ve Demokratik Yerleşme

Türkiye-AB ilişkileri derinleştikçe ve 3 Ekim 2005’de tam üyelik müzakerelerinin başlaması kesinleştikçe, Türkiye’de demokratik yerleşme olasılığı belirdi. Gerçekte, Türkiye’ye tam üye adaylığının verildiği 1999’daki Helsinki Zirvesi’nden beri Türkiye-AB ilişkileri “kesinlik” kazandı. Bu kesinlik Türkiye’deki politika ve devlet aktörlerini demokrasiye odaklanmaya zorladı, çünkü Türkiye’nin aday ülke sıfatı Türkiye’nin Kopenhagen kriterlerini tamamlamasını zorunlu kılıyordu ki bu modernite ve demokrasinin AB tam üyeliğine aday bir 
ülkede ilişkilendirilmesi ve geliştirilmesi anlamına geliyordu. 2002 Kopenhagen Zirvesi’nden önce Türkiye’nin gerçekleştirdiği önemli hukuksal ve anayasal değişiklikler sadece AB’yle tam üyelik müzakerelerinin başlaması için Türkiye’nin devlet-toplum ilişkisinde Kopenhagen politik kriterlerini uygulaması koşulu ile koşullu tarihi (gecikme olmadan 2004) almasını sağlamıştır. 

Avrupa Konseyi’nin 2004 zirvesinde 3 Ekim 2005’de Türkiye’yle tam üyelik müzakerelerine başlanması kararında da görüldüğü gibi Türkiye’nin 
müzakere için bir başlangıç tarihi alma çabaları başarılı olmuştur. Gerçekte, müzakereler başladı ve AB Türkiye’ye tam üyelik sürecinde bir ülke 
sıfatı verdi.

Türkiye’nin tam üyelik konusuna yönelik tepkiler, belirsizlikler ve şüpheler vardır. Benzer olarak, Avrupa şüpheciliği Türkiye’de artmaktadır. 
Fakat burada iki noktanın üzerinde durulmalıdır. Birinci olarak, AB çıpası şimdiye kadar Türkiye’deki demokrasi seviyesini güçlendiren olumlu bir rol oynamıştır, AK Parti hükümeti bu nedenden dolayı bazı kurumsal ve anayasal reformları tam üyelik müzakerelerine başlamak için gerçekleştirmiştir. Kopenhag politik kriteri demokratik yerleşme yönünde hareket anlamına geldiğinden, 
Türkiye’nin reform süreci devlet-toplum/birey ilişkilerinin düzenlenmesi ve politik partiler arasında politik rekabet için demokratik yerleşmeyi ana alan haline getirmiştir 36

Yakın zamandaki “türban sorunu” ve “AK Parti’yi kapatma davasında”ki politika ve yargı krizlerine rağmen, parlamenter demokrasi kabul edilen politik bir norm 
olarak kalmıştır. Bu her ne kadar Türk demokrasisinin yerleşmeye ihtiyacı olduğunu gösterse de, “şehirdeki tek oyun” için otoriterlikten daha çok demokrasinin aday haline gelmeye başladığı anlamına da gelmektedir 37. 

İkinci olarak, Türkiye-AB ilişkilerindeki şüphelere ve güven sorununa rağmen, bu ilişkiler Türk modernitesi ve demokrasisi bağlamında en fazla sistem-dönüştürücü olan ilişkiler olmuş ve Türk dış politikasına olumlu etkilerde bulunmuştur. Türkiye-ABD veya Türkiye-Avrasya ilişkilerinin tersine, Türkiye-AB ilişkileri ekonomik, kültürel ve politik olarak sistem-dönüştürücü ilişkiler olmuştur,  bu bağlamda, bu ilişkiler Türk dış politikasının ve onun proaktif, yapıcı ve çok-boyutlu işleyişinin ana eksenini oluşturmalıdır. Gerçekte, 11 Eylül sonrası dünyada Türkiye’ye olan ilgi Türkiye’nin AB’yle tam üyelik müzakerelerini başlatmak için gerçekleştirdiği demokratik reformlarla aynı zamanlıdır. Ayrıca, AB’nin Türkiye üzerindeki devlet-toplum/birey ilişkisinin demokratik bir dönüşümünü ve ekonomik yaşamda istikrar ve kalkınma yaratmayı amaçlayan bir ekonomik dönüşüm talep eden Kopenhagen politik kriterlerinin uygulanması 
gereksiniminden ortaya çıkan yumuşak gücü, 11 Eylül sonrası dünyada Türkiye’nin dış politikada artan bir şekilde dış politikasında yumuşak güç kullanmasına katkıda bulunmuştur 38. 

Bölgesel ve küresel olarak Türkiye, demokratik ve ekonomik dönüşüm bağlamında AB’den gelen yumuşak-güç baskıları altında proaktif, yapıcı 
ve çok-boyutlu dış politikasında yumuşak güç kullanmaya ve yumuşak güce odaklanmaya başlamıştır. Diğer kelimelerle ifade etmek gerekirse, Türkiye demokrasisini geliştirmek için politik bir irade göstermiş ve demokratik reformları hızlandırmış, ayrıca, küresel akademik ve kamu tartışmalarında dünya politikasında en önemli aktörlerden ve merkezi devletlerden birisi olarak algılanmaya başlanmıştır.

Dahası, Ian Lesser’in haklı olarak vurguladığı gibi, Türkiye’nin dış politikasını gerçekçi ve etkin yapmak için “öncelik koyması” noktasına odaklanması gerekmektedir. Lesser’a göre:

Yunanistan’la olan yumuşama; Suriye hatta İran’la olan açılmalar ve Ermenistan’la gerçekten bir açılma olasılığı. Bunlar anlamlı şeylerdir, 
ama hepsi Türkiye’nin komşularındadır. Türkiye’nin dış politika aktivizminin kapsamına bakarsanız, Türkiye her şeyi bir anda yapmaya çalışıyor gibi gözüküyor. Bazı koşullar altında, bu mükemmel bir yaklaşım olabilir. İleriye baktığımda, Türkiye’nin ikliminin daha zor olduğu görüyorum; Türkiye Avrasya ve Batı, Müslüman dünya ve Avrupa arasında olmama seçimini yapmama lüksüne sahipti. Gelecek yıllarda, Türk dış politikası genel aktivizmden daha çok önceliklerle ilgili olacaktır. 39

Lesser’le aynı fikirdeyim. Türkiye sadece proaktif dış politikasını gerçekçi ve etkin yapmak için değil, daha önemli olarak küresel politikada önemli aktör ve merkezi devlet rolünü koruması için önceliklere daha fazla odaklanmalıdır. 11 Eylül sonrası dönem çok kutuplu bir dünya yerine tek-kutuplu bir dünya yaratırken ve bu dünyada kriz büyük güçler arasında bir kriz haline gelirken, “Rusya sorunu” ve “İran problemi” vakalarında görüldüğü gibi, Türkiye proaktif dış politikasında önceliğe genel aktivizmden daha büyük bir vurgu yapmalıdır. Bu değişikliklerin olduğu zamanda, Türkiye Birleşmiş Milletler’de Güvenlik Konseyi üyesi olmuştur. Bu başarı Türkiye’nin krize ve değişime nasıl tepki vereceğine bağlıdır. Türkiye’nin dış politikasını yönlendirirken önceliğe vereceği önem Türkiye’nin etkinliğini ve dönüştürücü gücünün derecesini belirleyecektir. 

