9 Aralık 2018 Pazar

RAUF DENKTAŞ’IN ANKARA’DAKİ ZORUNLU İKAMET YILLARI VE FAALİYETLERİ (1964-1968) BÖLÜM 3

RAUF DENKTAŞ’IN ANKARA’DAKİ ZORUNLU İKAMET YILLARI VE FAALİYETLERİ (1964-1968) BÖLÜM 3



Gençliğini ve Ömrünü KIBRIS Türk devletinin kuruluşuna adayan Mukavemetçi ,


1.4. Denktaş’ın Kıbrıs’a Firarı (1967) 

Ankara’daki zorunlu ikamet döneminin dördüncü yılı başlarken (1967) 
Denktaş durumun ne kadar üzüntü verici olduğunu hatıralarında şu şekilde dile 
getirmekteydi: “Ada’dan uzak kalışın baskısı ve tatsızlığı ile dolu bir yıl daha 
geçti. Kıbrıs’tan gelen haberler daha da tatsızlaştı. Ankara’dan geçerken uğrayıp 
hal hatır soranlar azaldı. Benimle temas edenler “ikbalden” düşüyorlarmış. 
Dışişlerindeki arkadaşları da zor durumda bıraktığımı anlıyorum. Hükümetin 
boyunda bir ağırlık olduğum aşikâr. Eleştirilerim fazla oluyormuş.” (Denktaş, 
1997, s.1) Denktaş söz konusu ifadeleri, hem Ankara’nın Kıbrıs politikasına, 
hem de Dr. Küçük’ün Denktaş hakkında söylediklerine ne kadar üzüldüğünün 
kanıtıydı. 

Denktaş’ın Ankara’da yaşadığı günler, Dr.Küçük’le aralarının açılmaya 
başladığı günlerdi. Aynı tarihlerde Kıbrıslı Türkler, “Doktorcu” ve “Denktaşçı” 
olarak ikiye bölünmeye başlamışlardı. Peki neydi Dr. Küçük’ün, siyasete 
kendisinin soktuğu Denktaş’a karşı olan bu tavırlarının nedeni? Aslında her şey 
Denktaş’ın Ada’ya girişinin yasaklanmasıyla gün yüzüne çıkmıştı. Denktaş’a, 
Ankara’da Dışişlerinde Kıbrıs dairesinde bir masa verilmiş, çalışmalarını 
oradan sürdürüyordu. Bu arada demeçler, röportajlar, raporlar hazırlıyordu. 

