9 Aralık 2018 Pazar

RAUF DENKTAŞ’IN ANKARA’DAKİ ZORUNLU İKAMET YILLARI VE FAALİYETLERİ (1964-1968) BÖLÜM 1

 RAUF DENKTAŞ’IN ANKARA’DAKİ ZORUNLU İKAMET YILLARI VE FAALİYETLERİ (1964-1968) BÖLÜM 1 






Hande EROL. 
Marmara Üniversitesi 
http://dx.doi.org/10.14225/Joh765


Özet 

1964 yılı, Rauf Denktaş için hayal kırıklıkları ile dolu bir yıl olmuştur. Kıbrıs 
Rum Kesimi’nin Kıbrıs’ı resmi olarak temsil ettiği Birleşmiş Milletler tarafından 
onaylanmıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde yaptığı konuşmadan ötürü, Makarios hükümeti tarafından Denktaş hakkında tutuklama kararı çıkartılmıştır. 
Yapılan görüşmelerden sonra Denktaş’ın yargılanmamasına karar verildi ancak Ada’dan uzaklaştırılacaktı. Denktaş, 1964-1968 yıllarını Ankara’da sürgünde geçirmek durumunda kalmıştır. Denktaş fiziksel olarak Kıbrıs’tan uzakta da olsa, aklı ve kalbi Kıbrıs’ta olarak, davası için faaliyetlerine devam etmiştir. 

Giriş 

Rauf Raif Denktaş, 20. Yüzyıl siyasi tarihinde Kıbrıs davasında üstlendiği rol ile bir ekol haline gelmiş liderdir. Rauf Denktaş, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşunda üstlendiği siyasi rol ile sadece bölgesel değil uluslararası alanda bir aktör haline gelmiştir. Ancak Denktaş, siyasi hayatı boyunca anavatanı olarak gördüğü Türkiye’nin desteğine duyduğu ihtiyacı her fırsatta dile getirirken, bölge ile tarihi ve duygusal bağları olan Türkiye de Kıbrıs sorunu ve Denktaş’la yakından ilgili olmuştur. Denktaş, siyasi hayatında uzun yıllar süren toplumlar arası görüşmeler, sayısız Birleşmiş Milletler çözüm önerisi, sürgün, özel hayatında küçük yaşta kaybettiği anne ve babasının acısı, evlat acısı, sağlık sorunlarını içine sığdırdığı uzun bir yaşam sürmüştür. 

   Özel hayatında yaşadığı acıları, davasına olan inancı ile bastırmıştır. 

Denktaş’ın Cumhurbaşkanlığı Sarayındaki odasının duvarında bulunan, Jorge Louis Borges’in “Eğer hayatımı yeniden yaşamış olsaydım, Daha fazla yanlışlar 
yapmaya çalışırdım, Mükemmel olmaya da çalışmazdım, Daha da rahat 
olurdum, Daha fazla dolu dolu yaşardım, Daha az şeyleri ciddiye alırdım” şiirini 
Denktaş kendine uyarlamış mıydı bilinmez ama Denktaş için çok çalışmak ve 
siyaset bir yaşam felsefesiydi. 

1. Denktaş'ın Ankara'daki Zorunlu İkameti (1964-1968) 

1.1. Denktaş Ankara’da Yeni Bir Hayat Kurmaya Çalışıyor (1964) 

1963 yılı Aralık ayında başlayan ve tarihe Kanlı Noel diye geçen Rum 
saldırılarının şiddetle devam ettiği 1964 yılı, Kıbrıs Türk toplumunun var 
olmakla, yok olmak arasındaki çizgide olduğu, Denktaş’ın “İkinci bir Girit 
olmayalım” diye dua ettiği bir dönemdi. 26 Şubat 1964 tarihinde Londra’da 
başlayan Birleşmiş Milletler görüşmelerinde Kıbrıs’taki Türk cemaati adına 
Birleşmiş Milletler Güvenlik Komisyonu’nda konuşma yapan Denktaş 18 Mart 
1964 tarihinde Ankara’ya dönse de Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmadan 
ötürü Ada’ya dönüşü Makarios tarafından yasaklanır ve böylece Denktaş’ın 
Ankara’daki zorunlu ikamet yılları başlar. (Kızılyürek, 2007, s.142) 

Türkiye’de geçirdiği bu dört yılı “hayatının en zor dönemi” olarak adlandıran Denktaş için, bu dönem gerçekten kolay olmamıştır. (Denktaş, 1997,s.1) Bu dört yıllık dönemde Denktaş, Kıbrıs konusunda Türk hükümetleri ile arasındaki vizyon farklılığını iyice anlıyor ve gerek söylemlerinde gerekse yazdıklarında bunu çekinmeden dile getiriyordu. 

Denktaş, fiziksel olarak mücadelesinin merkezinden uzaktaydı ancak aklı 
ve kalbi Ada’daydı. Ankara’da, Çankaya Birinci Basın Sitesi’nde, eşi Aydın 
Denktaş ve çocuklarıyla birlikte küçük bir apartman dairesi tutmuşlardı. Eşi 
Aydın Denktaş sağlık sorunlarıyla uğraşıyordu. Denktaş, bir yandan Ada’ya 
geri dönme yolları ararken, bir yandan da faaliyetlerine devam etmekteydi. 
Dışişleri Bakanlığı’nda Kıbrıs Dairesinde Denktaş’a bir masa verilmiş, her gün 
burada çalışıyor, raporlarını yazıyordu. Denktaş burada İngilizce broşürler 
hazırlıyor, Kıbrıs’tan gelen kriptoları okuyordu. (Batur, 2007, s.258,392) 

Denktaş ayrıca Kıbrıs’taki Türk liderliği ile Türk hükümeti arasında köprü vazifesi görüyordu. Bu vazifelerinden biri, 22 Mart günü Kıbrıs’tan, Dr. Küçük’ten, Denktaş’a gelen iki buçuk sayfalık mesajdı. Mesajda Dr. Küçük: 

Londra Konferansı’ndan bu yana bütün şiddet ve gaddarlığıyla devam 
eden Rum saldırganlığı karşısında Türk cemaatinin içinde bulunduğu manzara 
feciidir. Bu durumda verilen mücadele, bugüne kadar ancak anavatan imdada 
geliyor ümit ve imanı içerisinde yürütülebilmiştir. Bugün anavatanın müdahale 
edebileceğine burada inanan kalmamıştır...” (Batur, 2007, s.246) yazıyordu. 

 Mesajın gelişinden çok kısa bir süre sonra Denktaş, başbakan İnönü 
tarafından çağrıldı. İnönü kızgındı, Denktaş’a “İç savaş çok vahimdir. Biz 
çatışmaları yaygın hale getirmemeye çalışıyoruz. Ve başaracağız. Fakat 
sabretmeleri gerekir...” diyordu. Görüşmenin ardından Denktaş, 30 Mart gecesi, 
duygularını günlüğüne şu şekilde aktarıyordu: “Kıbrıs’a dönebilmem 
konusunda netice yok. İnönü adaya gizlice girişime karşı, “Cemaat Meclisi’nin 
başkanı adaya mevkiine layık şekilde girer, bunu sağlamaya çalışıyoruz” diyor. 
Değiştirme birliğinin içinde sızma önerimi, tanınırsam büyük olay olur diye 
reddediyor. Paraşütle atlama düşüncemi askeri kanat ciddiye almıyor. Her gün 
Kıbrıs Dairesi’nde çalışanlara yardımcı oluyorum. Kıbrıs: Geçmişi- Bugünü ve 
Geleceği adını taşıyan İngilizce bir kitap hazırlığı var. Girit’e bir bölüm 
ayrılmış. General Turgut Sunalp kanalıyla Genelkurmay’da Girit dosyasını 
okuyorum. Sanki Kıbrıs’ı okuyorum gibi geliyor bana.” (Batur, 2007, s.247) 

10 Nisan 1964 tarihinde Ankara’da yaptığı basın toplantısında konuşan 
Denktaş Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyini eleştiriyordu: “Güvenlik 
Konseyi Kıbrıs konusuna el atarken problemin esasının ne olduğunu tespit 
etmedi. Eğer Güvenlik Konseyi bu şekilde hareket etseydi, Kıbrıs’ta anayasa 
çiğnenmez, beynelmilel anlaşmaların dışına çıkılmaz, insan hakları hiçe 
sayılmaz ve rejim yıkılmazdı”(Milliyet, 10 Nisan 1964, s.1,7) Kıbrıs’taki Türk 
cemaatinin yaşadığı sıkıntıları da dile getiren Denktaş şunları söylemiştir: 

“Kıbrıs’ta Türk cemaati 4 aydan beri ne mektup alabilmekte ne de mektup 
gönderebilmektedir. Bu güç duruma sebep, devlet reisliğinden çıkarak, çete reisi haline gelen Makarios’un, Birleşmiş Milletler nezdinde devlet reisi muamelesi görmesidir. Bu durum devam ettikçe Kıbrıs meselesinin hukuki bir düzen içinde hal şekline kavuşacağını sanmıyorum. Kıbrıs’ta katliamı idare eden İç İşleri Bakanıdır. Aynı İç İşleri Bakanı, Birleşmiş Milletler Kumandanına yol 
gösterecektir. Katilleri yakalayacak polis kuvveti, katillerin şefi ile ortak. Böyle 
idare devam ettikçe, tarafları memnun edecek bir yol bulunmaz. Nitekim bu 
şartlarda arabulucunun görevi güçleşmiştir.” (Milliyet, 10 Nisan 1964, s.7) 




Türk kamuoyunu Kıbrıs’ta yaşanan olaylarla (Rum saldırıları) ilgili bilgilendirmek isteyen Denktaş sadece basın toplantıları düzenlemiyor, Ankara’da konferanslar veriyordu; Bu amaçla Denktaş 17 Nisan 1964 tarihinde Orta Doğu Teknik Üniversitesi Fikir Kulübünde öğrencilerle buluştu. Yaptığı konuşmada Denktaş: “Makarios süratli ve sert adımlarla hedefine doğru ilerlemektedir. Bu aceleciliği içinde Türkiye’nin Ada’ya müdahalesini gerektiren çılgınlıklara tevessül edebilir.” (Milliyet, 10 Nisan 1964, s.7) diyen Denktaş Kıbrıs’ta çarenin Türkiye’nin vereceğe kararı bağlı olduğunu söyleyerek şöyle devam etmiştir: “Birleşmiş Milletler kuvvetlerinin Makarios’un elinde oyuncak oluşunun sebebi Makarios’un hala bir devlet adamı olarak tanınmasıdır. Makarios bugün Türkiye tarafından tanınmaması halinde Kıbrıs Türklerinin fiili durumu iyileşecek ve Kıbrıs Türklerine Makarios kadar meşru bir hükümet kurma imkânı verilmiş olacaktır. Eninde sonunda bu davanın çıkarı yolu budur.” (Milliyet, 10 Nisan 1964, s.7) 

Ada’ya dönemeyen Denktaş iyice bunalıma girmişti. 17 Nisan gecesi 
içine düştüğü durumu günlüğüne şöyle aktarıyordu: “Bunalım içindeyim. Yarını 
bilmemek çok zor! Vatan ateşler içindeyken uzaktan bakmak daha zor. Rum 
basını “Kaçtı, gelmeyecek, Ankara’da rahatına bakıyor” diye yazıyor. 
Toplumun içinde beni sevmeyenler de ateşe benzin döküyorlar...” (Denktaş, 
1996) 

Denktaş, nisan ayında Ankara’da General Turgut Sunalp’in evinde 27 
Mayıs ihtilaline katılan ve daha sonra meclise girip senatör olan eski bir askerle 
tanışıyordu. Sohbet, Kıbrıs’ta Rumların saldırıları hakkındaydı. Denktaş’ın anlatımıyla: 

(Senatör): 

Gafil avlandık. Siz de biz de gafil avlandık” diyor. 

İtiraz ediyorum. “ Biz gafil avlanmadık” Gelmekte olan tehlikeyi günü 
gününe gördük ve ana vatanı uyarmak için elimizden geleni yaptık diyorum. 

Gönderilen raporlar vardı. Okunmamış, değerlendirilmemiş. 

Kıbrıs’a gelip giden heyetler vardı, hepsine de tehlikeyi gösterdik. 
Bildiklerimizi söyledik. Hepsi de bize “Korkmayınız, olmaz böyle şey” dediler. 

Türkiye’ye heyet de göndermiştik ve bu heyet Senatoyu da ziyaret etmişti. Evet, Senatör bu heyetin gelişini hatırladı. Hatta gelenlerin adlarını bile biliyordu. Onlar bu durumu anlatmamışlar mıydı? Anlatmışlardı. “Fakat Lefkoşa’daki Türk Büyükelçiliğinden (Türk büyükelçisi Dırvana) gelen işarda bu heyete kulak verilmemesi isteniyordu. Bunlar müfrit grubu temsil ediyorlarmış” deniyordu. 
Biz de önem vermedik söylenenlere diyordu senatör.” 
(Denktaş, 1966, s.42) 

Akademisyen Ali Satan ve Erdoğan Şentürk’ün kendisi ile yaptığı röportajda Denktaş, “öğle yemeklerinden feda ederek” gönderdiği raporları, Ankara’da yaşadığı sürgün hayatında (1964-1968) Kıbrıs dairesinin alt katında, 
Başbakan İnönü’ye ulaşmamış bir şekilde bulduğunu ifade ediyordu. Hatta 
Denktaş, Rumların 1963 yılındaki saldırı hazırlıklarını bildiren raporlarını 
altında 27 Mayıs İhtilal hükümetinin büyükelçisi Em. Yarbay Emin Dırvana’nın 
şu notu ile buluyordu: “Bu raporları yazanların siyasi bilgileri geniş ama siyaset 
bilgileri çok kıt kaale alınmaması...” (Satan- Şentürk, 2012, s.333) Bu durum 
söz konusu tarihlerde meydana gelen olaylarda ve kayıplarda Dırvana’ya tarihi 
bir mesuliyet yüklemiş görünüyor. ( Erol, 2014,s.32) 

Denktaş siyasi açıdan bu sorunlarla uğraşırken, Ankara Koleji’nde 
okuyan büyük oğlu Raif’in başına gelenler, Denktaş’ı derinden sarsmıştı. 

Temmuz ayına girildiğinde Kıbrıs’tan gelen haberler iyi değildi. Rumlar, 
Ada’da Türklere karşı saldırılara başlamıştı. Denktaş, Ada’ya gitme yollarını 
arıyordu ancak Makarios hükümetinin sözcüsü, “Denktaş’ın Ada’ya döndüğü 
takdirde tutuklanacağını” (Milliyet, 12 Temmuz 1964, s.1) söylüyordu. Kıbrıs 
konusunda Anadolu Ajansı’na beyanat veren Denktaş, Amerika’nın Kıbrıs 
konusundaki tutumundan umutlu olmadığını söylüyor ve ekliyordu: 
“Huzursuzluk ve siyasi karmaşalar geçiren Yunanistan’da bir hükümet 
değişikliği olursa lehimize bir tepki beklemek doğru olmaz. Bir değişiklik 
halinde Makarios ve Grivas Kıbrıs’taki fiili kuvvetlerine dayanarak bugünkü 
durumu muhafazaya çalışacak, Türkleri muhasaraya alıp baskıya devam 
edeceklerdir.” (Milliyet, 12 Temmuz 1964, s.1) 

Denktaş, 18 Temmuz tarihinde basında yer bulan öngörüleri ile hem 
Türkiye’yi hem de Birleşmiş Milletler’i uyarıyordu. Denktaş, verdiği beyanatta: 
“Rumların geniş ölçüde hücuma geçmesi ihtimali artmaktadır. Anavatan 
hükümetini ikaz etmek vazifemizdir. Kıbrıs davası son safhasına girmiş 
bulunmaktadır. Kıbrıs’ta ne hak, ne hukuk, ne nizam ve de ne düzen kalmıştır. 
Gözü kanlı çeteciler, idareyi ellerine geçirmişlerdir, dünyayı ateşe atmak 
pahasına da olsa, “Enosis” tahakkuk ettirmek amacıyla, insanlığa yakışmayan 
bir şekilde hareket etmektedirler.” (Milliyet, 12 Temmuz 1964, s.7) 

 3 Temmuz 1964’te Atina’ya giden EOKA’cı Albay Grivas Atina’daki 
temaslarını tamamladıktan sonra, 6 Ağustos 1964 akşamı Lefkoşa’ya dönmüş 
ve Erenköy Savaşı’nı başlatmıştı. Türkiye’nin müdahale edemeyeceği belliydi. 
Denktaş, Ankara’da ne yapılabilir diye düşünürken, gizlice Ada’ya, Rumlara 
karşı mücadeleye gitmeye karar verdi. 30 Temmuz 1964 gecesi Ada’ya 
Ankara’dan yeni bir mücahit kafilesi ile silah ve cephane gönderilecekti. 
Denktaş, Genelkurmay’daki toplantıda “ben de gideyim” diye ısrar etse de, 
komutanlar başbakan İnönü’nün karşı olduğunu (Makarios tarafından Ada’ya 
girmesi yasaklanan Denktaş’ın güvenliği sebebiyle) bildikleri için evet 
dememişlerdi. Ancak Denktaş, gece evine gittiğinde Türkiye’nin Ada’daki eski 
bayraktarı Rıza Vuruşkan (1958-1960) “hazırlan gidiyoruz” diyerek Denktaş’ı 
almaya geldi. (Bayraktar: Türkiye’den gelen komutanlara verilen isim) 
Denktaş’ın Ada’ya gidiş kararı Özel Harp Dairesi tarafından alınmıştı. Ayrıca 
Başbakan İnönü ve Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin’e, Denktaş Ada’dan 
dönene kadar haber verilmemesi kararlaştırılmıştı. (Batur, 2007, s.265-267) 
Denktaş, Erenköy’e çıktıktan sonra verilmek üzere İnönü’ye bir mektup bıraktı: 

“ Pek Muhterem Paşam .,

  Anavatana tamamen inanan ve bütün gençliği ve halkı bu inanca 
sürükleyen biri olarak Kıbrıs davasını yalnız başımıza halledemeyeceğimizi, anavatan pek yakın bir gelecekte yardımımıza gelmediği takdirde hepimizin mahvolacağını biliyorum. Anavatanın yardımımıza geleceğine inanıyorum, bu inançla gidiyorum. Kıbrıs Türkü’nün yüksek tahsil gençliği nöbettedir. Bunları takviyesiz bırakmayacağınıza eminim. Lütfen ve merhameten bu bölgeye 
komando birlikleri göndermenizi rica ederim...” (Özter, 2004, s.131) 

Zorlu bir deniz yolculuğundan sonra, Denktaş ve beraberindekiler 31 
Temmuz 1964 gecesi Erenköy’de mücahitler tarafından karşılanır. Denktaş, 
Erenköy’e ayak bastıktan sonra not defterine şunları yazar: “Sekiz aylık bir 
ayrılıktan sonra Kıbrıs’a ayak basıyorum. İçimde tuhaf bir his var... Sanki 

Kıbrıs’a değil de işgal altında bulunan Anadolu parçasına geldim. Bizi 
karşılayanlar hep yorgun, bitkin insanlar, içlerinde ağlayanlar var. Ağlamamak 
için kendimi zor tutuyorum. Kıbrıs’tayım artık... Kıbrıs!” (Batur, 2007, s.269) 

Denktaş’ın Erenköy’deki günleri şiddetli çarpışmalarla geçer. Ankara’ya 
Rumların şiddetini anlatan telgraflar, yıldırım mesajlar yağıyordu. Ancak, 
önceki bölümlerde yer verilen 1964 Johnson Mektubu Türkiye’ye müdahale 
olanağı vermiyordu. Rumlar, bu durumla dalga geçiyor megafonlardan 
“Bekledim de Gelmedin, Sevdiğimi bilmedin... şarkısını çalıyorlardı. (Azizoğlu, 
2013,1) 8 Ağustos’ta nihayet Türk uçakları Kıbrıs semalarında ihtar uçuşu 
yapıp, Türkiye’ye geri dönüyordu. İhtar uçuşlarına rağmen Rum saldırılarının 
devam etmesi üzerine Türk Bakanlar Kurulu, 8 Ağustos gecesi Denktaş’ın 
beklediği kararı alıyordu: “Türkiye’nin askeri müdahalesini önlemek için derhal 
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni acil toplantıya çağıralım. Erenköy kıyı 
şeridini ele geçirmek için sabah erkenden saldırıya geçelim” (Milliyet, 8 
Ağustos 1964,s.1) Türk uçakları 8 Ağustos gecesi Rum askeri hedefleri 
bombalamaya, asker ve silah çıkartmaya başladılar. (Milliyet, 8 Ağustos 
1964,s.1) Türkiye’nin müdahalesinin ardından Birleşmiş Milletler ve ABD 
harekete geçiyor, telefon ve telgraf trafiği başlıyordu. Yunanistan telaşa 
düşüyor, ABD’den ateşkes sağlanması için yardım istiyordu. (Milliyet, 8 
Ağustos 1964,s.1) Makarios ise Bakanlar Kurulu’nu toplayarak yenilginin 
sorumlusunun Grivas olduğunu ileri sürüp, Sovyetler Birliği’nden yardım 
istenmesini talep etmiştir. Makarios’un yardım çağrısından sonra Sovyet 
Başbakanı Kruşçev, Başbakan İsmet İnönü’ye bir mesaj göndererek, 
Türkiye’nin “Kıbrıs’a saldırıda bulunarak üzerine sorumluluk aldığını” öne 
sürmüştür. 9 Ağustos tarihinde İnönü’ye gelen mesaj 13 Ağustos’ta 
cevaplandırılmış ve cevabı mesajda, Kıbrıs Rum tarafının gayri insani ve gayri 
ahlaki davranışlarına dikkat çekilerek, Sovyetler Birliği’nin bu tür hareketlerin 
durdurulmasına yardımcı olması istenmiştir.” (Tarakçı, 2010, s.53-54) 

9 Ağustos günü çarpışmaların tekrar başlaması üzerine Türk uçakları 
Rum kuvvetlerine karşı tekrar saldırıya geçtiler. Türk jetlerinin müdahalesi 
sonucu Rumlar saldırıyı durdurmak zorunda kaldılar. Harekât sırasında uçağı 
düşen pilot Yüzbaşı Cengiz Topel de şehit olmuştur. (Milliyet, 10 Ağustos 
1964,s.1) 

Denktaş ve mücahitler, 10 Ağustos günü Türkiye’den gelecek takviye 
gücü bekliyordu ancak Türkiye takviye için dört gün eğitim görmüş 40 
üniversiteli genç göndermişti. Rumların yeniden saldırması bekleniyordu ve 

Türkiye’den yeterli destek sağlanamamıştı. Birinin Ankara’ya gidip Erenköy’deki durumun vehametini anlatması gerekiyordu. Bunun için en uygun kişi Denktaş’tı. Ayrıca Denktaş’ın toplumdaki yeri, görevi açısından güvenliği önemliydi. Denktaş, takviye gücü getiren tekneyle, aklı ve kalbi Ada’da kalarak 
Ankara’ya geri dönüyordu. (Satan-Şentürk, 2012, s.490) 

Denktaş, 10 Ağustos 1964 gecesi, 4 yıllık sürecek sürgün hayatına devam 
üzere Ankara’ya geri dönüyordu. 11 Ağustos günü General Turgut Sunalp’e 
giden Denktaş, Sunalp’ten İnönü’nün talimatını dinledi: “Rauf, İsmet Paşa sana 
hemen bir ev tahsis edilmesini istedi. Maaş bağlanacak. Araba ve şoför 
verilecek. Dışişlerinde Kıbrıs Dairesi’nde çalışacaksın ve Kıbrıs’la ilgili dış 
temasları yürüteceksin.” (Batur, 2007, s.292) Denktaş, Ada’ya çıkmadan önce 
de Dışişleri’nde çalışıyordu. Bu arada Birleşmiş Milletlerin devreye girmesi ile 
Ada’da ateşkes sağlanıyor, 11 Ağustos’ta İnönü Birleşmiş Miletler Güvenlik 
Konseyi’ne “bombardımanı durdurduk” mesajını gönderiyordu. (Milliyet, 12 
Ağustos 1964, s.1) Erenköy Savaşı’nın başlarında, “Türkiye müdahale ederse 
kurtaracak Türk bulamayacaktır” diyen Makarios, Türk savaş uçaklarının iki 
günlük harekâtından sonra ateşkese razı olmuştur. (Tarakçı, 2010, s.53-54) 
Türkiye’nin birçok yerinde Kıbrıslı Türklere destek mitingleri yapılıyordu.( 
Tercüman, 29 Ağustos 1964, s.1) Başbakan İsmet İnönü, Ada’daki Rumların 
Türklere saldırılarını devam etmesi karşısında Yunanistan tepkisiz kalmaya 
devam ederse savaş çıkma ihtimalinden söz etmeye başlamıştı. ( Hürriyet, 4 Eylül 1964, s.1) 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder