sürgün etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sürgün etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Aralık 2018 Pazar

RAUF DENKTAŞ’IN ANKARA’DAKİ ZORUNLU İKAMET YILLARI VE FAALİYETLERİ (1964-1968) BÖLÜM 3

RAUF DENKTAŞ’IN ANKARA’DAKİ ZORUNLU İKAMET YILLARI VE FAALİYETLERİ (1964-1968) BÖLÜM 3



Gençliğini ve Ömrünü KIBRIS Türk devletinin kuruluşuna adayan Mukavemetçi ,


1.4. Denktaş’ın Kıbrıs’a Firarı (1967) 

Ankara’daki zorunlu ikamet döneminin dördüncü yılı başlarken (1967) 
Denktaş durumun ne kadar üzüntü verici olduğunu hatıralarında şu şekilde dile 
getirmekteydi: “Ada’dan uzak kalışın baskısı ve tatsızlığı ile dolu bir yıl daha 
geçti. Kıbrıs’tan gelen haberler daha da tatsızlaştı. Ankara’dan geçerken uğrayıp 
hal hatır soranlar azaldı. Benimle temas edenler “ikbalden” düşüyorlarmış. 
Dışişlerindeki arkadaşları da zor durumda bıraktığımı anlıyorum. Hükümetin 
boyunda bir ağırlık olduğum aşikâr. Eleştirilerim fazla oluyormuş.” (Denktaş, 
1997, s.1) Denktaş söz konusu ifadeleri, hem Ankara’nın Kıbrıs politikasına, 
hem de Dr. Küçük’ün Denktaş hakkında söylediklerine ne kadar üzüldüğünün 
kanıtıydı. 

Denktaş’ın Ankara’da yaşadığı günler, Dr.Küçük’le aralarının açılmaya 
başladığı günlerdi. Aynı tarihlerde Kıbrıslı Türkler, “Doktorcu” ve “Denktaşçı” 
olarak ikiye bölünmeye başlamışlardı. Peki neydi Dr. Küçük’ün, siyasete 
kendisinin soktuğu Denktaş’a karşı olan bu tavırlarının nedeni? Aslında her şey 
Denktaş’ın Ada’ya girişinin yasaklanmasıyla gün yüzüne çıkmıştı. Denktaş’a, 
Ankara’da Dışişlerinde Kıbrıs dairesinde bir masa verilmiş, çalışmalarını 
oradan sürdürüyordu. Bu arada demeçler, röportajlar, raporlar hazırlıyordu. 

Ada’da ise, yerine vekâlet eden Dr. Şemsi Kazım fiilen cemaat başkanı olmuştu. 
Toplumun en güçlü kurumunun başına Dr. Küçük’ün sevmediği biri 
gelmişti.1963 yılında Rum lider Makarios’un Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasını 
veto etmesinden sonra, Cumhurbaşkanı yardımcısı Dr.Küçük ile bakanlar, 
toplum yönetiminin dışında kalmıştı. Dr. Küçük’ün sevdiği (ancak kıskandığı) 
Denktaş, ise Ankara’daydı. Doktorla, Şemsi Kazım’ın arasına ilerleyen 
günlerde, iyice açılmaya başladı. Dr.Küçük hem Cemaat Meclisine, hem de 
TMT’ye karşı savaş açtı. Dr. Küçük, Şemsi Kazım’ın ve TMT’nin talimatları 
Denktaş’tan aldığını düşünüyordu. (Batur, 2007, s.304) Denktaş, 1967 yılında 
Ada’ya gizlice çıkarken, Rumlar tarafında yakalanıp tutuklanınca, sorgusunda, 
aralarının açılması hakkında şunları söyleyecekti: “Doktor, kendi gölgesinden 
bile kuşkulanır. Benim hakkımda söylenenleri duydukça benden 
kuşkulanıyordu. İnsanlar benim hakkımda, “Denktaş daha iyidir” şeklinde 
sözler söylüyorlardı. Bunları duydukça, Türkiye’den döner dönmez kendisini 
devireceğimi sanıyordu. Denktaş, Türkiye’de rahatına bakar, ben ise burada acı 
çekerim. Bütün bunlar geçip de Denktaş geldiğinde beni yerimden edecek diye 
düşünüyordu. Dr. Küçük, kendisini büyük adam olarak görürdü. Ona bir mektup 
yazdım: “Bir gün Kıbrıs’a geleceğim. Ölecek olsam bile geleceğim. Gelecek ve 
topluma bir açıklama yapacağım. Bazıları senin beni istemediğini söylüyorlar. 
Buna inanmıyorum. Senden bir ricam var. Benim Kıbrıs’a dönmemi istediğin 
hakkında Türk hükümetine bir yazı yaz. Şöyle ki, mücadele ederken benim 
elimde bir şey bulunsun”. Buna karşılık, Doktor, ilk mektubunda bana şunları 
yazdı: “Senin Kıbrıs’a dönmenin bir yolu olmadığı halde niçin cesurluk 
satıyorsun? Artık nasıl Kıbrıs’a dönebilirsin? Ama daha sonra, mayıs ayında 
yazdığı bir mektupta dönmemi istediğini bildiriyordu. Ankara’ya gelenlerle de 
mesajlar gönderiyordu. Yalnız başına işlerin üstesinden gelemediğini ve benim 
dönmemi istediğini söylüyordu. Dr. Küçük’ün Türk hükümetine de aynı yolda 
yazı yazıp yazmadığını bilmiyorum. Ama değiştiği belliydi. Bütün bunlardan 
sonra Kıbrıs’a dönmek istiyordum.” (Sepetçioğlu, 2000, s.323-325) Ankara ile 
bozulan ilişkileri Denktaş’ta artık Ada’ya dönme zamanı geldiğini 
düşündürüyordu. Bu yüzden bir plan yapan Denktaş Türk hükümetinden gizli 
Larnaka’daki mücahitlerin lideri Dr. Orhan Müderrisoğlu ve Kıbrıs’ta 
mücahitlerin komutanı Erol Kazım ile irtibata geçti. Denktaş, Larnaka’dan 
gizlice Ada’ya girecekti. Gerekli para, mücahit fonlarında temin edilip, 
Denktaş’a gönderilecekti. Denktaş, Nejat Konuk ve Denktaş’ın şahsen 
tanımadığı Larnaka’yı bilen Erol İbrahim isminde bir kişiyle 21 Ekim 1967 
gecesi Ankara’dan İskenderun’a, oradan da motorla Ada’ya gitmek için 
harekete geçtiler. Konuk’un ayarladığı motorla Larnaka’ya doğru yola 
çıktıklarını sanıyorlardı ancak Larnaka yerine Ada’nın kuzey ucundaki 
Karpaz’a çıkıyorlardı. (Denktaş, 1997, s.387-463) Denktaş ve beraberindekiler 
(Nejat Konuk, Erol İbrahim ve motoru kullanan kişi) 1967 yılında, Ada’ya 
gizlice girmeye çalışırken Rumlar tarafından yakalanıyordu. O sırada 
Makarios’un Kıbrıs’ı savunma meseleleri için oluşturduğu konsey toplantı 
yapıyordu. Toplantı sırasında, Denktaş’ın yakalandığı haberi, sekreteri 
tarafından Makarios’a bir notla bildirildi. Makarios’un ardından Albay Grivas 
da aynı notla Denktaş’ın yakalandığı haberini öğrenmiştir. (Kızılyürek, 2007, 
s.138) 

Yunan karargâhında tutulan Denktaş, önce Yunanlı subaylar tarafından 
sorgulanıyordu. Daha sonra Rum Merkez Karakoluna götürülüyordu. 
Denktaş’ın avukatı Ali Dana da oraya gelmişti. (Batur, 2007, s.343-356) 
Kendisini sorgulayan Yunan subayların “niye geldin” sorusuna Denktaş: 
“Enosis tamamdır, adını koymak kalmıştır şeklinde beyanatlarınız vardır... Bana 
gelen haberlerde bazı insanlarımızın buna inandıklarını ve size mukavemetin 
gereksiz olduğunu düşünenlerin de olduğunu görüyordum; diğer yandan da 
bana sonuna kadar dayanırız diyenlerden de haberler geliyordu... Doğrusu 
neydi? Bunu tespit ederek halka yön vermek için geldim. Siz de biliyorsunuz ki 
tespitim bu işin bittiği, Enosis’in tahakkuk ettiği yönde olursa bunu halkıma 
duyuracak cesaretteyim, ancak mukavemetin devam edebileceğini görürsem 
bunun daha etkili bir şekilde devam etmesi için elimden geleni de yaparım. Bu 
nedenle geldim” diyordu. (Denktaş, 2004, s.29) 

1 Kasım 1967 tarihinde Türk gazetelerinde manşetlerde “Denktaş, 
Kıbrıs’ta tevkif edildi” haberi yer alıyordu. ( Hürriyet, 1 Kasım 1967, s.1) Bu 
haber hem Ankara’da hem de Kıbrıs’ta şaşkınlıkla karşılanıyordu. The Times 
gazetesi ise haberi, “Kıbrıs Türk Cemaati Üyesi Denktaş, iki Kıbrıslı Türk ile 
beraber, Kıbrıs’ın kuzeydoğusunda, küçük bir botla, Ada’ya girmeye çalışırken 
yakalandı” şeklinde duyuruyordu. (The Times, 2 Kasım 1967, s.7) 

O tarihlerde Denktaş’ın tutuklanması ile ilgili olarak Milliyet 
gazetesindeki haberler şu şekildeydi: “Denktaş, 31 Ekim 1967 tarihinde 
yanındaki iki kişi ile birlikte, Ada’ya çıkarken tutuklanmıştı.” (Milliyet, 1 
Kasım 1967, s.7) Ancak Lefkoşa Türk Büyükelçisi Ercüment Yavuzalp, 
“Denktaş’ın hayatının garanti altına alınması için Birleşmiş Milletler 
aracılığıyla, Rum hükümeti ile görüşmüş ve talep olumlu karşılanmıştı. Ayrıca, 

Kıbrıs’ta ki Türk hükümeti temsilcileri, Denktaş’ın Ada’ya çıkışından Türk 
hükümetinin kesinlikle bilgisi olmadığını belirtiyordu.” (Milliyet, 1 Kasım 
1967, s.1) 

Denktaş’ın tutuklanmasının ardından, Rumlar tarafından Denktaş’a 
işkence yapılabileceğinden endişe eden Başbakan Süleyman Demirel 
kamuoyuna “Denktaş’a yapılacak muamele fevkalade önem taşımaktadır” 
diyordu. ( Hürriyet, 2 Kasım 1967, s.1) 

 İngiltere Dışişleri Bakanı Brown, “Denktaş’ın serbest bırakılması için 
Makarios ile irtibata geçileceğini, Londra’da bulunan Türk Dışişleri Bakanı 
İhsan Sabri Çağlayangil’e bildirdi. Bu arada Denktaş’ın serbest bırakılması için 
hem Lefkoşa’da hem de Türkiye’de mitingler yapılıyordu.” (Milliyet, 1 Kasım 
1967, s.1) Kamuoyu tepkisi ve Türkiye’nin araya girmesi ile Denktaş, günler 
süren sorgulamalardan sonra, nihayet 13 Kasım 1967 tarihinde serbest 
bırakılıyordu. (Milliyet, 1 Kasım 1967, s.7) Bu olay, Denktaş‘ın bir lider olarak 
cesaretini ve risk alma konusundaki kesin tavrını göstermesi açısından dikkat 
çekicidir. Sonunda ölümün dahi olabileceği bir bilinmez yola çıkmaktadır. 
Diğer taraftan Türkiye‘nin onaylamadığı bir hareketin içerisinde mücadelenin 
Türkiye ayağında bir aksaklık çıkması, daha önemlisi kendisinin saf dışı 
bırakılması ihtimali vardır. Tüm bunlara rağmen Denktaş Ada‘ya çıkmıştır. 

12 Kasım 1967 tarihinde Denktaş 12 günlük tutukluluktan sonra serbest 
bırakılıyordu, Denktaş’ın eşi Aydın Denktaş haberi, Türk Dışişleri Bakanı İhsan 
Sabri Çağlayangil’den öğreniyordu. ( Hürriyet, 13 Kasım 1967, s.1) Ankara’ya 
dönen Denktaş, Kıbrıs’a neden ve nasıl gittiği hakkında bir basın toplantısı 
düzenlemiştir. “Yunanistan Ada’yı askeri yönden fiilen işgal etmiştir. Bu 
aşikârdır. Askeri ENOSİS olmuştur. Geri kalan şey iki tarafın, bunu hukuki 
yönden ilanıdır” diyen Denktaş, tutuklu kaldığı zaman zarfında, Rum liderlerin, 
hatta İçişleri Bakanı Yorgacis’in, “ENOSİS” diye bir şey yok. Bu davanın en 
salim yolunun Türkiye ile Yunanistan’ın Ada’dan çekilmeleri, iki cemaatin 
eskisi gibi Kıbrıs’ı birlikte idare etmeleridir” dediğini, buna karşılık Yunan 
subayların “ENOSİS olacaktır, bunu biliniz. Siz de Batı Trakya’daki 
Müslümanlar gibi bizim idaremizde yaşamayı öğreneceksiniz” şeklinde 
konuştuğunu söyleyen Denktaş, Ada’ya gidiş sebebini de şu şekilde açıklıyordu: 
“Benim amacım, Türk kesimine gitmek ve vazifemin başına geçmekti, Türk 
kesimine girebilseydim, artık Türkiye’ye dönmem bahis konusu olmayacak, 
durumu raporlar halinde Türk hükümetinin en yetkili kademelerine teferruatıyla 
bildirecektik.” (Milliyet, 13 Kasım 1967, s.7) 

1967 yılının sonunda Ada’da Rumların Geçitkale saldırılarından sonra, 
toplumlararası müzakerelere başlanması kararı alınıyor, Türk tarafını temsil 
edecek kişi olarak Denktaş seçiliyordu. Denktaş için 13 Mart 1968 tarihi bir 
milattı. Dört yıllık sürgünden sonra, evine, Ada’ya dönüyordu. Makarios’un, 12 
Ada’dan sonra, 13.Ada olarak, Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlama isteğine karşılık 
Denktaş, 13 Mart tarihinde, bu planı bozmak için Ada’ya geliyordu. Ada’ya 
gelirse, kendisini meydandaki elektrik direğine asacağını söyleyen Dr. 
Küçük’ün nasıl tepki vereceği konusunda endişeliydi. Ancak, yaşanan tüm 
kırgınlıklara rağmen, dört yıldır, Ada’da tek başına mücadele veren Dr. Küçük 
yorulmuştu ve Denktaş’a ihtiyacı vardı. Binlerce Kıbrıslı Türk, Denktaş’ı 
karşılıyordu. Aralarında Dr. Küçük de vardı. Birbirlerine sarılıp, ağlıyorlardı. 
Denktaş, o günü şöyle anlatır: “Dr. Küçük’le kucaklaştık. Bu samimi, içten 
gelen, geçmişe sünger çeken bir kucaklaşmaydı. Dr. Küçük’le bir jeepe bindik. 
Binlerce insan coşku içinde bizi selamlıyordu. Halk arasında ağlayanlar vardı. 
Gördüğüm herkes, kadın erkek, fark etmeksizin birer direnişçiydi. Kahramandı. 
Atatürk Meydanı’na kadar, coşkulu bir hava içinde geldik. Dr. Küçük de ben de 
halka hitap ettik. Önümde yeni bir sayfa açılıyordu”. (Batur, 2007, s.390) 
Gerçekten de Denktaş’ın önünde, devlet başkanlığına kadar gidecek yeni bir 
sayfa açılıyordu. Bu sırada, Dr. Küçük’le aralarındaki buzlar erimişti ancak bu 
sadece birkaç yıl sürecekti. Yapılacak çok şey vardı. Denktaş, Ada’ya 
döndükten kısa bir süre Toplumlararası Görüşmelerde Türk tarafını temsil 
etmekle görevlendiriliyordu. Denktaş’a göre bir görüşmecide olması gereken 
özellikler şunlardı: “Görüşmecilik meslek değildir. Akıl işidir. Görüşmeci, bir 
maksat için görüşür. Tellal değildir. Elindeki mala, en çok fiyatı verene malı 
teslim etmek gibi bir yaklaşımı yoktur. Siyasal görüşmelerde, görüşmeciye 
verilmiş bir hedef vardır. Ondan, bu hedefe varmak için izleyeceği yolda, 
karşısına ne çıkarsa çıksın, vazgeçmemesi, gereken prensipler konusunda çok 
titiz davranması istenir. Kısacası, görüşmeci belirli yetkilerle donanmış, 
görüşme koşulları önceden kararlaştırılmış, kırmızı çizgileri belli bir ortamda 
sorumluluk yüklenmiş, savunduğu davaya inanmış bir müzakerecidir.” 
(Denktaş, 2004, s.20) Peki, Denktaş nasıl bir müzakereci olacaktı, anavatanı 
olarak gördüğü Türkiye’nin kendisine çizdiği kırmızı çizgiler nelerdi? Bu 
soruların cevabını ve talimatları almak için, Denktaş, Türk Dışişleri Bakanı 
Çağlayangil’i ziyaret etmişti. Görüşmede, Akritas Planı ve Makarios’un yapmak 
isteklerini anlatan Denktaş’a göre: “Çare, Türkiye’nin de Kıbrıs’ta Yunanistan 
kadar var olmasında ve durumu dengelemesindeydi. Makarios’a göre, ENOSİS 
elde edilmişti, adını koymak için bekleyebilirdi. İşlerin uzaması Türkiye’nin 
1960 Anlaşmalarıyla, elde etmiş olduğu en hayati hakkını gerektiği andan 
kullanmamasından kaynaklanmaktaydı. Türkiye, bu haklarının var olduğunu, 
canlı olduğunu ve gerekirse mutlaka kullanacağını devamlı olarak gündemde 
tutmalı, bu hakkın “kullanılmama suretiyle” ortadan kalktığının iddia 
edilmesine müsaade etmemeliydi”. Ancak, Türkiye, Kıbrıs’a müdahale edecek 
durumda değildi. Türkiye’nin zamana ihtiyacı vardı. Denktaş bunu biliyordu 
ama bu yaklaşık on yıl olacağını tahmin edememişti. Çağlayangil’le 
görüşmesinin ardından, Denktaş Türkiye’nin öngördüğü bir hedef, bir Kıbrıs 
siyaseti, garantilerin devamından öteye geçmeyecek kırmızı çizgileri olmadığı 
sonucuna varır. Çağlayangil’in, kendisine açık kart verdiğini düşünen Denktaş’a 
göre, “halkının içinde bulunduğu sıkıntılı durumu rahatlatacak her hangi bir 
sonuç, Türkiye için olumlu bir sonuç olacaktı. Denktaş, Türkiye’nin o günkü 
durumda, daha ilerisini göremediğini düşünüyordu. Denktaş, Çağlayangil’den 
aldığı yetkiyi, “iyi, tatminkâr bir anlaşma yapabilirsen bunu yap, zamana da, 
yardıma da ihtiyacımız vardır, bize de zaman kazandır, Garanti Anlaşmalarıyla 
Türkiye’ye verilmiş hakların devam edeceği bilinci ve güveni içinde ol” 
(Denktaş, 2004, s.25-26) )anlamında yorumluyordu. Ne var ki, Denktaş, çok 
yaklaştığı anlar olsa bile, hiçbir zaman Rumlarla tatminkâr bir anlaşma zemini 
bulamayacaktı. 

Sonuç 

Rauf Denktaş’ın Ankara yılları, Kıbrıs konusunda Türk hükümetleri ile 
arasındaki vizyon farklılığını iyice anladığı ve gerek söylemlerinde gerekse 
yazdıklarında bunu çekinmeden dile getirdiği bir dönem oldu. Kıbrıs davasının 
ancak Türkiye’nin birlikteliği, hangi hükümet işbaşında olursa olsun, 
Türkiye’nin desteğiyle çözüleceğine inanan Denktaş için sürgün yılları 
“hayatının en zor yılları” olmuştur. 

Denktaş, Rumların saldırıları karşında Ada’daki Türk varlığını korumak 
için Türkiye’nin mutlaka müdahale etmesi gerektiğini savunmuş ve bu 
düşüncesini Ankara hükümetlerine benimsetmeye çalışmıştır. Teorik olarak bu 
fikre sıcak bakan Ankara ise, 1964-1968 yılları arasında askeri açıdan yeterli 
olunmadığı gerekçesi ile bu fikri fiiliyata dökememiştir. 

Denktaş ile Ankara ilişkileri, Türkiye’deki iktidar ve uluslararası 
konjonktürün dinamiklerine göre değişiklik göstermiştir. Türk hükümetleri hem 
kendi ideolojilerine hem de uluslararası koşullara göre değişiklik (nispi oranda) 
gösteren politikalarını Denktaş’a uygulatmak istemişler, Denktaş da böylece 
Türkiye’deki askeri-sivil bürokrasinin Kıbrıs’taki uygulayıcı aktörü durumuna 
gelmiştir. Türkiye’deki askeri-sivil bürokrasi arasında nasıl denge politikası 
takip ettiğini Denktaş şöyle açıklar: “ Türkiye’de hariciyede ve askerde iki ekol 
var. Bunlardan bir tanesi, Denktaş’ın müdafaa ettiği şekilde halledilebilir 
derken, diğeri; Kıbrıs meselesi üzerimizde büyük bir kambur, bitmesi lazım 
diyor. Ben bu iki ekol arasında devamlı surette bir denge kurarak, fazla taviz 
vermeksizin bu davayı yürütme görevini üstlendim “Derhal anlaşma yap 
dediklerinde ve o anlaşma yapılamayacak bir anlaşma ise zaman kazanmaya 
çalıştım ve anlaşma yapılsaydı çok şey kaybederdik” diyen ekol kendini kabul 
ettirmeye kadar bekledim.” (Gürkan, 2005, s.53-54) 


KAYNAKÇA 

Azizoğlu, A. ( 2013). Denktaş Anlatıyor: 1 Ağustos 1964 Erenköy. Kıbrıs Postası, 1 Ağustos. 
Batur, N. (2007). Rauf Denktaş- Yeniden Yaşasaydım. İstanbul: Doğan Kitap. 
Denktaş, R. (1966). 12’ye 5 Kala Kıbrıs. Ankara. 
Denktaş, R. (2004). Kıbrıs Girit Olmasın. İstanbul: Remzi Kitabevi. 
Denktaş, R. (1996). Rauf Denktaş’ın Hatıraları 1964.İstanbul: Boğaziçi Yayınları. 
Denktaş, R. (1996). Rauf Denktaş’ın Hatıraları 1965.İstanbul: Boğaziçi Yayınları. 
Denktaş, R.(1997). Rauf Denktaş’ın Hatıraları 1967. İstanbul: Boğaziçi Yayınları. 
Erol, H. (2014). Kıbrıs Politikalarında Lider Rauf Denktaş’ın Rolü. Yayınlanmamış doktora tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü. 
Gürkan, N. (2005). Zirvedeki Yalnızlık Kulesi Rauf Raif Denktaş. Gazimağusa: Cümbez Yayınları. 
Hürriyet, 4 Eylül 1964, s.1. 
Hürriyet, 1 Kasım 1967, s.1 
Hürriyet, 2 Kasım 1967, s.1 
Hürriyet, 13 Kasım 1967, s.1 
Kasımoğlu, E. (1991). Eski Günler Eski Defterler. Lefkoşa: Yorum Yayıncılık. 
Kızılyürek, N. (2007). Glafkos Klerides Tarihten Güncelliğe Bir Kıbrıs Yolculuğu. İstanbul: İletişim Yayınları. 
Milliyet, 10 Nisan 1964, s.1,7. 
Milliyet, 12 Temmuz 1964, s.1,7. 
Milliyet, 8 Ağustos 1964,s.1. 
Milliyet, 10 Ağustos 1964,s.1. 
Milliyet, 12 Ağustos 1964, s.1. 
Milliyet, 9 Nisan 1965, s.3. 
Milliyet, 26 Aralık 1965, s.1. 
Milliyet, 5 Ocak 1966, s.1. 
Milliyet, 17 Aralık 1966, s.1. 
Milliyet, 1 Kasım 1967, s.1,7. 
Milliyet, 13 Kasım 1967, s.7. 
Satan, A.- Şentürk, E.(2012). Tanıkların Diliyle Kıbrıs Olayları 1955-1983. İstanbul: Tarihçi Kitabevi. 
Sepetçioğlu, M. N. (2000). Sabır Ağacı Zaman Uyanışı. İstanbul: Kıbrıs Kredi Bankası. 
Özter, L. (2004). Ulusal Mücadelede Denktaş. Ankara: Özyurt Matbaacılık. 
Tarakçı, M. (2010). Kıbrıs Barış Harekâtı. İstanbul: Hiperlink Yayınevi. 
Tercüman, 29 Ağustos 1964, s.1. 
The Times, 2 Kasım 1967, s.7. 

 ***

RAUF DENKTAŞ’IN ANKARA’DAKİ ZORUNLU İKAMET YILLARI VE FAALİYETLERİ (1964-1968) BÖLÜM 2

RAUF DENKTAŞ’IN ANKARA’DAKİ ZORUNLU İKAMET YILLARI VE FAALİYETLERİ (1964-1968) BÖLÜM 2





1.2. Denktaş İle Ankara’daki Yeni Hükümetin İlişkileri (1965) 

İsmet İnönü’nün Şubat 1965 tarihinde geçiş süreci başbakanlık görevini 
bırakmasının ardından, Adalet Partisi hükümeti kurulmuştu. Yeni hükümette 
Suat Hayri Ürgüplü 20 Şubat 1965 tarihinde başbakanlık koltuğuna oturuyordu. 
Suat Hayri Ürgüplü hükümetinde, 1965 yılında, Kıbrıs’tan sorumlu başbakan 
yardımcılığı görevine getirilen Süleyman Demirel’in, başbakanlık ve  cumhurbaşkanlığı dönemini de kapsayan kırk bir yıllık Kıbrıs meselesi serüveni başlamıştı. Demirel, o dönemi şöyle anlatmaktadır: “1965 Şubatında biz, o günkü hükümeti istifaya mecbur ettik. 20 Şubat 1965’ten itibaren Suat Hayri Ürgüplü başkanlığında yeni bir hükümet kuruldu. Bu hükümette ben başbakan yardımcısıyım. Adalet Partisi genel başkanı olarak. Ve Türkiye’de Kıbrıs işinden sorumlu bakan benim. Benim Kıbrıs’la ilgim 20 Şubat 1965’ten itibaren devlet seviyesinde bir ilgidir. O tarihten itibaren hangi meselenin içinde kim varsa hepsiyle ilgiliyim. Kıbrıs olayı dendiği zaman, her şey benden soruluyor. Haluk Bayülken Dışişleri Genel Sekreteri. Benimle çalışıyor. Hasan Işık Bey, Dışişleri Bakanı. Moskova’da büyükelçiydi. Onu da ben getirdim. Haluk Bey, Hasan Bey ve ben üçümüz beraber Kıbrıs meselesini götürüyoruz. O sırada, Fazıl Küçük’le de Rauf Denktaş’la da tanıştım. Hükümetimizin devraldığı 
Kıbrıs olayında 1963 hadiseleri var. Katliam var. Kan var. Mesele, uluslararası 
platforma çıkmış, 4 Mart 1964 tarihli Birleşmiş Milletler kararı var. Bu karar 
çok büyük bir handikaptır. Bu karardır aslında Türkiye’yi en uğraştıran. Bu 
kararı Türkiye nasıl kabul etmiştir? Biz o zaman bunu çok ağır eleştirdik. Bu 
kararla 1959-1960’da kurulmuş olan Kıbrıs ortak devletini, yani Ada’da iki 
halkın yaşayacağı ve iki ayrı halkın bir müşterek, ortak devleti olacağı 
prensibini ortadan kaldırıyor. O zaman ne oluyor, o günkü hükümetin bir kanadı 
koparılmış, bu kararla Makarios hükümetini Ada’nın bütün hükümeti sayıyor. 
Hala Türkiye bundan kurtulamamıştır (2007). Bizim o anda yapacağımız bir şey 
yok, fakat Ada’da büyük bir göç oluyor. Güneydeki Türkler kuzeye geliyor. 
Lefkoşa’nın varoşları Türk mahalleriyle doluyor. Türkiye çok fazla bir şey 
yapamıyor, kıvranıp duruyoruz. Gece yarılarında Lefkoşa içinde Yeşil Hat 
kurulmuş, Magosa’da Yeşil Hat kurulmuş. 3’e doğru Haluk Bayülken’in gelip 
beni uyandırdığını hatırlıyorum. Yeşil Hat değişti. Nasıl değişti? Yorgos’un 
dükkânından, Mustafa’nın dükkânına kaydı. Bir değişiklik büyük devlet 
meselesi oluyor burada.” 

Denktaş Suat Hayri Ürgüplü için: “Geçici bir hükümetin başkanı olduğunu bilerek hareket etti. Kıbrıs meselesini aldığı yerden teslim etmek siyasetini kullandı, gerilememeye çalıştı. Türkiye’nin Kıbrıs’ta ne istediğini kendisi de bilmiyordu zannedersem” analizini yapıyordu. 

Denktaş Ankara’daki ikinci yılında da Kıbrıs Türk liderliği ve Dr. Küçük’e mektuplar göndererek gelişmeler hakkında bilgi vermekte ve almaktaydı. Hatta bu durum, Denktaş, Dr. Küçük’e Ankara’dan talimat veriyor şeklinde kamuoyuna yansıyordu. 

Denktaş’ın “zorunlu ikamet” döneminde Ankara’dan yürüttüğü faaliyetleri  hakkında, Rum gazetelerinde haberler çıkmaktaydı. Bunlardan biri 
Mahi Gazetesinde çıkan haberdi. Habere göre: “Denktaş, Londra’da seri halinde 
esrarengiz toplantılar yapmaktadır. Bazı eğitime tutulmuş Türklerin 
denizaltılarla Kıbrıs’a gelmekte oldukları da tespit edilmiştir. Birçok diğer 
Londralı Türkün silahlı eğitimine tabi tutulmak üzere Ankara’ya gitmesi 
istenmiştir”. Denktaş, bu dönemde Ankara’da yaşasa da zaman zaman 
Londra’ya gidip gelmekteydi. 

Bu haber karşısında Denktaş: “Biz, bazı gençlerin Kıbrıs’a gidip mücadeleye katılmaları için yardım ediyoruz. Temaslar var, ailesini bırakıp yola çıkanlar var ve bu çalışmaları Rum’a duyuranlar var. Kahrolmak içten değil fakat yılmadan devam etmek gerekir” şeklinde kendisini savunuyordu. 

(Denktaş’ın Ankara’da bulunduğu 1964-1968 yılları arasında, Ada’da Rumların 
Türklere saldırıları düzenli olmasa da devam etmektedir) (Denktaş, 1996, s.391) 

Denktaş’ın Ada’dan uzakta kaldığı dönemde, Dr. Küçük yalnız kalmıştı. 
Denktaş, uzak kaldıkça geri planda kaldığını da hissetmekte ve Ada’ya dönüş 
yollarını aramaya başlamıştı. Bu arada Denktaş, Türk basınına beyanatlar 
veriyor, Ankara ile temaslarını en üst düzeyde tutuyordu. Ancak, Dr. Küçük 
bundan rahatsızlık duymaya başlamış, hatta Türk Dışişleri’ne bir mesaj 
göndermişti. Buna göre: “Kıbrıs’ta halk acı ve ıstırap içinde kıvranırken, 
Denktaş’ın devamlı surette verdiği beyanatlar halkın moralini bozmaktadır. 
Uygun bir şekilde ikaz edilip susturulmalıdır.” (Batur, 2007, s.294) 
Dr.Küçük’ün bu mesajına Denktaş’ın cevabı: “Hariciye, benim sık sık yaptığım 
beyanatlardan ve eleştirilerden zaten rahatsız. Dr. Küçük’ün mesajını bana 
okumak zorunda kalan görevli çok sıkılarak okudu. Lefkoşa’daki manzarayı 
görür gibi oldum: Büyük bir sıkıntı içinde görev yapan arkadaşlar, benim 
“dayanacağız, kazanacağız” beyanatlarım karşısında Doktora, “işte bak Denktaş 
ne diyor? O Ankara’nın rahatında keyfine bakıyor vs.” ve Doktorun ikaz mesajı. 
Hâlbuki Teşkilat Başkanı bana moral beyanatlarım için teşekkür ediyor. Demek 
ki askeri liderlikle siyasi liderlik arasında bir şeyler olduğu yönünde haberler 
abartma değildir.” (Denktaş, 1996, s.476-477) Denktaş’ın Dr.Küçük’ün söz 
konusu davranışları karşısında yorumu “Doktor bir taraftan yalnız kaldım diyor, 
diğer taraftan da Türkiye yetkililerine gönderdiği mesajlarda Denktaş gelirse 
cemaat parçalanacak diyordu.” (Kasımoğlu, 1991,147) 

Takvimler 8 Nisanı gösterdiğinde Denktaş ve Kıbrıslı Savunma Bakanı 
Osman Örek CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’yü ziyaret ediyordu. Görüşme 
sonrası İnönü gazetecilere “Kıbrıslı liderlere Türkiye’nin desteğinden daima 
emin olmalarını anlattım” diyordu. Denktaş ise: “Yunanistan Kıbrıs’tan 
parmağını çekse, garanti anlaşması altındaki mesuliyetlerini Türkiye ile birlikte 
yerine getirse bugün Kıbrıs meselesi diye bir şey kalmazdı. Türk hükümeti 
Yunanistan’ı muhatap olarak almakta haklıdır” (Milliyet, 9 Nisan 1965, s.3) 
açıklamasını yapıyordu. 

Türk siyasal yaşamı, 11 Kasım 1965 tarihinde çok uzun yıllar Türkiye siyasetinin en önemli aktörlerinden biri olacak bir başbakanla tanışıyordu. 20 Şubat 1965 tarihinde kurulan Suat Hayri Ürgüplü hükümetinde başbakan yardımcısı olan Süleyman Demirel başbakanlık koltuğuna oturuyordu. Denktaş, Demirel’in Kıbrıs politikasını şöyle değerlendiriyordu: “Demirel, çok işler yapılabilir, Kıbrıs kurtulabilir ümidi ile işe başladı. Diplomatik çıkmazları çok erken bir zamanda gördü ve güçlükleri anladı. Yunanistan ile harp yapmaksızın Kıbrıs kurtulamazdı. Ordu hazırdı ama papaz (Makarios) fırsat vermiyordu. 
halde diplomatik çabalara devam siyasetini uyguladı”. (Denktaş, 1997, s.382) 

Denktaş, her ne kadar, Türkiye’yi Kıbrıs konusunda milli bir politika 
benimseyip, somut bir adım atmamakla itham ettiyse de, Demirel Kıbrıs 
politikasını belirlerken, İnönü’den aldığı tarihi nasihati göz ardı edememişti. 
İnönü 1963 yılında Demirel’e diyordu ki: “Evvela oradaki halk orayı vatan 
yapmaya karar vermelidir. Kıbrıs’taki halk emin değil. Eğer bir halk oturduğu 
yeri vatan yapmaya karar vermezse, orayı muhafaza edemezsiniz. Evvela, onlar 
bir karar versinler vatan yapmaya. Fedakârlık yapsınlar, mücadelenin içine 
girsinler. Bizim ordu deniz geçen bir harekât yapmamıştır. Türkiye’nin 
başarısızlığı Kıbrıs’ın kaybı demektir. Türkiye başarılı olmaya devam ederse, 
Kıbrıs’ı nasılsa kurtarır. Ama Türkiye başarısız olursa, Kıbrıs da batar, Türkiye 
de batar. Onun için bir amfibik harekât emrini vermeden önce çok dikkatli 
olun”. İnönü’nün sözlerine bakıldığında, Kıbrıs Türk toplumunun henüz kendi 
içinde birlik, beraberlik sağlamadığını düşündüğü görülür. Bu şartlar altında 
Türkiye’nin Ada’ya müdahale edip, kendini ateşe atmasını uygun bulmuyordu. 
(Batur, 2007, s.363-364)Demirel’in bu tutumunda şüphesiz İnönü’nün bu 
sözlerinin etkisi olsa da söz konusu tarihte çıkarma yapacak yeterli amfibik 
gemiler de mevcut değildi. 

25 Aralık 1965 tarihinde Denktaş, Kıbrıs Savunma Bakanı Osman Örek 
ile beraber, Türk Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’i ziyaret ediyordu. 
Ziyaret sırasında basının sorularını yanıtlayan Denktaş: “Türkiye harbi göze 
almadığı takdirde Kıbrıs işi burada bitmiştir. Anlaşmalar bakidir deniliyor. 
Fakat bu anlaşmalar bir türlü tatbik edilmiyor. Yine de yürürlüktedir deniliyor” 
(Milliyet, 26 Aralık 1965, s.1) diyerek Türkiye’nin Kıbrıs politikasını 
eleştiriyordu. 

Denktaş, 31 Aralık 1965 gününü günlüğüne yazdığı şu sözlerle 
bitiriyordu: “1965 yılının son günü özgürlük mücadelemizin ikinci yılındayız ve 
sürgünlüğümüzün de ikinci yılını doldurduk. Bin bir ıstırap ve çile içinde geçen 
koskoca iki yıl geçmişi, dünü ve bugünü düşünüyorum: Enosis Olmaz" ( 
Denktaş, 1965, s.205) 

1.3. Denktaş’ın Yeni Kitabı “12’ye 5 Kala” (1966) 

1966 yılının başlarında Denktaş’ın Ankara’daki sürgün hayatının üçüncü 
yılı doluyordu. Denktaş artık Türk hükümetinin Ada’ya müdahale etmemesini 
sadece kapalı kapılar ardında değil kamuoyunda da yüksek perdeden dile 
getiriyordu. Basına yaptığı açıklamada Denktaş “Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale 
hakkının mevcut olduğunu, 3 yıldır sulh ile davayı halletme çabasının 
Türkiye’yi çıkmaza soktuğunu” (Milliyet, 5 Ocak 1966, s.1) söylüyordu. 

Denktaş’ın 29 Ekim 1966 tarihinde yazdığı ve milletvekillerine dağıttığı 
“12’ye 5 Kala Kıbrıs” adındaki kitapçığı, Ankara’ya bomba gibi düşüyordu. O 
dönemde başbakan Süleyman Demirel, Dışişleri Bakanı ise İhsan Sabri 
Çağlayangil idi. Denktaş, Türkiye’nin Kıbrıs konusunda takip ettiği pasif 
politikayı eleştiriyordu. Denktaş, kitapçıkta: “...Değişen dünyadan bihaber körü 
körüne bir İngiliz dostluğu güttük. İngilizler gücenmesin diye Türk hariciyesi 
“Bizim Kıbrıs davası diye bir davamız yoktur” demişti. Kıbrıs’taki durumu 
anlatmak için Türkiye’ye gelen heyetlere resmi kapılar kapalıydı bir ara. 
Bunları unutmamamız gerekir. Kıbrıs Türk’tür cemiyetleri de kuruldu, Kıbrıs’ta 
ve Anadolu’da. Fakat Kıbrıs’ın Türk kalabilmesi için ne bir plan hazırlandı ne 
de bir siyaset takip edildi. Ardından “ya taksim ya ölüm” dendi ve yüzlerce 
Türk bu dava uğruna Kıbrıs’ın topraklarına kefensiz uzandılar. Fakat yine 
taksimi tahakkuk ettirmek için ne bir plan vardı ne de belirli bir siyaset. 
Ortadoğu’da barışı korumak, Türk-Yunan dostluğunu ihya etmek ve NATO’yu 
sarsıntıdan kurtarmak için hüsnüyetle Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Türkiye bu 
cumhuriyetin bekasını garanti etti. Fakat bu taahhüdün gerektirdiği bir siyaset 
takip edilmedi. Bir plan yapılmadı. 1955’ten bu yana Türkiye Kıbrıs 
meselesinde ne istediğini bilmemiş, milli bir siyasetle ne istediğini tespit 
etmemiştir. Bütün çalışmalar programsız olmuştur. Milli hedef güdülmemiştir. 
Hadiseler, Türkiye’yi Kıbrıs meselesine itmiş ve esen rüzgâra göre yelken açan 
bir siyaset takip edilmiştir. Bugün saat on ikiye yaklaşırken Türkiye’nin hala 
belirli bir siyaseti mevcut değildir.” (Denktaş, 1966, s.16-18) 

Denktaş’ın yazdıkları Türk hükümetini çok sinirlendirmişti. Özellikle 
Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’i. Dışişlerinde herkes “Denktaş ne 
yapmak istiyor” diye soruyordu. Kitapçığın yayınlanmasından ardından 
Denktaş, Dışişleri’ne gidemez hale gelmişti. O dönemde ekonomik sıkıntılar bir 
yana, Denktaş, eşinin rahatsızlığı ile boğuşuyordu. Doktorların tavsiyesi 
üzerine, tedavi için Londra’ya gitmek isteseler de, söz konusu kitapçık 
nedeniyle Ankara ile gerilen ilişkileri yüzünden Dışişleri pasaport vermiyordu. 
(Batur, 2007, s.311-312) 

Denktaş, Dışişlerinde artık istenmediğini düşünmeye başlamıştı. Hatta 
Türkiye’den atılacağını düşünen Denktaş o dönemi şöyle anlatır: “Kendime bir 
iş bulmam, hiç olmazsa maaşım kesildiği takdirde açıkta kalmamak için bir 
olanak yaratmam gerekecekti. Başımın çaresine bakmalıydım. Dört çocukla 
açıkta kalamazdım. Bir iş bulmalıydım...” (Batur, 2007, s.310) 

1966 yılının son günlerinde Kıbrıslı öğrenciler tarafından Ankara 
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde düzenlenen “Kıbrıs Sorunu” isimli 
konferansta konuşan Denktaş, Türk yetkililer ile ilgili açıklamalarda 
bulunuyordu. Denktaş, Dışişleri Eski Bakanı Selim Sarper hakkında “Kıbrıs 
sorununu Kıbrıslı şoföründen öğrendi” diyordu. Ada’da bir süre kalan, Kıbrıs 
sorununu yakından takip eden gazeteci Ömer Sami Coşar ise “Yunanistan’ın bir 
hedefi, bir gayesi, bir politikası vardır. Kıbrıs’ı alacaktır. Bizim bir politikamız 
yoktur” (Milliyet, 17 Aralık 1966, s.1) diyerek Türkiye’yi eleştiriyordu. 


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

RAUF DENKTAŞ’IN ANKARA’DAKİ ZORUNLU İKAMET YILLARI VE FAALİYETLERİ (1964-1968) BÖLÜM 1

 RAUF DENKTAŞ’IN ANKARA’DAKİ ZORUNLU İKAMET YILLARI VE FAALİYETLERİ (1964-1968) BÖLÜM 1 






Hande EROL. 
Marmara Üniversitesi 
http://dx.doi.org/10.14225/Joh765


Özet 

1964 yılı, Rauf Denktaş için hayal kırıklıkları ile dolu bir yıl olmuştur. Kıbrıs 
Rum Kesimi’nin Kıbrıs’ı resmi olarak temsil ettiği Birleşmiş Milletler tarafından 
onaylanmıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde yaptığı konuşmadan ötürü, Makarios hükümeti tarafından Denktaş hakkında tutuklama kararı çıkartılmıştır. 
Yapılan görüşmelerden sonra Denktaş’ın yargılanmamasına karar verildi ancak Ada’dan uzaklaştırılacaktı. Denktaş, 1964-1968 yıllarını Ankara’da sürgünde geçirmek durumunda kalmıştır. Denktaş fiziksel olarak Kıbrıs’tan uzakta da olsa, aklı ve kalbi Kıbrıs’ta olarak, davası için faaliyetlerine devam etmiştir. 

Giriş 

Rauf Raif Denktaş, 20. Yüzyıl siyasi tarihinde Kıbrıs davasında üstlendiği rol ile bir ekol haline gelmiş liderdir. Rauf Denktaş, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşunda üstlendiği siyasi rol ile sadece bölgesel değil uluslararası alanda bir aktör haline gelmiştir. Ancak Denktaş, siyasi hayatı boyunca anavatanı olarak gördüğü Türkiye’nin desteğine duyduğu ihtiyacı her fırsatta dile getirirken, bölge ile tarihi ve duygusal bağları olan Türkiye de Kıbrıs sorunu ve Denktaş’la yakından ilgili olmuştur. Denktaş, siyasi hayatında uzun yıllar süren toplumlar arası görüşmeler, sayısız Birleşmiş Milletler çözüm önerisi, sürgün, özel hayatında küçük yaşta kaybettiği anne ve babasının acısı, evlat acısı, sağlık sorunlarını içine sığdırdığı uzun bir yaşam sürmüştür. 

   Özel hayatında yaşadığı acıları, davasına olan inancı ile bastırmıştır. 

Denktaş’ın Cumhurbaşkanlığı Sarayındaki odasının duvarında bulunan, Jorge Louis Borges’in “Eğer hayatımı yeniden yaşamış olsaydım, Daha fazla yanlışlar 
yapmaya çalışırdım, Mükemmel olmaya da çalışmazdım, Daha da rahat 
olurdum, Daha fazla dolu dolu yaşardım, Daha az şeyleri ciddiye alırdım” şiirini 
Denktaş kendine uyarlamış mıydı bilinmez ama Denktaş için çok çalışmak ve 
siyaset bir yaşam felsefesiydi. 

1. Denktaş'ın Ankara'daki Zorunlu İkameti (1964-1968) 

1.1. Denktaş Ankara’da Yeni Bir Hayat Kurmaya Çalışıyor (1964) 

1963 yılı Aralık ayında başlayan ve tarihe Kanlı Noel diye geçen Rum 
saldırılarının şiddetle devam ettiği 1964 yılı, Kıbrıs Türk toplumunun var 
olmakla, yok olmak arasındaki çizgide olduğu, Denktaş’ın “İkinci bir Girit 
olmayalım” diye dua ettiği bir dönemdi. 26 Şubat 1964 tarihinde Londra’da 
başlayan Birleşmiş Milletler görüşmelerinde Kıbrıs’taki Türk cemaati adına 
Birleşmiş Milletler Güvenlik Komisyonu’nda konuşma yapan Denktaş 18 Mart 
1964 tarihinde Ankara’ya dönse de Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmadan 
ötürü Ada’ya dönüşü Makarios tarafından yasaklanır ve böylece Denktaş’ın 
Ankara’daki zorunlu ikamet yılları başlar. (Kızılyürek, 2007, s.142) 

Türkiye’de geçirdiği bu dört yılı “hayatının en zor dönemi” olarak adlandıran Denktaş için, bu dönem gerçekten kolay olmamıştır. (Denktaş, 1997,s.1) Bu dört yıllık dönemde Denktaş, Kıbrıs konusunda Türk hükümetleri ile arasındaki vizyon farklılığını iyice anlıyor ve gerek söylemlerinde gerekse yazdıklarında bunu çekinmeden dile getiriyordu. 

Denktaş, fiziksel olarak mücadelesinin merkezinden uzaktaydı ancak aklı 
ve kalbi Ada’daydı. Ankara’da, Çankaya Birinci Basın Sitesi’nde, eşi Aydın 
Denktaş ve çocuklarıyla birlikte küçük bir apartman dairesi tutmuşlardı. Eşi 
Aydın Denktaş sağlık sorunlarıyla uğraşıyordu. Denktaş, bir yandan Ada’ya 
geri dönme yolları ararken, bir yandan da faaliyetlerine devam etmekteydi. 
Dışişleri Bakanlığı’nda Kıbrıs Dairesinde Denktaş’a bir masa verilmiş, her gün 
burada çalışıyor, raporlarını yazıyordu. Denktaş burada İngilizce broşürler 
hazırlıyor, Kıbrıs’tan gelen kriptoları okuyordu. (Batur, 2007, s.258,392) 

Denktaş ayrıca Kıbrıs’taki Türk liderliği ile Türk hükümeti arasında köprü vazifesi görüyordu. Bu vazifelerinden biri, 22 Mart günü Kıbrıs’tan, Dr. Küçük’ten, Denktaş’a gelen iki buçuk sayfalık mesajdı. Mesajda Dr. Küçük: 

Londra Konferansı’ndan bu yana bütün şiddet ve gaddarlığıyla devam 
eden Rum saldırganlığı karşısında Türk cemaatinin içinde bulunduğu manzara 
feciidir. Bu durumda verilen mücadele, bugüne kadar ancak anavatan imdada 
geliyor ümit ve imanı içerisinde yürütülebilmiştir. Bugün anavatanın müdahale 
edebileceğine burada inanan kalmamıştır...” (Batur, 2007, s.246) yazıyordu. 

 Mesajın gelişinden çok kısa bir süre sonra Denktaş, başbakan İnönü 
tarafından çağrıldı. İnönü kızgındı, Denktaş’a “İç savaş çok vahimdir. Biz 
çatışmaları yaygın hale getirmemeye çalışıyoruz. Ve başaracağız. Fakat 
sabretmeleri gerekir...” diyordu. Görüşmenin ardından Denktaş, 30 Mart gecesi, 
duygularını günlüğüne şu şekilde aktarıyordu: “Kıbrıs’a dönebilmem 
konusunda netice yok. İnönü adaya gizlice girişime karşı, “Cemaat Meclisi’nin 
başkanı adaya mevkiine layık şekilde girer, bunu sağlamaya çalışıyoruz” diyor. 
Değiştirme birliğinin içinde sızma önerimi, tanınırsam büyük olay olur diye 
reddediyor. Paraşütle atlama düşüncemi askeri kanat ciddiye almıyor. Her gün 
Kıbrıs Dairesi’nde çalışanlara yardımcı oluyorum. Kıbrıs: Geçmişi- Bugünü ve 
Geleceği adını taşıyan İngilizce bir kitap hazırlığı var. Girit’e bir bölüm 
ayrılmış. General Turgut Sunalp kanalıyla Genelkurmay’da Girit dosyasını 
okuyorum. Sanki Kıbrıs’ı okuyorum gibi geliyor bana.” (Batur, 2007, s.247) 

10 Nisan 1964 tarihinde Ankara’da yaptığı basın toplantısında konuşan 
Denktaş Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyini eleştiriyordu: “Güvenlik 
Konseyi Kıbrıs konusuna el atarken problemin esasının ne olduğunu tespit 
etmedi. Eğer Güvenlik Konseyi bu şekilde hareket etseydi, Kıbrıs’ta anayasa 
çiğnenmez, beynelmilel anlaşmaların dışına çıkılmaz, insan hakları hiçe 
sayılmaz ve rejim yıkılmazdı”(Milliyet, 10 Nisan 1964, s.1,7) Kıbrıs’taki Türk 
cemaatinin yaşadığı sıkıntıları da dile getiren Denktaş şunları söylemiştir: 

“Kıbrıs’ta Türk cemaati 4 aydan beri ne mektup alabilmekte ne de mektup 
gönderebilmektedir. Bu güç duruma sebep, devlet reisliğinden çıkarak, çete reisi haline gelen Makarios’un, Birleşmiş Milletler nezdinde devlet reisi muamelesi görmesidir. Bu durum devam ettikçe Kıbrıs meselesinin hukuki bir düzen içinde hal şekline kavuşacağını sanmıyorum. Kıbrıs’ta katliamı idare eden İç İşleri Bakanıdır. Aynı İç İşleri Bakanı, Birleşmiş Milletler Kumandanına yol 
gösterecektir. Katilleri yakalayacak polis kuvveti, katillerin şefi ile ortak. Böyle 
idare devam ettikçe, tarafları memnun edecek bir yol bulunmaz. Nitekim bu 
şartlarda arabulucunun görevi güçleşmiştir.” (Milliyet, 10 Nisan 1964, s.7) 




Türk kamuoyunu Kıbrıs’ta yaşanan olaylarla (Rum saldırıları) ilgili bilgilendirmek isteyen Denktaş sadece basın toplantıları düzenlemiyor, Ankara’da konferanslar veriyordu; Bu amaçla Denktaş 17 Nisan 1964 tarihinde Orta Doğu Teknik Üniversitesi Fikir Kulübünde öğrencilerle buluştu. Yaptığı konuşmada Denktaş: “Makarios süratli ve sert adımlarla hedefine doğru ilerlemektedir. Bu aceleciliği içinde Türkiye’nin Ada’ya müdahalesini gerektiren çılgınlıklara tevessül edebilir.” (Milliyet, 10 Nisan 1964, s.7) diyen Denktaş Kıbrıs’ta çarenin Türkiye’nin vereceğe kararı bağlı olduğunu söyleyerek şöyle devam etmiştir: “Birleşmiş Milletler kuvvetlerinin Makarios’un elinde oyuncak oluşunun sebebi Makarios’un hala bir devlet adamı olarak tanınmasıdır. Makarios bugün Türkiye tarafından tanınmaması halinde Kıbrıs Türklerinin fiili durumu iyileşecek ve Kıbrıs Türklerine Makarios kadar meşru bir hükümet kurma imkânı verilmiş olacaktır. Eninde sonunda bu davanın çıkarı yolu budur.” (Milliyet, 10 Nisan 1964, s.7) 

Ada’ya dönemeyen Denktaş iyice bunalıma girmişti. 17 Nisan gecesi 
içine düştüğü durumu günlüğüne şöyle aktarıyordu: “Bunalım içindeyim. Yarını 
bilmemek çok zor! Vatan ateşler içindeyken uzaktan bakmak daha zor. Rum 
basını “Kaçtı, gelmeyecek, Ankara’da rahatına bakıyor” diye yazıyor. 
Toplumun içinde beni sevmeyenler de ateşe benzin döküyorlar...” (Denktaş, 
1996) 

Denktaş, nisan ayında Ankara’da General Turgut Sunalp’in evinde 27 
Mayıs ihtilaline katılan ve daha sonra meclise girip senatör olan eski bir askerle 
tanışıyordu. Sohbet, Kıbrıs’ta Rumların saldırıları hakkındaydı. Denktaş’ın anlatımıyla: 

(Senatör): 

Gafil avlandık. Siz de biz de gafil avlandık” diyor. 

İtiraz ediyorum. “ Biz gafil avlanmadık” Gelmekte olan tehlikeyi günü 
gününe gördük ve ana vatanı uyarmak için elimizden geleni yaptık diyorum. 

Gönderilen raporlar vardı. Okunmamış, değerlendirilmemiş. 

Kıbrıs’a gelip giden heyetler vardı, hepsine de tehlikeyi gösterdik. 
Bildiklerimizi söyledik. Hepsi de bize “Korkmayınız, olmaz böyle şey” dediler. 

Türkiye’ye heyet de göndermiştik ve bu heyet Senatoyu da ziyaret etmişti. Evet, Senatör bu heyetin gelişini hatırladı. Hatta gelenlerin adlarını bile biliyordu. Onlar bu durumu anlatmamışlar mıydı? Anlatmışlardı. “Fakat Lefkoşa’daki Türk Büyükelçiliğinden (Türk büyükelçisi Dırvana) gelen işarda bu heyete kulak verilmemesi isteniyordu. Bunlar müfrit grubu temsil ediyorlarmış” deniyordu. 
Biz de önem vermedik söylenenlere diyordu senatör.” 
(Denktaş, 1966, s.42) 

Akademisyen Ali Satan ve Erdoğan Şentürk’ün kendisi ile yaptığı röportajda Denktaş, “öğle yemeklerinden feda ederek” gönderdiği raporları, Ankara’da yaşadığı sürgün hayatında (1964-1968) Kıbrıs dairesinin alt katında, 
Başbakan İnönü’ye ulaşmamış bir şekilde bulduğunu ifade ediyordu. Hatta 
Denktaş, Rumların 1963 yılındaki saldırı hazırlıklarını bildiren raporlarını 
altında 27 Mayıs İhtilal hükümetinin büyükelçisi Em. Yarbay Emin Dırvana’nın 
şu notu ile buluyordu: “Bu raporları yazanların siyasi bilgileri geniş ama siyaset 
bilgileri çok kıt kaale alınmaması...” (Satan- Şentürk, 2012, s.333) Bu durum 
söz konusu tarihlerde meydana gelen olaylarda ve kayıplarda Dırvana’ya tarihi 
bir mesuliyet yüklemiş görünüyor. ( Erol, 2014,s.32) 

Denktaş siyasi açıdan bu sorunlarla uğraşırken, Ankara Koleji’nde 
okuyan büyük oğlu Raif’in başına gelenler, Denktaş’ı derinden sarsmıştı. 

Temmuz ayına girildiğinde Kıbrıs’tan gelen haberler iyi değildi. Rumlar, 
Ada’da Türklere karşı saldırılara başlamıştı. Denktaş, Ada’ya gitme yollarını 
arıyordu ancak Makarios hükümetinin sözcüsü, “Denktaş’ın Ada’ya döndüğü 
takdirde tutuklanacağını” (Milliyet, 12 Temmuz 1964, s.1) söylüyordu. Kıbrıs 
konusunda Anadolu Ajansı’na beyanat veren Denktaş, Amerika’nın Kıbrıs 
konusundaki tutumundan umutlu olmadığını söylüyor ve ekliyordu: 
“Huzursuzluk ve siyasi karmaşalar geçiren Yunanistan’da bir hükümet 
değişikliği olursa lehimize bir tepki beklemek doğru olmaz. Bir değişiklik 
halinde Makarios ve Grivas Kıbrıs’taki fiili kuvvetlerine dayanarak bugünkü 
durumu muhafazaya çalışacak, Türkleri muhasaraya alıp baskıya devam 
edeceklerdir.” (Milliyet, 12 Temmuz 1964, s.1) 

Denktaş, 18 Temmuz tarihinde basında yer bulan öngörüleri ile hem 
Türkiye’yi hem de Birleşmiş Milletler’i uyarıyordu. Denktaş, verdiği beyanatta: 
“Rumların geniş ölçüde hücuma geçmesi ihtimali artmaktadır. Anavatan 
hükümetini ikaz etmek vazifemizdir. Kıbrıs davası son safhasına girmiş 
bulunmaktadır. Kıbrıs’ta ne hak, ne hukuk, ne nizam ve de ne düzen kalmıştır. 
Gözü kanlı çeteciler, idareyi ellerine geçirmişlerdir, dünyayı ateşe atmak 
pahasına da olsa, “Enosis” tahakkuk ettirmek amacıyla, insanlığa yakışmayan 
bir şekilde hareket etmektedirler.” (Milliyet, 12 Temmuz 1964, s.7) 

 3 Temmuz 1964’te Atina’ya giden EOKA’cı Albay Grivas Atina’daki 
temaslarını tamamladıktan sonra, 6 Ağustos 1964 akşamı Lefkoşa’ya dönmüş 
ve Erenköy Savaşı’nı başlatmıştı. Türkiye’nin müdahale edemeyeceği belliydi. 
Denktaş, Ankara’da ne yapılabilir diye düşünürken, gizlice Ada’ya, Rumlara 
karşı mücadeleye gitmeye karar verdi. 30 Temmuz 1964 gecesi Ada’ya 
Ankara’dan yeni bir mücahit kafilesi ile silah ve cephane gönderilecekti. 
Denktaş, Genelkurmay’daki toplantıda “ben de gideyim” diye ısrar etse de, 
komutanlar başbakan İnönü’nün karşı olduğunu (Makarios tarafından Ada’ya 
girmesi yasaklanan Denktaş’ın güvenliği sebebiyle) bildikleri için evet 
dememişlerdi. Ancak Denktaş, gece evine gittiğinde Türkiye’nin Ada’daki eski 
bayraktarı Rıza Vuruşkan (1958-1960) “hazırlan gidiyoruz” diyerek Denktaş’ı 
almaya geldi. (Bayraktar: Türkiye’den gelen komutanlara verilen isim) 
Denktaş’ın Ada’ya gidiş kararı Özel Harp Dairesi tarafından alınmıştı. Ayrıca 
Başbakan İnönü ve Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin’e, Denktaş Ada’dan 
dönene kadar haber verilmemesi kararlaştırılmıştı. (Batur, 2007, s.265-267) 
Denktaş, Erenköy’e çıktıktan sonra verilmek üzere İnönü’ye bir mektup bıraktı: 

“ Pek Muhterem Paşam .,

  Anavatana tamamen inanan ve bütün gençliği ve halkı bu inanca 
sürükleyen biri olarak Kıbrıs davasını yalnız başımıza halledemeyeceğimizi, anavatan pek yakın bir gelecekte yardımımıza gelmediği takdirde hepimizin mahvolacağını biliyorum. Anavatanın yardımımıza geleceğine inanıyorum, bu inançla gidiyorum. Kıbrıs Türkü’nün yüksek tahsil gençliği nöbettedir. Bunları takviyesiz bırakmayacağınıza eminim. Lütfen ve merhameten bu bölgeye 
komando birlikleri göndermenizi rica ederim...” (Özter, 2004, s.131) 

Zorlu bir deniz yolculuğundan sonra, Denktaş ve beraberindekiler 31 
Temmuz 1964 gecesi Erenköy’de mücahitler tarafından karşılanır. Denktaş, 
Erenköy’e ayak bastıktan sonra not defterine şunları yazar: “Sekiz aylık bir 
ayrılıktan sonra Kıbrıs’a ayak basıyorum. İçimde tuhaf bir his var... Sanki 

Kıbrıs’a değil de işgal altında bulunan Anadolu parçasına geldim. Bizi 
karşılayanlar hep yorgun, bitkin insanlar, içlerinde ağlayanlar var. Ağlamamak 
için kendimi zor tutuyorum. Kıbrıs’tayım artık... Kıbrıs!” (Batur, 2007, s.269) 

Denktaş’ın Erenköy’deki günleri şiddetli çarpışmalarla geçer. Ankara’ya 
Rumların şiddetini anlatan telgraflar, yıldırım mesajlar yağıyordu. Ancak, 
önceki bölümlerde yer verilen 1964 Johnson Mektubu Türkiye’ye müdahale 
olanağı vermiyordu. Rumlar, bu durumla dalga geçiyor megafonlardan 
“Bekledim de Gelmedin, Sevdiğimi bilmedin... şarkısını çalıyorlardı. (Azizoğlu, 
2013,1) 8 Ağustos’ta nihayet Türk uçakları Kıbrıs semalarında ihtar uçuşu 
yapıp, Türkiye’ye geri dönüyordu. İhtar uçuşlarına rağmen Rum saldırılarının 
devam etmesi üzerine Türk Bakanlar Kurulu, 8 Ağustos gecesi Denktaş’ın 
beklediği kararı alıyordu: “Türkiye’nin askeri müdahalesini önlemek için derhal 
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni acil toplantıya çağıralım. Erenköy kıyı 
şeridini ele geçirmek için sabah erkenden saldırıya geçelim” (Milliyet, 8 
Ağustos 1964,s.1) Türk uçakları 8 Ağustos gecesi Rum askeri hedefleri 
bombalamaya, asker ve silah çıkartmaya başladılar. (Milliyet, 8 Ağustos 
1964,s.1) Türkiye’nin müdahalesinin ardından Birleşmiş Milletler ve ABD 
harekete geçiyor, telefon ve telgraf trafiği başlıyordu. Yunanistan telaşa 
düşüyor, ABD’den ateşkes sağlanması için yardım istiyordu. (Milliyet, 8 
Ağustos 1964,s.1) Makarios ise Bakanlar Kurulu’nu toplayarak yenilginin 
sorumlusunun Grivas olduğunu ileri sürüp, Sovyetler Birliği’nden yardım 
istenmesini talep etmiştir. Makarios’un yardım çağrısından sonra Sovyet 
Başbakanı Kruşçev, Başbakan İsmet İnönü’ye bir mesaj göndererek, 
Türkiye’nin “Kıbrıs’a saldırıda bulunarak üzerine sorumluluk aldığını” öne 
sürmüştür. 9 Ağustos tarihinde İnönü’ye gelen mesaj 13 Ağustos’ta 
cevaplandırılmış ve cevabı mesajda, Kıbrıs Rum tarafının gayri insani ve gayri 
ahlaki davranışlarına dikkat çekilerek, Sovyetler Birliği’nin bu tür hareketlerin 
durdurulmasına yardımcı olması istenmiştir.” (Tarakçı, 2010, s.53-54) 

9 Ağustos günü çarpışmaların tekrar başlaması üzerine Türk uçakları 
Rum kuvvetlerine karşı tekrar saldırıya geçtiler. Türk jetlerinin müdahalesi 
sonucu Rumlar saldırıyı durdurmak zorunda kaldılar. Harekât sırasında uçağı 
düşen pilot Yüzbaşı Cengiz Topel de şehit olmuştur. (Milliyet, 10 Ağustos 
1964,s.1) 

Denktaş ve mücahitler, 10 Ağustos günü Türkiye’den gelecek takviye 
gücü bekliyordu ancak Türkiye takviye için dört gün eğitim görmüş 40 
üniversiteli genç göndermişti. Rumların yeniden saldırması bekleniyordu ve 

Türkiye’den yeterli destek sağlanamamıştı. Birinin Ankara’ya gidip Erenköy’deki durumun vehametini anlatması gerekiyordu. Bunun için en uygun kişi Denktaş’tı. Ayrıca Denktaş’ın toplumdaki yeri, görevi açısından güvenliği önemliydi. Denktaş, takviye gücü getiren tekneyle, aklı ve kalbi Ada’da kalarak 
Ankara’ya geri dönüyordu. (Satan-Şentürk, 2012, s.490) 

Denktaş, 10 Ağustos 1964 gecesi, 4 yıllık sürecek sürgün hayatına devam 
üzere Ankara’ya geri dönüyordu. 11 Ağustos günü General Turgut Sunalp’e 
giden Denktaş, Sunalp’ten İnönü’nün talimatını dinledi: “Rauf, İsmet Paşa sana 
hemen bir ev tahsis edilmesini istedi. Maaş bağlanacak. Araba ve şoför 
verilecek. Dışişlerinde Kıbrıs Dairesi’nde çalışacaksın ve Kıbrıs’la ilgili dış 
temasları yürüteceksin.” (Batur, 2007, s.292) Denktaş, Ada’ya çıkmadan önce 
de Dışişleri’nde çalışıyordu. Bu arada Birleşmiş Milletlerin devreye girmesi ile 
Ada’da ateşkes sağlanıyor, 11 Ağustos’ta İnönü Birleşmiş Miletler Güvenlik 
Konseyi’ne “bombardımanı durdurduk” mesajını gönderiyordu. (Milliyet, 12 
Ağustos 1964, s.1) Erenköy Savaşı’nın başlarında, “Türkiye müdahale ederse 
kurtaracak Türk bulamayacaktır” diyen Makarios, Türk savaş uçaklarının iki 
günlük harekâtından sonra ateşkese razı olmuştur. (Tarakçı, 2010, s.53-54) 
Türkiye’nin birçok yerinde Kıbrıslı Türklere destek mitingleri yapılıyordu.( 
Tercüman, 29 Ağustos 1964, s.1) Başbakan İsmet İnönü, Ada’daki Rumların 
Türklere saldırılarını devam etmesi karşısında Yunanistan tepkisiz kalmaya 
devam ederse savaş çıkma ihtimalinden söz etmeye başlamıştı. ( Hürriyet, 4 Eylül 1964, s.1) 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***