SİYASETÇİLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SİYASETÇİLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Aralık 2015 Salı

SAHTE ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ TANIYALIM 4




SAHTE ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ TANIYALIM 4





Yiğit Bulut Nasıl Tayyipçi Oldu?

Ali Özsoy
Ulusalcı Gurular

Yiğit Bulut

















Yiğit Bulut


Tuncay Özkan
















Tuncay Özkan


Erhan Göksel

















Erhan Göksel
Bir insanın bu kanallarda çıkan ve azetelerde yazan herhangi bir yazarı, araştırmacıyı veya gazeteciyi Atatürkçü, ulusalcı bellemesi, ciddiye alması, hatta peşinden gitmesi için son derece saf olması gerekir. Ulusalcı gurular bu kitlenin saflığı ve iyi niyetini kullanıp köşe dönen Titancılar gibi… Bunu başarınca da ilk fırsat siyasi görüşlerinde de dönüp hemen AKP’ci oluyorlar.

.


Türkiye’de, ne yazık ki, en kolay manipüle edilen insanlar Atatürkçüler ve ulusalcılar. Oysa bu kesim aynı zamanda en okumuş kesimdir. Televizyonlardaki tartışma programlarını izlerler, gazeteleri, çıkan en son flaş “ulusalcı” kitapları okurlar. Aydındırlar ama yine de en kolay oltaya bizim insanlarımızı atlar.
Çünkü yine biraz önce bahsettiğimiz gibi, gazete okumak ve televizyon izlemekten ibaret bir siyasi eylem kültürleri vardır. Gazeteleri ve televizyonları ciddiye alan insanın da beyni ne yazık ki bir müddet sonra balık beynine dönüşür. Nerde olta orada ulusalcı amca…
Gazeteler ve TV kanallarının yarısı AKP yandaşı, geri kalanı ise Aydın Doğan’ın. Bir insanın bu kanallarda çıkan ve gazetelerde yazan herhangi bir yazarı, araştırmacıyı veya gazeteciyi Atatürkçü, ulusalcı görmesi, ciddiye alması, hatta peşinden gitmesi için son derece saf olması gerekir. Ancak ne yazık ki burası Türkiye ve böylelerinden milyonlar var.
Ulusalcı gurular bu kitlenin saflığı ve iyi niyetini kullanıp köşe dönen Titancılar gibi… Bunu başarınca da ilk fırsat siyasi görüşlerinde de dönüp hemen AKP’ci oluyorlar. Bizim Atatürkçü amca ve teyzeler de şaşkın şaşkın ekranın başında kala kalıyorlar: 

“Hanım bu adam ne diyor? Bu da mı Tayyipçi Olmuş.”

Her biri bir operasyon

İyi niyetli düşünürsek, bu tür isimleri fırsattan istifade isim yapmaya çalışan, biraz ün, biraz para meraklısı uyanık kimseler olarak düşünebiliriz.
Ama olay hiç de bu kadar basit değil. Bu adamları televizyonlardan milyonlar izliyor. Ulusalcılık adına yumurtladıkları saçmalıkları doğru kabul ediyor. Kitaplarını alıyor. Ve hepsinden önemlisi milyonlarca Atatürkçü ve ulusalcı bu sayede susturuluyor, yanlış yönlendiriliyor, AKP ve ABD’nin istediği yöne manipüle ediliyor.
Bu sahte ulusalcı guruların her biri bu yüzden bir operasyondur. Gizli servis operasyonudur. Görevlerini yerine getirirler. Kitlelere en dost ifadelerle en düşman tezleri benimsetirler. Ve en sonunda istisnasız hepsi gerçek yüzünü belli eder.
Örneğin Hulki. Aziz Nesin’in TV’de haşladığı bir dinci, hurafelerle uğraşan garip bir araştırmacıydı. Sonra ansızın en kahraman ulusalcı kesildi. Programlarında anlatılan ipe sapa gelmez şeyleri kitap olarak bastı. Bunlardan köşeyi döndü. En sonunda bir gece yarısı Atatürkçü gençlere karşı PKK’yla birlikte saldırmaya çalıştı. Büyük ulusalcı, Diyarbakır’daki dostlarıyla özel bir program düzenlemiş ve TÜRKSOLU’nu aklı sıra bitirmeye çalışmıştı.
Bu bir operasyondu. Yıldız’da katledemedikleri gençlerin işini akılları sıra TV’de bitireceklerdi. O gün rezil oldu. Gerçek kimliği de ortaya çıktı. Ama Atatürkçülerin parasıyla geçinmeye uzun yıllar devam etti.
Sonra Yalçın Soner ve Yalçın Küçük. Birdenbire en büyük ulusalcı kesildiler. Atatürkçü çevrelere Yahudi düşmanlığı, Sabetayist avcılığı ve komploculuk mikrobunu soktular. Millet ABD’yi emperyalizmi bıraktı, deliler gibi harfleri toplayıp çıkarmaya başladılar. Mezar taşlarıyla kafayı yiyenler, Atatürk’e bile Yahudi diyenler türedi. Bu da bir operasyondu.
En büyük operasyon Tuncay’ınkiydi. Milyonları peşine taktı. Cumhuriyet Mitinglerini tam AKP’nin ve ABD’nin istediği hizaya soktu. Sonra bir gün milyonların telefon numaralarıyla birlikte ulusalcı TV kanalını Fetoculara sattı. Şimdi Obama’ya mektuplar yazıyor, Apo’yu göklere çıkarıyor. Peşinden artık kimse gitmiyor. Ama Atatürkçülerin en kritik iki yılını çaldı.
Bunun haricinde daha küçük figürler de var. Biri Erhan Göksel… Bu, TV’lere çıkar, tüküre tüküre konuşurdu. Ne zaman bir saçmalık duysak, sonradan öğrenirdik ki, o yumurtlamış. Bir ara çok popüler oldu. Yaşlı bir teyze gelir: “Evladım duydun mu Kraliçe Elizabeth niye Türkiye’ye gelmiş?”, “Niye teyze?” “ İlker Başbuğ Genelkurmay Başkanı olmasın diye.”, “ Teyze kafayı mı yedin? Kraliçeyi İngiltere’deki oğlu bile takmaz. Türkiye’de kim dinlesin onu.”, “ Evladım hani şu Flash’ta çıkan şişko adam var ya. O çok güzel konuşuyor. O söyledi.”  Bu ve buna benzer saçmalıklar…

Sonra Erhan’ı Ergenekon’dan aldılar. Bir değil yarım gün içerde kaldı. O sinirli, babayiğit adam gitti, içeriden kuzu çıktı: “Bana savcılar öyle belgeler gösterdi ki artık ben de Ergenekon’un doğru olduğuna inanıyorum.”

Yiğit Miğit sana ne oldu?

Ergenekon’un en son savunucularından biri ise eski ulusalcı yeni yandaş Yiğit Bulut. Yiğit Bulut bir aralar Ergenekoncuların bir numaralı savunucusuydu. Her dalgadan sonra televizyonlara çıkar operasyonu şiddetle eleştirirdi. Bakın en son bu konuda hangi noktaya gelmiş:
“Ergenekon soruşturması sürecinde saat 5’lerde 6’larda insanların gözaltına alınması eleştirilebilir. Ergenekon operasyonu Türkiye’nin içine yerleşmiş bir zümrenin sökülüp atılmasına yönelik bir operasyon. En başta ben inanılmaz karşıydım ama gelişmeleri gördükçe ve özellikle yurtdışı bağlantılarını gördükçe... Alman bağlantısını bulabilecekler mi çok merak ediyorum. Başbakan Erdoğan’ın 24 ayı kaldı, 24 ay içinde Ergenekon’un finansal kısmını söküp atamazsa, finansal ve normal Ergenekon Erdoğan’ı söküp atıyor.”
Ya ne güzel değil mi? O da Erhan gibi ikna olanlardan. Eskiden ulusalcılara akıl veren yiğit gazeteci, şimdi Tayyip’e akıl veriyor. Elini çabuk tut diyor. Yoksa Ergenekon seni tasfiye edecek.
Alman bağlantısından ne kastediyor acaba? Patronu ve akrabası Aydın Doğan’ı olmasın.
Acaba Yiğit Bulut isminin yandaş çevrelerde Ergenekoncu olarak anılması ve bir dahaki operasyonda kendisinin de alınacağının kulağına fısıldanması bu hızlı dönüşümü açıklayabilir mi?
Erhan’ı döndürmek için birkaç saat yetti, Yiğit için bir uyarı yeterli olmuş olabilir mi?
Ancak Yiğit Bulut’un durumu ilginç… Çünkü son günlerin AKP yandaşı, uzunca bir süre en kahraman ulusalcı Rollerindeydi. Fazla bilinmeyen bir gerçek ise Aydın Doğan ile yakın akraba olması. Şimdi ise Zaman gazetesine röportaj veriyor. Ertuğrul Özkök’ü yerden yere vuruyor. Aydın Doğan’ın aslında namazında niyazında inanmış bir Anadolu Müslümanı olduğunu, onu etrafındaki beyaz Türklerin yanılttığını söylüyor. Kimileri Yiğit Bulut, Doğan Medya’dan ayrılacak Habertürk’e geçecek diyor. Kim bilir belki de Ertuğrul tasfiye olacaktır. Belki de Doğan’ın akrabasının bu Ergenekon karşıtı ve yandaş çıkışının nedeni budur.

Antiemperyalist Tayyip

Binbir türlü dalaverenin döndüğü istihbarat ve sermaye dünyasında kim neden saf değiştirir, bu işler nasıl olur bizim bileceğimiz iş değil. Ancak Yiğit olayından önemli bir ders çıkarmalıyız. Ders çıkaralım ki, Atatürkçüler zayıf karakterli, kolay dönen, kıt bilgili ve cahil kişilerin peşinden gitmeyi bıraksın.
Yiğit Bulut, birkaç yıl öncesine kadar sıradan bir piyasa yazarıydı. Kendisi iktisatçı değil, borsa analizcisidir. Şu hisseyi al, bunu sat, parite marite… Tabii biz buna iktisat bilimi demiyoruz.
Sonra az bildiği ekonomi konuları üzerinde de yazmaya başladı. Sonra iyice uçtu, ulusalcı bir kahraman oldu çıktı karşımıza.
Son bir ayda hızlı bir dönüşümle yandaşlığa başladı. AKP yerine artık Ak Parti yazıyor. O kadar uçtu ki, Tayyip Erdoğan’ı Atatürk’ten sonra gelen ve Türkiye’yi dışa bağımlılıktan kurtaracak ilk lider olarak bile gösterdi:
“Bu arada ‘AK Parti’yi ve Başbakanı’ gerektiğinde en ağır şekilde eleştiren ve ‘sistemi çözmüş’ biri olarak diyorum ki; şimdi ‘bu direnişe’ destek zamanı! İnanın bana ‘bu çarktan kurtulursak’ uçarız! Bu noktada Başbakan Erdoğan’a da samimi bir hatırlatma: Uğraştığı çarkın ‘yarıçapı’ çok ama çok büyük; 1854’ten 2009’a uğraşan herkes, ‘evinde’ oturuyor veya ‘oturamıyor’! Lütfen çok ama çok dikkatli olsun ve gerekli bütün tedbirleri alsın!

Ne yapmaya çalıştığını da Türk Halkı’na anlatsın! Her türlü yardıma elimizden geldiğince hazırız!

Yaşasın tam bağımsız, ekonomik anlamda tuzaklardan kurtulmuş TÜRKİYE!”
Yüzsüzlüğe bak! Tayyip Türkiye’yi tam bağımsız yapacakmış. Yiğit de onu can siperane savunacakmış.  

Ulusalcılık adına pek çok şarlatanlık gördük ama Tayyip’i uluslararası sermaye ve emperyalizm karşıtı bir ulusalcı olarak ilk kez bize yutturmaya çalışıyorlar.
Bitti mi? Hayır. Daha birkaç ay önce Ergenekon operasyonuna en büyük karşıt olan Yiğit artık bu operasyonu Türklük için adeta Ergenekon destanı gibi bir çıkış belliyor. Türklüğün tarihinde üç büyük çıkış varmış. Üçüncüsü Kurtuluş Savaşıysa, dördüncüsü de Ergenekon soruşturmasıymış:
“Bugün ‘Ergenekon’ adıyla yürütülen, kimilerine göre ‘yerleşiklere’ karşı ‘bir kalkışma-arınma’ olarak tarif edilen, kimilerine göre ‘yeni yerleşikler’ yaratma çabası olan ama yorum ne olursa olsun gözümüzün önünde durmasına rağmen ‘gözden kaçırdığımız’ çok şeyi yeniden hatırlatan operasyon beklenen ‘bu çıkış’ olabilir mi? Adı ‘tesadüf’ olarak kondu dense veya ‘bir komutanın soyadı’ diyerek geçiştirilse bile ‘bilinçli seçilmiş’ bir ‘çıkış denemesi’ olabilir mi? Yorumsuz olarak soruyorum... Sonuç: Dördüncü bir çıkışa ‘mutlaka’ ihtiyacımız var! Bu çıkış ‘yerleşiksiz, IMF’siz, AB’siz’ sadece ‘BİZ’ olarak olacak! Sıkışan her dinamik sıkıştığı yerden patlar! Ergenekon’a ve geçmişimize bir de böyle bakalım..”
Duydunuz mu Ergenekon operasyonu neden yapılıyormuş. Türkiye’yi IMF ve AB’den kurtarmak için!
Yiğit o kadar yüzsüz ki, ben döndüm diyemiyor. Tayyip benim dediklerime geldi diyor. Tayyip artık IMF ve AB karşıtı olmuş. Büyük sermayeye karşı halkın çıkarlarını savunuyormuş...

Kötü iktisatçı, kötü matematikçi, kötü filozof

Bir de felsefe yapıyor. Evrim teorisine saldırarak yandaşlık işine başladı. Tezi kısaca şu... Bir canlı kendiliğinden evrimle oluşmaz. Bir yaratıcı gücün onu bilinçli bir şekilde inşa etmesi gerekir:
“Bir tahtanın bir ‘pencere’ olma ihtimalinin ‘olmadığı’ bir gerçek düzeyinde, tek hücrenin ‘bir zekanın müdahalesi’ olmadan bugün gördüğümüz ‘mükemmel bizi’ ortaya çıkarma ihtimali sizce kaç? Yorulmayın ben söyleyeyim; matematiksel olarak böyle bir ‘ihtimal’ yok! Bu gerçeğe ‘dünyanın oluşumu’, ‘yerçekimi’ gibi kanunların da oluşumunu ekleyin! Tekrar ediyorum; böyle bir ‘ihtimal’ matematiksel olarak ‘ifade edilemez’! Biraz ‘matematik’ bilen, evrim gibi bir ‘saçmalığa’ asla inanamaz! Bana kendi başına ‘oluşan tek bir pencere’ gösterin, ben de inanacağım!”

Bir zekanın müdahalesi dediği de kısaca Tanrı. Böylelikle Tanrı’nın varlığına ilişkin binlerce yıllık felsefi bir tartışmayı ve tüm ontolojik sorunları ucuz bir örnek ve yanlış bir matematik ile çözmüş oluyor. Cahil cesareti buna denir.
Adam iktisatçıyım diyor ama istatistiğin en temel kuramlarını bilmiyor. Olasılık hesabı öyle yapılmaz Yiğit Bey. Bir canlı ele alalım. Örneğin bu Yiğit gibi bir insan olmasın da bir bukalemun (nereden aklımıza geldiyse) olsun.
Yiğit diyor ki: Olasılık hesabına göre evrim ile bir bukalemunun karşımda durma olasılığı 1 bölü on üzeri katrilyondur. Bölme işleminin pay kesiminde duran 1 rakamı bukalemunun var olma ihtimalini, paydadaki on üzeri katrilyon ise sayısız karbon, hidrojen ve oksijen atomunun yan yana gelmesi, amino asitleri oluşturması ve sonunda bukalemuna dönüşmesi ihtimalini temsil eder. Bu da sıfır virgül on üzeri katrilyon kadar sıfırdan sonra gelen bir 1’dir. Yani aslında sıfırdır. Demek ki böyle bir ihtimal yoktur.

Çok küçük rakamlar veya çok büyük rakamları gördükten sonra yılıp, işi hemen Allah’a havale edenlerin ya matematiği çok kötüdür ya da bilinçli yobazdır. Ama “biraz matematik bilen” biri, olasılık hesabının böyle yapılmadığını da bilir Yiğit.
Hesapladığımız şey herhangi bir bukalemunun var olma ihtimalidir. Yoksa senin karşında duran tek bir bukalemunun değil. Böyle olunca 1 bölü on üzeri katrilyonla ortaya çıkan ve senin sıfır sandığın çok küçük sayıyı çarpacağız. Neyle mi? Evrenin toplam hacmi çarpı evrenin toplam yaşıyla. O zaman pay kısmında sadece bir rakamı kalmaz aynen paydadaki gibi on üzeri katrilyon civarında çok büyük bir sayı çıkar ortaya. Sadeleştiğinde de sonuç birdir. Yani senin hesabına göre bukalemunun oluşması ihtimali yüzde sıfırken, doğru matematik ile olasılık yüzde yüze çıkar. Bu da şaşırtıcı değil, çünkü zaten bukalemunlar vardır.

Matematikten çakmadıysan senin anlayacağın dille söyleyeyim. Gerçekten de yeterli miktarda karbon, oksijen ve hidrojenin yan yana gelmesiyle tek bir canlı organizmanın bile ortaya çıkması çok düşük bir ihtimaldir. Ama evrenimiz o kadar büyüktür ve zaman o kadar geniştir ki, bu düşük olasılığın gerçekleşmesi son derece olanaklıdır. Olasılık ile olanaklı olmak arasında fark vardır.
Evrendeki galaksi sayısının yüksekliği, bunların içindeki gezegen sayısının yüksekliği dikkate alınınca tek bir amipin ortaya çıkması hiç de “sıfır ihtimalli” bir olay değildir. O amip ortaya çıkınca evrim zaten üzerine düşeni yapar. İhtimal hesabı böyle yapılır. Seninki gibi değil.
Yiğit Bulut sonraki yazılarında yan çizdi. Evrimi kabul etti ancak evrimi de Tanrı başlattı dedi. Matematik konusunda cehaletini ispatlayan Yiğit, bu sefer felsefede döktürdü. Her şey neden sonuç ilişkisine bağlıymış. Tesadüf diye bir şey olamazmış. Eğer “big bang”den öncesini bilemiyorsak oraya “ilk itici güç” yani Tanrı’yı koymamız gerekirmiş.
Tanrı’yı neden-sonuç ilişkisinin içine koymak, onu yok etmektir. Çünkü Tanrı bir nedene dönüştüğünde, pekala bir sonuç da olabilir. O zaman da Tanrı olmaz. Yiğit Bulut dincilere yaranacağım diye farkına varmadan ateistlik yapıyor.
Tanrı kavramının kendisi, her bağlam, nedensellik ve olanaktan bağımsız olarak her an istediği gibi var etmek veya yok etmek kudretine dayanır. Tanrıyı “ilk itici güç” yapıp evrenin başına koyup, sonradan evrenin dışına kovduğunda yaptığın Tanrı ispat etmek olmuyor. Sadece zırvalamış oluyorsun. Kavramın kendisiyle çelişiyorsun.

Tesadüf hesabı

Bilim ne tanrının varlığını ne de yokluğunu ispat eder. Çünkü maddeye ve nedenselliğe bağlı kalmak zorundadır. Tanrı felsefi bir kategoridir. Ve mümkünse Yiğit Bulut gibi matematik ve felsefe cahilleri bu konuda bize ahkâm kesmesinler. Dincilere yaranmak istiyorsan başka bir yol bul. Ergenekon’dan falan bahset. Yeni peygamberlere ihtiyacımız yok.
Ancak bir çift laf da tesadüf konusunda edelim. Yiğit Bulut tutturmuş doğada tesadüf yoktur diye. Neden? Çünkü her şey neden-sonuç ilişkisine bağlıymış.
O tür çizgisel nedenselliğe Aristo mantığı derler. İlkçağda kalmış kafalar veya saf çocuklar böyle konuşabilir. Modern bilimin son yüz yıldır yaptığı ise tesadüflerin nedenselliğini araştırmaktır. Yazılarında bol bol bahsettiğin kaos teorisi, sadece ve sadece tesadüflerin ve kaosun nedenselliğini çözmeye çalışır. Bari yazdığın şeylerin anlamına sözlükten bak. Doğada tesadüfler vardır. Hatta tamamen tesadüflerle doludur. Nedensellik tesadüfü reddetmez tersine açıklar. Bu yüzden bilim asla bitmeyecek bir uğraştır.

Ama tesadüf olmayan bir şey var ki, o da Yiğit gibi ulusalcı guruların bir gün mutlaka dönecek olması. İşte burada ihtimal yüzde yüzdür. İş tesadüfe kalmaz.
Atatürkçüler ve ulusalcılar böylelerini aydın belleyip TV karşısında saf saf oturdukları sürece, AKP’nin iktidar olması da hiç “tesadüf” değil. Yiğit’ten alacağımız tek felsefe dersi de bu olsun.


(Sayı 241, 22/06/2009)



.


SAHTE ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ TANIYALIM 3






Emre Kongar: 
AKP'den Daha AKP'ci PKK'dan Daha PKK'cı



“ Atatürkçü ”lerin Atatürkçülüğe ettikleri.,

İnan Kahramanoğlu


Emre Kongar













Emre Kongar


Yaşar Kemal














Yaşar Kemal.,
 '' _ Anlaşılan Kongar son dönemde AKP ve PKK tarafından “ Akil Adam ” pozunda ortaya sürülen Yaşar Kemal’e özenmiş. Ama bu öne çıkma hevesinden mi bilinmez Kongar’ın Yaşar Kemal’in bile söylemeye cesaret edemeyeceği pek çok şeyi hem de açıkça yazdığını görüyoruz. ''


Atatürk düşmanlarını hep dışarıda aradığımızdan olsa gerek sözde Atatürkçülerin Atatürkçülüğe ettiklerini hep görmezden gelmişizdir. Bu nedenle de Atatürkçülüğün iki yakası Atatürk’ün ölümünden bu yana, neredeyse yetmiş yıldır bir türlü bir araya gelememiştir.

Hemen her seçimde “ Tamam, bu kez Başaracağız ” diye tazelenen ümitler, bu nedenle hep boşa çıkmış, umut bağlanan “Atatürkçü” partiler, dernekler, gazeteler, aydınlar da bu yetmiş yıl boyunca hayal kırıklığından başka bir şey getirmemiştir.

Tabii bu arada atı alan Üsküdar’ı geçmiş; Türkiye, Atatürk’ün Türkiyesi olmaktan da çıkmıştır.

Ama buna rağmen Atatürkçüler imiz deve kuşu misali gerçekleri görmemek için kafalarını kuma sokmaktan ve içimizdeki Atatürk düşmanlarını ve onların yarattığı sahte Atatürkçülüğü teşhir etmekten hep kaçınmışlardır. Sorunun kaynağını hep başka yerlerde arayarak, hep başkalarını suçlayarak da işin içinden sıyrılmışlar dır.

Oysa bu zihniyetin Atatürkçülük diye yutturulduğu ve dahası Atatürkçülük adına neredeyse tek egemen görüş haline getirildiği bir iklimde, AKP iktidarı altında bölünmeye ve Şeriata giden bir Türkiye tablosu hiç de şaşırtıcı değildir.
Atatürkçülük adı altında aslında Atatürkçülüğe en büyük kötülüğü yapan ve bizzat Atatürkçülüğün temellerini ortadan kaldıran bu zihniyetin en tipik örneklerinden birisini geçtiğimiz hafta Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde Emre Kongar verdi.

Gerçi Kongar hemen her konuda Atatürkçülük dışında her şeyle tanımlanabilecek ve Atatürkçülüğe tamamen ters pek çok şey yazıyor Cumhuriyet’te ama tabii bunların her birini birer yazı konusu yapmak mümkün değil. Kongar’ın bahsettiğimiz yazısı ise tam da AKP’nin PKK ile masaya oturduğu, “ Kürt Açılımı ” adı altında Atatürk’ün ulus devlet, Misak-ı Milli ve “Ne mutlu Türk’üm diyene” anlayışını ortadan kaldırarak Türkiye’yi parçalamaya götürdüğü bir süreçte adeta “Atatürkçü çözüm” olarak gösterilmeye çalışıldığı için üzerinden atlanmaması gereken bir yazı.

Kongar’ın İlhan Selçuk’la birlikte Cumhuriyet’teki en etkin isimlerden birisi olduğu ve haftada beş gün Cumhuriyet okurlarına seslendiği de düşünüldüğünde, Kongar’ın yazıp çizdiklerinin analizini yapmak sözünü ettiğimiz zihniyetin Atatürkçü kesimlere Atatürkçülük adı altında ne enjekte ettiğini göstermek açısından da hayatiyet arz ediyor.

Kongar’ın “Kürt açılımı” ile ilgili sözünü ettiğimiz yazısı “Kürt açılımında üç yanlış, iki eksik” başlığını taşıyor. Buradan da anlıyoruz ki Kongar’ın AKP’nin “Kürt açılımı”na karşı çıktığı filan yok. Kongar’ın AKP’ye yönelik tavrı daha ziyade bir “akıl hocalığı” şeklinde.

Anlaşılan Kongar son dönemde AKP ve PKK tarafından “akil adam” pozunda ortaya sürülen Yaşar Kemal’e özenmiş. Ama bu öne çıkma hevesinden mi bilinmez Kongar’ın Yaşar Kemal’in bile söylemeye cesaret edemeyeceği pek çok şeyi hem de açıkça yazdığını görüyoruz. Kongar bu “Atatürkçü” fikirleri sayesinde yakın zamanda Yaşar Kemal’le birlikte Abdullah Gül’ün sofrasına davet edilirse hiç şaşırmayacağız hani!

Atatürkçü sosyoloğumuz Kongar’a göre AKP Kürt açılımında eksik ve yanlış işler yapıyormuş. Bu tespitin hemen ardından da Kongar’ın “Kürt Açılımı” geliyor. Kongar’ın Atatürkçülük adı altında yazdıkları ise akıllara zarar.

Cumhuriyet
























Kongar AKP’yi bir de, ABD ve AB’yi esas muhatap olarak almak yerine on-onbeş gazeteciyle meseleyi görüşmekle eleştiriyor.
İyi de AKP’nin “Kürt Çalıştayı”na katılanların Kongar’dan farklı bir şey söyledikleri yok ki. Bunlardan kimisi ABD’nin masanın bir tarafında olmasını istiyor, kimisi AB’nin. Ama Kongar gibi hem AB’yi, hem de ABD’yi ve İsrail’i, üçünü birden muhatap olarak alalım diyerek Avrupacılıkta ve Amerikancılıkta bu denli ileri gideni hakikaten yok.




“PKK yetmez, ABD, AB, İsrail ve Barzani-Talabani de muhatap alınmalı”!


Kongar, sosyolog olması dolayısıyla meseleye geniş bir çerçeve çizerek giriş yapıyor ve meselenin aslında bir “Doğu sorunu” olduğunu, hedefin de “Ortadoğu’nun paylaşılması” olduğunu söylüyor. 

Güzel.

Ancak Kongar bu paylaşım coğrafyasının merkezindeki ülkelerden birisinin de Türkiye olduğundan, AB ve ABD emperyalizminin Ortadoğu’da egemenlik kurma mücadelesinde ciddi bir tehdit olarak gördükleri Türkiye’yi bölüp parçalayarak etkisiz hale getirmeye çalıştığından nedense bahsetmiyor. İyi de o zaman “Doğu sorunu” nedir, Ortadoğu’yu kim, hangi amaçlarla paylaşmak istemektedir? ABD Irak’ı niçin işgal etmiştir, İran neden hedef tahtasındadır… Kongar nedense bu soruların hepsinin üzerinden atlıyor.
Ama bunları söylese, Kürt meselesinin bu emperyalist güçlerin Türkiye başta olmak üzere İran ve Irak gibi ülkeleri bölmek ve egemenlik altına almak için kurduğu bir tuzak olduğunu da yazması gerekecek Kongar’ın. Oysa görüyoruz ki Kongar’ın Kürt meselesine yaklaşımı bambaşka.
Kongar bu gerçekleri ustalıkla teğet geçmekle kalmıyor bir de açıkça Kürt sorununda AB ve ABD’nin de esas muhataplar olarak dikkate alınması gerektiğini yazıyor:
“Konunun çözümlenmesinde ve müzakere edilmesinde aktif taraflar olan Washington ve Brüksel’i dışlayıp, ‘Açılım’ adı altında sorunu on-onbeş Türk gazeteci ile müzakere etmeye başlamak büyük bir yanlıştır. Bu başlangıç, eğer bir vizyonsuzluğun veya beceriksizliğin sonucu değilse, samimiyetsizliğin ifadesidir. Ciddi bir çözüm çabası Washington’un ve Brüksel’in de masada olmasını gerektirmektedir.”
Evet, yanlış okumadınız, “Atatürkçü” sosyoloğumuz Kongar “ciddi bir çözüm çabası Washington’un ve Brüksel’in de masada olmasını gerektirir” diyor. Masa denilince, bir tarafta Türk devleti olacak bir tarafta da AB ve ABD. Kongar’ın burada açıkça yazmasa da masanın bir tarafına da PKK’yı oturttuğu ortada. PKK’yı bir taraf olarak belirtmemesi ise korkusundan ya da çekindiğinden değil. Kongar’ın kafasındaki “çözüm”de zaten bir masa kurulmuş ve Türk Devleti ile PKK o masanın iki tarafına oturmuşlar.
Buraya kadar zaten bir sorun yok. Öyle ki Kongar PKK’nın siyasi uzantısı olan DTP’nin Meclis’te bulunmasından da oldukça hoşnut. Hatta meselenin çözümü için engel olarak gördüğü %10’luk ülke barajının da kaldırılması gerektiğini söylüyor Kongar:
“Kürt sorununun demokratik siyaset içinde Meclis’e yansımasını ve burada açıkça tartışılmasını engelleyen bir ‘yüzde on seçim barajı’ sorunu vardır. ‘Kürt Sorununu’ samimi olarak tartışmak ve çözmek isteyen bir iktidarın önce bu adil temsil ilkesini zedeleyen barajı tümüyle kaldırması ya da en azından düşürmesi gerekmez mi?”
Fakat Kongar’a göre bu tek başına yeterli değil. Çünkü mesele çok daha geniş boyutlu. Böylelikle Kongar’ın Kürt meselesine “Atatürkçü” çözümü ortaya çıkıyor: AKP ve PKK’nın yanı sıra ABD, AB ve K.Irak’taki Kürtler (Barzani-Talabani)’in de oturduğu ve Kürt meselesini çözmek adı altında Türkiye’yi parçalama planının müzakere edileceği bir masa!
Kongar bu akıllara zarar fikirlerini Cumhuriyet’te yayınlanan bir başka makalesinde de yine açıkça yazmış ama bu kez Kürt meselesinin tarafları arasında İsrail’i de saymış! Böylelikle İsrail de kurulacak paylaşım masasındaki yerini almış!
Kongar’ın uyduruk sosyoloji zırvalarını bir kenara bıraktık ama insan bir sosyoloji profesöründen en azından ilköğretim düzeyinde bir tarih bilgisi bekliyor. Ama görüyoruz ki, Kongar bu konuda bile son derece yetersiz.
Kürt meselesinin tarihsel gelişimine bakıldığında, bu meselenin daha 1920’lerden itibaren dış güçler tarafından bir uluslararası mesele haline getirilmeye çalışıldığı görülecektir. İngiltere başta olmak üzere emperyalist güçler Kürt meselesinin uluslararası bir mesele olduğunu ve kendilerinin de bu meselenin muhatabı olduklarını iddia etmişlerdir. Kongar belki bilmiyor olabilir, Sevr’de kurulması planlanan Büyük Kürdistan tam da Kürt meselesinin bir uluslararası mesele haline getirilmesi sayesinde Türk Devletine dayatılmıştır.
Ve Türk Devleti Mustafa Kemal öncülüğünde bu emperyalist dayatmaları yıkarak Lozan’da bağımsız Türk Devletini bütün dünyaya tanıtmıştır.
Atatürkçü sosyoloğumuz Kongar ise şimdi aradan geçen doksan yıldan sonra Kürt meselesini yeniden bir uluslararası sorun haline getirmeyi önererek ve AB-ABD-İsrail gibi emperyalist ülkeleri muhatap olarak masaya çağırarak, Türkiye’yi yeniden kurulmaya çalışılan Sevr masasına oturmaya ikna etmeye çalışmaktadır.
Kongar AKP’yi bir de, ABD ve AB’yi esas muhatap olarak almak yerine on-onbeş gazeteciyle meseleyi görüşmekle eleştiriyor. İyi de AKP’nin “Kürt Çalıştayı”na katılanların Kongar’dan farklı bir şey söyledikleri yok ki. Bunlardan kimisi ABD’nin masanın bir tarafında olmasını istiyor, kimisi AB’nin. Ama Kongar gibi hem AB’yi hem de ABD’yi ve İsrail’i, üçünü birden muhatap olarak alalım diyerek Avrupacılıkta ve Amerikancılıkta bu denli ileri gideni hakikaten yok.
AKP’ye tavsiyemiz “Kürt Çalıştayı”nın üçüncüsüne bu on-onbeş AB’ci-ABD’ci gazateciyle birlikte Kongar’ı da davet etmeleri. Kongar’ın bir Cengiz Çandar’dan, bir Oral Çalışlar ya da bir Fehmi Koru’dan ne eksiği var da buralara davet edilmiyor, öyle ya!

Emre Kongar’ın “Atatürkçü” çözümü: Federasyon!

Kongar’ın Atatürkçülere çözüm diye önerdiği şeyse federasyon!
Atatürkçü sosyoloğumuz Kongar Atatürk’ün ulus devlet modeline dayanan ve “tek dil, tek devlet, tek bayrak” anlayışından hiç bahsetmeden, Türkiye’nin üniter devlet yapısını yok sayarak federal bir Türkiye modeli öneriyor.
Liberal ve Kürtçü pek çok isim zaten yıllardır Korsika modelinden Güney Afrika modeline kadar pek çok örneği gündeme getirerek Kürt meselesinin ulus devlet ve tek millet modelini dışlayarak çözülmesini öneriyorlar. Ama benzer bir önerinin Atatürkçülük kisvesi altında yapılmasına ilk defa şahit oluyoruz ve bu şerefe nail olan kişi de Atatürkçü sosyoloğumuz Kongar oluyor.
İşin ilginç tarafı Kongar’ın federasyon önerisinin AKP’nin ve güdümündeki pek çok liberal ve Kürtçü ismin, hatta Apo’nun bile Türk milletinin tepkisini çekmemek için “Kürtler bağımsız devlet istemiyor” numarasına yattığı bir süreçte ortaya atılıyor olması. PKK’lıların bile federasyon ve bağımsızlık taleplerini geri plana atmaya çalıştıkları bir dönemde “cesur” sosyoloğumuz Kongar bakın neler yazabilmiş:

“Konunun tartışılmasında iki model kullanılabilir:

1. Farklı kültürlerin birlikte yaşadıkları ve aynı ülkenin vatandaşlık kimliği içinde bütünleştikleri ABD veya Avustralya modeli.
2. Farklı kültürlerin ayrıştığı ve yeni devletlerin çekirdeğini oluşturduğu Yugoslavya veya Balkanlar modeli.
Tabii modeller bu denli belirgin de tartışılmayabilir: İngiltere’deki İskoçya ve İrlanda uygulamalarını, İspanya’daki Bask, Fransa’daki Korsika deneyimlerini de tartışmalarda devreye sokabiliriz.”


Kongar’ın birinci önerisi görüldüğü üzere ABD modeli. Bu önerinin ne anlama geldiğini görmek için bazı basit hatırlatmaları yeniden yapmak gerek. Kongar’ın da bu basit okumalara ihtiyacı olduğu görülüyor. ABD, açık adıyla Amerika Birleşik Devletleri, birbirinden bağımsız eyaletlerin merkezi bir başkanlık çatısı altında birleşmesiyle oluşan bir federal model. Bu modelde eyaletlerin hepsi kendi yöneticilerini seçmekten tutun da kendi mahkemelerini ve kendi eğitim programlarını belirlemek de dahil, hemen her konuda bağımsız hareket ediyorlar.
Bu modelin Türkiye’de uygulanması ise yine basitçe Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusunda başında PKK’lı yöneticilerin bulunduğu, Kürtlerin kendi mahkemelerinden tutun da kendi okullarına kadar hemen her konuda geniş bir bağımsızlık kazandıkları bir Kürdistan oluyor.
E, bu da zaten PKK’nın yıllardır yapmaya çalıştığı şey. Kongar bu önerilerini PKK’ya götürse emin olun büyük alkış alır.
Kongar’ın ikinci önerisi ise Yugoslav ya da Balkan modeli. Bu da bildiğiniz gibi Yugoslavya’da NATO ve ABD eliyle kışkırtılan etnik ayrışmalar sonucunda Sırpların Boşnak ve Hırvatları katletmeye giriştiği bir iç savaş ve sonuçta da NATO müdahalesiyle kurulan yeni devletçikler demek.
Bunun Türkiye’ye uygulanmış şekli de Kürtlerin Türklere karşı ayaklandırıldığı bir etnik boğazlaşma ve hemen arkasından gelecek bir NATO müdahalesiyle kurulacak bir Kürdistan oluyor.
Kongar’ın sosyoloji sosuna bulanmış “akademik” ve “bilimsel” çözüm önerilerinin Türkçesi bu. Ve yine hatırlatalım bütün bunlar “Atatürkçü çözüm” oluyor!

Emre Kongar’ın Türk korkusu

Emre Kongar federasyon da dahil olmak üzere pek çok Kürtçü tezi hiç çekinmeden Atatürkçülere önerirken bir de nedense “Türk” demekten imtina ediyor. Örneğin Kürtlerden bahsederken“Azınlıkta olan Türkiye vatandaşı Kürtler” diyen Kongar iş “Türk” demeye gelince “Çoğunlukta olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları” diyerek Türk’ü ustalıkla hasıraltı ediyor. Bu da Kongar’ın Kürtseverliğinin ve Türk korkusunun satır aralarına yansıyan görüntüsü olsa gerek.

İyi de, Türkiye Cumhuriyeti’nin asli unsuru olan, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve ülkenin çoğunluğunu oluşturanlar Türkler değil mi? 

Görülüyor ki Kongar için durum böyle değil. Bunun da basit bir nedeni var; Kongar gibilerinin literatüründe Atatürkçülüğün özü olan milliyetçilik faşist bir ideoloji ve Türk ismi de yine faşizan bir tanımlamadır.

O nedenle daha kimlik tartışmalarının ilk başladığı dönemden itibaren Kongar ve onun zihniyetindeki sözde Atatürkçü anlayış, alt-üst kimlik tartışmalarında liberal ve Kürtçü koroya dahil olarak, Türk milliyetçiliğine ve Atatürk’ün Anayasaya geçen millet tanımına karşı çıkmaktan geri durmamışlardır. Bu zihniyetin bugün gelinen noktada AKP ve PKK ile aynı çizgide buluşması bu açıdan bizi şaşırtmıyor. Kongar gibi Amerikancı, Avrupacı, kısacası Batıcı bir “Atatürkçülük” yorumunun sizi getireceği nokta işte tam da budur; AKP ve PKK’nın kuyruğunda bölücülük yapan ama bunu çağdaşlık zanneden bir ucube siyasal tavır.

İçimizdeki AKP’liler

Ancak Kongar’ın Rockefeller bursu ile okuduğu Amerikan üniversitelerinin o modası geçmiş sosyoloji kitaplarından aşırdığı ve Türkiye’de de Aydın Doğan tarafından ödüllendirilen sosyoloji zırvaları ile Atatürkçülere Atatürkçülük öğretmeye çalışmasına tahammül edecek değiliz.

Atatürkçülük bizzat Atatürk’ün fikir ve eylemleri ve bunların ürünü olan Türkiye Cumhuriyeti’nde somutlaşmış bir ideolojidir ve Atatürkçülüğün ne olup olmadığını görmek için de yalnız ve yalnız Atatürk’ün söylemi ve eylemine bakmak gerekir. 

Bu da basitçe Altı Ok olarak tarif edilen ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na geçen ilkelerdir.

Kongar adını bile anmasa da Türkiye Cumhuriyeti bu ilkeler ışığında ulusal, üniter ve laik bir devlet modelini öngörür. Misak-ı Milli sınırları içinde yaşayan herkes de, azınlıklar dışında, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır ve bunlara da Türk denir. Bu da Mustafa Kemal’in “Ne mutlu Türk’üm diyene” anlayışında somutlaşan Türk milleti tanımıdır.
Ama Kongar bunları yok saymakla kalmayıp bunları ortadan kaldırmaya yönelik pek çok şeyi Atatürkçülük sosuna bulayıp yazıyor ki, burada bir çarpıtma ya da bir politik analiz hatasının çok dışında, başka bir plan olduğu görülüyor. Kongar bunları kimin adına ve hangi amaçla söylüyor bunu bilemeyiz ama yazdıklarıyla kime hizmet ettiği ortada.
Üstelik Kongar’ın sadece Kürt meselesiyle ilgili olarak değil, Türkiye’yi tehdit eden pek çok konuda da benzer bir tavır içinde olduğunu ve olacağını da ortaya koyuyor bu yazdıkları. Kürt açılımında AKP’yi yetersiz bulan Kongar’ın AKP’ye akıl verme çabalarının arkasında daha büyük bir endişe yattığını da bir başka yazısından öğreniyoruz. Kongar diyor ki:
“Bu eksik ve yanlışlar düzeltilmedikçe, ‘Kürt Açılımının’ da, AKP’nin öteki açılımları olan ‘Ermeni Açılımı’, ‘Kıbrıs Açılımı’, ‘AB Açılımı’ gibi açılımlara benzer bir biçimde hüsranla sonuçlanması daha muhtemel görünmektedir”
Yani Kongar, AKP Kürt açılımında bu eksik ve yanlışlarla devam ederse “Ermeni açılımı”, “AB açılımı”, “Kıbrıs açılımı” da tehlikeye girer diyor. Buradan da anlıyoruz ki, Kongar sadece “Kürt açılımı”nı desteklemekle kalmıyor, Ermeni, Kıbrıs ve AB açılımları konusunda da AKP’yi destekliyor, sonuca gitmesi için önerilerde bulunuyor. Hani AKP böyle bir Atatürkçüyü arasa bulamaz!
O zaman sormak gerekiyor hangisi Atatürkçülük için daha büyük bir tehdit; Tayyip’in fikirleri mi, yoksa bu fikirleri Atatürkçülük olarak yutturmaya çalışan Kongar tipi “Atatürkçülük” mü?
Hangisi?

(Sayı 250, 24/08/2009)



..





SAHTE ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ TANIYALIM 2




SAHTE  ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ  TANIYALIM 2




Hem İsrailci-Amerikancı Hem Ulusalcı Olunmaz!



Ali Özsoy

Kongar’ın kahvaltıları ve Selçuk’un mektupları



İşin tek gerçeği var. 
Batıcı oldukça laiklikten daha da çok kopulur. 
Dolayısıyla ne CHP ne de Cumhuriyet gazetesi laikliği savunmak, Ilımlı İslama karşı çıkmak adına Batıcılığı ve Amerikancılığı bize önermesinler. Kimse o kadar aptal değil. 
CHP ve Cumhuriyet gazetesi ABD’yi doğru yola (!) getirmiyor. 

Tersine ABD için Hizaya giriyorlar.


Tayyip Erdoğan’ın Davos’taki şovundan sonra Türkiye’de omurgasızlığı ve ilkesizliği siyaset haline getiren ve bunu da usta stratejisyenlik adı altında meziyet gibi sunan bir kısım sözde ulusalcılar yine oltalara atlamaya başladılar.
Bu Olta nedir? 2002 yılından itibaren her kritik dönemeçte Atatürkçü ve solcu saflarda bazı kesimler hep aynı masalı anlatmaya başlar: “Merak etmeyin! AKP’nin suyu ısındı. ABD ve Batı AKP’den artık bıktı. Yakında Tayyip gidici… Biraz sabredin…”
Bilindiği gibi özellikle 2007 Temmuz seçimlerinden önce bu olta ABD tarafından atılmış, CHP ve MHP başta olmak üzere tüm muhalif kesimler bu oltaya atlamış, seçimlerden sonra ABD destekli bir CHP-MHP koalisyonu hayalleri tüm ulusalcı saflara hakim olmuştu.
Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük halk hareketi olarak gelişen Cumhuriyet Mitingleri, böylesi bir kirli dezenformasyon ve pazarlık sonucu sonlandırılmış ve AKP’yi devirebilecek büyük halk muhalefeti ABD rotasına giren CHP ve MHP’nin seçim pazarlıkları için yok edilmişti.
Şimdi özellikle CHP ve Cumhuriyet gazetesi aynı oltaya atlamak konusunda öyle bir gayretkeşlik içindeler. Yeni tez şu; İsrail artık AKP’yi istemiyor. AKP Türkiye’yi Batı’dan koparıyor. Ortadoğu ve terör coğrafyasına hapsediyor. ABD, AB ve İsrail bunu gördü. Artık işler değişecek. Hatta sözde ulusalcı karanlık adam Perinçek bile Silivri’den sesleniyor:“Tayyip Erdoğan Davos’ta bizi rezil etti.”
İnsan ister istemez şunu düşünüyor. Acaba CHP, Cumhuriyet gazetesi ve bir kısım “ulusalcılar” oltaya mı atlıyor yoksa oltanın ta kendisi bunlar mı? Bu insanların ABD ile olan bağları ne? Niye ABD AKP’yi desteklemesine rağmen, her seferinde bu kesimleri kullanarak Atatürkçüleri frenleyebiliyor? Bu oyunu sadece siyasi saflığa yormak mümkün mü?
Cumhuriyet gazetesini takip eden herhangi bir okurun gözüne çarpacak ilk şey gazetenin iki ağır topu İlhan Selçuk ve Emre Kongar’ın ABD’yle kurdukları platonik ilişkidir. Arada sırada bu yazarlar nereden kafalarına eser bilinmez ama ya ABD başkanlarına seslenir, mektup yazarlar ya da ABD adına bazı hükümler verirler.
Emre Kongar’ın ABD büyükelçisiyle yaptığı kahvaltılar meşhurdur. Bu kahvaltıların hemen ertesinde birinci sayfada Cumhuriyet imzasıyla yayınlanan değerlendirmelerde ABD’ye akıl verilir.
İlhan Selçuk’un ise Bush’a ve Obama’ya yazdığı mektuplar klasiktir. 90’ınına merdiven dayamış olan İlhan “abi”ye söyleyebileceğimiz tek şey var:  Bari solcu ve devrimci anılarak öbür dünyaya git.
Ama İlhan Selçuk kendini tutamıyor. Halktan o kadar kopmuş ve ümidini yitirmiş ki, iki de bir ya Bush’a ya da Obama’ya mektup yazıyor. Bakın 18 Kasım 2006’da İlhan Selçuk Bush’a nasıl sesleniyor: “Artık çok iyi biliniyor ki dinci ya da takıyyeci AKP iktidarı Ortadoğu'da bir Amerikan marifeti... Ancak Bush ‘AKP operasyonu’ndan beklediğini alamadı!.. Amerika bugün terör örgütü PKK’yi Türkiye’ye karşı kullanıyor... Türkiye’de ‘huzursuzluk’ ve ‘istikrarsızlık’ doruğa tırmanıyor... Bush yönetimi ne yapmalı?.. Bir yandan Ilımlı İslam Devleti tasarımında dinci iktidarı, öte yandan terör örgütü PKK’yi kullanarak Türkiye’yi sıkıştıran Başkan Bush bu tutumundan vazgeçmelidir; zararın neresinden dönerse dönsün, kârdır... AKP’nin toplum temelinde oy desteği zayıflıyor, geriliyor; ülkede Amerika düşmanlığı yükseliyor, yoğunlaşıyor... ABD’nin Ortadoğu tasarımında ‘revizyon’a, Türkiye’de ise yeni bir iktidara gerek var!.. ”
Ne güzel di mi? Bush’a kısaca şunu diyor. PKK’yı destekleme, Kürdistan’ı kurma, BOP’tan vazgeç ya da en azından AKP’siz BOP uygula, Türkiye’yi bölme ama istersen başka iktidarla sömür.
Olmaz ama hani olsa… ABD Başkanı değil de, en azından orta düzeyde yetkili biri bu istekleri okusa ne der? “Paşa gönlün bilir İlhan Abi… İstersen Irak’tan da çekileyim. Hatta NATO’yu lağvedeyim. Emperyalizmi de bırakalım…” der mi acaba…

İlhan’ın karşılıksız aşkı

Ama İlhan Selçuk azimli… Durmuyor… AKP’nin ne kadar dinci olduğunu neo-conlara anlatamadı. Ama bu sefer Obama’ya ve Türk düşmanı olduğu çok iyi bilinen başkan yardımcısı Joe Biden’e sürekli sesleniyor:
“ABD’nin Başkanı Obama’nın izleyeceği dünya politikasında büyük rol oynaması beklenen Başkan Yardımcısı Biden, 45’inci Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşmada, NATO’nun dünyanın değişen koşullarına uygun yeni bir strateji geliştirmesi gereğini dile getirmiştir. Ne var ki bu yeni stratejinin boyutları ne olacaktır? Obama’nın temel politika yaklaşımı aşağı yukarı bellidir; eski Başkan Bush’un başarısızlığını sürdürecek bir mirası yeni başkan üstlenemez; yeni dönemde Rusya ile işbirliği üzerine bir stratejiden de söz açılıyor; ancak bu dönüşüm sürecinde Türkiye’yi saran sorunlar şimdilik devam ediyor.”
Ve artık Obama ve Batı’dan AKP’yi soğukkanlı değerlendirmesi isteniyor:
“ABD Başkanı Obama’nın benimseyeceği tutum önemlidir… Irak işgalinde edilginliği yeğleyen Başbakan Erdoğan’ın Hamas’ı destekleyen ısrarı ve öfkesini Ortadoğu’da liderlik hevesiyle açıklamaya çalışanlar ise kimi gerçekleri unutmuş görünüyorlar; bu kapsamda Nasır’ın yenilgisi ve hüsranıyla Saddam’ın trajik sonu unutulmaz örneklerdir. Bağdat’ta eski ABD Başkanı Bush’un kafasına ayakkabısını fırlatan gazeteci, Araplarca ve Türkiye’de kahraman sayılsa da hapiste, Irak ise işgal altındadır. Bu kadar muhataralı, karmaşık, çelişkili bir coğrafyada Türkiye’nin daha serinkanlı bir yaklaşıma ihtiyacı olduğu kesindir. Türkiye henüz boyutları ve geleceği belli olmayan bir dönüşümün sancılarını yaşıyor. Vaktiyle Bush yönetiminin ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ kapsamında iktidara tırmanmış olan Erdoğan ve AKP’nin artık dış desteğe ihtiyacı kalmamış olabilir mi! AKP liderinin neler düşündüğünü kestirmek zordur. Batı’nın olaylara serinkanlılıkla bakacağı; ama, Erdoğan’a artık ne kadar güvenilebileceğini de sorgulayacağı öngörülüyor.”
Selçuk kah kendi imzasıyla kah Cumhuriyet imzasıyla Obama’ya seslenip duruyor. Ayıptır ayıp… Bu ne rezalet? ABD Başkanları senin arkadaşın mı? Seni terk eden ve asla senin hislerini önemsemeyen sevgiliye mektup yazar gibi niye altı ayda bir ABD Başkanlarına sesleniyorsun. Bu dünyanın neresinde görülmüş. Bir gazeteci ABD başkanına istek mektubu yazar mı? Ertuğrul bile yapmaz bunu be! ABD Başkanı işi gücü bırakacak, her sabah bir Cumhuriyet alıp, “bakalım Mr. Selçuk bize bugün ne nasihatlerde bulunmuş” diyecek mi zannediyorsun? Koskoca emperyalist devleti senin yüksek görüşlerine başvurmadan yönetemezler mi sanıyorsun?

Kurtar bizi laik Obama, yaşasın Kemalist Jeffrey

Tabii bu Obama’ya bu seslenişler Cumhuriyet gazetesinin iç sayfalarında hemen yankısını buluyor. Cumhuriyet gazetesinde bir Obama kampanyasıdır gidiyor. Obama laikliğe çok önem veriyormuş… Obama yönetimi Davos’tan sonra AKP’ye soğukmuş… v.s…
Bir taraftan Obama’ya neo-conların hatasını bırak, AKP’yi destekleme diyorlar, diğer yandan her Allahın günü neo-con Michael Rubin’den demeç alıyorlar. Yıllardır aynı adam, aynı olta: ABD artık AKP’den vazgeçmiş.

Daha geçtiğimiz ay AKP yıpransın diye Filistin konusunu sürekli gündeme getiren, hatta Saadet Partisi’ni destekleyen, yayınladığı komik anketlerde Saadet’i %15 gösteren Cumhuriyet gitmiş, bir hafta içinde yerine İsrailci Cumhuriyet gelmiş.

Bakın İlhan Selçuk ne diyor:

“Peki, Türkiye’de teröre karşı gibi görünen AKP hükümeti, İsrail-Filistin coğrafyasında neden terörün yanında yer alıyor?.. RTE Türkiye’de teröriste karşı.. İsrail’de teröristten yana... Gel de kafayı yeme... PKK’ye karşı olup da dünya âlemin, terörist olduğunda birleştiği Hamas’ın yanında olmak, kim bilir, belki de çok yüksek bir politikadır...”

Birincisi İlhan Selçuk bir ulusalcı mı? Eğer ulusalcı ise Tayyip’in Türkiye’de teröre karşı olduğunu nasıl söyleyebilir? Tayyip terörü Türkiye’de hortlatan adam değil mi? Bu söylem kimin söylemi. Bu söylem İsrail ve ABD söylemi… 

Bu ülkeler yıllardır PKK’yı terör örgütü kapsamından çıkarmakla Türkiye’yi tehdit etmiyorlar mı? Zaten Tayyip de PKK’yı masaya çağırmıyor mu?

İlhan Selçuk İsrail Büyükelçisi gibi konuşuyor. İç sayfalarda zaten Leyla Tavşanoğlu İsrail Büyükelçisiyle tam sayfa röportaj yapıyor. Büyükelçi AKP’yi çok sert eleştirdi diye gaza gelip röportajı manşete çıkarıyor Cumhuriyet. Ama röportajda öyle bir şey yok.

Diğer yandan İlhan Selçuk hızını alamıyor başlıyor Nasır’a hakaret etmeye:
“Kimi gazete köşelerinde ve TV’lerde sergilenen laflara bakılırsa, bizim RTE Arap dünyasının yeni Nâsır’ı olacakmış... Söyleyenlere demeli ki: - Ağzından yel alsın... Abdülnâsır’ın İsrail karşısında hem Arap âlemini, hem Mısır’ı -hem de savaşta- nasıl yenilgiye uğratıp rezil kepaze ettiğini bilmeyen var mı?..”
Maksat Tayyip’i eleştirmek değil, İsrail’e yamanmak. En komiği ise Özgen Acar’ın ABD’nin yeni büyükelçisi Jeffrey’e yazdığı açık mektup. Özgen Acar Grossman’ın çok Amerikancı (adam ABD büyükelçisi, insaf Rusçu mu olsun!!!) olduğunu ama yeni büyükelçi Jeffrey’in Kemalizmi ve ulusal değerlerimizi benimsediğini iddia ediyor:
“Grossman, büyükelçi olarak Ankara’ya adımını attıktan birkaç gün sonra, ilk işi Kızılay’da yeni açılan McDonald’s’ta hamburger yiyeceğini önceden basına haber vererek ilginç ama ‘Amerikancı’ bir tanıtım yöntemi izlemişti. Siz ise Grossmann’ın yükseldiği noktadan Ankara’ya büyükelçi olarak döndüğünüzde basınla ilk ilişkinizi, havaalanından sonra Anıtkabir’de Atatürk’ün huzurunda kurdunuz. Anı defterine ‘bir Kemalist gibi’ düşüncelerinizi yazdınız. O sözlerinize 2. mektubumda yer vermiştim. Ardında kar fırtınasının yoğun olduğu 17 Ocak’ta yanınızda Atatürk’ün askerlikten devlet adamlığına geçişine ilişkin kitap yazmış olan Fulbright Üniversitesi Profesörü George Gavrych’i de alarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun önünü açan Sakarya Savaşı’nın başladığı sırtlarda ilginç ziyaretler yaptınız. Sakarya Savaş Anıtı’nı, Duatepe Şehitlik Anıtı’nı o kar kışta ziyaret ettikten sonra Alagöz Karargâh Müzesi’ndeki anı defterine ‘Mustafa Kemal Atatürk’ün zaferi yalnızca müttefikimiz modern Türkiye’nin doğuşunu sağlamamış, aynı zamanda özgürlük ve bağımsızlığa hasret olanlara ilham kaynağı olmuştur’ diye yazarak Anıtkabir sözlerinizi pekiştirdiniz.”
Yeni büyükelçinin ne kadar Kemalizme yakın olduğunu anlatan Acar, ardından yeni büyükelçiye PKK’dan tutun dinciliğe, uyuşturucu ticaretinden BOP’a kadar her konuda isteklerini iletiyor. Ve böylelikle Türkiye ve tüm dünya Cumhuriyet gazetesi sayesinde tarihte bir ilk ile tanışıyor: Kemalist bir ABD devlet adamı!... Adamın belki haberi yoktur ama olsun. Cumhuriyet gazetesi Kemalizmin noteri değil mi? İlan ettiler oldubitti!

Kongar’ın  Ak Senaryosu

Her gün Cumhuriyet gazetesinde bir haber; ABD’deki Yahudi lobileri endişeliymiş, ABD Yahudileri yine de hâlâ Türkiye’yi destekliyormuş, Türkiye’deki Yahudiler tedirgin olmuş v.s… Gören Cumhuriyet gazetesi değil, Yahudi cemaat gazetesi Şalom zanneder.

En sonunda bu Siyonist ve emperyalist yaltakçısı heveskârlığın nedenini Emre Kongar açıkladı. Emre Kongar kendini övmek şampiyonudur. Müneccim gibi her şeyi önceden gördüğünü söyleyen Kongar Batı’nın AKP’yi desteklediği kara senaryoyu ön gördüğü gibi ak senaryoyu da ön görmüş. Ak senaryo deyince insanın aklına halkın örgütlenip, AKP’yi devirdiği ve Atatürkçü bir iktidar kurduğu günler geliyor. Ama tabii alakası yok! Bakın Kongar’ın “ak senaryosu” neymiş:
“Şimdi bir de ak senaryoya bakalım: Küreselleşme süreci, demokratikleşme süreci ile üst üste çakışır, ABD, askeri bürokrasi ve medyanın mülkiyetini elinde tutan özel teşebbüs hep birlikte, yağmacı kentleşme sürecini denetim altına alır, ülkenin iç ve dış kaynakları barış içinde kalkınma ve refah için kullanılır… Gerçek olayların ak senaryoya mı, yoksa kara senaryoya mı daha yakın olacağını ise siz okurlarımla birlikte tüm Türkiye halkının genel eğilimleri ve bu eğilimleri yansıtan sivil toplum kuruluşları ile siyasal partilerin etkinlikleri belirleyecektir.”

Ne kadar büyük strateji… 
Ne büyük öngörü… 
Küreselleşmeciler bakacaklar bu iş AKP’yle olmuyor. 
AKP demokrasi getirmiyor. 
Büyük sermaye, asker ve ABD el ele verip Türkiye’yi AKP’den kurtaracak. Türkiye refaha ve kalkınmaya kavuşacak. 
ABD ve büyük sermaye seyasinde…
İyi de büyük sermaye ve ABD’den bizi kim kurtaracak. 
Tabii Kongar’a göre böyle bir dert yok. 
Onun ak senaryosunda yönetici AKP olmasın da kim olursa olsun yeter.

Cumhuriyet gazetesindeki son günlerdeki Batıcı ve İsrailci gayretkeşlik bundan…Onlar AKP karşıtı… Ama gericiliğe, bölücülüğe veya ABD’ye karşı değiller. AKP gitsin kendilerine ABD biraz kemik atsın da, gerisi önemli değil. Buna ulusalcılık denebilir mi?

Son Yalan: “Ilımlı İslam” Karşıtlığı

Tüm bu omurgasızlıklara, yaltaklanmalara ve oportünizme tek bahanesi var Cumhuriyet gazetesinin; “ Laikliği korumak, Ilımlı İslamı engellemek, AKP’yi devirmek ya da frenlemek…”

Diğer yandan CHP de yıllarca Atatürkçülerden oy toplamış bir parti olarak her türlü ilkesizliği ve Atatürkçülükten sapmayı aynı gerekçelerle meşrulaştırmıştı.
Tıpkı Cumhuriyet gibi CHP de Batı’ya yaltaklanıyor. AB’yle temaslar kurmak için Brüksel’e giden Baykal burada esas AB’ci partinin CHP olduğunu, “AKP’nin Türkiye’yi Batı’dan kopardığını” söylüyor. 
Cumhuriyet gazetesi bu söylemi aynen destekliyor. 

Eskinin AB karşıtları en hızlı AB’ci olmuş. 
Zannediyorlar ki Batı AKP’yi çoktan Silmiş. 
Aç tavuk kendini darı ambarında sanırmış.

Ergenokon iddianamesine yansıyan bir gerçeği hatırlatmak istiyoruz. 2008 Şubat ayında meğersem Cumhuriyet gazetesi temsilcileri ABD’de Dick Cheney’in yardımcılarıyla görüşme ayarlamışlar. Cheney’e AKP’yi şikâyet edip, laikler adına destek istemişler. Cheney’in adamları da “AKP’ye muhalefet varsa destekleriz ama öyle bir güç göremiyoruz. CHP’den de umudumuz yok.” demiş.
Kısacası adamlar emperyalist. Sen işbirlikçi olmak istiyorsan elbette seni kullanır. Bunu kimse stratejik deha sanmasın. Ama adam aptal değil ki. Senin hiçbir gücün olmadığını da biliyor. İlhan Selçuk ABD başkanlarına sürekli mektup gönderip kendilerini Türkiye’nin yerine komalarını istiyor. Bir kere İlhan Beye soralım. Sen kendini ABD başkanının yerine koy. Bir tarafta hizmete hazır AKP, diğer tarafta CHP ve sözde ulusalcılar… 

Ne yapar ABD? İkisini de tepe tepe kullanır. Ama güçlü olanı yani AKP’yi iktidar yapar.

Bu kepaze işbirlikçilik oyununa kılıf olarak “Ilımlı İslam” karşıtlığı ve “laiklik” kullanıldı. İyi de CHP bugün artık laikliği savunmuyor. CHP de Ilımlı İslama oynuyor. İşin ilginç yanı CHP’nin çarşaf, Kuran kursu ve tarikat açılımını Cumhuriyet gazetesi de destekliyor. İlhan Selçuk, Cumhuriyet gazetesi ve CHP kurumdur yıpratmayın diyor:

“CHP’yi şansını zorlamak yolunda rahat bırakmak.. Kurumsallığını bile zorlayan tek seçeneği desteklemekte direnmek en tutarlı yoldur...CHP laik Türkiye Cumhuriyeti’nin orta direklerinden bir kurum.. Kişilerin malı değil.. Laik Türkiye’nin kurumu.. Ayakta durması gerek...”

Mehmet Faraç ise CHP’nin gerici açılımlarını eleştirenlerin tümünü entellikle suçluyor. Aslında CHP laikliği savunuyormuş. Anadolu gerçeğiyle barışıyormuş. Dinci açılımlardan da en çok dinciler rahatsızmış.
E, hani siz laiklik adına ABD ve İsrail’i bile destekliyordunuz! Laikliği terk eden CHP’ye niye karşı çıkmıyorsunuz? Her şey bu kadar basit mi? CHP dincilik takiyesi yaparak “şansını zorlayacak”, İlhan Selçuk ise Amerikancılık yaparak “şansını zorlayacak…” Maksat işbirlikçilik olunca hepsi bahane…
Peki ya Türkiye’ye ve Türk Milletine ne olacak? Biz yine ABD sömürgesi olacağız. Türkiye’yi yine Kürt-İslamcılar yönetecek. Türkiye yine hızla bölünmeye gidecek.
İşin tek gerçeği var. Batıcı oldukça laiklikten daha da çok kopulur. Dolayısıyla ne CHP ne de Cumhuriyet gazetesi laikliği savunmak, Ilımlı İslama karşı çıkmak adına Batıcılığı ve Amerikancılığı bize önermesinler. Kimse o kadar aptal değil. CHP ve Cumhuriyet gazetesi ABD’yi doğru yola (!) getirmiyor. Tersine ABD için hizaya giriyorlar.

Türkiye öyle bir ülke ki, her türden işbirlikçi çıkıyor. Yıllarca dinciler, Kürtçüler ve liboşlar ulusalcıları Türkiye’yi Batı’dan koparmakla ve Ortadoğu’ya hapsetmekle suçladılar. Şimdi bazı sözde ulusalcılar aynı söylemi kullanıyor. Elbiseler değişti.
Amerikancı-İsrailci ulusalcılık, Atatürkçülük olur mu? Yıllarca kendilerini Atatürkçülüğün noteri ilan edenler istedi diye Amerikancı bir Atatürkçülük mümkün olabilir mi? Olmaz. Olan şu; ilkesizliği cephe politikası, ideolojisizliği pragmatik zeka, mandacılığı stratejik deha olarak yutturmak isteyen ve yıllarca Atatürkçülük ve ulusalcılık üzerinden rant sağlayan bir kesim artık tüm maskelerinden ve kıyafetlerinden arınmış çırılçıplak işbirlikçiliğiyle karşımızda dikiliyor.
Sevindirici Gelişme… AKP ile işbirlikçilik yarışında başarılar dileriz. Sonuna kadar “ Şansınızı zorlayın.” Atatürkçülük ve ulusalcılık artık tamamen devrimcilere kalmıştır. Hayırlı uğurlu olsun.

(Sayı 224, 16/02/2009)




.