Bilal Erdoğan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bilal Erdoğan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Haziran 2019 Çarşamba

10 Soruda: 17-25 Aralık Operasyonları

10 Soruda: 17-25 Aralık Operasyonları
17 ve 25 Aralık 2013'te gerçekleştirilen operasyonlar, aradan bir yıl geçmesine rağmen Türkiye kamuoyu gündemindeki yerini koruyor.
Operasyonlar hükümet ile muhalefet arasındaki en önemli gerilim başlıklarından.
Hükümet bu operasyonların bir "paralel örgüt" eliyle hükümeti yıkmayı amaçlayan siyasi operasyonlar olduğunu belirtmeye devam ediyor.
Muhalefet ise soruşturmalardaki takipsizlik kararıyla hükümet mensuplarının, ailelerinin ve hükümeti destekleyen kişilerin karıştığı büyük yolsuzlukların aklandığı kanısında.
Gülen Cemaati'ni hedef aldığı iddia edilen son gözaltı operasyonunun da 17 ve 25 Aralık operasyonlarına cevap niteliğinde olduğu yorumları yapılıyor,
Peki 17 Aralık ve 25 Aralık'ta ve sonrasında ne olmuştu? 
Yaşananları 10 soruda derledik.

17 Aralık 2013'te ne oldu?

17 Aralık 2013 sabahı, Cumhuriyet Savcısı Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç'in talimatıyla, birçok kişinin gözaltına alındığı büyük bir operasyon başlatıldı.
Gözaltına alınan kişilere, 'rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık' gibi suçlamalarının yöneltildiği operasyonu İstanbul Cumhuriyet Başsavcı vekili Zekeriya Öz koordine ediyordu.
O dönemdeki İçişleri Bakanı Muammer Güler'in oğlu Barış Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın oğlu Salih Kaan Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın oğlu Abdullah Oğuz Bayraktar, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan, işadamları Ali Ağaoğlu, Rıza Sarraf ve Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir'in de aralarında yer aldığı 89 kişi gözaltına alındı.

Gözaltına alınanlara ne oldu?

Bakan çocukları Barış Güler ve Salih Kaan Çağlayan, işadamı Rıza Sarraf ve Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan'ın da aralarında bulunduğu 26 kişi tutuklandı.
Telif hakkı
Bakan Bayraktar'ın oğlu, işadamı Ağaoğlu ve Fatih Belediye Başkanı Demir'in de aralarında olduğu diğer şüpheliler ise serbest kaldı.
Tutuklananlar ayrı ayrı dönemlerde serbest bırakıldı. Rıza Sarraf, Barış Güler, Salih Kaan Çağlayan 28 Şubat'ta salıverildi.

Hükümet nasıl tepki verdi?

Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, başlatılan soruşturmayı hükümeti ve ekonomiyi hedef alan siyasi bir operasyon olarak yorumladı.
Hem Erdoğan hem de AKP hükümetinin önemli isimlerinin yaptığı açıklamalarda operasyonun Gülen Cemaati tarafından yürütüldüğü belirtildi.
Soruşturmanın ardından aralarında Erdoğan ve bazı bakanlar dahil birçok hükümet yetkilisine, bürokrata ve iş adamına ait olduğu iddia edilen ses kayıtları internet ortamında yayınlandı.
Bu süreç boyunca hükümet Gülen Cemaati'ne eleştirilerini artırdı ve devleti ele geçirmek isteyen bir 'Paralel Yapı'ya vurgu yaptı.
Operasyonlar ardından Egemen Bağış, Avrupa Birliği Bakanlığı görevinden alındı. İçişleri Bakanı Muammer Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ise bakanlık görevlerinden istifa ettiler.

25 Aralık'ta ne oldu?

25 Aralık'ta bu kez başka bir operasyon başladı.
Savcı Muammer Akkaş tarafından yürütülen soruşturmada 96 kişiye yöneltilen suçlamalar arasında 'suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve yönetmek, ihaleye fesat karıştırmak ve rüşvet' bulunuyordu.
Savcı Akkaş, birçok iş adamının da aralarında bulunduğu 41 kişilik gözaltı listesi hazırladı, mahkemeden bazı iş adamlarının malvarlığına el koyma kararı çıkarttı.
Akkaş, Başbakan Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan için de şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrı evrakı hazırladı. Ancak Emniyet, Savcı'nın talimatlarını yerine getirmedi.
96 şüpheliye yönelik suçlamalar arasında 'suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve yönetmek, ihaleye fesat karıştırmak ve rüşvet' bulunuyordu.
Bilal Erdoğan ifadesini 5 Şubat'ta, soruşturmaya Akkaş'ın yerine atanan yeni savcılara verdi.

Soruşturmalar Emniyet yetkililerini nasıl etkiledi?

17 Aralık'tan hemen bir gün sonra emniyetin çeşitli kademelerinde görev değişiklikleri başladı. 18 Aralık'ta, aralarında operasyonu gerçekleştirenlerin de bulunduğu beş şube müdürü görevden alındı.
19 Aralık'ta İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın merkez valiliğine atandı.
20 Aralık'ta Emniyet'teki görevden almalar yayıldı.
6 Ocak'ta Ankara Emniyet Müdürlüğü'nde gece yarısı büyük çapta görev değişikliği yapıldı. 350 polisin yeri değiştirildi. 8 Ocak'ta bir Emniyet Genel Müdür Yardımcısı ile 15 ilin Emniyet müdürleri görevden alındı.
24 ile de yeni Emniyet müdürü atandı. 22 Ocak'ta Ankara Emniyet Müdürlüğü'nde 470 amir, müdür yardımcısı ve memurun görev yeri değiştirildi.
Bu tarihten sonra da görev değişiklikleri devam etti. 17 Aralık'tan sonra yaklaşık 6 bin Emniyet mensubunun yerinin değiştirildiği tahmin ediliyor.

Soruşturmaların savcılarına ne oldu?

17 Aralık soruşturması, 29 Ocak 2014'te Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç'in elinden alındı.
Celal Kara, İstanbul 45. Asliye Ceza Mahkemesi'ne duruşma savcısı olarak atandı. Kara daha sonra Afyonkarahisar Cumhuriyet Savcılığı'na atandı.
Mehmet Yüzgeç, İstanbul 1. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi'ne duruşma savcısı oldu. Yüzgeç, Haziran ayında ise Kahramanmaraş Cumhuriyet Savcısı olarak atandı.
25 ARALIK SORUŞTURMASI DOSYASI ISE, 26 ARALIK'TA SAVCI MUAMMER AKKAŞ'TAN ALINDI.
Ocak 2014'te Bakırköy Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği görevine atanan Zekeriya Öz 11 Şubat'taki, 166 hakim ve savcının görev yerini değiştiren HSYK kararnamesi ile Bolu'ya savcı olarak atandı.
Telif hakkı

Adliye önünde yazılı basın açıklaması dağıtan Akkaş, "Soruşturma yapmam engellenmiştir" dedi. Başsavcı Turan Çolakkadı, bir basın toplantısı ile Savcı Akkaş'ı soruşturmanın gizliliğini ihlâl etmekle suçladı.
Çolakkadı'nın ardından HSYK (Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu), oy çokluğu ile bir bildiri yayımladı ve soruşturmayı bir üst birime bildirmeyi mecbur kılan yeni Adli Kolluk Yönetmeliği'nin, davaların önünü tıkayacağını ve Anayasa'ya aykırı olduğunu savundu.
16 Ocak'ta İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı dahil, 19 savcı ve bir hâkimin yeri değişti.
Muammer Akkaş ise Tekirdağ'a atandı.
Kasım ayında HSYK Başmüfettişi Ömer Kara, 17 Aralık operasyonuyla ilgili hazırladığı soruşturma raporunda, Zekeriya Öz, Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç'in meslekten ihracını talep etti.
17 Aralık 2013'ten bu yana yapılan hakim ve savcı atamalarının ciddi bir bölümünün soruşturmalarla ilgili olduğu düşünülüyor.

Operasyonlar HSYK'yı nasıl etkiledi?

Hükümet, kamuoyunda yoğun tartışmalara neden olan bir sürecin ardından HSYK'nın yapısında değişiklik öngören bir yasa çıkarttı.
Düzenlemeyle HSYK bünyesinde Adalet Bakanı'na hâkim, savcı ve adalet müfettişlerinin atanması ile disiplin soruşturmaları gibi birçok konuda geniş yetkiler verildi.
Yeni yasa hem ülke içindeki muhalefet hem de Avrupa Birliği tarafından eleştirildi.
ELEŞTIRILERIN ODAĞINDA, 'HÜKÜMETIN YARGININ BAĞIMSIZLIĞINI YOK ETTIĞI' IDDIASI VARDI.
Telif hakkı
Dönemin HSYK Başkanvekili Ahmet Hamsici, 66 sayfalık bir açıklama yaparak, değişikliğin Anayasa'ya aykırı olduğunu söyledi.
2014 yılının Eylül ve Ekim ayında yapılan seçimlerle 2018 yılına kadar görev yapacak HSYK üyeleri belirlendi.
AKP'nin seçimlerde Yargıda Birlik Platformu'na destek verdiği bildirildi.
Seçim sonuçları ve iktidarın HSYK'daki doğal üyeleri hesaplandığında hükümet, HSYK'da hem 15 olan toplantı yeter sayısına, hem de 12 olan karar yeter sayısına ulaşarak önemli bir güç elde etti.