Ada’da ise, yerine vekâlet eden Dr. Şemsi Kazım fiilen cemaat başkanı olmuştu. 
Toplumun en güçlü kurumunun başına Dr. Küçük’ün sevmediği biri 
gelmişti.1963 yılında Rum lider Makarios’un Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasını 
veto etmesinden sonra, Cumhurbaşkanı yardımcısı Dr.Küçük ile bakanlar, 
toplum yönetiminin dışında kalmıştı. Dr. Küçük’ün sevdiği (ancak kıskandığı) 
Denktaş, ise Ankara’daydı. Doktorla, Şemsi Kazım’ın arasına ilerleyen 
günlerde, iyice açılmaya başladı. Dr.Küçük hem Cemaat Meclisine, hem de 
TMT’ye karşı savaş açtı. Dr. Küçük, Şemsi Kazım’ın ve TMT’nin talimatları 
Denktaş’tan aldığını düşünüyordu. (Batur, 2007, s.304) Denktaş, 1967 yılında 
Ada’ya gizlice çıkarken, Rumlar tarafında yakalanıp tutuklanınca, sorgusunda, 
aralarının açılması hakkında şunları söyleyecekti: “Doktor, kendi gölgesinden 
bile kuşkulanır. Benim hakkımda söylenenleri duydukça benden 
kuşkulanıyordu. İnsanlar benim hakkımda, “Denktaş daha iyidir” şeklinde 
sözler söylüyorlardı. Bunları duydukça, Türkiye’den döner dönmez kendisini 
devireceğimi sanıyordu. Denktaş, Türkiye’de rahatına bakar, ben ise burada acı 
çekerim. Bütün bunlar geçip de Denktaş geldiğinde beni yerimden edecek diye 
düşünüyordu. Dr. Küçük, kendisini büyük adam olarak görürdü. Ona bir mektup 
yazdım: “Bir gün Kıbrıs’a geleceğim. Ölecek olsam bile geleceğim. Gelecek ve 
topluma bir açıklama yapacağım. Bazıları senin beni istemediğini söylüyorlar. 
Buna inanmıyorum. Senden bir ricam var. Benim Kıbrıs’a dönmemi istediğin 
hakkında Türk hükümetine bir yazı yaz. Şöyle ki, mücadele ederken benim 
elimde bir şey bulunsun”. Buna karşılık, Doktor, ilk mektubunda bana şunları 
yazdı: “Senin Kıbrıs’a dönmenin bir yolu olmadığı halde niçin cesurluk 
satıyorsun? Artık nasıl Kıbrıs’a dönebilirsin? Ama daha sonra, mayıs ayında 
yazdığı bir mektupta dönmemi istediğini bildiriyordu. Ankara’ya gelenlerle de 
mesajlar gönderiyordu. Yalnız başına işlerin üstesinden gelemediğini ve benim 
dönmemi istediğini söylüyordu. Dr. Küçük’ün Türk hükümetine de aynı yolda 
yazı yazıp yazmadığını bilmiyorum. Ama değiştiği belliydi. Bütün bunlardan 
sonra Kıbrıs’a dönmek istiyordum.” (Sepetçioğlu, 2000, s.323-325) Ankara ile 
bozulan ilişkileri Denktaş’ta artık Ada’ya dönme zamanı geldiğini 
düşündürüyordu. Bu yüzden bir plan yapan Denktaş Türk hükümetinden gizli 
Larnaka’daki mücahitlerin lideri Dr. Orhan Müderrisoğlu ve Kıbrıs’ta 
mücahitlerin komutanı Erol Kazım ile irtibata geçti. Denktaş, Larnaka’dan 
gizlice Ada’ya girecekti. Gerekli para, mücahit fonlarında temin edilip, 
Denktaş’a gönderilecekti. Denktaş, Nejat Konuk ve Denktaş’ın şahsen 
tanımadığı Larnaka’yı bilen Erol İbrahim isminde bir kişiyle 21 Ekim 1967 
gecesi Ankara’dan İskenderun’a, oradan da motorla Ada’ya gitmek için 
harekete geçtiler. Konuk’un ayarladığı motorla Larnaka’ya doğru yola 
çıktıklarını sanıyorlardı ancak Larnaka yerine Ada’nın kuzey ucundaki 
Karpaz’a çıkıyorlardı. (Denktaş, 1997, s.387-463) Denktaş ve beraberindekiler 
(Nejat Konuk, Erol İbrahim ve motoru kullanan kişi) 1967 yılında, Ada’ya 
gizlice girmeye çalışırken Rumlar tarafından yakalanıyordu. O sırada 
Makarios’un Kıbrıs’ı savunma meseleleri için oluşturduğu konsey toplantı 
yapıyordu. Toplantı sırasında, Denktaş’ın yakalandığı haberi, sekreteri 
tarafından Makarios’a bir notla bildirildi. Makarios’un ardından Albay Grivas 
da aynı notla Denktaş’ın yakalandığı haberini öğrenmiştir. (Kızılyürek, 2007, 
s.138) 

Yunan karargâhında tutulan Denktaş, önce Yunanlı subaylar tarafından 
sorgulanıyordu. Daha sonra Rum Merkez Karakoluna götürülüyordu. 
Denktaş’ın avukatı Ali Dana da oraya gelmişti. (Batur, 2007, s.343-356) 
Kendisini sorgulayan Yunan subayların “niye geldin” sorusuna Denktaş: 
“Enosis tamamdır, adını koymak kalmıştır şeklinde beyanatlarınız vardır... Bana 
gelen haberlerde bazı insanlarımızın buna inandıklarını ve size mukavemetin 
gereksiz olduğunu düşünenlerin de olduğunu görüyordum; diğer yandan da 
bana sonuna kadar dayanırız diyenlerden de haberler geliyordu... Doğrusu 
neydi? Bunu tespit ederek halka yön vermek için geldim. Siz de biliyorsunuz ki 
tespitim bu işin bittiği, Enosis’in tahakkuk ettiği yönde olursa bunu halkıma 
duyuracak cesaretteyim, ancak mukavemetin devam edebileceğini görürsem 
bunun daha etkili bir şekilde devam etmesi için elimden geleni de yaparım. Bu 
nedenle geldim” diyordu. (Denktaş, 2004, s.29) 