Bu bağlamda, Türkiye’nin çok-boyutlu operasyonunda “ana eksen” kurmak için “etkin çıpa” ya sahip olması Türk dış politikası için önemli ve kullanışlı olmaktadır. Bu çalışmada ifade ettiğim gibi, Türkiye-ABD ilişkilerinden, Türkiye-Avrasya ilişkilerinden veya öncelik ve çıpa olmadan özgür bir ülke olarak hareket eden Türkiye’den daha çok Türkiye-AB ilişkileri, Türkiye’nin Avrupalılaşmasındaki mevcut olan problem ve belirsizliklere karşın, Türk dış politikasının ana eksenini oluşturmaktadır. Bu üç opsiyona karşın, Türkiye-AB ilişkileri derin eklemlenme ilişkileridir, tarihsel ve kurumsal olarak kurulmuşlardır ve Türkiye ve Avrupa’da ekonomik, politik ve kimlik-bazlı sistem-dönüştürücü etkiler yaratmaktadır 40

Mustafa Aydın ve Sinem Açıkmeşe’nin gösterdiği gibi Türk demokrasisi ve dış politikasının dönüşümünde ve ikisi arasında birbirini bağlayan 
bağlantılar kurarak“AB üyeliğinin olasılığı kesinlikle bir rol oynamıştır” 41. 

11 Eylül sonrası dünyada Türkiye’nin bölgesel gücü ve merkezi devlet rolüyle uyumlu ve bunlar için kullanışlı olan etkin bir AB çıpası daha fazla benimsenmesi için Türk dış politikasında öncelik yerine genel aktivizme vurgu yapılmalıdır. 

Bu bağlamda, 2009 yılında güçlenmeye başlayan proaktif bir Türkiye dış politikasının sürdürülebilmesi için ülke içinde demokrasinin güçlenmesi gerekmektedir. Hem demokrasinin derinleşmesi, hem de dış politikada “eksen mi kayıyor?” ya da “Türkiye Batı’dan uzaklaşıyor mu?” tartışmalarına son vermek için, Türkiye-AB ilişkilerinin proaktif dış politikanın ana ekseni olduğu vurgulanmalıdır. 
Bu vurgunun gerçekçiliği, ülke içinde demokrasinin güçlenmesinin somut ifadesi olan anayasal ve kurumsal reform sürecinin derinleştirilmesi ve demokratik açılımın devamıdır. Dışişleri Bakanı Sn. Ahmet Davutoğlu, tarihsel-kuramsal-yöntemsel dış politika vizyonuyla ve stratejik-derinlik anlayışıyla, gelecek için çok önemli güvence vermektedir. Türkiye, yaşanılan küresel kriz, dünya siyasetinde İran sorunu ve ülke içinde yaşanılan kurumsal kavga ve toplumsal kutuplaşma sorunuyla birlikte, Ian lesser’ın vurgusu gibi, “önceliklerine” önem vermek durumundadır. Bu öncelik, içerde demokratikleşme, dışarıda gerçekçi proaktivizm, ve Türkiye-AB ilişkilerinde ana eksen konumunu güçlendirmektir.


Kaynakça 

Abramowitz, Morton, ed., Turkey’s Transformation and American Policy, Washington: The Century Press, 2000.
Ahmad, Feroz, Turkey: The Quest for Identity, Oxford: One World, 2003. 
Appadurai, Arjun, Fear of Small Numbers: An Essay on the Geography of Anger, Durham: Duke University Press, 2006. 
Aronowitz, Stanley and Heather Gautney, eds., Implicating Empire: Globalization and Resistance in the 21st Century World Order, New York: Basic Books, 2003. 
Aydın, Zülküf, The Political Economy of Turkey, London: Pluto Press, 2005.
Aydin, Mustafa and Sinem Acikmese. “Europeanization through EU Conditionality: Understanding the New Era in Turkish Foreign Policy”, Journal of Southeastern 
European and Black Sea Studies, 9, no.3 (2007): 263-274.
Baban, Feyzi and E. Fuat Keyman. “Turkey and Postnational Europe”, European Journal of Social Theory, 11, no.1 (2008): 107-125.
Beck, Ulrich, Cosmopolitan Vision, Cambridge: Polity Press, 2006.
Brzezinski, Zbigniew, The Grand Chessboard: American Primacy and its Geostrategic Imperatives, New York: Basic Books, 1997.
Chomsky, Noam, Hegemony or Survival, New York: Hamish Hamilton, 2003. 
Cornell, Erik, Turkey in the 21st Century: Opportunities, Challenges, Threats, Richmond, Surrey: Curzon Press, 2001.
Davutoğlu, Ahmet, Stratejik Derinlik, İstanbul: Küre, 2001.
Delanty, Gerard, Social Theory in a Changing World, Cambridge: Polity Press, 1999.
Düzgit, Senem Aydın and E. Fuat Keyman. “Turkey and European Integration: Towards Fairness and Reciprocity.” In Remaking 
Turkey: Globalization, Alternative Modernities, and Democracies, edited by E. F. Keyman, 245-259. Lanham: Lexington Books, 2008.
Eisenstadt, Shmuel N. “Multiple Modernities”, Daedalus, 129, no.1 (2000): 1-31.
Fuller, Graham E., The New Turkish Republic: Turkey as a Pivotal State in the Muslim World, Washington: United States Institute of Peace Press, 2007.
Fuller, Graham E. and Ian O. Lesser, Turkey’s New Geopolitics: From the Balkans to Western China, Boulder: Westview Press, 1993. 
Jung, Dietrich and Catharina Raudvere, eds., Religion, Politics, and Turkey’s EU Accession, New York: Palgrave Macmillan, 2008.
Keyman, E. Fuat, ed., Remaking Turkey: Globalization, Alternative Modernities, and Democracies, Lanham: Lexington Books, 2008.
Keyman, E. Fuat and Ziya Öniş, Turkish Politics in a Changing World, İstanbul: Bilgi University Publications, 2007.
LaGro, Esra and Knud Erik Jorgensen, eds., Turkey and the European Union: Prospects for a Difficult Encounter, New York: Palgrave Macmillan, 2007.
Larrabee, F. Stephen and Ian O. Lesser, Turkish Foreign Policy in an Age of Uncertainty, Santa Monica: RAND, 2003.
Lechner, Frank J., and John Boli, eds., Globalization Reader, London: Blackwell, 2004.
Lesser, Ian O. “Turkey to Face Tough Foreign Policy Choices”, Today’s Zaman, September 18, 2008.
Mardin, Şerif, Din ve İdeoloji, İstanbul: İletişim, 1999. 
Martin, Lenore G. and Dimitris Keridis, eds., The Future of Turkish Foreign Policy, Cambridge: MIT, 2004. 
Nye, Joseph S., Soft Power: The Means to Success in World Politics, New York: Public Affairs Books, 2004. 
Özbudun, Ergun, Contemporary Turkish Politics, Boulder: Lynne Rienner, 2000.
Özyürek, Esra, Nostalgia for the Modern, Durham: Duke University Press, 2006.
Rubin, Barry and Kemal Kirişçi, Turkey in World Politics: On Emerging Multiregional Power, İstanbul: Boğaziçi University Publications, 2002.
Smith, Steve, Amelia Hadfield and Tim Dunne, eds., Foreign Policy: Theories, Actors, Cases, Oxford: Oxford University Press, 2008.
Sunar, İlkay, State, Society and Democracy, İstanbul: Bahcesehir University Publications, 2004.
Taylor, Charles. “Two Theories of Modernity.” In Alternative Modernities, edited by D. P. Gaonkar, 172-197. London: Duke University Press, 2001.
Turam, Berna, Between Islam and the State: The Politics of Engagement, Stanford: Stanford University Press, 2007.
Williams, Andrew J., Failed Imagination? New World Orders of the Twentieth Century, Manchester: Manchester University Press, 1998.

