PKK Cumhuriyeti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
PKK Cumhuriyeti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ekim 2018 Cuma

PKK - CUMHURİYETİ VE AK-PARTİ., BÖLÜM 5

PKK - CUMHURİYETİ VE AK-PARTİ.,  BÖLÜM 5



Emekli Jandarma İstihbarat Astsubayı Hüseyin Oğuz, “geçmişe dair” Takvim’e 27.12.2011'de önemli açıklamalarda bulundu. Oğuz, adı karanlık cinayetlere karışan ve yaşayıp yaşamadığı yılan hikayesine dönen Yeşil’in hayatta olduğunu söyledi. Oğuz, “Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım sağ. Halen Belarus’ta yaşıyor” dedi. Eski istihbaratçı Oğuz, iddialarına şöyle devam etti: “Yeşil hala devlet tarafından korunuyor. Yıldırım yani Yeşil’in hakkında Kırmızı Bülten olmasına rağmen hala yakalanamıyor. Çünkü arkasında derin bir yapılanma var. 
Yeşil zaman zaman Türkiye’ye giriyor. Varın gerisini siz düşünün. Mahmut Yıldırım, Türkiye’de gerçekleştirdiği her olaydan sonra Belarus’un başkenti Minsk’e tatile gönderilirdi. Yani ödüllendirildi. Tüm bildiklerimi devlete 
anlattım. Ancak buna rağmen tanık korumaya alınmadım. Bu konu ve diğer konulara ilgili tüm bildiklerimi gerekli yerlere ilettim. Yakında piyasaya çıkacak olan ‘Karanlık Güçler Çeteler ve Faili Meçhul Cinayetler’ adlı kitabımda 
da tüm bilgileri anlattım. Ben hala yaşam mücadelesi veriyorum. Maddi ve manevi olarak bittim. Bana çobanlık bile yaptırmadılar. Buna rağmen yine de bildiklerimi açıkça söylüyorum. Ancak yine de size her şeyi anlatamam. Çünkü bildiklerimin onda dokuzunun bende kalması ‘yaşamam’ için gerekiyor (7). 

TBMM’nin, çok sayıda cinayetin faili olduğu iddia edilen ‘Yeşil’ kod adlı Mahmut Yıldırım muammasının çözülmesi için çok önemli bir girişimde bulundu. TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu, 1992 yılında Yeşil tarafından işkenceyle öldürüldüğü belirtilen Ayten Öztürk’ün babası Hıdır Öztürk’ün ifadelerinden yola 

çıkarak, Mahmut Yıldırım hakkında suç duyurusunda bulunmuştu.Söz konusu suç duyurularının 19 Aralık 2011 tarihinde yapıldığını kaydeden İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’ndan bir uzmana göre, Tunceli ve Elazığ savcılıklarına Meclis adına suç duyurusunda bulunuldu. Alt komisyonumuzda konuşan Hıdır Öztürk’ün ifadeleri de başvuruya eklendi. Daha önceki açıklamalarında ‘Yeşil’in yaşadığına inandığını’ söyleyen TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanı AKP’li Ayhan Sefer Üstün’ün, alt komisyonun çalışmalarının ardından 
inisiyatif alarak bu girişimde bulundu. TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Üyesi ve CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün de Meclis’in bu adımının olumlu sonuçlar doğurabileceği inancında: 

“Onca delile ve tanıklığa rağmen bugüne değin savcılar ve mahkemeler Yeşil hakkındaki iddiaları soyut bulduklarını ifade ettiler. Ancak eğer bu girişimin ardından ilgili savcılar Meclis’i dikkate alırlarsa Yeşil hakkında yakalama kararı çıkartılabilir. Ve bu durumda Yeşil’in sorumlu olduğu iddia edilen dosyalarda, örneğin 1992 yılında öldürülen Ayten Öztürk’ün dosyasındaki zamanaşımı tehlikesi de bertaraf edilmiş olur.” 


Aygün, Yeşil’in yaşayıp yaşamadığı şeklindeki soruyu şöyle yanıtladı: 


“Bu çok zor bir soru. Ancak Ayhan Çarkın’ın ifadeleri aydınlatıcı olabilir. Çarkın bazı çalışma arkadaşlarının eceliyle ölmediğini söylüyor. Yeşil’in hayatta olup olmadığını tartışırken bu devlet içi tasfiyeler iddialarını da değerlendirmek gerek.” 


Dikkat ediyor musunuz bilmiyorum ama son zamanlarda Ergenekon’un etrafındaki ayak izleri hep aynı adreste kesişiyor. Ergenekon Davası’nın kaçak sanığı Bedrettin Dalan’ın, İnternet Andıcı Davası’nın üç numaralı sanığı olan Tümgeneral Musatafa Bakıcı’nın, tavana bakılarak geçiştirilen ve kim olduğunu hala resmen öğrenemediğimiz ‘Dalan’a çantayla para götüren şike sanığının’ hep aynı adreste ortaya çıktığını görüyoruz. Belarus’un başkenti Minsk’den söz ediyorum. Neden Minsk? Çünkü Belarus ile aramızda ‘suçluların iadesi’ 

konusunda bir anlaşma yok. Diyorum ki Yeşil de sakın Minsk’de olmasın? Sahi, acaba Yeşil Minsk’te mi? (8). 

Kıbrıs Postası’ndan yazar Polat Alper’inde şöyle bir iddiası var, Okuyalım: 


Aldığım bir okuyucu mektubu, Türkiye`de kırmızı bültenle aranan Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım`ın uzun süredir KKTC`de yaşadığını ve bu bilginin, TC ve KKTC istihbarat birimleri tarafından bilindiği halde buna göz yumulduğunu idda ediyordu. Mektubu gönderen kişi, kendisinin de bu teşkilatın mensubu olduğunu bu sebepten kimliğini açıklayamayacağını söylüyordu. Bu bilgiyi özellikle Kıbrıs`ta geniş bir kitleye hitap eden Kıbrıs Postası Gazetesi aracılığıyla paylaşmayı tercih ettiğini belirtiyordu. Yeşil, MGK, 1992 yılında “Teröre, terörün 

kullandığı araçlarla son verme” kararını aldıktan sonra, JİTEM bünyesindeki 7 bölgede ağırlıklı olarak Güney Doğu’da operasyon timleri kurdu. 

Bunların başında sonradan generalliğe terfi eden Albay Veli Küçük vardı. Mahmut Yıldırım ise bu timin basit bir elemanıydı. Hatta PKK’ya haraç (yardım) veren iş adamlardan tahsil edilerek bankaya yatırılan paraları bile kendisi çekemiyordu. O işi Jandarma Astsubay Ahmet Demir yapıyordu. Karışıklık, Ahmet Demir ismini Mahmut Yıldırım’ın kod adı olarak kullanmasından kaynaklanıyordu. Yine tesadüf eseri bir başka Ahmet Demir bölge illerinden birinde Emniyet Müdürü idi. JİTEM resmi kadrosu olmayan onayla kurulmuş bir 

birimdi. Hem istihbarat hem de operasyon birimleri aynı çatı altındaydı. Emniyet’teki gibi ayrı birimlerde değildi. İstihbaratı kendisi yapıp imha etme emrini kendisi veriyordu. Hukuken böyle bir timin kabul edilmesi söz konusu bile olamazdı. JİTEM dağıtıldı, kimi general oldu, kimi uluslararası nakliyat filosu kurdu, kimi de Yıldırım gibi, Romanya’da uzun süre dolaştıktan sonra şimdilerde Kıbrıs’ta dinleniyor. 

Önceki yıllarda, Uzan ailesinin, Abdullah Çatlı’nın, Yaşar Öz`ün, hava korsanlarının ve daha birçok kanundan kaçan kişilerin KKTC`de saklandığı gündeme gelmişti. Peki tüm Türkiye`de aylarca konuşulan, kırmızı bültenle aranan Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım`ın KKTC`de yaşaması kimin umurunda? (9). 


Tekrar İzmir’e dönelim. Polis memuru, eski özel tim elemanı arkadaşla geçirdiğim günde geçmişte neler olduğunu beraber hatırladık. JİTEM bünyesinde başlayan iç çatışma nedeniyle Arif Doğan-Cem Ersever ekibi ile Veli Küçük-Mahmut Yıldırım (Yeşil) ekibi 1993’de karşı karşıya geldi. Arif Doğan'ın Ankara'ya çekilmesi, Cem Ersever'in emekliye ayrılmasıyla Batman üçgeninde Yeşil döneminin de önü açıldı. Bu dönemin başlangıcı ise, 20 Eylül 1992 tarihinde Musa Anter'in öldürülmesiyle başladı. 1992-1993 yılları arasında bölge'de yoğunlaşan faili meçhul cinayetler, 1997 yılında Başbakanlık Susurluk Raporu'na kadar taşındı. 


Bu cinayetlerle yetinmeyen ekipler, uyuşturucu, adam kaçırma, şantajla para sızdırma gibi ekonomik alana da yöneldi. 1993 yılı Mayıs ayında Turgut Özal'ın ölümünün ardından Başbakan Süleyman Demirel'in Çankaya Köşkü'ne çıkması, DYP'nin başına geçen Tansu Çiller'in Başbakanlık koltuğuna oturmasıyla da faili meçhul cinayetler Adana, Ankara ve İstanbul gibi kentlere sıçradı. JİTEM içerisinde başlayan iç çatışma, Ankara'da Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis, Lice'de Bahtiyar Aydın ve Mardin'de Albay Rıdvan Özden gibi muvazzaf 

subaylara kadar ulaştı. JİTEM’I kontrolu altına alan Veli Küçük, iddialara göre önüne çıkan, şiddetin bitmesini isteyen barış yanlısı askerleri Yeşil’e infaz ettirdi. 

İşte tam bu sırada Çiller, hedef hainler listesini açıkladı. Çiller'in İstanbul Holiday Inn Oteli'nde, 'Türkiye milis hareketi niteliğine dönüşmüş ve yaygınlaşmış bir terör hareketiyle karşı karşıyadır. PKK’nın haraç aldığı işadamı ve sanatçıların isimlerini biliyoruz. Hesap soracağız' açıklamasının ardından Batman'da DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar öldürülürken, ekim ayında ise JİTEM'deki ayrılıklar nedeniyle basına konuşmaya başlayan Cem Ersever, JİTEM elemanı Kemal Uzuner'in Aydınlıkevler'deki evinden alınarak Bolu'da bulunan Başbakanlık Atış Poligonu'nda sorgulandıktan sonra Yeşil tarafından öldürüldü. Ersever ile birlikte sevgilisi Nevval Boz ile Mustafa Deniz de öldürülen isimler olarak kayıtlara geçti. Öldürülmesi gereken, sözde PKK’ya yataklık yapan 10 bin kişiyi bin operasyonla temizleme fikri tamamen Mehmet Ağar’ındır ve bunu MGK’da 1992 yılında Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’e de kabul ettirmişti. Hatta Güreş’in bu ortaya çıkarsa hepimizi sallandırırlar dediğini duymuştum. Şimdi yaptıkları hatanın, ektikleri nefret tohumunun hesabını vermenin vakti geldi. 


