25 Şubat 2016 Perşembe

Türk Ordusu Hangi Tarafta?






Türk Ordusu Hangi Tarafta?


Ali Özsoy


İlker Başbuğ

  (  _ Abdullah Gül ve şürekasının “ Ordu da bizi Destekliyor ” iddiasına ve son bir aydır devam eden federasyon ve anayasa tartışmalarına rağmen konuyla ilgili Türkiye’de tek bir açıklama yapmayan İlker Başbuğ, sonunda ABD’de konuştu. ABD Genelkurmay Başkanı Mullen ile katıldığı bir toplantıda Başbuğ şunları söyledi: “ Irak’ın kuzeyi, Aralık 2007 tarihinden bu yana, PKK için güvenli sığınak olma özelliğini yitirdi. PKK’ya yönelik uluslararası destek de ciddi biçimde azaldı. 
Terör örgütü, amaçlarını silahlı mücadele yoluyla kazanıp kazanamayacağını tartışmaya ve Irak’ın geleceğinde kendilerine yer olmadığını görmeye başladı.” Evet, açıklama bu. Tam da AKP ve CHP tarafından PKK’nın aslında silah bırakmak ve af karşılığı siyasileşmek istediği iddialarıyla eş zamanlı bir açıklama.  )


Konuşma veya Konuşmama meselesi

Türkiye’de siyasette her zaman merak edilen soru şudur: Acaba asker bu konuda ne düşünüyor?

Bu sorunun sorulması çok doğal çünkü sivil siyaset olarak tarif edilen parlamenter iktidar ve muhalefetin ne düşündüğünü çok merak etmeye gerek yoktur. İktidarın da muhalefetin de ne savunacağı ABD tarafından belirlenir. Şu son “Kürt açılımı” bunun en bariz kanıtı. Obama Türkiye’ye geldi sadece AKP değil, CHP dahil tüm partiler PKK ağzıyla konuşmaya başladı.

Türkiye’de siyasi partiler hep Batıcı uydu yapının taşeronları olmuştur. Bu yüzden meclis ve hükümet ulusal çıkarların savunulduğu değil, pazarlandığı alanlar olagelmiştir. Bundan dolayı ulusal çıkar denince akla hep Türk Ordusu gelir. Düzenin denkleminde tek farklı değişken odur. Bu yüzden her zaman “acaba Ordu’nun bu konudaki görüşü ne?” sorusu sivil siyasetin baş gündem maddesidir.

Askerin gücü tabii ki silahlı kuvvet olmasından kaynaklanıyor. Söyledikleri bu yüzden önemli ancak sadece bundan dolayı değil. Türk Ordusu sivil siyasetin hiyerarşisini oluşturan ABD kaynaklı emir komuta zincirinin içine girmiyor. Türk Ordusu’nun İstiklâl Savaşı’ndan ve Atatürk döneminden kalan bir misyonu var. Bu misyonu taşıyan tek kurum olarak sık sık ulusal güvenliğimizi ve rejimi tehdit eden “sivil alandaki” gelişmelere fren koymak zorunda kalıyor.

Ancak son yıllarda bu askerin konuşma veya konuşmama meselesi son derece çetrefilleşti.

Eskiden Genel Kurmay Başkanları çok az konuşurlardı. Ancak konuştukları zaman tüm dengeler değişirdi. Ku­rum son sözünü söylemiş olurdu. Ne bir tankı sokakta görürdünüz ne de bir uçağın kalkıp Kuzey Irak’a uçması gerekirdi. Ama mesaj yerini bulurdu.

Zaten “ Savaş Sanatı ” silah kullanmak kadar kullanmamaya da dayanır. Askeri güç kullanılmadan caydırıyorsa çok daha güçlüdür. Bu yüzden “askerin konuşması” denen mesele stratejik bir meseledir. Bazen on cümlelik bir açıklama o kadar caydırıcıdır ki, bir savaşı engeller. Veya iç düşmanı hayallerinden uyandırır. Bazen hiç konuşmamak bile bir tercihtir ve daha da etkili olabilir.

Paşalarımızın Huyları

Ancak şimdilerde Türk Ordusu bu en önemli silahını yani konuşmak veya konuşmamayı ne yazık ki kullanamıyor.

Değişen her Genel Kurmay Başkanıyla bu sorun daha da derinleşiyor. Her yeni Genel Kurmay Başkanı için işbirlikçi medyada bazı karakter analizleri yapılıyor. Sert mizaçlı mıdır, iyi huylu mudur, çok mu konuşur, az mı vs..

Tabii bu önemli çünkü 28 Şubat’ın yarattığı “konuşma adabı ve geleneği” onlara çok fazla işbirliği ve ihanet alanı bırakmıyordu. Karadayı ve Kıvrıkoğlu dönemi böyleydi.

Sonra Hilmi Özkök geldi. Kendisinin ne kadar yumuşak huylu, demokrat karakterli ve az konuşan biri olduğu üzerine pek çok methiyeler döküldü. Bu paşa iyiydi çünkü olur olmaz konuşup AKP’yi rahatsız etmeyecekti.

Sonra “çok konuşmayı sevmem” diyen Hilmi Paşa’nın belki de TSK tarihinin gördüğü en ağzı kalabalık komutanı olduğuna hep birlikte tanık olduk. Ama konuştukça da AKP’yi sevindiriyordu. Vatandaş her olumsuz gelişmede paşayı bekliyordu. Paşa sonunda bir konuşuyordu… Meğersem Kıbrıs’ta da, Irak’ta da AKP doğru ya­pıyormuş. Şiir gibi geçiniyorlarmış. Vatandaş bu sefer “keşke sussa” noktasına geldi.

En sonunda emekli oldu ama yine de sahnelerden uzak kalamadı. Ergenekon savcısına Bursa’da tam 8 saatlik ifade vererek ne kadar az (!) konuşmayı seven biri olduğunu tekrar kanıtladı bu en “sivil” paşamız.

Sonra yerine Büyükanıt Paşamız geldi. Neler denmedi ki? Bu paşa çok müdahale edecek, lafını esirgemeyecek, konuşmaları ve demeçleriyle AKP’yi çok zorlayacak.

Gerçekten de başlangıçta Büyükanıt Paşa bazı tarihi açıklamalara ve konuşmalara imza attı. Ama sonra birden “ Kepengi kapattı.” Ve iddiaların tam tersine en suskun paşa oldu. Hilmi Pa­şa “ Suskundu ”, konuşma rekoru kırdı. Büyükanıt Paşa ise “ Konuşkandı ” ama susma rekoru kırdı.

Sonunda sıra İlker Başbuğ’a geldi. Yine karakter analizleri başladı. Bu paşa çok ciddidir. Futbol muhabbetinden hoşlanmaz. Çok az, kısa ama öz konuşur. Vesaire…

Çok az, kısa ve öz konuşan paşamız ise 4 saat süren sosyoloji tebliğleri sunan biri olarak karşımıza çıktı. Hem de saç baş yolduran cinsten. Konuşmasında tam 5 kez Obama’ya gönderme yapan paşamıza göre Türk halkı demek bölücülükmüş ama Türkiye halkı demek değilmiş. Sonra işler iyice sapa sardı. Açıklama yanlış anlaşılınca bir açıklama daha yapıldı. Bu sefer açıklamanın açıklamasıydı yapılan.

AKP Ordu adına Konuşabilir mi?

Oysa “Türk halkı” komutanlarımızdan o kadar çok konuşmalarını da istemiyor. Hele özgün (!) sosyoloji tezleriyle sunumlar yapmalarını hiç beklemiyoruz. Tek istediğimiz bu ülkenin ulusal güvenliği ve Cumhuriyetin temelleri konusunda tavizsiz tavır. Çok kısa ama öz bir demeç ve o demecin arkasında durulması. Yani kısaca kırmızı çizgilerin çiğnetilmemesi.

Sonunda Türk milletini öyle bir noktaya getirdiler ki, neredeyse “aman Paşam konuşma” der olduk.

Üniter devleti parçalayan her adımda ne yazık ki karargâhtan ya hiç ses çıkmıyor ya da yanlış ses çıkıyor. Anayasa’ya rağmen Kürtçe TV kuruluyor, İlker Başbuğ destekliyor. PKK’ya ve Apo’ya aftan bahsediliyor, tepeden gelen ses sert tepki göstereceğine teröristlerin insanlığından bahsediyor.

Ve hepsinden önemlisi artık asker konuşmayınca onun adına AKP konuşmaya başladı. Bilindiği gibi en son AKP’nin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bir açıklama yaptı. Kürt konusunda çok güzel şeyler olacak dedi. Ve sözlerine ekledi. “Bu konuda asker, sivil, bürokrat tüm devlet erkânı hepimiz ilk defa hemfikiriz…”

Ve ardından neler sıralandı? Tüyleri diken diken eden ve açıkça üniter devleti parçalayan bir süreçten bahsediliyor.

Peki her konuda hemen açıklama yapan Genelkurmay’dan ses var mı? Yok. O zaman Abdullah Gül doğru mu söylüyor? Onun fikirleri askerleri de bağlıyor mu?

Gündemin ikinci bir önemli konusu Suriye sınırlarındaki mayınlı arazinin temizlenmesi… AKP İsrail’in toplam yüzölçümünün üçte ikisi kadar bir toprağı yarım asırlığına İsraillilere vermek istiyor. Türkiye ayağa kalkıyor. Herkes bir fikir beyan ediyor. Asker susuyor.

Ama onun yerine kim konuşuyor? Tayyip Erdoğan. Recep Tayyip bölgeye ilk mayını yerleştiren emekli bir Türk albayı konuyla ilgili demeç verdi diye saygısızca Türk subayını paylıyor. Diyor ki; “Biz Genelkurmayla kuvvet komutanlarıyla konuştuk. Sen emekli bir yarbaysın sana ne oluyor. Otur bir köşede.”

Böylelikle artık ulusal güvenliğimizi tehdit eden her ciddi konuda askerin tavrını ya Abdullah Gül’den ya da Recep Tayyip’ten öğreniyoruz.

Hani Taraftınız?

İşin geldiği noktaya bakın. Bir kurumun haysiyeti söz konusu… Söz konusu olan AKP’nin zabıtası değil, Atatürk’ün Ordusu.

Paşalarımızın artık çok konuşmak istememelerini anlayabiliyoruz. Hatta belki de olumludur bu. Ama Atatürk’ün “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözünü “ilkellik” olarak suçlayan biri çıkıp sizin adınıza konuşuyor. PKK’yla masaya oturmaktan bile bahsediliyor.

Diğer taraftan “ Halkı kin ve Nefrete Tahrikten ” hapis yatmış biri şerefli bir Türk subayına hakaret ederken, sizin adınızı kullanıyor. “ Paşalar beni destekliyor.” diyor.

Susmaksa Onaylamaktır.

İnanılmaz teklifler gündeme getirildi. Apo’nun muhatap alınmasından tutun, PKK’lılara genel af çıkarılmasına kadar. Anayasa’dan “ Türk Ulusu ” ifadesi çıkarılsın, özerklik getirilsin deniyor.

Vatan için şehit olmuş binlerce Mehmetçiğin kanı yerde. Utanmadan diyorlar ki, asker Güneydoğu’da dağa taşa çizdiği Türk bayraklarını ve “Ne mutlu Türk’üm diyene” yazılarını silecek.

Tek bir İtiraz, tek bir Açıklama Yok.

Artık askerin tavrının ne olduğunu AKP’lilerden mi öğreneceğiz?

Ne zaman bir “ Kürt açılımı ” gündeme gelse askerin net bir açıklaması vardır: “ Biz bu konuda tarafız.

Şimdi soruyoruz. Hâlâ taraf mısınız?

Eğer öyleyse Abdullah Gül’ü yalanlamanız şart. Çünkü atılan her bölücü adıma sizi de ortak etmiş oldu.

Ne mutlu Türk’üm diyene ” Sözünü “ İlkellik ” kabul edenlerden yana mısınız, yoksa onlara karşı mısınız? Artık İlker Başbuğ’un bu konuda bir açıklama yapmak zorundadır. Çünkü işler çığırından çıkmak üzeridir.

7 Şehit ve ABD Gezisi

Tüm bu gelişmeler devam ederken güneydoğuda kahpe teröre yeni şehitler kurban verdik. 7 Askerimiz ABD kaynaklı mayınlarla PKK tarafından şehit edildi.

Gündem çok değişmedi. Medya mensupları şehitleri görmezden geldi. Terörist elebaşı Karayılan için PKK lideri denmeye devam edildi. Son açıklamalarının ne kadar “umut verici ve barışçıl” olduğundan bahsedildi. Evet, tam yedi şehidimizin kanı üzerinde bunlar konuşuldu.

Aynı günlerde Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ ABD’ye gitti. Kuzey Irak’ı PKK için cennetten bir köşe haline getiren, terör örgütüne silah ve mayın temin eden Pentagon’dan “Onur Madalyası” aldı.

Hadi bunların hepsine “ Resmi ikili ilişkiler ” diyelim. Ama bizi asıl rahatsız eden İlker Başbuğ’un “konuştuğu” an söyledikleridir. Abdullah Gül ve destekçilerinin “Ordu da bizi destekliyor” iddiasına ve son bir aydır devam eden federasyon ve anayasa tartışmalarına rağmen konuyla ilgili Türkiye’de tek bir açıklama yapmayan İlker Başbuğ, sonunda ABD’de konuştu. ABD Genel Kurmay Başkanı Mullen ile katıldığı bir toplantıda Başbuğ şunları söyledi:

“ Irak’ın kuzeyi, Aralık 2007 tarihinden bu yana, PKK için güvenli sığınak olma özelliğini yitirdi. PKK’ya yönelik uluslararası destek de ciddi biçimde azaldı. Terör örgütü, amaçlarını silahlı mücadele yoluyla kazanıp kazanamayacağını tartışmaya ve Irak’ın geleceğinde kendilerine yer olmadığını görmeye başladı.”

Evet, açıklama bu. Tam da AKP ve CHP tarafından PKK’nın aslında silah bırakmak ve af karşılığı siyasileşmek istediği iddialarıyla eş zamanlı bir açıklama. Varsayım şu. PKK aslında silah bırakmak istiyor ve Kuzey Irak’ta artık barınamıyor. Bu yüzden biz de açılım yapalım ve işlerini kolaylaştıralım. Ama bu iddianın ortaya atıldığı hafta Kuzey Irak kaynaklı mayınlar 7 erimizi şehit ediyor.

Peki ya Abdullah Gül ve AKP’nin o Meşhur “ Kürt Açılımı.” İlker Başbuğ bu konuda hiçbir yorum yapmıyor.

Ama şöyle söylüyor:

“Terörizme karşı savaşın, devlet tarafından güvenlik, ekonomik, sosyo-kültürel, propaganda ve uluslararası ilişkiler alanlarında da organize edilmiş koordineli faaliyetlerin bir kombinasyonu olduğuna inanıyoruz. Ancak terör örgütü bir yandan silahlı teröristlerini muhafaza ederken, sadece ekonomik ve sosyo-kültürel alanlarda alınan tedbirlerle terörizmin bitirilebileceğini düşünmek bir hatadır.”

Sosyo-kültürel alan ne demek? Açık değil. Son açılımlar bu alana girer mi? Düşman bölücü terör, ama bölücü terör dağdaki silahlı teröristlerden ibaret değil ki. Kandil’de temsili olarak birkaç yüz PKK’lı silah bıraksa ne olacak? Bölücülük bitecek mi yoksa daha da mı tehlikeli olacak? Bu sorulara yanıt yok. Abdullah Gül’ün Ordu’nun adını vererek konuştuğu konularda da bir açıklık yok.


ABD’li Memnun.,  Ama biz değiliz

İlker Başbuğ PKK terörüne karşı ABD ile işbirliğinin ilerlediğini ancak ABD’nin daha fazlasını da yapabileceğini belirtti. ABD’li meslektaş Oramiral Mullen, İlker Başbuğ’un konuşmasından memnun kaldı. Konuşması ilginçti. Türkiye’de görev yapmış bir subay olarak Türkiye’yi çok sevdiğini söyledi ama ifadeleri Türkiye’ye yönelik karmaşık duygular içeriyordu:

“1970’lerde İzmir’de görev yaptım. Çok zor ve karışık dönemlerdi. 2004 yılında İlker ile tanıştığımdaki ilişkiler çok kötü bir dönemden geçiyordu. ABD-Türkiye ilişkilerini neden eski haline getirmek zorunda olduğumuzu anladım.”

Muhtemelen 1970’lerde İzmir’de sokağa bile çıkamıyordu. Çünkü “çok zor ve karışık” dediği dönemlerde Al­tıncı Filo askerlerini İstanbul ve İzmir’de sokaklarda kovalayan devrimci gençler vardı.

2004 yılı ise tezkere ve çuval krizinin yaşandığı ve PKK terörünün ABD desteğiyle yeniden hortladığı yıl olarak değerlendirilebilir.

1970 ve 2004 yılından farklı olarak Mullen şu anda daha memnun. İlker Başbuğ’u “sıcak, cömert ve kararlı” bulduğunu söylüyor.

Bizim tek düşündüğümüz ise ülkemizin bölünmez bütünlüğü ve şehitlerimizin yerde kalan kanı… Mullen memnun olduğu için biz endişeliyiz.

Şimdi konuşma zamanı

“ Kürt açılımları ” başladı. Daha doğrusu resmi bölünme adımları.

ABD memnun, Talabani memnun, PKK memnun, AKP memnun, Abdullah Gül memnun, Mullen memnun…

İlk olarak Apo’nun idamının affı gündeme geldiğinde, TÜRKSOLU uyarmıştı. Bu yolun sonunda Apo’yu başbakan yapmak var demişti. O günlerde asker “bu konuda tarafız” demiş ve idamın kaldırılmasına karşı çıktıklarını ima etmişti. Ancak taraf olmaları bir şey değiştirmedi. Apo’nun affı gerçekleşti.

Şimdi ise Abdullah Gül asker de bizimle aynı tarafta diyor. Artık konuşma zamanı geldi.

Doğru mu yanlış mı?

Türk dağlarından “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözleri silinecek mi?

Türk kentlerinin ismi Kürtleşecek mi?

Apo ve PKK’lı diğer teröristler affedilecek mi?

Türkiye Irak mı olacak?

Artık istesiniz de konuşmamazlık edemezsiniz. Çünkü Abdullah Gül sizin adınıza konuştu.

Öğrenelim.

Hâlâ taraf mısınız?

Tarafsanız bunu belli edecek misiniz?

Taraf olmanın gereğini yerine getirecek misiniz?

Tarih isminizi hangi tarafta yazacak?

Kapalı kapılar ardında ne konuşulur bilemeyiz ama herkesin tavrını bir de Türk halkı öğrensin ki, bizim de tavrımız belli olsun.

Çünkü elbette ki vatanı savunacaklar çıkacaktır.

Kimler bu tarafta duruyor bilelim.

(Sayı 239, 08/06/2009)

http://www.turksolu.com.tr/sehit/secmeordu2.htm

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder