GİRİVAS etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
GİRİVAS etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Şubat 2018 Salı

BÜYÜK HESAPLARIN DENİZİNE ATTIĞIMIZ YAVRU VATAN KIBRIS, BÖLÜM 6


BÜYÜK HESAPLARIN DENİZİNE ATTIĞIMIZ YAVRU VATAN KIBRIS, BÖLÜM 6





YAVRU VATAN KIBRIS (3)


Yolumuz, Kaş yönünden Antalya’ya doğru.


Bölgenin doğası öyle güzel ki bu mevsimde, anlatmaya dilin dönmez. Yol kıyısından hemen yükselen iki yönlü tepelerin yamaçları, dağlar yeşile kesmiş. Aralarda kayalar, gösterişli, dik, yatık yüzlü, açıklı koyulu renkli, üstü kır çiçekli türlü büyüklükte taşlar... Buraların yeşilliğinin nedeni bu kayalar olmalı. Suyu tutuyor, doğayı kurutmuyor lar... Çam ağaçları git git bitmiyor. Yer yer bodur ağaçlar, aralarda gösterişli çam ağaçları biçim biçim... Bazı yerlerde başka orman ağaçları da karışıyor çamlara. Yaprak döken ağaçlardaki bahar yeşilliği baş döndürüyor. Dağların yamaçları geven çiçekleriyle öbek öbek sarıya boyanmış. Yol kıyıları sarı, mor, beyaz kır çiçekleriyle bezeli. Kayaların aralarındaki çayırların yeşili, renk değiştirmiş, değişik tonlara bürünmüş ama daha solmamış... Gök, masmavi. Deniz, gökyüzünün rengiyle boyalı, dik kıyılar, alçak kıyılar, kumsallar...

Yollarda, çayırlardan araba yoluna yer yer inen, yavrulamış keçiler, koyunlar... Yamaçlara yayılmışlar. Hava ılık, güneşli... Cenneti tanımlasalar, daha güzelini nasıl anlatacaklar? Bu güzel ülke, dünyanın en güzel ülkesi, her yöresi birbirinden güzel bu ülke bizim!.. Yüce önderimiz, şehitlerimiz, gazilerimiz, yurtsever atalarımız sayesinde bizim...

Sonra doğa görüntüsü yer yer kesiliyor, küçük büyük yerleşimlerin içersinden geçiyorsun...

“O da ne? Burası neresi? Bu güzel kente yakışmayan çirkin yapıları kim yapmış? Yapıların üstündeki, işyerlerinin tepesindeki bu yazılar da ne? Hangi dilden? Burası bizim değil mi yoksa?” diyorsun ister istemez, İngilizce tabelalar furyası başlayınca, betona kesmiş yerleşimlere girince...

Karayolları bile dilini şaşırmış: “Karayolları Asfalt Deparmant Şefliği.” Bu levhayı kıyıya dikmişler. Bölüm yerine Deparmant yazılınca daha bir sükseli oluyor demek.

Yol boyunca, göze takılan, gözünü acıtan yapı adları: “Mavi Kumsal Recidence”, Crovne Plaza”, “Harrington Park”, “Kristal Beach Hotel”, “ Otel Carpie Diem”... Antalya, kentiçi anayolu şu günlerde çok perişan. Orası burası kazılı, kapalı yerlerinden dönülen, araba yolundan başka herşeye benzeyen eşilmiş iki yönlü caddeler... Aralarda beton, hurda, taş yığıntıları... Eski yolun, yol ortası palmiyeleri, çiçeklikleri dümdüz edilmiş.

Havaalanı yoluna sapınca taksiciye, “İç hatlara!” diyoruz önce. Sonra soruyoruz: “Kıbrıs, iç hatlar mı?” Değilmiş. Dış hatlar.”

Pegasus Hava Yolları. Uçakta, bu havayolunun dergisi koltuk arkasında. Turistik yazılar konmuş. Dünyanın gezdikleri, beğendikleri yerlerinden söz ediyor bazı sosyetikler. Ülkemiz anlatılacağına, Türk elleri tanıtılacağına, elin yerleri, öv öv bitirilemiyor dergide. Örneğin, St. Petersburg. Böyle, kendini birşey sanan ünlüce birini, her yönüyle büyülemişmiş... Ah, biri de Tayland’daki bir adadan söz ediyor. “Ko Chang” adası onun için bir rüyaymış... Tarihi yerler, eski binalar göreceksen, önce bir, Türk Kıbrıs’a gitmelisin, doğanın en güzeliyse Türkiye’de, Kıbrıs’ta desenize...

“Komşunun gizli – saklı cennetlerindeyiz” diye başlık atıyor Pegasus, kaç sayfa süren uzun tanıtma yazısına. Kendi eliyle, kendi dergisinde Yunan’ın reklamını yapıyor. Adalarını ballandırarak anlatıyor. “ Yunan sahilleri; masmavi denizinde yüzebileceğiniz, kültürü, tarihiyle tanışabileceğiniz nefis yerler...” imiş. Tanrım sizi ne etsin! Yunan seni böyle anlatır mı? Paraya boğsan onu, kendi ülkesinin çıkarından vazgeçer mi? Hem öfkeleniyor, hem utanıyorsun bu yapılandan. Kimse de bu durumu kınamamış ki, bu dergi her koltuğun arkasında durmuş çıktığından bu güne dek. Dergiler okunmaktan lime lime olmuşlar...

Havaalanına gelirken gördüğüm güzellikleri, buraların, diğer yörelerimizin yaylalarını, köylerini, eşsiz doğasını, tertemiz denizimizi, bu yurdu ayakta tutan güzel insanlarımızı düşünüyorum... Ülkemizden daha güzel bir düşsel cennet var mı ki, bazı kendini bilmezler, cebi kolay kazanılan parayla dolanlar, ülkemiz insanının cebini doldurduğu ünlü- ünsüz paralılar, vatan düşmanları böyle konuşabiliyorlar... Sonra hem Türk şirketiyim diyeceksin kendine, hem de aman Yunan’ı gezin, oralar gibisi yok diye kafa ütüleyeceksin, paranızı oralara akıtın diyeceksin yolcularına. Bu da paranın çirkin yüzü olmalı. Paranın dini imanı olmadığının kanıtı olmalı. Yayılmacı varsıl ülkeler için değil bu sözüm, onlar yüz yıllık, bin yıllık planlar yapar, kuşaklara aynı emeli aktarırlar... Paranın yüzü sıcaktır derler ama yine de aynı şeyi bir Yunan’ın ülkesine yapacağını düşünemem. Onlar yapmazlar!

Bu yazıları okur, üstünde düşünürken, yalnızca Antalya bu kadar güzel... Kıbrıs nasıldır acaba? denildiği gibi çok mu güzel diye geçiriyorum içimden 45 dakikalık kısacık yolculukta...

Uçaktan iniyor, yürüyerek üç beş adımda içeriye, havaalanına giriyoruz. Nüfus cüzdanıyla (yeni adıyla kimlik kartıyla) polis kontrolünden geçmek ne güzel! Yabancılar diğer masalara yöneliyorlar. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşlarıyla biz Türkler aynı sıradayız.

Bir iki adım sonrası da bir salondayız. Bavullarımızı bekleme yeri. İlk darbeyi burada alıyoruz. Şaşkınım. Demek Osmanlıcılık hastalığı ta buraya kadar heryeri sarmış... Karşımızda kocaman bir pano. Başında Osmanlı tuğrası. Boydan boya solgun renkli eski saray resimleri, “Kıbrıs’ta Osmanlı Sarayları” yazısı, bir reklam olmalı bu ilan, kocaman resimli – yazılı levha.

Tamam, Kıbrıs tarihinde Osmanlı Devleti’nin yeri var, bıraktığı eserleri var. Ama 1878’de Kıbrıs’ı para karşılığı İngiliz’e bırakan, bir daha Kıbrıs’ta sözü geçmeyen Osmanlı Devleti değil mi? 1918’den sonra da yıkılıp giden, tarihten silinen de aynı Osmanlı Devleti... Kıbrıs, Türklerin vatanıysa hâlâ, bu, Kıbrıs Türklerinin yiğitliği, vatanlarına bağlılıkları, liderleri Fazıl Küçük’ün, Rauf Denktaş’ın üstün nitelikleri, büyük devlet adamı olmalarının yanında, en çok da Türkiye Cumhuriyeti sayesinde değil mi?...

Yunan, hava alanına eski Yunan kırallığının reklam panosunu asar mı hiç, bir düşünsenize. Yoksa, Yunanistan’ın reklamını mı yapar, Kıbrıs’a Yunan dediklerine göre, bıkıp usanmadan...

Anavatanı, Osmanlıcılar, Türklük düşmanı devlet yıkıcılar yönetirken başka ne bekleyebilirsiniz? Her yıl çıkarılan Meclis Takvimi, bu yıl Atatürk yerine Abdülmecit resmiyle çıkmışsa, Cumhuriyetin bayramları çoktandır kutlatılmıyorsa, yani anavatan soğuk almış, hapşırıyorsa, yavru vatan ne yapsın? “Zaman” yazarı Nevval Sevindik, “Osmanlı için Kıbrıs çok önemliydi, Kıbrıs’ı kaybeden Anadolu’yu kaybederdi, bunu çok iyi bilen Osmanlı yönetimi...” diye başlayan bir tümce kurmuş, “Kıbrıs Elden Gidiyor” adlı bir yazısında (Mart 2016). Bu kafa, herkesi aptal, bir kendilerini akıllı sanıyor. Osmanlı buranın önemini kavrasaydı, İngiliz’e kiralar mıydı, Rumları koruyarak, şımartarak, azdırarak bugünleri hazırlar mıydı Nevval Hanım?

Neyse, Kıbrıslı bir yaş yaşamış kadının, Kıbrıs’a okumak için giden bir kızımızla valiz beklemedeki ağız dalaşını, önümden çekil diye kıza laf atmasını, anlaşılmaz, tuhaf gerginliği izledikten sonra, bavulunu alıp çıkıyorsun, yine seni, çıkış kapısının arkasına asılmış kocaman boyutlu Osmanlı tuğrası karşılıyor... Of of çekerken, dışardasın, bir araca binip Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yollarına düşüyorsun...

Yağmur yağıyor. Yolu özlemle gözlenen Mayıs yağmuruymuş bu yağmur... Kuraklığı, Gazi Mağusa’daki su sorununu dinliyoruz yolda giderken...

Uzayıp giden düz yollar. Yanlarda tarlalar... Tek tük ağaçlıklar... Buğdaylar çoktan biçilmiş. Dendiğine göre başağa duramamış buğday bu yıl, yağmursuz geçen mevsim nedeniyle kurumuşlar, saman olarak biçilmişler, balyalanmışlar...

Gazi Mağusa, iki bölüm. Eski ve yeni Mağusa. Eskisinin tarihi milattan çok önceleri başlıyor. Özellikle buralar Haçlıların, Haçlı seferlerindeki konaklama, bekleyip dinlenme yerleriymiş. Venediklilerden kalma kaleleri, surları, yapıları... Bir kısmı çok eskiden camiye çevrilmiş kiliseleri... Cami adları da, sanki Osmanlı bunları yaptırmış, Rumların dinlerini geliştirmesine izin veren, ortadoksluğu burada geliştiren, Rum’u palazlandıran Osmanlı değilmiş gibi, paşa adlı, padişah adlı. Bir katedralin şimdiki adı, Lala Mustafa Paşa Camisi. Girne’de yine katedralden çevrilme Selimiye Camisi, şu an müze gibi kullanılıyor, rehberler eşliğinde geziliyor. Kentte gezerken, tarihi kalıntılar, her adım başı önünüze çıkıyor. Yapılaşmaya buralarda izin verilmediği için olmalı, tarih burada gözünün önünde hiç değişmeden yaşıyor, doğal dokusuyla gözüküyor, önü yanı betonlaşmayla kapatılmamış, gözden yitip gitmemiş...

Dün gece, bayram öncesi haberlerde, Ankara’da, tarihi Atatürk Köşkü yıkıldı” deniliyordu. Atatürk Orman Çiftliği’ndeki tarihi köşkü yıkmışlar. Bizim haberimiz, hep yıkımlardan sonra, iş olup bitince oluyor nedense, orman çiftliğindeki Atatürk mirası çiftlik ağaçlarının onbinlercesinin, Türkiye’nin yönetiminin değiştirilmesi amacıyla oraya dikilecek kaçak saray için kesildiğini de böyle iş işten geçince duyurmuşlardı.

İşte ülkemiz, işte yavru vatanımız Kıbrıs. Eskiyi korumayan, tarihinin değerini bilmeyenin geleceği olabilir mi?

Yeni Mağusa’yı, üniversitesi geliştirmiş. Öğrenciler yeni bölgelere canlılık getirmişler. Kıbrıs, burada bir üniversite adası görünümünde. Her Türk kentinde üniversite kurulmuş. Geniş topraklara yapılarını dizmişler. Öğrencilere sayısız olanaklar sunulmuş... En güzeli, buraya gelen yabancıların anadilleri gibi Türkçe öğrenmesi. Konuştuğumuz, bize yardımcı olan, koyu tenli, Arap’a benzeyen bir genci, konuşmasına bakarak neredeyse Türk sanacağız. Libya’dan dört yıl önce buraya okumaya gelmiş. Nasıl böyle güzel konuşuyorsunuz dediğimizde, kızıyor, dört yıldır buradayım diyor...

İster istemez aklımıza, ülkemizde doğan büyüyen, askerlik yapan, ilkokuldan başlayarak okullarında okuyan bazı kansızların, mahkemelerde tercüman istemeleri, başka dilleri varmış gibi Türkçe bilmez numaralarına yatmaları, bunları destekleyen aydın bozuntuları, içimize yuvalanmış dış destekli, Türk karşıtı bölücü sürüsü geliyor... İçimiz buruluyor...

Buranın denizi, Girne tarafında yer yer yüksek kıyılı. Gazi Mağusa’nın kıyısı, alabildiğine uzanan kumluklar, yavaş yavaş kıyıdan uzaklaştıkça derinleşen deniz... Denizin bölünmüş kıyısından kapalı Maraş bölgesini görebiliyorsun. Aynı güzellikteki kıyılar sürüyor ötelere doğru. Sahilde üstü bombalarla delik deşik yüksek otel binaları. Terk edilmiş, onarılması engellenmiş. Bekletiliyormuş bu yerler, yerleşime, oturuma kapalılar, Kıbrıs Barış Harekatı ile kurtarılan bu yerlerin Türklerden geri alınması düşüncesi, belli, capcanlı. Buraların resmini çekmek bile yasakmış, önlerine tabela koyup duyurmuşlar. Göstermelik yeşil ağlı örtülerle, önü kapatılan, girilmesi yasaklanan, içi boş bekletilen yerler belirtiliyor. Hemen bunların yanı, yeni binalar, Kıbrıs Türklerinin yaşam alanları...

Girne kalesi, Girne limanı, bütün günü alacak bir gezme yeri. Limanda denizfenerine kadar yürüdüm iki yönlü çevreye bakınarak... O kadar gösterişli ki bu eski liman, aşağıdaki, uzayıp giden taştan örülü eski duvarlarından güçlükle bakılabilen, yüksek kıyılı, yurdumuza bakan dalgalı coşkun denizi, içteki durgun denizinden başlayan kalesi... İnsanın başı dönüyor, sanki dünyanın bilinmez bir yerindesin, eskilere zaman yolculuğu ederek, evrende yitip gitmişsin duygusuna kapılıyorsun...

Lefkoşa’da gezilecek bir yer olmaktan çıkarılıp odaları dükkana dönüştürülen “Büyük Han”, Osmanlı - Türk mimarisiymiş. En çok, yiyip içme üzerine çay bahçesi gibi düzenlenmiş alt ve üst kattaki oda oda bölümleri. Hediyelik eşya da satılıyor kiminde. İnsanı bugünden alıp geçmişe götüren bir yer, taşları saran çiçekleriyle, şadırvanıyla, süslemeleriyle, güler yüzlü ev sahipleriyle gerçekten iç huzuru duyulacak, dinlenilecek bir yer... Bedesten, yine kiliseden çevrilme AB fonu ile bakımı yaptırılan, şu an içinde heykel çalışmaları yapılan, üstü kapalı, önü yanı açık bir alan. Venedik sütunu, dikili bir taş, meydanda, Atatürk anıtı aynı zamanda. En üstte Atatürk’ün güzel bir resmi asılı.

Hemen yakınında, yolda, taştan bir fıskiye, küçük havuzlu, kenarları taştan, ağaçlı bir yer var, çok eskiden kalma. Kenarına oturup dinleniyorsun, gelene geçene bakıyorsun... Yolun karşısında Mevlana müzesi, biraz yukarda Dr. Fazıl Küçük Müze evi.

Kıbrıs’ın atası Rauf Denktaş’ın mezarını, Fazıl Küçük evini, Girne Şehitliğini anlatmayı sonraya bırakayım.

Kıbrıs’ta gezilecek görülecek yerler o kadar çok ki, ne kadar gezseniz hep bir eksik kalıyor...

Feza Tiryaki, 18 Mayıs 2016 (sürecek)

***



YAVRU VATAN KIBRIS (4)



Kıbrıs’ı, gördüklerimi, düşündüklerimi kendi bakış açımdan, üç bölümde yazdım. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Öyle.

İlk bölümde yerini, konumunu, önemini, ikincisinde tarihini, üçüncüsünde gördüklerimi. Şimdi ise eski – yeni karışık konulardan söz edeceğim.