1 Kasım 1967 tarihinde Türk gazetelerinde manşetlerde “Denktaş, 
Kıbrıs’ta tevkif edildi” haberi yer alıyordu. ( Hürriyet, 1 Kasım 1967, s.1) Bu 
haber hem Ankara’da hem de Kıbrıs’ta şaşkınlıkla karşılanıyordu. The Times 
gazetesi ise haberi, “Kıbrıs Türk Cemaati Üyesi Denktaş, iki Kıbrıslı Türk ile 
beraber, Kıbrıs’ın kuzeydoğusunda, küçük bir botla, Ada’ya girmeye çalışırken 
yakalandı” şeklinde duyuruyordu. (The Times, 2 Kasım 1967, s.7) 

O tarihlerde Denktaş’ın tutuklanması ile ilgili olarak Milliyet 
gazetesindeki haberler şu şekildeydi: “Denktaş, 31 Ekim 1967 tarihinde 
yanındaki iki kişi ile birlikte, Ada’ya çıkarken tutuklanmıştı.” (Milliyet, 1 
Kasım 1967, s.7) Ancak Lefkoşa Türk Büyükelçisi Ercüment Yavuzalp, 
“Denktaş’ın hayatının garanti altına alınması için Birleşmiş Milletler 
aracılığıyla, Rum hükümeti ile görüşmüş ve talep olumlu karşılanmıştı. Ayrıca, 

Kıbrıs’ta ki Türk hükümeti temsilcileri, Denktaş’ın Ada’ya çıkışından Türk 
hükümetinin kesinlikle bilgisi olmadığını belirtiyordu.” (Milliyet, 1 Kasım 
1967, s.1) 

Denktaş’ın tutuklanmasının ardından, Rumlar tarafından Denktaş’a 
işkence yapılabileceğinden endişe eden Başbakan Süleyman Demirel 
kamuoyuna “Denktaş’a yapılacak muamele fevkalade önem taşımaktadır” 
diyordu. ( Hürriyet, 2 Kasım 1967, s.1) 

 İngiltere Dışişleri Bakanı Brown, “Denktaş’ın serbest bırakılması için 
Makarios ile irtibata geçileceğini, Londra’da bulunan Türk Dışişleri Bakanı 
İhsan Sabri Çağlayangil’e bildirdi. Bu arada Denktaş’ın serbest bırakılması için 
hem Lefkoşa’da hem de Türkiye’de mitingler yapılıyordu.” (Milliyet, 1 Kasım 
1967, s.1) Kamuoyu tepkisi ve Türkiye’nin araya girmesi ile Denktaş, günler 
süren sorgulamalardan sonra, nihayet 13 Kasım 1967 tarihinde serbest 
bırakılıyordu. (Milliyet, 1 Kasım 1967, s.7) Bu olay, Denktaş‘ın bir lider olarak 
cesaretini ve risk alma konusundaki kesin tavrını göstermesi açısından dikkat 
çekicidir. Sonunda ölümün dahi olabileceği bir bilinmez yola çıkmaktadır. 
Diğer taraftan Türkiye‘nin onaylamadığı bir hareketin içerisinde mücadelenin 
Türkiye ayağında bir aksaklık çıkması, daha önemlisi kendisinin saf dışı 
bırakılması ihtimali vardır. Tüm bunlara rağmen Denktaş Ada‘ya çıkmıştır. 