17 Aralık soruşturmasının sonucu ne oldu?

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yaklaşık 11 ay süren incelemenin ardından, 17 Ekim 2014'te dosyayla ilgili takipsizlik kararı verdi.
Son olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Birimi savcılarından Ekrem Aydıner tarafından yürütülen soruşturmanın kararında 'soruşturma kapsamında usulüne uygun delil toplanmadığı, suçun unsurlarının oluşmadığı ve herhangi bir örgüte rastlanmadığı' belirtildi.
Eski Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan'ın eyleminin ise 'Yardım Toplama Kanunu'na muhalefet' niteliğinde değerlendirilmesinden dolayı dosyasının ayrılmasına ve hakkında işlem yapılması için İstanbul Valiliği'ne gönderilmesine karar verildi.
Aslan hakkındaki diğer tüm suçlamalarda takipsizlik kararı verildi.
Takipsizlik kararına yapılan itirazı değerlendiren İstanbul 6. Sulh Ceza Hakimliği, 16 Aralık'ta 2014'te, yani 17 Aralık gözaltılarının yıldönümünden saatler önce itirazı reddetti.
Hakim Fevzi Keleş yaptığı açıklamada "53 şüpheli hakkında verilen takipsizlik kararı usule ve yasaya uygundur" dedi.

25 Aralık soruşturması nasıl sonuçlandı?

2 Eylül 2014'te, 25 Aralık soruşturmasıyla ilgili takipsizlik kararı verildi.
Bilal Erdoğan'ın da aralarında bulunduğu 96 şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığı belirtildi.
Kararda '96 şüpheli hakkında, örgüt kurmak ve örgüt üyesi olmak suçlarından kovuşturmaya yer olmadığı' ifade edildi.
Ayrıca kararda, soruşturmayı hazırlayanların 'Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya çalışmakla' suçlanması dikkat çekti.
Savcılar, '25 Aralık soruşturmasının hukuki bir soruşturma görünümü altında Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren ortadan kaldırmaya ve engellemeye yönelik bir teşebbüs' olduğunu belirtti.

TBMM'deki soruşturma ne durumda?


DÖRT ESKI BAKAN (MUAMMER GÜLER, ZAFER ÇAĞLAYAN, ERDOĞAN BAYRAKTAR VE EGEMEN BAĞIŞ) HAKKINDA HAZIRLANAN FEZLEKELER ÖNCE ADALET BAKANLIĞI'NA GÖNDERILDI.
Telif hakkı
Adalet Bakanlığı'ndan, "Meclis'e gönderilmesi gerektiği" gerekçesiyle geri gönderilen fezlekeler daha sonra TBMM'ye geldi.
19 Mart'ta TBMM'de fezleke gerilimi yaşandı.
TBMM Genel Kurulu, CHP'nin olağanüstü çağrısı üzerine dört eski bakan hakkında hazırlanan fezlekeleri görüşmek üzere toplandı.
Fezlekeler 'gizlilik kararı' gerekçesiyle okunmayınca, muhalefetten büyük tepki geldi. Fezlekelerle ilgili genel görüşme talebi meclis tarafından oylandı, reddedildi.
Bakanlar hakkındaki yolsuzluk ve rüşvet iddialarını incelemek için kurulan soruşturma komisyonu ise çalışmalarına Ekim ayında başladı.
Kasım ayında komisyonla ilgili haberlere yayın yasağı getirildi.
TBMM Başkanı Cemil Çiçek'in başvurusu üzerine Ankara 7. Sulh Ceza Hakimliği'nin aldığı karar TBMM tarihinde bir ilk oldu. Basın meslek örgütleri ve muhalefet, yasağa sert tepki gösterdi.
***

6 Aralık 2018 Perşembe

17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu Olarak Bilinen olayın SONUÇLARI., BÖLÜM 9

17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu Olarak Bilinen olayın SONUÇLARI., BÖLÜM 9


3. Resmi evrakın yok edilmesi.,

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talimatları doğrultusunda Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünce yapılan çalışmalar neticesinde tahkikat aşamasını takip etmekle görevli Nitelikli Dolandırıcılık Büro Amirliğince hazırlanmış olan söz konusu soruşturmaya ilişkin polis fezlekesi ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek üzere sıralı amirlerin inceleyip paraflaması akabinde ise şube müdürünün imzalaması amacıyla hiyerarşik silsile doğrultusunda sıralı amirlere sunulmuştur. 
Görevlerine başladıkları andan itibaren sırasıyla Şube Müdür Yardımcısı Arzum NAZMAN, Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Hakan SIRALI ve İl Emniyet Müdür Yardımcısı Selami YILDIZ’a; Nitelikli Dolandırıcılık Büro Amiri Başkomiser Mehmet Akif ÜNER, soruşturmadan sorumlu ekip amiri Kom. Yrd. Hüseyin KORKMAZ ve Kom. Yrd. Savaş AKYOL tarafından soruşturma kapsamında her türlü bilgi ve belgeyi detayları ile birlikte kendilerine aktarılmıştır. 
Başta İl Emniyet Müdür Yardımcısı Selami YILDIZ olmak üzere Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Hakan SIRALI ve Şube Müdür Yardımcısı Arzum NAZMAN soruşturmanın her safahatından ve içeriğinden bilgi sahibi olmuşlardır.
Soruşturma kapsamında hazırlanan polis fezlekesi Polis Memuru Hakan ÜRKMEZ ve Kom. Yrd. Hüseyin KORKMAZ tarafından paraflanmak suretiyle büro amiri olan Başkomiser Mehmet Akif ÜNER’e sunulmuş, Mehmet Akif ÜNER tarafından da paraflanan fezleke Şube Müdür Yardımcı Arzum NAZMAN’a Kom. Yrd. Hüseyin KORKMAZ tarafından sunulmuştur. 
Hazırlanan fezleke Şube Müdür Yardımcısı Arzum NAZMAN tarafından Emniyet Müdürü Vefa KARAKURDU odasında incelenmiş ve kendisi tarafından paraflanmıştır. Fezlekeyi Arzum NAZMAN’a bizzat Kom. Yrd. Hüseyin KORKMAZ götürmüş ve Arzum NAZMAN’ın evrakı parafladığını bizzat görmüştür.
Ancak Şube Müdür Yardımcısı Arzum NAZMAN parafladığı fezlekeyi Şube Müdürü Hakan SIRALI’ya sunmak gerekçesiyle fezlekeyi alarak şube müdürlüğü katından dışarı çıkarmıştır. Yaklaşık 2 saat kadar söz konusu fezleke şube müdürlüğü katından dışarıda kalmış ve bu zaman diliminde Arzum NAZMAN tarafından ne yapıldığı bilinmemektedir. Bu arada Soruşturma Savcısı Celal KARA ise sürekli Kom. Yrd. Hüseyin KORKMAZ’I arayarak fezlekenin bir an önce ulaştırılması talimatını vermiş, Arzum NAZMAN geldikten sonra, önce Kom. Yrd. Hüseyin KORKMAZ’A fezlekenin imzasız haliyle adliyeye gitmesini emretmiş, yoldayken tekrar arayarak geri dönmesini emretmiştir.
Belirtilen yaklaşık 1,5 - 2 saat süreden sonra Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Hakan SIRALI hazırlanan fezlekenin imzalanmayacağı belirtmiştir. Başkomiser Mehmet Akif ÜNER tarafından, kendisine fezlekenin imzalanmamasının gerekçesi sorulduğunda; Şube Müdürü Hakan SIRALI tarafından İl Emniyet Müdür Yardımcısı Selami YILDIZ ve İl Emniyet Müdürü Selami ALTINOK tarafından fezlekenin imzalanmaması yönünde talimat geldiğini belirtmiştir. Bu sırada Başkomiser Mehmet Akif ÜNER, Şube Müdürü Hakan SIRALI’yı zora sokacağını, Soruşturma Savcısı Celal KARA’nın fezlekeyi beklediğini belirtmesi üzerine, İl Emniyet Müdür Yardımcısı Selami YILDIZ ile bir görüşme gerçekleştirmişlerdir. Buradaki görüşmeler sonrasında, söz konusu fezleke Şube Müdürü Hakan SIRALI tarafından kendisine soruşturma kapsamında her türlü bilgilendirme yapılmış olmasına rağmen gerekçesiz bir şekilde kasıtlı olarak imzalanmamıştır.

Diğer yandan, fezlekenin paraflı suretinin bulunduğu sayfanın klasörde olmadığını fark edilmiş, bunun üzerine Mehmet Akif ÜNER tarafından Şube Müdür Yardımcısı Arzum NAZMAN’a, Polis Memuru Hakan ÜRKMEZ’in, Kom. Yrd. Hüseyin KORKMAZ, Başkomiser Mehmet Akif ÜNER ve Şube Müdür Yardımcısı Arzum NAZMAN’ın paraflarının olduğu sayfanın nerede olduğu sorulmuş, kendisinin de parafının olduğu o sayfayı imha ettiğini belirtmiştir. Bahse konu evrakın paraflı suretinin (son) sayfası tekrar çıktı alınarak Polis Memuru Hakan ÜRKMEZ, Kom. Yrd. Hüseyin KORKMAZ ve Başkomiser Mehmet Akif ÜNER tarafından paraflanmış, paraflanarak Arzum NAZMAN ve Hakan SIRALI’ya parafa/imzaya çıkarıldığına dair tutanak tutulmuş, Emniyet Müdürü Hakan SIRALI ve Emniyet Amiri Arzum NAZMAN da fezlekeyi imzalamadıklarına dair tutanak tutmuşlardır.
Bu hadise ile ilgili kamera kayıtlarının incelendiğinde bilgiler teyit edilecektir.
Örgüt hiyerarşisi kapsamında Hakan SIRALI, Arzum NAZMAN Selami YILDIZ ve Selami ALTINOK’UN talimatları doğrultusunda hareket ederek suçluyu kayırma, resmi evrakı yok etme ve görevini kötüye kullanma suçlarını işlemişlerdir.

ÖRGÜT FAALİYETLERİ KAPSAMINDA İŞLENEN DİĞER EYLEMLER

EYLEM XIII.,

MEHMET KILIÇLAR SUÇ DUYURUSU

ADLİ MAKAMLARCA YÜRÜTÜLEN KAMUYOUNCA 17-25 ARALIK SORUŞTURMALARI OLARAK BİLİNEN 2012/120653 VE 2012/656 SAYILI SORUŞTURMALARLA İLGİLİ İFTİRA, HAKARET VE ADİL YARGILAMAYI ETKİLEMEYİ TÜŞEBBÜS EYLEMLERİ

EYLEM XIV.,

HAKARET, İFTİRA, HEDEF GÖSTERME. ADİL YARGILAMAYI ETKİLEMEYE TEŞEBBÜS.