DİPNOTLAR;

1 Zbigniew Brzezinski, The Grand Chessboard: American Primacy and its Geostrategic Imperatives, New York, Basic Books, 1997, s.124-35.
2 Soğuk Savaş dönemindeki Türk dış politikası kimliği olarak tampon devletten 11 Eylül sonrası dönemdeki kilit ülke konumuna geçişi, proaktif, yapıcı ve çok boyutlu dış politika kavramları göstermektedir. Türkiye’nin yeni dış politikası daha etkin, çok boyutlu (hatta Türkiye-Yunanistan, Kıbrıs sorunu, Türkiye-Orta Doğu ilişkilerinde) olduğu gibi komşu ülkelerle, bölgesel ve küresel olaylarda yapıcı ve sorun-çözücü olmaktadır. 
3 ... Türk dış politikasının daha detaylı analizi için, bak. Lenore G. Martin and Dimitris Keridis, eds., The Future of Turkish Foreign Policy, Cambridge, MIT, 2004. 
4 ....Türk dış politikasının doğasının detaylı bir analizi için bak. Barry Rubin and Kemal Kirişçi, Turkey in World Politics: On Emerging Multiregional Power, İstanbul, Boğaziçi University Publications, 2002.
5 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, İstanbul, Küre, 2001.
6 F. Stephen Larrabee and Ian O. Lesser, Turkish Foreign Policy in an Age of Uncertainty, Santa Monica, RAND, 2003.
7 .. Yumuşak güç, emir-odaklı, baskıcı, sert gücün tersine işbirliğine dayalı, baskıya dayanmayan ve rızaya dayalı güce tekabül etmektedir. 
Devlet, kaynakları diplomasi, ekonomi, kültür ve kimlik olan yumuşak güçle diğerlerinin gözünde meşruiyet kazanır. Yumuşak güç rızayı içerir. 
Yumuşak güç yoluyla, devlet diğer devletin “kendisinin istediğini istemesini” sağlar. Detay için bak. Joseph Nye, Soft Power: The Means to Success in World Politics, New York, Public Affairs Books, 2004. Türk dış politikasında artan yumuşak gücün rolü için bak. Insight Turkey special issue, “Turkey’s Rising Soft Power”, Insight Turkey, Cilt 10, No 2, 2008.
8 Bak. Lenore G. Martin, “Introduction,” in The Future of Turkish Foreign Policy, eds. L. G. Martin and D. Keridis, Cambridge, MIT, 2004.
9 E. Fuat Keyman, Turkey in a Globalizing World: actors, discourses, strategies, “Küreselleşme” adlı William Coleman, MacMaster University, Canada tarafından yönetilen bir araştırmanın parçasıdır. Bu çalışma Türkiye hakkında yazılan kitap, makale, gazete ve raporların içerik analizinden oluşmaktadır. Bu içerik analizi Türkiye’nin nasıl algılandığını, Türk dış politikasına küresel akademik ve genel söylemlerde nasıl kimlik-bazlı algılmalarla yaklaşıldığını araştırmaya amaçlamaktadır. Bu araştırma hala devam etmektedir ve sonuçları 
bir kitap olarak basılacaktır, adı şimdilik Turkey in a Globalizing World: Identity, Democracy and Foreign Policy’dir. 
10 11 Eylül‘ün dış politika üzerinde etkisi için, bkz. Steve Smith et al., eds., Foreign Policy: Theories, Actors, Cases,Oxford, Oxford University Press, 2008.
11 Martin, “Introduction,” 3.
12 Graham E. Fuller, The New Turkish Republic: Turkey as a Pivotal State in the Muslim World, Washington, United States Institute of Peace Press, 2007.
13 Larrabee and Lesser, Turkish Foreign Policy in an Age of Uncertainty.
14 Ibid, iii.
15 11 Eylül sonrası dünya özelinde, Soğuk Savaş sonrası dönem genelinde yapıcı, proaktif ve çok boyutlu Türk dış politikasının ana ekseninin ne olacağına ilişkin olarak Türk akademisinde ve genel söylem ve tartışmalarda bu seçenekler öne sürülmüştür. Bu pozisyonları “Turkey in a Globalizing World” adlı araştırmamda analiz ettim (9 nolu dipnota bakınız ). Detaylı bir analiz için bakınız Morton Abramowitz, ed., Turkey’s Transformation and American Policy, Washington, The Century Press, 2000; Martin and Keridis, eds., The Future 
of Turkish Foreign Policy; Larrabee and Lesser, Turkish Foreign Policy in an Age of Uncertainty; Graham E. Fuller and Ian O. Lesser, Turkey’s New Geopolitics, Boulder, Westview, 1993 ve E. Fuat Keyman ve Ziya Öniş, Turkish Politics in a Changing World, İstanbul, Bilgi University Publications, 2007.
16 Detay için bakınız, Arjun Appadurai, Fear of Small Numbers: An Essay on the Geography of Anger, Durham, Duke University Press, 2006 ve Ulrich Beck, Cosmopolitan Vision, Cambridge, Polity Press, 2006.
17 Bakınız Frank J. Lechner and John Boli, eds., Globalization Reader, London, Blackwell, 2004.
18 Noam Chomsky, Hegemony or Survival, New York, Hamish Hamilton, 2003 ve Stanley Aronowitz and Heather Gautney, eds., Implicating Empire: 
Globalization and Resistance in the 21st Century, New York, Basic Books, 2003.
19 Örnek olarak bakınız Berna Turam, Between Islam and the State: The Politics of Engagement, Stanford, Stanford University Press, 2007, Dietrich Jung and Catharina Raudvere, eds., Religion, Politics, and Turkey’s EU Accession, New York, Palgrave Macmillan, 2008) ve Zülküf Aydın, The Political Economy of Turkey, London, Pluto Press, 2005.
20 Keyman ve Öniş, Turkish Politics in a Changing World, ve Esra LaGro ve Knud Erik Jorgensen, eds., Turkey and the European Union: Prospects for a Difficult Encounter, New York, Palgrave Macmillan, 2007.
21 Abramowitz, ed., Turkey’s Transformation and American Policy.
22 Örnek olarak bakınız, Erik Cornell, Turkey in the 21st Century : Opportunities, Challenges, Threats, Richmond, Surrey, Curzon Press, 2001; Abramowitz, ed., Turkey’s Transformation and American Policy; Keyman ve Öniş, Turkish Politics in a Changing World; LaGro and Jorgensen, eds., Turkey and the European Union veFuller ve Lesser, Turkey’s New Geopolitics.
23 Bu alanların genel bir analizi için, bakınız Andrew Williams, Failed Imagination? New World Orders of the Twentieth Century, Manchester, Manchester University Press, 1998 ve Smith et al., eds., Foreign Policy.
24 Charles Taylor, “Two Theories of Modernity”, (der) D. P. Gaonkar Alternative Modernities, London, Duke University Press, 2001,s.172-197.
25 Bakınız Şerif Mardin, Din ve İdeoloji, İstanbul, İletişim, 1999.
26 Gerard Delanty, Social Theory in a Changing World, Cambridge, Polity Press, 1999.
27 Shmuel N. Eisenstadt, “Multiple Modernities,” Daedalus Cilt: 129, no.1, 2000, s. 1-31.
28 İslam ve modernitenin beraber var olmasının bir örneği olarak Türkiye için, bakınız E. Fuat Keyman, ed., Remaking Turkey: Globalization, Alternative Modernities, and Democracies, Oxford, Lexington Books, 2008, Esra Özyürek, Nostalgia for the Modern, Durham, Duke University Press, 2006, ve Keyman ve Öniş, Turkish Politics in a Changing World.
29 Bakınız Keyman and Öniş, Turkish Politics in a Changing World.
30 Bakınız İlkay Sunar, State, Society and Democracy, İstanbul, Bahcesehir University Publications, 2004, Ergun Özbudun, Contemporary Turkish Politics, Boulder, Lynne Rienner, 2000, Feroz Ahmad, Turkey: The Quest for Identity, Oxford, One World, 2003 ve Keyman ve Öniş, Turkish Politics in a Changing World.
31 Politik modernite için ulus-devlet, modern devlet bürokrasisi, sekülerizm, ve vatandaşlık gerekli koşullar arasında sayılabilir. 
32 Bakınız Keyman ve Öniş, “Introduction,” Turkish Politics in a Changing World.
33 Özbudun, Contemporary Turkish Politics, 14.
34 Ibid., 15.
35 Larrabee ve Lesser, Turkish Foreign Policy in an Age of Uncertainty, iii.
36 Detaylar için, bakınız Keyman, ed., Remaking Turkey.
37 Bakınız Keyman ve Öniş, “Chapter 2”, Turkish Politics in a Changing World ve Özbudun, “Conclusion,” Contemporary Turkish Politics.
38 ......... Bu konularda daha fazla örnek ve bilgi için, bakınız Senem Aydın Düzgit ve E. Fuat Keyman, “Turkey and European Integration,” (der) Fuat Keyman Remaking Turkey, Oxford, Lexington Books, 2008, s.245-259.
39 Ian Lesser, “Turkey to Face Tough Foreign Policy Choices,” Today’s Zaman, Eylül 18, 2008, 1-6. Vurgu benimdir. 
40 Sistem-dönüştürücü etkilerin detaylı bir analizi için, bakınız Feyzi Baban ve E. Fuat Keyman, “Turkey and Postnational Europe,” European Journal of Social Theory, Cilt: 11, no.1, 2008, s. 107-125.
41 AB üyeliği olasılığının getirdiği dönüşüm ve açılımların detaylı bir analizi için, bakınız Mustafa Aydin and Sinem Acikmese, “Europeanization through EU Conditionality: Understanding the New Era in Turkish Foreign Policy,” Journal of Southeastern European and Black Sea Studies, Cilt: 9, no.3, 2007, s. 263-274.


***

KÜRESELLEŞME, MODERNİTE VE DEMOKRASİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI 2009 VE SONRASI., BÖLÜM 1

KÜRESELLEŞME, MODERNİTE VE DEMOKRASİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI 2009 VE SONRASI., BÖLÜM 1


E. Fuat Keyman*
* Prof. Dr., İstanbul Politikalar Merkezi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü, Sabancı Üniversitesi


ÖNSÖZ

“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya” son verme konusunda üzerimize düşeni yapmak kaygısıyla serüvenine başlayan Türk Dış Politikası Yıllığı ülkemizde uluslararası ilişkiler literatüründe halen daha var olmaya devam eden büyük boşluğu doldurma konusunda katkı sunmayı amaçlamaktadır. Gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’de, özellikle Türkçe yazılmış uluslararası ilişkiler konulu eserlerin gerek sayı ve gerekse içerik olarak ciddi eksiklikleri olduğu ilgili alanın uzmanları tarafından sürekli olarak dile getirilmektedir. 

Mevcut eserlerin nicelik olarak yetersiz olmalarının yanında uluslararası ilişkiler alanında Türkiye’nin yaşadığı en temel problem, konunun uzmanları tarafından yazılmamış, bilgi üzerine inşa edilmeyen, dayanaksız analiz ve yorumlar ile komplo teorileri ve spekülatif varsayımlardan oluşan kitapların sayısının her geçen gün artmasıdır. 

Türk Dış Politikası Yıllığı, Türkiye’nin dış politikasının değişik alanlarına ilişkin verilerin, konunun uzmanları tarafından belirli bir sistematik içerisinde ve olayların anlaşılmasını kolaylaştırıcı bir biçimde okuyucuya aktarılmasını sağlamayı hedeflemektedir. Aktarılan bu verilerin analizi konusunda okuyucuya yol gösterilmekte, ancak aktarılan bilgilerden okuyucunun kendi analizini yapmasına da fırsat tanınmaktadır. Bunun yanında, yıllığın ikinci bölümünde yer alacak olan Türk dış politikasına ilişkin bağımsız makaleler daha çok analiz ağırlıklı olacaktır.

Türkiye gibi, giderek artan bir şekilde bölgesinde önemli roller üstlenen bir ülkenin dış politikasını inceleyen düzenli bir yıllık çalışmasının bugüne kadar yapılmamış olmasının ciddi bir eksiklik olduğu düşüncesiyle 2009 yıllığıyla başlayan bu projenin sürekli olacağını, her yılın ortasında, bir önceki yıla ilişkin Türk dış politikası gelişmelerinin inceleneceği yeni bir kitabın yayınlanmasının planlandığını ifade etmek istiyoruz. Bu şekilde, Türk dış politikasına ilgi duyan okuyucuların, öğrencilerin ve araştırmacıların faydalanacağı bir çalışmanın Türk uluslararası ilişkiler literatürüne kazandırılması temel amacımızdır.

Söz konusu olan bir yıllık olduğu için, atıflar ve kaynakça konularında farklı bir yöntem izlenmiştir. Okuyucuyu sıkmamak amacıyla, yararlanılan gazetelerin ve haber ajanslarının önemli bir kısmı internetten alınmasına rağmen, internet adresleri verilmemiş, sadece haberin ismi, hangi gazete ya da haber ajansından alındığı ve haberin yayınlandığı tarih bilgileri yazılmıştır. Söz konusu haberlerin asıllarına ulaşmak isteyen okuyucuların, ilgili gazete ya da haber ajanslarının internet sitelerinden, haber başlığı ve tarihini yazmak suretiyle arama yapmaları yeterli olacaktır.

Bu kitabın ve Türk Dış Politikası Yıllığı’nın bundan sonraki sayılarının okuyucuya faydalı olmasını diliyoruz.

Burhanettin Duran
Kemal İnat
Muhittin Ataman


GİRİŞ

Zbigniew Brzezinski 1997’de yayımlanan etkili Büyük Satranç tahtası: Amerika’nın Küresel Üstünlüğü ve Jeo Stratejik Çıkarları adlı kitabında “Türkiye ve İran sadece önemli jeo-stratejik oyuncular değildir, iç koşulları bölgeye çok büyük etkisi olan jeopolitik merkez noktalarıdır. Her ikisi de orta-ölçekte kuvvetler olup bölgesel isteklere ve kendilerinin tarihsel olarak önemli olduğu duygusuna sahiptir” demiştir 1. 

Tabi ki, 1997’de Brzezinski’nin bunu belirttiğinden itibaren Türkiye’de ve dünya politikasında radikal değişiklikler olmuştur. 

Ancak, üstünde duracağım gibi, Brzezinski’nin Türkiye hakkındaki teşhisi ve bir ülkenin “iç koşullar”ı ve “dış politika kimliği/davranışı” arasındaki bağlantısı hakkında hatırlatması doğruluğunu korumuştur. Türkiye’nin “jeopolitik merkez” ve bölgesel rolü geçen yıllarda dünya politikasında daha da önemli hale gelmiştir. Uluslararası toplum tarafından Türkiye’nin Ortadoğu’da barışa ve istikrara katkıda bulunmasından, terörizme ve köktenciliğe karşı etkin bir rol oynamasına kadar, yeni bir enerji merkezi olmasından diyalog, tolerans ve beraber yaşama üzerine kurulu bir dünya vizyonunu hedefleyen “kültürlerarası diyalog inisiyatifi”nin mimarlarından birisi olmasını da içinde barındıran proaktif, çok boyutlu ve yapıcı bir dış politika izlemesi beklenmiştir 2. 

Bu yüzden, Türkiye ve çağdaş tarihine olan ilgi artmıştır. Ayrıca, bu küresel ilgi sadece Türkiye’nin Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkas bölgelerinde, jeopolitik bir güvenlik noktası işlevine sahip güçlü bir devlet olmasından değil, aynı zamanda da çoğunluğu Müslüman olan bir toplumsal oluşumda, seküler anayasal düzeni ve demokratik yönetişimi kurma çabasından kaynaklanmaktadır.3

Soğuk Savaş’ın bitimi Türkiye’nin dış politikasında “tampon devlet” kimliğinin bitişi anlamına gelmekteydi- dünya politikasında Türkiye’nin jeopolitik pozisyonuna dayalı olan bir kimlik 4. 1990’lardan itibaren, Türkiye yeni bir kimlik arayışındaydı, Ahmet Davutoğlu’nun da doğru bir şekilde belirttiği gibi, bu yeni kimlik yapıcı ve daha etkin bir dış politika davranışı gerektirmekteydi. Ayrıca, dünya daha küresel, bağlı, riskli ve stratejik derinliğe sahip olmaya başladıkça, bu yeni dış politika kimliği jeopolitikanın dışında kimlik ve ekonomiyi de kullanmaya başladı.5. 

Bu yüzden, bugün jeopolitika, modernite ve demokrasi Türk dış politikasının ana parçalarını oluşturmaktadır. Türkiye’nin dış politika kimliğindeki ve davranışın daki bu değişiklikler küresel ve genel söylemlerde Türkiye’nin “dünya politikasının anahtar ve merkez bir oyuncusu” olduğu şeklinde algılanmıştır. 6. 

Burada önemli olan Türk dış politikasındaki proaktif, yapıcı ve çok boyutlu etkinliği çerçeveleyen, stratejik derinliğe anlam veren ve Türkiye’ye artan küresel ilgi ve dikkat yaratan “yumuşak gücün” artan görünürlüğü ve rolüdür.-bu güç, askeri ve jeopolitik kapasiteden gelen “sert ve jeopolitik güç”e eklenmektedir 7. 
Tabi ki, yumuşak güç- Türkiye’nin kendisini çok kültürlü, demokratik ve çoğulcu yapmasındaki süregelen hatalarına rağmen modernitedeki ilginç ve önemli gezisinden, demokrasiyi yerleşmiş ve derinleşmiş yapmasındaki hatalarına rağmen demokrasiye politik olarak kararlılığından, insan-gelişiminde devamlılığı olan bir ekonomi olmasındaki sorunlarına rağmen ekonomik dinamikliğinden ve kendisini gerçekçi ve etkin yapamamasına rağmen proaktif, sorun çözücü ve diyalog tabanlı komşuluk diplomasisinden gelmektedir. Yakın geçmişteki Türk 
dış politikasının bütün bu nitelikleri, gelecek sayfalarda üzerinde duracağım gibi, sadece Türkiye’ye olan ilginin artmasına neden olmamış, Türkiye’nin geleneksel jeopolitik öneminin yanında yumuşak güç barındıran bölgesel güç statüsüne sahip anahtar ve merkez bir ülke olarak algılanmasını da sağlamıştır. Birçok dış politika analisti tarafından da belirtildiği üzere, Türkiye jeostratejik önemi, modernitesi, demokrasisi ve ekonomisisiyle- ki bunların hepsi Türk dış politikası kimliğinin proaktif, çok boyutlu ve yapıcı olmasının politik ve söylemsel tabanını 
oluşturmuştur- bölgesel ve merkez bir aktördür.8

Bu makalede, “Küreselleşen Dünyada Türkiye” adlı araştırmama dayanarak, Türkiye’ye merkez devlet/alternatif modernite olarak artan ilginin ve dikkatin Türkiye’nin sert gücünden ziyade yumuşak gücünden kaynaklandığını belirteceğim 9. 

2009 yılında bu güç giderek ortaya çıktı, hatta güçlendi. Aşağıda yapacağım Türkiye algılamaları analizi, bu kimliğin, hem farklı boyutlarını, hem de giderek 
güçlendiğini ortaya koymaktadır. Türkiye’nin, yumuşak güç olarak, kilit ülke ve bölgesel güç konumunun tarihsel bağlamı, şüphesiz ki, 11 Eylül sonrası dünya ve küreselleşmenin ekonomiden teröre ciddi bir çalkantı dönemine girmesidir. Gerçekten de, Brzezinki’nin Büyük Satranç Tahtası’nın işaret ettiği Soğuk Savaş sonrası dönem, Türkiye’yi dünya politikasının önemli bir aktörü haline getiren küresel değişikliklere ve değişimlere anlam vermektedir 10

Lenore Martin’in Türk Dış Politikası’nın girişinde belirttiği gibi

“Yirminci yüzyılda uluslararası ilişkileri şekillendiren tektonik güçler-Sovyetler Birliği’nin çökmesi, Balkanlar ve Avrasya’da etnik çatışmalar, büyüyen köktendinci İslam, ulusal ekonomilerin küreselleşmesi, sivil toplum ve demokratikleşme için artan talepler- Türkiye’yi jeostratejik alanda daha bir merkez role itmiştir. 21. yüzyılın başındaki şoklar, 11 Eylül olayları, Batı karşıtı terörizmin yayılması ve Amerika’nın Irak işgali ve NATO ve BM’de çatlayan fikir birliği Türkiye’nin kritik rolünü doğrulayan ve daha karmaşık hale getiren zorluklar olmuştur.” 11

Graham Fuller de benzer olarak Yeni Türk Cumhuriyeti adlı kitabında Türkiye’yi Müslüman dünyasında merkez bir devlet olarak tanımlamaktadır. 

Proaktif dış politika oluşumunun küresel ilgi ve dikkat çekerek Türkiye’nin 
11 Eylül sonrası dünyada bölgesel bir kuvvet haline geldiğini belirtmektedir.12

Fakat küresel değişiklikler ve dönüşümler küreselleşen dünyamıza risk ve belirsizlik getirmiştir. Bu belirsizlik Stephen Larrabee ve Ian Lesser’in Türk dış politikası hakkındaki yeni çalışmalarını Belirsizlik Çağında Türk Dış Politikası olarak adlandırmalarına neden olmuştur.13 

Proaktif, yapıcı ve çok-boyutlu Türk dış politikası ve Türkiye’ye artan küresel ilgi Türkiye’nin daha demokratik, daha küresel ve Avrupa’ya daha fazla eklemlenmiş olmasını direk sağlamamaktadır. Kuzey Irak ve Kürt Sorunu karşısında artan güvenlik tabanlı dış politika söylemi ve yükselen milliyetçilik risk ve belirsizlik karşısında Türkiye’nin 11 Eylül sonrası dünyada daha fazla milliyetçi ve içe bakan güçlü bir devlet olabileceğini de göstermektedir. Larrabee ve Lesser bu bağlamda şunu belirtmektedir:

“Türkiye Batı algısında merkez bir durumda olabilir, transatlantik ilişkilerdeki belirsizlik Ankara’da görülen “Batı” kavramının netliğini bozmaktadır. Bundan öte, Türkiye kendi dış politikasının ve güvenlik politikalarının yönünü ve enerjisini etkileyen ciddi politik, ekonomik ve sosyal baskılar hissetmektedir. Olasılıklar oldukça geniştir, daha küreselleşmiş bir Türkiye’den, Avrupa’yla ve Batı’yla daha fazla eklemlenmiş olan bir Türkiye’ye, anahtar bölgelere çok taraflı bir politikayla yaklaşan bir Türkiye’den, daha milliyetçi ve içe bakan Türkiye’ye, daha kısıtlı ve tek taraflı bölgesel politikalar izleyen bir Türkiye’ye kadar.”14

Larrabee ve Lesser’e dayanarak Türkiye’deki iç güçlerin demokrasi ve modernite hakkında yapacağı seçimin Türkiye’nin daha küresel ya da içe bakan milliyetçi bir devlet olup olmayacağına karar vereceğini belirteceğim. Türkiye, yerleşmiş demokrasisiyle ve çokkültürlü modernitesiyle yumuşak gücünü ve merkezi durumunu 11 Eylül sonrası dünyada koruyabilir. Ya da dış politikasında ve iç politikasında sadece jeopolitiğe, güvenliğe ve tek taraflılığa odaklanarak içe bakan ve millyetçi bir Türkiye olacaktır. Bu nedenle modernite ve demokrasi süreklilik arz eden bir Türk dış politikası için anahtar etkenler olacaktır. 

Yakın geçmişteki tartışmalar Türkiye’nin proaktif devlet davranışının gerçekçilik, verimlilik ve etki gücüne sahip olacağı bir “ana eksene”gerek olup olmadığını da içermiştir. Burada dört noktayı vurgulamak önemlidir: 

(a) Avrupa Birliği (AB)’yle ana ekseni demokratikleşme olan proaktif bir dış politika 
(b) Amerika’yla ana ekseni güvenlik olan proaktif bir dış politika 
(c) Türkiye-Avrasya ilişkilerine ana ekseni enerji-ekonomi-güvenlik olan proaktif bir dış politika ve 
(d) ana ekseni olmayan, ulus-devlet temelli bir dış politika (bağımsızlık ve pragmatism) 15. 

Bu seçenekler Türkiye ve Türk dış politikası hakkında değişik vizyonu olan kişiler tarafından öne sürülmüştür. 

Türk dış politikasını devam edebilir, gerçekçi ve etkin yapmak, Türkiye’nin yumuşak gücüne daha fazla dayanmak, ve Türk modernitesini, çok kültürlü ve çoğulcu yapmak ve Türk demokrasisini yerleştirme ve derinleştirmek için Türkiye-AB ilişkileri proaktifliğin ana ekseni olarak kabul edilmeli ve uygulamaya konulmalıdır. Diğer seçeneklerle karşılaştırıldığında Türkiye veAB ekonomik, politik, tarihsel, kültürel bağlamda ve demokrasi, kimlik, güvenlik ve ekonomi alanında sistem dönüştüren coğrafi olarak kurgulanmış derin eklemlenme 
ilişkilerine sahiptir. Bugün, güven sorunlarına ve ilişkinin geleceğine dair hissedilen belirsizlik ve güvensizlik duygusuna rağmen, AB- tam üyelik çapası Türk devleti ve Adalet ve Kalkınma Partisi (buradan sonra AK Parti) tarafından Türk dış politikasının ana ekseni olarak düşünülmeli ve hesaba katılmalıdır. 

Aşağıda, 11 Eylül sonrası dünyanın kısa bir değerlendirmesini yapacağım ki bu Türkiye’ye yönelik küresel ilginin analitik tabanını oluşturacaktır. Sonra Türkiye’nin dış politikasını ve yöneliminde daha proaktif, yapıcı ve çok boyutlu olması beklentisine dayanan 11 Eylül sonrası dünyadaki küresel akademik ve genel söylemde Türkiye hakkında bazı kimlik tabanlı algılamaları sunacağım. Ayrıca, Türkiye hakkındaki bu kimlik-tabanlı algılamalar yumuşak güç ve Türkiye’nin yumuşak gücünün Türk dış politikasının kaynağı olduğu kavramına bağlıdır. Son olarak, demokratik konsolidasyon bir elde ve Türkiye-AB tam üyelik ilişkileri bir elde, devam edebilir, gerçekçi ve etkin bir dış politika için gerekli ve dış politikayı oluşturan parçalardır. 

11 Eylül Sonrası Dünyada Türkiye., 

11 Eylül terörizminin dünyamıza getirdiği çok olumsuz etkileri mevcut uluslararası ilişkileri büyük derecede etkilediğini söylemek abartma olmaz. Yaşadığımız dünyayı 11 Eylül sonrası dünya olarak tanımlamak olası ve gereklidir. Yakın geçmişteki tartışmalara kısa bir bakışla 11 Eylül 2001 terörist saldırılarının dünya politikasında yarattığı kırılmalar görülebilir. Küresel politikadaki bazı temel ve radikal belirsizliklerin getirdiği bu kırılmaların, şimdinin doğasını “11 Eylül sonrasındaki uluslararası ilişkiler” olarak tanımlamayı mümkün kılacak şekilde mevcut uluslararası ilişkileri ya da uluslararası sistemin mevcut yapısını ve dinamiğini değiştirdiğini söyleyebiliriz. 

Bunu netleştirmek önemli. Bush yönetiminin neo-muhafazakar ideolojisinin 11 Eylül sonrası dünyayı tamamen uluslararası ilişkilerde “yeni aşama”, “yeni koşul” ya da “yeni dönem” olarak tanımlamasının tersine, bugünün dünya politikasının doğasını 11 Eylül sonrası dünya gibi konuşmak için, uluslararası ilişkilerde “devamlılıklar ve değişiklikler”i tanımak gerekmektedir. Diğer kelimelerle ifade etmek gerekirse, güvenlik, sosyal adalet ve demokratikleşme anlamında devam eden uluslararası ilişkilerin problemlerinin farkındalığını kaybetmeden 11 Eylül terörizminin önemli etkisinin yeniliğini tanımak, 11 Eylül sonrası dönem hakkında konuşmaktır. 

Bu kırılmalardan önemli olanları “dünya risk toplumunun oluşumu” ve “Amerikan hegemonyasının değişen doğası”dır 16. 

İzleyen bölümde, bu kırılmaları kısaca tanımlayacağım. Bugün uluslararası ilişkilerin doğası olduğu gibi geleceği hakkında da belirsizlik, kesinsizlik ve ontolojik güvensizlik barındıran bir dünya risk toplumunda yaşamaktayız; bu duygu masuma yöneltilmiş küreselleşen bir şiddet eylemi olarak terörizmin ciddi ve gerçek bir tehlike olduğundan ortaya çıkmaktadır. 11 Eylül saldırıları ve bu saldırıların İstanbul, Madrid, Londra, Bali ve Mısır’daki devamı dünya risk toplumu fikrini güçlendirmiştir. Bir elde yakın geçmişteki doğa felaketleri ve kazaları, diğer elde dünyanın çeşitli yerlerinde olan yıkıcı finansal krizlerin artan sayısı modern toplumların giderek risk toplumları haline geldiği küresel bir dünyada yaşadığımızı göstermektedir 17

Benzer bir şekilde, 11 Eylül terörizmi Amerikan dış politikasının hegemonik bir vizyonla hareket ettiği bir değişiklik yaratmıştır. 

Bu değişiklik hegemoninin 

(a) Ekonomi ve sosyal adaletin üzerinde askeri güç ve güvenlik 
(b) Çok-taraflılık yerine tek-taraflılık
(c) Pazarlık yerine dost-düşman olma politikası,
(d) Yumuşak güç yerine sert güç 
(e) Özgürlük ve hürriyet yerine toplum ve güvenlik bazında yeniden yapılanmasına neden olmuştur. 

Bu değişiklikle beraber, yeni Amerikan dış politikası güç ve egemenlik ideolojisi olarak neo-muhafazakar bir ideoloji temelinde hareket etmiş ve küresel politikayı ve dünya politikasını savaş ve işgalle tanımlamaya çalışmıştır.18 

Bu radikal değişiklikler “11 Eylül sonrası dünya” olarak bilinen kavramı oluşturmuştur. Bu tarihsel bağlamda Türkiye’ye ve modern tarihine ilgi ve Türkiye hakkında küresel dikkat artmıştır- seküler, demokratik ve anayasal bir demokrasinin çoğunluğu Müslüman olan bir toplumda gerçekleşebileceğini gösteren bir tarih. 11 Eylül sonrası dünya sadece insanlık dışı ve dünya çapında ölümcül terör saldırılarının hızla artmasını içermeyip bunların İslam’a olan bağlantısını ve bu yüzden İslam’ın bir düşman, tehlikeli bir öteki, olası bir terörist olarak tanımlanmasını da barındırmaktadır. Ayrıca, bu dünyada, savaş ve işgal teröre karşı küresel savaşta Amerika dış politikasının ana bir stratejisi olmuştur. Bu yüzden 11 Eylül’den beri uluslararası ilişkiler sadece “medeniyetler çatışması” tarafından çerçevelenmemiş, ayrıca küresel politikada savaş ve işgal devlet odaklı politikaların gücünün artışını getirmiştir. İslam’ın seküler modernite ve liberal demokrasinin zıttı olarak tanımlanması bu söylemin temelinde yer almaktadır ve bu süregelen teröre karşı küresel savaşta 
başarının İslam’ın modernite ve demokrasi ile beraber ifade edilebilme olasılığına bağlı olduğu belirtilmiştir. Politik ve akademik söylemde, bu önerme “başarısız devletlerde rejim değişikliğine neden olacak savaş ve işgal ile demokrasi ihracı”ndan uluslararası, bölgesel ve ulus-içi ilişkilerde sosyal etkileşimin rehber ilkeleri olarak tolerans, saygı ve sorumluluk içeren değişik kültür ve medeniyetlerin beraber var olması için etkin bir temel kurabilecek “küresel demokratik yönetişim” taleplerine kadar değişik formlarda ifade edilmiştir. 

11 Eylül sonrası dünya’da Türkiye ve Türkiye’nin modernite ile tarihsel tecrübesi İslam ve demokrasinin beraber var olabilmesi için önemli bir örnek teşkil etmektedir 19. Büyük bir Müslüman nüfusa sahip bir sosyal oluşumla politik sistemini çok partili bir demokrasiye ve özgür-piyasa ekonomisine dönüştürerek Türkiye kendini güçlü devlet yapısıyla modern bir ulus devlet olarak kurmayı başarmıştır. 
Ayrıca, Batı ve Doğu’nun kesiştiği konumda olan bir sosyal oluşum olarak Türkiye’nin kimliği her zaman Batılılaşma ve Avrupalılaşma olarak anlaşılan “çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşmak” iradesiyle tanımlanmıştır 20

 Diğer kelimelerle ifade etmek gerekirse, İslam her ne kadar Türkiye’nin kültürel kimliğinde önemli sembolik bir referans olarak kalmışsa da, Türkiye’nin modern tarihi seküler modernite, ekonomik gelişme ve demokrasinin bir alanı olarak Batılılaşma tarafından karakterize edilmiştir. Çok parti-sisteminde bazı rejim kırılmaları ve demokrasi eksiklikleri olmasına rağmen, Türkiye parlamenter demokrasi ve onun normlarına bağlılığında ısrar etmiştir. İşte bu ısrar AK Parti çoğunluk hükümetinde görüldüğü gibi politik partilerin İslam kimliğiyle çok-partili parlamenter demokraside yer bulmasıyla kalmayıp bu yeri seküler devletin yönetici partisi olacak kadar genişletmesini de açıklamaktadır. 

Tabii ki, Türk modernite tecrübesi ve demokrasisi tekrar eden ciddi politik, ekonomik ve kültürel krizlere uğramadan olmamıştır. 

Gerçekte, modern Türkiye’nin tarihi “başarı ve başarısızlık” olarak tanımlanmış tır- ulus-devlet, modern pozitif hukuk, parlamenter demokrasi, piyasa ekonomisi ve vatandaşlık gibi modernite için gerekli kurumsal yapıları kurmaktaki başarı ve demokrasiye yerleştirmek, istikrarlı ve sürdürülebilir ekonomik kalkınma yaratmak, vatandaşlık pratiğine hakları ve özgürlükleri koymak noktalarında başarısızlıklar. 

Fakat modernite ve demokrasiye, ayrıca Batılılaşma ve Avrupalılaşmaya olan sürekli ve sabit ısrarı yüzden Türkiye küresel politikada çok önemli aktörlerden birisi haline gelmiştir. Türkiye ve AB’nin derinleşen ilişkileri ve Avrupa Konseyi’nin 2004 Aralık Zirvesi’ndeki Türkiye’yle tam üyelik müzakerelerine başlama yönündeki tarihsel kararı ve 3 Ekim 2005’de bu müzakerelerin başlaması Türkiye’nin günümüzde oldukça güvensiz dünyamızdaki artan önemini hesaba katmadan açıklanamaz. Benzer olarak, Türkiye’de İslam’ın modernite ve demokrasi ile barışçıl bir şekilde beraber var olma başarısı Türkiye-Amerikan ilişkilerinde giderek merkezi bir yer almaktadır. Orta Doğu bölgesini tek taraflı olarak yeniden yapılandırma eyleminde Bush yönetimi Türkiye’ye ve Türkiye’nin modernite tecrübesine bölge için bir “model” olarak yaklaştı 21. 

Son günlerde Türkiye’ye olan ilgi, özellikle Türkiye’nin AB’ye tam üye olma olasılığı alanında, birçok İslam ülkesinde de gözlemlenebilir. Gerçekte, Türkiye hakkında artan çalışmalara ve küresel akademik ve genel tartışmalara hızlı bir bakışta Türkiye’nin bölgesel ve küresel olarak önemli, hatta merkezi 
bir uluslararası aktör olarak görüldüğü ortaya çıkmaktadır.22

Türkiye hakkında Kimlik-Temelli Algılamalar

11 Eylül sonrası dünyayı haritalandırırken, her birinin küresel kriz ve güvenliğin, küresel yönetişimin ve küresel politik ekonominin çok önemli parçalarını oluşturduğu alanlarda Türkiye’nin artan varlığı ve rolü gözlemlenebilir 23. 

Bu krizin, yönetişim ve politik ekonomi alanları şu şekilde sıralanabilir.

1) Irak’ın geleceği ve Kuzey Irak’la ilgili olarak PKK sorunu; 
2) İran sorunu ve Orta Doğu bölgesinin geleceği; 
3) İsrail-Filistin sorunu; 
4) Rusya, Avrasya’nın geleceği ve enerji sorunu, 
5) çok-kültürlülüğün krizi ve Avrupa kimliği-İslam ilişkisi; 
6) Avrupa Birliği’nin geleceği ve küresel kriz,; 
7) Medeniyetler çatışması ve küresel demokratik yönetişim sorunu; ve 
8) Akdeniz politikası ve kimliği tartışması. Türkiye bu tartışmalarda merkezi bir konuma sahip. Ayrıca, 
9) Türkiye’nin küresel politik ekonomik ve küresel enerji politikası alanlarında artan varlığı ve rolü ve BM Güvenlik Konseyi üyeliği de, Türkiye’nin etki ve etkileşim alanlarını genişletmektedir. 

Türkiye’nin algılamasını ve Türkiye’nin bu alanlardaki proaktif dış politikasını analiz edersek, 11 Eylül sonrası dünyada Türkiye’nin rolü hakkında bazı kimlik-bazlı algılamalar olduğunu görmekteyiz. 

Birinci olarak, demokratik yönetişimli modern ulus-devlet ve seküler anayasal yapısıyla Türkiye, Orta Doğu ve İslam dünyasında ve özellikle Irak’ta istikrar ve barış olasılığı için “model ülke”dir. Gerçekte, yüzyıldan uzun modernleşme reformları ve anayasal demokrasi tecrübesiyle Türkiye, Müslüman bir toplumla en iyi demokrasi örneğini teşkil etmektedir. 

İkinci olarak, Türkiye’nin modern tarihi “medeniyetler çatışması tezine bir alternatif” (Birleşmiş Milletler, İspanya ve Türkiye tarafından geliştirilen 
Kültürlerarası Diyalog Projesi’nde görüldüğü gibi) ve İslam dünyasından özellikle Malezya, Fas, Endonezya gibi ülkelerin kendi demokratikleşme süreçlerinde öğrenebileceği “önemli bir tarihsel tecrübe” oluşturmaktadır. 

Özellikle, AK Parti tecrübesi ve “muhafazakar-demokratik sağ parti” olarak bir seçim zaferi kazanması bu bağlamda, Müslüman ülkeler coğrafyasında 
“öğretici örnek” işlevi görmektedir. 

Üçüncü olarak, Türkiye’nin, hem Orta Doğu, hem de Avrupa ülkesi olarak “ikili-kimliği”nin yanında, belli sorunlar olmakla birlikte, seküler demokrasisini 
barışçıl bir şekilde devam ettiren bir ülke olması, ve demokratikleşme yolunda yürümesi, bölgesinde kendisini “kilit devlet/bölgesel güç” haline getirmiştir. 
Irak’ın geleceğinden İran sorununa, İsrail-Filistin sorunundan daha istikrarlı bir Orta Doğu yaratma olasılığına ve Balkan coğrafyasından Kafkas coğrafyasına bölgesel istikrarın oluşturulmasına, Türkiye, katkı beklenen bir kilit devlet-bölgesel güç konumundadır. 

Dördüncü olarak, Türkiye-AB ilişkilerinin derinleşmesi ve tam üyelik müzakereleri nin başlamasıyla, ekonomi ve dış politika aktörler arasında Türkiye’nin Avrupa’ya derin bölgesel bir entegrasyonla çok-kültürlü ve kosmopolitan model hale gelme konusunda yardımcı olabilecek, ulus-sonrası ve demokratik vatandaşlık temelinde vatan-sonrası toplum yaratılabilecek bir alan ve demokratik küresel yönetimin oluşumuna katkıda bulacak kapasitede bir aktör olarak 

“Avrupa entegrasyonu için benzersiz bir örnek” olduğuna dair bir algılama vardır. AB’nin bu nitelikleri kazanması Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği hakkındaki kararlarına bağlıdır. Beşinci olarak, dinamik ekonomisi, tekrar eden büyüme oranları ve genç nüfusuyla, Türkiye her ne kadar (Hindistan ve Brezilya gibi) merkezi olmasa da bugünün küresel ekonomisinin önemli “gelişen piyasa ekonomi”lerinden bir olmuştur. Son olarak, Türkiye her ne kadar petrol veya doğal gaz üretmese de, Türkiye Orta Doğu, Sovyet sonrası Cumhuriyetler ve 
Avrupa arasında doğal gaz transferinden sorumlu“enerji dağıtıcısı” olarak davranmaya başlamıştır. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***