12 Kasım 1967 tarihinde Denktaş 12 günlük tutukluluktan sonra serbest 
bırakılıyordu, Denktaş’ın eşi Aydın Denktaş haberi, Türk Dışişleri Bakanı İhsan 
Sabri Çağlayangil’den öğreniyordu. ( Hürriyet, 13 Kasım 1967, s.1) Ankara’ya 
dönen Denktaş, Kıbrıs’a neden ve nasıl gittiği hakkında bir basın toplantısı 
düzenlemiştir. “Yunanistan Ada’yı askeri yönden fiilen işgal etmiştir. Bu 
aşikârdır. Askeri ENOSİS olmuştur. Geri kalan şey iki tarafın, bunu hukuki 
yönden ilanıdır” diyen Denktaş, tutuklu kaldığı zaman zarfında, Rum liderlerin, 
hatta İçişleri Bakanı Yorgacis’in, “ENOSİS” diye bir şey yok. Bu davanın en 
salim yolunun Türkiye ile Yunanistan’ın Ada’dan çekilmeleri, iki cemaatin 
eskisi gibi Kıbrıs’ı birlikte idare etmeleridir” dediğini, buna karşılık Yunan 
subayların “ENOSİS olacaktır, bunu biliniz. Siz de Batı Trakya’daki 
Müslümanlar gibi bizim idaremizde yaşamayı öğreneceksiniz” şeklinde 
konuştuğunu söyleyen Denktaş, Ada’ya gidiş sebebini de şu şekilde açıklıyordu: 
“Benim amacım, Türk kesimine gitmek ve vazifemin başına geçmekti, Türk 
kesimine girebilseydim, artık Türkiye’ye dönmem bahis konusu olmayacak, 
durumu raporlar halinde Türk hükümetinin en yetkili kademelerine teferruatıyla 
bildirecektik.” (Milliyet, 13 Kasım 1967, s.7) 

1967 yılının sonunda Ada’da Rumların Geçitkale saldırılarından sonra, 
toplumlararası müzakerelere başlanması kararı alınıyor, Türk tarafını temsil 
edecek kişi olarak Denktaş seçiliyordu. Denktaş için 13 Mart 1968 tarihi bir 
milattı. Dört yıllık sürgünden sonra, evine, Ada’ya dönüyordu. Makarios’un, 12 
Ada’dan sonra, 13.Ada olarak, Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlama isteğine karşılık 
Denktaş, 13 Mart tarihinde, bu planı bozmak için Ada’ya geliyordu. Ada’ya 
gelirse, kendisini meydandaki elektrik direğine asacağını söyleyen Dr. 
Küçük’ün nasıl tepki vereceği konusunda endişeliydi. Ancak, yaşanan tüm 
kırgınlıklara rağmen, dört yıldır, Ada’da tek başına mücadele veren Dr. Küçük 
yorulmuştu ve Denktaş’a ihtiyacı vardı. Binlerce Kıbrıslı Türk, Denktaş’ı 
karşılıyordu. Aralarında Dr. Küçük de vardı. Birbirlerine sarılıp, ağlıyorlardı. 
Denktaş, o günü şöyle anlatır: “Dr. Küçük’le kucaklaştık. Bu samimi, içten 
gelen, geçmişe sünger çeken bir kucaklaşmaydı. Dr. Küçük’le bir jeepe bindik. 
Binlerce insan coşku içinde bizi selamlıyordu. Halk arasında ağlayanlar vardı. 
Gördüğüm herkes, kadın erkek, fark etmeksizin birer direnişçiydi. Kahramandı. 
Atatürk Meydanı’na kadar, coşkulu bir hava içinde geldik. Dr. Küçük de ben de 
halka hitap ettik. Önümde yeni bir sayfa açılıyordu”. (Batur, 2007, s.390) 
Gerçekten de Denktaş’ın önünde, devlet başkanlığına kadar gidecek yeni bir 
sayfa açılıyordu. Bu sırada, Dr. Küçük’le aralarındaki buzlar erimişti ancak bu 
sadece birkaç yıl sürecekti. Yapılacak çok şey vardı. Denktaş, Ada’ya 
döndükten kısa bir süre Toplumlararası Görüşmelerde Türk tarafını temsil 
etmekle görevlendiriliyordu. Denktaş’a göre bir görüşmecide olması gereken 
özellikler şunlardı: “Görüşmecilik meslek değildir. Akıl işidir. Görüşmeci, bir 
maksat için görüşür. Tellal değildir. Elindeki mala, en çok fiyatı verene malı 
teslim etmek gibi bir yaklaşımı yoktur. Siyasal görüşmelerde, görüşmeciye 
verilmiş bir hedef vardır. Ondan, bu hedefe varmak için izleyeceği yolda, 
karşısına ne çıkarsa çıksın, vazgeçmemesi, gereken prensipler konusunda çok 
titiz davranması istenir. Kısacası, görüşmeci belirli yetkilerle donanmış, 
görüşme koşulları önceden kararlaştırılmış, kırmızı çizgileri belli bir ortamda 
sorumluluk yüklenmiş, savunduğu davaya inanmış bir müzakerecidir.” 
(Denktaş, 2004, s.20) Peki, Denktaş nasıl bir müzakereci olacaktı, anavatanı 
olarak gördüğü Türkiye’nin kendisine çizdiği kırmızı çizgiler nelerdi? Bu 
soruların cevabını ve talimatları almak için, Denktaş, Türk Dışişleri Bakanı 
Çağlayangil’i ziyaret etmişti. Görüşmede, Akritas Planı ve Makarios’un yapmak 
isteklerini anlatan Denktaş’a göre: “Çare, Türkiye’nin de Kıbrıs’ta Yunanistan 
kadar var olmasında ve durumu dengelemesindeydi. Makarios’a göre, ENOSİS 
elde edilmişti, adını koymak için bekleyebilirdi. İşlerin uzaması Türkiye’nin 
1960 Anlaşmalarıyla, elde etmiş olduğu en hayati hakkını gerektiği andan 
kullanmamasından kaynaklanmaktaydı. Türkiye, bu haklarının var olduğunu, 
canlı olduğunu ve gerekirse mutlaka kullanacağını devamlı olarak gündemde 
tutmalı, bu hakkın “kullanılmama suretiyle” ortadan kalktığının iddia 
edilmesine müsaade etmemeliydi”. Ancak, Türkiye, Kıbrıs’a müdahale edecek 
durumda değildi. Türkiye’nin zamana ihtiyacı vardı. Denktaş bunu biliyordu 
ama bu yaklaşık on yıl olacağını tahmin edememişti. Çağlayangil’le 
görüşmesinin ardından, Denktaş Türkiye’nin öngördüğü bir hedef, bir Kıbrıs 
siyaseti, garantilerin devamından öteye geçmeyecek kırmızı çizgileri olmadığı 
sonucuna varır. Çağlayangil’in, kendisine açık kart verdiğini düşünen Denktaş’a 
göre, “halkının içinde bulunduğu sıkıntılı durumu rahatlatacak her hangi bir 
sonuç, Türkiye için olumlu bir sonuç olacaktı. Denktaş, Türkiye’nin o günkü 
durumda, daha ilerisini göremediğini düşünüyordu. Denktaş, Çağlayangil’den 
aldığı yetkiyi, “iyi, tatminkâr bir anlaşma yapabilirsen bunu yap, zamana da, 
yardıma da ihtiyacımız vardır, bize de zaman kazandır, Garanti Anlaşmalarıyla 
Türkiye’ye verilmiş hakların devam edeceği bilinci ve güveni içinde ol” 
(Denktaş, 2004, s.25-26) )anlamında yorumluyordu. Ne var ki, Denktaş, çok 
yaklaştığı anlar olsa bile, hiçbir zaman Rumlarla tatminkâr bir anlaşma zemini 
bulamayacaktı. 

Sonuç 

Rauf Denktaş’ın Ankara yılları, Kıbrıs konusunda Türk hükümetleri ile 
arasındaki vizyon farklılığını iyice anladığı ve gerek söylemlerinde gerekse 
yazdıklarında bunu çekinmeden dile getirdiği bir dönem oldu. Kıbrıs davasının 
ancak Türkiye’nin birlikteliği, hangi hükümet işbaşında olursa olsun, 
Türkiye’nin desteğiyle çözüleceğine inanan Denktaş için sürgün yılları 
“hayatının en zor yılları” olmuştur. 

Denktaş, Rumların saldırıları karşında Ada’daki Türk varlığını korumak 
için Türkiye’nin mutlaka müdahale etmesi gerektiğini savunmuş ve bu 
düşüncesini Ankara hükümetlerine benimsetmeye çalışmıştır. Teorik olarak bu 
fikre sıcak bakan Ankara ise, 1964-1968 yılları arasında askeri açıdan yeterli 
olunmadığı gerekçesi ile bu fikri fiiliyata dökememiştir. 

Denktaş ile Ankara ilişkileri, Türkiye’deki iktidar ve uluslararası 
konjonktürün dinamiklerine göre değişiklik göstermiştir. Türk hükümetleri hem 
kendi ideolojilerine hem de uluslararası koşullara göre değişiklik (nispi oranda) 
gösteren politikalarını Denktaş’a uygulatmak istemişler, Denktaş da böylece 
Türkiye’deki askeri-sivil bürokrasinin Kıbrıs’taki uygulayıcı aktörü durumuna 
gelmiştir. Türkiye’deki askeri-sivil bürokrasi arasında nasıl denge politikası 
takip ettiğini Denktaş şöyle açıklar: “ Türkiye’de hariciyede ve askerde iki ekol 
var. Bunlardan bir tanesi, Denktaş’ın müdafaa ettiği şekilde halledilebilir 
derken, diğeri; Kıbrıs meselesi üzerimizde büyük bir kambur, bitmesi lazım 
diyor. Ben bu iki ekol arasında devamlı surette bir denge kurarak, fazla taviz 
vermeksizin bu davayı yürütme görevini üstlendim “Derhal anlaşma yap 
dediklerinde ve o anlaşma yapılamayacak bir anlaşma ise zaman kazanmaya 
çalıştım ve anlaşma yapılsaydı çok şey kaybederdik” diyen ekol kendini kabul 
ettirmeye kadar bekledim.” (Gürkan, 2005, s.53-54) 


KAYNAKÇA 

Azizoğlu, A. ( 2013). Denktaş Anlatıyor: 1 Ağustos 1964 Erenköy. Kıbrıs Postası, 1 Ağustos. 
Batur, N. (2007). Rauf Denktaş- Yeniden Yaşasaydım. İstanbul: Doğan Kitap. 
Denktaş, R. (1966). 12’ye 5 Kala Kıbrıs. Ankara. 
Denktaş, R. (2004). Kıbrıs Girit Olmasın. İstanbul: Remzi Kitabevi. 
Denktaş, R. (1996). Rauf Denktaş’ın Hatıraları 1964.İstanbul: Boğaziçi Yayınları. 
Denktaş, R. (1996). Rauf Denktaş’ın Hatıraları 1965.İstanbul: Boğaziçi Yayınları. 
Denktaş, R.(1997). Rauf Denktaş’ın Hatıraları 1967. İstanbul: Boğaziçi Yayınları. 
Erol, H. (2014). Kıbrıs Politikalarında Lider Rauf Denktaş’ın Rolü. Yayınlanmamış doktora tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü. 
Gürkan, N. (2005). Zirvedeki Yalnızlık Kulesi Rauf Raif Denktaş. Gazimağusa: Cümbez Yayınları. 
Hürriyet, 4 Eylül 1964, s.1. 
Hürriyet, 1 Kasım 1967, s.1 
Hürriyet, 2 Kasım 1967, s.1 
Hürriyet, 13 Kasım 1967, s.1 
Kasımoğlu, E. (1991). Eski Günler Eski Defterler. Lefkoşa: Yorum Yayıncılık. 
Kızılyürek, N. (2007). Glafkos Klerides Tarihten Güncelliğe Bir Kıbrıs Yolculuğu. İstanbul: İletişim Yayınları. 
Milliyet, 10 Nisan 1964, s.1,7. 
Milliyet, 12 Temmuz 1964, s.1,7. 
Milliyet, 8 Ağustos 1964,s.1. 
Milliyet, 10 Ağustos 1964,s.1. 
Milliyet, 12 Ağustos 1964, s.1. 
Milliyet, 9 Nisan 1965, s.3. 
Milliyet, 26 Aralık 1965, s.1. 
Milliyet, 5 Ocak 1966, s.1. 
Milliyet, 17 Aralık 1966, s.1. 
Milliyet, 1 Kasım 1967, s.1,7. 
Milliyet, 13 Kasım 1967, s.7. 
Satan, A.- Şentürk, E.(2012). Tanıkların Diliyle Kıbrıs Olayları 1955-1983. İstanbul: Tarihçi Kitabevi. 
Sepetçioğlu, M. N. (2000). Sabır Ağacı Zaman Uyanışı. İstanbul: Kıbrıs Kredi Bankası. 
Özter, L. (2004). Ulusal Mücadelede Denktaş. Ankara: Özyurt Matbaacılık. 
Tarakçı, M. (2010). Kıbrıs Barış Harekâtı. İstanbul: Hiperlink Yayınevi. 
Tercüman, 29 Ağustos 1964, s.1. 
The Times, 2 Kasım 1967, s.7. 

 ***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder