Ordu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ordu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Temmuz 2017 Cuma

ALBAY TALAT AYDEMİR’İN DARBE GİRİŞİMLERİ BÖLÜM 3

ALBAY TALAT AYDEMİR’İN DARBE GİRİŞİMLERİ  BÖLÜM 3


22 Şubatçılar, hızla hazırlık yapıyorlardı. Artık son bir iş kalmıştı o da çengel atmış oldukları muvazzaf subayların isteği olan ordu içinden yüksek rütbeli bir subay idi. Fakat Aydemir liderliği elinden kaçırmak istemiyordu. Bu nedenle ordu içinden lider isteyenlere Üçüncü Ordu Komutanı olarak Korgeneral Refik Tulga gösterilmişti. 
Ayrıca harekât planında da Üçüncü Ordu, destekleyici kuvvet olarak yer almıştı. 

Aydemir, aslında ihtilal günü olarak 19 Mayıs 1963’ü düşünmüştü ama Atatürk’le yarışa çıkmış olacağı şeklinde yorumlanabilir diye 21 Mayıs’a karar 
vermişti 74. Fethi Gürcan, Cevat Kırca ile Ankara’da ki harekâtın başladığını telefonla bildirmek üzere aralarında “Hastanız İyidir, Merak Etmeyin” parolasını belirlemişlerdi 75. 

22 Şubat Darbe Girişimi'nde Ne Olmuştu?

İhtilal girişimi kan dökülmeden sona erdirilmiş ve askerler kışlalarına gitmişti.


22 Şubatçıların ihtilal yapacağını 14’lerin lideri Alparslan Türkeş, emekli Binbaşı İzzet Köz’den öğrendikten sonra İsmet İnönü’ye haber vermişti76. İsmet 
İnönü’nün Türkeş’in ihbarına karşılık “Olmaz öyle şey!” demesinden üç buçuk saat sonra 23.30’da ihtilal fiilen başlamıştı 77. 

22 Şubatçılar Harb Okulu’na girerek alarm vermişlerdi. Turgut Alpagut, Alay Komutanlığı görevini aldıktan sonra okuldaki nöbetçi subay heyetini tutuklatıp 
başlarına öğrencilerden bir grup nöbetçi dikerek Harb Okulu’na hâkim olmuşlardı 78. 

Radyo ihtilalciler tarafından ele geçirilip anonsa başlayınca hükümet durumun ciddiliğini anlamış ve tedbirler almaya başlamıştı79. Sabaha karşı Genelkurmay 
Başkanı’nın ültimatomu yayımlandı. Bu ültimatomdan sonra, ihtilalcilerin karargâhı olan Harb Okulu iyice karıştı. Öğrenciler şaşkınlık içindeydi. Hava Kuvvetleri binasına girmek isteyen öğrenciler geri çekilmiş, CMC’lere bindirerek okula götürülmüştü. Harb Okulu, hükümet kuvvetleri tarafından sarılmıştı 80. 

İhtilalci kuvvetler içinde yer alan 229. Piyade Alayı’ndaki bölüklerin komutanları tutuklanınca bu bölükler, Hükümet kuvveti olarak görevlendirilmişlerdi. 
İhtilal girişiminin başarısız olacağı ihtimali güçlendikçe ihtilali destekleyen birliklerde çözülmeler de artıyordu 81. 

Saat 05.30’da Mürted Üssü’nden kalkan iki jet uçağına, ihtilalcilerin mevzilerine ateş açma emri verilmiş ve jetler, Harb Okulu’nun yollarına ateş açmışlardı. 
Bu sırada Harb Okulu’na doğru ilerleyen Muhafız Alayı’nın ileri hattaki birlikleri jetlerin yaylım ateşi açması sonucu dağılmışlardı. Birliğin başında bulunan 
Binbaşı Cafer Atilla ile iki er şehit olmuşlardı. İhtilalciler de artık her şeyin bittiğine inanmışlardı. 

Olay sonunda Talat Aydemir, Mustafa Pakoba’nın Küçükesat’taki evine gitmiş; ihtilalin öncülerinden Fethi Gürcan da Batı Almanya Elçiliği’ne sığınmıştı. 
Gürcan ve Karazeybek elçilik mensuplarından “ Siyasi mülteci ” olarak kabul edilmelerini istemişlerdi. Fakat bu talepleri reddedilmişti. Talat Aydemir ve diğer sanıklar tutuklanarak Mamak Muharebe Okulu’na götürülmüş ve Mamak’taki taş binanın koğuşlarına yerleştirilmişlerdi. 

21 Mayıs olaylarında 8 kişi ölmüş, 26 kişi yaralanmıştı. Birçok askeri araç hasara uğramış, depolardan alınan mermilerin bir kısmı kullanılmıştı. İhtilale 
katılanlardan toplanan silahlarda noksan çıkmıştı 82. Bahtiyar Yalta, 20- 21 Mayıs 1963 başarılı olsaydı neler yapacaklarını şöyle anlatmıştı: “20- 21 Mayıs başarılı olsaydı tüm partiler kapatılacaktı yani radikal olunacaktı. 

22 Şubat Darbe Girişimi'nde Ne Olmuştu?
Şubat'taki darbe girişimi böylelikle engellenmiş oldu. Ama Talat Aydemir tümüyle pes etmemişti... Bu önderlik elbette yeni bir darbe ve alan kazanmak içindi. Hatta onu Atatürk'e benzetenler bile oluyordu, gazetelerde çarşaf çarşaf haberleri çıkıyordu.



İlk Faaliyetler şunlar olacaktı. 

1- Bütün nüfus kayıtlarını yakacaktık. Adli sicil kayıtlarını, şahsa ait olanlar hariç, devlet ve mahkeme ile ilgili her şey yakılacaktı. Yarın gidin yeni nüfus kâğıdı alın. Sistem sizi suçlu yaptı. Bundan sonra kirletmeyin, bundan sonra af yok. 
2- Bölge kalkınmacılığına gidecektik. Üç dört ili birleştirecektik. Başına vali yanına da planlama kurulu oluşturulacaktı. Planlama kurulu 15- 20 kişiden oluşturulacak içinde öğretmen, filozof, pedegog, din adamı, mühendis, maliyeci bulunacaktı.”83 

Talat Aydemir’in çantasında yakalanan 44/A Sayılı belgede de; reformları gerçekleştirmek için, biri geçici olmak üzere A ve B diye 2 plan hazırlanmıştı. 
A planı geçicidir. Asker ve sivillerden oluşan 26 kişilik bir konsey kurulacaktı. 6 tabii üyesi olan teşrii vazife yapacak bir güvenlik kurulu oluşacak ve 18 kişiden 
oluşan icra organı görevini yapacak Bakanlar Kurulu’nu seçecektir. Bu plan gerekli reformları yaptıktan sonra dar bölge sistemi ile seçim yapılarak daimi olan B planına geçilecekti 84. 

22 Şubat Darbe Girişimi'nde Ne Olmuştu?
20 Mayıs 1963'te tekrar düğmeye bastı ve çıkardığı eski üniformasını giyerek beklemeye başladı. Aynı gece radyodan ihtilal bildirisi okundu.


Bahtiyar Yalta, parti kurma konusunda yapacakları için de, ‘‘Bizim partimiz ekol olacaktı. Diğer partiler ekolleşememişti. Biz üniversitelerden, işçilerden, memurlardan vb. gruplardan özellikle üniversite öğrencilerinden 4- 5 kişi ile görüşecek, onlar da yakınları ile görüşecekti. Eğer ilk önce görüştüğümüz kişiler yeteri kadar üye kaydedebilirse onu başarılı sayıp dosyaları ile Genel 
Kurul’a gönderecektik. Stadyumda kongre toplanacak ve delegeler gelecekti. Kitleler kaynaşacak ve bunun %50’si kadın olacak. Burada dernek tüzüğü görüşülecek. İşçi, köylü kendi arasında konuları tartışarak komisyona katkıda veya eleştiride bulunacak. Köylü partinin haysiyetini kendisinde görecek’’ demiştir 85. 

Harekâtın bastırılmasından sonra toplanan Milli Güvenlik Kurulu ile Bakanlar Kurulu, Ankara, İstanbul ve İzmir’ de bir ay süreli “Sıkıyönetim” ilan etmişti86. 

Ankara Sıkı Yönetim Komutanlığı, sanıklar için üç ayrı mahkeme kurmuştu. 1 Numaralı Sıkı Yönetim Mahkemesi ihtilalin asıl sanıklarını, 2 Numaralı Sıkı Yönetim Mahkemesi Harb Okulu öğrencilerini, 3 Numaralı Sıkı Yönetim Mahkemesi ise, ihtilalden sonra ihtilalciler lehine teşebbüste bulunanları yargılayacaktı 87. 

İlk duruşma 7 Haziran 1963’te Mamak Muharebe Okulu’nun sinema salonunda başlamıştı. Talat Aydemir de, Fethi Gürcan da idam edilebileceklerini 
düşünmüyordu. İdam cezası alan ihtilalcilerin avukatları, TBMM Dilekçe Karma Komisyonu’na başvurarak ölüm cezalarının müebbet hapse çevrilmesi için özel af isteğinde bulunmuşlar ancak reddedilmişti88. Bu konu ile ilgili olarak Bahtiyar Yalta’nın cezaevindeyken Talat Aydemir’e “ Eğer af olur dışarı çıkarsak yeni bir ihtilale girişecek misiniz?” sorusuna, Aydemir, “Ben şerefli bir askerim. Beni kurtaran, hayatımı bağışlayan meclise el kaldıramam” demiştir 89. 

Karar verildikten sonra Mamak Askeri Cezaevinde, 26 Haziran 1964’te sabaha karşı 03.30’da Fethi Gürcan’ın idam hükmü infaz edilmiştir. Fethi Gürcan’ın 
Aydemir’den bir hafta önce idam edilmesinin nedenini Ömer Gürcan şöyle anlatmaktadır: “Hükümet, her an cezaevinin basılıp Fethi Gürcan’ın kurtarılacağını düşünüyordu. Bu arada cezaevinde bulunan Kürtler de Gürcan’ı Barzani tarafına kaçırmaya çalışıyordu. Bu yüzden bekletmek istemiyorlardı.”90 Saat 03.00’da Talat Aydemir’in de infazının gerçekleştirilmesi kararı, Talat Aydemir’in avukatının son anda yaptığı müracaatla durdurulmuştu. Avukatın yaptığı itirazı, 1 Numaralı Sıkı Yönetim Mahkemesi reddetmişti 91. 

İhtilal sanıklarının yargılanmaya başladığı gün Prof. Perihan Çembel, 21 Mayısçıların kurtarılması için beyanname dağıttığı ve teşkilat kurmaya çalıştığı gerekçesi ile 3 Numaralı Sıkı Yönetim Mahkemesi tarafından üç yıl ağır hapse mahkûm edilmişti 92. 

20- 21 Mayıs olaylarından sanık olan 1459 Harb Okulu öğrencisinin yargılanmasına 13 Haziran 1963’te Harb Okulu sinema salonunda, Ankara 2 Numaralı Sıkı Yönetim Mahkemesi’nde başlanmıştır93. Harb Okulu öğrencisi 1459 sanıktan 75’i 4 yıl 2 ay, 91’i 3 aya mahkûm edilmişti 94. 

On gün okulda tutuklu kaldıktan sonra, 11 Eylül 1963’te beraat eden 1293 öğrenciye aynı gün izin kâğıtları verilerek, askeri araçlarla grup grup şehre sevk 
edilmişlerdi. İstanbul, Ankara ve çevresindeki Harbiyeliler, eğitimlerine devam imkânı sağlayabilmek için bir yandan üniversite çevresinde yöneticilerle görüşmüş; bir yandan da, okula dönebilmek için Danıştay’a başvurmuşlardı95. 

Talat Aydemir’in bu girişimleri başarılı olamamıştır. Çünkü ihtilal girişimi gerektirecek bir durum olmadığı gibi iddia ettikleri şekilde Atatürk ilkelerinden 
herhangi bir sapma da yoktu. Bu girişimler hiyerarşik düzen içinde olmamış sadece belirli bir grup ile sınırlı kalmıştır. 

 DİPNOTLAR;

1 “Ortadoğu’da”, Yarın, s.s.10–24, (29 Mayıs – 7 Ağustos 1963), s.14. 
2 Metin Öztürk, Ordu ve Politika, Gündoğan yay., Ankara, 1993, s.174. 
3 Ali Fuat Başgil, 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri, İstanbul, 1966, s.s.153–154. 
4 Kurtuluş Kayalı, Ordu ve Siyaset (27 Mayıs – 12 Mart), İletişim yay., İstanbul, 1994, s.s.59-61. 
5 Şaban İba, Ordu Devlet Siyaset, İstanbul, 1998, s.s.186–187. 
6 A.g.e.,s.s.185-186. 
7 Sıtkı Ulay, Harbiye Silah Başına, İstanbul, 1968, s.165. 
8 Can Kaya İsen, 22 Şubat–21 Mayıs: Geliyorum Diyen İhtilal, İstanbul, 1964, s.15. 
9 Erdoğan Örtülü, Üç İhtilalin Hikayesi, Milli Ülkü yay., 5.basım, Konya, 1979, s.s.5-7. 
10 Ekrem Serim, Türkiye’de Anayasa Hukuku Yönünden 27 Mayıs Devriminden Bu yana Siyasal İktidar Ordu İlişkileri, Ankara, 1974, s.42. 
11 Talat Aydemir, Talat Aydemir’in Hatıraları, May matb., İstanbul, 1968, s.s.89-90. 
12 Akis, XXIII/ 400, 26 Şubat 1962, s.7. 
13 Yılmaz Öztuna ve Ayvaz Gökdemir, Türkiye’de Askeri Müdahaleler, İstanbul, 1987, s.139. 
14 Osman Doğru, ‘‘27 Mayıs, İktidar ve S.K.B.’’, Tarih ve Toplum XII/71, (Kasım,1989), İletişim yay., İstanbul, 1989, s.54. 
15 Öztuna ve Gökdemir, a.g.e., s.s.140-141. 
16 A.g.e.,s.145. 
17 Aydemir, a.g.e., s.104. 
18 Sadi Koçaş, Atatürk’ ten 12 Mart’ a (Anılar), III, Tomurcuk matb., İstanbul, 1977, s.1091. 
19 Eminsu(Emekli İnkılâp Subayları),27 Mayıs 1960’tan sonra MBK tarafından emekli edilen 7000 kadar subay adına, 20 kişi tarafından 6 Eylül 1960’ta kurulan 
bir dernek. Eminsu, 12 Eylül 1980’e kadar varlığını sürdürmüştür. 
20 Rıfkı Salim Burçak, Türkiye’de Askeri Müdahalelerin Düşündürdükleri, Gazi Üniv. Basın Yayın Yüksekokulu Matb., Ankara, 1987, s.s.41-42. 
21 27 Mayıs İhtilali’nden sonra 28 Ekim 1960’de aşırı solcu, partizan ve ahlaki zaafları olduğu gerekçesiyle 147 öğretim görevlisi üniversitelerden uzaklaştırılmıştı. MBK tarafından orduda yapılan tasfiyelere günün 
şartları çerçevesinde önemli bir tepki gösterilmezken, üniversitelerde yapılan tasfiyelere önemli tepkiler olmuş ve üniversite rektörleri Turhan Feyzioğlu, Sıdık Sami Onar, Fikret Narter ve Suat Kemal Yetkin 
istifa ederek durumu protesto etmişlerdi. 28 Mart 1962’de çıkarılan kanun ile 147’lere üniversitelere dönme imkânı sağlanmıştır. 
22 İba, a.g.e., s.188. 
23 Burçak, a.g.e., s. 42; Örsan Öymen, “ Bir İhtilal Daha Var”, Milliyet, 3 Eylül 1986, s.3. 
24 Aydemir, a.g.e., s.s.110-111. 
25 Örtülü, a.g.e. ,s.s.200–201. 
26 Forum, XIV/191, 15 Mart 1962, s.2. 
27 İba, a.g.e., s.193. 
28 Yazgülü Aldoğan, “İhtilalci Bolluğu”, Hürriyet, 24 Mayıs 1986, s.3. 
29 Adalet Partisi’nin kurucularından olan Nuri Beşer, 1961 seçimlerinde Zonguldak’tan milletvekili seçilerek meclise girmişti. Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları’nın ordu içindeki huzursuzlukları 
yatıştırmak ve ihtilal teşebbüslerini önlemek için büyük çaba gösterdikleri günlerde, 27 Ocak 1962’de Nuri Beşer, Ankara’daki Anadolu Kulübü’nde subay aileleri için ağır küfürler etmesi ile gerginlik daha da 
artmıştı. Adalet Partisi, bu zor durumdan kurtulmak amacıyla, 31 Ocak 1962’de Nuri Beşer’i partiden ihraç etmişti. Savcılığın olaya el koyması üzerine, dokunulmazlığı kaldırılan Nuri Beşer,5 Haziran 1962’de 
bir yıl ağır hapse ve dört ay Tatvan’da sürgüne mahkûm edilmişti. 
30 Örtülü, a.g.e., s.209. 
31 Cumhuriyet, 2 Şubat 1962; Metin Toker, İsmet Paşayla 10 yıl (1961-1964), IV, Akis yay., Ankara, 1967, s.44. 
32 Örtülü, a.g.e., s.210. 
33 Toker, a.g.e.,s.45. 
34 Koçaş, a.g.e., s.1095. 
35 Ahmet Emin Yalman, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim (1922–1971), II, 2.basım, İstanbul, 1997, s.1718. 
36 Nazlı Ilıcak, 15 Yıl Sonra 27 Mayıs Yargılanıyor, Kervan yay., İstanbul, 1975, s.s.290-291. 
37 Örtülü, a.g.e., s.s.215-216. 
38 A.g.e., s.s.217-218. 
39 Cüneyt Akalın, Askerler ve Dış Güçler ‘‘Amerikan Belgeleri İle 27 Mayıs Olayı’’, İstanbul, 2000, s. 271; Cüneyt Arcayürek, Darbeler ve Gizli Servisler (1950-1988), Bilgi yay., 3.basım, Ankara, 1989, s.72. 
40 Vatan, 22 Haziran 1962; Son Havadis, 17 Eylül 1964. 
41 Aydemir, a.g.e., s.s.130-133; Örtülü, a.g.e., s.s.224-226; İsen, a.g.e., s.s.32-35. 
42 İsen, a.g.e., s.s.37-38; Örtülü, a.g.e., s.s.236-238; Ulus, 24 Şubat 1962. 
43 Örtülü, a.g.e., s.s.238-240; İsen, a.g.e., s.s.40-41. 
44 Cumhuriyet, 23 Şubat 1962. 
45 Yazgülü Aldoğan, “22 Şubat Hareketi”, Hürriyet, 25 Mayıs 1986, s.3. 
46 İsen, a.g.e., s.47. 
47 A.g.e., s.s.58-59. 
48 Son Havadis, 24 Şubat 1962. 
49 İsen, a.g.e., s.s.60-63; Dünya, 24 Şubat 1962. 
50 Örtülü, a.g.e., s.271. 
51 Müşerref Hekimoğlu, 27 Mayıs Romanı, Çağdaş yay., İstanbul, 1975, s.12. 
52 İsen, a.g.e., s.s.60-63; Dünya, 24 Şubat 1962. 
53 Hürriyet, 28 Şubat 1962. 
54 Son Havadis, 24 Şubat 1962; Ulus, 24 Şubat 1962. 
55 Toker, a.g.e., s.66. 
56 Örtülü, a.g.e., s.s.288-289. 
57 A.g.e., s. 291. 
58 A.g.e., s.s.299-300. 
59 İsen, a.g.e., s.85. 
60 Örtülü, a.g.e., s.s.304-306. 
61 İsen, a.g.e., s.77. 
62 Örtülü, a.g.e., s.316. 
63 İsen, a.g.e., s.77. 
64 Bedii Faik, İhtilalciler Arasında Bir Gazeteci , Dünya yay., İstanbul, 1967, s.s.271- 276. 
65 Örtülü, a.g.e., s.343. 
66 Dünya, 27 Temmuz 1963. 
67 Örtülü, a.g.e., s.s.355-357. 
68 Son Havadis, 6 Ekim 1964. 
69 Dünya, 27 Temmuz 1963; Erdoğan Örtülü, a.g.e., s.s.357-361. 
70 Yan kuvvetler, 11’ler ve 14’lerden oluşmaktaydı. 11’ler, Milli Birlik Komitesi içinde oluşan gruplardan birisi ve 27 Mayıs İhtilali’nin hedefine ulaştığını, 
seçimlerin en kısa zamanda yapılması gerektiği görüşüne sahipti. 
71 Son Havadis, 18 Ekim 1964. 
72 Örtülü, a.g.e., s.371. 
73 18.04.2003’te Ömer Gürcan İle Yapılan Görüşme. 
74 Örtülü, a.g.e., s.s.377-378. 
75 Dünya, 27 Temmuz 1963- 28 Temmuz 1963. 
76 Son Havadis, 29 Ekim 1964. 
77 Örtülü, a.g.e.,s.390. 
78 A.g.e., s.397. 
79 A.g.e., s.442. 
80 İsen, a.g.e., s.s.168-169. 
81 Örtülü, a.g.e., s.s.457-458. 
82 İsen, a.g.e., s.s.168-173. 
83 11.04.2003’te Bahtiyar Yalta ile Yapılan Görüşme. 
84 Dünya, 27 Temmuz 1963; Hürriyet, 8 Haziran 1963. 
85 11.04.2003’te Bahtiyar Yalta İle Yapılan Görüşme. 
86 TBMM Tutanak Dergisi, Dönem 1, C.2, Toplantı 2, Birleşim 6, 19/05/1963, s.s.104–105. 
87 Örtülü, a.g.e., s.471. 
88 A.g.e., s.522. 
89 11.04.2003’te Bahtiyar Yalta ile Yapılan Görüşme. 
90 18.04.2003’te Ömer Gürcan İle Yapılan Görüşme. 
91 Vatan, 2 Temmuz 1964. 
92 Örtülü, a.g.e., s.s.496. 
93 Cumhuriyet, 14 Haziran 1963; Son Havadis, 14 Haziran 1963. 
94 Vatan, 12 Eylül 1963. 
95 İsen, ‘‘Aydemir İsyanı’nın İçyüzü’’, Son Havadis, 2 Aralık 1964, s.3. 

KAYNAKÇA 

I- Resmi Yayınlar 
TBMM Tutanak Dergisi 

 II- Gazete ve Dergiler 

Akis, XXIII/400 
Cumhuriyet 
Dünya 
Forum, XIV/191 
Hürriyet 
Son Havadis 
Ulus 
Vatan 
Yarın Dergisi 

III- Kitaplar 

AKALIN, Cüneyt, Askerler ve Dış Güçler: ‘‘Amerikan Belgeleri İle 27 Mayıs Olayı’, İstanbul, 2000. 
ARCAYÜREK, Cüneyt, Darbeler ve Gizli Servisler (1950-1988), Bilgi yay., 3. basım, Ankara, 1989. 
AYDEMİR, Talat, Talat Aydemir’in Hatıraları, May matbaa., İstanbul, 1968. 
BAŞGİL, Ali Fuat, 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri, İstanbul, 1966. 
BURÇAK, Rıfkı Salim, Türkiye’ de Askeri Müdahalelerin Düşündürdükleri, Gazi Üniv. Basın Yayın Yüksekokulu Matb., Ankara, 1987. 
FAİK, Bedii, İhtilalciler Arasında Bir Gazeteci , Dünya yay., İstanbul, 1967. 
HEKİMOĞLU, Müşerref, 27 Mayıs Romanı, Çağdaş yay., İstanbul, 1975. 
ILICAK, Nazlı, 15 Yıl Sonra 27 Mayıs Yargılanıyor, Kervan yay., İstanbul, 1975. 
İBA, Şaban, Ordu Devlet Siyaset, Chivi Yazıları yay., İstanbul, 1998. 
İSEN, Can Kaya, 22 Şubat–21 Mayıs: Geliyorum Diyen İhtilal, İstanbul, 1964. 
KAYALI, Kurtuluş, Ordu ve Siyaset (27 Mayıs – 12 Mart), İletişim yay., İstanbul, 1994. 
KOÇAŞ, Sadi, Atatürk’ ten 12 Mart’ a (Anılar), III, Tomurcuk Matb., İstanbul, 1977. 
ÖRTÜLÜ, Erdoğan, Üç İhtilalin Hikayesi, Milli Ülkü yay., 5. Basım, Konya. 
ÖZTUNA, Yılmaz, Ayvaz Gökdemir, Türkiye’de Askeri Müdahaleler, İstanbul, 1987. 
ÖZTÜRK, Metin, Ordu ve Politika, Gündoğan yay., Ankara, 1993. 
SERİM, Ekrem, Türkiye’de Anayasa Hukuku Yönünden 27 Mayıs Devriminden Bu yana Siyasal İktidar Ordu İlişkileri, Ankara, 1974. 
TOKER, Metin, İsmet Paşayla 10 yıl (1961-1964), IV, Akis yay., Ankara, 1967. 
ULAY, Sıtkı, Harbiye Silah Başına, Kitapçılık Tic. Basın yay., İstanbul 1968. 
YALMAN, Ahmet Emin, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim (1922–1971), II, 2. Basım, İstanbul, 1997. 

 IV- Makaleler 

DOĞRU, Osman, ‘‘27 Mayıs, İktidar ve S.K.B.’’, Tarih ve Toplum XII/71, (Kasım 1989), İletişim yay., İstanbul, 1989. 
 V- Röportajlar 

18.04.2003’te Ömer Gürcan İle Yapılan Görüşme. 
11.04.2003’te Bahtiyar Yalta ile Yapılan Görüşme. 


***


ALBAY TALAT AYDEMİR’İN DARBE GİRİŞİMLERİ BÖLÜM 2



ALBAY TALAT AYDEMİR’İN DARBE GİRİŞİMLERİ  BÖLÜM 2

Talat Aydemir’e göre 22 Şubat’ı doğuran gerçek sebepler şunlardı: 
1- 27 Mayıs ihtilalinin hedefine ulaşmamış olması, 
2- 27 Mayıs 1960’tan önceki durumda olduğu gibi halkın 2 gruba ayrılmış olması ve “Milli Birlik” ruhunun yaratılamamış olması, 
3- Parlamento içinde bir kısım siyasilerin maksatlı tutumları ile silahlı kuvvetlerin halk ile karşı karşıya getirilmiş olması, 
4- Seçim sonrası, siyasi ortamda istikrarlı ve dinamik bir hükümet kurulmayışı yüzünden ülkenin asıl temel davası olan reformların ele alınmayışı40. 

22 Şubat Darbe Girişimi'nde Ne Olmuştu?
TBMM ve Genelkurmay'ı koruması için Ankara çevresinden çağrılan birliklerin çoğunun Aydemir'in safına geçmesiyle ikinci şok dalgası başladı. Haberciler vasıtasıyla geçen görüşmelerde İnönü; eğer isyancı askerler silah bırakıp kışlasına dönerse ertesi gün kimseye zarar gelmeden hepsini emekliye sevk edeceğinin garantisini verdi.


Talat Aydemir ve arkadaşlarının 20-21 Şubat gecesi harekete geçecekleri söylentisi yayılmaya başlamıştı. Haber, Ankara’daki ordu çevrelerinde yayılmış; 
Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu Birinci Zırhlı Tümen Tank Taburu’nda bazı subaylar birliklerini alarma geçirmişlerdi. 229. Piyade alayı ve muhafız alayı süvari grubuna da havacıların alarmını bildiren tankçılar bunların da harekete geçmesini söylemişlerdi. Böylece, Türkiye’de yeni bir ihtilal hareketi başlamış bulunuyordu. 

Sabaha karşı Talat Aydemir’in olup bitenlerden habersiz olduğunu öğrenen Kurmay Binbaşı Bahtiyar Yalta, tank taburu ile temasa geçmiş “Bir yanlışlık var” 
diyerek alarmı kaldırmıştır. Sabahın erken saatlerinde makamına gelen Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay, gece olup bitenleri işitince hiddetlenmiş, Talat Aydemir, Selçuk Atakan ve Necati Ünsalan’ı acele olarak Genelkurmay’a çağırmıştı. Sunay, sert bir ifade ile gece cereyan eden olaylardan albayları sorumlu tutmuş ve sözlerine şöyle devam etmiştir: ‘‘Birliklerinize alarm verdiğiniz için nakiller yapılacaktır. Bu şartlarda sizleri himaye ettiğimi bilmenizi isterim.’’ 

Aydemir, olup bitenlerle hiçbir alakaları bulunmadığını söyleyerek suçu reddetmiş ve “ Yanlış haberler ve dedikodularla bir kuvvet diğer kuvvet karşısında kullanılmak isteniyor” demiştir41. 

21 Şubat gecesi Genelkurmay Başkanlığı’nda toplantı yapılmış ve ordu içinde huzursuzluk yaratan bazı subayların Doğudaki birliklere tayin emirleri verilmişti. 
Bunun üzerine Talat Aydemir, olayları bir rapor halinde Harp Akademileri Kurmay Başkanı Emin Aytekin’e bildirdikten sonra Genelkurmay Başkanlığı’na 3 maddeden oluşan bir muhtıra göndermişti. Muhtıra şöyleydi: 

1- Resmi elbiselerini giyerek harekâta geçen Mucip Ataklı ve Haydar Tunçkanat hakkında kanuni işlem yapılması, 
2- Subaylara silahlı olarak göreve gelme emri veren Genelkurmay 2. Başkanı Memduh Tağmaç’ın durumunun gözden geçirilmesi, 
3- Tayinleri yapılan subayların tayinlerinin durdurulması. 

İstanbul’daki komutanların çoğunun bu hareketi benimsemeyeceklerini ve hükümete bağlı kalacaklarını bildirmeleri üzerine Genelkurmay Başkanı muhtırayı reddetmiş ve tayinler gerçekleşmişti42. 

Aydemir tayin haberini alınca, subay taburuna çıkmış ve yeni mezun olmuş 600 Asteğmen’e hitaben konuşma yaparak saat 15.00’te Harb Okulu’nu alarma 
geçirmişti. Binanın alt katında bulunan cephane açılmış ve mermi dağıtımı başlamıştı. Zaten Hava Kuvvetleri’ne 19 Şubat’ta alarm verilmişti.
   Aydemir yanlısı 229. Piyade Alayı alarma katılmamış, yeni komutan duruma hâkim olmuştu. Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’na tayin edilen yeni komutan 
birliğe tam hâkim değildi ve alaydaki subaylar arasında birtakım kıpırdanmalar vardı. 

22 Şubat Darbe Girişimi'nde Ne Olmuştu?
Görüşmeler sürerken Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı da Aydemir'in safına geçmiş ve Köşk'ün etrafını kuşatmıştı. Cuntanın isteği TBMM'nin dağıtılması, hükümetin istifası ve Anayasa'nın askıya alınması yoluyla yönetimin kendilerine geçmesiydi. Devletin bütün askeri ve sivil yetkilileri Köşk'teyken Aydemir'in emriyle hepsi rahatça ablukadan çıktılar ve bu girişimin kırılma noktası oldu.
Akşam olduğunda Hava Kuvvetleri'ne bağlı jetler, Harp Okulu üstünde alçak uçuş yapmaya başladılar.


Ayrıca hükümet tarafından, Çubuk’tan 230. Piyade Alayı, Polatlı’dan Topçu Birlikleri getirilmişti ama bunların komutanları Harb Okulu’na giderek Talat 
Aydemir’in emrine girdiklerini bildirmişlerdi. Aydemir bu duruma güvenerek43 Cumhurbaşkanı’ndan şu şartların gerçekleştirilmesini istemişti: 

1- Kendisi ile birlikte emekliye sevk edilen arkadaşlarının yerlerine dönmesi, 
2- 200 milletvekilinin milletvekilliği düşürülecek, eğer olamazsa Meclis’in feshi, 
3- Anayasanın bazı maddelerinin düzeltilmesi, 

Aksi takdirde alarmı durdurmayacaklardı 44. 

  Olayları izleyen Başbakan, Bakanlar, Parti liderleri, Genelkurmay Başkanı Çankaya’da toplantı halindeydi. Bu arada Fethi Gürcan, Talat Aydemir’i arayarak köşktekileri enterne etmeye hazır olduğunu söylemiş; Aydemir ise, hepsinin serbest bırakılmasını emrederek; “Bırak gitsinler” demiştir. İnönü Köşk’ten çıkarken; “İşte şimdi kaybettiler” diye gülümsemiştir 45. 

Aydemir ve diğer komutanlar görevlerine iade edilmeleri şartıyla harekâta son vereceklerini belirtmişlerdi46. Cumhurbaşkanı, Hükümet ve Genelkurmay Başkanı teklifi kabul etmemiştir. Bu gelişmeler üzerine İnönü, şunları söylemiştir: “Bu milletin haysiyetine, ordunun şerefine tecavüz edilmiştir. Sonuna kadar mücadele edeceğiz. Silahlı çatışmaya yol açmazlarsa affedebiliriz. Aslında cezaları kurşuna dizilmektir. Kendilerini emekliye sevk edeceğim.” Harb Okulu karargâhından, Hükümete gelen son mesaj da, Genelkurmay’a 
“Cezai müeyyideler tatbik edilmediği takdirde teslim olunacağı” bildirilmişti47. 

Sabaha karşı okula dönme emri alan Harb Okulu öğrencilerine Genelkurmay’dan verilen emir üzerine, yarıyıl tatilinin de yaklaşması nedeniyle 20 
günlük tatil verilmişti. Çubuk’tan gelen Piyade Alayı da, Harb Okulu öğrencilerinden boşalan yerlere yerleştirilmişti48. Yine aynı gün akşam saatlerinde Talat Aydemir, Harb Okulu Alay Komutanı Kurmay Albay Turgut Alpagut, Genelkurmay Harekât Dairesi’nden Kurmay Albay Dündar Seyhan ve Kurmay Albay Emin Arat gözaltına alınmıştı 49. 

Başbakan İsmet İnönü’nün, Talat Aydemir’in serbest bırakıldığı 26 Şubat 1962 günü, 22 Şubat Olaylarını değerlendirdiği konuşmasında Harb Okulu öğrencilerinin aldatıldığını belirtmesi sonucunda yeni olaylar çıkmış ve bazı öğrenciler üzerinde ‘‘Harbiyeli Aldanmaz’’ sözleri yazılı bir çelengi Taksim’deki Atatürk Anıtı’na koymuşlardı. Bu sözler, daha sonra 21 Mayıs’ın parolası olarak kullanılmıştır. Bu gelişmeler sonucu Harbiyeli öğrenciler hakkında soruşturma açıldı ve mahkemeye verildi 50. 

Avrupa’daki 14’lerden Orhan Kabibay, 22 Şubat Olayı başarısızlığa uğrayınca şöyle demiştir: “Biz olsaydık, bu ihtilali ısmarlama bir elbise gibi toplumun sırtına geçirirdik !..” 51 

22 Şubat sonrası, Meclis bütçe görüşmelerine devam edilmiş ve bu sırada verilen bir önerge kabul edilerek Meclis’in, orduya şükran ve takdir duyguları 
iletilmişti52. Dört partinin liderleri tarafından devrimlerin korunması amacıyla 9 maddeden oluşan “Milli Huzuru Bozan Fiiller Hakkında Kanun” çıkarılması 
kararlaştırılmıştı53. Ankara’da bulunan gençlik örgütleri de Türk Ordusu’na ve komutanlarına bağlılıklarını bildiren birer bildiri yayınlamışlardı 54. 


22 Şubat Darbe Girişimi'nde Ne Olmuştu?
Gecenin ilerleyen saatlerinde pazarlıklarda son noktaya gelindi. Aydemir; kendisinin Harp Okulu'nun başında kalması ve diğer katılan subayların da istediklere yerlere tayin edilmesi karşılığında harekatı durduracağını söyledi. İsmet İnönü, bu teklifi kat'i suretle kabul edilemez buldu.


22 Şubat Olaylarından sonra, af tartışmaları başlamış; AP, YTP ve CKMP 22 Şubat Olaylarına karışanların affına karşılık Kayseri’dekiler için de kısmi af istiyordu55. 

22 Şubat Olayı’nın bastırılmasının ardından, bir yanda 22 Şubatçıların mevcut siyasi kadro ile demokrasi kurulamayacağı açıklamaları; bir yanda da, AP Grubu’nun siyasi af konusunda aldığı kararı açık bulmayan İsmet İnönü, 30 Mayıs 1962’de istifa etmiştir. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, hükümetin düşmesinin sorumlusu olarak Adalet Partisi’ni görmekteydi. Cumhurbaşkanı, hükümet buhranını çözmek amacıyla yeni hükümeti kurma görevini İsmet İnönü’ye verdi. 18 Haziran 1962’de İnönü’nün, hükümeti kurmaktan vazgeçmesiyle hükümet buhranı giderek artmış ve ordunun tekrar yönetime el koyacağı yönünde söylentiler yayılmaya başlamıştı56. 
Bu gelişmeler sonucu, 24 Haziran 1962’de CHP- CKMP -YTP Koalisyon Hükümeti kuruldu. 

Hükümet kurulduktan sonra, 1 Temmuz 1962’de 14’lerden Orhan Kabibay ve Rıfat Baykal yurda dönmüştü. İnönü, 22 Şubatçıların hareketlerini izliyor, 14’lerle görüşmelerine dikkat ediyordu57. 

İnönü, kurduğu ikinci koalisyon hükümetinin güvenoyu alması ve Meclis’in tatile girmek üzere olması nedeniyle 27 Mayıs sonrasındaki olaylarla ilgili bir konuşma 
yapmıştı. Bu konuşmaya cevap olarak Talat Aydemir’de bir demeç vermiş; demecin gazetelerde yayınlandığı gün Aydemir savcılığa çağrılarak, “ Kanunun suç saydığı bir cürmü övdüğü” iddiasıyla 2. Sulh Ceza Mahkemesi’ne sevk edilmiş ve orada tutuklanıp cezaevine yollanmış58; ancak 18 Temmuz 1962’de kefaletle serbest bırakılmıştı59. 

21 Mayıs’a giden süreç içinde, 22 Şubatçılar kendilerini iki sorunla karşı karşıya bulmuştu: Birincisi, politika alanında işlevleri ne olacaktı; ikincisi ise, kendilerine 
emeklilik hakkı tanınmadan ordudan atılan arkadaşlarına ne şekilde yardım yapacaklardı. 22 Şubatçılar arkadaşlarına yardım konusunu yoluna koyduktan sonra diğer sorunu gidermeye çalışmaktaydılar. Bu sırada, 14’lerden Orhan Kabibay Grubu’nun Atatürkçü Parti kurmak için İstanbul’da yapılacak toplantıya 22 Şubatçıların da bir temsilci göndermesi isteği, 22 Şubatçıların harekete geçmesinde etken olmuş60 ve Albay Talat Aydemir, Albay Emin Arat, Albay Asım Mutludoğan, Albay Necati Ünsalan, Albay Turgut Alpagut, Emekli Binbaşı Fethi Gürcan, Binbaşı Bahtiyar Yalta, Binbaşı Kadir Çıtak, Emekli Yarbay Mustafa Ok ve 22 Şubat’tan önce ordudan ayrılmış olan Deniz Yüksek Mühendis Albay Galip Gültekin’in katıldığı bir toplantı ve görev dağılımı yapılmıştı 61. 22 Şubatçılar bütün amaçlarını gerçekleştirmek için “çengel sistemi” ile özellikle Ankara’daki birlikler arasında teşkilatlanmaya başlamıştı 62. 

22 Şubat Darbe Girişimi'nde Ne Olmuştu?
Köşeye sıkışan Aydemir, son çare olarak emekli edilmeyecekleri ve yargılanmayacakları konusunda yazılı taahhüt istedi.


22 Şubatçılar yapacakları harekâtı “Kemalizm Doktrini” üzerine oturtmak istiyorlardı. Kemalizm, kişisel hâkimiyetin yerine milli hâkimiyetin sağlanması idi. Aydemir’e göre, Türkiye’de şahıs ve şahıslar hâkimiyeti vardı. Atatürk’ün, Türkiye’nin kalkınması için şart koyduğu birlik ve beraberlik prensibinden uzaklaşılmıştı 63. Ayrıca, halkın da intikamcı partiler aracılığı ile bir halk ihtilaline hazırlandığı düşüncesi harekete geçiş gerekçesi olarak kullanılmaktaydı. Kendilerini halkın dışında, halkın isteği doğrultusunda hareket ettiklerini belirtiyorlardı. Bunun için de geçici bir aydın demokrasisinden yana olduklarını söylemekteydiler 64. 

Ülkedeki istikrarsızlık, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın hareketli olduğu ve 14’lerin lideri Alparslan Türkeş’in yurda dönerek, ‘‘Türkiye Huzur ve Kalkınma Derneği’’ kurmaya çalıştığı günlerde, ihtilal hazırlıkları son safhaya getirilmişti65. 22 Şubatçıların oluşturduğu Türk Silahlı Kuvvetler Birliği’nin fikir karargâhı, 1963 yılının Mart ayında düzenlediği toplantıda kuvvetleri gözden geçirmişti. Fethi Gürcan’ın bizzat yönlendirdiği Tank Okulu’ndaki Tank ve Süvari subaylarının kursu, Nisan’ın ilk haftalarında biteceği endişesi ile 20 Mart- 20 Nisan tarihleri arasında bir gün ihtilal yapılması uygun görülmüştü66. Bu ihtilal hareketi, 20 Mart günü Emniyet tarafından öğrenilince bir süre durdurulmuştur. İhtilal girişiminin durmasının diğer nedenleri ise, 

— Celal Bayar’ın Kayseri Cezaevi’nden tahliye edilmesi ve bu olay bahane edilerek girişilen “ Gençlik Hareketi” teşebbüsünün başarısızlığa uğraması, 
— Ankara Belediyesi’nin, 31 Mart’ı 1 Nisan’a bağlayan gece şehir elektriklerinin kesileceğini ilan etmesi. 

İhtilalciler, bu hava içerisinde bir askeri harekâta girişirlerse AP lehine yorumlanacağı endişesi nedeniyle bir süre ertelemişlerdir. Ayrıca hükümetin, ihtilal gününden haberdar olmasıyla Ankara’daki askeri birliklere alarm verilmişti67. 

Birçok kesim, Talat Aydemir’in bu şartlar altında bir harekete girişmeyeceğini sanıyordu. İlgililer de aynı fikirdeydi. Bu nedenle, ihtilal ihbarında olağanüstü tedbirler alınmasına ihtiyaç duyulmamıştı; ama Genelkurmay, birliklere yolladığı gizli bir emirle dikkatli olmalarını istemişti 68. 

22 Şubat Darbe Girişimi'nde Ne Olmuştu?
İsmet İnönü bu isteği kabul etti ve yazılı beyanını talat Aydemir'e aracılar vasıtasıyla ulaştırdı. 

İhtilalden vazgeçildi; ancak bilgi verilmediği için İstanbul’da çengel atılan Deniz Harb Okulu Teğmenleri, 31 Mart- 1 Nisan gecesi harekete geçmişler ve bu sırada tutuklanmışlardı. Bu olay 22 Şubatçıları olumsuz etkilemiş ve çalışmalarına devam etmekten alıkoymuştu 69. 

Bundan sonra 22 Şubatçılar, kendilerine destek sağlamak için yan kuvvetlerle 70, 

Lale Apartmanı, I. ve II. Söğütözü, Dikmen Zirve ve Piyer Loti Oteli toplantıları nı yapmışlardı. Bu toplantılarda birleşme çabaları boşa çıkınca 22 Şubatçılar kendi çabalarıyla hazırlıklara başlamıştı 71. 

İnönü, bu gelişmelerden iyice kuşkulanmıştı. Bu nedenle, Mayıs ayında İstanbul’a giderek askeri birlikleri teftiş etti. Bu sırada 22 Şubatçılar ihtilal gününü tespit etmişlerdi. İnönü’nün, partisinin Meclis Grubu’nda yaptığı konuşma, ‘‘Vaziyet çok vahimdir… Üç gün içinde her şey olabilir. Dikkatli olunuz… Ankara dışına çıkmayınız…’’ ülkede önemli ses getirmişti72. Ömer Gürcan, İnönü’nün üç gün içinde her şey olabilir sözünü şöyle açıklamakta: “Herkes, İnönü’nün Talat Aydemir ve arkadaşlarının hareketlerinden haberdar olduğunu sanıyordu. Oysa ki Paşalar bir harekât yaparak Aydemir ve arkadaşlarını içeri almak istiyordu.”73 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDİLECEKTİR.



***

ALBAY TALAT AYDEMİR’İN DARBE GİRİŞİMLERİ BÖLÜM 1

ALBAY TALAT AYDEMİR’İN DARBE GİRİŞİMLERİ BÖLÜM 1 



Yeşim DEMİR
* Dr., (zeserdemir@hotmail.com). 


Özet 

Ordu, Osmanlı İmparatorluğu döneminin reform hareketlerinde, Çok Partili Dönem ve sonrasında, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında ve etkisini 
sürdürmesinde büyük rol oynamıştır. 

22 Şubat Darbe Girişimi'nde Ne Olmuştu?

Bir grup asker, 1960 ihtilalinin amacına ulaşmadığını düşünüyor ve askeri yönetimin devam etmesini arzu ediyordu. Bu grubun başında Kara Harp Okulu Komutanı Kurmay Albay Talat Aydemir vardı. MBK ile beraber çalışmasına karşın 27 Mayıs'ta Kore görevinde bulunduğu için Komite'de yer alamamıştı.

1950–1960 yılları süresince, Türkiye ekonomik, politik, sosyal krizlerle karşılaşmıştır ve DP bu durumla başa çıkmakta yetersiz kalınca, ordu 27 Mayıs devrimini gerçekleştirmiştir. 

27 Mayıs 1960 devriminin bazı açılardan henüz tamamlanmamış olduğunun deklaresi üzerine, Albay Talat Aydemir ve arkadaşları tarafından 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 de iki çeşit yenileme girişimleri yapılmıştır ancak başarılı olunamamıştır. 

Siyaset Biliminin kurucusu Thomas Hobbes, siyaseti bir çeşit kâğıt oyununa benzetmektedir. Yalnız siyasetle arasında şu fark olduğunu belirtmiştir: “Eğer burada oyuncular başka bir koz üzerinde anlaşmamışlarsa, sopalar yani ordu koz haline gelir” demiştir1. 

Ordu-Siyaset ilişkisinin tarihsel gelişimine bakıldığında, Türk siyasal hayatında Silahlı Kuvvetlerin her zaman belirgin bir rolü olduğu görülmektedir2. Türkiye 
Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren ordu tarafından, üç defa yönetime müdahale edilerek sivil rejime ara verilmiştir. Bunlardan ilki olan 27 Mayıs 1960 ihtilali başarılı olmuş; ancak sonradan gelen 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ancak bu ihtilal girişimlerine gelininceye kadar birçok süreçten geçilmiştir. 

Çok partili döneme geçildikten sonra subaylar da, sivil aydınlar gibi politika ile ilgilenmeye başlamışlardı3. 1946’lı yıllarda, CHP ile DP yakınlaşması askerlerin parti eğilimlerini değiştirmiş ve 1946 yılındaki seçim hileleri askerleri iktidara karşı tepkiye yönelterek ihtilal amaçlayan teşkilatlar kurulmaya başlanmıştı. Bu dönemde daha sonraları da gözlemlenen bir olgu ortaya çıkmıştır. Komitelerde başkanlar en yüksek rütbeliler olmayıp, bu tür kişiler ancak kararlaştırılan ihtilale başkanlık etmek üzere aranmıştır 4. 

Ülkenin giderek içinden çıkılmaz bir duruma gelmesi nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından 27 Mayıs 1960 yılında askeri darbe yapılmıştı. 27 Mayısçılar, ordu içinde geniş çaplı bir tasfiye hareketine girişmişler ve eski hükümet yanlısı 235’i General olmak üzere 5 bin civarında subayı ve astsubayı süresinden önce emekliye sevk etmişlerdi 5. 

22 Şubat Darbe Girişimi'nde Ne Olmuştu?

Durumun farkında olan Başbakan İnönü, bu gruptaki çoğu subay ve astsubayı doğuda görevlendiren kararnameyi imzaladı.

Ordunun bel kemiğini oluşturan orta rütbedeki subaylar tarafından gerçekleştirilen ihtilalden sonra kurulan Milli Birlik Komitesi’nin içinde, çoğunluğu oluşturan ve başından beri CHP’nin etkisi altında olan, ‘‘işleri düzelttikten sonra’’iktidarı sivillere bırakmayı amaçlayan birinci grup ile askeri müdahaleyi kalıcı kılma, devleti ve toplumu buna göre yeniden düzenleme çabası içinde olan ikinci bir grup vardı 6. MBK toplantılarında, isteklerine uygun bir sonuca varamayacaklarını anlayanlar zaman zaman toplantılarını kendi aralarında meclis içinde ayrı odalarda yapıyorlardı. Karşı grubu yola getirmenin yolları aranırken bir taraftan da karşı grubun bertaraf edilmesi 
yollarını aramaya başlamışlardı7. 

MBK’nın 2’ye ayrılması sonucundaki gelişmeler, ordudaki bazı genç komutanları da endişelendirmişti. Bazı MBK üyelerinin politik amaçlarla Silahlı Kuvvetleri kullanma yolundaki hareketleri hoş karşılanmıyordu8. Org. Cemal Gürsel’in başkanlığında yapılan MBK’nın 1960 Ekim ayındaki toplantısında, Ahmet Er tarafından başkanlığa, komite üyelerinin birbirlerinden şüphe ettikleri ve bu nedenle rahat çalışamadıkları şeklinde bir önerge verilmişti. Önerge üzerine tartışmaların artması üzerine Cemal Gürsel, ‘‘önerge beklenen sonucu vermekten uzaktır, arkadaşları birbirine düşürecek niteliktedir’’ diyerek oturumu kapatmıştı9. MBK üyeleri arasındaki güvensizlik ve birbirinden endişe etme durumunun devam etmesi sonucu, 13 Kasım 1960’ta ikinci grup adı verilen MBK’nın 14 üyesi yurtdışında başka görevlere atanmak suretiyle tasfiye edilmişlerdi 10. 

22 Şubat Darbe Girişimi'nde Ne Olmuştu?

Tayin kararları 22 Şubat'ta askerlere bildirildi ve ne olduysa o gün oldu.

14’lerin tasfiyesinden sonra Silahlı Kuvvetler bünyesinde bölünmeler görülmeye başlamıştı. MBK üyeleri, orduyu etki altında tutmak için Ankara ve İstanbul’da bulunan komutanları faaliyete geçirerek kararlar aldırıyorlardı. Bu olay silahlı kuvvetler içinde oldukça yıkıcı bir etki yaratıyordu. MBK’nın 23 üyesi gruplar halinde ordu içinde taraftar toplamaya başlarken, bir yandan da 14’lerin mağdur olduğuna inanan taraftarları ordu içinde ayrı bir teşkilat kurabilmek için çalışıyordu. Artık ordu çeşitli gruplara ayrılmış ve siyaset içinde bocalamaya başlamıştı 11. 

Talat Aydemir, ancak yeni MBK içinde anlaşmazlıklar çıkınca, bazı üyelerin kendilerine dışarıdan destek aramaya başladığında önem kazanmıştı. Harp Okulu’nun başında bulunması ona avantaj sağlıyordu. Bu durum da, liderliğini Albay Talat Aydemir’in yaptığı Albaylar Cuntası’nın kurulmasını sağlamıştır. Albaylar Cuntası, 15 Ekim seçimleri ve hükümetin kuruluşuna kadar geçen süre içinde giderek güçlenmişti. Artık Cunta’dan herkes bahsediyordu12. 

1961 yılının Mart ayında İstanbul’da, 66. Tümen Komutanı Faruk Güventürk ile Harp Akademileri Komutanı Faruk Gürler’in liderliğindeki generaller ve Ankara’da Harp Okulu Komutanı Kurmay Albay Talat Aydemir’in liderliğindeki Albaylar Cuntası tarafından ortaklaşa Silahlı Kuvvetler Birliği kurulmuştu13. Silahlı egemen güç idaresini, komiteye doğrudan SKB gizli yemin belgesi ile kabul ettirmişti. Belgenin, “MBK, TSK’nin bölünmez bir uzvu” olduğuna dair hükmü, siyasal idare kademelenmesinde Silahlı Kuvvetlerin, Komite’nin üstünde yer aldığını açıkça göstermekteydi 14. Silahlı Kuvvetler Birliği varlığını ortaya koyduğu dönemden itibaren MBK, şeklen var ama fiilen hükmeden güç SKB idi. SKB, gücünü özellikle 6 Haziran 1961’de göstermişti 15. 

22 Şubat Darbe Girişimi'nde Ne Olmuştu?

Genelkurmay Başkanı Org. Cevdet Sunay, tebliğ için Talat Aydemir, Selçuk Atakan ve Turgut Alpagut'u karargaha çağırttı. Bu emri Aydemir yerine getirmedi ve diğer iki subay karargaha gitti. Genelkurmay'a giden iki subay hemen tutuklandı.


1961 seçimine hazırlıkların devam ettiği dönemde, bu seçim ile yönetimin kesin olarak sivillere devredileceği ileri sürülmüş olmasına rağmen, Talat Aydemir ve 
arkadaşları yapılacak seçimlerin istikrarı sağlamayacağını, reformları yapmaya yeterli olmayacağını savunmuşlardır. 15 Ekim 1961 seçimleri AP ve CHP’nin birbirlerine yakın oy almaları ve ikisinin de tek başına hükümeti kuramamaları sonucunu ortaya çıkarınca, ordu içinde 27 Mayıs ilkelerinin korunması gerekliliği yolunda bir inanç ve bunun doğal uzantısı olarak eylemde bulunma gereği düşüncesi doğmuştur. 

SKB’nin üyelerinden bazıları, ‘‘Her ne kadar seçimler istenildiği ve düşünüldüğü gibi sonuçlanmamışsa da şimdilik askeri bir müdahale yapmaktansa, CHP’nin öncülüğünde yeni bir 

TBMM bir defa daha denenmelidir, eğer başarılı olamazlarsa, o zaman müdahale ederiz’’ diyorlardı16. 

Talat Aydemir’ e göre, seçimler sonunda ulusal irade tam olarak gerçekleşmemiş ve bu durum silahlı kuvvetler içinde fikir ayrılığına neden olmuştu17. 
Bu görüş, silahlı kuvvetlerin üst düzey komutanları tarafından da benimsenmiş ve seçimlerden 6 gün sonra 21 Ekim 1961’de İstanbul’da Harp Akademileri’nde 10 General, 27 Albay ve 1 Yarbay toplanarak “21 Ekim Protokolü” denilen belgeyi kabul ederek imzalamışlardı. Bu protokole göre; 

1- T.S.K., 15 Ekim 1961 günü yapılmış olan seçimden sonra gelecek yeni TBMM toplanmadan önce duruma fiilen müdahale edecektir. 
2- İktidarı milletin hakiki ve ehliyetli mümessillerine tevdi edecektir. 
3- Bütün siyasi partiler faaliyetinden men edilecek, seçim sonuçları ile MBK feshedilecektir. 
4-Bu kararın uygulanması 25 Ekim 1961’den sonraki bir güne ertelenmeyecektir 18. 

21 Ekim Protokolü’nde belirtilen şartlar siyasi partilere bildirildi ve 24 saat içerisinde cevap verilmesi istendi. Verilen süre 24 Ekim 1961 saat 09.15’ te sona erecekti. 

Dört siyasi partinin liderleri, bu şartları görüşmek için 23 Ekim gecesi toplandı. 24 Ekim sabahı da Çankaya’da, Devlet ve Hükümet Başkanı Cemal Gürsel’in 
başkanlığında yeni bir toplantı yapıldı. Bu toplantıya 4 lider dışında Genelkurmay Başkanı, Kara, Hava, Deniz Kuvvetleri Komutanları, Jandarma Genel Komutanı, 1. 2. ve 3. Ordu Komutanları da katıldılar. Bu toplantıda “Çankaya Protokolü” denilen belge imzalandı. 

Protokol 4 maddeden oluşuyordu; 

1- Siyasi Partiler Cumhurbaşkanlığı için aday göstermeyecek ve Cemal Gürsel’ e oy verilmesi için liderler, gruplarında ellerinden gelen çabayı göstereceklerdi. 

2- Ordu mensuplarına tanınmış herhangi bir hak geri alınmayacağı gibi Eminsularla 19 ilgili kanun da değiştirilmeyecekti. 

3- Yassıada hükümlüleri hakkında şimdilik bir af kanunu çıkarılmayacaktı20. 

4- 147’ler21 üniversitelere alınmayacaktı. 

Yazılı olmayan bir madde de İsmet İnönü’nün Başbakan olmasıydı22. 

Bu protokolün imzalanmasıyla, Parlamento’nun açılmasına yönelik engel kalkmış oldu. Ertesi günü meclis toplandı ve 26 Ekim’de de Cemal Gürsel 
Cumhurbaşkanlığı’na seçildi 23. 
Bu gelişmeler, ordu içinde yeni karışıklıklara neden olmuştu. Talat Aydemir, bu anlaşmaların Albayların isteğine aykırı olduğunu, Cumhurbaşkanı ve Başbakan 
seçiminin askeri baskı ile gerçekleştiğini bu durumdan da eski MBK üyeleri ile Hava Kuvvetleri’ne mensup subayların “Ordu böyle istiyor” diyerek siyasal partiler üzerinde baskı kurmalarının büyük etkisi olduğunu ileri sürmüştü24. 

22 Şubat Darbe Girişimi'nde Ne Olmuştu?
Aydemir, Harp Okulu'nda alarm verdi. Hareketin parolası Halaskar, işareti Fedailer idi. Harbiyeliler silah kuşanıp avluda toplandı. Harekete geçen Tank Taburu'nun namlusu TBMM binasına çevrilmişti.


16 Kasım 1961’de CHP-AP Koalisyon Hükümeti’nin kurulması, siyasi çevreleri memnun etmiş, ticari çevrelere ise güven vermişti. Hükümetin kurulmasından 
hemen sonra bazı politikacıların teşebbüsleri, ortamı giderek karıştırmış; ne siyasi çevrede ne de ticari çevrede güven kalmamıştı. Hükümet güvenoyu aldıktan sonra bazı AP ve YTP’li milletvekilleri siyasi af kanunu çıkarmak için harekete geçmişlerdi25. Böylece bir süre ülkede ve mecliste sadece siyasi af konusu tartışılmış, isteyen ve istemeyen diye 2 kısma ayrılmışlardı. Bu durumun hem bir siyasi istikrarsızlığa neden olacağı hem de yönetimi sivillere teslim eden silahlı kuvvetleri ülkenin geleceği hakkında endişelendireceği açıkça görülmekteydi. Basının ve bazı dergilerin, önce kapalı olarak sonra açıkça DP Dönemi’ni överek 27 Mayıs’ı gölgelemek istemeleri de ordudaki huzursuzluğu arttırmıştı26. 

Bir süre sonra giderek artan askeri müdahale söylentilerini görüşmek ve özellikle İsmet İnönü Hükümeti’nin desteklenmesi amacıyla 19 Ocak 1962’de 
Genelkurmay Karargâhı’nda, “Genişletilmiş Komuta Konseyi” toplantısı yapılmıştır. Toplantıda bulunan Kuvvet, Ordu ve Kolordu Komutanları ile Generaller, Cevdet Sunay’ın hükümetin desteklenmesi ve askeri müdahale heveslerinden vazgeçilmesi önerisini destekliyordu. Toplantıya katılan Talat Aydemir ve onunla birlikte hareket eden Albaylar, öneriye katılmadıklarını ve bir askeri müdahalenin gerekliliğini belirtiyorlardı. Ancak emir-komuta zinciri içerisinde yapılması gereken müdahalede başta Genelkurmay Başkanı olmak üzere Generaller yer almalıydı27. 

Sunay itiraz edince, “Orduda alt kademenin tazyiki artmaktadır. Hangi Kuvvet Komutanı kıtasına hâkimse kalksın hesaplaşalım” diye meydan okumuşlardı28. 

1962 yılının ilk ayında, ihtilalci kuvvetleri tahrik edici gelişmelerden birisi de, Nuri Beşer29 olayı idi. Bu olay, özellikle ordu içinde büyük tepki yaratmıştı. Her kışlada toplantılar yapılıyordu. Artık politikacılar işi orduya ve mensuplarının ailelerine dil uzatacak kadar ileriye götürmeye başlamıştı. Bu durumda ne yapılacaksa yapılmalıydı düşüncesi hâkimdi. 

İsmet İnönü, bu olayın doğuracağı sonuçları tahmin ediyordu. Yatıştırmak için son bir çareye başvurma kararı aldı. İstanbul ve Ankara’daki askeri birlikleri ziyaret etti. Önce İstanbul 66. Tümen Komutanlığı ile Harp Akademilerini ziyaret etti. Gittiği birliklerde subaylara soğukkanlı ve sabırlı olmalarını öğütlüyordu30. İnönü’nün, ‘‘Hiçbir harekete izin vermeyeceğiz’’ sözleri Albaylar Cuntası’nın ve etrafındakilerin hoşuna gitmedi. Çünkü bunlar bütün planlarını, yeni ihtilalin subay, komutanlar, hükümet ve İsmet Paşa tarafından da istendiği şeklinde yapmışlardı31. 

Başbakan, İstanbul’dan Ankara’ya ümitle dönmemişti. 5 Şubat 1962’de haberli olarak Harp Okulu’nu ziyarete gitmiş ve İnönü’yü komutanlar ile teftiş kıtasından başka karşılayan olmamıştı. İnönü’nün askeri birlikleri ziyareti de olumlu sonuçlar vermemiş ve hiçbir şeyi değiştirmemişti 32. 

İsmet Paşa’nın asker arasına girmesi, Ankara’daki Albaylar Cuntası’nı ellerini çabuk tutmaya itmiştir. Hissettikleri başka bir durum da, üst düzey komutanların giderek ihtilal fikrinden vazgeçmeleriydi. İstanbul grubunda İsmet Paşa’nın ziyaretinden itibaren soğukluk başlamıştı. Hava Kuvvetleri ise, ihtilal durumu karşısındaki tutumunu koruyordu. Türk Silahlı Kuvvetler Birliği adına yapılacak bir hareket, Hava Kuvvetleri olmadan düşünülemiyordu33. 

9 Şubat’ta İstanbul Balmumcu’da, başkanlığını Korgeneral Refik Tulga’nın yaptığı ve 59 subayın katıldığı toplantıda, 28 Şubat’ı geçmeyecek şekilde, hiyerarşik 
düzen içinde askeri bir müdahale yapılması kararı alınmıştı34. 

Bu gelişmeler parti liderlerini ve kuvvet komutanlarını harekete geçirmişti. Hava Kuvvetleri’nin temsilcileri hemen tedbir alınmasını istiyordu. Cevdet Sunay, 
İnönü ile görüşüp tedbir alınması gerektiğini belirtmişti. İnönü de, orduyu ihtilale sürükleyen subayların cezalandırılmasından yanaydı. Cevdet Sunay, Talat Aydemir ile birlikte hareket eden iki subayı Genelkurmay’a çağırarak sorguya çekmiş, üçü de inkâr etmişti. Yine aynı gece İstanbul’dan telefon eden ihtilal taraftarları da, harekete geçilmesine İstanbul’daki arkadaşların taraftar olmadıklarını haber vermişlerdi. 
Teşebbüsten vazgeçilmiş görünürken, Kara Kuvvetleri’ne mensup subaylar, Hava Kuvvetleri’nin alarma geçtiğini duymuşlar ve bazı tank birliklerine alarm vermişlerdi 35. 
Bu durum karşısında bazı Albayların Ankara’dan uzaklaştırılmasını sağlayacak tayinlerin yapılmasına başlanmıştı 36. 

Genelkurmay Başkanı, 18 Şubat 1962’de 1.Ordu’ya bağlı Kolordu Komutanlarını, İstanbul Valisi Korgeneral Refik Tulga’yı, Harp Akademileri Komutanı 
Tuğgeneral Faruk Güventürk’ü ve Harp Filosu Komutanı’nı Ankara’ya çağırdı. Generaller toplantıya gitmeden Ankara’daki arkadaşlarıyla görüşmüşlerdi. Görüşmede İstanbul Valisi Refik Tulga, 5. Kolordu Komutanı General Faruk Gürler, Albay Talat Aydemir, Albay Selçuk Atakan, Albay Yıldıray Seyhan ve Albay Necati Ünsalan vardı. Albaylar, Generallere, “Bu iş de Ekim’deki gibi olmasın, cayılmasın. Öyle olursa evlatlarımızın bizlere ve sizlere karşı güvenleri azalır” demişti. Generaller ise, “Emeklilik, istifalarımız ve rütbelerimizi cebimize koyarak geldik” demişlerdi 37. 

19 Şubat 1962’de, Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay, Albaylar Cuntası’ndan Talat Aydemir, Necati Ünsalan ve Selçuk Atakan’ı Genelkurmay’a çağırmıştır. Burada onları Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Tansel, Kara Kuvvetleri Komutanı Muhittin Önür ve Jandarma Genel Komutanı Abdurrahman Doruk Paşa bekliyordu. Toplantıda ülkenin durumu ve alınması gereken tedbirler üzerinde duruldu. Albaylar, çıkar yolu olarak ihtilalden başka bir yol olmadığını belirtiyorlardı. Bu toplantı, albayları ihtilal fikrinden vaz geçirmemiştir. Cuntayı dağıtmak son çare olarak görünüyordu. Bu önceden olduğu gibi zor değildi, çünkü İstanbul grubu ihtilalden vazgeçme kararı almıştı 38. 

Bu arada ilginç bir gelişme olmuştu.1962 Şubatında özellikle harekâtın arifesinde ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Talbott ile Talat Aydemir ve arkadaşları 
elçilik müsteşarının evinde tanıştırılmıştı. Amaç, harekâttan sonra gelecek yeni askeri rejimin ABD ile ilişkilerinin nasıl olacağının araştırılmasıydı 39. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

TÜRKİYEDE DEVLET GELENEĞİ VE DEMOKRASİ.

TÜRKİYEDE DEVLET GELENEĞİ VE DEMOKRASİ.



1. Türkiye’de Devlet Geleneği ve Demokrasi 

Doğu geleneğinin son mirasçısı ve temsilcisi olan Osmanlı rejimi, büyük Asya geleneğinin İslâmlaşmış türü olarak Batı’ya en çok yaklaşmış, hatta onun alanına kadar girmiştir. Osmanlı devleti Batı geleneğinin kapı komşusu olduğu halde, hatta tarihinin başında ondan etkilenmiş de olduğu halde, batılılaşma anlamında çağdaşlaşması tarihinin sonuna dek olamamıştır. 
Hâlbuki Avrupa’dan çok uzakta olan, örneğin Japonya gibi bir Uzakdoğu ülkesi için bu çabuk ve kolay olmuştur. Osmanlı, bir siyasal güç ve örgüt olarak sömürgecilik aşamasına varan Avrupa devletlerinin işgali altına girmemiş olduğundan, rejiminin ekonomik yanları bozulduğu halde siyasal yanları bozulmamıştır. Avrupa devletleri Osmanlı ekonomisini kendi çıkarlarına göre değiştirme isteğinden hiç şaşmadıkları halde onun siyasal ve kültürel anlamda çağdaşlaşmasıyla hiç ilgilenmedikleri gibi iç işlerine karıştıkları zamanlarda da bunu yapmayı istememişlerdir. Çağdaşlaşmış bir devletin siyasası altındaki bir toplumun ekonomisine hükmedemeyeceklerini biliyorlardı. Bu paradoks, Türkiye’nin çağdaşlaşma sürecinde yaşadığı zikzakların bir açıklaması niteliğindedir.2 

Militarizm, Soğuk Savaş ve Uluslararası Sistemin Darbelerdeki Rolü 

Demokratikleşemeyen Cumhuriyetin önündeki en büyük engelin adı militarizmdir. 
Militarizm ve militaristleşme, askeri değer ve pratiklerin yüceltilmesi ve sivil alanı şekillendirmesi olarak tanımlanır. Bu şekillendirme süreci bazen darbe dönemlerinde olduğu gibi ordu veya askeri kesimin militaristleşme süreçlerinde doğrudan etkin bir rol oynamasıyla gelişirken bazı durumlar da öznesi belli olmayan, sivillerin aktif katılımı ve rızasını içeren süreçlerle yaygınlaşır. Bu bağlamda militaristleşme kültürel, kurumsal, ideolojik ve ekonomik boyutları içermektedir. Bu boyutların bütünüyle işlediği bir yerde bireyler ve toplum askeri varsayımları, sadece değerli değil, normal olarak da görmeye başlar. 
Söz konusu normalleştirme süreci bilinçli bir politikayı gerektirdiği kadar, aynı zamanda bu söylemin kusursuz işleyebilmesi, arkasını büyük bir sessizliğe dayamasıyla mümkündür. Diğer bir ifadeyle militarizmin etkinliğini mümkün kılan en önemli saiklerin başında militarıstleşme süreci karşısındaki entelektüel, politik, ekonomik ve toplumsal düzlemde işleyen birçok sessizliğin varlığı gelir. Bu bağlamda 1960-1983 arası dönemde militarist söylemi hâkim kılan 
şey sadece militarizmin sivil alanı kontrolü altına alması değil aynı zamanda bu kontrole yönelik ciddi bir itirazın gelişmemiş olmasıdır. “Metodolojik militarizm” olarak tanımlanabilecek bu kabul biçimi nedeniyle özellikle 1980’lerin sonuna kadar ordunun sivil alandaki nüfuzuna yönelik ciddi bir eleştirel analiz yoksunluğu ve militarizm ile militaristleşme tartışması eksikliği vardır. 

Soğuk Savaş dönemi olarak adlandırılan 1947-1987 arası yıllar, militaristleşen devlet sistemlerinin sayısının katlanarak arttığı dönemdir. Militarizm özellikle az gelişmiş ülkelerde askeri müdahaleler ya da ordunun politik alanı dolaylı kontrolü yoluyla dönemin karakteristiği halini alırken, militaristleşme daha çok gelişmiş ülkelerde etkin bir söylem biçimi olmuştur. Samuel P. Huntington, otoriter tek partiye, askeri veya kişisel diktatörlüğe dayalı rejimlerden çok partili demokratik düzene geçişi, tarihsel süreç içinde üç ana dalgada  değerlendirmek tedir. Demokrasiye geçişte Amerikan ve Fransız devrimleri önemli birer dönüm noktaları olmuşsa da Birinci Demokratlaşma dalgası ancak 1828 yılında ABD’de 
başlamıştır. 19. yüzyılın bitmesinden önce İsviçre, deniz aşırı İngiliz dominyonları, Fransa, Büyük Britanya ve Bazı küçük Avrupa ülkeleri demokrasiye geçmişlerdir. 1920'lerde sona ermiş olan bu dalgayı bir geriye dönüş dalgası izlemiştir. Diğer taraftan İkinci Dünya Savaşından sonra başlayan ve nispeten kısa süren İkinci Demokratlaşma Dalgası süresince Müttefiklerin işgaline giren İtalya, Almanya, Japonya, Avusturya ve Kore'de demokratik 
kurumlar teşvik edilmiş, Türkiye ve Yunanistan'da çok partili hayata geçilmiş; Güney Amerika’da Uruguay, Brezilya, Kosta Rika, Arjantin, Peru, Kolombiya ve Venezüella’da seçimlere dayalı sistemler kurulmuştur. Asya'da da bazı gelişmeler gözlenmiş ve bu süreç 1960'ların başında tersine dönmüştür. Üçüncü Demokratlaşma Dalgası ise 1974 yılında Portekiz diktatörlüğünün sona ermesiyle başlamış ve bu süreçte pek çok ülkede demokratik sistemler kurulmuştur. Halen devam etmekte olan Üçüncü Dalga Orta ve Doğu Avrupa'yı derinden etkilerken henüz İslâm dünyası ile Konfüçyüs kültürünün etkisindeki Çin'i pek fazla etkisi 
altına almış değildir. Üçüncü Dalganın ne zaman sona ereceği ve bir geri dönüş dalgasının başlayacağı belli değildir. Huntington'un analizine göre Türkiye ikinci Demokratlaşma Dalgası sırasında çok partili demokrasiye geçmiş ve demokrasiyi işletme konusunda ciddi geriye dönüşler yaşamıştır.3 

1960’larda ve 1970’lerde demokrasilerden küresel düzeydeki uzaklaşma, çarpıcı nitelikteydi. 1962’de dünyada 13 yönetim hükümet darbeleri ürünüydü. 1975’de bunların sayısı 38 oldu. 1958’de dünyadaki 32 işler demokrasiden üçte biri, 1970’ler boyunca rejim değişikliklerinin en yaygın yöntemi olarak işleyişe girmiş ve Eric Hobsbawm’ın “askeri hükümetlere yönelik görülmemiş bir global moda” olarak adlandırdığı süreç yaşanmıştır. Militarizmin hâkim söylem halini almasında askeri müdahaleler olmaksızın politik ve sivil alanın bizzat kendisinin 
militarist bir söylem geliştirmesi de bu dönemde etkili olmuştur. Bu da demokrat ik rejimlerin varlığına rağmen militarist söylemin dönemin hâkim söylemine nasıl dönüştüğünü açıklıyor.4 Demokrasinin tarihi, Huntington’a göre yavaş ve kesintisiz bir ilerleme olmayıp, ilerleyen, geri çekilen, sonra toplanan ve tekrar yükselen bir dalgalar dizisidir. Huntington’a göre, geçmişte olup bitenlerden kalkarak, demokrasinin gelecekte pekiştirilmesini ve yaygınlaşmasını etkileyen en belirleyici etkenler; ekonomik kalkınma ve siyasal önderliktir. 
Demokrasiyi, ekonomik kalkınma mümkün kılar; siyasal önderlik ise gerçek kılar.5 
Klasik Militarizmlerde ordunun bizzat yönetime el koyması gerekmez. Ordu, militer ideoloji ve değerler, devlet aygıtının işleyişine ve özellikle eğitim sistemine nüfuz ettiği için hükümet kadrolarının sivilliği ve hatta ortada çok partili bir rejimin olması sorun yaratmaz. Ordu gündelik politikanın içinde asla görünmez. Ordu komuta ‘kast’ı, organik bir parçası olduğu aristokrasinin sivil siyasi parti veya kadroları ile arasındaki iş bölümü ve hiyerarşikuralları uyarınca, siyasi çatışma alenen silahlı mücadeleye dönüşünceye kadar sahneye çıkmaz. Bu çıkışta da kendi sivil siyasi kadrosunu, partisini bertaraf ederek değil, onu saflarına katarak, yani -yönetici- sınıfın silahlı güç, topyekûn savaş hali örgütlenmesi olarak nihai hesaplaşmaya girer. Türk militarizminin ilk safhasında klasik militarizmlerden esasta farklı olan ilk yönü aristokratik bir kökeninin, dayanağının olmamasıdır. Ancak bu dönem boyunca ordu subay kadrosu bir kast görünümü de vermekteydi. Mensuplarını çoğu alt-orta sınıf mensuplarından 
devşirilmekte, subaylar -görev yerleri sık değiştirilmekle birlikte- “halkın içinde” 
yaşamaktaydı. 1980’lerle birlikte ise hem subay kadrolarının orta-üst sınıf mensuplarından devşirilmesini sağlayacak düzenlemeler yapıldı hem de subay-astsubay çocuklarının “kadro”daki oranın sürekli artmasına çalışılarak ve bu arada subayların büyük çoğunluğunu lojmanlara, boş zaman ihtiyaçlarını karşıladıkları orduevlerine çekerek, adeta subaylığın dışa kapalı bir kast haline gelmesine yönelik yol izlenmeye başlandı. Bugünkü haliyle bile ordu, “Savunma Sektörü”ne bağlı işletme ve organizasyonlarda çalışan, bir kısmı emekli asker 
personelin bir toplumsal destek veya çıkar grubuyla çevrelediği, ayrıcalıklı, dokunulmaz haklara sahip bir kesim görünümündedir. Bu konumu kendisini devletle özdeşleştirmiş ve siyaseten toplumun üzerinde konumlanmış bir kesimin tıpkı aristokrasi gibi toplumla arasına mesafe koymasını andırmaktadır. 

Milletle, halkla araya konulan “mesafe”, sıradan militarizmlerin yeri geldiğinde açıkça ifade etmekten çekinmedikleri bir fikrin, inancın da yansımasıdır. Sıradan militarizmlerin kendi ayrıcalıklı ve üstün konumların meşruluğuna kendilerini inandırabilmek için ürettikleri bu fikir, özetle; kendi halklarının değer, yetenek ve nitelikler bakımından zayıf, gelişmemiş ve hatta gelişmeyecek olduğu yolunda dır. Bu haliyle halk, millet tekinsiz, güvenilmez bir sürüdür. Bu sürünün iktisadi seçkinlerinin (burjuvazi ve mülk sahiplerinin) vurgunculuğu, 
politik seçkinlerinin -partilerinin- yolsuzlukları ve geniş yığınların bu durumda çaresizce debelenmeleri, militer zümre için bu fikrin, inancın doğrulanmasından başka bir şey değildir. 
Böylesi durumlarda yapılan askeri darbelerle kendi imtiyazlı konumunu daha da pekiştirmek fırsatı bulan militarizmler, askeri rejimden “normal”e geçildiğinde, eskisine benzer hatta daha beter bir gidişatın ortaya çıkması karşısında, bunu kendilerinin düzenleme istek ve yeteneklerinin olmayışını değil, milletin o ezeli ve onulmaz aczine, gelişmemişliğine atfetmeye zaten hazırdırlar. Latin Amerika’da, Afrika ve Güneydoğu Asya’daki sayısız askeri darbenin ve Türkiye’deki darbelerin bilançosu budur.6 

Militarizm aynı zamanda, kadim zihniyetlerden biri olan otoriter zihniyetin çocuğudur ve otoriter davranış ve algılama kalıpları içinde anlam kazanır. Tarih boyunca birçok sivil, yığınlar halinde militarizme destek vermiştir. Diğer bir deyişle militarizmin çekiciliği, asker sivil arasındaki zümresel ve sınıfsal çelişkilerden çoğu zaman çok daha baskın çıkmıştır. 

Çünkü militarizm kendi arka planında yatan otoriter zihniyet içinden üretilecek ideolojilerden sadece biri, muhtemel bir uzantısıdır. Esas olan ise daima zihniyettir. Ve otoriter zihniyetteki sivillerin bu nedenle kendilerini ‘askeriyeye’ ideolojik olarak yakın hissetmelerinin şaşırtıcı bir yanı yoktur. Militarizm, yönetenlerde ve yönetilenlerde simetrik nitelikler gösteren; konjonktürel olmakla birlikte kendisini kalıcı kılacak araçlara sahip olan, otoriter zihniyete 
dayanan bilimsel ve siyasi her türlü ideolojiyle bütünleşme istidadına sahip bir ‘mikro’ ideolojidir. Kendi hakkında sahip olduğu güçlü ve başarılı tarihsel imgeyle, yaşadığı koşulların ima ettiği zayıflık ve başarısızlık arasında sıkışmış; edilgen, ‘özneleşmemiş’ toplumlarda kendisine uygun bir ortam bulur. Bu nedenle militarizm bir iktidar ideolojisi olduğu kadar, bir toplumsal eziklik ideolojisidir de.7 
Son kırk yılda olduğu gibi ordu, toplum hakkında giderek yüksek sesle konuşsa, ordu mensupları toplumun hemen her sorunuyla ilgili görüşlerini dile getirme yetkisini kendilerinde bulsalar da, bu durumun tersi söz konusu olduğunda akan sular durur. Toplumun üyeleri veya siyasal temsilcileri, benzer bir yukarıdan sesle, hatta çok daha pes sesli bir ifadeyle, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tasarruflarını sorguladığında ordunun kurumsal olarak ilk refleksi bu girişimde “tahkir ve tezyif” unsurları aramaktır. Bu tehdidin yeterli veya mümkün olmadığı yerde TSK’nın psikolojik harekât stratejisinin uygulayıcıları doğrudan veya   dolaylı olarak devreye girerler. TSK, diğer ülke ordularına göre fazla konuşan, ama kendisi hakkında konuşulmasından bir o kadar rahatsız olan bir kurumdur. Demokrasilerde genel olarak ordudan siyasal ve toplumsal konularda dilsiz olması istenir. Türkiye’deki otoriter demokraside ise, asıl istenen toplumun ordu konusunda ya dilsiz olması ya da konuştuğunda övücü sözler dışında bir şey söylememesidir.8 

Almanya ve Japonya’daki militarist sistemlerin sona ermesi ve Türkiye’deki militarizmin akıbeti hakkında Murat Belge şunları ifade eder: “Almanya’nın iki dünya savaşını da kaybetmesi onlar için militarizmin sonu oldu. Evet, Türkiye’de orduyu yenen olmadığı için militarizm de yenilmedi! Arjantin’de de öyle oldu. Militarist diyebileceğimiz bir rejim kuruldu, dünya kadar cinayet işlendi; Falkland Adaları’nda boyundan büyük maceralara kalkışıp İngiltere karşısında rezil olunca yıkıldı. Daha çok dış konjonktürün göçerttiği militarizmleri görüyoruz.   Türkiye’de belki dış konjonktüre gerek kalmadan toplum kendi içinde militarizmi bitirebilir. Bu şans kuvvetle var.”9 

Genel anlamda 1945-1991, dar anlamda ise 1947-1987 tarihleri arasındaki dönem soğuk Savaş dönemi olarak adlandırılır. ABD ve Sovyetler Birliği arasında dünyanın temel iki kampa bölünmesi olan soğuk Savaş etkin olduğu süre boyunca ‘zamanın sistemi’ olarak işlev görmüş ve uluslararası yaşamın neredeyse diğer tüm yönlerini gölgeleyen merkezi bir rol üstlenmiştir. Bu dönem sürekli bir silahlanma yarışının olduğu, silahların bütün dünyaya dağıtıldığı, büyük ölçüde militaristleşen bir ekonominin etkinliğini sürdürdüğü, askeri darbelerin yaygınlaştığı, silah satışları için yeraltı örgütlerinin ortaya çıktığı, gerilla savaşlarının yaygınlaştığı, korku ve şüphenin hâkim olduğu, güvenliğin paranoya halini aldığı bir dönemdir. Kısacası Soğuk Savaş yılları “çevreleyici bir militarizmin” (ambient militarism) etkin olduğu bir zaman dilimidir.10 
Soğuk Savaş’ın en önemli sonuçlarından biri ABD ve Sovyetler arasındaki gerilimin yol açtığı askeri üsler yoluyla mekânın militaristleşmesi olmuştur. Üslerin, bulundukları ülkeleri militaristleştirmesinin en önemli göstergesi bu ülkelerde politik, ekonomik ve sosyal problemleri çözmede demokratik yöntemlerden ziyade askeri yöntemlerin devreye sokulması olmuştur. Soğuk Savaş’la birlikte askeri alanda yaşanan değişimler, militarist söylemi bir hayli 
güçlendirmiş ve böylesi koşullar altında “sivil hükümet yapıları daha az gelişmiş ve daha az olgunlaşmış” ülkelerde askeri darbeler daha kolay gerçekleşmiştir. Kısacası Soğuk Savaş, üçüncü dünya ülkeleri için askeri müdahalelerin mümkünlük koşullarını sağlayan en önemli yapısal unsur olmuştur. 
Askeri rejimlerin Soğuk Savaş koşulları altında onaylanması hatta bizzat süper güçlerin direkt ve dolaylı katkılarıyla kurulmaları, üçüncü dünya ülkeleri söz konusu olduğunda yaygın bir pratik olup çıkmıştır. 1960’larda Latin Amerika’da askerin politik alanda artan rolünün arkasındaki en önemli faktör ABD’nin buradaki ülkelere yönelik askeri yardım ve eğitim politikalarıydı. 1964’den itibaren ABD’nin Latin Amerika’da askeri rejimlere yönelik ilgisinin 
nedeni 1964 Küba devriminin bölgede yayılma olasılığıydı ve bu dönemde Brezilya, Bolivya, Şili, Uruguay ve Arjantin’de kurulan yeni yapılanmalar bu bağlamda anti-devrimci askeri rejimler şeklinde tanımlandı. Bu politika sonucu ortaya çıkan askeri rejimler de ABD tarafından komünist devrime karşı bir duvar oluşturdukları için meşru görüldüler. Türkiye’deki askeri darbeler ve bunların sonucunda hâkim söylem olarak işleyişe giren militarizm, doğrudan 
Soğuk Savaş geriliminin bir sonucu olmasa da, Soğuk Savaş koşullarının militarizme sağladığı onay/normallik Türkiye’de militarizmi hâkim söylem düzlemine yerleştiren en önemli unsurdu. 

27 Mayıs 1960 Darbesi, sadece iç politikanın militarist müdahaleyi onaylayıcı ortamı içinde değil aynı zamanda daha geniş perspektifte bir onayın da mümkün olduğu Soğuk Savaş koşulları içinde gerçekleşmiştir. Darbeden sadece 3 gün sonra, yeni rejim ABD ve İngiltere tarafından tanındığı gibi demokratik Batı cephesinden de darbeye yönelik bir tepki gelmedi ve müttefiklik ilişkisi olduğu gibi devam etti. Soğuk Savaş mantalitesi doğrultusunda ABD için belirsiz bir politika izleyen sivil yönetimler yerine daha “sorumlu” bir davranışı garanti 
eden geçici askeri yönetimler makul bir seçenekti.11 

12 Mart 1971 öncesinde yaşananlara dikkat çeken Rıdvan Akar, ABD ve NATO’nun etkisini şöyle izah eder: 

12 Mart döneminde, iki farklı cunta kendi aralarında ciddi bir rekabet 
gerçekleştiriyorlar. Biri 9 Mart Cuntası diye bilinen daha sol, daha radikal 
bir asker grup, diğeri 12 Mart cuntası diye bildiğimiz o ünlü muhtıranın 
sahipleri. 9 Martçıların çok çarpıcı bir durumu var: Faruk Gürler Paşa ikisi 
arasında gidip geldiği bir dönemde Faruk Gürler’e geliniyor ve deniyor ki: 
“Paşam, DEV-KUR harekete geçti.” DEV-KUR, 1962-63 yılında NATO 
tarafından Türkiye’de oluşturulan “devleti kurtarma planı.” Yani bir darbe 
girişimi olduğunda devlet hangi refleksleri gösterecek, nereyi kontrol 
altında tutacak ve darbeyi nasıl savuşturacak? Bu tamamen NATO 
tarafından planlanmış olan ve doğrudan da fiilî olarak NATO tarafından 
da harekete geçirilmesi istenen bir plan. DEV-KUR’un harekete 
geçmesiyle birlikte 9 Martçılar tasfiye ediliyorlar. Çünkü DEV-KUR 
refleksini ortaya çıkaran şey 9 Martçıların radikal dünya görüşleri ve 12 
Mart galebe çalıyor. Şimdi, dolayısıyla, ben her darbe sürecinde mutlaka 
Türkiye’nin stratejik müttefiki olan Amerika’nın şu veya bu şekilde bu 
sürecin içerisinde olduğu ya da şu veya bu biçimde bu süreci engelleyip 
manipüle edebileceği duygu ve düşüncesine sahibim.12 

Türkiye’nin dış politikasının inşasında ordunun ağırlığı ve etkililik düzeyi ele alınmaya değerdir. Ordu, tıpkı iç politikada siyasetin sınırlarını belirleyip siyasal parti ve aktörlerin bu sınırlar içinde politika yapmasını istediği gibi, dış politikada da Kürt sorunu, İsrail ile ilişkiler, Kuzey Irak Politikası, Kıbrıs ve Ege sorunları gibi kritik konuları kendi yetki alanı içinde gördü. Sonuçta ortaya siyasal iktidarların, ana eksenlerini ordunun belirlediği çerçeve içinde dış politika oluşturabildikleri bir yapı çıktı. Dışişleri bürokrasisi doğal olarak bu politikaların 
oluşturulma sürecinin bir parçasıydı, ama zaman zaman görüş ayrılıkları belirdiğinde askerlerin çıkışıyla karşılaştı. Siyasetin üstünde bir devlet politikası anlayışının sonuçta seçim ve iktidarların değişmesi olgusunu anlamsız kıldığı ortadadır.13 Ordu, Kıbrıs ve Ege, İnsan Hakları Dairesi, Doğu Çalışma Grubu gibi birimler oluşturarak ve SAREM14 gibi merkezler kurarak bu önemli konularda politika oluşturmaktadır. NATO ve silahlanma ile ilgili konular tamamen askerlerin eline bırakıldı, Kuzey Irak politikası 1996’daki bir Özel Millî Siyaset 
Belgesi ile Genelkurmay Başkanlığına bağlı Özel Kuvvetlere havale edildi.15 
Soğuk savaş ve sonrası dönemdeki dinamikler 11 Eylül ile birlikte önemli bir değişime uğradı. Balkanlar’da belirleyici gücün AB olmaya başladığı ve belli bir istikrarın sağlandığı, İsrail ile ilişkilerin 1990’lardaki önem ve hızını yitirdiği bir ortamda ABD’nin Türkiye’ye özel ve ayrıcalıklı bir müttefik gibi davranmasının anlamı kalmamıştı. Ayrıca, ABD kendisine yeni ve çok daha hevesli müttefikler bulmuştu. Macaristan, Polonya, Bulgaristan, Romanya, Arnavutluk, Gürcistan, Özbekistan ve Tacikistan ABD’yle askeri ve siyasal alanda işbirliği yapmak için kendileri önerilerde bulunuyorlar, ABD Almanya’daki birliklerini Polonya’ya kaydırıyor, Irak’ta kullanabileceği muhalif unsurları Macaristan’daki üste eğitiyordu. Yani, Doğu Avrupa’dan başlayan bir hat boyunca, Türkiye’yi de içine alan ve Kafkaslara, Orta Asya’ya ve Afganistan’a uzanan bir eksende, Avrasya Bölgesinde ABD, askeri ve siyasal olarak konumunu pekiştirmişti. Ayrıca, ABD için 1990’ların başından beri yaşamsal önem taşıyan Irak, doğrudan ABD yönetimi altına girmişti. İşte böyle bir stratejik yeniden yapılanmada Türkiye zincirin halkalarından birine dönüşmüştü ve ABD’li yetkili ve yazarlar bunu farklı şekillerde, ama açıkça belirtmişlerdi. Örneğin, Brooking Institute’den Philip Gordon “Türkiye’nin askeri değerinin çok fazla olduğu efsanesinin yıkılmasının iki ülke arasında daha sağlıklı ilişkilerin kurulması için zemin oluşturacağını” yazdı (America’s Partnership With Turkey is Still Valuable,” International Herald Tribune, 6 Ağustos 2003). Eski Ankara Büyükelçisi Mark Parris ise ABD’nin Türkiye’ye bakışının Irak savaşından önce değişmeye başlamış olduğunu ve artık stratejik ortaklıktan söz etmenin bir anlamı olmadığını söylüyor (Starting Over: US-Turkish Relations in the Post Iraq War Era, Turkish Studies Quarterly, Nisan 2003). 

Silahlı Kuvvetlerin dış politikayı ve özelde Türkiye’nin dış politikasını nasıl algıladığı üzerinde durmak gerek. Dünyanın her yerinde askerlerin sivillerden farklı bir zihin yapısına sahip oldukları kabul edilir. Askeri zihniyet (military mind) olarak da adlandırılan ve dünyayı güvenlik penceresinden gören bu yaklaşımda genel hatlarıyla belirleyici olan dost-düşman ayrımıdır ve 
gri tonlar pek bulunmaz ki, bu da alınan eğitimin ve ordunun işlevinin gereğidir. Dış politika alanında güvenlik merkezli bu bakış açısı teorik karşılığını realpolitik’te bulur ve uluslararası ilişkiler literatüründeki bütün eleştiri ve gelişmelere rağmen askerlerin bakış açılarına en uygun şemayı bu yaklaşım oluşturur. Yaratılan kuşku ve korku Türkiye’nin demokratikleşmesini ve insan haklarının gelişimini engelleyen en önemli etkenlerden biri oldu. Dünyanın en büyük emperyalist güçlerine ve onların içte ve çevremizdeki uzantılarına 
karşı savaş veriliyorsa, demokrasiden ödün verilmesinden doğal bir şey olmazdı. Sonuçta, askerler insan hakları ve demokratikleşme ile etkin çatışma ve parçalanma arasında birebir ilişki kurarak, bu konuda Batı’dan gelen eleştiri ve baskıları doğrudan bölünmeye giden yolu açmak olarak değerlendirdiler. O yüzden de insan hakları ve demokratikleşme kendi içinde insanlığın oluşturduğu bir değer olarak alınmak ve cumhuriyet projesinin en önemli parçası olarak kabul edilmek yerine, Batı’nın özellikle Türkiye’ye karşı kullanmayı seçtiği emperyalist araçlarından biri olarak görüldü, diğer konular gibi güvenlik alanına hapsedildi.16 
Mahir Kaynak; Türkiye’nin Batı’yı bir bütün olarak göremediğini, Batı’nın içinde ciddi rekabetler olduğunu ve Türkiye’deki darbelere de Amerika - Avrupa (özellikle İngiltere) çekişmesinin sirayet ettiğini, yine Türkiye’de komünistlerin varlığından bahsedilebileceğini ancak bir komünist hareketin hiç olmadığını, özellikle sol bir tehlikenin yaşanmadığını bunun abartılarak kullanıldığını ifade etmiştir. Düşüncelerinin devamında: 
Türkiye’nin dünya politikasındaki yerine dair büyük hatamız Batı’yı bir bütün 
olarak görmemiz ve her şeyi Batı-Doğu şeklinde analiz etmemiz. Hâlbuki Batı’nın içerisinde ciddi rekabetler vardır. O zamanki Cumhuriyet Halk Partisi -şimdi de öyle ya- Avrupalıydı. Daha açık bir ifadeyle, Türkiye İngiltere’nin nüfuz alanı içerisinde, onun dediklerini yapan bir ülke olarak bilinirdi. Fakat Amerika Birleşik Devletleri askerî olarak Orta Doğu’ya ve Türkiye’ye girdi. Türkiye’ye girince de giderek Türkiye içerisindeki etkileri artmaya başladı. Bu etkileri artınca hemen bir darbe hazırlığı olmaya başladı. Yani oradaki mesele Amerika’nın Türkiye’deki etkinliğini bertaraf etmekti. Daha ziyade İngilizler ama birçok Avrupa ülkesi de işine geldiği zaman onunla birlikte hareket eder. Geçmişte de böyleydi şimdi de böyle. Özetle, 1960 darbesi Amerika’nın Türkiye üzerindeki etkinliğini azaltmak amacıyla yapılmıştır. Sorun Türkiye’nin Batı’nın içerisinde Avrupalı veya Amerikalı olup olmamasıyla ilgilidir. Dünyadaki mücadelenin bir de bu tarafı vardır. Kimse buna bakmaz. Bu yüzden yaptılar ve Amerika’ya daha yakın olan Demokrat Partiyi bertaraf ettiler, İsmet Paşa geldi. 12 Mart 1971 darbesi, benim katıldığım darbe de bu sürecin bir devamıdır. Neden? Amerika’nın etkinliğini iyice azaltmak için sol bir cunta hazırladılar. Sol cuntanın özelliği, solculuğun Amerika karşıtı olmasıydı. Bu solcu olmaya yetiyordu.17 

BÖLÜM DİPNOTLARI;

1 Darbe: Bir ülkede baskı kurarak, zor kullanarak veya demokratik yollardan yararlanarak hükümeti istifa ettirme veya rejimi değiştirecek biçimde yönetimi devirme işi. Devrim: Yerleşik toplumsal düzeni değiştirme ve yeniden biçimlendirme; yavaş bir gelişme olan evrime karşıt olarak, toplumsal yaşayışta ve siyasal durumda birdenbire gerçekleştirilen, köklü ve temelli bir değişme. İhtilal: Bir ülkenin siyasal, sosyal ve ekonomik yapısını veya yönetim düzenini değiştirmek amacıyla kanunlara uymaksızın cebir ve kuvvet kullanarak yapılan geniş halk hareketi, devrim. (Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlük). 
2 Niyazi Berkes; Türkiye’de Çağdaşlaşma, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2011, s. 34. 
3 Davut Dursun (1999); 27, 28. 
4 Ali Balcı; Türkiye’de Militarist Devlet Söylemi, Kadim Yayınları, Ankara, 2011, s. 14, 15, 19, 20, 21. 
5 Türk Demokrasi Vakfı (1992); s. 57. 
6 Ömer Laçiner; Türk Militarizmi, Bir Zümre, Bir Parti Türkiye’de Ordu, Birikim Yayınları, İstanbul, 2009, s. 14, 24, 26. 
7 Etyen Mahçupyan; Bir Mikro İdeoloji Olarak Militarizm, Zihniyet, Özne ve Etik Meseleleri Üzerine Bir Not, Bir 
Zümre, Bir Parti Türkiye’de Ordu, Birikim Yayınları, İstanbul, 2009, s. 120, 133. 
8 Ahmet İnsel ve Ali Bayramoğlu; Bir Zümre, Bir Parti Türkiye’de Ordu, Birikim Yayınları, İstanbul, 2009, s. 7-9 
9 Muhsin Öztürk; 27 Mayıs Devleti 1960-2011, Ufuk Yayınları, İstanbul, 2012, s. 124, 125. 
10 Ali Balcı (2011); s. 19, 20. 
11 Ali Balcı (2011); s. 26, 28, 29, 32. 56. 
12 Rıdvan Akar, Gazeteci, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Dinleme Tutanağı, 8 Ekim 2012, s. 24. 
13 İlhan Uzgel; Ordu Dış Politikanın Neresinde, Bir Zümre, Bir Parti Türkiye’de Ordu, Birikim Yayınları, İstanbul, 2009, s. 313. 
14 Genelkurmay en çok tartışılan birimini kapattı. Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu tarafından açılışı 8 
Ocak 2002’de yapılan Stratejik Araştırma ve Etüt Merkezi (SAREM) 2011 Kasım ayında faaliyetlerine son verdi. SAREM'in adını gündeme getiren en önemli gelişme ise 2007 yılında yaşandı. Türkiye üzerine 'felaket senaryoları'nın 
konuşulduğu ABD'deki Hudson Enstitüsü'nde düzenlenen toplantıya, dönemin SAREM Başkanı Süha Tanyeri'nin katıldığı ortaya çıktı. Uzun süre tartışılan senaryolara göre; dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu suikasta kurban gidecek, Beyoğlu'nda düzenlenecek canlı bomba saldırısını terör örgütü PKK üstlenecek, ardından da TSK 50 bin askerle Kuzey Irak'a girecekti. Basına sızan senaryonun ardından Genelkurmay bir açıklama yaparak Tuğgeneral Tanyeri'nin, bir dizi temasta bulunmak üzere ABD'de olduğu, Hudson Enstitüsü'ndeki toplantıya da bu çerçevede katıldığını duyurdu. 
(http://siyaset.milliyet.com.tr/genelkurmay-en-cok-tartisilan-biriminikapatti/
siyaset/siyasetdetay/20.01.2012/1491491/default.htm Milliyet Gazetesi, 20 Ocak 2012, Erişim: 1 Temmuz 2012) 
15 İlhan Uzgel (2009); s. 314, 315, 325, 328, 329, 334. 
16 İlhan Uzgel (2009); s. 315, 325. 
17 Mahir Kaynak, İktisat Profesörü, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Dinleme Tutanağı, 14 Ekim 2012, s. 3-4. 



***