Kürt Açılımı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kürt Açılımı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Kasım 2017 Cumartesi

KÜRT AÇILIMI GELECEĞİ

KÜRT AÇILIMI GELECEĞİ


Kürt Açılımının Gelecegi 
Prof. Dr. Ümit Özdağ


ABD'nin 2003'de Irak'ı işgal ederken plânı Irak'ın kuzeyinde Türkiye'nin kabullenmek zorunda kalacagı bagımsız bir Kürt devleti kurmaktı 
Washington, aynı süreçte AB dinamiklerinin de zorlaması ile Türkiye'nin federal bir yapıya dönüştürülmesini arzu etmekteydi. Ancak, işgal sürecinde  ABD'nin öngöremediği gelişmeler olmuştur. İran, 2002-2009 sürecini en akıllıca kullanan ülke olmuş., hırslı nükleer güç politikasını önemli bir aşamaya taşımıştır, Irak'ta en güçlü ülke haline gelmiştir. 

Rusya, politik, ekonomik ve askeri anlamda yeniden yapılanmı. ve dünya politikasına çok kutupluluğun işaretini verecek şekilde dönmüştür. Çin 
de kalkınmasını büyük bir hızla sürdürerek ve ABD'nin borçlarını finanse eden ülke olmuştur. Latin Amerika, ABD'nin arka bahçesi olmaktan çıkmış, birçok ülkede ABD karşıtı solcu iktidarlar göreve gelmiştir. Bu gelişmeler çok kutupluluğun önünü açmıştır. Bunlara küresel ekonomik krizin eklenmesi 
ve Amerikan ekonomisinin aldıgı aşırı darbe, Irak'ta parçalanma sürecinin ertelemesine yol açmıştır. 

Obama'nın Rusya, Kafkasya, Orta Asya, Pakistan-Afganistan eksenlerindeki politikaları için nispeten istikrarlı bir Türkiye'ye ihtiyacı vardır. ABD aynı zamanda Ankara'nın Irak'ta Araplarla Kürtler arasında, ABD'nin çekilmesinden  sonra çıkacak bir iç savaşta Türkiye'nin Araplarla ittifak yapmasını engellemeye ve Kürtlere destek vermesini sağlamaya çalışmaktadır. 

Bu amaçla, Washington iki adımlı bir strateji izlemiştir. 

Birinci adım, 

Türkiye ile K. Irak arasında ilişkilerin düzenlenmesi ve 

İkinci adım ise 

PKK'nyn Türkiye'ye dönüşünün sağlanmasıdır. Birinci adım ise Türkiye ile K. Irak Yönetimi arasynda Ekim-Kasım-Aralık 2008'de gerçekleşen yoğun temaslar sırasında atılmyştır. 

İkinci adımı AKP hükümeti “ Kürt Sorununun ” çözümünü hedefleyen bir çözüm paketi üzerinde çalışmaya başlayarak atmıştır. 

Ocak 2009'da Kırmançça TRT 6 yayınının başlaması ile Kürt Açılımının ilk önemli adımı atılmıştır. A.Gül, 2009 başında devlet kurumlarında ilk kez çözüm 
konusunda uyum olduğunu ifade etmiştir. AKP hükümeti, çözüm paketi için İçişleri Bakanlığını görevlendirmiştir. İçişleri Bakanlığı değişik kurum, kurulş ve kişilerle görüşerek, bir çözüm paketi üzerinde çalışmıştır. 

İç İşleri Bakanı Beşir Atalay, 29 Temmuz 2009'da üzerinde çalışılan paketin içeriği konusunda herhangi bir bilgi vermeden, çalışma sürecinin yöntemi üzerinde durmuş ve paket üzerinde TBMM'nin Eylül 2009'da çalışmalara başlamasından sonra da çalışılmaya devam edileceğini açıklamıştır.

Ancak devam eden “ Kürt ” açılımını 2008 yılında gerçekleşen “ K. Irak ” açılımı ve her iki “açılım” politikaları arkasındaki dinamikleri anlamadan doğru tahlil 
etmemiz mümkün değildir. Bundan dolayı, bu çalışma, K. Irak açılımının tahlili ile başlayacaktır. AKP'nin K. Irak Açılımı ya da ABD ile “ Büyük Pazarlık ” 
“Kürt Açılımı” politikasının arkasında ABD'nin K. Irak'tan çekilmek üzere olmasının yarattığı dinamikler bulunmaktadır. Türkiye'nin kabul etmeye 
zorlandığı proje 2005'ten bu yana üzerinde “ Büyük Pazarlık ” adı verilen bir projedir. ABD'nin Irak'tan çekilmesi sonrasynda Araplarla Kürtler arasında iç savaş başlayacağı ya da yüksek bir gerilim yaşanacağı Washington tarafından ön görülmüştür. Washington, Amerikan desteği ile kurulan Kürt Yönetiminin Ankara ile Bağdat arasynda kurulacak ittifak arasında kalarak ezilmemesi ve varlığını sürdürmesini Türkiye'nin Kürt Yönetimine destek vermesine bağlı olduğunu görmüştür. 

ABD, Türkiye'nin K. Irak Yönetiminin varlıgını kollayıcı, Kerkük-Ceyhan petrol boru hattını açık tutan bir politika izlemesinin ön şartlarını hazırlamak 
için 2005'den bu yana değişik girişimlerde bulunmuştur. Bu çerçevede Türkiye'nin K. Irak Yönetimine desteklemesi karşılığında PKK'nın etkisizleştirilmesi için Türkiye ile ABD ve K. Irak Kürt Yönetimi arasında yoğun işbirliği önerilmiştir. 

Türkiye'nin K. Irak'ın varlığını tanıması, ABD'nin çekilmesinden sonra başlaması olası Arap-Kürt savaşında Kürtlerin yanında yer alması ve Güneydoğu 
Anadolu ile K. Irak arasında ekonomik ve sosyal bir bütünleşmeyi ön gören bu yaklaşıma “ Büyük Pazarlık ” senaryosu denilmektedir. 




Senaryo şu şekilde özetlenmektedir: 

1) Türkiye ve Irak Kürtleri, Kürt bölgesinin Türkiye ile mevcut önemli ilişkilerini kabul eden samimî ve karşılıklı bağımlılığı içeren ilişki üzerinde anlaşacaklardır. 

2) Türkiye, Irak Kürtlerinin ticaret, enerji ve ulaşım konusunda dünyaya açılmalarını sağlayacak, Kürt bölgesi de Türkiye'yi güneydeki Sünnî ülkesi ve Şii ülkesinin yaydığı istikrarsızlıktan koruyacak stratejik bir duvar oluşturacaktır. 

3) Kürt bölgesi PKK'ya tavır alacak ve onun oluşturduğu tehdidi bölgeden uzaklaştıracaktır. PKK, Türkiye ile Irak Kürtleri arasında bir sorun olmaktan çıkacaktır. 

4) Kerkük Kürt bölgesine (mümkünse federal bir Irak'ın parçası olan Kürt bölgesine) başlanacak ancak Kürt bölgesinin başkenti olmayacaktır. 
Türkmenlere özel azınlık hakları verilecektir. Şehrin yönetiminde belirli oranda yönetim hakları olacaktır. 

5) Kerkük bölgesinin doğalgaz ve petrol gelirleri bütün Iraklılar arasında eşit dağıtılacak ve Türkmenlere de gelirlerden belirli bir oran aktarılacaktır. 

6) Irak Kürtleri Türkiye Kürtlerine yönelik yapıcı bir rol üstlenecekler ve Türkiye'nin kendi Kürt yurttaşları ile barış yapmasını sağlayacaklardır. 

7) Zenginleşen K. Irak petrol, doğalgaz, ticaret ve taşımacılık bağları 1 geliştikçe Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin gelişmesine yardşmcş olacaktşr. “Büyük Pazarlık” projesinin ilk amacı, bir Türk-Arap ittifakı ile K. Irak'yn varlığının tehdit edilmesinin engellenmesi, uzun vadeli amacı ise Türkiye'nin Güneydoğu Anadolusu ile K. Irak'ı ekonomik, kültürel, sosyal süreçlerde bütünleştirerek, “Büyük Kürdistan” ın sosyolojik temelinin atılmasıdır. Mayıs 2007'de açıklanan ABD Senatosu İstihbarat Komisyonu raporunda yer alan “Irak ve Türkiye'deki Kürtlerin önemli ölçüde otonomi kazanması, İran'daki 5 milyon Kürt'ün ayrılıkçı hareketlere girişmesini tetiklemesi ya da İranlı Kürtleri ayaklanmaya teşvik etmesi ihtimali İranlı yetkili 2 leri endişelendirebilir” cümlesi ile âdeta Türkiye'de Kürtlerin özerkliğe kavuştuğunu ön kabul olarak görmesi dikkat çekmektedir. Şimdi, “ Büyük Pazarlık ” zemininde başlayan Ankara'nın K. Irak Açılımına dönebiliriz. Türkiye'nin 2008'de “K. Irak Açılımı” Washington'un Ankara ile Erbil arasında, PKK terörünün tırmanmasına göz yumulması da dahil uyguladığı çok boyutlu baskılar nihayet sonuç vermiştir. 2008'e kadar K. Irak Yönetimi ile 
doğrudan etkili ilişki kurmak düşüncesine muhalefet eden Ankara geri adım atmıştır. K. Irak ile ikili ilişkiler 2008'de büyük bir yoğunluk kazanmıştır. 

Irak Cumhurbaşkan Talabani'nin Mart 2008'de Türkiye ziyaretinde, Türkiye - K. Irak ilişkileri ve PKK meselesi ele alınmıştır. Irak İşlerinden Sorumlu Büyükelçi 
Murat Özçelik, 2008 senesi içinde Irak'ı 6 kez ziyaret etmiş, 14 Ekim 2008'de M. Barzani ile görüşmüştür. 

Ankara, Erbil'den bu geziler sürecinde aşağıdaki beş talepte bulunmuştur: 

a) PKK'nyn Terör örgütü olarak ilân edilmesi, 

b) PKK Kamplarının ve siyasî bürolarının kapatılması, 

c) PKK'nın lojistik desteğinin kesilmesi, 

d) Üst düzey PKK yöneticilerinin Türkiye'ye teslim edilmesi 3 

e) Türkiye ile istihbarat paylaşımı yapılması. 

Türkiye -K. Irak görüşmelerinin başlamasından hemen sonra tesadüf sayılamayacak Şekilde, 17 Kasym 2008'de ABD güçlerinin 2011'e değin Irak'tan 
çekilmesini öngören ABD-Irak Anlaşması imzalanmıştır. 19 Kasım 2008'de Beşir Atalay'ın Bağdat ziyareti sırasında ABD-Türkiye-Irak arasında üçlü komisyon kurulması ve Kuzey Yönetiminin bu heyete katılması kararlaştırılmıştır. Ankara böylece Erbil temsilcilerini Bağdat ile beraber masada4 Muhatap almıştır. 

Türkiye'nin Talepleri, Barzani ve Talabani tarafından beş aşamalı bir plân Şekline sokulmuştur. Plânın aşamaları Şöyledir: 

1) Kandil Dagı'nın etrafında PKK'ya yönelik tecrit güçlendirilecektir. 

2) PKK, Irak'ta Yasadışı Örgüt ( Terör Örgütü diye ) İlân edilecektir. 

3) PKK dışındaki Kürt örgütlerinin katıldığı bir konferans düzenlenecek ve bu konferanstan PKK'ya silah bırakması çağrısı çıkarılacaktır. 

4) Türkiye'de PKK için kısmi af ilan edecektir. 

5) PKK'nın kampları ve büroları kapatılmayacak ancak Kandil'e tecrit uygulanacaktır. Üst düzey yöneticilerin teslimi yerine Kürt Konferansı PKK'ya çağrı da bulunacaktır. 

1996' dan buyana bu alanda tek politika belirleyici olan TSK'nın K. Irak politikalarında etkisi 2008 başında ortadan kalkarken Dışİşleri Bakanlığı ve 
MİT'in etkisi artmıştır. 

4-5 Aralık 2008'de Amerikan Yüksek Düzeyli Savunma Grubu üyeleriyle yapılan toplantılar sonrasında, gerek Amerikalı, gerekse Türk askeri yetkililer, iki ülke arasında PKK'ya karşı işbirliğinin6 Mükemmel seviyede olduğunu belirtmişlerdir. Bu görüşmeleri, Diğerleri 24 Kasım 2008'de Adalet Bakanı Mehmet  Ali Şahin, “ Öcalan bombaları bırakın der ise diğer mahkûmlarla görüşebilir ” açıklamasını yapmıştır. Ayrıca İmralı'ya yeni binaların yapılmaya başlandığıve A. Öcalan'a komşuların yollanacagı açıklanmıştır. 28 Kasym 2008'de Kuzey Yönetimi Petrol Bakanı Erbil'de çıkan petrolün 2009'dan itibaren Bağdat ile koordineli Şekilde Ceyhan'dan ihraç edilmeye başlanacagını bildirilmiştir. Ankara'nın bu ihracı kabul etmesinin karşılyıgında Kuzey Yönetiminden PKK'ya karşı işbirliği sözü aldığı ileri sürülmüştür. 

Bakanlığı Müsteşarı E. Apakan başkanlığındaki bir Türk heyetinin 8 Aralık sonrasında gerçekleşen Washington ziyareti izlemiştir. M. Özçelik'in Irak ve 
Ertuğrul Apakan'ın ABD ziyaretlerinden sonra PKK'ya karşı alınacak önlemler konusunda aşagıdaki hususlarda uzlaşma sağlandığı ileri sürülmüştür; 

a) PKK, Erbil parlamentosunun alacağı karar uyarınca K. Irak'ta siyasî parti, dernek, radyo kuramayacaktır. 

b) K. Irak'ta, Türk-Amerikan ve Kürt istihbarat örgütleri arasındaki işbirliği artırılacaktır. Ortak sorgu ve ortak plânlamalar yapılacaktır. 

c) PKK'ya karşı psikolojik operasyon yürütülecek, PKK'nın K. Irak halkına verdiği zarar anlatılacaktır. 

d) K. Iraklı partilerin PKK'ya destek vermediği halka anlatılacaktır. 

e) Silah byrakan PKK'lılara Türkiye'ye dönme imkanı verilecektir. 

f) PKK'nın çözülmesi durumunda Türkiye BM Mülteciler Yüksek Komiserliği aracılığııla PKK'lıların geri dönüş görüşmelerini başlatacaktır.7 

Talabani, 22 Aralık 2008'de CNN-Türk'te kapsamlı açıklamalar yapmış ve Türkiye ile PKK'ya karşı aşağıda sayılan önlemlerin alınacağını açıklamıştır: 

a) Kürt Yönetimi PKK ile silahlı bir çatışmaya girmeyecektir. 
b) Kürt Yönetiminin PKK'nın Türkiye'ye karşı Irak topraklarının kullanılmaması konusunda anayasal sorumluluğu vardır. 
c) DTP, K. Irak Yönetimi ile PKK'nın Şiddeti sona erdirmesi konusunda mutabıktır. 
d) Kürt grupları PKK'ya bu konuda çağrı yapacaklardır. 
e) PKK iki talebi karşılanırsa terör eylemlerine son verecek, silahları terk edecektir. Bunlar, Türkiye'deki Kürtlerin içinde yaşadığı koşulların iyileştirilmesi 
ve Kürt diline saygı gösterilmesidir. Talabani, ayrıca Türkiye'den PKK'lıları DTP üzerinden muhatap kabul etmesini istemiştir.8 
Erdogan,Talabani'nin bu talebini Ağustos 2009'da yerine getirecektir. 



Talabani, ayrıca “ Kerkük Kürdistan'ın parçasıdır ” görüşünden hiçbir taviz vermediğini ortaya koymuştur.  Ankara'nın K. Irak'tan gelen Kerkük 
açıklamalarına tepki göstermemesi üzerine AKP Hükümetinin Kerkük ve Türkmenler konusunda taviz verdiği konusunda Şüpheler artmıştır. 

Hatta 2007'lerden itibaren Türk bürokrasisinde başlayan “Kerkük'te Kürt denetimi karşılığında Kerkük petrollerinden Türkiye'nin pay alması” tartışmaları da bu tür Şüphelerin güçlenmesine neden olmuştur. 
Talabani'nin açıklamalarına 25 Aralık'ta cevap veren Erdoğan, af konusunda  “Bizim bir eve dönüş yasamız var. 
Önerileri değerlendireceğiz” demiştir. Kısa süre içinde af konusunda 221. md. dışında bir yeni çözüm arayışı üzerinde çalışılmaya başlanmıştır. 
“ Kürt Açılımının ” ilk büyük adımı, Ocak 2009'da TRT 6 adı ile Kırmanıça televizyon yayınının başlamasıyla10 atılmıştır. 
Bugün tartışılan “ Kürt Açılımı” esasen açılımın ikinci adımydır. Çözüm Paketinin Arkasındaki Temel Dinamikler Veya Çözümün Dört Sacayağı 

Bu aşamada PKK üzerinde ABD'nin tetiğini çektiği çok boyutlu baskı artmıştır. Baskı Türkiye üzerinde de uygulanmaktadır. Ankara'ya, “PKK'nın teröre son vermesi ve kendisini lâğvetmesini sağlayacak bir şeyler öner ” denilmektedir. Obama'nın Türkiye ziyaretinde ortaya koyduğu temel talepler Ermenistan ile sorunların halledilmesi, Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılması ve Kürt meselesinin çözümüydü. AKP Hükümetinin bu ziyaret sonrasında Obama'nın isteklerini adım adım yerine getirdiği görülmektedir. Ermenistan ile ilişkiler yoğunlaştırıldyıtan ve Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılması için alt yapı oluşturulduktan sonra, aynı dış dinamik sürecinin parçası olarak “Kürt Paketi” üzerinde çalyışılmaya başlanmıştır. AKP'nin çözüm paketinin dört sacayağı olduıu görülmektedir. Bunlar, 

a) ABD, Irak ve K. Irak ile sürdürülen dörtlü görüşme süreci, 
b) PKK'ya karşı yeni güvenlik önlemlerinin zeminini oluşturan Güvenlik Müsteşarlıgı 
c) Öcalan/PKK/DTP ile dolaylı temas zemini ve 
d) Demokratik açylım paketidir. 

A. Aşagıda bu Dört Sacayagı incelenecektir. 

a) Dörtlü Görüşme Süreci 

Birinci sac ayağını ABD-Irak- K. Irak ve Türkiye arasında sürdürülen üçlü adı verilmekle beraber esasen dörtlü olan görüşmeler oluşturmaktadır. 

Bu süreç 2008 senesinde büyük bir yoğunluk kazanmıştır. Amerikan güçlerinin Irak'tan çekilmesinden sonra ortaya çıkacak Arap-Kürt geriliminde K. Irak'a karşı Türk-Arap koalisyonunun oluşmasını teşvik edecek Şekilde bir PKK varlıgının K. Irak'ta bulunması oldukça zordur.İkinci neden ise ABD'- nin Türkiye ile K. Irak arasında ekonomik birlikteliğin doğduğunu, K. Irak'ın ekonomik olarak Türkiye'nin bir parçası haline gelirken, Türkiye'nin de Kerkük petrollerinin temsil ettiği zenginlikle eninde sonunda baştan çıkacağını ve Türkiye-K. Irak “birleşmesinin” doğal bir sürece dönüşeceğini düşünürken, K. Irak petrolünün Türkiye üzerinden Akdeniz'e sorunsuz akmasını sağlayacak ortamın gerçekleşmesini arzu etmesidir. 

Irak'ın bu süreçte yer almasının nedeni, Amerikan dayatmasıdır. Irak, Amerikan çekilmesinden sonra K. Irak Yönetimi ile arasında Kerkük, Musul'un 
bazı bölgeleri ve petrolün paylaşımyı konularından dolayı sert bir gerilim ve muhtemelen çatışmanın yaşanacağının farkındadır. Bu gerilim/çatışma 
sürecinde Türkiye'nin Bağdat yönetimine verecegi destek yaşamsal bir öneme sahiptir. Bağdat için K. Irak ile Türkiye arasındaki ilişkiler ne kadar 
yüksek gerilimli olursa K. Irak'a karşı Ankara-Bağdat ilişkileri o kadar iyi olacaktır. Bağdat bu sürecin içinde Şeklen yer almakla beraber, asla sürecin 
başarıya ulaşması için gerçekten destek olmayacaktır. 

b) K. Irak 

K. Irak Yönetimi ise Araplarla arasının sert bir kırılmaya doğru yaklaştığı bir dönemde Türkiye ile mümkün olduğu kadar yaklaşmak istemektedir. 
Ankara ile Bağdat arasında oluşacak bir ittifak K. Irak için çok bir şey yapmadan da ezici sonuçlar doğurabilir. Ancak KDP/KYB, Türkiye ile yaklaşmanın 
bedeli olarak PKK'nyn tamamen yok edilmesine katkıda bulunmayı asla düşünemezler. Bunun bir nedeni gelecekte PKK'nyn potansiyelini Türkiye'ye 
karşı kullanacakları bir araç olarak görmeleri, diğeri ise PKK'nın yok edilmesinin Türkiye'deki Kürtçü potansiyeli K. Irak'a yabancılaştıracak olmasıdır. 

Türkiye'deki reform sürecine rağmen PKK'nın teröre devam etmesi, PKK'ya karşı bir Türk-Amerikan-K. Irak askeri operasyonuna neden olur mu? Hayır olmaz. ABD, Askerlerinin Türkiye uğruna ölmesine izin vermeyecektir. Barzani, Türkiye'nin büyük bir askeri güçle Kandil'de operasyon yapmasının 
bölgede tekrar TSK'nın en etkin güç haline gelmesine neden olacağı için bu gelişmeyi onaylamayacaktır. Özetle, dörtlü saç ayağının “ Dörtlü Görüşmeler ” 
ayağı, PKK'- nın K. Irak'taki varlığına son verecek etkinliği ulaşamaz. 

c) Güvenlik Müsteşarlığının Kurulması 

AKP, terörle mücadelenin etkinleştirilmesi vaadiyle bir eşgüdüm kuruluşu olarak İç İşleri Bakanlığı'na bağlı bir güvenlik 
müsteşarlığı kurulması için 2008/2009 yasama yılında kapsamlı çalışmalar yapmıştır. Ancak yanlış bir anlayışla kurulmuş, Üstesinden gelmek zorunda olduğu görev için yetersiz yetki, kadro ve kaynağa sahip olması öngörülen Müsteşarlık ile ilgili hazırlanan yasa tasarısı, muhalefetin sert eleştirilerine maruz kaldığı için geri çekilmiştir. Muhtemelen yapılacak değişikliklerden sonra TBMM'de tekrar gündeme gelecektir. “ Güvenlik Müsteşarlığı ” PKK'nyn terör eylemlerini etkin bir Şekilde sınırlandıracak bir yapıda değildir. 

d) Öcalan/PKK/DTP ile Dolaylı Temaslar 

DTP ile açık bir temas kurma konusunda çekingen davranan AKP öte yandan uzun zamandan buyana DTP ile görüşme sürecini hazırlamıştır. 

<  K. Irak Yönetimi ise Araplarla arasının sert bir kırılmaya doğru yaklaştığı bir dönemde Türkiye ile mümkün olduğu kadar yaklaşmak istemektedir. Kürt Açılımının Geleceği >

AKP-DTP görüşmelerinin zeminini oluşturmak amacı ile PKK'nyn DTP içindeki örgütlenmesine yönelik “ KKC Operasyonları ” adı verilen bir dizi 
operasyon yapılarak, PKK'nın DTP üzerindeki etkisi kırılmaya çalışılmıştır. 
Ancak bunun mümkün olmadığı anlamşılınca DTP ile PKK'nın yetkilendirmesi ile görüşmeyi kabul etmiştir. DTP ile başlayanlar dışında da PKK/A. Öcalan ile bir dolaylı ilişkilerin olduğunu bazı gazeteciler ileri sürmüşlerdir. Ancak bunlar A. Öcalan için yeterli olmamıştır. Öcalan, PKK'nın DTP'ye görüşmeler için verdiği yetkiyi ortadan kaldırmış ve muhatap olarak kendisini göstermiştir. AKP'nin büyük iddialarla ortaya koyduğu açılımın tek başarı şansı vardır, o da oyunu kuralına göre oynayıp, Öcalan ile doğrudan görüşmeler yapmak veya Öcalan'ı DTP'ye vekâlet vermeye zorlamaktır. Ancak bu tür bir görüşme süreci önümüzdeki genel seçim sonrasına ertelenmiştir. Öcalan'ın yakalanmasının üzerinden on sene geçmiştir. Tek kişilik hücrede devletin sınırlarını çizdiği bir zeminde dış dünya ile ilişkisini sürdüren Öcalan, 62 yaşındadır. 

Bu süre içinde Talabani Irak Cumhurbaşkanı, Barzani ise K. Irak Yönetimi başkanı olmuştur. Öcalan için bunlar başlı başına imha edicidir. İmralı'da ölme 
düşüncesi Öcalan'ı çıldırtmaktadır. Öcalan bundan dolayı bir şekilde “ Affedileceği ” bir süreç için her türlü işbirliğini yapmaya yatkındır. 

Öcalan'yn işbirliğine yatkın oluşu, kayıtsız şartsız işbirliğine açık olduşu anlamına gelmemektedir. Öcalan doğrudan muhatap alınmanın yanında, teröre son vermek için bazı olmazsa olmazları da vardır. Öcalan'ın taleplerini iki noktada özetleyebiliriz: 

1) Öcalan'ı kapsayan bir genel af ilân edilmesi, 

2) Kürt kimliğinin siyasal kimlik haline dönüştürülmesi. 

Oysa, AKP Hükümeti, kısa vadede Öcalan'ın bu taleplerini karşılayamaz. 

e) Demokratik Açılım Paketi 

Demokratik açılımın içeriği henüz belirsizdir. Bu aşamada söylenebilecek tek şey, bu girişimin Kürt kökenli yurttaşlar için etnik nitelikli demokratik hak ve özgürlükler zemini yaratacağını, Anayasanın “dil, Irk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç ve din ve mezhep” zemininde ayrı uygulamaları 
yasaklayan 10. Maddesine aykırı olduğudur.

Öcalan, PKK'nın DTP ' ye görüşmeler için verdiği yetkiyi ortadan kaldırmış ve muhatap olarak kendisini göstermiştir. 

Öte yandan AKP Şimdiye değin AB Uyum Yasaları ve Kopenhag Kriterleri'nin talep ettiği değişimleri de aşan önemli ve radikal değişikliklere imza 
atmıştır. Türkiye, yurttaşlarına herhangi bir AB ülkesinin sağladığı demokratik haklardan daha azını sağlamamaktadır. Buna rağmen, nerede biteceği 
belirsiz bir demokrasi talebi gündemin parçası olmaya devam etmektedir. Em. Büyükelçi Ü. Pamir'in çözüm önerisi, demokrasinin “ Bölünme referandumu” 11 
yapylmasına kadar uzanmıştır. İçişleri Bakanı, yapılacak demokratik açılımları, kısa, orta ve uzun vadeli açılımlar şeklinde tanımlamıştır. 
Aşağıda Hükümetin kısa, orta ve uzun vadeli önlemlerini tartışacağız. 

Kısa Vadeli Önlemler; 

AKP bu aşamada TSK'ıın ağır tepkisini almadan ve seçimlerde oy kaybına uğramadan kısa vadeli önlemleri yaşama geçirmeyi hedeflemektedir. 
Kısa vadeli önlemler, ilk genel seçimlerden 2009 sonuna kadar tamamlanacak tır. 

AKP'nin kısa vadede atacağı adımlar, 

a) Değişik üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı bölümlerinin açılması, 
b) İsimleri değiştirilen köylere tekrar eski isimlerinin verilmesi, 
c) Özel Kürtçe televizyon ve radyo yayınlarının başlaması, 
d) Kürtçenin lise ve dengi okullarda seçmeli ders olması, 
e) Pişmanlık yasasynın kapsamın genişletilmesi ve etkinleştirilmesi, 
f) Bazı devlet dairelerinde Kırmaçca ve Zazaca tercüman uygulamasının başlatılması, 
g) Güneydoğu Anadolu'daki bazı illerde, Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ'ı kapsayan ve 14 Temmuz 2009'da kurulan “Trakya Bölge Kalkınma Ajansı” benzeri bir 
bölge kalkınma ajansının kurulması gibi önlemlerle sınırlı olacaktır. 

Kısa vadeli önlemler Öcalan'ı muhatap almadığı için sorunun özünü de kapsamayacaktır. Çünkü Kürt sorunu demek, terör ve Öcalan demektir. 
Kısa vadeli önlemler, ilk genel seçimlerden 2009 sonuna kadar tamamlanacaktır. 

Kürt Açılımının Geleceği 

Öcalan'ı muhatap almadan terörü ve “Kürt” sorununu çözmek mümkün değildir. Kısa vadeli önlemlerin eş zamanlı olarak PKK'nın K. Irak'tan uzaklaşması, 
teröre son vermesi mümkün değildir. Öcalan gerçek gücünün DTP değil, PKK olduğunun bilinciyle terör örgütünün gücünü korumaya çalışacaktır. 

Öte yandan açılımı “ Annelerin göz yaşlarının durdurulması”  teoriği üzerine kuran Erdoğan, son günlerde geri adım atarak, terörün hemen kesilmesinin mümkün olmadığını açıklamaya başlamıştır. Kısa vadeli önlemler konusunda Hükümet ile Genelkurmay Başkanlığı arasında uzlaşma vardır. Org. İlker Başbuğ bireysel kültürel haklara TSK'nın sert bir muhalefetinin olmadığını açıklamıştır. 

TSK'nın direnişinin Milli ve Üniter devleti hedef alan orta ve uzun vadeli önlemlere sıra geldiğinde başlaması muhtemeldir. 

Orta ve Uzun Vadeli Önlemler AKP'nin PKK'nın taleplerini karşılaması orta ve uzun vadede alınacak önlemlerle gerçekleştirilecektir. 

AKP bu amaçla orta ve uzun vadeli önlemler konusunda çalışmalara başlamış görünmektedir. 21 Temmuz 2009'da Polis Akademisi'nde yapılan, İngiltere ile IRA arasındaki görüşmelerin mimarı Lord John Alderdice'in de bulunduğu bir heyet ile yapılan toplantı, “ Devlet-Terör Örgütü Teması konusundaki 
deneyimler konusunda AKP iktidarının bilgi topladığını göstermektedir. 

Orta ve uzun vadede Öcalan'yn taleplerini karşılamaya ciddî yaklaşan AKP'nin bu aşamada artık siyasal ortamın bu talepleri karşılamak için yeterince olgunlaştığını düşüneceğini de söyleyebiliriz. Halk, PKK terörünün durması karşılığında üniter-millî devletten âdem-i merkeziyetçi/etnik 
yapıya doğru parça parça değiştirilmesine alışacaktır. 

Önümüzdeki genel seçimlerde Anayasayı değiştirecek ölçüde büyük bir destek aldığı takdirde yeni kurulacak AKP hükümetinin orta vade ve uzun vadede alacağı önlemleri şu şekilde özetleyebiliriz: 

a) Anayasa'nyn 1-4 ve 66. maddeleri başta olmak üzere değiştirilmesi ve Kürt kimliğinin siyasal bir kimlik haline dönüştürülmesi, böylece millidevlet 
ilkesinin tasfiye edilmesi, 

b) Yeni Anayasa'da milli devlet ilkesi tasfiye edilirken, Üniter-Devlet ilkesinin görünürde korunması ancak, özerk bölge yapılanmasının adı konulmadan 
gerçekleştirilmesi, 

Orta ve uzun vadede Öcalan'ın taleplerini karşılamaya ciddî yaklaşan AKP'nin bu aşamada artık siyasal ortamın bu talepleri karşılamak için yeterince olgunlaştı ğını düşüneceğini de söyleyebiliriz. 

c) A. Öcalan'ın İmralı'dan F-tipi bir ceza evine nakledilmesi ve PKK kadrolarına genel değil, kapsamlı af uygulaması  şeklinde özetlenebilir. 
AKP'nin gelecek iktidar dönemi içinde uzun vade de gündeme taşımayı hedeflediği önlemler ise, 


a) Güneydoğu Anadolu için federal çözümün gündeme getirilmesi, 
b) Kürtçenin ikinci resmi dil olması, 
c) A. Öcalan'ın serbest bırakılması, 
d) PKK'nın lider kadrolarına siyaset yapma izni verilmesi Şeklinde öngörülebilir. 

Bu önlemlerin iki etkisi olacaktır. Birincisi sınırın hemen öte yanındaki K. Irak'taki pankürdizm hayallerini güçlendirecek ve Güneydoıu Anadolu'da da bu hayallerin etkileri belirginleşecektir. İkinci etki ise Kürtler siyasallaşmı. Kürt kimliğiyle Türkiye'ye daha fazla bağlanmayı değil, Türkiye'den ne kadar toprak kopararak ayrılabilirim duygusuna kapılacaktır. 

Sonuç

Cumhuriyet 1923'ten bu yana en büyük dönüşümü yaşamaktadır. Dönüşümün ana dinamiği milli değil, dış dinamik olduğu için dönüşümün tasarımcılarının 
hiç beklemediği sonuçların ortaya çıkması muhtemeldir. Amerikan işgali altındaki Irak'ın bile federal devlet modelini içine sindiremediıi ve bölünme sürecine 
karşı her geçen gün artan bir tepkinin geliştiği düşünülür ise milli-üniter devlet karşıtı bir modelin Türkiye'de uygulanması çok zor olacaktır. 

Türkiye'yi etnik fay hatları boyunca bölecek politik girişimler, ülkemizde sosyolojik olarak var olmayan etnik sorunun politik olarak kurgulanmasına 
yol açabilir. “ Kürt Sorunu ”nu çözme adına yapılacak girişimler bir “ Türk Sorunu ”nu doğuracaktır. Siyasal Türk kimliğinin dışında siyasal bir 
Kürt kimliğinin inşa edilmesi durumunda, bir Türk için ayrı bir siyasal kimliğe sahip olan Suriyeli, Iraklı, İranlı ile Kürt arasında nasıl bir fark olacaktır? 
PKK'nın temsil ettiği sorunun aşılması için alınması gereken önlemler, milli-üniter devlet modeli içinde ve yurttaşlık temelli bir demokrasi anlayışı 
ile olmak zorundadır. Aksi bir yaklaşım, Anadolu coğrafyasında etnik cehennemin kapısını aralayabilir. 

< Türkiye'yi etnik fay hatları boyunca bölecek politik girişimler, ülkemizde sosyolojik olarak var olmayan etnik sorunun politik olarak kurgulanmasına yol açabilir. Kürt Açılımının Geleceği>

Askeri olarak Türkiye tarafından korunan, ekonomik olarak Türkiye'- den beslenen, ekonomik damarlarını Türkiye'nin açık tuttuğu dört milyon 
Kürt, bir milyon Türkmen'in yaşadığı bu bölgede (Musul ve Telafer başta olmak üzere bazı büyük Türkmen yerleşim yerleri Arap sınırları içinde kalacağı 
için Irak genelinde 2.5 milyon civarında olan Türkmen nüfusu K. Irak'ta 1 milyon civarına kadar inecektir) kişi başına düşen gelir hızla yükselecek ve 
K. Irak bir cazibe merkezi hâline gelecektir. Üstelik cazibe merkezi olan K. Irak ile Türkiye'de yapılacak Kürt Açılımından sonra siyasal bir Kürt kimliği 
etrafında toplanan Güneydoğu Anadolu Kürtleri ile K. Irak Kürtleri arasında sosyal, kültürel, ekonomik bütünleşme artarken, Türkiye bütünlüğünden 
kopma süreci güçlenecektir. 

Barzani'nin Türkiye'deki Kürtlere yönelik izlediği pankürdist politikalar kopma sürecini hızlandıracak ve çatışma zeminini güçlenecektir. Kürt(çü) siyasî kadrolar Kürt Açılımlarını stratejik hedef olan bağımsız, birleşik Kürdistan hedefine giden yolda ara adımlar olarak değerlendirmektedirler. 
Stratejik hedef, Kürt Açılımları ile Türkiye Cumhuriyeti Mersin-I.dır hattına geri itilirken, denizlere açılan büyük Kürdistan'ın kurulmasıdır. 

DİPNOTLAR;

1 Today's Zaman, 20 Şubat 2007, Suat Kınıkoğlu, “ Kirkuk, Northern Iraq and the Grand Bargain” 

2 Zaman, 27 Mayıs 2007 Prof. Dr. Ümit Özdağ 2008'e kadar K. Irak Yönetimi ile doğrudan etkili ilişki kurmak düşüncesine muhalefet eden Ankara geri adım atmıştır. 

3 Star, 14 Ekim 2008, “ Desteği kes, istihbaratı paylaş ” 

4 Radikal, 24 Aralık 2008, Murat Yetkin, “Kürt meselesinde sıcak gelişmeler” Bu gelişmelerin iç politikadaki yansıması, A. Öcalan'ın konumunun düzeltilmesi 
ihtimalinin ortaya konması olmuştur. 

5 Vatan, 22 Aralık 2008, “PKK'yı tasfiye plânı” 

6 Radikal, 7 Aralık 2008, Murat Yetkin, “ Obama döneminde PKK'ya karşı İşbirliği geriler mi? ” 

7 Yeniçağ, 24 Aralyk 2008, Sadi Somuncuoğlu, “ Dış Siyasetimiz karmakarışık halde ” ve Cumhuriyet, 27 Aralık 2008, “ Tasfiye plânnda af çıkmazı ” 

8 Cumhuriyet, 26 Aralık 2008, Mehmet Faraç, “ Peşmergenin Nafile Çabaları ” 


2 1 . YÜZYIL Ek im 2 0 0 9 
Prof. Dr. Ümit Özdağ


***

25 Şubat 2016 Perşembe

Ordu, Üniter Devleti Böyle mi Savunacak?



Ordu,  Üniter Devleti Böyle mi Savunacak?


Özgür Erdem
Sayı ;251, 
31/08/2009

 (  _ Şırnak’ta Askeri kışlanın önüne resimdeki tabela dikilmiş. Hazin olan, PKK’lı kadınların o tabelanın önünden Sarı-Kırmızı-Yeşilli sözde bayrakları ve Kürtçe sloganlarıyla yürüyüş yaparak geçebilmesi... 

Şırnak’ta askeri kışlanın önüne resimdeki tabela dikilmiş. Hazin olan, PKK’lı kadınların o tabelanın önünden Sarı-Kırmızı-Yeşilli sözde bayrakları ve Kürtçe sloganlarıyla yürüyüş yaparak geçebilmesi... Tabelada yazıldığı gibi askerin “ Üzerine kılıç çekilmedikçe ” “ Kimseye Zarar Gelmiyor.” Yürüyüşe herhangi bir müdahale yok. Şimdi soruyoruz:  
Asker, Kışlasından bu yürüyüşü izlediği gibi, Kürt açılımını da izleyecek mi? 
Ve PKK, Ordu’nun “ Üzerine Kılıç Çekmezse ” yani silah bırakırsa, tabelada yazıldığı gibi PKK’lılara zarar gelmeyecek mi?  )

MGK’dan “ Kürt Açılımı ” na açık çek

AKP’nin başlattığı Kürt açılımına Ordu’nun tavrı merak ediliyordu.

Yanıt son MGK’da verildi. İçişleri Bakanı’nın başında bulunduğu süreci destekleyen bir bildiri yayınlandı.

Bakın ne deniyor MGK bildirisinde:

“ Kurulun önceki toplantılarında yapılan değerlendirmeler ışığında devletimizin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü pekiştirmek, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak üzere, İçişleri Bakanlığı eşgüdümünde yapılan çalışmalar hakkında Kurul’a bilgi sunulmuş ve çalışmaların devamı tavsiye edilmiştir.”

Bu, AKP’ye net bir destek. Ordu, resmen açık çek vermiş “ Kürt Açılımı ”na.
2 aydır sessiz kalan Ordu’nun en azından MGK’da çıkıp tepkisini ortaya koyacağına inanan milyonlarda ise büyük bir umutsuzluk ve hüzün...

Herkes Kızgın.

MGK bildirgesinde bu dikkat çekici paragrafın yanında geri planda kalan bir başka açıklama daha var. Onu da bir hatırlatalım:

“ Türkiye-Irak-ABD arasında oluşturulan üçlü mekanizma süreci ve Irak’taki gruplarla yapılan temasların önemine ” işaret ediliyor.

“ Iraklı Gruplarla ” Temaslar devam edecekmiş...

Pek kim bu Iraklı Gruplar?

Sokaktaki çocuk bile bilir ki, burada kastedilen Iraklı Kürt gruplardır. Anlaşılan MGK bildirgesine açıkça yazmaya caserat edememişler ama şu önerilene bir bakar mısınız... Bu, Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin fiilen tanınmasıdır.

Kısacası son MGK toplantısının tek bir sonucu var: Ordu, AKP’nin çizdiği yol haritasını onaylamış durumda. Iraklı Kürtlerin resmen muhatap alınması da kabullenilmiş, “Kürt Açılımı” da...

Halbuki tüm Türkiye farklı bir sonuç bekliyordu MGK’dan. Ordu’nun sesini yükselteceği umudu vardı herkeste.

Bu fotoğraf, Başbuğ’un 30 Ağustos mesajından çok değil, bir gün sonra çekildi.

Bu fotoğraf, Başbuğ’un 30 Ağustos mesajından çok değil, bir gün sonra çekildi. O mesajın Ankara’ya bomba gibi düştüğü, Hükümetin elinin ayağının dolandığı söyleniyordu. Ne dersiniz, bu fotoğraftan öyle bir sonuç çıkıyor mu?

 (   _ Başbuğ Kürtlere “ Hepimiz kardeşiz ” diye sesleniyor Başbuğ Kürtlere “Hepimiz kardeşiz” diye seslendiği gün Tayyip de Kürt açılımıyla ilgili şöyle diyordu: 

“ Bu Kardeşlik Projesinden İhanet Planı Çıkmaz. ”

Başbuğ Kürtlere “ Hepimiz kardeşiz ” diye seslendiği gün Tayyip de Kürt açılımıyla ilgili şöyle diyordu: 

“Bu kardeşlik projesinden ihanet planı çıkmaz.” Bu iki paralel açıklama Ordu’nun “ Kürt açılımı”na karşı çıkmak için yaptığı 30 Ağustos açıklamasının hemen ardından geldi. )

Tayyip’in YAŞ’ta koyduğu şerhi siz de MGK’da koysaydınız...


MGK Bildirgesinin ardından Kürt açılımını kabullenemeyen milyonlara umut veren bir açıklama daha geldi. 30 Ağustos’un yıldönümü vesilesiyle internet sitesinde bir mesaj yayınladı İlker Başbuğ.

Ve MGK bildirisinin neredeyse tam zıddı değerlendirmelerde bulundu.

AKP muhalifi basında bir sevinç bir sevinç. Manşetler atılıyor:

“ Ankara’da Deprem ”

“ Başbuğ MGK bildirisini tekzip etti.”

“ Asker Kırmızı Çizgilerini ortaya koydu.”

“ TSK’dan Açılım Şerhi.”

İnternet sitelerinde Başbuğ’un açıklamalarına yazılan yorumlar iki üç gün öncesinin tam tersi, herkeste tekrar bir umut hakim.

Aslında sevinilecek o kadar da çok şey yok. Neden mi dersiniz?

Aklımıza YAŞ kararları geliyor da ondan.

O YAŞ kararlarına bir bakın, Tayyip Erdoğan’ın şerhini göreceksiniz.

AKP’li bir Başbakan başkanlığında tam yedi tane YAŞ toplantısı yapıldı. Ve tümünde, AKP’liler hoşlarına gitmeyen kararlara şerh koymaktan çekinmediler. Ordu’dan atılan Şeriatçı subay ve astsubayların ihraç kararlarını kabul etmediler. Ve bunu açıkça da belirttiler.

Ama 30 Ağustos’ta “ Terörle mücadele her koşulda devam edecektir.” açıklamasını yapan komutanların hiçbiri o şerhi MGK toplantısında koymadı...

Bu yeni bir durum da değil üstelik.

“Kürt açılımı” süreci başladığından beri, Başbuğ ayda bir düzenli olarak devam edeceğini söylediği basın bilgilendirme toplantılarını bile iptal etti.

Gazetecilerin açılımla ilgili sorularını “ Ayak Üstü Açıklama Olmaz ” diyerek geçiştirdi.

Ordu, en çok konuşması gereken bir dönemde suskun kalarak aslında itirazı olmadığını göstermiş oldu.

Susmak Onaylamaktır.

MGK’daki “Kürt açılımını destekleme açıklaması” ise bu onayın son noktasıdır.

İnternet sitelerinde “Güçlü Ordu Güçlü Türkiye” diyerek, “Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.” açıklamaları yaparak sürece direnilmez.

1997’de Şeriatçı iktidara direnen Ordu, aynı MGK’da Erbakan’a 28 Şubat kararlarını imzalatmasını bilmişti.

Ama bugün, internet sitesinden “bölünmez bütünlük” sloganları atan Ordu, maalesef AKP’lilerin karşısında MGK’da istenilen dik duruşu sergileyemiyor.

PKK’yla Görüşülmesine Gerçekten Karşıysanız...

Peki MGK’da gerekli itirazı yapmadılar diyelim. 30 Ağustos için yayınlanan açıklama ne kadar doğru ve tutarlı? Şimdi o açıklamada söylenenlere bir bakalım, ve birkaç soru soralım...

1. Açıklamada en büyük vurgu Türkiye Cumhuriyeti Devletinin üniter yapısına yapılmış. Deniyor ki “Türk Silahlı Kuvvetleri, Atatürk tarafından bizlere emanet edilen ve Anayasa’nın 3’üncü maddesinde de belirtildiği şekilde; Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus-devlet ve üniter-devlet yapısının korunmasında taraftır ve taraf olmaya da devam edecektir.”

Güzel bir cümle. Ancak, böyle düşşünüyorsanız, Kürt açılımına destek olmamanız gerekirdi. Çünkü açılımda başından beri en başta tartışılan şey, Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısı. Kaç aydır, hem Anayasadaki vatandaşlık tanımı hem de üniter devlet yapısı masaya yatırılmıyor mu? O kadar ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin ismi bile tartışma konusu yapıldı. Üstelik önceki Genel Kurmay Başkanlarından Hilmi Özkök tarafından.

Merak ettiğimiz bir şey daha var. Türk Silahlı Kuvvetleri üniter devlet konusunda “tarafım” diyorsa, Türkiye Cumhuriyeti’nin isminin bile tartışıldığı şu 2-3 aylık süreçte niye sesini çıkarmadı?

Tüm bu tartışma sürecini başlatan ve körükleyen Kürt açılımına MGK bildirisinde niye açık destek verdi?

Niye Sürecin Devamını tavsiye etti?

Üstelik bu noktada çok daha korkunç bir soruyla karşı karşıya kalıyoruz. Onu da soralım: 30 Ağustos açıklamasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin PKK ile hiçbir şekilde masaya oturmayacağı vurgulanmakta. Peki, PKK ile masaya oturan AKP olsa, buna ses çıkarılmayacak mı?

Ordu, böylece PKK ile anlaşmanın vebalini Hükümet’e yükleyip bir kenara mı çekilmekte?

MGK’da Hükümet’in atacağı adımlara açık çek verip destek olan, devamını “tavsiye eden” Ordu, 30 Ağustos açıklamasıyla kendi fikirlerinin başka olduğunu göstermiş oldu.

Peki TSK bir Düşünce Kuruluşu mudur?

AKP yine bildiğini okuyacak, Ordu da “bana dokunmayan düşman bin yaşasın” misali süreci eleştiren açıklamalarla mı yetinecek?

2. Bildiride PKK ile ilişki kurulamayacağı net bir şekilde vurgulanıyor: “TSK terör örgütü ve destekleyicileriyle ilişki kurulmasına yol açabilecek hiçbir faaliyet içinde bulunamaz.”

Halbuki, Kürt açılımının başından beri düzenlenen çalıştaylarda PKK yanlısı olarak bilinen pek çok aydının konuşmasına izin verildi. Hatta Kandil Dağı’na kadar giderek PKK elebaşlarından Karayılan’la görüşerek PKK’nın adeta kuryesi haline gelen Hasan Cemal, İçişleri Bakanı’nın en önemli konuklarından biriydi. Açılımı destekleyen Ordu, acaba Hasan Cemal’i de “akil adamlardan” biri olarak kabul etmiş olmuyor mu? Kabul ediyorsa, fiilen PKK’yla ilişki kurulmuş olmuyor mu? Etmiyorsa açılıma niye destek veriyor?

3. Bildirge DTP konusunda da gayet sert. DTP, isim vermeden eleştiriliyor: “TSK, demokrasinin sunduğu fırsat alanlarını kullananların, bireylerin en temel hakkı olan yaşam hakkını hedef alan terör faaliyetlerini hiçbir nedenle hoş görmelerini kaul edemez.”

Halbuki, Kürt açılımı başladığından beri, DTP, sürecin önemli bir unsuru olarak gösterilmiyor mu?

Hatta Tayyip bizzat gidip Ahmet Türk’le görüşmedi mi?

Açılıma destek olmak, aslında DTP’nin sürecin içinde olmasını desteklemek anlamına geliyor. Halbuki Ordu, DTP’yi taraflardan biri yapan süreç boyunca hep sessiz kaldı.

Kürtçenin Resmen İkinci dil olması nasıl engellenecek?

4. Açıklamada Kürtçe konusunda da önemli bir vurgu yapılıyor: “Anayasa’nın değiştirilmesi teklif bile edilemez olan 3’üncü maddesinde ifade edildiği gibi ‘Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe’dir.’”

Halbuki devletin Kürtçe yayın yapan resmi televizyon kanalı var artık. Üstelik TRT-Kürtçe’nin açılması tartışılırken bizzat Başbuğ “ Terör örgütü yandaşları Kürtçe yayın yapacağına devlet yapsın.” diyerek destek olmuştu?

Kürtçeyi fiilen ikinci bir resmi dil haline getiren süreçte Ordu hep sustu. Hatta PKK’nın zeminini zayıflatacağını düşünerek destekledi. Gelinen noktada, köy ve kasaba isimleri bile Kürtçe yapılıyor.

Peki bu süreç MGK tavsiyesinde olduğu gibi kesintisiz devam ettiğinde, Kürtçenin “ Resmen ” bir ikinci dil haline gelmesi nasıl engellenebilir?

5. 30 Ağustos bildirisinde yapılan o çok sert açıklamaya rağmen, AKP kanadı da, Ordu kanadı da Kürt açılımında herhangibir değişikliğe gidileceğini söylemedi. Hatta Tayyip ve Gül, MGK kararı doğrultusunda çalışmaların devam edeceğini vurguladı. Hatta Gül, açıklamanın güzel olduğunu açıkladı.

Hatta açıklamanın ardından bile Başbuğ ve AKP kurmayları birlikte gayet samimi pozlar vermeye devam ediyor.

Öyleyse Kürt açılımı süreci aynen devam edecek mi?

Devam edecekse, TSK’nın bu hassasiyetleri ne olacak?

Haksızlık etmiyoruz

6. Çalıştaylarda bütün aydın ve gazeteciler PKK’nın silah bırakması gerektiğini söylediler. Türk Ordusu’na da operasyonlara ara verme çağrısında bulundular.

AKP bunu kabul ederse Ordu ne yapacak?

Devriye gezen bir Mehmetçik PKK’lılarla karşılaştığında ne olacak? Silaha başvurulmayacak mı?

PKK’lılara kurşun atmayın emrini kim verecek?

Bu Vebalin Altına kim girecek?

Haksızlık ettiğimizi mi düşünüyorsunuz? Başbuğ’un 30 Ağustos bildirisiyle AKP’ye uyarıda bulunduğunu ve açılımın buna göre yeniden şekilleneceğini,Ordu’nun hassasiyetlerinin de gözetileceğini düşünüyorsanız, hemen iki gün sonra yaşanan olayları bir düşünün.

Deniz Kuvvetleri Komutanının devir teslim töreninde AKP kurmaylarıyla Başbuğ’un verdiği samimi poza bir bakın.

Sonra, Başbuğ’un Büyük Taarruz’un yıldönümünde Kürtlere “Hepimiz kardeşiz” diye seslenen açıklamasını okuyun. Ve Tayyip’in aynı gün yaptığı “Kürt açılımı bir kardeşlik projesidir” demeciyle karşılaştırın.

Sonra sorduğumuz soruları bir kez daha sorun.

Ne dersiniz haksızlık mı ediyoruz?

Hayır.

Türkler ve Kürtler kardeşse PKK’yla kim savaştı açıklayın!

Üstelik daha da vahimi, İlker Başbuğ maalesef büyük bir çarpıtmaya ortak oldu. Büyük Taarruz’un yıldönümünde, şehitliklerde şu açıklamayı yaptı: “Kurtuluş Savaşı’nda Türkler ve Kürtler birlikte savaştık.”

Bunun böyle olmadığını TÜRKSOLU defalarca açıkladı. Güneydoğu’nun Kurtuluş Savaşı’na katılımı toplamda %5’i bile bulmuyor. Çanakkale Savaşı’nda da durum böyle.

Hatta PKK’yle mücadelede de. Bu sayı yayınladığımız tablo ve haritayı iyi bir inceleyin.

İki Gerçek Göreceksiniz.

Birincisi Güneydoğu’nun terörle mücadelede de aynen Kurtuluş Savaşı ve Çanakkale’de olduğu gibi çok çok düşük bir katılım göstermiş olması.

İkincisi ise, yaptığımız onca araştırmaya karşın PKK’yla mücadele ederken şehit düşen Mehmetçiklerin tümünün bilgisine ulaşamamış olmamız.

Öyleyse, İlker Başbuğ’a sesleniyoruz! Eğer Türklerle Kürtlerin gerçekten kardeş olduğuna inanıyorsanız, PKK’ya karşı omuz omuza savaşıldığını düşünüyorsanız, açıklayın rakamları tüm Türkiye görsün...

Üzerinize kılıç çekilmezse?

Ve son bir resim.

Şırnak’ın Cizre ilçesinin merkezindeki bir kışlanın kapısına tabela asılmış. Şöyle deniyor:

“Üzerimize Kılıç Çekilmedikçe 
Vatanımıza Girilmedikçe 
Milletimiz Cefa Çekmedikçe 
Bizden kimseye Zarar Gelmez.”

Hürriyet gazetesi de manşet yapmış bu tabelayı. Kullandıkları resimde ise eylem yaparken Kışla’nın önünden geçen PKK’lı kadınlar görülüyor. Sarı-kırmızı-yeşilli sözde bayrakları ellerinde. Muhtemelen PKK lehine Kürtçe sloganlar da atıyorlar.

İşte Ordu’nun düşürüldüğü durum.

AKP bir açılım başlatır. Ordu MGK’da sessiz kalır, sürecin devamını tavsiye eder, sonra açıklama yapıp fikrini beyan eder.

PKK’lılar yürüyüş yapar, askeri kışlanın önünden slogan atarak geçer. Asker ise müdahale etmez, tabelayla görüşünü bildirir...

Öyleyse şu soruyu bir yanıtlayın: Ordu bir fikir beyan etme kuruluşu mudur? Yoksa Asker Ocağı mıdır?

Yani düşünüp konuşan bir kurum mudur? Yoksa düşüncelerinin gereğini yapan bir kurum mu?

Unutmadan, tabelada yazılanları da dikkatle incelemenizi isteriz.

Şöyle diyor: “ Üzerimize kılıç çekilmedikçe bizden kimseye zarar gelmez. ”

PKK, kılıç çekmeyi bıraktığında, Ordu’dan zarar gelmeyecek mi yani?

Ne dersiniz, o Tabela, Kürt açılımına Ordu’nun özgün bir katkısı mı?

(Sayı 251, 31/08/2009)


http://www.turksolu.com.tr/sehit/secmeordu4.htm


.

Türk Ordusu Hangi Tarafta?






Türk Ordusu Hangi Tarafta?


Ali Özsoy


İlker Başbuğ

  (  _ Abdullah Gül ve şürekasının “ Ordu da bizi Destekliyor ” iddiasına ve son bir aydır devam eden federasyon ve anayasa tartışmalarına rağmen konuyla ilgili Türkiye’de tek bir açıklama yapmayan İlker Başbuğ, sonunda ABD’de konuştu. ABD Genelkurmay Başkanı Mullen ile katıldığı bir toplantıda Başbuğ şunları söyledi: “ Irak’ın kuzeyi, Aralık 2007 tarihinden bu yana, PKK için güvenli sığınak olma özelliğini yitirdi. PKK’ya yönelik uluslararası destek de ciddi biçimde azaldı. 
Terör örgütü, amaçlarını silahlı mücadele yoluyla kazanıp kazanamayacağını tartışmaya ve Irak’ın geleceğinde kendilerine yer olmadığını görmeye başladı.” Evet, açıklama bu. Tam da AKP ve CHP tarafından PKK’nın aslında silah bırakmak ve af karşılığı siyasileşmek istediği iddialarıyla eş zamanlı bir açıklama.  )


Konuşma veya Konuşmama meselesi

Türkiye’de siyasette her zaman merak edilen soru şudur: Acaba asker bu konuda ne düşünüyor?

Bu sorunun sorulması çok doğal çünkü sivil siyaset olarak tarif edilen parlamenter iktidar ve muhalefetin ne düşündüğünü çok merak etmeye gerek yoktur. İktidarın da muhalefetin de ne savunacağı ABD tarafından belirlenir. Şu son “Kürt açılımı” bunun en bariz kanıtı. Obama Türkiye’ye geldi sadece AKP değil, CHP dahil tüm partiler PKK ağzıyla konuşmaya başladı.

Türkiye’de siyasi partiler hep Batıcı uydu yapının taşeronları olmuştur. Bu yüzden meclis ve hükümet ulusal çıkarların savunulduğu değil, pazarlandığı alanlar olagelmiştir. Bundan dolayı ulusal çıkar denince akla hep Türk Ordusu gelir. Düzenin denkleminde tek farklı değişken odur. Bu yüzden her zaman “acaba Ordu’nun bu konudaki görüşü ne?” sorusu sivil siyasetin baş gündem maddesidir.

Askerin gücü tabii ki silahlı kuvvet olmasından kaynaklanıyor. Söyledikleri bu yüzden önemli ancak sadece bundan dolayı değil. Türk Ordusu sivil siyasetin hiyerarşisini oluşturan ABD kaynaklı emir komuta zincirinin içine girmiyor. Türk Ordusu’nun İstiklâl Savaşı’ndan ve Atatürk döneminden kalan bir misyonu var. Bu misyonu taşıyan tek kurum olarak sık sık ulusal güvenliğimizi ve rejimi tehdit eden “sivil alandaki” gelişmelere fren koymak zorunda kalıyor.

Ancak son yıllarda bu askerin konuşma veya konuşmama meselesi son derece çetrefilleşti.

Eskiden Genel Kurmay Başkanları çok az konuşurlardı. Ancak konuştukları zaman tüm dengeler değişirdi. Ku­rum son sözünü söylemiş olurdu. Ne bir tankı sokakta görürdünüz ne de bir uçağın kalkıp Kuzey Irak’a uçması gerekirdi. Ama mesaj yerini bulurdu.

Zaten “ Savaş Sanatı ” silah kullanmak kadar kullanmamaya da dayanır. Askeri güç kullanılmadan caydırıyorsa çok daha güçlüdür. Bu yüzden “askerin konuşması” denen mesele stratejik bir meseledir. Bazen on cümlelik bir açıklama o kadar caydırıcıdır ki, bir savaşı engeller. Veya iç düşmanı hayallerinden uyandırır. Bazen hiç konuşmamak bile bir tercihtir ve daha da etkili olabilir.

Paşalarımızın Huyları

Ancak şimdilerde Türk Ordusu bu en önemli silahını yani konuşmak veya konuşmamayı ne yazık ki kullanamıyor.

Değişen her Genel Kurmay Başkanıyla bu sorun daha da derinleşiyor. Her yeni Genel Kurmay Başkanı için işbirlikçi medyada bazı karakter analizleri yapılıyor. Sert mizaçlı mıdır, iyi huylu mudur, çok mu konuşur, az mı vs..

Tabii bu önemli çünkü 28 Şubat’ın yarattığı “konuşma adabı ve geleneği” onlara çok fazla işbirliği ve ihanet alanı bırakmıyordu. Karadayı ve Kıvrıkoğlu dönemi böyleydi.

Sonra Hilmi Özkök geldi. Kendisinin ne kadar yumuşak huylu, demokrat karakterli ve az konuşan biri olduğu üzerine pek çok methiyeler döküldü. Bu paşa iyiydi çünkü olur olmaz konuşup AKP’yi rahatsız etmeyecekti.

Sonra “çok konuşmayı sevmem” diyen Hilmi Paşa’nın belki de TSK tarihinin gördüğü en ağzı kalabalık komutanı olduğuna hep birlikte tanık olduk. Ama konuştukça da AKP’yi sevindiriyordu. Vatandaş her olumsuz gelişmede paşayı bekliyordu. Paşa sonunda bir konuşuyordu… Meğersem Kıbrıs’ta da, Irak’ta da AKP doğru ya­pıyormuş. Şiir gibi geçiniyorlarmış. Vatandaş bu sefer “keşke sussa” noktasına geldi.

En sonunda emekli oldu ama yine de sahnelerden uzak kalamadı. Ergenekon savcısına Bursa’da tam 8 saatlik ifade vererek ne kadar az (!) konuşmayı seven biri olduğunu tekrar kanıtladı bu en “sivil” paşamız.

Sonra yerine Büyükanıt Paşamız geldi. Neler denmedi ki? Bu paşa çok müdahale edecek, lafını esirgemeyecek, konuşmaları ve demeçleriyle AKP’yi çok zorlayacak.

Gerçekten de başlangıçta Büyükanıt Paşa bazı tarihi açıklamalara ve konuşmalara imza attı. Ama sonra birden “ Kepengi kapattı.” Ve iddiaların tam tersine en suskun paşa oldu. Hilmi Pa­şa “ Suskundu ”, konuşma rekoru kırdı. Büyükanıt Paşa ise “ Konuşkandı ” ama susma rekoru kırdı.

Sonunda sıra İlker Başbuğ’a geldi. Yine karakter analizleri başladı. Bu paşa çok ciddidir. Futbol muhabbetinden hoşlanmaz. Çok az, kısa ama öz konuşur. Vesaire…

Çok az, kısa ve öz konuşan paşamız ise 4 saat süren sosyoloji tebliğleri sunan biri olarak karşımıza çıktı. Hem de saç baş yolduran cinsten. Konuşmasında tam 5 kez Obama’ya gönderme yapan paşamıza göre Türk halkı demek bölücülükmüş ama Türkiye halkı demek değilmiş. Sonra işler iyice sapa sardı. Açıklama yanlış anlaşılınca bir açıklama daha yapıldı. Bu sefer açıklamanın açıklamasıydı yapılan.

AKP Ordu adına Konuşabilir mi?

Oysa “Türk halkı” komutanlarımızdan o kadar çok konuşmalarını da istemiyor. Hele özgün (!) sosyoloji tezleriyle sunumlar yapmalarını hiç beklemiyoruz. Tek istediğimiz bu ülkenin ulusal güvenliği ve Cumhuriyetin temelleri konusunda tavizsiz tavır. Çok kısa ama öz bir demeç ve o demecin arkasında durulması. Yani kısaca kırmızı çizgilerin çiğnetilmemesi.

Sonunda Türk milletini öyle bir noktaya getirdiler ki, neredeyse “aman Paşam konuşma” der olduk.

Üniter devleti parçalayan her adımda ne yazık ki karargâhtan ya hiç ses çıkmıyor ya da yanlış ses çıkıyor. Anayasa’ya rağmen Kürtçe TV kuruluyor, İlker Başbuğ destekliyor. PKK’ya ve Apo’ya aftan bahsediliyor, tepeden gelen ses sert tepki göstereceğine teröristlerin insanlığından bahsediyor.

Ve hepsinden önemlisi artık asker konuşmayınca onun adına AKP konuşmaya başladı. Bilindiği gibi en son AKP’nin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bir açıklama yaptı. Kürt konusunda çok güzel şeyler olacak dedi. Ve sözlerine ekledi. “Bu konuda asker, sivil, bürokrat tüm devlet erkânı hepimiz ilk defa hemfikiriz…”

Ve ardından neler sıralandı? Tüyleri diken diken eden ve açıkça üniter devleti parçalayan bir süreçten bahsediliyor.

Peki her konuda hemen açıklama yapan Genelkurmay’dan ses var mı? Yok. O zaman Abdullah Gül doğru mu söylüyor? Onun fikirleri askerleri de bağlıyor mu?

Gündemin ikinci bir önemli konusu Suriye sınırlarındaki mayınlı arazinin temizlenmesi… AKP İsrail’in toplam yüzölçümünün üçte ikisi kadar bir toprağı yarım asırlığına İsraillilere vermek istiyor. Türkiye ayağa kalkıyor. Herkes bir fikir beyan ediyor. Asker susuyor.

Ama onun yerine kim konuşuyor? Tayyip Erdoğan. Recep Tayyip bölgeye ilk mayını yerleştiren emekli bir Türk albayı konuyla ilgili demeç verdi diye saygısızca Türk subayını paylıyor. Diyor ki; “Biz Genelkurmayla kuvvet komutanlarıyla konuştuk. Sen emekli bir yarbaysın sana ne oluyor. Otur bir köşede.”

Böylelikle artık ulusal güvenliğimizi tehdit eden her ciddi konuda askerin tavrını ya Abdullah Gül’den ya da Recep Tayyip’ten öğreniyoruz.

Hani Taraftınız?

İşin geldiği noktaya bakın. Bir kurumun haysiyeti söz konusu… Söz konusu olan AKP’nin zabıtası değil, Atatürk’ün Ordusu.

Paşalarımızın artık çok konuşmak istememelerini anlayabiliyoruz. Hatta belki de olumludur bu. Ama Atatürk’ün “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözünü “ilkellik” olarak suçlayan biri çıkıp sizin adınıza konuşuyor. PKK’yla masaya oturmaktan bile bahsediliyor.

Diğer taraftan “ Halkı kin ve Nefrete Tahrikten ” hapis yatmış biri şerefli bir Türk subayına hakaret ederken, sizin adınızı kullanıyor. “ Paşalar beni destekliyor.” diyor.

Susmaksa Onaylamaktır.

İnanılmaz teklifler gündeme getirildi. Apo’nun muhatap alınmasından tutun, PKK’lılara genel af çıkarılmasına kadar. Anayasa’dan “ Türk Ulusu ” ifadesi çıkarılsın, özerklik getirilsin deniyor.

Vatan için şehit olmuş binlerce Mehmetçiğin kanı yerde. Utanmadan diyorlar ki, asker Güneydoğu’da dağa taşa çizdiği Türk bayraklarını ve “Ne mutlu Türk’üm diyene” yazılarını silecek.

Tek bir İtiraz, tek bir Açıklama Yok.

Artık askerin tavrının ne olduğunu AKP’lilerden mi öğreneceğiz?

Ne zaman bir “ Kürt açılımı ” gündeme gelse askerin net bir açıklaması vardır: “ Biz bu konuda tarafız.

Şimdi soruyoruz. Hâlâ taraf mısınız?

Eğer öyleyse Abdullah Gül’ü yalanlamanız şart. Çünkü atılan her bölücü adıma sizi de ortak etmiş oldu.

Ne mutlu Türk’üm diyene ” Sözünü “ İlkellik ” kabul edenlerden yana mısınız, yoksa onlara karşı mısınız? Artık İlker Başbuğ’un bu konuda bir açıklama yapmak zorundadır. Çünkü işler çığırından çıkmak üzeridir.

7 Şehit ve ABD Gezisi

Tüm bu gelişmeler devam ederken güneydoğuda kahpe teröre yeni şehitler kurban verdik. 7 Askerimiz ABD kaynaklı mayınlarla PKK tarafından şehit edildi.

Gündem çok değişmedi. Medya mensupları şehitleri görmezden geldi. Terörist elebaşı Karayılan için PKK lideri denmeye devam edildi. Son açıklamalarının ne kadar “umut verici ve barışçıl” olduğundan bahsedildi. Evet, tam yedi şehidimizin kanı üzerinde bunlar konuşuldu.

Aynı günlerde Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ ABD’ye gitti. Kuzey Irak’ı PKK için cennetten bir köşe haline getiren, terör örgütüne silah ve mayın temin eden Pentagon’dan “Onur Madalyası” aldı.

Hadi bunların hepsine “ Resmi ikili ilişkiler ” diyelim. Ama bizi asıl rahatsız eden İlker Başbuğ’un “konuştuğu” an söyledikleridir. Abdullah Gül ve destekçilerinin “Ordu da bizi destekliyor” iddiasına ve son bir aydır devam eden federasyon ve anayasa tartışmalarına rağmen konuyla ilgili Türkiye’de tek bir açıklama yapmayan İlker Başbuğ, sonunda ABD’de konuştu. ABD Genel Kurmay Başkanı Mullen ile katıldığı bir toplantıda Başbuğ şunları söyledi:

“ Irak’ın kuzeyi, Aralık 2007 tarihinden bu yana, PKK için güvenli sığınak olma özelliğini yitirdi. PKK’ya yönelik uluslararası destek de ciddi biçimde azaldı. Terör örgütü, amaçlarını silahlı mücadele yoluyla kazanıp kazanamayacağını tartışmaya ve Irak’ın geleceğinde kendilerine yer olmadığını görmeye başladı.”

Evet, açıklama bu. Tam da AKP ve CHP tarafından PKK’nın aslında silah bırakmak ve af karşılığı siyasileşmek istediği iddialarıyla eş zamanlı bir açıklama. Varsayım şu. PKK aslında silah bırakmak istiyor ve Kuzey Irak’ta artık barınamıyor. Bu yüzden biz de açılım yapalım ve işlerini kolaylaştıralım. Ama bu iddianın ortaya atıldığı hafta Kuzey Irak kaynaklı mayınlar 7 erimizi şehit ediyor.

Peki ya Abdullah Gül ve AKP’nin o Meşhur “ Kürt Açılımı.” İlker Başbuğ bu konuda hiçbir yorum yapmıyor.

Ama şöyle söylüyor:

“Terörizme karşı savaşın, devlet tarafından güvenlik, ekonomik, sosyo-kültürel, propaganda ve uluslararası ilişkiler alanlarında da organize edilmiş koordineli faaliyetlerin bir kombinasyonu olduğuna inanıyoruz. Ancak terör örgütü bir yandan silahlı teröristlerini muhafaza ederken, sadece ekonomik ve sosyo-kültürel alanlarda alınan tedbirlerle terörizmin bitirilebileceğini düşünmek bir hatadır.”

Sosyo-kültürel alan ne demek? Açık değil. Son açılımlar bu alana girer mi? Düşman bölücü terör, ama bölücü terör dağdaki silahlı teröristlerden ibaret değil ki. Kandil’de temsili olarak birkaç yüz PKK’lı silah bıraksa ne olacak? Bölücülük bitecek mi yoksa daha da mı tehlikeli olacak? Bu sorulara yanıt yok. Abdullah Gül’ün Ordu’nun adını vererek konuştuğu konularda da bir açıklık yok.


ABD’li Memnun.,  Ama biz değiliz

İlker Başbuğ PKK terörüne karşı ABD ile işbirliğinin ilerlediğini ancak ABD’nin daha fazlasını da yapabileceğini belirtti. ABD’li meslektaş Oramiral Mullen, İlker Başbuğ’un konuşmasından memnun kaldı. Konuşması ilginçti. Türkiye’de görev yapmış bir subay olarak Türkiye’yi çok sevdiğini söyledi ama ifadeleri Türkiye’ye yönelik karmaşık duygular içeriyordu:

“1970’lerde İzmir’de görev yaptım. Çok zor ve karışık dönemlerdi. 2004 yılında İlker ile tanıştığımdaki ilişkiler çok kötü bir dönemden geçiyordu. ABD-Türkiye ilişkilerini neden eski haline getirmek zorunda olduğumuzu anladım.”

Muhtemelen 1970’lerde İzmir’de sokağa bile çıkamıyordu. Çünkü “çok zor ve karışık” dediği dönemlerde Al­tıncı Filo askerlerini İstanbul ve İzmir’de sokaklarda kovalayan devrimci gençler vardı.

2004 yılı ise tezkere ve çuval krizinin yaşandığı ve PKK terörünün ABD desteğiyle yeniden hortladığı yıl olarak değerlendirilebilir.

1970 ve 2004 yılından farklı olarak Mullen şu anda daha memnun. İlker Başbuğ’u “sıcak, cömert ve kararlı” bulduğunu söylüyor.

Bizim tek düşündüğümüz ise ülkemizin bölünmez bütünlüğü ve şehitlerimizin yerde kalan kanı… Mullen memnun olduğu için biz endişeliyiz.

Şimdi konuşma zamanı

“ Kürt açılımları ” başladı. Daha doğrusu resmi bölünme adımları.

ABD memnun, Talabani memnun, PKK memnun, AKP memnun, Abdullah Gül memnun, Mullen memnun…

İlk olarak Apo’nun idamının affı gündeme geldiğinde, TÜRKSOLU uyarmıştı. Bu yolun sonunda Apo’yu başbakan yapmak var demişti. O günlerde asker “bu konuda tarafız” demiş ve idamın kaldırılmasına karşı çıktıklarını ima etmişti. Ancak taraf olmaları bir şey değiştirmedi. Apo’nun affı gerçekleşti.

Şimdi ise Abdullah Gül asker de bizimle aynı tarafta diyor. Artık konuşma zamanı geldi.

Doğru mu yanlış mı?

Türk dağlarından “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözleri silinecek mi?

Türk kentlerinin ismi Kürtleşecek mi?

Apo ve PKK’lı diğer teröristler affedilecek mi?

Türkiye Irak mı olacak?

Artık istesiniz de konuşmamazlık edemezsiniz. Çünkü Abdullah Gül sizin adınıza konuştu.

Öğrenelim.

Hâlâ taraf mısınız?

Tarafsanız bunu belli edecek misiniz?

Taraf olmanın gereğini yerine getirecek misiniz?

Tarih isminizi hangi tarafta yazacak?

Kapalı kapılar ardında ne konuşulur bilemeyiz ama herkesin tavrını bir de Türk halkı öğrensin ki, bizim de tavrımız belli olsun.

Çünkü elbette ki vatanı savunacaklar çıkacaktır.

Kimler bu tarafta duruyor bilelim.

(Sayı 239, 08/06/2009)

http://www.turksolu.com.tr/sehit/secmeordu2.htm

29 Aralık 2015 Salı

SAHTE ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ TANIYALIM 3






Emre Kongar: 
AKP'den Daha AKP'ci PKK'dan Daha PKK'cı



“ Atatürkçü ”lerin Atatürkçülüğe ettikleri.,

İnan Kahramanoğlu


Emre Kongar













Emre Kongar


Yaşar Kemal














Yaşar Kemal.,
 '' _ Anlaşılan Kongar son dönemde AKP ve PKK tarafından “ Akil Adam ” pozunda ortaya sürülen Yaşar Kemal’e özenmiş. Ama bu öne çıkma hevesinden mi bilinmez Kongar’ın Yaşar Kemal’in bile söylemeye cesaret edemeyeceği pek çok şeyi hem de açıkça yazdığını görüyoruz. ''


Atatürk düşmanlarını hep dışarıda aradığımızdan olsa gerek sözde Atatürkçülerin Atatürkçülüğe ettiklerini hep görmezden gelmişizdir. Bu nedenle de Atatürkçülüğün iki yakası Atatürk’ün ölümünden bu yana, neredeyse yetmiş yıldır bir türlü bir araya gelememiştir.

Hemen her seçimde “ Tamam, bu kez Başaracağız ” diye tazelenen ümitler, bu nedenle hep boşa çıkmış, umut bağlanan “Atatürkçü” partiler, dernekler, gazeteler, aydınlar da bu yetmiş yıl boyunca hayal kırıklığından başka bir şey getirmemiştir.

Tabii bu arada atı alan Üsküdar’ı geçmiş; Türkiye, Atatürk’ün Türkiyesi olmaktan da çıkmıştır.

Ama buna rağmen Atatürkçüler imiz deve kuşu misali gerçekleri görmemek için kafalarını kuma sokmaktan ve içimizdeki Atatürk düşmanlarını ve onların yarattığı sahte Atatürkçülüğü teşhir etmekten hep kaçınmışlardır. Sorunun kaynağını hep başka yerlerde arayarak, hep başkalarını suçlayarak da işin içinden sıyrılmışlar dır.

Oysa bu zihniyetin Atatürkçülük diye yutturulduğu ve dahası Atatürkçülük adına neredeyse tek egemen görüş haline getirildiği bir iklimde, AKP iktidarı altında bölünmeye ve Şeriata giden bir Türkiye tablosu hiç de şaşırtıcı değildir.
Atatürkçülük adı altında aslında Atatürkçülüğe en büyük kötülüğü yapan ve bizzat Atatürkçülüğün temellerini ortadan kaldıran bu zihniyetin en tipik örneklerinden birisini geçtiğimiz hafta Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde Emre Kongar verdi.

Gerçi Kongar hemen her konuda Atatürkçülük dışında her şeyle tanımlanabilecek ve Atatürkçülüğe tamamen ters pek çok şey yazıyor Cumhuriyet’te ama tabii bunların her birini birer yazı konusu yapmak mümkün değil. Kongar’ın bahsettiğimiz yazısı ise tam da AKP’nin PKK ile masaya oturduğu, “ Kürt Açılımı ” adı altında Atatürk’ün ulus devlet, Misak-ı Milli ve “Ne mutlu Türk’üm diyene” anlayışını ortadan kaldırarak Türkiye’yi parçalamaya götürdüğü bir süreçte adeta “Atatürkçü çözüm” olarak gösterilmeye çalışıldığı için üzerinden atlanmaması gereken bir yazı.

Kongar’ın İlhan Selçuk’la birlikte Cumhuriyet’teki en etkin isimlerden birisi olduğu ve haftada beş gün Cumhuriyet okurlarına seslendiği de düşünüldüğünde, Kongar’ın yazıp çizdiklerinin analizini yapmak sözünü ettiğimiz zihniyetin Atatürkçü kesimlere Atatürkçülük adı altında ne enjekte ettiğini göstermek açısından da hayatiyet arz ediyor.

Kongar’ın “Kürt açılımı” ile ilgili sözünü ettiğimiz yazısı “Kürt açılımında üç yanlış, iki eksik” başlığını taşıyor. Buradan da anlıyoruz ki Kongar’ın AKP’nin “Kürt açılımı”na karşı çıktığı filan yok. Kongar’ın AKP’ye yönelik tavrı daha ziyade bir “akıl hocalığı” şeklinde.

Anlaşılan Kongar son dönemde AKP ve PKK tarafından “akil adam” pozunda ortaya sürülen Yaşar Kemal’e özenmiş. Ama bu öne çıkma hevesinden mi bilinmez Kongar’ın Yaşar Kemal’in bile söylemeye cesaret edemeyeceği pek çok şeyi hem de açıkça yazdığını görüyoruz. Kongar bu “Atatürkçü” fikirleri sayesinde yakın zamanda Yaşar Kemal’le birlikte Abdullah Gül’ün sofrasına davet edilirse hiç şaşırmayacağız hani!

Atatürkçü sosyoloğumuz Kongar’a göre AKP Kürt açılımında eksik ve yanlış işler yapıyormuş. Bu tespitin hemen ardından da Kongar’ın “Kürt Açılımı” geliyor. Kongar’ın Atatürkçülük adı altında yazdıkları ise akıllara zarar.

Cumhuriyet
























Kongar AKP’yi bir de, ABD ve AB’yi esas muhatap olarak almak yerine on-onbeş gazeteciyle meseleyi görüşmekle eleştiriyor.
İyi de AKP’nin “Kürt Çalıştayı”na katılanların Kongar’dan farklı bir şey söyledikleri yok ki. Bunlardan kimisi ABD’nin masanın bir tarafında olmasını istiyor, kimisi AB’nin. Ama Kongar gibi hem AB’yi, hem de ABD’yi ve İsrail’i, üçünü birden muhatap olarak alalım diyerek Avrupacılıkta ve Amerikancılıkta bu denli ileri gideni hakikaten yok.




“PKK yetmez, ABD, AB, İsrail ve Barzani-Talabani de muhatap alınmalı”!


Kongar, sosyolog olması dolayısıyla meseleye geniş bir çerçeve çizerek giriş yapıyor ve meselenin aslında bir “Doğu sorunu” olduğunu, hedefin de “Ortadoğu’nun paylaşılması” olduğunu söylüyor. 

Güzel.

Ancak Kongar bu paylaşım coğrafyasının merkezindeki ülkelerden birisinin de Türkiye olduğundan, AB ve ABD emperyalizminin Ortadoğu’da egemenlik kurma mücadelesinde ciddi bir tehdit olarak gördükleri Türkiye’yi bölüp parçalayarak etkisiz hale getirmeye çalıştığından nedense bahsetmiyor. İyi de o zaman “Doğu sorunu” nedir, Ortadoğu’yu kim, hangi amaçlarla paylaşmak istemektedir? ABD Irak’ı niçin işgal etmiştir, İran neden hedef tahtasındadır… Kongar nedense bu soruların hepsinin üzerinden atlıyor.
Ama bunları söylese, Kürt meselesinin bu emperyalist güçlerin Türkiye başta olmak üzere İran ve Irak gibi ülkeleri bölmek ve egemenlik altına almak için kurduğu bir tuzak olduğunu da yazması gerekecek Kongar’ın. Oysa görüyoruz ki Kongar’ın Kürt meselesine yaklaşımı bambaşka.
Kongar bu gerçekleri ustalıkla teğet geçmekle kalmıyor bir de açıkça Kürt sorununda AB ve ABD’nin de esas muhataplar olarak dikkate alınması gerektiğini yazıyor:
“Konunun çözümlenmesinde ve müzakere edilmesinde aktif taraflar olan Washington ve Brüksel’i dışlayıp, ‘Açılım’ adı altında sorunu on-onbeş Türk gazeteci ile müzakere etmeye başlamak büyük bir yanlıştır. Bu başlangıç, eğer bir vizyonsuzluğun veya beceriksizliğin sonucu değilse, samimiyetsizliğin ifadesidir. Ciddi bir çözüm çabası Washington’un ve Brüksel’in de masada olmasını gerektirmektedir.”
Evet, yanlış okumadınız, “Atatürkçü” sosyoloğumuz Kongar “ciddi bir çözüm çabası Washington’un ve Brüksel’in de masada olmasını gerektirir” diyor. Masa denilince, bir tarafta Türk devleti olacak bir tarafta da AB ve ABD. Kongar’ın burada açıkça yazmasa da masanın bir tarafına da PKK’yı oturttuğu ortada. PKK’yı bir taraf olarak belirtmemesi ise korkusundan ya da çekindiğinden değil. Kongar’ın kafasındaki “çözüm”de zaten bir masa kurulmuş ve Türk Devleti ile PKK o masanın iki tarafına oturmuşlar.
Buraya kadar zaten bir sorun yok. Öyle ki Kongar PKK’nın siyasi uzantısı olan DTP’nin Meclis’te bulunmasından da oldukça hoşnut. Hatta meselenin çözümü için engel olarak gördüğü %10’luk ülke barajının da kaldırılması gerektiğini söylüyor Kongar:
“Kürt sorununun demokratik siyaset içinde Meclis’e yansımasını ve burada açıkça tartışılmasını engelleyen bir ‘yüzde on seçim barajı’ sorunu vardır. ‘Kürt Sorununu’ samimi olarak tartışmak ve çözmek isteyen bir iktidarın önce bu adil temsil ilkesini zedeleyen barajı tümüyle kaldırması ya da en azından düşürmesi gerekmez mi?”
Fakat Kongar’a göre bu tek başına yeterli değil. Çünkü mesele çok daha geniş boyutlu. Böylelikle Kongar’ın Kürt meselesine “Atatürkçü” çözümü ortaya çıkıyor: AKP ve PKK’nın yanı sıra ABD, AB ve K.Irak’taki Kürtler (Barzani-Talabani)’in de oturduğu ve Kürt meselesini çözmek adı altında Türkiye’yi parçalama planının müzakere edileceği bir masa!
Kongar bu akıllara zarar fikirlerini Cumhuriyet’te yayınlanan bir başka makalesinde de yine açıkça yazmış ama bu kez Kürt meselesinin tarafları arasında İsrail’i de saymış! Böylelikle İsrail de kurulacak paylaşım masasındaki yerini almış!
Kongar’ın uyduruk sosyoloji zırvalarını bir kenara bıraktık ama insan bir sosyoloji profesöründen en azından ilköğretim düzeyinde bir tarih bilgisi bekliyor. Ama görüyoruz ki, Kongar bu konuda bile son derece yetersiz.
Kürt meselesinin tarihsel gelişimine bakıldığında, bu meselenin daha 1920’lerden itibaren dış güçler tarafından bir uluslararası mesele haline getirilmeye çalışıldığı görülecektir. İngiltere başta olmak üzere emperyalist güçler Kürt meselesinin uluslararası bir mesele olduğunu ve kendilerinin de bu meselenin muhatabı olduklarını iddia etmişlerdir. Kongar belki bilmiyor olabilir, Sevr’de kurulması planlanan Büyük Kürdistan tam da Kürt meselesinin bir uluslararası mesele haline getirilmesi sayesinde Türk Devletine dayatılmıştır.
Ve Türk Devleti Mustafa Kemal öncülüğünde bu emperyalist dayatmaları yıkarak Lozan’da bağımsız Türk Devletini bütün dünyaya tanıtmıştır.
Atatürkçü sosyoloğumuz Kongar ise şimdi aradan geçen doksan yıldan sonra Kürt meselesini yeniden bir uluslararası sorun haline getirmeyi önererek ve AB-ABD-İsrail gibi emperyalist ülkeleri muhatap olarak masaya çağırarak, Türkiye’yi yeniden kurulmaya çalışılan Sevr masasına oturmaya ikna etmeye çalışmaktadır.
Kongar AKP’yi bir de, ABD ve AB’yi esas muhatap olarak almak yerine on-onbeş gazeteciyle meseleyi görüşmekle eleştiriyor. İyi de AKP’nin “Kürt Çalıştayı”na katılanların Kongar’dan farklı bir şey söyledikleri yok ki. Bunlardan kimisi ABD’nin masanın bir tarafında olmasını istiyor, kimisi AB’nin. Ama Kongar gibi hem AB’yi hem de ABD’yi ve İsrail’i, üçünü birden muhatap olarak alalım diyerek Avrupacılıkta ve Amerikancılıkta bu denli ileri gideni hakikaten yok.
AKP’ye tavsiyemiz “Kürt Çalıştayı”nın üçüncüsüne bu on-onbeş AB’ci-ABD’ci gazateciyle birlikte Kongar’ı da davet etmeleri. Kongar’ın bir Cengiz Çandar’dan, bir Oral Çalışlar ya da bir Fehmi Koru’dan ne eksiği var da buralara davet edilmiyor, öyle ya!

Emre Kongar’ın “Atatürkçü” çözümü: Federasyon!

Kongar’ın Atatürkçülere çözüm diye önerdiği şeyse federasyon!
Atatürkçü sosyoloğumuz Kongar Atatürk’ün ulus devlet modeline dayanan ve “tek dil, tek devlet, tek bayrak” anlayışından hiç bahsetmeden, Türkiye’nin üniter devlet yapısını yok sayarak federal bir Türkiye modeli öneriyor.
Liberal ve Kürtçü pek çok isim zaten yıllardır Korsika modelinden Güney Afrika modeline kadar pek çok örneği gündeme getirerek Kürt meselesinin ulus devlet ve tek millet modelini dışlayarak çözülmesini öneriyorlar. Ama benzer bir önerinin Atatürkçülük kisvesi altında yapılmasına ilk defa şahit oluyoruz ve bu şerefe nail olan kişi de Atatürkçü sosyoloğumuz Kongar oluyor.
İşin ilginç tarafı Kongar’ın federasyon önerisinin AKP’nin ve güdümündeki pek çok liberal ve Kürtçü ismin, hatta Apo’nun bile Türk milletinin tepkisini çekmemek için “Kürtler bağımsız devlet istemiyor” numarasına yattığı bir süreçte ortaya atılıyor olması. PKK’lıların bile federasyon ve bağımsızlık taleplerini geri plana atmaya çalıştıkları bir dönemde “cesur” sosyoloğumuz Kongar bakın neler yazabilmiş:

“Konunun tartışılmasında iki model kullanılabilir:

1. Farklı kültürlerin birlikte yaşadıkları ve aynı ülkenin vatandaşlık kimliği içinde bütünleştikleri ABD veya Avustralya modeli.
2. Farklı kültürlerin ayrıştığı ve yeni devletlerin çekirdeğini oluşturduğu Yugoslavya veya Balkanlar modeli.
Tabii modeller bu denli belirgin de tartışılmayabilir: İngiltere’deki İskoçya ve İrlanda uygulamalarını, İspanya’daki Bask, Fransa’daki Korsika deneyimlerini de tartışmalarda devreye sokabiliriz.”


Kongar’ın birinci önerisi görüldüğü üzere ABD modeli. Bu önerinin ne anlama geldiğini görmek için bazı basit hatırlatmaları yeniden yapmak gerek. Kongar’ın da bu basit okumalara ihtiyacı olduğu görülüyor. ABD, açık adıyla Amerika Birleşik Devletleri, birbirinden bağımsız eyaletlerin merkezi bir başkanlık çatısı altında birleşmesiyle oluşan bir federal model. Bu modelde eyaletlerin hepsi kendi yöneticilerini seçmekten tutun da kendi mahkemelerini ve kendi eğitim programlarını belirlemek de dahil, hemen her konuda bağımsız hareket ediyorlar.
Bu modelin Türkiye’de uygulanması ise yine basitçe Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusunda başında PKK’lı yöneticilerin bulunduğu, Kürtlerin kendi mahkemelerinden tutun da kendi okullarına kadar hemen her konuda geniş bir bağımsızlık kazandıkları bir Kürdistan oluyor.
E, bu da zaten PKK’nın yıllardır yapmaya çalıştığı şey. Kongar bu önerilerini PKK’ya götürse emin olun büyük alkış alır.
Kongar’ın ikinci önerisi ise Yugoslav ya da Balkan modeli. Bu da bildiğiniz gibi Yugoslavya’da NATO ve ABD eliyle kışkırtılan etnik ayrışmalar sonucunda Sırpların Boşnak ve Hırvatları katletmeye giriştiği bir iç savaş ve sonuçta da NATO müdahalesiyle kurulan yeni devletçikler demek.
Bunun Türkiye’ye uygulanmış şekli de Kürtlerin Türklere karşı ayaklandırıldığı bir etnik boğazlaşma ve hemen arkasından gelecek bir NATO müdahalesiyle kurulacak bir Kürdistan oluyor.
Kongar’ın sosyoloji sosuna bulanmış “akademik” ve “bilimsel” çözüm önerilerinin Türkçesi bu. Ve yine hatırlatalım bütün bunlar “Atatürkçü çözüm” oluyor!

Emre Kongar’ın Türk korkusu

Emre Kongar federasyon da dahil olmak üzere pek çok Kürtçü tezi hiç çekinmeden Atatürkçülere önerirken bir de nedense “Türk” demekten imtina ediyor. Örneğin Kürtlerden bahsederken“Azınlıkta olan Türkiye vatandaşı Kürtler” diyen Kongar iş “Türk” demeye gelince “Çoğunlukta olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları” diyerek Türk’ü ustalıkla hasıraltı ediyor. Bu da Kongar’ın Kürtseverliğinin ve Türk korkusunun satır aralarına yansıyan görüntüsü olsa gerek.

İyi de, Türkiye Cumhuriyeti’nin asli unsuru olan, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve ülkenin çoğunluğunu oluşturanlar Türkler değil mi? 

Görülüyor ki Kongar için durum böyle değil. Bunun da basit bir nedeni var; Kongar gibilerinin literatüründe Atatürkçülüğün özü olan milliyetçilik faşist bir ideoloji ve Türk ismi de yine faşizan bir tanımlamadır.

O nedenle daha kimlik tartışmalarının ilk başladığı dönemden itibaren Kongar ve onun zihniyetindeki sözde Atatürkçü anlayış, alt-üst kimlik tartışmalarında liberal ve Kürtçü koroya dahil olarak, Türk milliyetçiliğine ve Atatürk’ün Anayasaya geçen millet tanımına karşı çıkmaktan geri durmamışlardır. Bu zihniyetin bugün gelinen noktada AKP ve PKK ile aynı çizgide buluşması bu açıdan bizi şaşırtmıyor. Kongar gibi Amerikancı, Avrupacı, kısacası Batıcı bir “Atatürkçülük” yorumunun sizi getireceği nokta işte tam da budur; AKP ve PKK’nın kuyruğunda bölücülük yapan ama bunu çağdaşlık zanneden bir ucube siyasal tavır.

İçimizdeki AKP’liler

Ancak Kongar’ın Rockefeller bursu ile okuduğu Amerikan üniversitelerinin o modası geçmiş sosyoloji kitaplarından aşırdığı ve Türkiye’de de Aydın Doğan tarafından ödüllendirilen sosyoloji zırvaları ile Atatürkçülere Atatürkçülük öğretmeye çalışmasına tahammül edecek değiliz.

Atatürkçülük bizzat Atatürk’ün fikir ve eylemleri ve bunların ürünü olan Türkiye Cumhuriyeti’nde somutlaşmış bir ideolojidir ve Atatürkçülüğün ne olup olmadığını görmek için de yalnız ve yalnız Atatürk’ün söylemi ve eylemine bakmak gerekir. 

Bu da basitçe Altı Ok olarak tarif edilen ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na geçen ilkelerdir.

Kongar adını bile anmasa da Türkiye Cumhuriyeti bu ilkeler ışığında ulusal, üniter ve laik bir devlet modelini öngörür. Misak-ı Milli sınırları içinde yaşayan herkes de, azınlıklar dışında, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır ve bunlara da Türk denir. Bu da Mustafa Kemal’in “Ne mutlu Türk’üm diyene” anlayışında somutlaşan Türk milleti tanımıdır.
Ama Kongar bunları yok saymakla kalmayıp bunları ortadan kaldırmaya yönelik pek çok şeyi Atatürkçülük sosuna bulayıp yazıyor ki, burada bir çarpıtma ya da bir politik analiz hatasının çok dışında, başka bir plan olduğu görülüyor. Kongar bunları kimin adına ve hangi amaçla söylüyor bunu bilemeyiz ama yazdıklarıyla kime hizmet ettiği ortada.
Üstelik Kongar’ın sadece Kürt meselesiyle ilgili olarak değil, Türkiye’yi tehdit eden pek çok konuda da benzer bir tavır içinde olduğunu ve olacağını da ortaya koyuyor bu yazdıkları. Kürt açılımında AKP’yi yetersiz bulan Kongar’ın AKP’ye akıl verme çabalarının arkasında daha büyük bir endişe yattığını da bir başka yazısından öğreniyoruz. Kongar diyor ki:
“Bu eksik ve yanlışlar düzeltilmedikçe, ‘Kürt Açılımının’ da, AKP’nin öteki açılımları olan ‘Ermeni Açılımı’, ‘Kıbrıs Açılımı’, ‘AB Açılımı’ gibi açılımlara benzer bir biçimde hüsranla sonuçlanması daha muhtemel görünmektedir”
Yani Kongar, AKP Kürt açılımında bu eksik ve yanlışlarla devam ederse “Ermeni açılımı”, “AB açılımı”, “Kıbrıs açılımı” da tehlikeye girer diyor. Buradan da anlıyoruz ki, Kongar sadece “Kürt açılımı”nı desteklemekle kalmıyor, Ermeni, Kıbrıs ve AB açılımları konusunda da AKP’yi destekliyor, sonuca gitmesi için önerilerde bulunuyor. Hani AKP böyle bir Atatürkçüyü arasa bulamaz!
O zaman sormak gerekiyor hangisi Atatürkçülük için daha büyük bir tehdit; Tayyip’in fikirleri mi, yoksa bu fikirleri Atatürkçülük olarak yutturmaya çalışan Kongar tipi “Atatürkçülük” mü?
Hangisi?

(Sayı 250, 24/08/2009)



..