11 Haziran 2014 tarihli Takvim Gazetesi ve Sabah Gazetesinde muhabir Ferit ZENGİN imzalı, içerik itibariyle birbirinin hemen hemen aynısı olan bir haber yayınlanmıştır. Takvim gazetesinin ilk sayfasında, 12 ve 13.sayfalarında “Gülen İstihbarat Teşkilatı” başlığı ile yayınlanan haber (EK-), aynı tarihli Sabah Gazetesinin 22.sayfasında “Mit Krizi Fırsatçılarına Taviz Yok- Casusluktan Yargılanacaklar!” başlıkları ile yayınlanmış (EK-), haberlerde fotoğrafım ve adım, başkaca isimlerle birlikte verilerek kişilik haklarımı ve itibarımı zedeleyici nitelikte ve gerçeğe aykırı olarak kurgulanmış bir yayın yapılmıştır.
Haberin içeriği incelendiğinde, haberi yapan muhabir tarafından kamuoyunda 17 ve 25 Aralık “Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonları” olarak bilinen ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü adli soruşturmalara “darbe”, bu operasyonu yapan biz görevlilere ise “casus” dendiği anlaşılmaktadır. Muhabir tarafından hiçbir hukuki veri ile desteklenmeyen ve hemen hemen tamamı yalan olan haber, şüpheli muhabirin mesleki yetersizliği ve tecrübesizliği varsa anlayışla karşılanabilecekken, ülkemizin iki saygın ulusal gazetesi ve internet sitelerinde düzeltilmeden, doğrulatılmadan yayınlanmış olması, ilgili yayın kuruluşlarının yıllardır yayın yapmalarından dolayı tecrübesizlik ve mesleki yetersizlikle açıklanamayacağı açıktır.  
Kişilik haklarımı ihlal eden, ayında, şahsiyet, itibar ve saygınlığıma yönelik gerçek dışı ithamlarda bulunularak, kişilik haklarıma saldırıda bulunulan haber incelendiğinde; 

“Gülen İstihbarat Teşkilatı Paralel yapı 2012'deki MİT krizi sonrası Başbakan Tayyip Erdoğan ve MİT Başkanı Hakan Fidan'ı takibe aldı. Kanunsuzca yapılan dinleme ve takip görüntüleri CD'lerle dış basına ve yabancı örgütlere servis edildi. Operasyonu yapan müdürler Mahir Çakallı ve Yakup Saygılı meslekten atıldı. İki paralel amire casusluk soruşturması açılması bekleniyor.” 
Hükümeti düşürmek için 17 ve 25 Aralık sürecini yürüten paralel yapının, iki yıl önce yaşanan MİT krizinin ardından Başbakan Tayyip Erdoğan ile yakın çevresini takibe aldığı ortaya çıktı. İki darbe girişimi sonrası işleme sokmak üzere önceden hazırladıkları fezlekede Başbakan Recep Tayyip Erdoğan için 'dönemin Başbakanı' ve 'örgüt lideri' ifadelerini kullanan paralel yapının, Başbakan ve yüksek derece devlet görevlilerini takip ettiği, dinleme yaptığı ve elde ettikleri bilgileri de yurt dışına servis ettikleri de belirlendi.” satırlarına yer verilmiştir.
Yukarıdaki satırlar incelendiğinde muhabirin hayalinde oluşturduğu, Gülen İstihbarat Teşkilatı diye başlık attığı ve adına paralel yapı dediği bir suç grubunun Başbakanı, yüksek dereceli devlet görevlilerini ve Mit Müsteşarını takibe aldığı, yasadışı olarak telefonlarını dinlediği, bu dinlemeleri yabancı basına ve örgütlere servis ettiği, 17 ve 25 Aralık isimlerinde iki adet darbe girişiminde bulunduğu anlaşılmaktadır. 

Gerçekte ise konu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü 2012/120653 ve 2012/656  sayılı soruşturmalar kapsamında, 17 ve 25 Aralık 2013 tarihinde adli makamların operasyon yapılması emrini vermiş olması sonucu icra edilen faaliyetlerdir. 17 Aralık 2013 tarihinde adli amirlerin emirlerini uygulayan veya basından öğrendiğim kadarıyla 25 Aralık 2013 tarihinde uygulamayan birimin adı ise Gülen’e bağlı paralel yapı değil, sivil otoriteye bağlı, devlet tarafından eğitilen, görev verilen, maaşları ve operasyon giderleri devlet tarafından karşılanan adli kolluk görevlileridir. 

O tarihte operasyonları icra eden birim olan Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü idim.  2012/120653 ve 2012/656 sayılı soruşturmalar kapsamında, ben ve arkadaşlarım tarafından imzalanarak adliyeye gönderilen hiçbir dokümanda muhabirin iddia ettiği gibi 'dönemin Başbakanı' ve 'örgüt lideri' ifadelerinin kullanılmadığını 08.06.2014 tarihindeki www.twitter.com internet sitesinden açıklamama rağmen (EK-) muhabir bu iftirayı gündemde tutmayı tercih etmiş ancak söz konusu gazetelerin bu durumdan neyi amaçladığı anlaşılamamıştır.  Sn Başbakanın Yalova Mitinginde söz ettiği 17 Aralık fezlekelerinde kendisinden bahisle “Dönemin Başbakanı” tabirlerinin kullanıldığı iddiasının doğru olmadığına dair Sn Başbakan hakkında Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı’na 28.05.2014 tarihinde 2014/2360 sayısı ile suç duyurusunda bulundum. Bu konu medyada yer aldı (Ek-). Yayın grubunun ve muhabirin bu durumu bilmelerine rağmen şahsımı ve mesai arkadaşlarımı karalama, itibarsızlaştırma amacına hizmet ettiği anlaşılmaktadır. 

Ayrıca yine 08.06.2014 tarihinde twitter.com adresinden (EK-) kamuoyuna yaptığım açıklamada haberdeki ifadelerin aksine, Başbakan dâhil yasama dokunulmazlığı olan hiç kimsenin ve Başbakanın aile fertlerinin telefonlarının dinlenmediğini duyurmuştum. Bu durum bilinmesine rağmen haberde konunun bu şekilde işlenmesi sadece iftira kapsamında değerlendirilebilir. 
Haberde yine muhabir tarafından yasa dışı dinlemelerden bahsedilmekte ve bu dinleme verilerinin yabancı servislere verildiğinden casusluk soruşturmasının açılacağı belirtilmektedir. Bu durumun gerçek dünyadaki gerçek adli işlemlerle bağdaşmadığı açıktır. Bahsedilen operasyonlar, adli birimlerin onayı ve emri ile yapılan adli telefon dinlemeleri (CMK md.135) ve adli izlemeler (CMK md.140) ile gerçekleştirilmiştir. Bu da dinleme ve izlemelerin mahkeme kararlarına dayandığı ve tamamen yasal olduğunu gösterir. Haberde kastedilen dinlemeler, adli birimlerin talimatıyla tarafımızca icra edilen operasyona ait dinlemeler ise, bu durum habercinin mesleki yeterliliğini tekrar tartışmaya açacaktır ki adli kolluk tarafından şüpheliler sadece mahkeme kararı ile dinlenebilir ve bu da dinlemeleri kanuni yapar. Yok, eğer kastedilen sosyal medyada yayınlanan dinlemeler ise şahsım da bu dinlemeleri yayınlayan twitter sosyal platformu kullanıcıları hakkında Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığına 2014/21966 sayısı ile suç duyurusunda bulundum. Bütün bu açıklamalara rağmen haberci tarafından hakkımda casusluk suçlaması başlatılacağı iddiasıyla “İŞTE CASUSLAR” diyerek fotoğrafımı basmasını şaşırtıcı buluyorum. Hiçbir hukuki dayanağı olmayan bu iddianın, bırakın hüküm giymeyi, yargılanmayı, kendisine casuslukla ilgili bu güne kadar hiçbir soru yöneltilmeyen bir kişinin “İŞTE CASUSLAR” diye ilan edilmiş olması sadece son günlerde tırmandırılan bir algı çalışmasının parçası olarak izah edilebilir. Zira hakkımda, suç uydurularak, sahte delillerle operasyon yapılacağına dair yapılan algı çalışmaları sebebiyle Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN, İçişleri Bakanı Efkan ALA, Gazeteci Elif ÇAKIR, gazeteci Abdülkadir SELVİ ve bazı bazı kamu görevlileri hakkında savcılık makamına 2014/2561 sayı ile suç duyurunda bulundum. Bu suç duyurusundan sonra dahi, bu tip hiçbir dayanağı olmayan haberlerin yayınlanıyor olması, suç duyurusu konusunda şahsımı haklı çıkarmaktadır.   

      Haberde Ayrıca;

GİZLİ ÖRGÜTE SERVİS.

Darbe sürecinin ardından İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'nde yer alan paralel yapıya bağlı bazı polislere soruşturma açılmıştı. Yaklaşık 5 ay süren soruşturmaların ardından, daha önce görev yerleri değiştirilen, silah ve rozetlerine el konan ve açığa alınan eski İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şubesi'nden Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Mahir Çakallı ile eski İstanbul Mali Şube Müdürü Yakup Saygılı, geçen hafta meslekten ihraç edildi. 

YASA DIŞI DİNLEME. 

Başını, Çakallı ile Saygılı'nın çektiği ilk kadronun, Başbakan Erdoğan'ın 10-17 Nisan 2012'de Haliç Kongre Merkezi'nde yaptığı bir görüşmeyi takip ettiği ve elde ettiği görüntü ve dinleme kayıtlarını servis ettiği ortaya çıktı. İddiaya göre; Çakallı, Organize ve Narkotik Suçlardan Sorumlu İl Emniyet Müdür Yardımcısı görevindeyken kendi sorumluluk alanına girmemesine rağmen, resmi yazıyla Haliç Kongre Merkezi'ne başvuran Çakallı, kongre merkezinden temin ettiği güvenlik kamerası görüntülerini müfettiş raporlarına göre dönemin Mali Suçlarla Mücadele Müdürü Yakup Saygılı'ya verdi. Saygılı ve ekibi de bu görüntüleri, fotoğrafa ve CD'ye dökerek önce iç basına ardından da dış basın ve gizli örgütlere servis etti. 