Ersever'in elinde bulunan ve Doğu illerinde birçok eylemde kullanılmaya başlanan patlayıcıların ölümü sonrasında Ankara ve İstanbul'da peşpeşe meydana gelen patlamalarda ortaya çıkması, Yeşil'in Ankara'daki izini açığa çıkardı. Ve Ankara Emniyet Müdürlüğü tarafından gözaltına alınan Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'ın sorgusuna bizzat Ankara Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar da katıldı. Bu dönem iki Mehmet arasında krize yol açan Yeşil, kaburgaları kırık bir halde Mehmet Eymür'e teslim edildi. 


Cem Ersever'in Ölümü sonrasında başlayan tartışmalarda taraf olan Aydınlık Dergisi ve Doğu Perinçek, Ersever'in Yeşil tarafından öldürülmediğini, Hanefi Avcı ve ekibi tarafından korunduğuna dikkat çeken yayınlar yaptı. Adnan Akfırat'ın Eşref Bitlis'e ilişkin yazdığı yazılar ile Doğu Perinçek'in ' Çiller Özer Örgütü ' isimli kitabında JİTEM korunurken, Emniyet İstihbaratı açıkça suçlandı. Gözaltından çıkan Yeşil, MİT bünyesinde yeni bir görev için Şam'da yaşayan PKK elebaşısına suikast için Şam’a uçtu. 


Bu suikastta kullanılacak olan patlayıcılar ise Viranşehir Belediye Başkanı Halil İbrahim Keleşabdioğlu'nun organizesiyle Ceylanpınar'ın Reselayn Kapısı'nda Şam'a gönderildi. 


Çiller’in siyasi rakibi Mesut Yılmaz’ın Yalçın Küçük’e ulaştırdığı notla suikastdan haberdar olan Öcalan, suikastın başarısız olmasını sağladı. Yılmaz, hoşlanmadığı Mehmet Eymür ve Yeşil gözden düşürmeye çalışmıştı. Şam merkezinde zamansız patlayan bomba, iki Mehmet arasındaki kavgayı derinleştirdi ve Mehmet Eymür görevinden alınmasının ardından ABD'ye uçtu. Eymür, tüm bu yaşananları kurduğu Atin.org sitesinde bir bir deşifre etti. Ersever'in ölümünün ardından büyük kentlere sıçarayan cinayetler zincirinde Kürt kökenli işverenleri, 

avukatlar, Kürt kökenkli aydınları hedef alınmaya başlandı. Bu dönem büyük kentlerde JİTEM bünyesinde bulunan itirafçılarının yanısıra eski ülkücüler, polis memurları ve mafyaya uzanan bir ağa kadar ulaştı. Bu dönem Behçet Cantürk, Savaş Buldan, Adnan Yıldırım, Hacı Karay, avukatlar Medet Serhat, DEP Ankara İl Başkanı Faik Candan, HADEP Yüreğir İlçe Başkanı Rebih Çabuz, İzzettin Görnü gibi çok sayıda insan öldürüldü. Devlet, siyaset ve mafya üçgeninde örgütlenmiş yapılar tarafından işlenen siyasal cinayetlerin yanısıra ekonomik rantlar sağlanması adına, Kumarhaneler Kralı Ömer Lütfi Topal, Tefeci Nesim Malki'ye ulaşan bir dizi cinayet daha işlendi. 

Yeşil, Bingöl, Solhan ilçesi Dicnik Köyü'nde 1951 yılında doğdu. MHP kökenli, 1973'te Bingöl Genç İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından kullanıldı ve ilişki aynı yıl MİT Tatvan Bölge Müdürlüğü'ne devredildi. Kasım 1975'te askerden geldikten sonra Milli Görüş hareketi içinde MİT adına çalıştı. Yıldırım, Elazığ'da 1977'de 

Etibank Ferro Krom tesislerinde puantör olarak göreve başladı. İşlemleri 20938 sicil numarası üzerinden yapılıyordu. Tam dört yıl sonra farklı bir göreve soyunup, farklı bir isimle anılmaya başladı. Yeni adını gözlerinin rengi olan "Yeşil"den aldı. Susurluk kazasından sonra ortaya dökülen ilişkiler, pek çok cinayetin tetikçisi olduğunu ortaya koydu. Herkes Yeşil'den söz etti, ancak bulunamadı. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz, aldığı bilgileri aktarırken Yeşil'in öldürüldüğünü söyledi. 

Ancak kısa bir süre sonra Yeşil, 1999’da İHD Başkanı Akın Birdal'ı vuranların arkasındaki isim olarak ortaya çıktı. Daha sonraki bilgiler Yeşil'in hala hayatta olduğunu ortaya koydu. Susurluk Raporu'nda da Yeşil'e 12 sayfalık özel bir yer ayrıldı. Ahmet Demir, Mehmet Kırmızı sahte kimliklerini kullanan, Güneydoğu'da "Sakallı" adıyla bilinen Solhanlı Mahmut Yıldırım'ın geçmişi bir ölçüde deşifre edilebildi. Bir dönem MİT'te, bir dönem JİTEM'de görev aldığı anlaşıldı. JİTEM subayı Ahmet Cem Ersever'in öldürülmesinden, Güneydoğu'daki pek çok faili 

meçhul cinayete kadar sayısız olayda tetikçilik yaptığı belirlendi. Hatta Abdullah Öcalan'ın Suriye'de öldürülmesi için görevlendirilen ekipte de yer aldığı öne sürüldü. Afyon Cezaevi'nde öldürün Sabancı suikastı sanıklarından 
DHKP - C'li Mustafa Duyar'ı Türkiye'nin Şam Büyükelçiliği'nden alıp getiren ekipte onun da adı sayıldı. 

Ancak istihbarat birimlerinin kamuoyuyla pek de paylaşmadığı kanıya göre, aslında Yeşil tek bir kişinin değil, birden fazla görevlinin kullandığı ortak kod adı. 


Yeşil kodunu kullananlardan biri de üst düzey görevlerde bulunan Veli Küçüktü. Bir dönem Güneydoğu'da PKK'ya karşı yürütülen mücadelede özel operasyonlar, karşı gerilla eylemleri ve taktikleri onun yönetiminde yürütüldü. Ankara'da bir pavyonda eğlenirken olay çıkarttığı için gözaltına alınan, götürüldüğü Emniyet Müdürlüğü binasında Orhan Taşanlar ve ekibi tarafından kaburgaları kırılana kadar dövülen Yeşil'i polisin elinden alan ve MİT'te tedavi ettiren kişi Mehmet Eymürdü. Üzerinde taşıdığı 0542 214 50 21 numaralı telefonla aradığı yerler arasında resmi kurumların yanı sıra, Abdullah Çatlı, Sami Hoştan, Sedat 

Peker gibi isimler de bulunuyor. Mesut Yılmaz'a Budapeşte'de yumruk atanlar da Yeşil'in telefonundan arananlar arasında yer alıyor. Yeşil adının korkuyla anılması Susurluk çetesi tarafından tahsilat amacıyla kullanıldı. Susurluk çetesinin tehditle para topladığı kişileri arayan hep Yeşil idi. 

Ömer Lütfi Topal'ın öldürülmeden önce para yatırdığı Ziraat Bankası Ankara Heykel Şubesi'ndeki hesabın sahibinin de Ahmet Demir kimliğini kullanan Yeşil olduğu ortaya çıktı. Mahmut Yıldırım, sıradan bir memur olarak başladığı yaşamını bugün herkesin bildiği ancak kimsenin tanımadığı kanlı bir tetikçi olarak sürdürüyor veya öldü. Kaçak olarak nerede yaşadığını kesin olarak saptayabilen yok. 30 yıldır çalışmadığı istihbarat teşkilatı kalmadı. Doğu'da pek çok karanlık faili meçhul cinayete birlikte kalkıştığı, PKK'ya karşı gayrinizami harp yürüten Binbaşı Cem Ersever ve arkadaşlarını, fazla konuştukları için Çatlı ve Haluk Kırcı'ya çekinmeden öldürtecek kadar derin bir adamdı. 


Tüm Devlet Başkanları, Başbakanlar, Genelkurmay, MİT ve Emniyet teşkilatında çok sevilmese de gözü pek  işleri nedeniyle çok iyi tanınan, saygı duyulan Yeşil, kontragerilla çalışmalarıyla devletin düşmanlarını infaz eden, ettiren delikanlı bir istihbaratçıydı. Kosova'da UÇK'nın askeri eğitimi, Afganistan, Bosna, Çeçenistan ve Kuzey Irak'ta gizli operasyonlar dahil pek çok yurtdışı kirli operasyonun organizatörüydü. Haziran 1996’de Eymür’ün verdiği son görevini ifa ettiği yurtdışı görevinden döndükten sonra birden ortadan kayboldu. Eğer bundan sonraki görevi ülke içindeki mafya yapılanması ve yolsuzluğun kan damarlarına girmekse öldü gösterilmesi elzemdi. Kürt asıllı olmasına rağmen vatansever bir ülkücü, ulusalcı, Alevi Kürtlerin ve PKK'nın can düşmanıydı (10). 

Radikal Gazetesinden Sayın İsmet Berkan 12 ve 13 Temmuz 2000 tarihlerinde Yeşil'in ifadesine değinen "Susurluk sırları" ve Neden yadırgamıyoruz?" başlıklı yazıları yazmıştı. "Yeşil, para alabileceği her yerden para almaktan çekinmediği ni, Ceylanlar dahil herkesi haraca bağladığını ('vergi' diye adlandırıyor, aynen PKK gibi) bir devlet kurumu olan MİT'e rahatça söylüyor ve başına hiçbir şey gelmeden oradan ayrılabiliyordu. Aynı Yeşil, 'faili meçhul' bir cinayete kurban giden Kürt yazar Musa Anter'i bir PKK önde geleni aracılığıyla nasıl kandırıp 

tuzağa düşürdüğünü de yine MİT'e adeta övünerek anlatıyordu. Bu anlatımdan hareketle Musa Anter'i Yeşil'in öldürdüğüne kuşku duyulamaz artık. Tek bilinmeyen Yeşil'in talimatı kimden aldığı." Yeşil'in anlatımları arasında Emniyet Genel Müdürlüğü'nün en önemli birimlerinden birinin, Özel Harekat Dairesi'nin başındaki bir insanın (İbrahim Şahin) çeşitli işadamlarını haraca bağladığı, o işadamlarının da 'vergi' adı verilen bu paraları çeşitli rütbeli polisler aracılığıyla gönderdiklerini, bu paralardan kendisinin de nasiplendiğini anlatıyordu. 
MİT'in suçla mücadele ve suçluyu yakalama gibi bir görevi yok belki ama en azından vatandaşlık bilinci mesela Yeşil'in, İbrahim Şahin'in, Abdullah Çatlı'nın, 'Arnavut Sami'nin, Mehmet Ağar'ın, Korkut Eken'in vs. savcılara ve teftiş kurullarına ihbar edilmesini gerektirmiyor muydu? (11). 