Bir kadın magazin yazarı (Sözcü) oraya gitmiş, en son, oradaki otelleri, lokantaları, yediği yemekleri, masasına getirilen meze çeşitlerini, eğlence yerlerini yazmış. Kıbrıs gazeteleri de bundan memnun olmuşlar, yazıyı gazetelerine almışlar...

Ahmet Takan (Yeniçağ), altı ay önce, “Hasta yatağında KKTC'yi satması için sıkıştırılan Rauf Denktaş kahrından öldü.” yazmıştı. Metin Aydoğan, “Girit'in Yoluna Giren Kıbrıs” yazısında, Kıbrıs pazarlıklarını, böyle giderse Kıbrıs’ın Girit gibi yitirilebileceğini anlatmış...

Dün, Kıbrıs’tan iki haber yazılıydı gazetelerimizde. Biri, popçu Serdar Ortaç’ın bu Cumartesi günü orada bir otelin kumarhanesinde iki kollu makine ile kumar oynaması, yabancı adlı o çok ünlü (!) manken karısının telefonuyla oyunu durdurması, bu haber kimi neden ilgilendiriyorsa; bir de Linet adlı bir şarkıcının - ne tür şarkı söyler, bilmiyorum- verdiği konsere gösterilen ilgi...

Bu Pazar, Güney Kıbrıs’ta seçim vardı. Pazartesi seçim sonucundan şöyle söz edildi basınımızda, tek satırla:

“Kıbrıs’ta kritik sonuç: EOKA hortladı.”


Yunanistan’daki “Altın Şafak” partisinin Kıbrıs’taki kolu ELAM’ı anımsatıyorlar bu başlıkla. ELAM (Milli Halk Partisi) oyunu artırmış Kıbrıs’ta, Güney Kıbrıs Rum meclisine girmiş. ELAM partisi böylece, eskinin Türk düşmanı EOKA’sının yerini almış, bu örgüt (ELAM), Türklere karşı saldırılarıyla, dediği, ‘Helen toprağında öleceksiniz.” sloganı ile tanınıyormuş.

Bu saldırganların Kıbrıs’a yakıştırdıkları “Helen toprağı” sözleri de yalan, uydurma. Kıbrıs, tarihte hiçbir zaman Yunan adası olmamış, Yunanlılarca yönetilmemiş ki, “ Helen adası” olsun... Ama Türkler tarafından bu ada bütünüyle yönetilmiş, Venediklilerden alınırken, elli bin ile yetmiş bin arasında şehit verilmiş, Kıbrıs çok uzun süre Türk adası olmuştur...

Bir de şunu unutmamak yararlı. Yunan büyük ülküsü (Megali İdea), yani Kıbrıs’ın, bölgedeki tüm adaların, Anadolu’nun Yunan’a bağlanması, Türk ülkesinin Türklerden alınması isteği günümüzde de yaşamaktadır, bu ülkü Yunan okul kitaplarında aynı canlılıkla sürdürülmektedir. Bunu Almanya’daki Yunan sınıflarında, ders kitaplarında, sınıf duvarlarına astıkları onlarca haritada gözlerimle gördüm. Gurbetçi Yunan ailelerin bu ülküye nasıl bağlı olduklarını, nasıl çocuk yetiştirdiklerini de gözlemlerimle biliyorum...

Bizdeki iç düşmanlarımız gibi, onların öğretmenleri de, her fırsatta, “Atatürk olmasaydı ne iyi olurdu, bunu hiç düşündünüz mü, ne bu Atatürk Atatürk, her dersiniz Atatürk, derlerdi...

Son yıllarda, Kıbrıs’tan pek söz eden, Kıbrıs’ın geleceğiyle ilgilenen yok gibi ülkemizde. Kendi derdimize düşmüşüz anlaşılan. Akdeniz’deki adalarımızın onlarcasının sessizce Yunan’a devredilmesine, onca yayına karşı ses çıkarılmıyorsa, yeni atanan (seçimle (!) gelmeyen) iktidar başbakanı Binali Yıldırım’ın bile yenice, Yunan işgalindeki Türk adası Koyun adasına pasaportla giderek, yatındaki Türk bayrağını saklayarak orayı Yunan’a verdiklerini dünya önünde onaylamasına, geçen hafta duyurulan Atatürk Orman Çiftliği’ndeki 1930’lu yıllardan kalma tarihi Atatürk Köşkü’nün yıktırılmasına kimse ses vermiyor, ayağa kalkılmıyorsa, dün akşam duyurulan PKK terör örgütünün yol keserek, bombalayarak biri “Binbaşı” altı şehidimizi, son yirmi günde ellinin üzerinde şehit verişimizi kimse dert etmiyorsa, evlatlarımız bölünme – başkanlık adına pkk terör örgütünce kurban ediliyorsa, iktidarın oynadığı çirkin başkanlık oyununun seyriyle uğraşılıyor, anayasa dışı uygulamalara toplumca susuluyorsa, Kıbrıs davası nedir ki?

Ne diyor yeni başbakanı iktidarın, değişmez AKP başkanına:

“Yolun yolumuz, davan davamız...”


İktidarın davası Atatürk Cumhuriyetiyle. Kıbrıs diye bir davalarının olmadığını Rauf Denktaş daha yaşarken, sağlıklıyken, görevdeyken, Talat’la telefonlaştıklarında açıkça dedilerdi. Talat da susarak, kem küm ederek, ağzından anlaşılmaz bir şeyler yuvarlayarak bu denilenleri onaylamıştı:

“Şey noktasında bence bir numarayla (Rauf Denktaş) fazla dalaşma.”

“Denktaş’la bu yeni diplomatik atak sürecini (yes be annem) sürdüremeyiz.”

“ Talat Bey, size bir şey söyliyeyim mi, artık "O" bitmiştir! Şu anda "O" muhatap olmaktan bile çıkmıştır."

“Dünyada “O” bütün itibar kaybına girdi. Yani O’nu (Rauf Denktaş) kaale almayacağız.”

*
Konuya başlarken çok heyecanlıydım. Gördüklerim, yavru vatanın güzelliği, doğasının Antalya’nın dağı taşıyla, denizinin deniziyle olan benzerliği, oradaki yaşamın bize eski yılları anımsatması, oraların, son 14 yılda neredeyse tüm kurumlarıyla, yaşam anlayışıyla, eğitimi, yargısı, yönetimiyle tümden yitirdiğimiz Atatürk Türkiye’sine, yani eski çağdaş Türkiye’mize benzemesi, geçmişe dönmek, çağdaş bir yaşamı yeniden bir küçük kentte duyumsamak, caddelerinin cıvıl cıvıl, insanlarının mutlu olması, terörden uzak bir yaşama şahit olmak, eski evlerinin çoğu yerde bir iki katlı kalarak, yıkılmayarak, açgözlülere teslim edilmeyerek eski durumlarını korumaları çok çok güzeldi...

Bu arada bizdeki o yozlaşma döneminde (Menderes) ortaya çıkan, altmışlı yetmişli yıllarda giderek her yana yayılan, her yanı ısırgan otu gibi saran “Karadenizli Müteahhit” anlayışı apartmanların, çirkin yapılaşmanın buralara kadar ulaştığını söylemeliyim. Hani güzelim evlerimizi yıkıp apartmanlara soktulardı ya Türk insanını, şu anda gökdelenlerle tabutluklara tıkıyorlar Türk köylüsünü, işçisini, memurunu, kendileri de (AKP iktidarı) villalardan, saraylardan başka yerde oturmuyorlar ya, Kıbrıs başka mı olacaktı? Gazi Mağusa’yı iyi sarmış bu tür yeni binalar. İngilizler ise Girne’de, diğer yerlerde dağ eteklerinde kendilerine villalardan kurulu mahalleler kurmuşlar, saltanatlarını sürdürüyorlar...

Eskiden kalmış, şu an oturulan tek katlı, iki katlı küçük Türk evleri ise nasıl da güzel. Bahçe içinde, yeşillikler, çiçeklikler arasında... İnsanı en az kırk yıl geriye götürüyorlar...

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Türk parası geçiyor. Bu ne güzel bir duygu şaşarsınız. AKP iktidarının henüz değiştirmeyi başaramadığı Atatürk resimli paralarımız oranın da parası. Bir lira bile orada para bunu biliyor musunuz? Bir saatlik otobüs yolculuğuna on lira ödüyorsunuz. Üç liraya dolmuş yolculuğu yapılıyor. Taksiler ucuz. Porselen, cam eşya Türkiye’den kaç kat ucuz... Kıbrıs peyniri orada üretilen sütlerden yapılıyor, hem çok lezzetli, hem de çok daha ucuz. İçkiden söz etmeyeyim, sağlığa zararlı bir ürün alt tarafı ama tutkunlarına gel de anlatın. Bizdeki keyfi vergiler, içeni adeta cezalandırıcı dinci anlayışın zamları, orada olmadığından mı bilmem, ederleri dünya fiyatlarıyla uyumlu, yani Türkiye’den en az üç kat ucuz.

Bir de doğayı bozan taş ocakcılar oralara da uzanmışlar. Adım başı taşocağı açılmış o canım dağların bağrına... Yavaş yavaş kıyıyorlar bozulunca yerine konulamayacak güzelliklere, tıpkı bizdeki gibi, taş ocağı eliyle doğa kırımına girişmiş bazı şirketler...

*
Yazı, sıkıcı olmasın, uzun uzun buraları anlatayım, yavru vatanla özleminizi gidereyim diye başlarken bölümlere ayırmıştım, her bölüm hem bağımsız hem de birbirleriyle ilgili olsun diye özenmiştim. Sonra gösterilen duyarsızlık yazma isteğimi aldı götürdü. Bu bölüme geldim dayandım.

Başladığım işi bitirmeliydim.


Kaç gündür yazamıyordum. Özellikle Rauf Denktaş konusu cesaretimi kırıyordu. O büyük devlet adamını anlatamamaktan korkuyordum. Rauf Raif Denktaş’ın, Dr. Fazıl Küçük’ün kim olduğunu, Kıbrıs için önemini bir kısa yazıyla nasıl anlatmalı? diyordum.

Söz yine uzadı, bu değerli Türk büyüklerinden, Girne’deki Dr. Fazıl Küçük müzesinden, Gönyeli’deki anıtlı parkın ortasındaki Rauf Denktaş gömütünden, bu gömütün insanı sarsan özelliğinden söz etmeme yer kalmadı.

En son 2012’de, sonsuzluğa göçüşünde bir yazımda anmıştım ihanet yorgunu Denktaş’ı, Kıbrıs Türk’ünün büyük önderini. Bu yazının sunumunu, alta, diğer ilgili sunumlarla birlikte yazıya ekleyeceğim.

Girne Şehitliği, çok etkileyici. Yeri, Girne’ye giderken yol kıyısında, yurdumuza bakan Kıbrıs denizinin üst başında, çok yüksekte. Aşağısı, denize tepeden inen, kayalıklı, yer yer ağaçlık dik bir yamaç. Deniz, yer, gök ilk bakışta şehitliğin mezar taşlarıyla birleşiyor. İçin şehitlerimiz için yanarken, bir yandan da onur duyuyorsun, yaş yaşayamayan, canlarını vatanlarına adayan Kıbrıslı soydaşlarınla, mücahitlerle, yavru vatana hiç düşünmeden canını bağışlayan, Kuzey Kıbrıs topraklarını işgalden, Kıbrıs Türk’ünü kırımdan kurtaran yüce gönüllü Türk askerleriyle... Komutanlarıyla...

Şehitliği dolaşırken ağlayan yaşlı adamlar gördüm. Oraları bir düzenle gezen gruplar gördüm. Mezarlara selam duran gençler gördüm. Silahı omuzunda oraları bekleyen askerlerimizi gördüm... Şehitliğin anı defterine yazılar yazan, sonra yazdıklarını gözyaşlarıyla okuyan gezginler gördüm... Şehitlik müzesi kapalıydı, şehitlikteki açık alanda sergilenen 1974 harekatındaki tankları, kamyonetleri, askeri araçları gördüm... Paslanmış, çürümeye yüz tutmuştular.

Anı defterinde en son yazılmış anı şuydu:


“Sizleri çok anlamlı bir günde, Anneler Günü’nde ziyaret ettik. Onların hakkı size helal olsun, ruhlarınız şadolsun...”

Anneler günü saçmalığını, hep anlatılan o Amerikalı bir kız öyküsünü, bu öyküyü ticarete çeviren anlayışı sevmeyen biri olarak, deftere aceleyle yazdıklarım, aklımda kaldığı kadarıyla:

“ Sizler, Türk ulusu, Türk vatanı, bağımsızlığımız için canınızı verdiniz.
Gelecekte, ülkemizin eski günlerine dönmesi, bağımsızlığından ödün vermemesi, bu günleri atlatması dileğiyle...” yazdıktan sonra altına:

“ Ya İstiklal, Ya Ölüm!.. Gazi Mustafa Kemal Atatürk", özsözünü ekledim.

Yüce önderimizin, Kurtuluş Savaşı’na başlarken Sivas Kongresi’nde gençlere söylediği bu söz, Kıbrıs davasında da, “Ya istiklal, ya ölüm!” diyerek canlarını yavru vatan Kıbrıs’a feda eden şehit gençlerimize nasıl da uyuyor...

Doğayı bozmadan, tüm görkemiyle koruyarak anıtlarıyla buluşturmak, geçmişi unutturmamanın en etkili yolu.

Kıbrıs, anıtlar yurdu. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, gezerek, görerek geçmişi anımsama ülkesi. Her karış toprağı şehit kanlarıyla sulanmış bir yavru vatan...

Bu söz de, Türk’ün atası, yüce önder Mustafa Kemal Atatürk’ün, günün şartları nedeniyle, zorunlu olarak, Lozan Barış Antlaşması’nın 16, 20 ve 21’nci maddeleriyle İngiliz egemenliğine bırakılan Kıbrıs adasına ilişkin söylediği çok önemli bir sözüdür:

“Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece Anadolu’nun ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu ada ve orada yaşayan Türkler bizim için çok önemlidir.”

Feza Tiryaki, 24 Mayıs 2016 

http://www.guncelmeydan.com/…/koca-cinar-rauf-denktas-t3031… (Rauf Denktaş’ı anma)
http://www.ilk-kursun.com/…/koca-cinar-rauf-denktasin-anis…/ (Rauf Denktaş’ı anma)
http://www.dha.com.tr/vanda-sehit-olan- ... espese-iki… (Son şehitlerimizin uğurlanışı)
http://www.sozcu.com.tr/…/gundem/vanda-hain-tuzak-4-sehit-…/ (Son şehitlerimiz)
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/turk- ... na-pasapor…
https://www.youtube.com/watch?time_cont ... V0A-glcgV0 (Kıbrıs kaseti)
(Resimdeki plaj: Gazi Mağusa)

Feza Tiryaki


7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

BÜYÜK HESAPLARIN DENİZİNE ATTIĞIMIZ YAVRU VATAN KIBRIS, BÖLÜM 5



BÜYÜK HESAPLARIN DENİZİNE ATTIĞIMIZ YAVRU VATAN KIBRIS, BÖLÜM 5




MHP’li Halaçoğlu: Yavru Vatan Kıbrıs Elden Gitmektedir!


"Türkiye’nin Resmi Toprakları olan 18 Ada işgal edildi"

 Hülya Karabağlı

 HABER
 Hülya Karabağlı
12 Ocak 2017 21:20

MHP Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu, Gaziantep Bağımsız Milletvekili Ümit Özdağ ile Meclis'te düzenlediği basın toplantısında, Kıbrıs görüşmelerini gündeme taşıdı. Prof. Halaçoğlu, son siyasi gelişmeler yaşanırken "yavru vatan Kıbrıs'ın elden gittiğini" söyledi ve “Türkiye’nin sigortası niteliğinde olan ve Türkiye’nin Akdeniz’e kapısı durumunda olan yavru vatan Kıbrıs elden gitmektedir” dedi.

Toprak konusunda Annan Planı'nın da gerisine düşüldüğünü belirten Halaçoğlu, Kıbrıs'ta Türklere ayrılan toprağın fiili olarak yüzde 25'e düşeceğini anlattı. Türkiye'nin garantörlük hakkına dikkat çeken Halaçoğlu, "Aksi takdirde yeni bir Girit Adası benzeriyle karşı karşıya geleceğimiz kesindir." değerlendirmesinde bulundu.

Bağımsız Gaziantep milletvekili Ümit Özdağ, "Türkiye'nin, Türk milletinin ve Kıbrıs Türklüğünün menfaatlerini ihlal eden rezil anlaşma kabul edilir ve şehit kanlarıyla sulanmış topraklar Rum emperyalizmine terk edilir, KKTC yıkılır ve Kıbrıs ikinci Girit olma sürecine girerse ki girecek, o zaman orada bu sonucun ortaya çıkması için şehit olan Türk askerlerinin ve mücahitlerimizin neden şehit olduklarının sorgulanması gerekir” dedi.

 Özdağ: Bu anlaşma kabul edilirse ailemizin şehidini Gaziantep’e geri getireceğiz 

Özdağ, halasının oğlu Asteğmen Nafi Kıvanç'ın da Kıbrıs'ta şehit düştüğünü ve buradaki Boğaz Şehitliği'nde yattığını anlattı ve “Aile ile görüştüm ve bu anlaşma kabul edilirse şehidimizi adadan Gaziantep'e geri getireceğiz. Böyle rezil bir anlaşmaya imza atan bir yönetimin olduğu yerde şehidimizi bırakmayacağız" dedi.

"Türkiye’nin resmi toprakları olan 18 ada İşgal edildi"
Prof. Halaçoğlu ve Özdağ’ın basın toplantısı şöyle:

Bütün bunlar olurken, Türkiye’nin sigortası niteliğinde olan ve Türkiye’nin Akdeniz’e kapısı durumunda olan yavru vatan Kıbrıs elden gitmektedir. Bilindiği üzere Erdoğan Hükümetleri döneminde, hem Misâk-ı Millî sınırları içinde, hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içinde olup Türkiye’nin resmi toprakları olan 18 ada, Yunanistan tarafından işgal edilmiştir ve hükümetçe buna maalesef bir tepki gösterilmemiştir. Nitekim bu Türk adalarından biri Aydın İli sınırları içinde yer alan Marathi Adası’dır. Eski Başbakan ve halen AKP Milletvekili olan Davutoğlu’nun, bu yılın Ağustos ayı başında, Ege Denizi’nde tatile çıktığı ve bu Marathi Adası’nı ziyaret ettiği basında yer almıştır. Bu ziyaret, maalesef işgali meşrulaştırmıştır.

Halbuki Cumhuriyetimizin kuruluşu sırasında Milletler Cemiyeti'ne tescil ettirilen Aydın Marathi Adası, Yunan işgali altında olan 18. Türk adasıdır. Marathi Adası'nın Türkiye'ye ait olduğu hem 25 Ocak 1933 tarihli T.C. Resmi Gazete'de belirtilmiş hem de 1943 tarihli İngiliz ve 1951 tarihli Amerikan haritalarında gösterilmiştir. Buradan AKP milletvekillerine sesleniyorum. Siz bir kişiye sınırsız yönetim hakkı tanırken, mensubu bulunduğunuz partinin hükümeti, vatan toprağını terk ederek vatana ihanet suçu işlemektedir ve siz buna sessiz kaldığınızdan aynı suça iştirak etmiş olmaktasınız. Elbette ilelebet iktidarda kalmayacaksınız. Dolayısıyla unutmayın ki, bu konu öylece kapanmayacaktır. Sizi bir tarihçi olarak ikaz ediyorum. Hiç şüpheniz olmasın ki bu tür hesaplar kapanmadan tarih sayfaları da hiçbir zaman kapanmamıştır ve bu olaylar tarih sayfalarına geçmiştir.

Başta Ümit Özdağ ve İsmail Ok milletvekillerimiz olmak üzere 21 Aralık 2016’da bir heyetle Kıbrıs’la ilgili doğrudan bilgi edinmek maksadıyla Kıbrıs’ı ziyaret ettik. Ziyaretimizde eski Cumhurbaşkanı Sn. Dervişoğlu, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Başbakanı Sn. Hüseyin Özgürgün, Meclis Üyeleri, Kıbrıs Türkiye Büyükelçisi Sn. Derya Kanbay, Maliye Bakanı Sn. Serdar Denktaş ve nihayet KKTC Cumhurbaşkanı Sn. Akıncı ile görüşmelerde bulunduk. Cumhurbaşkanı Sn. Akıncı dışında bütün yetkililer Sn. Akıncı’nın kendi başına bir görüşme gerçekleştirdiğini ve kimseyle görüşmeden Rumlarla müzakereleri yürüttüğünü belirttiler. Sn. Akıncı ise yaptığı görüşmelerle ilgili bilgi aktardı.

Kıbrıs görüşmelerinde şu hususlar ön plana çıkmaktadır. 1- Toprak meselesi 2- Yönetim 3- Nüfus 4- Garantörlük meselesi Toprak konusunda maalesef Annan planı gerisine düşüldüğü görülmektedir. Kıbrıs Türklüğü şu an bedelini kan ile ödeyerek Ada topraklarının yüzde 36’sını elinde tutmaktadır. Ancak Rum tarafı Ada’nın yüzde 75’ine ve kıyı şeridinin de yüzde 60’ına sahip olmak istemektedir. Bilindiği üzere 1992’de “Gali Fikirler Dizisi” diye adlandırılan ve BM Genel Sekreteri ButroButros Gali başkanlığında yapılan müzakere sürecinde KKTC kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ancak bir paket anlaşma çerçevesinde olmak üzere toprak düzenlemesinde yüzde 29’a inmeyi kabul etmişti. Paket anlaşma gerçekleşmediği halde o günden sonra Rum tarafı hep pazarlığa yüzde 29’dan başlamak istemiştir. Halbuki tüm konularda anlaşmaya varılmadan hiçbir konuda anlaşılmamış sayılması Kıbrıs müzakerelerinin ana prensibi idi. Şimdi Anastasiadis da pazarlığa yüzde 29’dan başlamakta ve Türk tarafını yüzde 25’e inmeye razı etmeye çalışmaktadır.

Halbuki Güneyde kalan Türk ve Türk Vakıf mallarının da dahil olacağı bir mal paylaşımının ve sınır belirlemesinin gerekli olduğu kesindir. Zira Kıbrıs adasının 3/1’i Türk vakıf arazisidir. Nitekim Sömürge İdaresi ile ortak Cumhuriyet Yönetimi’nin hâkim olduğu 1878-1974 döneminde, vakıf emlâkin önemli bir kısmı, vakıf kurallarına aykırı bir şekilde, Sömürge İdaresi, Merkezî Hükümet, Yerel Yönetimler, Kıbrıs Rum Kilisesi ve Kıbrıs Rum halkı tarafından gasp edilmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla 100 yılı aşkın bu gaspın bedeli milyarlarca dolara ulaşmaktadır.

Yapılmış olan kısmî tespitlere göre; Lala Mustafa Paşa ve Abdullah Paşa Vakıflarına ait gasp edilmiş arazi 76.650 dönüm olarak belirlenmiş olup, bunun 35.743 dönümü kentsel; 40.907 dönümü ise kırsal arazi niteliğindedir. Her iki vakıfın toplam arazisi 90 bin dönüm civarındadır ve vakıflar “Mülhak” vakıf olarak kurulmuştur. Bilindiği gibi Mülhak vakıflar satılamaz, devredilemez, hibe edilemez ve zaman as¸ımından etkilenmez.

İkinci konu Dönüşümlü Başkanlık meselesidir. Bilindiği üzere Dönüşümlü Başkanlık Annan Planı’nda Rum heyetince kabul edilmişti. Şimdi yeniden müzakere konusu haline getirilmesi ve kabul ettirilmesi bir başarı olarak gösterilmemeli ve bundan taviz verilmemelidir. Aslında burada asıl önemli olan husus, Türklerin temsiliyetinin 1960’ın gerisine düşmemesi ve yönetimde yer alacak Türk temsilcilerin yönetime etki edebilme gücüdür. Bunu da belirleyen pek çok faktör vardır. Bunlardan biri oy kullanımıdır. Eğer Rumlar Kuzey’e yoğun şekilde yerleşim amacıyla geçecekse, seçimlere katılımları meselesinin ayrıntılarıyla düzenlenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde Türk temsilcilerin seçilmesinde, Rum oylarının belirleyeceği bir demografik yapı oluşabilir ve bu da Türk temsilcinin Türkleri temsil etmesini doğrudan olumsuz etkiler.

 Garantörlük Hakkı ile bir kez oynadığınız takdirde, o artık bir uluslararası anlaşmadan kaynaklı bir hak olmaktan ve asli görevini yerine getirmekten çıkar. Bu sebeple eğer anlaşmada garantörlük kurumu bir şekilde sınırlandırılır ise yeni anlaşmada İngiltere ve Yunanistan yer almayacaktır ve bu daGarantörlük hakkının uluslararası niteliğini ortadan kaldıracaktır. İkincisi sınırlandırılmış bir hak, gerçek bir Garantörlük Hakkı’nın yerini tutacak olsaydı Rumlar bunun için ısrar etmezlerdi. Bunun kesinlikle kabul edilmemesi ve garantörlüğün asli şekliyle devam ettirilmesi gerekir. Aksi takdirde yeni bir Girit adası benzeriyle karşı karşıya geleceğimiz kesindir.

Bu sebeple Garantörlük meselesinin Beşli Konferans’ta masaya konulacak olması durumunda Türkiye üzerinde çoklu bir baskı kurulacaktır. Bu konuda önlemler derhal alınmalı, Türkiye’nin bu husustaki kararlığı tekrar gerçek bir samimiyetle ve ciddiyetle dile getirilmeli ve bu sözün de arkasında durulmalıdır.

Bütün bu tespitlerimizi paylaşmak ve gerekli önlemlerin alınması konusunda bilgi vermek düşüncesiyle Türkiye Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan’dan Kıbrıs konusunda bilgi vermek üzere 27 Aralık 2016’da bir randevu talebinde bulundum. Ancak bu randevu verilmedi. Bir milletvekili ve bu konularda çalışmaları olan bir bilim adamı olarak Türk Milleti’ne karşı görevimi yerine getirmek arzusunda bulundum. Bundan sonra Kıbrıs’la ilgili gelişmelerden sorumlu olmadığımı özellikle belirtmek istiyorum.

http://t24.com.tr/haber/mhpli-halacoglu-yavru-vatan-kibris-elden-gitmektedir,382771



***




YAVRU VATAN KIBRIS (1)

Feza Tiryaki,

Şunu iyice anladım: “Bir yeri görmeden orayı anlatamazsın.” Anlatacakların bilimsel olsa bile gerçeği tam yansıtmaz, gözlem öğesi, duygu öğesi, izlenimler eksiktir.

Kıbrıs’ı, gittim, gördüm, üç dört gün de olsa orada yaşadım. Kıbrıs’ın havasını soludum, şehitlikleri dolaştım. Kıbrıs’ta, o çok görkemli Atatürk anıtlarını, çağdaş, bağımsız yaşamı, eski çağdaş, güçlü Türkiye’mizin varlığını gözlemledim. Kıbrıs yakın tarihinin iki önemli adı Fazıl Küçük’ün evini (müze); Rauf Denktaş’ın mezarını ziyaret ettim. Kalelerini, tarih ötesinden gelen kalıntılarını, eşsiz güzellikteki kumsallarını, Osmanlı dönemi tarihi eserlerini gördüm. “Kıbrıs Türkü”nün güzelliğine, günlük yaşamına tanık oldum. Buranın neden çok önemli bir yer olduğunu, neden yayılmacı ülkelerin burayı paylaşamadığını, Türk’ün elinden neden alınmak istendiğini görerek, yaşayarak anladım.

“Kıbrıs, Yavru Vatan.” 1960’lı yıllarda katılan adıdır bu ad oranın.

Kıbrıs Adası, Akdeniz’de, bölgede, yurdumuza en yakındır. Ülkemizden, aynı kıyıdan kopmuş bir toprak parçası olduğunu anlamak için Kıbrıs’ın, kitaplar devirmek gerekmez, gözünle görürsün haritaya baktığında. Kıbrıs, ucu ok gibi uzanan yeşil ada, sokulur kıyılarımıza... Yayılmacı Yunan’ın çığırtkanlığı, yayılmacıbaşı, sömürgeciler kralı İngiliz’in ve yandaşlarının numaraları, burayı sahiplenmeleri kimseyi aldatmasın! Adanın, güneyimize olan uzaklığı, altmış beş kilometre nerede, Yunanistan’a olan bin kilometre nerede... İngiliz’in buradaki rolünü sorarsanız, bunun yanıtını veremezler, Akdeniz burada, İngiltere adlı ada ülkesi binlerce kilometre ötede, bambaşka bir yerde. Amerika dünyanın öte ucunda. Birbirlerini yiyip duran Arap ülkelerinden en yakındakine bile en az üç yüz kilometre uzaktır burası.

Akdenizin üçüncü büyük adası; göz görüyor, ada, Antalya’nın doğal uzantısı, aynı bitki örtüsüyle kaplı, aynı görünüşlü dağlı, aynı taşlı kayalı Kıbrıs. Buradaki Türk Cumhuriyeti: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti.

Beşbarmak dağlarına kazılı iki bayrak, gerçekmiş. Hep resimlerde görürdüm. Beyaz üstüne yanda iki kırmızı çizgili, kırmızı aylı yıldızlı Kuzey Kıbrıs bayrağı ile Türk bayrağı nasıl da yakışıyor birbirine. Ne yazık ki dağa kazılı Türk bayrağı bakımsızlıktan epey silinmiş, belirsizlenmiş, Kuzey Kıbrıs Türk bayrağı yalnız kalmış orada. Bunun dışında her yanda iki bayrak birlikte asılı. Camilerin iki minaresi arasına mutlaka iki bayrağımız asılı. Şehitliklerde öyle. Akla gelen gelmeyen her yerde iki bayrağımız yanyana dalgalanıyor Kıbrıs göklerinde...

Ziraat Bankası orada T. C. simgesiyle, eskisi gibi. Her yerin adı Türk adı, Türkçe. Herkes Türkçe konuşuyor, orada yaşayan, bir işte çalışan zenciler bile, duyunca kulağına inanamıyorsun, bülbül gibi Türkçe konuşuyorlar. Üniversite öğrencileri, buraya okumak için nereden, hangi ülkeden gelmiş olurlarsa olsunlar sen ben gibiler, dilleri Türkçe şakıyor. İşyeri adları Türkçe. Orayı görünce bizim büyük kentlerimizdeki İngilizce yer adlarından, tabelalardan utanıyorsun. Yerleşim yerleri, köyler birbirinden güzel Türkçe adlarla söyleniyor:

Türkmenköy, Zümrütköy, Beyarmudu, Köprülü, İncirli, Turunçlu, Nergisli, Çayönü, Karakum, Değirmenlik, Göreli, Anıttepe, Hamitköy, Haspolat, Kaymaklı, Tatlısu, Yeni İskele, Yeni Erenköy, Yamaçköy, Gönendere, Adaçay, Güngör, Altınova, Çayönü, Ergenekon, Görneç, Gelincik, Taşlıca, Kumyalı...

“Ne güzel adlar oy bizim adlar”, demez de ne dersiniz bu adlara?

“Akçiçek, Pınarbaşı, Kırklar, Göçen, Ulukışla, Arıdamı, Karşıyaka, Alsancak, Ötüken, İnönü...”

Ya sokak adları? Bizdeki, son yılların modası, ad takma yerine numaralama, ad takmaya üşenilen, adı önemsemeyen çirkin anlayış Kıbrıs’ta yok. Her sokağa anlamlı bir ad konmuş:

Örneğin Gazi Mağusa’da,“Kurtuluş, Sakarya, Atatürk adlı caddeler, sokaklar var. İsmet İnönü, Eşref Bitlis, Mehmet Akif, Ziya Gökalp, Kenan Evren Paşa, Şehit Gazeteci Hasan Tahsin, Ecevit adları da burada caddelere sokaklara ad olmuş. Tarihi günler de ad: “20 Temmuz Sokağı” gibi. Atatürk’ün adı, her yerde. “Atatürk Meydanı, Atatürk Caddesi, Mustafa Kemal Bulvarı, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı gibi değişik yerlerin ortak adı, Atatürk.

Adanın başka özelliklerini, adaya takılan Akdeniz’in uçak gemisi takma adını, adanın değerli konumunu, Türkiye’nin güvenliğindeki yerini bir yana bırakın, adları bu kadar Türk olan Türk toprağı, bu çok değerli Türk yurdu, ulusça, yöneticilerce nasıl bağra basılmaz, üvey evlat muamelesi görür; üstelik, Yunan’ı kollayan Birleşmiş Milletlerle pazarlığa oturulur, halk oylamasında baskıyla Yunan’a, dolayısıyla İngiliz’e verilmeye kalkışılır, anlamak çok zor...

Bu güzel yurdu, yavru vatanı gözleri görmeyen gezginlerimize ne demeli? Elin Yunan adalarına, yok ta Maldivlere, İtalyalara giderler, elin hiçbir özelliği olmayan, sıradan adalarında, sahillerinde gezmeyi bir iş sanırlar, bununla övünürler, oralara para akıtırlar da, bu cennet köşe akıllarına gelmez.

Mersin’den gemiyle iki - üç saat, arabalı gemiyle (feribot) altı – sekiz saat, Antalya’dan uçakla kırk beş dakika uzaklıkta bu adamız. Uçağa binmenle inmen bir oluyor. Biletler, uzun yol otobüs fiyatları kadar. Gidin, gezin, Türk Kıbrıs’ı, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni, Türk’ün yavru vatanını görün, oralarda para harcayın, her harcadığınız para, Yavru Vatan’ın ekonomisini canlandırsın, hayatsuyu olsun, orayı güçlendirsin...

Yavru Vatan’ın bağımsızlığını korumasına, egemenliğine bir katkınız olsun.
Şehit kanları boşa gitmesin...
Feza Tiryaki, 
14 Mayıs 2016


YAVRU VATAN KIBRIS (2)


Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. 1983’te kurulan devletin adı. Simgesi, KKTC. Ulusu Türk, dili Türkçe.

Başkenti Lefkoşa. Diğer kentleri: Girne, Gazi Mağusa. İki uçtaki Güzelyurt ve İskele de önemli merkezler. Nüfus, 286 bin. Ülkenin yüzölçümü, 3 bin 355 kilometrekare.

En akıl almaz yanı ise işin, bu güzel devleti, zorunluluktan kurulan, toprakları şehit kanlarıyla sulanan bu Türk devletini, Türklerin yavru vatanını, şu güne kadar, Türkiye dışında hiçbir devletin tanımaması. Türk birliği çığlıkları atanlar, aynı millet iki devlet diye Azerbaycan’ı tanıtanlar, Arap hayranlıkları tavana vuranlar, Asya ülkeleriyle, parlayan Çin’le işbirliği etmeli, onlar bizim dostumuz diye haykıranlar ne diyor bu düşman safında olmaya, Türk’ün yalnız bırakılmasına, gerçekten merak konusudur...

Önce, bu devleti kimseler tanımadı. Daha sonraları da, bu AKP döneminde, bizimkiler (Türkiye'yi yönetenler), Kıbrıs’ı tanımak isteyen devletlere (Pakistan, Rusya... ), ”Bizim böyle bir isteğimiz yok, dediler, bu da bir iç yarasıdır.

Kıbrıs’ın tarihini kısaca yinelersek, bu konuya duyarsız kalanlara, tarihsel gerçekleri anımsatırsak, durumu belki daha iyi görebiliriz.

Tarih öncesi, ilkçağlar:

Adanın varlığı, yaklaşık yirmi milyon yıl önce Anadolu’dan kopmasıyla başlar. On bin yıl öncesi, ilkçağlardaki durumu, buraya ilk yerleşenler, bölgenin diğer yerleşim yerleri gibidir. Kültürler birbirini etkilemiş, gelen, savaşan, giden hiç eksik olmamıştır. Sonra, Roma, Bizans, Venedikliler... En sonunda da Türklerin kesin egemenliği. (1571)

Osmanlı (Türk) egemenliği dönemi:

Osmanlı devletinin yönetimi gereği, oluşan serbest ortamda, Katolik Venediklilerin etkinliğini yitirmesiyle, burada Ortodosk Rum kültürünün gelişmesine izin verilmiş. Adaya Karaman’dan Türkler yerleştirilmiş. Çok sayıda Türkmen buraya göçmüş... Türklerin, adayı Venedik egemenliğinden almalarında, yani adayı fetihlerinde on binlerce Yeniçeri askeri can vermiş, adaya ilk Türk kanı bu dönemde akıtılmıştır.

“Doksanüç Harbi”nde ( 1878 Osmanlı - Rus savaşı) adanın egemenliği yeniden el değiştirmiş, ada Osmanlılarca İngilizlere kiralanmış. Böylece mülkiyeti Osmanlı’nın (Türklerin), yönetimi İngilizlerin olan bir yer oluşmuş. Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizler (1914), Osmanlı Devleti Almanya ile birlik olup savaşa girince, burayı kendilerine bağladıklarını ilan etmişler, ada İngiliz’e geçmiş. Biliyorsunuz, Osmanlı’nın tarihe gömülmesiyle, Sevr’i imzalayarak yayılmacı ülkelerin işgaline uğramasıyla bile Türkler yenilemedi. Yurdu işgal edilen Türk ulusu, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde savaştı, düşmanına boyun eğmedi. Türk ordusu, arkasında İngiliz’in olduğu Yunan’ı yendi, denize döktü. Türk halkı, işgalci İngiliz’i, Fransız’ı, İtalyan’ı kovdu... Üç yılı aşkın süren Türk Kurtuluş Savaşıyla Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Cumhuriyetin tapusunun alındığı Lozan antlaşmasında da (Temmuz 1923) günün şartları gereği zorunlu olarak bu durum (adadaki İngiliz egemenliği) onaylanmış.

Adadaki İngiliz işgali:


Adadaki İngiliz işgali, 1960 yılına kadar sürmüştür.


1931 yılında İngilizlerle ada halkının ilk çatışmaları başlamış. Rumlar, adayı Yunanis’tan’a bağlamaya kalkışmışlar. Önce İngiltere güdümlü ‘Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu (KATAK) kurulmuş. Ardından, 1944 yılında Dr. Fazıl Küçük, adada Türkleri biraraya getiren Kıbrıs Milli Türk Halk Partisini kurmuş. 1953 yılında da Rumlar “EOKA” örgütünü (Türkleri düşman ilan eden) kurmuşlar. Buna karşı, adadaki Türk halkı kendini korumak amaçlı, Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatını (TMT) kurarak (1956), bu teşkilatta birleşmişler. Rumların yayılmacı, soykırımcı amaçlarını bu sayede bir süre engellemişler.

Önceleri, adanın Türk nüfusu Rumlarla aynıymış, hatta, daha da çokmuş, sonra bu oran baskıyla, kırımla üçte bire düşmüş.

Bu süreçte, ada için, Türkler, “taksim” demişler, bağımsızlık istemişler; Rumlar, Yunanistan’la birleşmeyi savunmuşlar.

Daha sonra İngiltere’nin önerisiyle adada yönetimin, adadaki Türk ve Rum halkıyla birlikte, İngiltere, Yunanistan, Türkiye tarafından ortaklaşa olması tartışılmış, taraflar arasında görüşmeler başlatılmış (1958).

1959’da da, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması kararlaştırılmış, Zürih ve Londra anlaşmalarıyla da kuruluş duyurulmuştur.

Rum Papaz Makaryos (Makarios) adı da, 50’lili yıllarda duyulmaya başlamış, bu kişi (Kıbrıs Rum Ortadoks lideri), Kıbrıs adası için, “Enosis”ten başka söz etmemiş, 1955’te kurulan Yunan terör örgütü EOKA ile birlikte çalışmıştır.

1956’da İngiliz yönetimi Makaryos’u kışkırtıcı diye adadan sürüyor. İlk kez Birleşmiş Milletlerde Türkiye, “Taksim” sözünü ağza alıyor. Türkiye’nin her yanında “Ya taksim, ya ölüm” söylemleri yayılıyor. O günleri yaşayanlar anımsarlar, daha önceleri her yerde, “Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacaktır!”deniliyordu.

NATO kuruluşu, 1957’de Kıbrıs’ta arabuluculuk ediyor. Makaryos geri dönüyor.


Kıbrıs Cumhuriyeti dönemi:


Kıbrıs Cumhuriyeti iki dilli kuruluyor. Türkçe – Rumca. Yönetimin yüzde yetmişi Rumlardan, yüzde otuzu Türklerden olacak ama kurulacak orduda bu oran yüzde altmış (Rum), yüzde kırk (Türk) olacak.

Sonra anlaşmazlıklar başlıyor. Makaryos, Türkleri eşit ortaklıktan azınlık durumuna düşürmek için Anayasa değişiklik önergesi hazırlıyor. Türkiye ve Kıbrıs Türkleri bunu kabul etmeyince, Rumlar, Türklere soykırım uyguluyorlar.

Türkleri, yok etmenin, sindirmenin, Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamanın adı, “Akridas” planı.

1963 yılında terör örgütü EOKA saldırıya geçiyor. O zamanlar, Türkler adanın her yanında oturuyorlar. Camiler, okullar bombalanıyor, evlere kanlı baskınlar yapılıyor, Türkler öldürülüyor...

Kanlı Noel, Türklere yapılan soykırımlar...


O günlerin sonucu: Beş yüz soydaşımız ölüyor, yüz doksan sekiz soydaşımız kayıp...

Yüz üç Türk köyü, halkıyla, kırıma, yıkıma, soykırıma uğruyor...

Aralık 1963’te, Türk savaş uçaklarının Türkiyeden kalkıp, buralarda (Lefkoşa) uyarı uçuşları yapması Rumları ateşkese zorluyor. İngiltere’nin arabuluculuğunda Lefkoşa’ya, “Yeşil Hat” çiziliyor, Türk ve Rum kesimleri ayrılıyor.

Kıbrıs Cumhuriyeti böylece bir kaç yıl içinde yıkılıyor.

Kıbrıs’ta 1964- 1974 dönemi:


Bu dönem, zulüm dönemidir. Türklere edilmedik eziyet, yapılmadık kötülük yoktur. Ekonomik baskı da cabası.

Yapılan işkence, ekonomik baskı, Türkleri gıdasız, yardımsız bırakma, keyfi tutuklama, Türklere, ulaşım, haberleşme kısıtlaması yetmemiş; Makaryos, 1 Ocak 1964 tarihinde, 1960 anlaşmalarının kendilerince geçersiz olduğunu duyurmuştur.

Bundan iki ay sonra, Güvenlik Konseyi, taraf tutarak, saldırgandan yana olarak, yıkılan Kıbrıs Cumhuriyeti yerine “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi” adını alan Rum tarafını, “Kıbrıs Hükümeti” olarak tanımış, onları Kıbrıs’ın temsilcisi olarak saymış, desteklemiştir.

1964 yılı Kıbrıs tarihinde çok önemlidir. “Johnson mektubu” bu dönemin ibretlik olayıdır. O zamanın Amerikan başkanı Kıbrıs’a garantör devlet olarak karışmak isteyen dönemin Başbakanı İnönü’yü bir mektupla (Haziran 1964) korkutmuş, ne acıdır, bir mektup Türk devletinin elini kolunu bağlamıştır.

Bu mektubun hemen ardından da olaylar, saldırılar şiddetini artırır, Rum ve Yunan birlikleri ( 5 Ağustos) hava saldırısıyla Erenköy Türk bölgesini bombalar. Soydaşlarımız şehit edilir...

Bu durumda Türk Silahlı Kuvvetleri ( 8 Ağustos) karşı harekat olarak buraya uçarlar, Rumların yapacakları soykırımları bir parça önlerler. Bu harekatta Rumlarca uçağı düşürülen Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel’in başına gelenler insanlık için utançtır. Esir aldıkları Türk pilotunu, Rumlar, işkence ederek, organlarını sırasıyla keserek ağır ağır öldürmüşlerdir.

Şehitliklerimizde bu günlerin şehitleri, yirmili yaşlardaki askerlerimiz sıra sıra yatıyor, komutanları başlarında... Elli yaşına erişmemiş. Askerlerin doğum tarihleri 1944, 43, 42, ölümleri hep 1964...

Rumlar, o dönemde, adaya asker, silah yığmışlar, Türkleri adanın küçük bir bölümüne sıkıştırıp, yüzde doksan yedisini işgal etmişler, adanın Kıbrıs’a bağlanmasını istemişlerdir. Makaryos bunun için Kıbrıs Cumhuriyetini yıktıklarını, asıl amaçlarının bu olduğunu Kasım 1964’te açıklamalarıyla dünyaya duyurmuştur.

1967’deki Geçitkale, Boğaziçi köylerine yapılan Rum saldırısı, kırımlar, Türklere edilen işkenceler nasıl unutulur?

Yine de, Türkiye Kıbrıs’a müdahale edememiş, yine ABD araya girip Türkiye’yi oyalamıştır. Bu arada Rumların saldırılarından, işkencelerinden yılan Türklerin büyük çoğunluğu, yerinden yurdundan göç etmiştir...

Kıbrıs Barış Harekatı:


1974 tarihinde, Yunan subayları darbe yapıyorlar. EOKA’cılar adayı Yunanistan’a bağlamak için harekete geçiyorlar. Makaryos İngilizlere sığınıyor. Amaçları "Enosis" olan Rum ve Yunan saldırganlar toplu kıyımlara girişiyorlar. Öldürülen Türkler, Atlılar, Muratağa, Sandallar, Topçuköy, Geçitkale toplu mezarlarına gömülüyor...

Türkiye bu kez müdahale ediyor. Başbakan Ecevit, kararlı. 1960 anlaşması uyarınca, garantör devlet olarak, 20 Temmuz 1974’te adaya asker çıkarıyoruz. Ecevit, biz savaş için değil barış için oradayız, Rumlara da barış getiriyoruz, diyor. Rumlara değil, cuntaya karşı yapılmış bir harekattır bu, diyor.

Kıbrıs Türk Yönetimi Başkanı Rauf Denktaş da, aynı sözlerle halka seslenip, sözlerine şunu ekliyor: “Huzur içersinde evinizde bekleyin. Bugünleri bize gösteren Tanrı’ya dua edin.”

Sonra, sonuç alınamayan Cenevre görüşmeleri. 15- 16 Ağustos’ta İkinci Barış Harekatı.

KKTC nasıl kuruldu?

13 Şubat 1975’te Rauf Denktaş başkanlığında, “Kıbrıs Türk Federe Devleti” (KTFD) kuruldu. Cenevre görüşmelerinde Birleşmiş Milletlerin aldığı karara uyularak. İlerde birleşecek Kıbrıs’ın Türk tarafı olarak.

Sonra, bitmez tükenmez görüşmeler dönemi başlıyor. Denktaş Makaryos arasında ilk toplantı. Sonra sonuçsuz tam 227 toplantı.

Görüşmelerin üçüncüsünde kabul edilen “Nüfus Değişim Anlaşması” ile iki bölgelilik resmiyet kazanmış, güneyde kalan Türkler kuzeye, kuzeydeki Rumlar güneye göçmüştür. Güneyde 120 Türk, kuzeyde ise 1400 Rum bırakılmıştır.

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, “Kıbrıs Hükümeti “olarak tanındığı, kollandığı, amaçları da, anlaşmak olmadığı için, bu görüşmelerde parmağını oynatmıyor, hep oyalıyor... Türklerle eşitlik, ortaklık istenmiyor. Birleşmiş Milletler, Türk tarafı için sert kararlar alıyor, baskı uyguluyor. Rumları yeniden kuzeye geçirmek istiyorlar.

Sonunda 15 Kasım 1983 yılında, "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti"ni, Türk tarafı ilan ediyor, kurulan devletin bağımsızlık bildirgesini de, Kıbrıs Türkü’nün atası, büyük devlet adamı Rauf Denktaş okuyor.

Yeniden toplantılar, görüşmeler, Birleşmiş Milletler tuzakları, yeniden Rumların değişmeyen aynı istekleri... Böyle böyle iş Annan planına kadar gelip dayanıyor. Çok tartışılan, Türk kesiminin kötülüğüne olan bu plan, halk oylamasına sunuluyor (2004). Türkiye’deki, AKP iktidarı, planın kabulü için ada Türklerine baskı uyguluyor. O zamanın parlayan adı Mehmet Ali Talat’la ortak hareket ediyor, Annan planına karşı olan Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ı devre dışı bırakıyorlar. Kıbrıslı Rumların plana hayır oyu vermeleri, Kıbrıs’ın eninde sonunda kendilerinin olacağına güvenmeleri, plana yüzde 64 evet oyu veren Türkleri şimdilik kurtarıyor.

Sonra yeni pazarlıklar, yeni tavizler...


Kıbrıs’ın atası, Kıbrıslı Türklerin otuz iki yıl Cumhurbaşkanlığını yapan Denktaş’ın ölümü (2012).

Yunanistan’ın sosyalist başbakanı Çipras’ın bile, 13 Şubat 2015’te, “Adaya, Kuzey Kıbrıs’a tekrar Yunan bayrağı dikeceğiz!” demesi... Bunca yıl, Rumların hiç değişmediğini, sabırla sonuca gittiklerini görüyoruz. Türk tarafının yeni başkanı Mustafa Akıncı’yla birlikte, AKP iktidarının nelere evet dediğini, gizlenen, açıklanmayan son anlaşmaları bilmiyoruz.

Güney Kıbrıs, şu an Avrupa Birliğinde, uluslararası anlaşmalara aykırı olarak. Akdeniz’de denizimizi işgal ediyor. Hava – deniz sahalarımız kısıtlanıyor, azaltılıyor.

Yüzde ona yakın bir toprak yeniden Rumlara verilecekmiş Kıbrıs’ta. Kapalı kapılar ardında tartışılan konu buymuş. Maraş’ta, Yahudiler için koloni kurulacakmış. İngilizler için de öyle. Türk tarafına altmış dört bin, yeni verilecek yerlere yüz bin Rum yerleştirilecekmiş. Türkler, yurtsuz sayılacak, evleri, yurtları için kira ödeyeceklermiş.

Adadaki Türk – Rum nüfus oranı üçte birdir. Bu oranın dörtte bire düşürülmesi öngörülüyormuş son görüşmelere göre. Kısaca, Türk nüfusu daha da azaltılacak.

Maraş’taki vakıf varlıklarımız da ayrı bir sorun. Türk vakıf malları sahtecilikle ele geçiriliyor.

Türkiye’den boruyla getirilen suyla oluşturulan, DSİ’nin yaptırdığı baraj gölü, “Geçitkaya Barajı” Güney Kıbrıs’a verilmek isteniyormuş. Kim bunu istiyor? Konuşabilen emekli askerler açıkladılar: AKP iktidarının başı. Susuzluk çekilen Kıbrıs’taki bu su, denildiğine göre, adayı, güvenliği için çok önemseyen, kısa tarihi boyunca, burayı konaklama yeri (konakçı) olarak kullanan, Rumlarla işbirliği içinde olan İsrail’e akıtılacak.

Adadaki Türk askerinin sayısının, sinsice azaltılmasına ne diyeceğiz? Terhis edilen askerin yerine yenisi gönderilmiyormuş. Bu nedenle, iki karakol kapatılmış.

Yunan Savunma Bakanı, Başbakanı günümüzde de açıkça,“Enosis” diyor. Kıbrıs, Yunan diyor.

Türkiye ne diyor? Neden Yavru Vatan Kıbrıs’ı gözden çıkarıyor, davayı benimsemiyor, çıkarlarımızı düşünmüyor bizim yöneticilerimiz?

Ege’de kayalıklarımız, adalarımız Yunan’a bir bir geçiyor...

Yunan başbakanı Çipras, daha geçenlerde (Mart, 2016), PKK terör örgütünü destekleyen, eli kanlı bölücülerle arası iyi olan, dünyaya ve bize “Enosis” mesajları vermekten utanmayan bu kişi, işgalci atalarının denize döküldüğü İzmir’de, iktidarın o günkü başbakanı tarafından çiçeklerle karşılandı...

En az 75 bin şehit vermişiz Kıbrıs’ta... Kanlarımızla sulamışız yavru vatanın topraklarını... Ata topraklarını...

Tarih hepsini yazacak...

Feza Tiryaki

15 Mayıs 2016 

6 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

18 Kasım 2016 Cuma

1963 KANLI NOEL SONRASINDA KIBRIS TÜRKLERİNE BİLİNMEYEN BİRYARDIM GİRİŞİMİ ÜZERİNE BÖLÜM 1





1963 KANLI NOEL SONRASINDA KIBRIS TÜRKLERİNE BİLİNMEYEN BİRYARDIM GİRİŞİMİ ÜZERİNE BÖLÜM 1






Motif Akademi Halkbilimi Dergisi 
2013-1(Ocak-Haziran)
(Kıbrıs Özel Sayısı-I), s.277-3081963 


Kanli Noel Sonrasinda Kibris Türklerine Bilinmeyen Bir Yardim Girişimi Üzerine 
ULVİ KESER

1963 KANLI NOEL SONRASINDA KIBRIS TÜRKLERİNE BİLİNMEYEN BİRYARDIM GİRİŞİMİ ÜZERİNE

AboutanUnknownAttemptofHelptoTurkishCypriotsAfter1963BloodyChristmas

Ulvi KESER * 

Özet:

Türkiye,İngiltere ve Yunanistan’ın garantörlüğünde 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Yunanistan’ın ve Rumların adayı Yunanlaştırmak ve Yunanistan’a bağlamak için giriştikleri Türklere yönelik saldırıların ardından KanlıNoel denilen haftada fiili olarak yıkılmasının ardından Kıbrıs Türkleri için acılarla dolu yeni bir dönem başlar. 

Bu devredede Kıbrıs Türklerine yardıma koşanların başında Türkiye ve Kızılay gelmektedir. Her türlü insani yardım faaliyeti yanında Kızılay ayrıca Türkiye’de tedavüle sürdüğü Kıbrıs’a Yardım Pulu sayesinde topladığı nakit gelirle de Kıbrıs Türklerinin derdine derman olmaya çalışır. 

Bu çalışma Kıbrıs Türklerine yönelik bu yardım girişimlerine mercek tutmak üzere kaleme alınmıştır. 

Anahtar kelimeler:Kıbrıs, Türkiye, Kızılay, Kanlı Noel, Kıbrıs’aYardım Pulu

Abstract:Republic of Cyprus establishedunderthe guarantee of threeguarantorcountries; Turkey, Englandand Greece collapsedin the week named Bloody Christmas duetothe Greekand Greek Cypriot attemptsand the attacks onTurkish Cypriotssoas to Hellenize the island and annexit by force, then Turkish Cypriots came face to face witha new periodof agony, isolation, and bitterlifeon the island. 

Starting from 21 stDecember 1963, Turkey and the Red Crescent are the ones which started helping and donating forTurkish Cypriots withnhesitationand draw backs. Inaddition to agoodvariety of humanitarianaid forTurkish Cypriots, RedCross Directorate also is suedaseries of 5 stamps named “Aid Stampfor Cyprus ”and the financial donations also presented toTurkishCypriot community on the island. This scientific studyaims at this unknown humanitarian aid suppliedand donatedbyTurkishRed Crescent General Directorate. 

Key words:Cyprus, Turkey, Red Crescent, Bloody Christmas, Aid Stamp for Cyprus 

*Doç.Dr., Atılım Üniversitesi Uluslararası İlişkiler BölümBaşkanı,
Atılım Kıbrıs Araştırmaları ve Uygulama Merkezi (AKAUM) Müdürü,
ulvi.keser@gmail.com,
ulvi.keser@atilim.edu.tr
Motif Akademi Halkbilimi Dergisi / 2013-1(Ocak-Haziran)(Kıbrıs Özel Sayısı-I)


****

Giriş


Doğu Akdeniz’de jeopolitik önemine bağlı olarak Avrupa, Asya ve Afrika kıtaları arasında kilit noktadadır. Coğrafî, fiziki, kültürel, folklorik değerler göz önüne alınınca ada Anadolu’nun bir parçasıdır.1 Ancak 1950 yılında Kıbrıs tekrar öne çıkar ve önce İngilizlere karşı başlayan EOKA tedhişi çok geçmeden Türklere de yönelir ve ilk olarak Türkiye Büyükelçiliği Basın Ataşeliği’ne bomba yağar.2 Olup bitenleri henüz kavrayamayan İngilizler ise ne yapacaklarını bilmez bir durumdadırlar.3 EOKA’nın tedhiş faaliyetleri artarak devam eder. Ancak Türk tarafında bu faaliyetlerle ilgili kıpırdanmalar da başlamıştır.4 
1 Nisan 1955 tarihinde başlayan ve artarak şiddetlenen olaylar karşısında Kıbrıslı Türkler de tamamen müdafaaya yönelik olarak Karaçete, Volkan, 9 Eylül, 
Türk Mukavemet Teşkilatı gibi organizasyonların içine geçerek kendilerini savunmaya çalışırlar. Kıbrıs’taki kargaşa ortamı Zürih ve Londra anlaşmalarına kadar devam eder ve Kıbrıs Cumhuriyeti ile ilgili görüşmeler sonrasında Rumlar ve Kıbrıslı Türkler arasında Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğünde Kıbrıs Cumhuriyeti tesis edilir.5 Ancak kurulan yeni cumhuriyet de EOKA saldırılarını durdurmaya yetmeyecek ve 21 Aralık 1963 günü Kıbrıs tarihine Kanlı Noel olarak geçen süreçte adada yaşayan bütün Türkleri ortadan kaldırmaya yönelik Akritas Planı devreye sokulacaktır. EOKA’nın eli kanlı liderlerinden Nikos Sampson’un6 kurduğu OPEK (Kıbrıs Rumlarını Koruma Teşkilatı) 1961 Nisan’ında Başkan Promitheus imzasıyla yayımladığı bir bildiriyle hem Kıbrıs Türklerine ve Türkiye’ye, hem de Kıbrıslı Rumlara gözdağı vermeğe çalışır.7 1960–1963 yılları arasındaki 3 yıl içinde Londra ve Zürih anlaşmalarının isabetsiz ve kendi iradesinin dışında imzalandığını tekrarlayıp duran Makarios, Enosis hedefine ulaşabilmek için Kıbrıs Cumhuriyeti’ni atlama tahtası olarak görür. EOKA’nın bütün ileri gelenleri kilit noktalarda görevlere getirilir ve gizli silahlanmaya da hız verilir. Makarios bunun için bu dönemde bütün gücünü Anayasanın ve özellikle 
Türklerle ilgili olan 13. maddenin değiştirilmesi yönünde yoğunlaştırır. Oluşturulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yıkmaya ve daha sonra ortaya çıkacak Akritas Planı8 ile adadaki bütün Türkleri katletmeye yönelen Rumlar oluşturulan Cumhuriyetin korunmasına da müsaade etmezler. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra faaliyetlerine son verdiği ve silahlarını teslim ettiği açıklanan EOKA’nın ise bu silahları gerçekte teslim etmediği zamaniçerisinde pek çok vesileyle ortaya çıkacaktır.9 

Makarios'un planı Rum okullarından Rumların kontrolündeki Kıbrıs Radyosu'na kadar bütün imkânların zorlanmasıyla devam eder. Kıbrıs Türklerine karşı gösterilen bu kin ve nefret duygusu sıradan Rumlar için de geçerlidir.10 Bu dönemde bütün resmi törenlerde Yunan millî marşı çalınır, Lefkoşa'daki Başkanlık Sarayı ile Cumhurbaşkanı Makarios'un makam aracına da Yunan bayrağı asılır.1959 Zürih ve Londra Anlaşmaları’ndan sonra Atina’da yayımlanmaya başlayan ve Kıbrıs’taki EOKA mensuplarına gönderilen “Agonitis/Mücadeleci“ isimli gizli Rum gazetesiyle ortaya çıkan ve 21 Nisan 1966'da Grivas yanlısı yayın yapan Patris gazetesinin ana hatlarıyla yayımladığı ve EOKA liderlerinden Polikarpos Yorgacis'den Cumhurbaşkanı Makarios'a, Nikos Sampson'dan Glafkos Klerides'e kadar birçok kişinin kanlı katliamlarından sorumlu olduğu, adını bir IX. yüzyıl Bizans destanından alan ve bütün Kıbrıs Türklerini topyekûn ortadan kaldırarak adayı bir Yunan adası haline getirmeyi hedefleyen Akritas Planı uygulamaya konulur.11 

Kıbrıs’ta Rumların Türklere yönelik faaliyete geçecekleri konusunda İngilizlerin de bilgisinin bulunması sonucunda İngiliz İçişleri Bakanlığı da harekete geçer. 
Buna göre adada ortaya çıkan hareketlilikle ilgili olarak TMT karargâhı, bölge komutanlıklarına direktif vererek Rumlar tarafından Türklerin haklarına yönelik meydana gelebilecek herhangi bir harekete derhal karşı konulmasını emretmiştir.12 İngilizler bu arada TMT mensuplarının cesaretleri sayesinde herhangi bir duruma karşı koyabilecekleri ancak gerekirse Kıbrıs Türk Alayı’ndan da destek görebilecekleri,hatta bu konuda Türkiye’den de yardım sağlayacakları konusundadır.13 

İngilizler istedikleri türden bilgilere sahip olabilmek için TMT karargâhına veya bölge karargâhlarına sızmak gerektiğinin bilincindedirler ancak “çok sıkı, son derece sadık ve disiplinli” bir örgüt olarak nitelendirdikleri TMT içine sızmak pek de kolay değildir.14 Ancak bu konuda Rumlar planlarını çok daha önceden hazırlamışlardır.15 
Türk bölgesine geçmeye çalışan ve Kıbrıslı Türkleri taciz etmeye yönelik girişimlerde bulunan EOKA’cıların hareketleri TMT tarafından da yakından takip edilmektedir.16 
Türkleri toptan yok etmek için İçişleri Bakanı Yorgacis tarafından silahlandırılan eski EOKA’cıların Türklere acımasız davranışlarda bulunması, daha sonra da yollara barikatlar kurarak Türk motosikletlileri durdurmaları ve dayak ve küfürle kimliklerini göstermelerini istemeleriyle yükselen tansiyon 21 Aralık 1963 Cuma günü 02.00’de iyice yükselir.17 Türkleri toptan yok etmek için İçişleri Bakanı Yorgacis tarafından silahlandırılan eski EOKA’cıların Türklere acımasız davranışlarda bulunması, daha sonra da yollara barikatlar kurarak Türk motosikletlileri durdurmaları ve dayak ve küfürle kimliklerini göstermelerini istemeleriyle 21 Aralık 1963 Cuma günü tansiyon iyice yükselir.18 Rumların ve EOKA’nın bütün baskı, tedhiş ve olumsuz davranışlarına karşılık TMT’nin özellikle komuta kademesinde görev yapanların sağduyulu ve soğukkanlı girişimleriyle sivil Rumların zarar görmesinin de önüne geçilir. Ne acıdır ki özellikle Aralık 1963 tarihinde Kıbrıs Türklerinin sağduyulu yaklaşımları ve TMT’nin sivil Rumları korumaya yönelik girişimleri aynı karşılığı Rumlardan görmeyecektir.19 Tahtakale mahallesinde Girne’den Lefkoşa’daki evlerine dönen iki arabadaki 6 erkek ve dört kadından Zeki Halil ve Cemaliye Emirali Rum polislerin makineli tüfeklerle ateş açmalarıyla hayatlarını kaybeder. Savunma Bakanı Yorgacis, 
Makarios’un şahsi doktoru Vassos Lyssarides ve Nikos Sampson’un idaresindeki EOKA’cılar Akritas Planı’nı uygulamaya geçer. Bu dönemde ortaya çıkan ise sözde faaliyetlerine son vermiş olan EOKA’nın yerine derhal ve yeniden teşkil edilen EOKA-B örgütüdür.20 Rumların bütün tahriklerine rağmen Türkiye ise sorunu hukuki yollardan çözebilmek için uğraşmaktadır; ancak bütün bu gayretler sonuçsuz kalacaktır.21 21 Aralık 1963 katliamından bir gün sonra da polis araçlarıyla Rum polisler Lefkoşa Türk Lisesi öğrencilerinin üzerlerine ateş açarlar. Aynı gece saat 22.30 civarında Lefkoşa’da toplanan Rum polis ekipleri Girne yolu üzerinde bulunan Aspava Bar bölgesinde pusu kurarak Türkleri katletmeye devam ederler.22 23 Aralık 1963 Pazartesi günü de çarpışmalar bütün şiddetiyle devam eder. 

Aynı gün Devlet Hastanesi’nde bulunan 6 yaralı Türk’e kan verilmesi reddedilir. O günün bilançosu 12 Türk ölü, 50 Türk yaralı, 14’ü polis olmak üzere Girne’de kaçırılan 18 kişidir.23 Lefkoşa'nın Türk bölgesine 6 saat içerisinde gireceklerini ve “ Türkler meselesini ” kan ve şiddetle çözeceklerini düşünen24 Rumlar Kıbrıs'ta konuşlandırılan Yunan Alayı'ndan da destek almalarına rağmen bunu başaramazlar. Sadece Küçük Kaymaklı bölgesinde Rumlara destek olarak 1000 kişilik Yunan askerinin geldiği25, Ledra Palas Oteli'nden Türklere ateş açılan silahların 7.7 piyade tüfeği, 9 mm. Sten, 9 mm. Beratta ve 9 mm. Sterlin otomatik tabanca, M-l piyade tüfeği, Vikers makineli tüfek, Jungle piyade tüfeği olduğu göz önüne alınırsa Türk direnişi daha iyi anlaşılır. Küçük Kaymaklıda Türklerin elinde ise Birinci Dünya Savaşı’ndan kalmış silahlar yanında 6 tüfek, 5 Sten, bir tanesi bozuk olmak üzere 2 Bren hafif makineli tüfek, birkaç tabanca ve çok az cephane vardır.26


Kumsal Katliamı



  “ İnsan hafızasının dahi kabul edemeyeceği tecavüzler ”27  yanında 24 Aralık Salı günü de Rumların saldırıları bütün şiddetiyle devam eder. 

Kumsal bölgesinin ölü bölge olarak düşünülerek savunmasız bırakılması üzerine, burada yaşayan Avrağami isimli Ermeni asıllı bir Rum’un bu bölgede Türk direnişi olmadığını Rumlara haber vermesiyle Rum saldırıları bu bölgede de başlar. Terezepulos isimli bir Yunan subayının komutasındaki 150’den fazla Rum bölgede bulunan Severis Un Fabrikası’ndaki Rumların ateş desteğiyle Kumsal bölgesine gelir ve Lefkoşa’nın Kumsal semtinde İrfan Bey Sokak, 2 numarada oturmakta olan Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı doktoru Binbaşı Nihat İlhan’ın 37 yaşındaki eşi Mürüvet, çocukları 6 yaşındaki Murat, 5 yaşındaki Kutsi ve henüz 10 aylık olan Hakan saklandıkları küvetin içinde Rumlar tarafından katledilirler.28 ABD görevi sonrasında 20 Mart 1963 tarihinde Kıbrıs’ta göreve başlayan ve bu görevi 28 Aralık 1963 günü 9 ay 10 gün gibi son derece kısa bir sürede ve beklenmedik bir şekilde sona eren Binbaşı Nihat İlhan ise katliam yaşanırken birliğinde görevdedir.
29 Özellikle Küçük Kaymaklı ve Gönyeli civarında çarpışmalar devam ettiğinden hastaneye devamlı yaralı getirilmektedir. Hayatında otobüs kullanmamış olan 
Binbaşı Nihat İlhan hiç yardımcı olacak kimse bulamayınca hastanedekileri ve ameliyat malzemelerini çatışmaların ortasında kalan Kaymaklı’dan götürmek için direksiyona geçer ve otobüsle Gönyeli’deki hastaneye dönüştürülen okula gelir. Bu arada imkânsızlıklar içinde kalmış Kıbrıslı Türk bir hemşire de yaralı birisini Kaymaklı’dan Gönyeli’ye kadar sırtında taşıyarak getirir ve onun ameliyatına da girer.30 Tarihe ‘Kumsal Katliamı’ olarak geçen ve ‘tek suçları babalarının bir Türk subayı olması olan masum çocukların Rumlar tarafından katledildiği’31 bu olayın gerçekleştiği ev daha sonra evin sahibi Hasan Yusuf Kudum tarafından ‘Barbarlık Müzesi’ haline getirilir.32 Öte yandan Nikos Sampson taraftarları ve KKTC’de yaşayan bazı kişiler tarafından yıllar sonra bu katliamı Türklerin yaptığı ve Rumlara karşı bir tahrik unsuru olarak kullanılmak istendiği şeklinde bazı iddialar ileri sürülür.33Türkiye'den gelen askerî bir uçakla Ankara’ya sevk edilen bütün vücutları alçıya alınmış sözde ağır yaralılar Kıbrıs'tan belge ve fotoğraflar getirdiklerini ilk defa Başbakan İsmet İnönü ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Tural'a açıklarlar. Bu arada hastanede tedavilerinin tamamlanmasının ardından tekrar Kıbrıs’a dönmek isteyen yaralılarla ilgili olarak Kıbrıs adasında Rumlar tarafından çıkarılması 
muhtemel zorluklar konusunda öncelikle bir araştırma yapılır ve ardından Dışişleri Bakanlığı tarafından “…Beş Kıbrıslı yaralının Kıbrıs’a döneceklerinin, gerekli emniyet tedbirlerinin alınması için BM Kumandanlığı nezdinde teşebbüste bulunulmak üzere Cumhurbaşkanlığı muavinliğine bildirildiği ifade edilmekte ve muteber pasaport hamili olmamaları bahanesiyle bundan evvelki yaralı kafilesinin gelişinde Rumların çıkardığı müşküllerin tekerrürüne meydan vermemek bakımından bahsi geçen şahısların muteber pasaportla Kıbrıs’a gelmelerinin sağlanması…”34 denilir. Kızılay tarafından ikinci grup olarak Kıbrıs’a gönderilecek olan hastalar listesinde N. Ahmet, Nemci Süleyman, Ayşe Halil, Növber Ali ve Işın İbrahim de bulunmaktadır. Gidemeyecekler listesinde ise Hacettepe Hastanesi’nde tekrar tetkikten geçecek Hüseyin Halil Salih, siyasi nedenlerle adaya gidemeyen Kemal Hıfzı ve Mersin’de Günaydın Oteli’nde kendi parasıyla kalmakta olan H. Yusuf Gudum da bulunmaktadır.35 28 Aralık 1963 tarihinde başlayan sargı bezleri içerisinde belge ve fotoğraf gönderme işlemi daha sonra da devam eder. Türkiye’ye tedaviye gönderilen yaralıların hemen hepsinin bacağı, kolu, beli doktorlar tarafından alçıya alınır. Bu esnada Türkiye'ye ulaştırılması istenilen belgelerle fotoğraflar da özel zarflar içinde sargıların altlarına yerleştirilir ve İngiliz askerî araçlarıyla Rum havaalanına getirilen yaralılar buradan Türkiye'ye gönderilir.36

21 Aralık 1963 Sonrası Kıbrıs’a Yardım Faaliyetleri1963 sürecinde Kıbrıs’a yapılan yardım faaliyetleri esasında Kıbrıs Türklerine yönelik ilk yardımlar değildir.1950 yılında da sel felaketine bağlı olarak Kızılay tarafından 
Kıbrıs Türklerine yönelik bir yardım girişimi söz konusudur. Kıbrıs’ta sıkça görüldüğü üzere 1950 yılının hemen başında son 20 seneden beri eşine rastlanmayan su baskınları ve sel felaketleri meydana gelmiştir.37 Konuyla ilgili olarak Kızılay Genel Başkanlığına bir teşekkür mesajı gönderen İngiltere ise gerek adadaki İngiliz Valisi ve gerekse Müstemleke Müsteşarı ile Yardım Komitesi Başkanlığının bu yardımlardan dolayı şükranlarını iletir. İngilizler tarafından gönderilen yazıda Yunan Kızılhaç Teşkilatı tarafından adadaki bu sel felaketi nedeniyle ancak 100 İngiliz Lirası gönderebildiğinin belirtilmesi ise son derece manidardır.38 

Öte yandan Dışişleri Bakanlığı tarafından Kızılay’a yapılan müracaatla söz konusu felaketzedelere yapılacak 5.000 liralık yardımın Türkiye’nin Kıbrıs Başkonsolosluğu tarafından değil de bizzat adadaki İngiliz yönetimi tarafından yapılmasının daha uygun olacağı ve bu durumun da mahalli halka duyurulması istenir.39 
Kızılay’ın bu yardım faaliyeti dönemin gazetelerinde de M. Necati Özkan’ın “Kızılay kara gün dostudur.” yazısında olduğu üzere geniş yankı bulur.40 Kızılay tarafından Kıbrıs’a yönelik olarak bu yardım faaliyeti dışında başka yardımlar da söz konusudur. Örneğin Eylül 1953 döneminde Baf ve civarında meydana gelen deprem felaketi nedeniyle ilk etapta Kızılay tarafından 50 çadır gönderilmiş, ayrıca 40 bin liralık yardım malzemesi bizzat Başkonsolos Burhan Işın vasıtasıyla yetkililere teslim edilmiştir.41
21 Aralık 1963 sonrasında ilk etapta Kıbrıs Türk Cemaati Başkanlığına ulaştırılan bilgilere göre Lefkoşa içindeki 14 merkeze 2.109 kişi, Lefkoşa’da yakınlarının yanına sığınmak zorunda kalan 3.800 kişi, Lefkoşa ve Kaymaklı’dan kaçarak Hamitmandres’e sığınanlar 4.200 kişi, Gönyeli’ye sığınanlar ise 400 kişi olmuştur. 
Ayrıca Fota’ya 485, Ağırdağ’a 100 ve Ayakebir köyüne de toplam 670 Kıbrıslı Türk sığınmak zorunda kalır.42 21 Aralık 1963 günü Lefkoşa'nın Tahtakale bölgesinde Rumların saldırısıyla başlayan olaylar üzerine Türkiye Kızılay Derneği derhal harekete geçerek Türk Hava Kuvvetlerine ait üç uçakla 25 Aralık 1963’te Ankara'dan Kıbrıs'a yiyecek, giyecek, ilk yardım malzemeleri, çadır ve battaniyeler, 500 şişe kan ve ihtiyaç duyulan sağlık personelini sevk eder.43 Aralık 1963’te ilk etapta 22 Türk köyünün sakinleri saldırılara hedef olduklarından köylerini derhal terk ederek başka yerlere göç ederler.44 

Göçmenlerin barınma, giyecek, yiyecek ve sağlık sorunlarının çözümü maksadıyla TCM (TCM) Başkanı Rauf Denktaş tarafından Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçisi Mazhar Özkol’a da müracaat edilir.45
Aynı günlerde Türkiye’de bulunan Rauf R. Denktaş da Kızılay Genel Başkanlığını ziyaret eder ve Kızılay yardımlarının başlamasıyla ilgili TRT radyolarına bir demeç verir.46 

Ayrıca Kızılay Genel Merkezi tarafından Uluslararası Kızılhaç Teşkilatı ve Kızılhaç Dernekleri Lig’i Sekreterliğine de bir mesaj gönderilerek Kıbrıs’ta yaşanılanlar karşısında duyarlı olunması ve yardım elinin uzatılması istenir. 47 Kızılay Genel Başkanlığı bir yandan yurtiçinde Kıbrıs’a yönelik faaliyetlerini aynı hızla ve planlandığı şekilde devam ettirirken bir yandan da yurtdışında uluslararası yardım kuruluşları aracılığıyla bu çabalarına devam eder. Aynı girişimler Kıbrıs’taki İngiliz resmi yetkilileri vasıtasıyla da yapılır ve 31 Aralık 1963 günü itibarıyla Kızılay Genel Başkanı imzasıyla gönderilen yazıda “Destek vaadinde bulunduğunuz ve sağlık faaliyetlerine devam etmesi bağlamında garanti verdiğiniz seyyar hastanemiz Kıbrıs’a gönderilmiştir. Söz konusu bu seyyar hastanenin hizmet vereceği bölgeye taşınabilmesi için gerekli bütün araçları ve yardımı vermenizi rica ederiz. Bu yardım ve desteğin sizin ulusal geleneğiniz ve görev aşkınızın bir sonucu olarak ortaya çıkacağından eminiz. 

İnsani yardım görevlerinizin başarılmasında size gönülden başarılar temenni ederiz.”48 denilir. Öte yandan 21 Aralık 1963 sonrası ilk yaralı kafilesiyle gelen 
Kıbrıs Türkleri konusunda Dışişleri Bakanlığı ve Kızılay arasında da bazı yazışmalar söz konusudur ve bazı Kıbrıs Türklerinin Rumlar tarafından asi ilan edilip edilmediği konusunda bilgi alınmaya çalışılmaktadır.49

Bu dönemde 500 kapasiteli Kızılay İlk Yardım Hastanesi halen TC Lefkoşa Büyükelçiliği'nin bulunduğu yerde geçici çadırlarda hizmet vermeye başlar. Daha sonra da Kız Enstitüsü’nün kapısı ve penceresi olmayan inşa halindeki binasına taşınır. Takip eden günlerde eski tütün fabrikasının düzenlenmesiyle de Lefkoşa Türk Genel Hastanesi ortaya çıkar. Kızılay, 21 Aralık 1963’te Rum saldırılarının tekrar başlamasıyla beraber 6 gemilik yardım malzemesini de TCM aracılığıyla ihtiyaç sahiplerine dağıtılması için Kıbrıs’a gönderir. Bu yardım malzemelerinden önce adaya sevk edilenler ise 24 Aralık 1963 tarihinde, yani Kanlı Noel olarak adlandırılan günden hemen bir gün sonra THY uçakları ile 96.980 liralık malzeme, gıda yardımı, ilaç, pansuman malzemesi sevk edilir. Adadaki İngiliz makamlarının da onay vermesi sonrasında gönderilen bu ilk yardım paketinde 50 şişe kan ile 35 şişe plazma ve yeteri sayıda kan verme donanımı da bulunmakta dır. İngilizlerle yapılan görüşmeler sonrasında adada acil durumlarda müdahale etmek üzere bir hastane kurulması da söz konusu olduğundan bu konuyla ilgili altyapı çalışmaları da derhal tamamlanır. 
Ayrıca Kıbrıs’ta Rum saldırıları sonucunda yaralanmış olan sivil halka müdahale edebilmek ve Türkiye’ye nakledebilmek için bir doktor ve iki hemşire görevlendirilir ve 26 Aralık 1963 günü İngilizlere ait askeri üslere inmek üzere havalanan üç askeri uçakla 47.313 lira değerinde ilaç, pansuman malzemesi, giyecek ve battaniye adaya gönderilir. Aynı uçaklarla Ankara’ya getirilen hasta ve yaralı Türklerin hastanelere sevk edilmeleri, giyecek ihtiyaçlarının karşılanması ve iyileşmelerini müteakip tekrar adaya gönderilmeleri de Kızılay aracılığıyla gerçekleştirilir. Kızılay özellikle Aralık 1963 döneminin son günlerinde o kadar hızlı ve programlı bir çalışma içine girer ki Kıbrıs’ta acil hasta ve yaralıların ihtiyaç duyduğu ancak piyasadan o an temini pek de mümkün görülmeyen pek çok sağlık malzemesi acil durumlarda kullanılmak 
üzere Ankara’da hazır bekletilen 500 yataklı acil harp hastanesi kadrosundan alınarak temin edilir ve Türk Hava Kuvvetleri uçaklarının uçuş kapasiteleri de göz önüne alınarak bütün yardım malzemeleri adaya derhal sevk edilir. Kızılay’ın Lefkoşa’da açılacak sahra hastanesi için görevlendirdiği 5 doktor, 4 teknisyen, 
10 hemşireden oluşan 19 kişilik personeli ve sahra hastanesinin bütün malzemeleri de 31 Aralık 1963 günü adaya üç askeri uçakla sevk edilir.
Kıbrıs Türk Toplumunun İaşe ve Mali Durumu 21 Aralık 1963 Rum saldırılarının hemen ardından Kıbrıs Türklerine yönelik yardım faaliyetlerini çok geniş çaplı olarak başlatan Kızılay bir yandan uluslararası yardım Kuruluşlarıyla irtibata geçerken bir yandan da Türkiye’deki dinamikleri harekete geçirmekte, başlattığı yardım kampanyalarıyla Türk insanını da gerek ülke içinde gerekse yurtdışında olsunlar bütün bu seferberliğin içine sokmanın yollarını aramaktadır. Kızılay tarafından bugünlerde en çok muhabere halinde olunan kurumlar ise başta Dışişleri Bakanlığı olmak üzere Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçiliği olacaktır. Aynı günlerde bizzat Kızılay tarafından Adnan Öztrak’a Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçiliği hazırlatılan Kıbrıs’la ilgili raporda ise 1963 sonrası süreçte Kıbrıs Türklerinin durumu ayrıntılarıyla irdelenir ve Kıbrıs Türk cemaatinin çarpışmalar, 
göç edenler, Türk Genel Hastanesi’nde yatanlar, şehit ve kayıp aileleri olarak A Grubu, sayısı her gün değişen mahsur köylerde toplanan göçmenler olarak 
B Grubu ve işsizler ve parasızlar olarak da D Grubu olarak kategorize edildiği belirtilir. 

Öte yandan 7 Ocak 1964 tarihinde Rumlarla imzalanan “ Hareket ve Münakale Antlaşması ” ise gerek Kıbrıs Türk toplumuna Kızılay vasıtasıyla gönderilen yardım malzemelerinin zamanında, eksiksiz ve güvenli bir şekilde ulaşmasını gerekse Türk toplumunun gıda ihtiyacının en azından bir kısmının ada içerisinden sağlanmasını kolaylaştıracak ve bu noktada ortaya çıkacak güçlükleri ortadan kaldıracak bir amaç taşımaktadır. Yapılan antlaşmaya rağmen Kıbrıs Rumlarının buna bağlı ve sadık kalmadığı ve saldırılarla Kıbrıs Türk toplumunu sindirmeye gayret ettiği ve Rum saldırılarının neredeyse 1974’e kadar geldiği bilinmektedir. Durum böyle olunca da her ne kadar bir antlaşma imzalanmış olsa da Kızılay’ın Kıbrıs’ta bulunan temsilcileri ve Lefkoşa Büyükelçiliği tarafından da kabul gören husus ise Kıbrıs Türk toplumunun gıda ihtiyaçlarıyla ilgili olarak bir stok yapılması ve Kızılay yardım malzemelerinin adaya gemilerle sevk edilmesinin ardından Lefkoşa’nın güvenli bölgelerinde stoklanması yönündedir. Toplantıya katılanlar tarafından üzerinde uzlaşmaya varılan bir başka nokta ise yapılacak olan yardımların daha ziyade ve incelikle olaylar nedeniyle köylerini ve evlerini terk eden ve göçmen durumuna düşen ailelere öncelik verilmesi yönündedir. Gıda yardımı yanında Kıbrıs Türk toplumu tarafından acil ihtiyaç duyulan şeyler arasında tıbbi malzeme ve giyecek de bulunmaktadır. Öte yandan olayların başlamasının ardından maaş alamaz duruma gelen Türk memurların 
durumları da söz konusu çalışanların bir müddet daha maaş alamayacakları ihtimaliyle birleşince üzerinde durulması gereken hususlar arasındadır. 
Aynı rapora göre TCM’nin 1964 mali yılı bütçesiyle yatırımlar dışında elinde bulundurduğu hizmetlerin mali portresi toplam 886.000 Sterlin olarak belirlenmiştir. 

Bu meblağın 700.000 Sterlin gibi büyük bir kısmı ise başta öğretmenler olmak üzere memur maaşlarına harcanmaktadır. TCM’nin 845 öğretmen ve 124 memur kadrosu, ayrıca 30 da Cemaat Meclisi üyesi bulunmaktadır.
Rum saldırılarının adada artarak devam etmesinin ardından derhal harekete geçen Kızılay Genel Müdürlüğü ilk etapta yurdun dört bir yanındaki toplam 620 şubesine gönderdiği bir mesajla Kıbrıs’a yapılacak yardımların nasıl düzenleneceğiyle ilgili ön bilgi verir.50 Kızılay tarafından çok geniş kapsamlı olarak Kıbrıs Türklerine yönelik yardım faaliyetlerinin 21 Aralık 1963 tarihinin hemen sonrasında başlamasıyla birlikte Türkiye’de, Kıbrıs’ta ve farklı ülkelerde bu konuyla ilgili girişimlerde bulunulur. 

Kıbrıs Türklerine yapılacak yardımlarla ilgili olarak Adana ve Mersin’de gıda maddeleri konusunda çalışacak iki ayrı satın alma komisyonu oluşturulur. Hemen ardından Adana, Mersin, Gazi Antep ve İskenderun’dan temin edilen 147,50 ton gıda maddesiyle Kızılay Genel Merkezi tarafından gönderilen çeşitli yardım maddeleri ve ayrıca Konya’dan gelen 150 ton un Erdek ve Silivri isimli iki askeri gemiyle 12 Ocak 1964 tarihinde Mersin’den hareket ederek 13 Ocak 1964 günü Mağusa’da Kıbrıs’ta görev yapmakta olan Kızılay heyetine Kıbrıs Büyükelçisi Mazhar Özkul ve Büyükelçilik Müsteşarı Nejat Uçtum nezaretinde ve çok geniş bir halk katılımı, çok sayıda yerli ve yabancı gazeteci, film yapımcısı ve televizyon muhabirinin katılımıyla Kızılay Müfettişi Nuri Aydıngöz tarafından teslim edilir.51 

Bu kapsamda TCM Başkanı Rauf R. Denktaş ve hükümet komiseri ile yapılan görüşmelerde Kızılay’dan adanın muhtelif köylerinden can ve mal emniyeti kalmadığı için göçmek zorunda kalan yaklaşık 16.000 köylünün Lefkoşa’daki cami ve okullara yerleştirildikleri ve göçün halen devam ettiği göz önüne alınarak bunların ve halen mahsur durumdaki köylülerin bütün ihtiyaçlarını karşılamak üzere un, bulgur, pirinç, mercimek, iç bakla, margarin, zeytinyağı, şeker, börülce, kuru fasulye, sabun, makarna, 5.000 adet battaniye ve 400 adet de mahruti çadır talep edilir.52 Ayrıca bu yardım kampanyası kapsamında 31 Aralık 1964 tarihine kadar Kızılay şubelerinden, çeşitli kurum ve kuruluşlardan, özel teşekküllerden, yurtiçinde ve yurtdışında yaşayan Türk vatandaşlarından Kızılay kayıtlarında 250 föye işlenmiş vaziyette ve toplam 12.500 kalem olmak üzere 17.914.965,10 lira yardım toplanmıştır.53

      Kızılay tarafından Kıbrıs Türklerine yönelik yardım girişimleri ilk defa 23 Aralık 1963 tarihinde ve 175 sayılı kararla alınmıştır. 
Buna göre Kıbrıs’tan talep edilen 0 grubu kan, ayrıca 50 şişe plazma, transfüzyon takımı, 100 kişiye yetecek kadar kırık ve çıkık tespit malzemesi, 500 kişilik sağlık malzemesi ve ilacın derhal Etimesgut Merkez Deposu ve kan merkezinden temin edilmesi, temin edilemeyenlerin de acilen satın alınması kararlaştırılmıştır.54 

Öte yandan Kıbrıs Türklerine yönelik olarak Kızılay tarafından önce uçaklarla, daha sonra da gemilerle gönderilen yardım malzemelerinin süratle ve kolaylıkla adada tahliyesini sağlamak amacıyla İngiltere Büyükelçiliği tarafından Dışişleri Bakanlığına bir muhtıra gönderilir.55 Bu yazının alınmasının hemen ardından işleri kolaylaştırmak, gereksiz sürtüşmeleri ve doğabilecek sorunları önceden ortadan kaldırabilmek ve Kızılay faaliyetlerinin tamamen insani yardım amaçlı olduğunu göstermek amacıyla Kızılay tarafından da yardım malzemelerinin adaya gönderilmesi hususunda bir dizi tedbir alınır.56 30 Eylül 1964 tarihi itibarıyla Kızılay tarafından gerçekleştirilen 12 parti yardım çerçevesinde 10.273.607,68 liralık gıda ve giyim eşyası, 595.641.56 liralık sıhhi malzeme ve ilaç, 1.642.000 liralık çadır ve battaniye, 818.987 liralık hastane donanımı ve 312.000 liralık da muhtelif yardım malzemesi olmak üzere toplam 13.642.236,24 liralık destekte bulunulmuştur ve Kızılay’ın elinde halen 5.122.176,39 liralık yardım bulunmaktadır.57

Kıbrıs Türk toplumunda 1964 yılı başından itibaren daha yoğun yaşanmaya başlayan fevkalade şartlar altında acilen yerine getirilmesi ve derhal ödenmesi gereken finansman ihtiyaçları ise TCM’nin başta öğretmenler olmak üzere memurlarına ödenmek üzere bir aylık ücret karşılığı 60.000 Sterlin, ayrıca hükümet memurlarının, polis, jandarma, ordu ve diğer kamu hizmetlileri için ödenmesi gereken ücret için 189.000 Sterlin ve Rum saldırılarına karşı mücadele den ve çarpışmalara katılanlara, polise, jandarmaya, orduya, göçmenlere, mültecilere, Genel Hastane’ye, işsizlere, Rum saldırıları altında mahsur kalmış köylere ve köylülere ayni yardım yapmak maksadıyla stok tedariki için de 50.000 Sterlinlik bir ödemeye ihtiyacı bulunmaktadır. Lefkoşa Büyükelçiliği tarafından hazırlanan bir başka rapora göre ise Kıbrıs Türk toplumunun ana yiyecek maddeleri ihtiyacı ve bu maddelerle ilgili ticaret, gümrük ve kambiyo rejimi bakımından da durumu iç açıcı değildir. 

Kıbrıs Türk toplumunun yıllık 1.000 ton pirinç, 1.500 ton Nebati yağ ve 500 ton da Hayvani yağ ihtiyacı bulunmaktadır. Zeytinyağı ise bu kategorinin dışında ruhsatabağlıdır. Ada üretiminin %32’sinden daha fazlasına ruhsat ve müsaade verilmemekte, ihtiyaç ada içerisinde yerli üreticilerden karşılanmaya çalışılmaktadır. 

Gümrük tarifesinden muaf olan ve yıllık 1.000 ton ihtiyaç duyulan bakliyat da ruhsata tabiidir ve bu ruhsat da sadece kısa bir süre için verilmektedir. 
Son dönemde verilen ruhsat ise sadece mercimek, nohut ve börülceyi kapsamaktadır. Fasulye ile ilgili olarak verilen ruhsatın süresi 31 Aralık 1963 tarihinde sona ermiş, o tarihten sonra yeni ruhsat verilmemiştir. Beyaz peynir ve kaşar peynire hiçbir şart altında ruhsat verilmezken diğer peynirler ve özellikle kutu peyniri ruhsata tabiidir. %28’lik bir gümrük vergisi uygulanan peynirle ilgili olarak yıllık ihtiyaç 150 ton civarındadır. Tuzlu balık, kavurma, salam, kuzu eti ve donmuş et ithali de serbesttir ve Ziraat Bakanlığı tarafından verilecek izne bağlı olarak ruhsata tabii değildir. Yıllık ihtiyaç ise 500 ton tuzu balık, 400 ton salam, 500 ton kuzu eti şeklindedir. Tereyağı ve kutu sütü ithali de serbesttir ve ihtiyaç 200 ton tereyağı, 1.000 ton kutu sütüdür. Son olarak sabun da ruhsata bağlıdır. Kıbrıs’tan Getirilen Yaralılar ve Hastaların Tedavi Edilmesi
Aynı dönem içinde ve 21 Ocak 1964 tarihinde Kıbrıs’a yardım malzemesi ve gıda maddesi taşıyan gemilerin geri dönüşlerinde getirdikleri 7 yaralı ve 5 de tüberküloz hastası Kıbrıs Türk’ü Mersin Hastanesi’nde tedavi edilmeye başlanır. Bu 12 hasta ve yaralı haricinde daha önce Türkiye’ye getirilen 23 yaralı arasında elbiseleri olmayanlara da taburcu edilmelerinin hemen ardından birer takım elbise, pardösü, ayakkabı ve başka giyim eşyaları alınır. İlk etapta bu hastalardan 15’i bu şekilde giydirilmiştir. Ayrıca hastaneden taburcu edilen ilk gruptaki 23 hasta ve yaralıdan 14 yaralı ise Kıbrıs’a gönderilinceye kadar Ankara’da günlük yatak ve yiyecek masrafı 20 lira olan Gül Palas Oteli’ne yerleştirilirler ve Kızılay tarafından misafir edilirler. Söz konusu bu insanlara günlük kahvaltı, öğle yemeği ve akşam yemeğini karşılamak üzere belli bir miktarda para yardımı yanında günlük ihtiyaçlarını karşılamak üzere ayrıca para desteğinde bulunulur. Kıbrıs’tan Mersin ve Ankara’ya getirilen ve tedavileri yapılan yaralı ve hastaların da iaşe, ibate sorunları yanında cep harçlıkları da Kızılay tarafından karşılanır.58 Bu arada Mart 1964’ün hemen ilk gününde Kıbrıs’tan 27 Mayıs isimli şileple Kızılay tarafından İskenderun’a getirilen ve bir otobüsle Ankara’ya sevk edilen toplam 27 kişilik hasta ve yaralı Kıbrıs Türklerinin de uygun bir şekilde karşılanması ve hastaneye yatırılması gerekenlerin acilen hastaneye yatırılması ve tedavilerine derhal başlanması söz konusudur; ancak organizasyonun iyi yapılamaması nedeniyle İskenderun-Ankara güzergâhında karşılaşılan aksaklıklar ve hasta ve yaralıların Kızılay Genel Merkezi’nde beklenmelerine rağmen otobüs terminalinde tahliye edilmeleri başta hasta durumdaki yaşlıların ve çocukların perişan olmalarına yol açar.59 Hemen ardından 27 kişilik bu gruptan 12 hasta Ankara Numune Hastanesi, 13 hasta Uzun Otel’e yerleştirilirken geriye kalan 2 kişi ise eşyalarını almak üzere garajlar bölgesinde kalır.60 

Öte yandan Kıbrıs’tan tedavi amacıyla Kızılay tarafından Türkiye’ye getirilen 35 mücahidin zaruri ihtiyaçlarını karşılamak için her ay kendilerine ayda 300 lira 
ödenmesini teminen Kıbrıs’a Yardım Komitesi’nin 88 sayılı kararıyla Kızılay’a Kıbrıs Fonu’ndan Aralık 1965, Ocak ve Şubat 1966 döneminde 31.500 lira verilmiş durumdadır.61 Aynı tarihlerde Kızılay Genel Merkezi’ne ulaşan bir yazı ise Kızılay’ın şahsında Kızılay personelinin Kıbrıs Türklerine yönelik cansiperane ve fedakârca gayretlerini şükranla karşılayan bir takdir ve teşekkür yazısıdır.62 Kızılay ise gerek Kıbrıs’taki yardıma muhtaç insanlara yönelik yardım faaliyetlerinde gerekse Türkiye’ye gelen veya getirilen hasta ve yaralı Kıbrıs Türklerinin tedavi ve bakımları konusunda son derece titiz ve özenli davranmaktadır.63 

Telefon ve posta haberleşmesinin son derece güç ve hatta imkânsız olduğu bir dönemde Kızılay Genel Müdürlüğü ile Kıbrıs’taki personeli arasındaki yazışmalar ve haberleşme de bir süre Dışişleri Bakanlığı vasıtasıyla yapılır ve adadaki durum bu şekilde öğrenilmeye çalışılır.64

Kızılay merkezi tarafından istenilen bu hususlarla ilgili olarak ilk cevap ise seyyar hastane başhekimi Dr. Ali Kabalak imzasıyla 5 Ocak 1964 tarihinde gelir. 

Dr. Kabalak cevabi yazısında o gün itibarıyla 18 kız, 19 erkek ve 9 da çocuk olmak üzere toplam 46 yatan hastaları bulunduğunu, hastanede uçakla derhal Ankara’ya sevk edilmek üzere acil müdahaleyi bekleyen 15 hasta ve yaralı bulunduğunu, Lefkoşa dışındaki merkezler ve bunların köyleriyle irtibata geçilmesinin mümkün olmadığını, bu hususta İngilizlerin ve mahalli Kızılhaç teşkilatının aciz olduklarını belirttiklerini, Türk sağlık ekibinin de esasında Lefkoşa’da mahsur durumda bulunduğunu ve Lefkoşa dışındaki yerleşim yerleriyle bağlantı kurmanın da mümkün olamadığını belirtir.65 Kızılay ilk yardım hastanesinde bu dönemde idari faaliyetler, temizlik ve mutfak da dâhil olmak üzere toplam 34 personel görev yapmaktadır. Söz konusu bu üç uçağın 31 Aralık 1963 günü Ankara’ya dönüşleri sırasında adadan acil hasta ve yaralıları da getirmeleri planlandığından uçaklarda bir doktor ve bir hemşire de görevlendirilir.24-31 Aralık 1963 sürecinde Kızılay’ın üç ayrı seferde adaya yaptığı harcama tutarı ise 693.387 liradır. Bu bir hafta içinde ayrıca ülkenin farklı yerlerinde toplanan 360 şişe kan da gönderilmiştir.66

Otellerde Kalan Kıbrıs Türkleri

Kızılay 23 Aralık 1963 tarihinden itibaren adaya yönelik yardımlara başlar ve ardından Kızılay İlk Yardım Hastanesi’nin Kıbrıs’ta devreye sokar. 

Bu arada hasta ve yaralı durumda olan ve tedavileri Kıbrıs’ta bilinen sebeplerle yapılamayan Kıbrıs Türklerinin de Türkiye’ye getirilmesi söz konusu olur. 
Bu insanların gerek havayoluyla Ankara’ya gerekse deniz yoluyla Mersin veya İskenderun’a getirilmesi sonrasında kalacak yer sıkıntısı çeken veya tedavileri 
tamamlanmasına rağmen Kıbrıs’a dönemeyenlerin geçici bir süreliğine çeşitli otellerde kalmaları sağlanır. Bu kapsamda Mersin’de Günaydın Oteli, 
Ankara’da Gül Palas Oteli, Uzun Otel ve Seyhan Oteli Kıbrıs Türklerinin barınmaları için Kızılay tarafından anlaşma yapılan oteller arasındadır. 
Günaydın oteli 23 Aralık 1963 günü Kıbrıs tarihine Kanlı Noel olarak geçen ve bugün Barbarlık Müzesi olarak ziyaretçilere açık olan evde Bnb. Nihat İlhan’ın eşi ve üç çocuğu yanında eşini kaybeden Hasan Yusuf Gudum ve aynı evde yaralanan Meriç (Mora) köyünden yeğenlerinin de bir süre kaldıkları oteldir.67
Aynı dönemde yaşanan bir başka sorun ise içinde bulunulan olağanüstü şartlardan menfaat sağlamaya çalışan bir takım insanların türemesi ve bunların yarattığı sıkıntılardır. Örneğin Kıbrıs’taki Kızılay İlk Yardım Hastanesi tarafından Türkiye’ye tedavi amaçlı olarak gönderilen hastaların arasında sefaret, Kıbrıs TCM ve diğer resmi kurum ve kuruluşlar aracılığıyla gelen ve hasta olmayan şahısların bulunması ve bunların Kızılay tarafından hasta ve yaralılara yönelik bütün hizmetlerden istifade etmesi, Türkiye’ye geldikleri andan itibaren gidecekleri yere kadar ulaşım ücretlerini Kızılay’a ödetmek yönünde teşebbüste bulunmaları, bu girişimlerine gerekçe olarak da anavatana geldiklerini ve buralarda kendilerinin birer yabancı olduklarını ileri sürmeleri ve muhtaç durumları nedeniyle yardıma ihtiyaçları bulunduğunu belirtmeleri ve bu konuyla ilgili olarak resmi ve askeri makamları devreye sokmaya çalışmaları ve bu yolla manevi baskı oluşturmaya çalışmaları sıkıntı ve rahatsızlık yaratır.68 Aynı dönemde hastanede olmamakla beraber tedavileri uzun süren ve hastaneden çıkartılan 4 kişi Uzun Otel, 5 kişi de Seyhan Otel’de kalırlar. 

Söz konusu bu oteller daha önce Kızılay tarafından anlaşma yapılmış olan otellerdir ve Kıbrıs’tan gelen hasta yakınlarıyla ayakta tedavi gören veya hastanede işi bitip adaya dönmeyi bekleyenlerin kaldıkları otellerdir. Ancak daha sonra Uzun Otel müdürünün Rum bir kadın olmasının 69 otelde kalanlarda rahatsızlık yaratması, diğer otelin de imkânlarının özellikle bazı özel hastaların farklı saatlerde sıcak su temini ve asansör gibi ihtiyaçlarına cevap verememesi sebebiyle bu otellerde kalanlar Kıbrıs’tan gelen öğrencilerin de kaldıkları Turist Otel’e aktarılırlar. Bu arada Seyhan Oteli’nde kalmakta olan hasta Kıbrıs Türkleri ve yakınlarının bu otelden memnun olmadıkları yönünde şikâyetlerde bulunmaları üzerine başka bir otele taşınmaları söz konusu olur. Şikâyetlerin artması üzerine Kızılay tarafından söz konusu otelde yapılan incelemede otelde kalp ameliyatı geçiren bir hastanın dördüncü katta ve 30 numaralı odada kaldığı, asansör olmaması nedeniyle iniş ve çıkışların hasta üzerinde çok ciddi sağlık sorunları oluşturduğu, üçüncü kat 21 numarada kalmakta olan Türkay Akpınar’ın prostatit hastalığıyla ilgili verilen raporda küvette banyo yapması gerektiği yazılı olmasına rağmen küvetsiz bir odada kaldığı ve bu durumun da hastalığını şiddetlendirdiği, gırtlak kanseri olan yaşlı bir hastanın ise karanlık ve havasız bir odada kalmakta olduğu anlaşılır.70 Bu kapsamda Mersin’de Günaydın Oteli, Ankara’da Gül Palas Oteli, Uzun Otel ve Seyhan Oteli Kıbrıs Türklerinin barınmaları için Kızılay tarafından anlaşma yapılan oteller arasındadır. Günaydın oteli 23 Aralık 1963 günü Kıbrıs tarihine Kanlı Noel olarak geçen ve bugün Barbarlık Müzesi olarak ziyaretçilere açık olan evde Bnb. Nihat İlhan’ın eşi ve üç çocuğu yanında eşini kaybeden Hasan Yusuf Gudum ve aynı evde yaralanan Meriç (Mora) köyünden yeğenlerinin de bir süre kaldıkları oteldir. Kızılay bu otellerde kalan Kıbrıs Türklerine bu çalışmanın farklı bölümlerinde ayrıntılı bir şekilde verildiği üzere çeşitli oranlarda maddi yardımda da bulunmuştur. Öte yandan bu otellerde kalan ve tedavileri tamamlanan hasta ve yaralılarla 
ilgili olarak zaman zaman sorunlar da yaşanır.71

Aynı şekilde daha sonraki süreçte ve özellikle Geçitkale ve Boğaziçi bölgelerine EOKA ve Rum saldırılarının devam ettiği günlerde Kızılay tarafından Kıbrıs’tan yaralı ve hasta getirilmesine devam edilir. Bu kapsamda Türkiye’ye getirilen 8 mücahitten yapılan araştırma sonucu Enver Âdem, Ali Ziya Ertürk, Cevat Mehmet, Halil Mehmet ve Ergün Rahmi’nin fakir ve yardıma muhtaç oldukları öğrenildiğinden bu mücahitlerin tedavilerinin ücretsiz yapılması, hastaneye yatırılmaları durumunda da zaruri masraflarını karşılamak üzere ayda kişi başına 150 lira nakdi yardım yapılmasına, ayrıca ayakta tedavi görecek olanların da otel masraflarının karşılanarak 450 liralık bir yardımda bulunulmasına karar verilir.72 Söz konusu 5 mücahidin tamamı Ankara’da Turist Otel’de kalmaktadır. 

Öte yandan 1 Şubat–30 Nisan 1964 döneminde toplam 114 Kıbrıslı Türk’e hastane ve tedavileriyle verilen ücret, haftalık ve aylıklar da dâhil toplam 21.198.000 lira masraf yapılır. Aynı dönem içinde durumu kritik olan 18 Kıbrıs Türk’ü de uçakla adaya gönderilir. Aynı dönemde hastanede olmamakla beraber tedavileri uzun süren ve hastaneden çıkartılan 4 kişi Uzun Otel, 5 kişi de Seyhan Otel’de kalırlar. Söz konusu bu oteller daha önce Kızılay tarafından anlaşma yapılmış olan otellerdir ve Kıbrıs’tan gelen hasta yakınlarıyla ayakta tedavi gören veya hastanede işi bitip adaya dönmeyi bekleyenlerin kaldıkları otellerdir. Ancak daha sonra Uzun Otel müdürünün Rum bir kadın olmasının73 otelde kalanlarda rahatsızlık yaratması, diğer otelin de imkânlarının özellikle bazı özel hastaların farklı saatlerde sıcak su temini ve asansör gibi ihtiyaçlarına cevap verememesi sebebiyle bu otellerde kalanlar Kıbrıs’tan gelen öğrencilerin de kaldıkları Turist Otel’e aktarılırlar. 

Bu dönemde Türk Cemaat Meclisi tarafından yardıma muhtaç Kıbrıslı mücahitlerin isimleri de Kızılay’a teslim edilir ve adı geçen 45 kişiye çeşitli yardım yanında aylık da bağlanır. Böylece Kızılay hasta ve yaralı insanların tedavisi, onlara gerekli olan çeşitli tıbbi cihaz ve alet temini, Türkiye’de tedavisi mümkün olmayanların yurtdışına gönderilmeleri, ayrıca tedavilerini tamamlamış olanların da tekrar adaya götürülmeleri faaliyetlerine aralıksız devam eder.74
Kızılay Seyyar İlk Yardım Hastanesi KurulmasıKızılay ayrıca 31 Aralık 1963 tarihinde yayımladığı bir duyuruyla “hadiselerin devam ettiği hatta kadın ve çocuk nazarı itibara alınmaksızın Türkleri imha siyaseti güdüldüğü” öğrenildiğin den uzun vadeli ve büyük ölçüde bir yardım kampanyasına başlandığını da duyurur. Aynı gün Başbakanlık tarafından Kızılay’a 200 bin liralık yardımda bulunulur. Bu yardım kampanyası dâhilinde elde edilen gelirle ilk etapta alınan ve peynir, bulgur, pirinç, fasulye, nohut, yeşil mercimek, zeytinyağı, Vita yağı, şeker, makarna ve undan oluşan 17.632 kilo gıda malzemesi 4 Ocak 1964 günü üç uçakla gönderilirken 300 tonluk bir yardım da deniz yoluyla İskenderun’dan Mağusa’ya sevk edilir.75 Bu doğrultuda yukarıda belirtilen ve 3 askeri uçakla Kıbrıs’a gönderilen ilk yardım grubunda 500 kilo peynir, 1.011 kilo bulgur, 
1.200 kilo pirinç, 1.485 kilo fasulye, 1.500 kilo nohut, 1.000 kilo yeşil mercimek, 210 kilo zeytinyağı, 306 kilo Vita yağı, 1.500 kilo şeker, 1.000 kilo makarna ve 
7.920 kilo da un olmak üzere toplam 17.632 kilo gıda maddesi bulunduğu da açıklanır.76 Aynı şekilde Kıbrıs’ta kurulması planlanan ve ilk etapta 50 yataklı olmasıdüşünülen ve daha sonra da 100 yataklı olması planlanan Kızılay hastanesi ile ilgili olarak bu hastanenin derhal adaya gönderilmesi de Kızılay tarafından kabul edilir ve hastane için gerekli malzemenin başta Etimesgut Kızılay depoları olmak üzere Kızılay imkânlarıyla tamamlanması, ayrıca bunların harp hastaneleri malzemesinden de istifade edilerek tamamlanması suretiyle derhal ikmal edilmesi ve acilen Kıbrıs’a gönderilmesi de kararlaştırılmıştır.77 Söz konusu bu hastanenin ilk kadrosunda ise Kızılay heyeti başkanı olarak Dr. Mehmet Kengerli, muhasip ve hastanenin açılış aşamasında açılış ve idame masraflarını karşılamak üzere Kızılay adına kendisine 40.000 lira ödenek verilen idari memur olarak Ömer Atak ile hemşire Suzan Kıran, Başhekim olarak Op. Dr. Ali Kabalak, Dr. Necati Erdentuğ, Dr. Hasan Karaağaç, Dâhiliye Uzmanı Dr. Cahit Palantekin, Röntgen Uzmanı İsfendiyar Koçman, teknisyen olarak narkozitör Osman Çakıroğlu, sterilizasyon teknisyeni İbrahim Ünal, cerrahi teknisyeni Şevket Atmaca ve Bekir Bedir bulunmaktadır.78 Kadroda ayrıca Kızılay kan merkezinde görev almak üzere hemşire Emine Çetin, Gülten Gezer, 
Şaduman Ozan, Sedar Özer, ebe-hemşire Emine Keler, İftadiye Koca, Türkan Yücel, Hatice Öztürk ve Şaziment Görücü bulunmaktadır.79 Bu grup Kıbrıs’ta görev yapacak olan ilk Kızılay ekibi olarak da tarihe geçeceklerdir. Sağlık Müdürlüğü İlk Yardım uzmanı Dr. Mehmet Kengerli ve refakatindeki idari ekibin Kıbrıs’taki ikinci yaralı kafilesini aynı uçaklarla Türkiye’ye getirmesi de söz konusudur. Hastanenin olaylara anında müdahil olmasının ardından ilk gün 68 yaralı getirilir, ayrıca 5 kişi de ayakta tedavi edilir.3 Ocak 1964 günü Kızılay’a ulaşan Rauf Denktaş imzalı acil bir yazıda ise adada Türklerin acil gıda stoklarının tükendiği, aylık ihtiyaç olan 1.500 ton un ve 1.500 ton bakliyat yanında akaryakıta ve çatışmalar ve göç nedeniyle çalışamaza durumda olan insanların da paraya ihtiyacı olduğu bildirilir. Kızılay tarafından bu arada Türkiye’de kalan ve adaya dönemeyen Türklere de 3 Ocak 1964 günü 5 bin liralık bir yardımda bulunulur.Kıbrıs’ta tesis edilmesi planlanan Kızılay hastanesinin dışında seyyar ilk yardım hastanesinin ilk kadrosu Kızılay İdari Ekip Başkanı Dr. Mehmet Kengerli başkanlığında Başhekim Op. Dr. Ali Kabalak, Op. Dr. Necati Erdentuğ, Op. Dr. Hasan Karaağaç, Dr. Cahit Palantekin, Dr. İsfendiyar Koçman, hemşireler Emine Çetin, Gülten Gezer, Sedar Özer, Şaduman Ozan, Emine Keler, İftadiye Koca, Türkan Yücel, Hatice Öztürk, Şaziment Görücü ve teknisyenler Osman Çakıroğlu, İbrahim Ünal, 
Şevket Atmaca ve Bekir Bedir’den oluşmaktadır.80 Kan merkezinde ayrıca hemşire Seder Özer, Şadıman Ozan, Emine Keler, İftadiye Koca, Türkan Yücel, 
Hatice Öztürk ve Şaziment Görücü hizmet vermektedir.81 

Kıbrıs’taki olaylar nedeniyle adaya dönemeyen ve parasız kalan 21 Kıbrıslı Türk ile Kızılay tarafından tedavileri yapılmak üzere Ankara’ya getirilen 5 kişiye Kıbrıs’a dönebilmeleri için ayrıca toplam 10.322 lira yardımda bulunulur.29 Ocak 1964 günü de adaya 656 ton yiyecek maddesi sevk edilirken Kızılay tarafından tedavi edilmek üzere Türkiye’ye getirilen ilk yaralı kafilesinden 14 kişi de aynı gemiyle adaya gönderilir.30 Ocak 1964 günü sabah 08:00 itibarıyla Mağusa limanına yanaşan gemideki gıda ve ilaç yardımının toplam maliyeti ise yaklaşık 1.5 milyon lira civarındadır.82 Öte yandan Kıbrıs’ta Kıbrıs Türklerine yönelik olarak yardım faaliyetlerine başlanması ve Kızılay tarafından bir hastanenin açılmasının ardından gerek yardım konvoylarına yönelik olarak gerekse hastane personeline karşı EOKA tarafından saldırılar da artarak devam eder.26 Şubat 1964 günü Lefkoşa’daki merkeze bağlı olarak Mağusa’da açılan Kızılay hastanesinde röntgen mütehassısı olarak görev yapmakta olan Dr. Ali Acunaş’la Kızılay İlk Yardım Ekibi personeli Hamit Sunar görev dönüşü Mağusa’dan Lefkoşa’ya dönerken iki Rum polisi ve 10 EOKA mensubu Rum tarafından darp edilmişler, tüfek dipçikleriyle saldırıya uğramışlar ve ağır tecavüzlere ve tehditlere maruz kalmışlardır.83 Aynı şekilde 11 Mart 1964 tarihinde de Mağusa’dan Lefkoşa’ya gıda ve ilaç taşımakta olan 9 Kızılay kamyonu Rum saldırısına maruz kalır, kamyonların üzerinde bulunan Kızılay işaretleri EOKA mensubu Rumlar tarafından tahrip edilir ve Kızılay mensubu şoförler ve sağlık ekibi darp edilip ağır hakaretlere uğrar ve dövülürler. Geç de olsa duruma müdahale eden İngiliz askeri birliği ise olayların daha da büyümesini önler.84
Bu arada 4. parti olarak Kıbrıs’a gönderilecek 400 tonluk yardım malzemesi de 6 Şubat 1964 itibarıyla Mersin’de hazır durumdadır. Mart ayındaki son kafilede 13 
tüberküloz hastası ve yaralı, 20 evsiz ve fakir yanında 9 varlıklı kimse olduğu bildirilir ve bu şekilde davranan 13 kişi tespit edilerek bunlar derhal gruptan çıkartılır.

5 Nisan 1964’ten itibaren adaya yardım götürmek üzere Ulaştırma Bakanlığı tarafından Kızılay’a tahsis edilen 1.500 tonluk Malazgirt gemisi de 1 Nisan’dan itibaren malzeme alımına başlar. Gemi Mersin’den Mağusa’ya 9. seferine de 827.054 kilo ve 1.837,39lira tutarındaki yardım malzemesiyle 13 Nisan 1964 günü başlar ve 14 Nisan günü yükünü Mağusa limanında tahliye eder. Dışişleri Bakanlığı tarafından Kızılay Genel Merkezi’ne gönderilen 5 Mayıs 1964 tarihli ve 1.573 sayılı yazıya göre Uluslararası Kızılhaç Teşkilatı Kıbrıs Heyeti Başkanı Max Stadtler’in Lefkoşa’daki Türkiye Büyükelçiliğine Kıbrıs Türk toplumunun elinde ancak 20 Mayıs 1964 tarihine yetecek kadar yardım malzemesi bulunduğu ortaya çıkınca daha önce Kıbrıs TCM yetkilileri tarafından verilen ellerindeki malzemenin Mayıs ayı sonuna kadar yeteceği yönündeki tahmini bilgilerin yanıltıcı olduğu ortaya çıkar. Bunun üzerine Kızılay tarafından 400 ton un, 50 ton şeker, 35 ton yemeklik yağ,2.300 battaniye, 200 çadır, 21.000 metre kumaş, keten ve basma ile 3.000 çift ayakkabı dışında 800 ton yeni yardım malzemesinin derhal temin edilmesi ve2.250.000 lira tutarındaki bu yeni yardım paketinin de adaya gönderilebilmesi için çalışmalara başlanır.85
Nisan 1964 itibarıyla Kızılay’ın Lefkoşa’da açtığı hastanede üçüncü grup olarak görev yapmakta olan sağlık ekibi ise Dâhiliye Uzmanı, Dr. Mehmet Melih Abidinoğlu, Genel Cerrah Dr. O. Nejat Pamir, Genel Cerrah Dr. M. Arman Sanol, Röntgen uzmanı Dr. M. Kemalettin İzmirden, hemşire Perihan Öncü, Ayten Tamak, Ayşe Yılmaz, Neriman Uslu, T. Umur Erdamar ve Ahmet Ahıskal’dan oluşmaktadır. Bu ekipte görev yapmakta olan doktorlar bir aylık görevlerini 12 Mayıs 1964 tarihinde tamamladıklarından daha sonraki dönemde 13 Mayıs 1964 tarihinde Türkiye’ye döneceklerdir.86 Aynı günlerde tedavi edilmek üzere Kızılay tarafından Türkiye’ye getirilen 10 hasta ve yaralı Kıbrıs Türk’ü de tedavilerinin ardından BEA Havayolları ile Lefkoşa’ya gönderilmiştir.87 Kıbrıs’ta 5. grup olarak görev yapacak ekip ise 4 doktor, 5 hemşire ve 2 teknisyenden ibarettir ve 16 Temmuz 1964–18 Eylül 1964 döneminde görev alacaklardır.6. grup olarak görev yapacak olan 4 doktor, 3 hemşire ve 2 teknisyen ise 17 Eylül 1964 tarihinde göreve başlayacaklardır.88Haziran 1964 itibarıyla Kıbrıs TCM Başkanı Rauf R. Denktaş tarafından Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçiliğine yapılan müracaat sonrasında “Kıbrıs’ta devam eden fevkalade durum neticesinde mali ve iktisadi tazyikin arttığı, gittikçe fakirleşen Kıbrıs Türklerinin ancak anavatandan sağlanan yardımlarla hayatlarını idame ettirebildikleri” belirtilerek teslim edilen acil ihtiyaç listesinin Temmuz 1964 ortalarına kadar adaya ulaştırılması konusunda yardım talebinde bulunulur.89 

Bu kapsamda acilen Kıbrıs’a gönderilmesi istenen yardım malzemesi listesi 700 ton çavdar unu, 8,5 ton şeker, 60 ton pirinç, 40 ton makarna, 20 ton bulgur, 
80 ton fasulye, 30 ton nohut, 53 ton börülce, 20 ton mercimek, 60 ton yemeklik yağ, 25 ton zeytinyağı, 2 ton çay, 3 ton salça, 10 ton sabun, 1 ton Vim, 
8 ton sabun tozu, 8 ton pişmiş konserve, 10 ton zeytin, 3 ton reçel, 3 ton bisküvi, 4.000 metre pazen, 4.000 metre kaput bezi, 4.000 metre basma, 
4.000 metre patiska, 1.000 çift erkek, 1.000 çift kadın, 1.000 çift çocuk ayakkabısı, ayrıca 1.500 çift küçük bebek ayakkabısından oluşmaktadır. 
Bu talebin hemen ardından yapılan görüşmelerde ise TCM Başkanlığı istenen margarin, zeytinyağı, kuru fasulye, un ve şekerin mutlak surette listede istenilen miktarda gönderilmesi gerektiğini, aksi takdirde aradaki farkın Rum kesiminden satın alınmak suretiyle kapatılması yoluna gidileceğini belirtir.90 

Lefkoşa’da Kızılay tarafından hizmete sokulan hastane sadece adadaki Kıbrıs Türklerine yönelik tedavi ve teşhis hizmeti vermemekte, ayrıca Kıbrıs’ta tedavilerine imkân bulunmayan hasta ve yaralıların Türkiye’ye getirilmesi konusunda da faaliyette bulunmaktadır. Bu kapsamda yapılan girişimlerin dışında bazı Kıbrıs Türklerinin Kızılay Genel Hastanesi’nin bilgisi dışında ve tamamen şahsi temasları neticesinde Mağusa’dan Mersin’e dönen yardım gemileriyle adayı terk ettikleri ve Türkiye’ye gelmeye başladıkları da öğrenilir. Söz konusu bu kişilerin tedavilerinin ardından Kızılay yardım gemileriyle adaya dönmeleri konusu biraz sıkıntılı bir durum olur. Kızılay’a bu yolda müracaatta bulunan bu kişilerin müracaatları Kıbrıs Rum makamlarının adayı gizlice terk eden ve tekrar geri gelmek isteyenlere karşı olumsuz tavır takınması ve müsaade etmemesi ve Kızılay’ın da Dışişleri Bakanlığı ve Lefkoşa Büyükelçiliği ile yaptığı görüşmeler sonrasında bu durumun olumlu karşılanmadığının bildirilmesi nedeniyle sonuçsuz kalır.91 Kızılay adadaki yardım faaliyetleri yanında ayrıca BM ve Kızılhaç yetkilileriyle de temaslara başlamış ve özellikle zor durumdaki Türk köylerine yönelik yardım girişimlerine hız vermiştir.92

2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



*********