CASUSLUK DAVASI. 

Bu örgütlerin arasında Türkiye'ye düşman tutumları olan devletlerin gizli örgütleri de var. Yine Başbakan Erdoğan ve yakın çevresini kanunsuz dinleyip, dinleme kayıtlarını sosyal medyadan yayan paralel yapı, sözde suç kapsamına sokmaya çalıştığı bu görüntü ve dinleme kayıtlarını topladıktan 20 ay sonra ise sözde yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarına kalkıştı ve devletin parasıyla otomobil kiralayıp bakan takip etti. Müfettiş raporlarıyla belgelenen bu gerçekler ışığında ihraç edilen isimlerin casusluk suçlamasıyla yargılanmaları bekleniyor. 

100'DEN FAZLA İHRAÇ VAR.

İçişleri Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu, önceki günlerde Yakup Saygılı'nın yardımcısı Kazım Aksoy ile emniyet amiri İbrahim Şener, başkomiser Arif İbiş, komiser Mustafa Demirhan ve polis memuru Ercan Taş'ı meslekten ihraç etti. Kurul, müfettiş raporları doğrultusunda İstanbul Emniyet Müdürlüğü'yle ilgili 30'un üzerinde raporu değerlendirmeye aldı. İçinde mükerrer ihraçların da bulunacağı 100'ün üzerinde ihraç kararının, önümüzdeki günlerde açıklanacağı belirtildi. 

İŞTE O CASUSLAR. 

Yakup Saygılı Mahir Çakallı .,

Paralel müdürler 10-17 Nisan tarihleri arasında Haliç Kongre Merkezi'nde gerçekleşen görüşmelerde MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı da izleyerek dinleme yaptılar Dönemin İstanbul Narkotik Şube Müdür Yardımcısı Mahir Çakallı, Başbakan'la ilgili kayıtları yetkisini aşarak topladı ve paralel meslektaşı Yakup Saygılı'ya verdi. İfadeleri kullanılmaktadır. 

Aynı konu ile ilgili Cumhuriyet Gazetesinin 21 Şubat nüshasında “Haliçte Karanlık Zirve” olarak yayınlandı (EK-5). O haberde takip edilen şahsın Başbakan ve devlet büyükleri değil, hakkında mahkeme kararı olan, o dönemde ülkemize girişi yasak olan, başbakanlık koruma ekipleri tarafından pasaport kontrolünden geçirmeden ülkeye sokulan ve korunan Yasin El-Kadı isimli şahsın bulunduğu Haliç Kongre Merkezinin güvenlik kamerası görüntülerinin alınması ile haberdeki fotoğrafların ortaya çıktığı belirtilirken, şüpheli muhabir ve yayın grubunun  aslında takip altındaki Yasin El-Kadı’nın fotoğrafına ve bilgilerine hiç yer vermemesi ile, sanki Başbakan’ın takip edildiği izlenimini oluşturarak bir algı faaliyeti gerçekleştirerek,  neredeyse tamamı yalan olan bir habere imza atmalarına sebep olmuştur. Soruşturmanın gizliliği sebebiyle burada göreve ilişkin bilgiler tarafımca açıklanmayacak, gizlilik kalktıktan sonra bu bilgiler ek bir dilekçe ile tarafınıza bildirilecektir. 
Haberde müfettişler tarafından suç işlediğimizin tespit edildiğinden bahsedilmektedir. Bahsedilen disiplin soruşturmasını başlatan  Emniyet Genel Müdürü Mehmet KILIÇLAR, soruşturmayı yöneten Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığı, soruşturma müfettişleri Erhan GÜLVEREN  ve Kenan AYDOĞAN hakkında Görevi Kötüye Kullanma, Adil Yargıyı Etkilemeye Teşebbüs, Göreve İlişkin Sırrın Açıklanması,  Evrakta Sahtecilik, Suç Uydurma suçlarını işlemesi iddiası ile adli makamlara suç duyurusunda bulundum. 
Kaldı ki soruşturmanın başlaması sonrası istifa etmek zorunda kalan ve hakkında fezleke hazırlanarak TBMM’ne gönderilen eski İçişleri Bakanı yerine atanan yeni İçişleri Bakanı Afkan ALA’nın 18 Aralık 2013 gecesi İstanbul Valisi H.Avni MUTLU ile yaptığı telefon konuşmaları (EK-6), sosyal medyada yayınlandıktan sonra  13.03.2014 Perşembe günü CHP  Milletvekili Umut ORAN tarafından Adana CHP binasında yaptığı basın açıklamasında bu sesleri tablet bilgisayarından dinleterek alenileştirdiği konuşmalara(EK-7) göre Sn ALA 18 Aralık tarihinde tarafımı görevden aldırmış ve İl Valisine “görevden derhal alın ki ifade alamasınlar. İş işten geçer yoksa” anlamında bir ifade kullanarak tarafsızlığını yitirmiştir. Şimdi ise dönemin Başbakanlık Müsteşarı olan SN ALA günümüzün İçişleri Bakanı’dır ve tarafımı ihraç eden kurul doğrudan kendisine bağlıdır. Bu durumda soruşturmanın  tarafsız ve bağımsız” yapılması ilkesinin uygulanmasının mümkün olmadığı soruşturma dosyasına bakıldığında net bir şekilde görülmektedir. 
Sonuç olarak habere imza atan ve yayınlayanlar, gerçekle ilgisi olmayan haberlerle kişilik haklarımı ihlal etmiştir. Yayında, şahsiyet, itibar ve saygınlığıma yönelik gerçek dışı ithamlarda bulunularak, kişilik haklarıma saldırıda bulunulmuştur. Haberin somut verilere değil, tümüyle yanlış varsayımlara dayandığı açıkça görülmektedir. Yazıda kamuoyuna aktarılan bilgilerin hiçbirinin doğruluğu teyit edilmemiş, yazının konusu ile ilgili hiçbir araştırma ve soruşturma gerçekleştirilmemiş, kısacası basın meslek etiği hiçe sayılarak şahsımı karalama politikası izlenmiştir.  Haberde iddia edildiği gibi görev aldığım hiçbir soruşturmada gizliliği ihlal etmedim ve görevin gereklerine aykırı davranmadım. Aksine meslek hayatım boyunca Sicil Notum her zaman yüksek puanlardaydı. Görev aldığım soruşturmalar neticesinde onlarca Takdirname, Başarı Belgesi, Üstün Başarı Belgesi ve yüzlerce taltif aldım.
Bu haber ile şahsi itibarım ve kişilik haklarım açık ve ağır bir şekilde saldırıya uğramıştır. Bu haber başlıkları ve içerikleri hukuk kuralları ve basın meslek ilkelerine açıkça aykırı olup kişilik haklarını ihlal eden kara propaganda niteliğindedir. Haberde ismim başkaca isimlerle anılarak ihlal daha da ağır bir hale getirmiştir. Haber ve içerik, görevini layıkıyla yapan kamu görevlilerini ve icra ettikleri görevleri itibarsızlaştırma ve haklarında sahte delillerle yapılacak olası bir operasyonu kamuoyuna haklı gösterme amacı gütmektedir.





 Türk Ceza Kanunu'nun 125'inci maddesinde;
 "(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ya da yakıştırmalarda bulunmak veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi gerekir. 
  (2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur. 
  (3) Hakaret suçunun; 
a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,
b) Dinî, siyasî, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı, 
c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle,
İşlenmesi hâlinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz. 

(4) Ceza, hakaretin alenen işlenmesi hâlinde, altıda biri; basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, üçte biri oranında artırılır.
(5) Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır.  " denilmektedir.
Türk Ceza Kanunu'nun 126'inci maddesinde ise;

"(1) Hakaret suçunun işlenmesinde mağdurun ismi açıkça belirtilmemiş veya isnat üstü kapalı geçiştirilmiş olsa bile, eğer niteliğinde ve mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda duraksanmayacak bir durum varsa, hem ismi belirtilmiş ve hem de hakaret açıklanmış sayılır."
Türk Ceza Kanunu'nun 125'inci ve 126'ıncı maddelerinin gerekçelerine bakıldığında ise; 
"MADDE 125– Madde metninde hakaret suçu tanımlanmıştır. Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukukî değer, kişilerin şeref, haysiyet ve namusu, toplum içindeki itibarı, diğer fertler nezdindeki saygınlığıdır. 
Bu düzenlemede 765 sayılı Türk Ceza Kanununda benimsenen haka¬ret ve sövme suçu ayırımı kaldırılmıştır. 
Hakaret suçunun oluşabilmesi için, kişiye somut bir fiil veya olgu is¬nat edilmelidir. Örneğin, kamu görevlisinin bir kişiden bir iş karşılığında belli bir miktar rüşvet aldığı yönünde isnatta bulunulması durumunda haka¬ret söz konusudur. Kişiye isnat olunan somut fiilin gerçek olup olmaması¬nın, hakaret suçunun oluşması bakımından bir önemi yoktur. Ancak, iddia olunan hususun gerçek olduğunun ispat edildiği durumlarda, fail cezalandı¬rılmayacaktır.
 Maddenin dördüncü fıkrası hakaret suçunun alenen işlenmesi, bu su¬çun bir nitelikli şekli olarak kabul edilmiştir. Aleniyet için aranan temel öl¬çüt, fiilin, gerçekleştiği koşullar itibarıyla belirli olmayan ve birden fazla kişiler tarafından algılanabilir olmasıdır. 
Keza, aleniyetin basın ve yayın yoluyla gerçekleşmesi durumunda ar¬tırma oranı ayrıca düzenlenmektedir. 
MADDE 126: Hakaret suçunun oluşabilmesi için mağdurun belli veya belirlenmesinin olanaklı bulunması gereklidir. İşte bu maddeyle suçu işleyen tarafından mağdurun kimliğinin açıkça belirtilmediğinde, ne gibi bir durumun varlığı hâlinde ismin belirtilmiş ve hakaretin açıklanmış sayılaca¬ğına ait ölçü gösterilmektedir. 
Madde, aslında usûl hukuku bakımından ispata yönelik, karineye ben¬zer bir ölçü getirmiş bulunmaktadır." denilmektedir.
Basın Kanunu'nun 3. maddesinde, basın özgürlüğü ve hakları tanımlanırken "Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. " denilmektedir. Ne haberin manşeti, ne de haberin içeriği kanun koyucu tarafından basın yayın organlarına tanınan bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma hakları cümlesinden değildir.
Söz konusu haber yukarıda yer verilen eylemlerden tarafımın da ihraç edilmesi sonrasında basında yer almıştır. Bu durum benzer haberlere imza atan gazeteci ve yayın organlarının kamuoyunca 17 ve 25 Aralık olarak bilinen soruşturmaları etkilemeye yönelik olduğunu göstermektedir. Nitekim tarafımın ve birlikte görev yaptığım adli kolluğun hukuk dışı yöntemlerle meslekten ihracı yapılan soruşturmaları itibarsızlaştıran doneler olarak haberde yer almıştır. İsimlere kadar varan detaylı bilgilerin haberde yer alması da süreklilik prensibi içinde yukarıda adı verilen örgüt üyelerinin ve yöneticilerinin işlediği suçlara katkı sağlamakla birlikte ancak adı geçen kamu görevlisi olan şüphelilerden temin edilebilecek bilgilerdir.

SUÇ İŞLEMEK AMACI İLE KURULAN YARGI AYAĞI VE FAALİYETLERİ EYLEM I.,

SUÇ DELİLLERİNİ YOK ETME, GİZLEME VEYA DEĞİŞTİRME SUÇLUYU KAYIRMA

Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nde 18 Aralık 2013 tarihine kadar birlikte adli kolluk görevini yerine getiren emniyet personeli hakkında Efkan ALA’NIN talimatı ile başlayan hukuksuzluklar dizisinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na 17 Aralık 2013 tarihinden sonra yeni atanan Başsavcı ve Cumhuriyet Savcılarının de önemli bir yer aldığı görülmektedir.
Suç işlemek amacı ile kurulan örgütün emniyet birimlerine yeni atanan vasıfsız personeli marifeti ile atılan iftiralar, düzenlenen sahte belgeler vasıtası ile görevini hakkıyla yerine getiren 17 Aralık 2013 öncesi personeli hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurularında bulundukları ve asılsız suç duyuruları ile ilgili Başsavcı Hadi Salihoğlu’nun görevlendirdiği Cumhuriyet Savcılarının harekete geçtikleri görülmüştür. Atılan iftiralar ve düzenlenen sahte belgeler hakkında, ayrıca idari soruşturmalar yürüten Polis Başmüfettişlerinin tarafsızlıklarını yitirdikleri ve görevini kötüye kullandıkları iddiaları hakkında yapılan tüm suç duyurularının da yine Hadi Salihoğlu’nun görevlendirmesi ile Cumhuriyet Savcısı Basri Aydın’a yönlendirildiği görülmüştür. 18 Aralık 2013 tarihine kadar İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nde görev yapan, başarısını ispatlamış, adli kolluk görevini ifa etmiş personel hakkında yürütülen soruşturmalarda CMK’daki usulleri uygulamaktan çekinmeyen Cumhuriyet Savcılarının 18 Aralık 2013 tarihinden sonra aynı birimde görev yapan yeni personel ve Polis Başmüfettişleri hakkında yürütülmesi gereken soruşturmalarda aynı hareketleri sergilemedikleri görülmektedir. Nitekim yapılan suç duyurularının nerdeyse tamamı aynı Cumhuriyet Savcısına, Basri Aydın’a, tevdi edilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Memur Suçları Bürosu’ndaki tek Cumhuriyet Savcısının Basri Aydın olmadığı da bilindiğine göre örgütün emniyet ayağını teşkil eden personelin korunduğu anlaşılmaktadır. Nitekim yapılan suç duyuruları üzerine herhangi bir yaptırımla karşılaşan emniyet personelinin olmadığı bilinmektedir.
Örgütün adliye ayağında görev yapan Cumhuriyet Savcılarından İsmail UÇAR da 17 ve 25 Aralık soruşturmalarında görev yapan personel ile ilgili soruşturmaları yürütmektedir. Şahsın aynı zamanda İrfan FİDAN, Murat ÇAĞLAR ve Fuzuli AYDOĞDU ile birlikte 25 Aralık dosyası olarak bilinen 2012/656 sayılı soruşturmayı yürütmekle görevli Cumhuriyet Savcısı olarak atandığı da görülmektedir. Bu üç Cumhuriyet Savcısının 18 Aralık yargı darbesi ile içeriği bakımından oldukça vahim iddialardan müteşekkil bir dosyaya atandıktan sonra yaptıkları ilk iş soruşturmanın başından sonuna kadar görev almış emniyet personeli Kazım AKSOY, M. Habip KUNT ve M. Fatih YİĞİT’İN tanık ifadelerini almak olmuştur. Bağımsız olduklarına inanmak istenilen bu Cumhuriyet Savcılarının soruşturmadaki iddiaları ve şüphelileri soruşturmak yerine soruşturmayı yürütenleri şüpheli olmakla itham edip tanık ifadelerini almaları, soruşturmayı yaklaşık 2 (iki) yıl boyunca yürüten Cumhuriyet Savcısı Muammer AKKAŞ’IN verdiği gözaltı talimatını kaldırdıkları, soruşturmada şüpheli iş adamları ve diğer şahıslar için verilen mahkeme kararının kaldırılmasında rol oynadıkları ve sonrasında adı geçen şüphelileri adliyeye çağırıp ifadelerini aldıktan sonra saldıkları görülmüştür. Bu durum adil olmaları gereken Cumhuriyet Savcılarının başka saiklerle ve örgütün ihtiyaç duyduğu nitelikte çalışmalar yaptıklarını göstermektedir. Nitekim 23.08.2014 tarihi itibari ile kamuoyunun yakından takip ettiği dosya hakkında herhangi bir işlem yapılmamıştır.
Soruşturmayı ilerletmek bir yana 2012/656 sayılı soruşturma kapsamında elde edilen delillerin karartıldığı kamuoyuna yansıyan aşağıdaki belgeden anlaşılmaktadır. Soruşturmanın ilk savcısı Muammer AKKAŞ tarafından …… tarihli verilen sonlandırma kararı bulunmasına rağmen kamuoyuna da yansıyan ses kayıtlarından da anlaşılacağı üzere örgüt üyelerinin kuvvetle muhtemel suça konu görüşmelerinin olabileceği ses kayıtları imha edilmek istenmiştir. Söz konusu ses kayıtlarının suç unsuru içerip içermediğine bakmak yerine suç işlemek amacı ile kurulan örgütün adliye ayağındaki Cumhuriyet Savcıları İsmail UÇAR, İrfan FİDAN ve Murat ÇAĞLAR suç unsuru içerme ihtimali olan ses kayıtlarının imha edilmesi talimatı vermişlerdir .

Ayrıca 2012/656 sayılı soruşturmayı yürüten yeni savcılardan İsmail Uçar, 2012/656 ve 2012/120653 sayılı soruşturmalarda görev alan emniyet personeli hakkında da soruşturma yürütmektedir. Bu durum da aynı savcının tarafsızlığına muhalif bir durumdur.

Cumhuriyet Savcısı İsmail UÇAR’IN örgütün ihtiyaç duyduğu şekilde hareket ettiğini ve örgütün amaçlarına uygun düşecek şekilde 2012/656 ve 2012/120653 sayılı soruşturmalarda görev alan personel hakkında gerek psikolojik gerekse maddi baskı uyguladığını gösterir bir durum da, daha önce İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü adli kolluk görevini yerine getiren emniyet personeli hakkında 2014/40457 sayısına kayden yürüyen soruşturmadır. Soruşturma usulü ve kapsamı bu gayeyi anlamakta bize yardımcı olacaktır. Nitekim soruşturmaya konu belgeler incelendiğinde-soruşturma savcısından yazılı dilekçe ile CMK 153 kapsamında alınan dosya suretinden herhangi bir belgenin gizlenmediği varsayılırsa- adli kolluk olarak görevini yerine getirmiş personel hakkında Polis Başmüfettişleri tarafından hazırlanan raporlar ile suç isnadında bulunulduğu, Cumhuriyet Savcısı İsmail UÇAR’IN herhangi bir soruşturma ve araştırma faaliyetinden ziyade dosyaya gelen evraklar üzerinden soruşturmaya devam ettiği, soruşturma kapsamında ilgili-ilgisiz tüm evrakların değerlendirildiği ve böylece normal şartlar altında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Memur Suçları Soruşturma Bürosu tarafından yürütülmesi gereken ayrı ayrı soruşturmaların ortada bir ‘örgüt’ varmış gibi topluca ve bir arada, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu savcılarından İsmail UÇAR tarafından örgütlü bir soruşturmaya konu edindiği, ancak 2014/40457 sayılı soruşturma kapsamında şüpheli olduğu iddia edilen şahıslara teslim edilen dosya suretlerinde örgütün TCK 220. Maddesi ve Yargıtay içtihatlarında belirtilen; 

1- Suç işlemek amacı ile kurulmak,
2- Suç işleme kastında süreklilik,
3- Suç işleme imkân ve kabiliyetine sahip olmak,
4- Suç işleme kastında hiyerarşik hareket etmek

Unsurlarından herhangi birine rastlanılmadığı anlaşılmıştır.  Dosyanın sipariş usulü maddi gerçeği araştırmak yerine bazı siyasi yakınlarının ve siyasilerinin adlarının karıştığı yolsuzluk dosyalarında çalışan adli kolluk görevlilerini itibarsızlaştırmak, dolayısı ile soruşturmaları itibarsızlaştırmak için açık tutulduğuna dair Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 07/05/2014 tarih ve 29367668.2039 sayılı yazısı örnek gösterilebilir. Bu yazı içeriğinde bahse konu yolsuzluk dosyalarında görev almış Komiser Mustafa DEMİRHAN’IN yasal haklarının kullandırılması konusundaki bir telefon görüşmesinde suç işlediği değerlendirilmiş ve evrak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na sevk edilmiştir. Yazı sonunda “… Şikâyetimizin Başsavcılığınız uhdesinde bulunan 29.04.2014 tarih ve 2014/2-2081 sayılı soruşturma dosyası ile birleştirilmesi…” şeklinde soruşturma Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu’na ve C.S. İsmail UÇAR’A yönlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu da mesnetsiz iddialardan oluşan soruşturma dosyasının kabarık gösterilmesi amacı ile örgüt üyelerinin kendi aralarında önceden yaptıkları anlaşmaya uygun olarak yürümektedir. Aksi halde, sadece bir şahsı içeren şikâyetin Terör ve Örgütlü Suçlar bürosunda yürüyen 2014/40457’ye dâhil edilmesi mümkün değildir.

Benzer şekilde 2014/40457 sayılı soruşturma ekinde yer alan Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı tarafından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na hitaben yazılan 27/02/2014 tarihli yazıda birtakım internet sitelerinden yayınlanan ses kayıtlarını sızdıranlar hakkında soruşturma yapılması hususu talep edilmiş olup dosya 2013 Aralık ayına kadar Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nde görev yapan adli kolluk görevlilerinin şüpheli olarak yer aldığı 2014/40457 sayılı soruşturma ile birleştirilmiştir.  Bu da yukarıdakine benzer bir durum olmakla birlikte yukarıda adı geçen müştekilerin itibarsızlaştırılarak haklarında sahte ve gerçeklikten uzak delillerle hazırlanacak bir örgüt soruşturmasında kullanılmak üzere gönderilmiş bir evrak olduğunu göstermektedir. Nitekim 2014/40457 sayılı soruşturmada 18 Aralık 2013 tarihinden sonra İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nde görevine başlayan Hakan Sıralı, Arzum Nazman gibi isimler söz konusu ses kayıtlarını ve bilgi-belgeleri sızdırabilecek iken şüpheli dahi olmamışlardır. Bu durum da aynı örgütün üyelerinin çıkarları doğrultusunda hareket ettiklerini göstermektedir. 



***

17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu Olarak Bilinen olayın SONUÇLARI., BÖLÜM 4

17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu Olarak Bilinen olayın SONUÇLARI., BÖLÜM 4






“Sızdırma” İftirası.,

Operasyondan önce sızma olmamıştır. Avukatların veya adliyenin
YeniAkit’in fiziki takibi yayınlaması, SELVİ
İkamet Aramaları (Recep Abinin olayı)
Sızma operasyondan önce olur, aynen şuan yapıldığı gibi

Bu hususları burada bahsetmemizin sebebi, aşağıda detaylarıyla değinileceği üzere, bu tarihten sonra bahse konu soruşturma ile uzaktan yakından alakası olmayan varsayım ve iftiralarla soruşturma ve soruşturmada göre alanlar yıpratılmaya ve itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştır. Bu konuda burada ve aşağıda yapılan açıklamalar, hakkımızdaki iftiralara cevap (savunma) mahiyetindedir.

25 Aralık (2012/656) Soruşturması.,

Kamuoyunca 25 Aralık dosyası olarak bilinen soruşturma, 1,5 yılı aşkın bir süre İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı uhdesinde yürütülen adli bir soruşturmadır. Kayıtlı numarası 2012/656 olan soruşturma o dönem TMK 10. Md. İle yetkili kısımda görevli Cumhuriyet Savcısı Muammer AKKAŞ’IN talimatları ile olgunlaşmıştır. Soruşturma ile ilgili kamuoyunun bazı yanlış yönlendirmelere maruz kaldığı soruşturmada görev alan aşağıda adı yazılı personel tarafından gözlemlenmiştir. 
Öncelikle soruşturma İhaleye Fesat Karıştırmak, Rüşvet, Nüfuz Ticareti, Resmi Belgede Sahtecilik, Soruşturma Gizliliğini İhlal, Tehdit, Usulsüz İşlemlerle Kamu Zararına Neden Olmak (Nitelikli Dolandırıcılık), Suç İşlemek Amacı İle Örgüt Kurmak Ve Yönetmek suçlarını araştırmak ve şüphelilerin tam tespiti ile somut delillerin ortaya konması amacıyla yürütülmüştür. Dosya kapsamında büyük çoğunluğu yolsuzluk konulu çok sayıda suç fiili tespit edilmiş ve tespit edilen hususların şüpheli şahıslar arasındaki telefon görüşmeleri, mahkeme kararlarına istinaden yapılan fiziki takipler ve alınan görüntüler ve bilirkişi raporları ile delillendirilmesi yoluna gidilmiştir.
Soruşturma kapsamında kamuoyunda yer alan asıl iddiaların aksine R. Tayyip Erdoğan, oğlu Bilal Erdoğan veya herhangi bir yakını-kızı, damadı, kardeşi vs.- dinlenmemiştir. Aynı şekilde fiziki takibe konu edilmemiş, görüntüleri alınmamıştır. Tüm bunları soruşturmada görevli adli kolluk personeli olarak ifade etmekteyiz. Ayrıca yasama dokunulmazlığı olan herhangi bir milletvekili, bakan vs. de dinlenmemiş veya takip edilmemiştir. 
Soruşturma kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na hitaben yazılan yazıda (fezlekede) Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan hakkında “Dönemin Başbakanı” ve “Örgüt Lideri” ifadeleri de kullanılmamıştır. 
Soruşturma süresince tespit edilen hususlarda;

Öncelikle Suç İşlemek Amacı İle Kurulan Örgütün işleyişi, yapısı ve özellikleri, kamu nüfuzunun maksimum düzeyde nasıl kullanıldığı ele alınmıştır.
Sonrasında kamu kaynaklarının körfez sermayesi olarak adlandırılan Yasin El Kadı, Muaz Kadı, Usame Kutub gibi şahıslar için seferber edildiği, bunda N. Bilal Erdoğan’ın etkisi ve Başbakanlık Yatırım ve Destek Ajansı Başkanı M. İlker AYCI ile diğer örgüt üyelerinin körfez sermayesi için seferber oluşu mahkeme kararları ile elde edilen maddi delillerle ortaya konmuştur. Bu safhada Yasin El Kadı Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde devletin en üst düzey kaynakları kullanılarak ağırlanırken, bundan dönemin T.C. Başbakanı R. Tayyip ERDOĞAN’IN haberdar oluşu da dikkat çekici olarak yerini almıştır. Kamuoyuna sızdırıldığı anlaşılan görüntülerde de Yasin El Kadı’nın BM Terörle Bağlantılı Kişiler listesinde olduğu ve Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına adımını atmasının dahi yasak olduğu dönemde T.C. Başbakanı R. Tayyip ERDOĞAN ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile de görüşmeler yaptığı anlaşılmakla birlikte bu iddialar doğrudur ve soruşturmada şüpheli Yasin El Kadı’nın ifadesinde sorulması gereken benzer çok daha fazla husus dosyada mevcuttur.  Bu safhada ayrıca Yasin El Kadı’nın suç işlemek amacı ile kurulan örgütün 1. Grubunun Lideri olduğuna ve şahsın Başbakan R. Tayyip ERDOĞAN’IN nüfuzu ile tamamladığı suça konu eylemlere yer verilmiştir.

Bir sonraki bölümde de R. Tayyip ERDOĞAN’IN yakın arkadaşı olması münasebeti ile adı kamuoyunda sıkça zikredilen M. Latif TOPBAŞ’IN liderliğini yaptığı 2. Gruba yer ayrılmıştır. Bu safhada da Başbakanlık Müsteşar Yardımcılarından İbrahim KALIN’IN da şüphelisi olduğu bazı suça konu eylemlere yer verilmiş olup, bu eylemler kapsamında, nüfuz ticareti/rüşvet, Kadıköy 3. İcra Dairesince çıkılan bir ihaleye fesat karıştırmak, dönemin Başbakanı R. Tayyip ERDOĞAN vasıtası ile sit alanları ile ilgili yapılan usulsüzlükler ve Urla villalarına yer verilmiştir.

N. Bilal ERDOĞAN’IN -her ne kadar teknik ve fiziki takibi yapılmasa da- örgütün 3. Grubunun başında olduğu ve TÜRGEV adına suça konu eylemleri takip ettiği, rüşvet, nüfuz ticareti ve tehdit yöntemleri ile TÜRGEV lehine arazi ve para topladığı tespit edilmiştir. Ayrıca örgüt üyelerinin kendi aralarında yaptıkları görüşmelerden TÜRGEV adına verilen tüm hayati kararların R. Tayyip ERDOĞAN tarafından verildiği ve vakfın gizli yöneticisinin R. Tayyip ERDOĞAN olduğu anlaşılmıştır.

Soruşturmaya konu suç gruplarından bir diğeri de yasama dokunulmazlığı olmayan bazı şüpheli işadamlarının yapılan teknik ve fiziki takibinde dönemin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali YILDIRIM’IN bu işadamlarına Başbakan R. Tayyip ERDOĞAN’IN talimatı ile kamuoyunda havuz medyası olarak bilinen bazı TV kanalı ve gazetelerin Ömer Faruk KALYONCU’NUN başına geçeceği Zirve Holding tarafından satın alabilmesi için rüşvet toplattığı, bu işlemleri danışmanı Ömer SERTBAŞ’IN takip ettiği, şüpheli şahısların yapılan teknik ve fiziki takibinde dönemin Başbakanı R. Tayyip ERDOĞAN’IN konuyu hassasiyetle takip ettiği ve paraların bir an önce toplanmasını istediği anlaşılmıştır. Bu iş adamlarının aynı zamanda TCDD ve Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından çıkılan ihaleler başta olmak üzere Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı bünyesinde çıkılan ihaleleri kendi aralarında paylaştıkları da soruşturma dosyasına girmiştir.
Örgütün diğer bir grubu olan 5. Grubun liderliğini de Kalyon Grup’un başındaki O. Cemal KALYONCU’NUN olduğu anlaşılmıştır. Bu grubun da etkin bir şekilde kamu ihalelerini takip ettiği ve Karayolları Genel Müdürlüğü Yetkililerini de etki altına alarak-rüşvet vs.- ihalelere fesat karıştırdıkları tespit edilmiştir.
Buraya kadar çok özet ve kısa bir şekilde yer verilen hususlar 2012/656 sayılı soruşturma dosyasında ayrıntılı olarak mevcuttur. Soruşturma kamuoyunda bazı basın ve yayın organları tarafından aktarılanın aksine yasama dokunulmazlığı olan herhangi biri hakkında Ceza Muhakemesi Kanunu’ndaki koruma tedbirleri uygulanmamıştır.
Dosya vahim denilebilecek düzeyde yolsuzluk iddialarından müteşekkildir ve iddialar tamamen somut delillere dayandırılmıştır. Görüldüğü gibi dosya bir “darbe” teşebbüsü iddiasından son derece uzak, tamamen yasal delillerden müteşekkildir. Kamuoyunca detayları henüz bilinmeyen bir soruşturma dosyası ile ilgili darbe iddiaları bir o kadar mantığa aykırıdır.
17 ve 25 Aralık Soruşturmaları Birer Darbe Girişimi midir?

17 ve 25 Aralık tarihlerinde dönemin Başbakanı halen Cumhurbaşkanı olan R. Tayyip ERDOĞAN tarafından dile getirilen ve iftira niteliğindeki söylemlerde (her zamanki akabinde bazı basım yayın organları, siyasetçiler ve köşe yazarları tarafından sıkça tekrarlanmak koşulu ile) 17 ve 25 Aralık ile adı özdeşleşmiş olan İstanbul cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2012/120653 ve 2012/656 sayılı soruşturmaları ile bir “darbe” yapılmaya teşebbüs edildiği, bunun da emniyet mensupları ve savcıların da bir maşası olduğu “paralel” bir örgüt tarafından yerine getirilmek istendiği ancak başarısız olduğu iddia edilmiştir. Daha da ileri gidilerek bu operasyonlarla dönemin Başbakanı olan R. Tayyip ERDOĞAN’IN Yassıada benzeri mahkemelerde yargılanacağı, hapse atılacağı iddia edilmiştir! Mantıki ve hukuki izahtan tamamen uzak bu iftiraların atılma sebebi de diğer iftiralar gibi kamuoyu algısını manipüle etmek, 18 Aralık darbesi ile ortaya çıkan bir suç örgütünün karalama ve dezenformasyon çalışmalarına konu etmek, 17 ve 25 Aralık olarak bilinen soruşturmaların yürümesini engellemektir. Atılan iftiralara dair izahatlar aşağıdaki gibidir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar Başlıklı 5. Bölümünde;




Anayasayı ihlal;

Madde 309- (1) Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar.
Yasama organına karşı suç.,

Madde 311- (1) Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılırlar.
Hükûmete karşı suç.,

Madde 312- (1) Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.
Şeklinde darbe olarak bilinen suçlar tanımlanmıştır. Usul bakımından belki yüzbinlerce emsali olan 17 Aralık ve 25 Aralık soruşturmaları, adı geçen şüpheli şahısların siyasi konumları sebebi ile başta o dönem Başbakan olan R. Tayyip ERDOĞAN tarafından birer darbe girişimleri olarak algı operasyonun bir parçası olmuşlardır. Bir anlığına bu iddiaların doğru olduğu varsayılsa bile darbe iddiası yukarıda yer verilen 3 maddeden birinin kapsamına girmek zorundadır. Bu minvalde aşağıdaki sorular da cevaplanmaya muhtaçtırlar.
TCK Madde 309 ve 311’in hükümete yönelik darbe suçlaması ile uyuşmaması sebebi ile bir darbe girişimi olduğu varsayılırsa bu madde 312’ye uygun olmak zorundadır. Bu durumda

1. Hükümeti ortadan kaldırma, veya.,

2. Hükümetin görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engelleme olmak zorundadır.

Gerek 17, gerekse 25 Aralık soruşturmalarında hükümeti ortadan kaldırma söz konusu olamaz. Çünkü ilk soruşturmada sadece 3 bakan, 2. Soruşturmada sadece 1 bakan şüpheli olarak yer almıştır. Bu bile iddiaların sadece suça karıştığı düşünülen kişilerin yer aldığı eylemlerle sınırlı olduğunu gösterir. Üstelik 17 Aralık soruşturması kapsamında bazı bakanların rüşvet eylemlerine karışma ihtimali olmadığı için örgüt üyeleri tarafından hoş karşılanmadığı, kendilerinden çekinildiği hatta korkulduğu vurgulanmıştır. 25 Aralık soruşturmasında ise sadece Binali YILDIRIM’IN dahil olduğu suça konu görüşmelere yer verilmiş olup burada tespit edilen iletişim içerikleri de iş adamlarının konuşmaları esnasında elde edilen verilerden derlenmiştir. Yani yasama dokunulmazlığı olan birisinin dinlenmesi veya takibi söz konusu değildir. Bu durumda hükümeti ortadan kaldırma nasıl mümkün olacaktır?
İkinci olarak muhtemelen darbe iftirası atanların bir tarafından tutturabilir miyiz diye en çok sarılacakları kısım olan “Hükümetin görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engelleme” suçlaması da izaha muhtaçtır. Bu açıdan;

17 ve 25 Aralık tarihlerinde hükümet etme pozisyonunda olan hangi bakana yönelik bir yakalama, gözaltına alma, ifade alma, ikametinde arama, tutuklama gibi tedbirlerden herhangi biri uygulanmıştır? Daha da ayrıntısı, hangi bakanın evi, telefonu, işyeri veya herhangi bir iletişim aracı hakkında Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uygulanmış ve dinlenmiş ya da izlenmiştir?

17 ve 25 Aralık tarihlerinde o dönem hükümetin başındaki isim olan R. Tayyip ERDOĞAN hakkında bir yakalama, gözaltına alma, ifade alma, ikametinde arama, tutuklama gibi tedbirlerden herhangi biri uygulanmış mıdır? Daha da ayrıntısı evi, telefonu, işyeri veya herhangi bir iletişim aracı hakkında Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uygulanmış ve dinlenmiş ya da izlenmiş midir?
Bu soruların cevabı olumsuz olduğuna göre hükümetin görevlerini yapması nasıl engellenmiştir? O dönem bakan pozisyonunda olan şahıslar herhangi bir rüşvet eyleminde yer aldı ise ve bu da soruşturma savcılarına CMK hükümleri kapsamında iletildi ise ve herhangi bir CMK tedbirine konu olmadan bu bakanın/bakanların bir rüşvet veya ihaleye fesat karıştırmak suçuna karıştığı tesadüfen elde edilen delillerde mevcut ise, bu deliller imha mı edilmelidir? Bu bakanın veya yasama dokunulmazlığı olan şahsın suç işlemesini meşrulaştırır mı? Zaten hakkında herhangi bir CMK tedbiri uygulanmayan yasama dokunulmazlığı olan şahıs suç işlemekten münezzeh midir? Eğer bu soruların cevabı hayır ise ve her şey CMK’daki usullere uygun yürütüldü ise bu nasıl hükümetin görevlerini yapmasını engeller? Suç işlemek amacı ile kurulan bir örgütün varlığını tespit eden adli kolluk ve Cumhuriyet Savcısı örgütün faaliyetlerini bertaraf etme adına tamamen usulüne uygun bir soruşturma yürütüyorsa ve yapılan operasyon bir rüşvet çarkını bertaraf ediyorsa, bu durumda da hükümet görevini yapamıyorsa, hükümet üyelerini görevlerinin rüşvet, ihaleye fesat karıştırmak, suç işlemek amacı ile hiyerarşik ve süreklilik kapsamında bir araya gelmek olduğunu mu düşünmeliyiz? Bu iddianın o dönem görev yapan hükümet üyelerinden herhangi bir suça karışmamış veya adı bile bulaşmamış olanları da zan altında bırakacağı düşünülürse bir suç örgütüne vurulan darbenin hükümetin faaliyetlerini engellemeye yönelik olduğunu söylemek hiçbir hukuki veya mantıki açıklamayla bağdaşmaz.
Türk Ceza Kanunu’nun 312. Maddesine göre ‘Hükümetin görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engelleme suçunun Cebir ve tehdit kullanarak işlenmesi durumunda “darbe” suçu işlenmiş sayılacaktır. Bu durumda 17 ve 25 Aralık 2013 tarihlerine geri dönecek olursak 17 Aralıkta hiçbir hükümet üyesi hakkında herhangi bir koruma tedbiri uygulanmamış hatta usul izlenerek soruşturma evrakları ilgili savcı tarafından TBMM’ye gönderilmiştir. Üstelik TBMM’de adı geçen bakanların soruşturmalarının yürütülmesi için komisyon dahi kurulmuştur. 25 Aralık’ta ise zaten operasyon Efkan Ala’nın liderliğini yaptığı örgüt üyeleri, yani İl Emniyet Müdürü Selami Altınok ve Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Hakan SIRALI tarafından Efkan Ala’dan alınan talimat gereği gerçekleştirilmemiştir. 




Bu durumda Cebir ve tehdit kullanılması bir tarafa, bazı siyasilerin, bakanların ve iş adamlarının adı geçen soruşturmaların gereğinin yerine getirilmesi engellenmiştir. Henüz 18 Aralık’ta yerleri değiştirilen Mali Suçlarla Mücadele Şube müdürü ve yardımcıları idarenin keyfi tasarrufu olmasına rağmen idarenin vermiş olduğu kararlara saygı göstermiş ve yeni görev yerlerine geçmiş veya müdüriyet emrine alınmışlardır. Adli kolluk görevlilerinin devam eden tasfiye dalgaları ile iş yapamaz hale getirilmesi ile yeni atanan Selami Altınok, Hakan Sıralı ve diğer rütbeli personel 25 Aralık olarak bilinen 2012/656 sayılı soruşturmanın akim kalmasına sebep olmuşlardır. Bu durumda 17 Aralık 2013 tarihine kadar Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü-idarenin tüm kararlarına yargı yolu saklı tutulmak kaydı ile uyarak- personeli olarak görev yapan hiçbir adli kolluk cebir veya tehdit kullanma yoluna gitmemiş, tamamen adli kolluk görevlerini ifa etmiş ve mahkeme kararları ile savcılık talimatlarını uygulamışlardır. 

Yukarıda anlatılan gerekçelerle, 17 ve 25 Aralık soruşturmalarının birer “darbe” girişimi olduğunun iddia edilmesi sadece hukuki ve mantıki izahtan uzak olmakla kalmayıp art niyetli, iftira maksatlı ve algı manipülasyonu yaparak soruşturmalardan aklanmak niyetlidir. Bu suç duyurusunun temel nedenlerinden bir tanesi de budur. 

2013 Aralık ayından 2014 Ağustos ayına kadar bu soruşturmalarda görev alan adli kolluk görevlilerinin ifadelerine dahi başvurulmamış ancak bazı yayın organları, soruşturmalarda kendileri veya yakınları aleyhine deliller bulunan siyasiler ve onlarla birlikte hareket eden bazı köşe yazarları belki de yüzlerce kez yapılan tamamen adli ve hukuka uygun olan çalışmaları “darbe”, “komplo” gibi ifadelerle itibarsızlaştırma yoluna gitmiştir.

3. Havalimanı - Hızlı Tren - 3. Köprü- Kanal İstanbul Projeleri ve 25 Aralık!.,

18 Aralık Yargı Darbesi ile başlayan hukuksuzluklar dizisine Cumhurbaşkanı R. Tayyip ERDOĞAN’IN sık sık katıldığı ve hatta bu hukuksuzlukları yönlendirdiği, gerek adli operasyonlara gerekse algı operasyonuna şekil verdiği anlaşılmaktadır. 

25 Aralık dosyası olarak bilinen 2012/656 sayılı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı uhdesindeki adli soruşturmada 3. Havalimanı -3. Köprü-Kanal İstanbul-Hızlı tren projeleri ile ilgili ne gibi çalışmalar bulunmaktaydı?
2012/656 sayılı soruşturma hemen bütün eylemleri ile bir yolsuzluk soruşturması olmasına karşın 3. Havalimanı projesi ile ilgili hiçbir ithamda bulunmamıştır. Soruşturmaya konu fezleke tarafımca kaleme alınmış, 3. Havalimanı ile ilgili gerek ihale gerekse edimin ifası aşamasında herhangi bir ithamda bulunulmamıştır. Buna rağmen Cumhurbaşkanı R. Tayyip ERDOĞAN’IN 3. Havalimanı temel atma töreninde kullandığı ifadeler kasıtlı ve algı manipülasyonuna yöneliktir. 

Henüz 25 Aralık olarak bilinen soruşturma hayata geçirilememiş iken 25 Aralık 2013 tarihinde o dönem Başbakan olan R. Tayyip ERDOĞAN,
“İstanbul'da 46 milyar dolarlık 3. havalimanı ihalesini gerçekleştirdik. Bu çeşitli mahfilleri rahatsız etmiştir. Havalimanına yönelik olumsuzluğu her an yapabilirler.” İfadelerini kullanmış ve adli çalışmalar ile elde edilen somut ve son derece ikna edici delilleri karartma çalışmalarına başlamış ve algı operasyonunun devamının geleceğinin sinyallerini vermiştir.
07.06.2014 tarihinde temel atma töreninde konuşan Erdoğan’ın;

“Biliyorsunuz geçen yılın Mayıs ayında bazı gezizekalılar türedi. Bu gezizekalılar maalesef bu havalimanını hazmedemediler; çünkü onların böylesi devasa bir havalimanının yapılmasını tahayyül etmeleri mümkün değildi. Onlar Türkiye'yi hala 12 yıl önceki gibi görmek istiyorlar

…. Onlar, Türkiye'nin o kutlu yürüyüşünün durdurulması için maşa olarak kullanıldılar. Onların derdi ne ağaçtı, ne fidandı, ne çiçekti... Ama 17 Aralık ve 25 Aralık'ta yaptığı ihanetin gayet iyi farkında olan bir örgüt karşımıza çıktı. Kendisini Türkiye düşmanlarına kiralayan bir örgüt... Bu büyük havalimanı ihalesini kazanan işadamları hedefe konuldu. Amaç Marmaray'ı, hızlı treni, en çok da bu projeyi engellemekti. Operasyona yolsuzluk görüntüsü verdiler ama aslında Türkiye'nin büyük projesine ve Türkiye'ye saldırı düzenlediler. Hamdolsun o tuzakları bozduk”  ifadelerini kullanmıştır.

Hâlbuki 3. Havalimanı projesini engellemek bir yana proje ile ilgili hiçbir suç isnadı dahi bulunmamaktadır. Soruşturmada adı geçen şüpheli işadamlarının kendi aralarında yaptıkları bazı görüşmelerde 3. Havalimanı projesini alanların rüşvet havuzuna katkıda bulunduklarına dair ifadeler geçmekle birlikte bu söylemler tahkikat aşamasında vurgulanmamış, bizzat şahıslar arasında geçen görüşmelere konu olmuştur. Kaldı ki rüşvet havuzu da Sabah-Atv-Ahaber rüşvet havuzu olup rüşvetin karşılığı olarak verilen ihalelerin de büyük çoğunluğu TCDD ihaleleridir. Bu durumda gerek usulü gerek ifası ile ilgili hiçbir suç isnadında bulunulmayan 3. Havalimanı projesine karşı olan ve projeyi engellemeye çalışan bir örgütün varlığı ortaya atılıp sonrasında kendisi ve yakınlarının adı geçtiği yolsuzluk soruşturmasında görev alan polisler ve hatta savcılar bu hayali örgütün üyesi olmakla suçlanmıştır. Soruşturmada 3. Havalimanı ile ilgili hiçbir iddia bulunmazken bu kadar sık vurgulanan bu iftira ile halk kin ve nefrete teşvik edilmiş ve iftiralar algı operasyonun bir parçası olarak bazı basın yayın organları ve köşe yazarları tarafından köpürtülmüştür. 
Yeni Şafak gazetesini 25 Aralık 2013 tarihinde operasyona dönüştürülmek istenen 2012/656 sayılı soruşturmanın yargı darbesi ile akim bırakılması sonrasında 26 Aralık 2013 tarihli  haberinde;

“Türkiye'deki siyasi istikrarı hedef alan derin operasyon şimdi de ekonomik istikrarı hedef tahtasına oturttu. Son bir haftada ekonomiye 40 milyar TL'den fazla zarar veren operasyonun ikinci haftasında, Türkiye'yi 2023'te dünyanın 10 büyük ekonomisinden biri yapmayı hedefleyen projeleri akamete uğratmak için düğmeye basıldı.


28 ŞUBAT HORTLADI.,

Yerli sermayenin son yılda yabancı sermaye karşısında güçlenmesini hazmedemeyen uluslar arası güçler, ülkenin gelecek hedeflerini icra etmede önemli roller üstlenecek olan onlarca muhafazakar şirketin patronunu tutuklamak için harekete geçti. 28 Şubat'ta 'Yeşil Sermaye' diye yaftalanarak ticari hayattan dışlanan Anadolu şirketleri şimdi de operasyon kapsamında baskı altına alınmaya çalışıldı. Ankara-İstanbul hızlı treni gibi büyük projelere imza atan Cengi İnşaat'ın sahibi Mehmet Cengiz, 3. Havalimanı Projesinin müteahhidi Cemal Kalyoncu gibi Anadolu sermayesinin öncü şirketleri hedefe oturtuldu.

TÜRKİYE'NİN 10 YILINA İPOTEK

Gezi olaylarını örgütleyen kesimlerin Başbakan Erdoğan'dan acil olarak durdurmasını istedikleri 3. Havalimanı, 3. Köprü ve Kanal İstanbul projeleri bu sefer savcıların hedefi oldu. Siyasi şova dönüşen bu operasyonda Gezi'de istenen uçuk istekler sacvcılarca gerçeğe dönüştürülmek istendi. Son yıllarda Anadolu sermayesinin yükselen şirketlerinin patronları gözaltına alınmak istendi. 22 milyar euro değerindeki 3. Havalimanı projesinin konsorsiyum ortaklarından Kalyon İnşaat'ın patronu Orhan Cemal Kalyoncu ile Cengiz İnşaat patronu Mehmet Cengiz gözaltına alınmak istendi. Faizleri çift haneli rakamlara yükselten operasyon nedeniyle, 3. Havalimanının yanı sıra hazırlık aşamasında olan Kanal İstanbul projesi de tehlikeye girdi. Operasyonlar nedeniyle 2023 projelerinin gecikmesi söz konusu olabilir.

YERLİ PERAKENDE DEVİ HEDEF ALINDI

Türkiye'de geniş halk kitlelerini indirim perakendeciliği ile tanıştırarak Türkiye'deki yabancı perakendeci hakimiyetine son veren BİM Mağazaları'nın Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Latif Topbaş da gözaltına alınmak istendi. Son 10 yılda 4 bin mağazaya ulaşarak Kuzey Afrika'da mağazalar açmaya başlayan BİM'in rekabetçiliği ile yerli rakip perakendecilerin de önünü açması sonucu ülkedeki yabancı perakendeci hakimiyeti sona ermişti.
Gezicilerin çılgın isteklerini savcılar başardı
Avrupa'daki havalimanlarının en büyük rakibi olması beklenen 3. Havalimannın yapımı engellenmek istendi.

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***