Berkan'ın yukarıdaki soru ve tenkitlerine Mehmet Eymür kapatmadan önce kendi site sayfalarıda cevap vermeye çalıştı: Esasında konu birçok karanlık bölümleri bulunan bir devri ve sistemi ilgilendirdiği için, bu sistemin içinde belli bir rolü olan ve bu dönemin bir bölümünde (1994-96) resmi görevi bulunan beni fazlasıyla aşıyor. Ben yine de kendi sorumluluk sahamda kalarak bazı yanıtlar vereceğim. Bahsi geçen dönemde iki tip illegal faaliyet yürütülmüştür. Birincisi "Terör ve PKK ile mücadele kapsamında" yürütülen illegal faaliyetlerdir. 


"Birinci tip" diye adlandıracağımız bu faaliyetler, demokrasi rejimi ile bağdaşmasa da "yaşadığımız olağanüstü terör yılları", "şehit verdiğimiz ve ölen sayısız insanımız" nedeniyle haklı nedenler taşıyabilir. Yani "olağanüstü" şartlardaki, "olağanüstü mücadele yöntemidir" Diğeri, yani "ikinci tip" illegal faaliyetler, "ülke yararına" görünümü altında yürütülen "maddi ve politik çıkar sağlamaya yönelik" -çete- faaliyetlerdir. Her iki faaliyet iç içedir ve her iki faaliyetin oyuncuları aşağı yukarı aynı kişilerdir. Hukuken bu iki faaliyeti bunlar suç, bunlar diğeri değil diye ayırabilmek mümkün değildir. Resmi olarak inkâr edilse de, "ülke yararına yönelik illegal faaliyetler" belli bir karar mekanizması tarafından harekete geçirilmiş, belli bir emir ve komuta zinciri içinde yerine 

getirilmiştir. Emirleri icra eden kişiler, ulvi bir görevi yerine getirdikleri inancıyla bu işleri yapmışlardır. Emirler genellikle şifahen verildiği için, bu emri verenlerin sıkıştıklarında bu hususu inkâr etmeleri ve suçu astlarına atmaları mümkündür. İcracı kişilerin, bazı hallerde menfaate yönelik faaliyetlerde, bilmeden kullanılmış olması da imkan dahilindedir. 

Tamamına yansımasa dahi, birçok olayda, her iki tip faaliyeti yürütenlerin aynı kişiler olduğu görülmektedir. Bu ise şahısların "ikinci tip" faaliyetler ve suçlardan dolayı itham edilmesini zorlaştırmaktadır. Hukuk karşısında ağır neticeler getirebilecek olan ikinci tip "çete" faaliyetlerin ortaya çıkma ihtimali, emir ve komuta zincirindekileri telaşlandırmakta ve bu nedenle bu zincirdekiler, "ikinci tip" faaliyetleri tasvip etmeseler dahi, suçlu etrafında bir koruma halkası oluşturmaktadırlar. Esasında suç işleyenlerin başlangıçta devlete hizmet felsefesi ile yola çıktıkları, gözlerinde çok büyüttükleri hedeflerini devletin imkânlarını kullanarak kolayca bertaraf ettikten sonra devletin gücünü kendi güçleri gibi gördükleri, kolayca elde edilen büyük rantlardan sonra devlet işlerini tamamen 

unuttukları, rahatlıkla ifade edilebilinir. 

Diğer önemli bir zorluk, her iki tip faaliyeti yürütenlerin ulusal güvenliğimizi korumakla görevli teşkilatlarımıza ve politik hüviyete mensup kişilerden oluşmasıdır. Bu teşkilatlarımıza has özel statüler ve politik kimlik, bir cins dokunulmazlık kabuğu yaratmakta ve adaletin düzgün işlemesini ve adil neticeler alınmasını önlemektedir. Neticede günümüzde yaşadığımız gibi, dokunulmazlık kabuğu en ince olan "bir kaç polisin" ve sivil vatandaşların yargılanmasının ötesine gidilememektedir. (12). 


Zaman’da yazar iken Fehmi Koru’da 1998'deki bir Taha Kıvanç yazısında dönemin Ankara Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar'a atfen şunu nakletmişti: 


Yıl 1995. 


Ramazan ayı. Taşanlar iftar için eve her gidişinde, çorbayı kaşıklayamadan bir yerlerde patlama olduğu duyuruluyor. "Bir değil, iki değil, üç değil... Bombalarda 'Yeşil' imzası çok belirgin... Araştırın bakalım, buralarda mı?" diye tâlimat vermiş... O gece Ulus'taki gece kulüplerinden birinde bulmuşlar Yeşil'i... İçeri aldıkları kişinin Yeşil olduğunu polisler biliyor, ama muhataplarına çaktırmıyor lar... 'Yeşil' olduğunu hiç açık etmeden, ama 'Yeşil' imiş gibi ayrıntılı bir ifadesi alınıyor... "Ertesi gün, bizim elimize düşmesinden hiç mutlu olmayan devlet 

birimleri devreye girdi; tahmin edemeyeceğiniz kadar yukarılardan bir ilgi gösterildi. Biz de kendisini teslim etmek zorunda kaldık..." (13). 

En iyisi Yeşil’i ona görevler veren eski MİTci Eymürden dinleyelim: Yeşil'in güvendiği paşa Kemal Yılmazdı, o tarihlerde MİT'deki Yavuz Ataç, Orhan Çoban, Kaşif Kozinoğlu gibi "Özel Kuvvetler Komutanlığı (Özel Harp)" kökenli emekli subaylarla yakın ilişki içindeydi. Bu kişiler MİT Müsteşarı olacağına muhakkak gözüyle baktıkları Kemal Yılmaz'a devamlı bilgi taşıyorlardı. MİT'teki asker kökenliler Kemal Yılmaz'ın başlarına geleceğine o kadar kesin bakıyorlardı ki, nakledilenlere göre Yavuz Ataç ve Orhan Çoban, yeni yapılanma ile ilgili listeleri tanzim ederken makam kavgasına girmişler, aralarında sert tartışmalar çıkmıştı. 


Kemal Yılmaz'ın, Genelkurmay'daki Çevik Bir ekibinden olduğu biliniyordu. Normal şartlarda MİT Müsteşarlığına gelmesi pek mümkün görülmediğinden, bunun ancak askeri bir müdahale sonra olması mümkündü. Yeşil'in bütün anlatımlarına rağmen MİT tarafından kullanılmaya devam edilmesi, "kanuni" yönden olmasa bile, "ahlaki" yönden çirkin gözükebilir. Zamanın MİT Müsteşarı Sönmez Köksal da bu konuda bir hayli tereddütlüydü. Yeşil'in bütün mazisinin MİT'e monte edilmesinden endişe duyuyordu. Ben Yeşil'in ortalarda denetimsiz bırakılmasının daha vahim neticeler vereceğini düşünüyordum. Mehmet Ağar, resmi bir toplantı için MİT'e geldiğinde MİT Müsteşarının yanında kendisine mealen "Bu adamı siz de, Jandarma da kullanmış, şimdi ortalarda bırakmışsınız. Bu tip adamları sahipsiz bırakırsanız "suç makinası" haline gelirler, buna bir şekil bulun" dedim. Ağar, Jandarma ile konuşacağını söyledi, ancak bir netice çıkmadı. 


O tarihlerde, Yeşil'e milli menfaatler doğrultusundaki bazı yurtdışı faaliyetlerde görev vermiştik. Bu faaliyetler ile ilgili bağlantılar kurmuş, çalışmalar yapmıştı. Çok hassas bazı operasyonlarımızı biliyordu. Bu bakımdan devam etmesinin hem faaliyetlere yarar sağlıyacağını, hemde kendisini Ankara'dan ve suçtan uzak tutacağını düşündük. Zaten, belirttiğimiz gibi, yaşadığımız günlerdeki "suç" Yeşil'i çok aşan organize bir faaliyet niteliğindeydi. Ayrıca Yeşil, bu açıdan iyi bir haber kaynağıydı. Terör ve organize suç faaliyetlerinde en iyi kaynaklar o faaliyetin içinde olan kişilerdir. Bu istihbaratın temel unsurlarından biridir. 


Üzerinde PKK/ARGK ve İnsan Hakları Derneği'ne ait üye kimlik kartı taşıyan Yeşil, bizim açımızdan, uygun vasıflara sahip, bir çok engeli kolayca aşabilen, yetenekli bir faaliyet elemanıydı, çalışmalarımıza olumlu katkıları oldu. Yeşil'le ilk görüşmelerimiz 1994'ün son aylarına rastlar. Bu görüşmelerde kendisine, yer aldığı operasyonların başarı ile neticelenmesi halinde yüksek miktarda parasal bir mükâfat verileceği söylenmiştir. Yeşil cevaben, kendisinin bu güne kadar para karşılığında iş yapmadığını, böyle bir mükâfatı kabul etmeyeceğini 

belirtmiştir. Yeşil'e ayrıca, çalışmalar esnasında meydana gelecek makul masrafların tarafımızdan ödeneceği, ihtiyaç hasıl olması durumunda, teknik alet ve malzeme sağlanacağı, Türkiye içinde kanunsuz hiç bir faaliyetine müzahir olunmayacağı, kendisine Teşkilatımızla arasındaki bağın ortaya çıkmasına neden olabilecek herhangi bir belge verilmeyeceği, görev esnasında yurt dışında şehit olması durumunda, ailesinin geçiminin ve çocuklarının okul masraflarının Teşkilatımız tarafından karşılanacağı, görevini ifa ettiği esnada yurtdışında 
tutuklanıp mahkum olması halinde de, ailesinin ve çocuklarının masraflarının karşılanacağı, böyle bir durumda, kendisiyle olan ilişkimizin inkar edileceği belirtilmiştir. 

6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***


PKK - CUMHURİYETİ VE AK-PARTİ., BÖLÜM 4

PKK - CUMHURİYETİ VE AK-PARTİ.,  BÖLÜM 4

 


PKK, KCK, BDP ve İmralı’daki lideri resmen Kürt Ergenekon’un taşeronudur ve Kürtleri İslam’dan uzaklaştırarak Türk milletine düşman yapmaya çalışmaktadır. Zerdüşt dinini diriltmeye çalışmaları bunun delilidir. MİT, 4. Zerdüşt olarak Apo’yu sunmaya razıdır. PKK’ın öncülüğünde kurulacak Kürdistan artık MazdAPO Ahura Paşa’mıza emanettir. Müslüman Kürtler dikkate alınmadan kurdurulan bu yapı çökmeye mahkûmdur. Oysa ne zaman Türkler ve Kürtler birlik olmuşsa dünyayı yönetmiştir... Sultan Yavuz’un Kürtlerle el ele 
Memlukluları ve Safevileri perişan etmesi gibi... Bin yıldır kardeş olan iki milletin sağlam kardeşliği tarihi zorunluluktur. Bu kardeşliğim temelini İslam milleti birliği oluşturur. İnşallah Ahura MazdAPO Paşa’mız yeni bir Hitler olmaz, dört ülkedeki Kürdistan topraklarında Gestapo rejimine benziyen bir PKK Cumhuriyeti kurmaz… 

Sürecin başlatılmasınınn ana nedenleri farklıdır. Bütün mesele, ABD ve İsrail’in bölgedeki varlık ve gücünün yeni bir sistemle takviye edilmesidir. Bu yeni uluslararası sistemde Türkiye ile işbirliği ve Kürtlerin de bu işbirliğinin eşit bir unsuru olarak ortaya çıkmasıdır. Bölgenin Amerikan ve İsrail çıkarları bağlamında demokratikleştirilmesidir. En önemlisi İran’ın hizaya getirilerek haddinin bildirilmesidir. Türk ve Kürt birlikteliğiyle sünni dayanışması sağlanarak İran’a muhtemel kara harekatının altyapısı hazırlanıyor. 
Türkiye’de son 2 yılda ayyuka çıkarılan İran tehdit ve tehlikesi ile yeni bir Yavuz-Şah İsmail kapışması öncesi şartlarının olduğu izlenimi veriliyor. Haddizatında bu argümanın doğru olduğu içimizdeki İran severlerin çokluğuyla anlaşılıyor. Bölgeyi yeniden dizayn eden güç içimizdeki bu İran yayılmacılığını gözümüzün içine sokarak kendileriyle işbirliği yapmamızın menfaatimize olduğunu göstermeye çalışıyor. Bizim dışımızda hazırlanan bir proje, Türkiyeye bölgesel güç olma yolunu açıyor. 

Ancak süreçte bilinmezler var. İran’a Çin ve Rusya’nın ne kadar destek vereceği, İsrail’in İran’dan sonra Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak için neler yapacağı, Kürtlerin bir süre sonra bağımsız bir Kürdistan kurmaktan niye vazgeçecekleri, gibi bir sürü bilinmeyen vardır. Elbette Allah’ın da bir ahir zaman projesi var. Her ne plan kurulursa kurulsun eğer samimi gayretler olursa o planları Rabbimiz lehimize çevirecektir. 

Yeşil’in PKK macerasını ve yeni barış sürecindeki rolünü kamuoyu bilmelidir. 2011’den beri Lübnan’da Beka Vadisi’nde bulunan, Suriye Kürtleri üzerinde operasyonlar planlayarak PKK yanlısı PYD’nin önünü açan Yeşil, 2013 yazında alelacele Türkiye’ye döndürüldü. 

Birinci Bölüm 
YEŞİL’in PKK MACERASI.,


Hacı, Sakallı, Terminatör, Metin Atmaca, Ahmet Demir, Ahmet Yeşil, Mehmet Kırmızı, Hasan Tanrıkulu adlarıyla da tanınan Mahmut Yıldırım ile ilgili hiç bir yerde bugüne kadar yazılmamış şok bilgiler edindim. PKK olayına yeniden el atan Yeşil, yeni süreçte tekrar göreve getirildi. Kaynağım Yeşil ile Tunceli’de 1994 ve 1995 yılında operasyonlara çıkan bir özel tim elemanı. Kanada’ya iltica ettiği için ismini ricası üzerine gizliyorum. 1994 yılına kadar Yeşil’in görev yerinin Almanya ve vazifesinin PKK’lıları eğitmek olduğunu biliyor muydunuz? Peki ne olmuşta da Yeşil birden PKK düşmanı kesilmişti? Mahmut Yıldırım’ın ailesi 1994 
yılında PKK tarafından öldürülmüş. Bu bilgileri veren şahıs sağlam bir kaynak. 

Almanya’dan hemen dönüş yaparak Tunceli’ye gelen Yeşil, karıştığı karanlık işlerden dolayı güvenilir bir eleman değildir ve kendisine referans olacak birine ihtiyacı vardır. Ailesinin intikamını almak istemektedir. Tunceli Bölge Komutanı İsmail Kuru’nun yanına gider ve yalvarır. Kuru, ona bir şans daha vermek için insiyatifini kullanır ve Yeşil Tunceli’de Özel Tim’e alınır, kod adı Palet 33 olur. 

Ergenekon tarafından öldürülen Albay Kazım Çillioğlu’nun infaz kararını veren Tunceli Bölge Komutanı İsmail Kuru, Yeşil’i denemek için suikastla görevlendirir. Yeşil genelde kurbanlarını enseden vurur, bir tanede kafadan sıkar. Yeşil bu işte tek başına değildir. İsmail Kuru, infazdan bir gün önce görevden alınmıştır 
ama sahte otopsi raporunu lojmanda hazırlatmayı başarmıştır. İzmir’de görevliyken rahmetli Eşref Bitlis tarafından 1993’de Diyarbakır Alay Jandarma Komutanlığı’na atanan Çillioğlu ile Kuru’nun arası bir yıldır açıktır. PKK’ya karşı operasyona giderken Çillioğlu ‘Kuru geri çağırır’ diye telsizini kapatmaktadır. Terörle mücadelede içeriden bilginin Kuru’nun ekibi tarafından sızdırıldığından şüphelenmektedir. Yeşil tetikçi ama Kuru Azrailidir şehit albayımızın. Parmaksız Zeki kodlu Şemdin Sakık, ‘kendi generallerini öldürecek kadar kudurmuşlardı’ diyor savcıya ifadesinde. Daha ne desin? Şiddete karşı barışa taraftar oldukları için infaz edilen Eşref Bitlis, Hulusi Sayın gibi generallerimizi kast eden Parmaksız, şehit 33 er olayını da içimizdeki Ergenekoncu subayların tezgâhladığını itiraf etti. Çillioğlu soruşturmasını kapatan Savcı İnayet Taş’ta suça ortaktır, cinayete intihar süsü verilmiştir. Nihayet ki dava yeniden açıldı sürüyor bugün. Yeşil ve Kuru, ayrıca savcı Taş yargılanmalıdır! Yeşil’i kahraman yapan Kurtlar Vadisi Pusu dizisine yazıklar olsun! 

   Yeşil, Kontrgerilla elemanıdır. Kurtlar Vadisi Pusu dizisine 2011 sezonunda eklemlenen ‘Kara’ adlı Yeşil, zannedildiği gibi yer altında filan yaşamıyor. 1994’den 1998’e kadar PKK’ya karşı iç operasyonlarda resmen ordu elemanı olarak görev aldı. Kuru, ilk görevinden sonra nam salması için Yeşil’e ikinci görevini verir. PKK’nın uyuşturucu trafiğinde kendilerine zorluk çıkartan bir ekibi tasfiye etmesi gerekmektedir. Verilen evlere baskın düzenleyen Yeşil, tek başına temizlik yapar ve kısa sürede Tunceli alayına 29 PKK kellesi ile gelir. Artık o bir 
kahramandır ve özel timin gözünde tek başına hareket etme yetkisine haiz efsanedir. Komandolar Yeşil’in konumunu içine sindirememektedir, Mazgit operasyonunda ferdi hareket etmesine kızan askerin keskin nişancı snipperla Yeşil’i vurmasına yine Kuru engel olur. Yeşil’in Tunceli’de karıştığı sayısız yargısız infaz var, tüm bunlar halkı devletine düşman yapmış ve daha fazla sivilin PKK’ya katılmasına yol açmıştır. Adeta estirilen devlet terörü ile Kürtler dağa postalanmıştır. 

Kuru’nun verdiği üçüncü görev o dönemde PKK içinde kendilerine sorun çıkartan Doktor Baran’dır. Baran işkence ile Yeşil tarafından öldürülür ve PKK’nın Öcalan’a muhalif bir kanadı daha kopartılır. Dördüncü görevi, ‘Parmaksız Zeki’ kod adlı Şemdin Sakık’a Öcalan’a karşı geldiği için ders verilmesidir. 1959 Muş 
doğumlu Sakık’ın 18 kardeşi vardır. Sakık, tarlasında ev yapmasına izin vermeyen babasını bir kurşunla yaralar, bunun üzerine babası Sabri kendisine pusu kurup öldürmek ister. Sevdiğine istenen başlık parasını bulamaz 
ve dağa çıkar. 18 yıl en kanlı terör saldırılarını yönetir ama bir gün PKK Lideri Abdullah Öcalan ile arası bozulur ve sürgüne gönderilmek üzeredir. Sakık’ı işkenceye alan Yeşil, tüm el ve ayak parmaklarını yakar, bu nedenle 
Parmaksız Zeki’de parmak izi bulunmamaktadır. Kuzey Irak’ta Duhok kenti yakınlarında 13 Nisan 1998 tarihinde başına silah dayayarak yakalayan kişi yine ‘Yeşil’ dir 

Şemdin Sakık’ın kardeşi DTP Milletvekili Sırrı Sakık hakkındaki iddiaları korkunç. Milletvekili Sakık’ın PKK’nın yüz binlerce dolarını yediğini, baba mirasını üzerine geçirdiğini ve milletvekilliği için bölücü başı 

Abdullah Öcalan’dan icazet aldığını, gerçekte ortaokul diplomasına bile sahip olamadığını, Ankara’da barış yanlısı görünüp, bölgeye gittiğinde ise terör örgütüne savaşın’ dediğini biliyor muydunuz? Sakık, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a ve medyaya gönderdiği mektupda 120 DTP’linin adını vererek, “Bunları partiden atarsanız PKK’nın partideki etkisini kırarsınız.” diyordu. Savcılara engel olursanız ne PKK’nın DTP üzerindeki etkisi kırılır nede uyuşturucu trafiği sona erer! 

Yeşil’e o günlerde neden Sakık’a işkence yaptırıldığını anlamak için Sakık’ın faili meçhul cinayetleri araştıran Diyarbakır’daki özel yetkili savcılara verdiği ifadeye bakmak yeterli, şöyle diyor: Abdullah Öcalan’ın örgüt içinde başarısız eylemler gerçekleştirenler ve yönetici olma potansiyeli bulunan militanlarının da 
içinde bulunduğu 2 bine yakın kişiyi öldürterek Bekaa Vadisi’ne gömdü. Öcalan’ın izlediği taktik, kendi grubu dışındaki herkesi hain, işbirlikçi, ajan kişilikler olarak ilan etmekti. Sadece kişiler değil, kurumlar da bu saldırıdan 
nasiplenir. Güçlendikçe daha da saldırganlaştı. İlk kurşunu solculara ve Kürtlere sıktı. Bunun onlarca örneğini göstermek mümkün. Mehmet Şener, Resul Altınok, Çetin Güngör gibi. PKK’dan ayrılan şiddet karşıtı eski yöneticiler halen örgütün ölüm listesinde. Bunların başında Öcalan’ın eski eşi Fatma kod adlı Kesire Yıldırım var. 

PKK’lıların en büyük geliri uyuşturucudur. Van Başkale ve Hakkari’den ülkemize eşeklerle katırlarla sokulmakta ve Van’da işlenerek Avrupa’ya çıkarılmaktadır. Bu trafikte devletlülerin eli vardır. Sakık bunun yasaklanması için Öcalan’a teklifte bulunmuş Ancak Öcalan Sakık’a şu cevabı vermiş: “Örgütü ayakta tutmak kolay değil. Uyuşturucu geliri olmazsa bu kadarı insanı nasıl doyuracağız.” dedi. Yeterince açık değil mi? 

Savcılara engel olmak isteyen AK Parti, PKK’lılara KCK’lılara yol vererek mi yoksa darbecileri, uyuşturu ağında parmağı olan generalleri serbest bırakarak mı Kürt açılımı yapacak? 

İşte zurnanın zırt dediği yer burası. PKK uyuşturucu ticaretini Ergenekoncu askerlerle ve mafya babaları ile birlikte yürütüyor. Yeşil tüm bu karanlık olaylara vakıftı ve nemalanıyordu. 1998’de Macaristan’da dönemin başbakanı Mesut Yılmaz’a ‘şerefsiz’ diyerek yumruk attırmasından sonra ortadan kayboldu. Daha doğrusu eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in emriyle başka görevler verildi. Bir süre Romanya’nın Köstence’sinde Çingene mafyasını yöneten Oflu Ali Sabit’in yanında kaldı. Burada PKK’nın uyuşturucularını Avrupa’ya sokmasına aracılık etti. Daha sonra yurtdışında verilen özel görevler nedeniyle Arnavutluk, Afganistan, Rusya ve Beyaz Rusya’da bulundu. Askeri üniforma ve albay rütbesi taşıyordu, diplomatik dokunulmazlığı vardı. Son görev yeri Lübnan’da Beka Vadisidir. Başka bir isme çıkartılmış pasaport kullanıyor, bunu henüz tesbit 
edemedim. 

13 Mayıs 2012’de Yeşil’in Romanya yıllarında sağ kolu olan Abdullah Argun Çetin’den Lübnan’dan eposta, mesaj aldım. Kullandığı yeni pasaport ismini yazmayayım da deşifre olmasın. Zira söz verdim. ‘Patronlarımız değişti 
ama yaptığımız çirkin işler değişmedi’ diyordu. ‘Siz Ergenekon’u tasfiye ettiğinizi sanıyorsunuz, oysa yeni bir yapı kuruluyor ve kara para düzenini yöneten kirli eller sadece el değiştiriyor’ diye yakındı. Şu anda ne yaptıklarını sordum. Aldığım cevap korkunçtu: Maalesef ülkemizle Suriye’yi savaşa sokmak için malum devletin gözetiminde ve emriyle provokasyonlar hazırlıyoruz ve kendimi ülkeme ihanet ettiğim için çok kötü hissediyorum. Bu yazdıklarım sanal bir dizi senaryosu veya komplo teorisi değil acı gerçekler… Daha fazlasını yazmaya 
mezun değilim, mesajı alacak almıştır umarım! Suriye ile savaş demek ekonominin batmasıdır. 

Kurtlar Vadisi Pusu dizisine kahramanlaştırılan Yeşil ve avanesinin piyonluktan öte yaptığı icraat yoktur. 250. Madde’yı çıkartarak uyuşturucu tacirlerini, mafya babalarını ve Ergenekoncu subaylarımızı, generallerimizi Silivri’den çıkartmaya çalışan AK Parti, nasıl bir aymazlık içindedir anlayamıyorum. Habur fiyaskosu ile 
sonuçlanmış Kürt açılımı oyununda başrol alan İrancı damarın temsilcisi Beşir Atalay’a PKK ile barış yaptık açıklaması yaptırmak üzere olan AK Parti ve ‘Derin Devlet’dir. Bir önceki gün PKK’nın Avrupa Sorumlusu Zübeyir Aydar’ın twitter’da buna tepkisini gördüm, şöyle dalga geçiyor: AK Parti rüya görüyor… Bu makaleyi yazmadan bir gün önce ise Zübeyir Aydar’ı gerçekten rüyamda gördüm, AK Parti’ye Derin Devletin verdiği görevde başrol oyunculuğu verilmişti! Daha fazlasını anlatmayayım… 

AK Parti Oslo’da hakem devlet gözetiminde PKK’yı muhatap alarak MİT’e bir yanlış yaptırmıştır. Oysa isteseler hem MİT hem Polis için bugün PKK’dan ayrılan veya ayrılmayan yüzlerce militanı yakalamak çocuk oyuncağı. Teröristi devlet tarihimizde hiçbir devlet yetkilimiz muhatap almamış ve masaya oturmamıştır. 
Eğer KCK’ya af ilan edilirse, işte o zaman Türkiye Filistinleşmeye doğru gider. Zira İsrail’de Yahudiler devletlerini kurmadan önce yıllarca etnik terör estirmişler ve İngilizleri hakem yaparak vaat edildiğini iddia ettikleri toprakları koparmışlardı. Oslo’da aracı devlet yine İngilizlerdi ve Oslo görüşmelerini PKK aracılığıyla yine Büyük Britanya istihbaratı MI6 ve MI5 tarafından basına sızdırıldı. Alman istihbaratından Profesör Udo Steinbach ise militan Kürtlerin akıl hocaları, bize yüzyıl önce yuttuğumuz benzer bir oyunu oynuyorlar. Eski PKK’lılar başta Irak olmak üzere birçok ülkede tek başlarına ve rahatça dolaşıyor. Onları alıp getirmek zor değil. Örneğin Murat Karayılan’ı almak ne kadar zorsa, Osman Öcalan’ı almak o kadar kolaydır. Irak’ta ABD ve Kürt liderlerin istedikleri anda, Karayılan başta olmak üzere yakalayıp Türkiye’ye teslim edemeyecekleri tek bir yönetici yoktur. Avrupa’da Almanya ve Fransa’da PKK’nın uyuşturucu ile kara para aklama operasyonuna el konuldu ve yılda bir 
milyar dolar akladıkları ortaya çıktı. Avrupalı güvenliğini düşünüyor, peki bizim halkımızın canı can değil mi, güvenlik, huzur, barış içinde yaşamayı hak etmiyor mu? 

Terörün beslendiği kaynağı kesersen terör biter. Avrupa Birliği ülkeleri teröre karşı sert önlemler alırken, ülkemizde özel yetkili savcıların yetkilerini tırpanlamak ve ülkemizi ceset tarlasına dönüştürenleri yargılamadan azat 
etmek neden? Yeşil gibiler bu oyunda kasten abartılan küçük piyonlardır, devlet adına katil olan Yeşil’in icraatlarını anlatmaya kitaplar yetmez. Asıl mesele büyük balıkları yakalamakta! Savcılar ve polisler pek çoğunu yakaladı yakalamasına ama derin yapıyla uzlaştığı imajı veren AK Parti gulyabanileri, ekonomiyi batırmak isteyenleri ve iç savaş çıkartmaları için çaba gösterenleri sanki salacak gibi gözüküyor… Bu adım sadece AK Parti’nin bitişi demek değildir, eski karanlık yıllara dönüşünde sinyalidir. Allah sonumuzu hayreylesin… AK Parti, yılanları çıyanları, akrepleri meydana salarsa, oy verenler haklarını helal etmeyecektir (4). 

Rahmetli şehit Muhsin Yazıcıoğlu, “Oğuz veya Türkmen soyundan bir lider ve aydınlanmışlar grubu ülkemizi milli çıkarlarımıza göre yönetene kadar çakma derin devletçilik ve Ergenekonculuk oynayanlar güruhunun fitneleri bitmeyecek” derdi. “Yüzyıldır bizi yönetenler milli değil” diye sitem ederdi ve taşı gediğine 
koyardı: Türk milleti öksüzdür, zira bu milletin iradesinin vesayetsiz tecellisine ve milletin manevi değerlerine yürekten bağlı birinin başa geçmesine asla tahammülleri yok... Foyaları ortaya çıkacak diye onu şehit ettiler. Ne kadar haklı olduğunu 2007’den beri resmen ortaya çıkartılan sekiz kollu ahtapot Ergenekon sayesinde toplumumuz yeni anladı. Resmen diyorum, çünkü daha önce kimseyi inandıramıyorduk. 

Bu yüzsüzler topluluğunun iç yüzünü 1998’den beri yazıyorum. Yüzlerce haber, köşe yazısı, beş de kitap yazdım. Bana pek çokları en hafif tabirle, “Donkişot”, “Deli” veya “Komplo Teorici” yakıştırması yaptı. Yıllarca marjinalleştirilmeye ve yok sayılmaya çalışıldım. Şimdi Ergenekoncular ve onları sevenler marjinalleşti. 
Yazdıklarımıza, anlattıklarımıza artık kimse şaşırmıyor! Pandora’nın kutusu açıldı, hiç bir şey gizli kalmıyor. Yeşil, Kara ve Kürt Ergenekon konusuna kitaplarımda detaylarıyla değindim. Kırmızı PKK ‘Yeşil’leşirken, bunları kamuoyunun bilmeye hakkı var. Biraz açayım. 

Her ülkeye milli bir derin devlet lazımdır. Dış güçlere bağlı olan ve toplumun ana inancının tersine giden, kısacası şeytana hizmet edenlere karşıyım! Osmanlı devletinde Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar derin devletin yönetimi ve icraat Çandaroğullarındaydı. İstanbul’un alınmasına karşı çıkınca Fatih tarafından tasfiye edildiler. Derin devlette Anadolu kliğinin sonu geldi, ‘Türk Rumeliler’ ve ‘Devşirme Rumeliler’ devri başladı. Osmanlının başvezir ve vezirlerine bakınız, çoğu devşirme Rum, Sırp, Hırvat, Boşnak veya Arnavut kökenlidir. Saray’ı ele geçiren bu klik, ülkeye hizmet ettiği sürece problem yoktu. Galata Bankeri zengin Ermeniler ve Büyük Pazar’ın esnafı Yahudiler, hep Rumeli atına oynamış ve hep kazanmışlardır. Türkleri, “idraksız, cahil Türkler”, Arapları “necip millet”, Türkmen Alevilerini ise Farsa hizmet eden “Şii hainler” olarak gösterdiler. 
Oğuzlar, askeriyeyi yöneten ama emir eri memurlardı, Türkmenler ise çiftci köylülerdi... Bizi bölen, merkeze yerleşen Sünni Oğuz ve çevredeki Alevi Türkmen rekabetiydi. Türk-İslam sentezinden ziyade müslüman kardeşliği esas iken ayrımcılık azdı. 

Cumhuriyeti kuran Atatürk’ün çevresini kuşatanlarda Rumeli kliğiydi! Selanik’ten getirtilen devşirme Sebataycı güruh, İttihat ve Terakki’nin dışlanmış “B takımı” olarak gruba eklemlendi. Atatürk,“A takımı”nın çoğunu, 1908 ile 1918 arasında koca imparatorluğu yanlış politikaları ile uçuruma sürüklemeleri ve iktidarı paylaşmak için darbe hazırlamaları nedeniyle, 1926’da İzmir suikastı bahanesiyle ipte sallandırdı. Bir kısmını da Teşkilatı Mahsusa’nın Kafkas veya Rumeli kökenli tetikçilerine veya İstiklal Mahkemeleri’ne temizletti! Rumeliler, 
Kafkas kökenlileri aralarına almamak için direnselerde, Atatürk büyük yararlılıklar gösteren, nüfusları kabarık Çerkezlere istihbaratı teslim ederek ödüllendirdi. Onlarda Gürcü, Azeri, Tatar, Çeçen ve Özbekleri yanlarına çekti ve 
Rumeli kliğini dengelemeye çalıştı. Neredeyse bir asır böyle geçti. 

NATO üyeliğimiz öncesi İsmet İnönü döneminde başlayan bugünkü Ergenekon yapılanmasında halkın ana inancı sünni Müslümanlık ve Alevilik dışlandı, Kürtler yok sayıldı. Nüfusun yüzde 80’i iç düşman kabul edildiler ve devlete yaklaştırılmadılar. Bu yöntem, İngiliz ve Fransızların meşhur azınlıkların çoğunluğu yönetmesi politikasıdır. İpleri yabancı örgütlerin eline tamamen geçmiş Ergenekon ahtapotunun bazı kolları son operasyonlarla kesildi, ancak yerine başka kollar monte edildi. Bazı damarlar ise boşluğu değerlendirerek 
güçlendi. Çerkezler ve Kürtler, yeni Ergenekon’da güçlenen kesimlerdir. Kürt Ergenekon’u destekleyen klik, Diyarbakır ve Elazığ grubudur. Rumeliler, her zaman Ergenekon’un kara gücüydü, Kürtleri sahaya süren Yeşil kodlu Mahmut Yıldırım ise Elazığlı Türk milliyetçisi bir Kürttü, ama Kürt ve Alevilere düşmandı! 

Kurtlar Vadisi Pusu dizisinde ‘Kara’ adıyla simgeleştirilen Yeşil karakteri, yeni klikin sahte kahramanıdır! Hapiste öldürülen Kaşif Kozinoğlu, yıllarca Perinçekgilleri besleyen istihbarattaki kara koyundu! Peki Yeşil nerede, neden bugün ortaya çıkartılıyor ve hangi kliğe hizmet ediyor? Yeşil, yakında kirli çamaşırları ortaya dökülecek Mehmet Ağar grubunun geçmişteki pisliklerini aklamak, örtbast etmek ve kamuoyunun beynini güya PKK’ya karşı sert mücadele konusunda yıkamak için ortaya çıkartıldı! 62 yaşında emekli olmuş 
bir devlet memuru, Ankara’da Yeni Mahallede, tam MİT binasının karşısında 13 yıldır özgürce yaşıyor! 1998’den beri Arnavutluk, Kuzey Irak ve Afganistan’da dış görevlerde bulundu. Albay rütbesi verildi ve ordu üniforması giydi. İnanmayan, CHP’nin en üst organı Merkez Karar Yürütme Kurulu eski üyesi Tunceli Milletvekili Sinan Yerlikaya, Mehmet Ağar ve Yeşil’i yıllarca kullanan istihbaratçılar Teoman Koman, Veli Küçük, Arif Doğan, Mehmet Eymür, Hanefi Avcı ve Levent Bektaş’a sorabilir… 

Uzun süredir Yeşil’in nerede olduğunu sormuyordum. Temmuz 2011 yazında Toronto’nun polis şefi William Bill Blair, yardımcıları Kim Derry, Tony Warr, Henry Ford ve eşleriyle, Ontario Eski Adalet Bakanı David ile eşini Türkiye’de gezdiriyordum. İzmir Emniyet Müdürü Ercüment bey bize üç tane özel koruma ve özel eskortlar verdi. Eskiden Polis Özel Timinde 1990’larda Yeşil ile beraber çalışmış bir polis, konu açılınca ben sormadan söyledi: Geçen sene Şanlı Urfa’da bir akrabamın emeklilik işi vardı, sağ olsun Yeşil o işi çözdü. Yeşil yaşıyor, hatta 
epey iyi gördüm. Eski günlerini arıyor. Emekli olmuş, artık hiç bir işe karışmıyormuş, kafasını dinlemek istiyor! 

‘Eski günler geride kaldı, artık Yeşil gibilerine yer yok. Terörle mücadelede temiz bir sayfa açılıyor. Polis gücü, öldürmek için değil halkı yaşatmak için bölgeye geliyor’ diye değişen şartlara vurgu yaptım. “Beni de çağırdılar, gidip gitmemekte kararsızım. Bu hükümete güvenilir mi sence demez mi?” ‘Git’ dedim ve ekledim: Artık Yeşil veya Kırmızı gibi kime çalıştığı belirsiz tiplerin faili meçhul cinayetler işleme devri kapandı. Müsade edilmeyecek, devlet yargısız infaz yapmayacak, cinayet işlemeyecek… 

Şu endişesini dile getirdi: Geçmişte polis güçleriyle askerler ve JİTEM birbirlerine silah çektiler, çatıştılar. Askerler, ülkenin ve bölgenin hakimi biziz, polis de kim oluyor tavrındaydı. Polisi kimse takmıyordu. Şimdi devran değişti ama halen koordinede aksaklık olur ve henüz tamamen temizlenemeyen Ergenekoncu askerlerle bölgede çatışırız gibime geliyor… Haksız sayılmaz. Ergenekoncu askerler ordudan temizlenebilseydi, PKK zemin bulamaz ve çoktan teslim olurdu! 2011 başından beri PKK’nın uyuşturucu depolarına yapılan baskınlarla gelir yolları tıkandı. Fransa’da açılan davada Avrupa’dan yılda bir milyar dolar haraç toplayan PKK’nın adamları tutuklandı ve peşin para gönderdiği kurye sistemi çökertildi. Hakkâri’deki Kavaklı ve Kazan Vadisi’nde ana terörist yetiştirme kampları dağıtıldı. KCK operasyonları ile şehir yapılanması çökertildi. Uyuşturucu ticaretinin merkezi olan Van kentini ise deprem vurdu. Halen Van’ın Başkale sınır kapısı, Hakkâri, Yüksekova uyuşturucu yollarından katırlarla, eşeklerle uyuşturucu taşınıp Van’a getiriliyor. İşlenmiş halde Van’a İran ve Irak’tan gelen uyuşturucular, buradan İstanbul’a ve Avrupa’ya pazarlanıyor. Belki de deprem Allah’ın bize uyarısıydı… Van’ın halkı dindar olmasına rağmen yüzde 80'nin araçları uyuşturucu taşımaktan sabıkalı! Kimin uyuşturucusu bu? Elbette 
Ergenekon ve PKK’nın (5). 

1998’den beri, yani Yeşil veya adamları eski Başbakan Mesut Yılmaz’a Budapeşte’de yumruk atıp, burnunu kanattığından beri Yeşil öldü gibisinden kamuflajlar yapılıyor. Yeşil, Mehmet Eymür'ün MİT'te adamıydı. ABD dönüşü AK Parti ile dirsek temasında çalışan Eymür Yeşil'in geçmişte ve bugün neler yaptığını biliyor. Ama konuşmamaya devam ediyor. Yeşil bir gün çözüldüğünde, ucunun kendisine dokunacağını da biliyor. Eymür, ‘öldü, bir dönem bitti’ gibisinden Yeşil işini kapatmaya çalışıyor. Eğer öldüğünü biliyorsa, nerede, ne 
zaman, hangi olayda, nasıl öldüğünü de bilmesi lazım. Eymür bunları da açıklamak zorunda. Bakınız... Devlet Yeşil'i ne öldürür, ne de yargılar. Yeşil mahkeme önüne çıkarılırsa her şeyi anlatır. Öldürülürse de, sağlam birine 
emanet ettiği kasetler ortaya çıkar. Bu yüzden Yeşil'i yakalamak da, ortadan kaldırmak da istemiyorlar. Yeşil hâlâ kuvvetli biri. Devlet, Yeşil konusunda samimi değil. İnanmayan, Mehmet Ağar, Mehmet Eymür, Hanefi Avcı’ya da sorabilir, eminim nerede olduğunu biliyorlardır. 

Ergenekon sanığı olan Veli Küçük, kirli işlerini yaptırdığı Yeşil’in öldürüldüğü iddiasını kamuoyuna 1998’dan beri kasten pompalattı. Yeşil’in imajı, kurumu değiştirildi, ölmedi. Yaşıyor. Çünkü Yeşil'de cinayetlerin kasetleri var. Kontrgerilla elemanıydı. Kurtlar Vadisi Pusu dizisine eklemlenen Kara adlı Yeşil, zannedildiği gibi yer altında filan yaşamıyor. Oğlu tarafından kitaplaştırılan Yeşil, artık emekli bir devlet memuru... 

Peki Yeşil nerede? En son 1998’de Macaristan’da dönemin başbakanı Mesut Yılmaz’a ‘şerefsiz’ diyerek yumruk attırmasından sonra ortadan kayboldu. Daha doğrusu Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in emriyle başka görevler verildi. Zaman gazetesi, müthiş bir gazetecilik yaptı ve 1997 yılında Yeşil'in telefon konuşmalarının tam dökümünü yayınladı. Bunu neden yaptı? Çünkü 2. MİT raporuna Gülen'in adını da karıştırmak isteyen Ergenekon çetesi Yeşil ile muhterem Gülen Hocaefendi’nin görüştüğü iftirasını ortaya atarak kamuoyunu aldatmıştı. Zaman'ın haberiyle ilk defa maskesi düşen Yeşil'in MİT Başkanı Teoman Koman'dan Cumhurbaşkanı Demirel'e, hatta Genelkurmay Başkanlığı'na kadar herkesle rahatca direkt konuşabilen devletin pervasız tetikcisi olduğu tescillendi. Yeşil gibi katillerle Gülen'in ilişkide olmayacağı ise açıktı. O, 
Ergenekon'un adamıydı, yani Gülen'in düşmanlarının infaz memuruydu... Kimilerine göre katil kimilerine göre vatanperver kahramandı. Esasen O, Ergenekon'un Yakup Cemili idi. Sonu cehennem olan bir yoldaydı. Nerede olduğunu aslında pek çok devlet görevlisi biliyordu. 

Mesela 2000 yılı sonbaharında Yeşil’in nerede olduğunu sorduğum bir Emniyet İstihbarat yetkilisi gülerek şunu söylemişti: Albay rütbesinde Arnavutluk’ta geziyor ve Kosova’da UÇK’nın milis güçlerine gayri nizami harp konusunda askeri eğitim veriyor. Bir kaç yıl sonra nerede olduğunu bir askeri yetkiliye sorduğumda yine acı acı güldü ve şunu fısıldadı: Benden duymuş olma ama Afganistan’a NATO çerçevesinde gönderdiğimiz Türk Barış Gücü’nde Albay rütbesinde Afgan emniyet güçlerini eğitiyor. Eski istihbaratçı astsubay Hüseyin 
Oğuz'a göre Yeşil Belarus’ta yaşıyordu. Oğuz İzmir polisine ve medyaya şöyle dedi: “Bu kişinin ismini İzmir Emniyeti’nde verdiğim ifadede söyledim ve emniyet güçleri şu anda bu kişiyi arıyor. Yeşil’e ilişkin olarak da bazı yazılar yazıldı. Yeşil hakkında Mehmet Altan, Belarus’ta olma ihtimalini yazmış. Doğru yazmış.” (6). 


***


PKK - CUMHURİYETİ VE AK-PARTİ., BÖLÜM 2

PKK - CUMHURİYETİ VE AK-PARTİ.,  BÖLÜM 2



“Hâlâ Hapiste ETA Teröristi var mı?” 

Üç bin terörist var. Eli kanlı teröristlerin hepsi hapiste. Ömür boyu hapse Mahkûm olanlar da var. 

“Genel Afla Siyasete atılmadılar mı?” 

Hayır. “Af Çıkartalım diyen yok mu?” 

Bazen birileri söylüyor ama böyle bir şey olamaz. Ayrıca sadece ETA teröristleri değil sağcı teröristler ve 1981'de Parlamento’yu basıp darbe yapmak isteyen albay da hâlâ hapiste. Hükümetten rest gibi yanıt 

Bask bölgesinin bağımsızlığı için 45 yıldır silahlı mücadele yürüten ETA terör örgütü, 2011'de silahlı mücadeleye son verdiğini açıklamıştı. 26.11.2012'de BBC‘nin haberine göre, kendini feshedip silahlarını teslim etmek üzere İspanyol ve Fransız hükümetleriyle masaya oturmaya hazır olduğunu bildirdi. 

Bask bölgesindeki Gara adlı gazetenin web sitesinde yayınlanan ETA bildirisinde, fesih ve silah bırakma kararı için örgütün bazı şartları olduğu belirtilerek müzakere çağrısı yapıldı.Bu şartlardan birinin de hapiste bulunan ETA militanlarının kendi memleketlerine yakın şehirlere nakledilmesi olduğu belirtildi. 

Dikkat buyurun serbest bırakılmasını bile istemiyorlar. Hapisteki ETA militanlarının memleketlerine yakın şehirlerin cezaevlerine nakledilmesini istiyorlar. 

Ne oldu? ETA‘nın müzakere teklifine İspanyol hükümetinden rest gibi ret cevabı geldi. 

İçişleri Bakanı Jorge Fernandez Diaz, “Bugüne kadar terörist bir örgütle hiç müzakere etmediğimiz gibi bundan sonra da etmeyeceğiz. Hükümetin, tek talebi değil, tek emri kayıtsız şartsız örgütün feshedilmesidir” dedi. 

İşte İspanya. KCK davalarının ortadan kaldırılması demek, devletin kendini ve yakın geçmişi inkâr etmesi sayılır. Hukuk ise asla itibar edilmemesi gereken bir kurum haline gelir.Öte yandan Büyük Türkiye, Kürtlerin katılımı olmadan kurulamaz, bu nedenle süreci baltalayanlar hain görülecektir… Zaman yazarı Ali Bulaç, 25 Mart 2013’de Öcalan’ın verdiği şu yedi mesaja dikkati çekti. 

1) Batı’nın tarih yazdığı büyük parantez kapanıyor, yeni bir dünyanın eşiğindeyiz. 
2) Aydınlanma, emredici modernleşme ile beraber ulus devlet de çökmüş durumda. 
3) Bölgenin bütün halkları bir araya gelip ortak yaşama arzusu ve modeli geliştirme becerisini göstermezlerse küresel güçlerin hegemonyası altında zillet içinde yaşayacak, üstelik sürekli olarak birbirlerinin kanını akıtacaklardır. 
4) Yeni dünyayı ulus devlet çıkarını veya tarihi mirası esas alan Neo-emperyalizmi (Emevi, Abbasi, Safevi, Osmanlı) üzerinden kuramayız. 
5) Sünnilik, Şiilik, Vehhabilik, Selefilik bölge halklarının tek başlarına birleştirici kubbesi olamazlar; her bir mezhep kendi tabii alanında varolmaya razı olmalıdır. 
6) Irk, etnisite, ulus, bölge temelinde yeni yapılar eskinin tekrarıdır. Hiçbir milliyetçilik diğerinden daha masum, iyi veya olumlu değildir. 
7) İslam’ın üst referans olduğu bölgede bütün gayrimüslimler yeni siyasi birliğin ortakları olarak yerlerini almalıdırlar. 

Dağdan inişlerin biçimini, yeni anayasanın içeriğini daha hararetli tartıştığımız günlerde herkes kendi zaferine çekiliyordu ister istemez. Dağdakileri temsil edenler, barış sürecini tek başlarına tesis etmişler gibi, sıra devlette 
diyorlardır. Hükümeti temsil edenler ise bugünlere gelinceye dek devlet geleneğinde hakkaniyetli bir uygulamayla karşılaşmamış ve hep mağdur edilmiş kesimlere dahi umut aşılamanın keyfinde idi. 

Velhasıl, zafer burada kendi iktidarını kurmak değil, ötekini ele geçirmek, alt etmek, ona diz çöktürmek değil; Barışın ruhunu hep birlikte diriltmektir. Erğenekoncuların saflarını barış karşıtı olarak belirlemeleri nedeniyle sürece 
destek vermeliyiz… 

Ancak ülkemizin bölünmesine, emperyalist planı olan Kürdistan bölgelerinde PKK Cumhuriyeti kurulmasına da karşı çıkmalıyız. 

Hizmet’e karşı yürütülen paralel devlet hikayesi aslında tilkinin bir “Haçsız Haçlı Savaşı” olabilir. Zira bu yöntem CIA ve MOSSAD’ın yıllardır Jakop’un kullandığı bir tilki hikayesidir. Süfyanizm Oligarşisi ve global İslam düşmanları Hizmet’e savaş ilan etti, PKK teröristleri ve Ergenekon ile ittifak yapıldığı artık gizlenmiyor. Bundan sonra tilkinin gayesi paralel bahanesi ile kamuoyu oyalanırken ve aldatılmış iken belirlenen Büyük Kürdistan haritasında Türkiye ayağını MİT ile ülkemizden ustalıkla kotarmaktır. CIA ve MOSSAD, Kürdistan’ın 
Suriye ve Irak ayağını MİT ile beraber kurdu, kopardı, sıra büyük hırsızlığa geldi. KCK, dört ülkede kurgulanan üst yapının adıdır. 

Anlaşılması kolay olsun diye bunu bir hikâye ile anlatalım isterseniz. Köyün birisinde sığırcılık yapan zalim, ceberut, ama güçlü bir aile varmış. Bunlar çalışmadan yemeyi, başkasının malına-mülküne el koymayı, kafasına eseni 
dövmeyi, istediği kimsenin bağına-bostanına girmeyi iş edinmişler. Bunların dedeleri de böyle imiş zaten. Köyde ilk yer edinmeleri de birilerinin canını alıp malına el koyarak olmuş. Bunlar gider başkalarının bağını, bostanını talan eder, harmanlarını yağmalar emeksiz, çabasız, ama refah içinde yaşarlarmış. Üstelik bir de malını yağmaladıkları kimseleri “hırsız”, canını aldıkları insanları “katil” ilan ederlermiş. Bu yağmacı, kan dökücü ailenin geçmişi herkes tarafından bilinirmiş ve bunlardan çekinilirmiş. Hırsızlık ve kan dökme konusunda şöhretleri 
pek fazla artınca bu aile oturmuş düşünmüş ve daha yeni, ince teknikler geliştirmeye karar vermişler. İçlerinden birisi daha kolay hırsızlık yapmanın, ev basmanın, bağ-bahçe talan etmenin gelişmiş bir yönetimini bulduğunu 
söylemiş talancı ve yalancı aileye. Bütün ailenin dikkati o tarafa yönelmiş. Aklı veren bu ailenin içine yerleşen ve onlardan gibi görünen, ama onlar üzerinden kendi hedeflerini gerçekleştiren, sinsi Jakop’muş. 

Jakop aile toplantısında yeni projesini anlatmaya başlamış: “Bakın dostlarım, kardeşlerim. Yeni planım çok akıllıca ve risksiz. Üstelik bu planı devreye sokarsak kimse bizi hırsız, arsız diye adlandıramayacak. Biz “mağdur” 
olarak bu ahmakların bağına, bostanına gireceğiz. Göstere göstere gireceğiz ve kimsenin gıkı bile çıkmayacak. Kimse bize bir şey demeye cesaret edemeyecek” demiş. 

Nasıl olacak bu Jakop demişler? 

Jakop: “önce geceden bizim tavuklardan bir kaçını boğazlayacak ve bizim bahçenin-bostanın farklı yerlerine serpiştireceğiz. Sabah kalktığımızda boğazlanmış, telef edilmiş tavuklarımızı vaveyla ile bütün köye duyuracağız. 
“Bir tilki girmiş ve bizim tavuklarımızı telef etmiş, bu kabul edilemez bir şeydir. Biz bu tilkiye haddini bildireceğiz. Kimse bizim evimizde bizim tavuklarımızı böyle heder edemez! Tilkiye ve onu koruyanlara karşı savaş ilan ediyoruz! Ya bizimlesiniz, ya tilkilerle!” diye deklare edecek ve bütün köylüye korku salacağız. Sonrada kimin evine-bostanına girmek istiyorsak tilki sizin evde saklanıyormuş! Öyle bilgi aldık. “Ya tilkiyi ver bize, veya biz ne yapacağımızı biliriz!” diyerek evlere, bostanlara dalacağız. Böylece hırsızlık ve talan için değil, tilkiyi 
bulmak, adaleti sağlamak için girmiş olacağız” demiş. Jakop’un teklifi herkese çok cazip gelmiş ve bunu hemen uygulamaya karar vermişler. 

Bir gece planı uygulamaya koymuşlar 3-5 tane tavuğu boğazlayıp, yaralayıp evlerinin farklı yerlerine atmışlar. O esnada Jakop’un aklında yeni yıldırımlar çakmış, ailenin büyüğüne: “efendim tavuklar bize yeterince güçlü gerekçe 
de oluşturmayabilir; bir kaç koyun, hatta sığır da telef edersek elimiz daha güçlü olur” demiş. Ailenin içinden bir kaç kişi “olmaz öyle şey, tavuğu anladık tamam ama, bir tilki koyunları, sığırları nasıl boğazlar, buna nasıl inandırırız köylüyü” demişler. Diğerleri önemli değil demişler, biz tilkinin sığırları da telef ettiğine inandırırız köylüyü. Çok mantıklı olmasa da, gece 3-5 tavuğu, bir kaç koyunu, bir kaç sığırı telef etmişler. 

Bir sabah bütün köylü sığırcı ailesinin feryat figanı, vaveylası ile uyanmış. Evde herkes dizlerini dövüyor, kadınlar ağlaşıyor, erkekler tehditler savuruyor, intikam yeminleri ediyormuş. Bütün köylü bu gürültüye dikkat kesilmiş. Köylü olanları anlamaya çalışırken sığırcı ailesi: “bizi can evimizden vurdular; bunu kim yaptı ise göstereceğiz; intikamımız feci olacak! Caniler! hainler! katiller! vs.” diye dövünüyor ve tehditler savuruyorlar mış. 

Bunu yapanlar iğnenin deliğine dahi girse bulacağız, cezasını mutlaka vereceğiz” diyorlarmış. Bu ailenin şerrini, zarar verme kabiliyetini bilen, bunların yalakası onursuz bazı aileler-kişiler hemen bunların yanında yer almış ve: “evet sığırcı ailesine yapılanlar kabul edilemez! 

Yapanlar bulunmalı ve cezalandırılmalıdır! Biz de bunların yanındayız!” demişler. 

Bunun üzerine sığırcı ailesi göz koyduğu stratejik noktada evi olan bir aileyi sorumlu tutmaya başlamış. Delil, ispat vs. beklemeden bu ailenin evine girmiş. Bunun gayet kolay olduğunu ve kimsenin gıkını çıkaramadığını görmeleri, 
dahası pek çok köylünün bunların mağduriyetini kabul etmek zorunda kalması bunların çok hoşuna gitmiş. 

Ailenin reisi Jakop’a “afferin lan Jakop, ne güzel düşünmüssün!” diye iltifatta bulunmayı da ihmal etmemiş. Bakmışlar bu iş tutuyor, ardından varlıklı, zengin bir mahalleyi gözlerini kestirmişler. “Bu mahallede zenginlik çok, insanları da güçsüz, ayrıca bunlarla bizim husumetimiz de var. Katilleri arayacağız diye girelim mahalleye ve talan edelim” demişler. Ardından aşağı mahallenin zengin evlerine birer birer girmeye başlamışlar. Bu evlere girerken “biz yeni saldırılardan korkuyoruz, bu nedenle bizim yaptığımız önleyici saldırıdır” demişler. 

Böylece Jakop’un fikri ile pek çok mahalleyi, evi talan etmişler. Tilki üzerinden talan işinin tadına varan sığırcı ailesi “tilki görüldü”, “tilki burada olabilir”, “kokusu geliyor”, “sesi duyuluyor” vs diyerek köydeki pek çok eve izinsiz girmeye, ailelere baskı uygulamaya başlamış. Tilki hikayesi üzerinden köyde terör estiriyor, dilediği gibi hareket ediyor, istediklerinin başına bela oluyorlarmış. Köyde tilki tehdidinin bertarafı adına toplantılar yapılmaya, tedbirler geliştirilmeye başlanmış. Bütün köylü artık tilki ile yatıp, tilki ile kalkıyormuş. Bu konuda bilimsel toplantılar yapılır, kitaplar yazılır olmuş. Sığırcı ailesi tilki malzemesini köpürte köpürte, gayet verimli şekilde kullanmış. Nereye girmek istese “tilki burada görüldü duyuldu” deyip o eve baskın düzenliyor, evde talan yapıyormuş. Tilki sayesinde köyün kontrolünü eline almış. 

Erdoğan ve AKP, hikâyedeki sığırcı ailesidir ve tilkilerle ortaktır. Hizmet ve cemaata ise kümese sokulmak istenen mağdur tavuk rolü biçilmiştir. Sığırcı ailesi, tilkiler ve sinsi Jakop’un hain planlarından dolayı Hizmet mazlumdur, davacıdır, ama hırpalanmaktadır. Bir gün toplum tilki, Jakop ve sığırcık ailesinin zalimliğini anlar diye ummakta, herşeyden haberdar şaşkınları oynamakta, dünkü kardeşlerinin mal, makam, kadın, para ve güç karşısında dinlerini ve vatanlarını nasıl sattığına hayret etmektedir. Sığrcı ailesi, Tilki ve sinsi Jakop bir defa anlaştı mı terörist barış elçisi olur, barış sembolü adanmışlar, muhabbet fedaileri terörist diye suçlanır. 

Jakop’un fikrini hayata geçiren CIA ve MOSSAD, sığrcık Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı hırsını kullanarak PKK’ya Öcalan’ı da lider koydurarak Kürdistan’ı MİT’e kurduruyor. Bu durumu başta güya muhafazakar AKP 
değilde CHP olsa asla kabullenmiyecek toplum zokayı yuttu. Hizmet’i paralel diye bahane eden AKP halkın kafasını karıştırdı. Oysa çok uluslu firmalar çoktan ülkemize girdi, kaynaklarımıza özelleştirmelerde el koydu, bankalarımızı satın aldı, İstanbul Borsa’sında yabancı neoliberal tilkiler ağırlığı üstünlüğü ele geçirdi. Dünya üzerindeki hakimiyetini pekiştirmiş neoliberal işgalciler, bazı stratejik-zengin bölgeleri yeni kolonial stratejilerle kontrolü altına almıştır. Milletimiz, hızla Amerikanlaştığı ve Batı kültürünün, tüketim ürünlerinin çılğını ve kölesi 
olduğu halde özgürleştiğini sanmaktadır. 

Global ve yerli tilkiler, paralel bahanesiyle rehavet içindeki toplum ahlaki ve ekonomik çöküşe doğru hızla yol alırken, Erdoğan sığırcı ailesi de bu arada malı götürmektedir. Milton Friedman’ın kemikleri sızlasın, neoliberal işgalcilerin 3. dünya ülkelerini nasıl soyacağının sosyolojik teorisini o yazdı. Neo liberal 
tilkiler, 10 yıl social inclusion, yani sosyal yakınlaşma, toplumla bütünleşme, güvenini kazanma istedi, harfiyen ülkemizde Erdoğan ile uyguladılar. Şimdi sıra bir Fransız modeli olan social exclusion’a, yani ötekileştirme, içe kapatma, sömürme ve büyük soyguna geldi. Soygun sonrası ekonomik kriz ve büyük tufandır, sosyal adalet, hukuk ve insanlık tüketildiği için devlet çökecek ve yeniden kurulacaktır. 

PKK Cumhuriyeti, CIA, MOSSAD ve BND tarafından adım adım kurdurulurken, Sığırcı ailesi ise ülkemizden 8 ülkeye kaçırdığı servetle kaçacaktır. Kısacası tilki bahane soygun şahane diye gerideki koyunlara gülecektir. Büyük soygunun adı, 4 Ülkede kurulan PKK Cumhuriyeti’dir. 

Faruk Arslan 
Kitchener, Kanada 
08 Haziran 2014 


GİRİŞ 
PKK - CUNHURİYETİ
Faruk Arslan 
Kitchener, Kanada 
08 Haziran 2014 

Komünistlikten Zerdüştlüğe devşirilen PKK'da Abdullah Öcalan'a biçilen yeni rol, dört ülkede kurdurulacak 
Büyük Kürdistan veya PKK Cumhuriyet’inde Ahura Mazda Paşa olmasıdır. İsrail’in Mavi Marmara rezaleti 
nedeniyle ABD Başkanı Obama’nın zoruyla İsrail Başbakanı Netanyahu’nun zoraki özür dilemesi, 
Suriye ve İran’ı kapsayan yeni operasyonda İsrail, Türkiye ve Ürdün’e biçilen yeni rollerden kaynaklanıyor. 

   28 Şubat sürecindeki eski gücüne kavuşmak isteyen İsrail, Kürt sorununda PKK’nın silahlı terör örgütünden 
siyasi yapıya dönüştürülmesine gizli destek veriyor. Suriye, İran, Irak ve Türkiye’den kopartılacak Kürt bölgesinde 
Mandela olacağı vaadine kanan Öcalan, Türk toplumunda yerleşik barış umudunu kullanıyor. 

4. Zerdüştlüğe MİT'in katkılarıyla soyundurulan “ Atakürt ” Apo, 

    PKK'yı Filistin Kurtuluş Örgütü kisvesine sokarken, Kürt sorununu da Filistin leştiriliyor. 
Güya Abdullah Öcalan, 2. Barış Müzakere Açılımı sürecinde ‘stratejik hedef’ olarak bölge ekseninde ‘Türkiye-Kürtler beraberliği’ni belirledi! Bunun için de bir ‘yol haritası’ çizdi. Bu ‘yol haritası’na göre ‘çatışmasızlık ilanı’ ve buna bağlı ve bazı adımlara paralel olarak silahlı PKK unsurlarının ‘sınır dışına çıkması’nı ilan etti. 

Kandil-Avrupa yani PKK, Öcalan’ın bu çağrısına uymadı. Yaşlı, kadın ve çocukları taşırken, 6500 yeni genç Kürt militan adayını da dağa çıkardı. KCK Lideri Cemil Bayık, PKK’nın sözünde durmaması konusunda 2013’un bahar, yaz ve sonbaharında epey pişkin açıklamalar yaptı.Öcalan, bu devrede kardeşi Mehmet Öcalan vasıtasıyla talimatlar yağdırdı ve süreci çok ustaca yöneterek istediğini kopartana kadar silahı aslında hiç bırakmayacakları şantajı yaptı. Hemde devlet izniyle bunu yaparken, Cemil Bayık kötü polis rolündeydi. Ateşkese devam ama çekilmiyoruz bazında açıklamalardı bunlar. Israrla saklanan gerçekler, silah gölgesinde yaşamın ve PKK’nın otoriter baskısının sürdüğüdür. 

Oysa Narşist, megololan kişiliği kasten sızdırılan İmralı zabıtları ile ortaya çıkan MazdAPO, Alman Gestapo’sundan beter bir zulmü Kürt halkına CIA, MOSSAD ve BND’nin hazırladığı strateji gereği sunabilir: Din değiştirme… PKK’lılar Apo ne seçerse doğrudur görüşündedir. BDP Milletvekili Ayten Tuğluk’un Öcalan’ın ‘bin yıldır müslüman kardeşiyiz’ söylemini tersinden okuyup, ‘PKK laikliğin teminatıdır’ demesi, büyük oyunun farkında olduğunu simgeliyor. 

Zerdüşt dininin kurucusu olan üç aydın vardır. Birinci Zerdüşt yaklaşık olarak MÖ üç bin yıllarında yaşayan Mahabat, ikinci Zerdüşt yaklaşık olarak MÖ iki bin kırk yıllarında yaşayan Haşeng (bunun Hz. İbrahim de olduğu söyleniyor), üçüncü Zerdüşt ise MÖ altı yüzlerde yaşayan Zerdüşt’ün kendisidir. Üçüncü Zerdüşt’ün bir bilgedir ve Zerdüştlük onun tarafından sistemleştirilip yaygınlaştırıldı. Büyük antik çağ filozofu Eflatun’un (Platon) kendisini Zerdüşt’ün öğrencisi olarak tanımlar. MİT’in teşvikiyle Öcalan, manevi, ruhani liderliğe kendini kaptırmış durumda. 

Çünkü Doğu İran’da yaşamış olan Zerdüşt, esasında ilk sosyalist reformcuydu. Onun mesajı, daha önceki dini tecrübeye birçok yönden muhalefetti; çünkü o bir monoteist idi. Bu dinde Ahura Mazda, Yüce Rabb’dir ve bütün zıtlıkların yaratıcısıdır. Zerdüşt, her şeyin yaratıcısı olan, insanlara iyilik yapan tek bir Tanrı’nın, Ahura Mazda’nın (Hürmüz’ün) peygamberidir. Rivayete göre kitap kendisine, Yüce Tanrı Ahura Mazda tarafından vahiy edilmiş ve o da dini yaymak için halka vaazlarda bulunmuştur. Zerdüşt belki de peygamberdi; daha önceki 
dini arıtıp temizlemiş, İran çok-tanrıcılığını, tek-tanrıcılığa doğru yöneltmiş ve çok yüksek bir ahlâkın kurallarını koymuştur. Kitap, peygamberlik, ahiret inancı ve tektanrıcılık görüşleriyle Zerdüştlük’ün, ilâhî bir dinin temel vasıflarını üzerinde taşıdığı kabul edilir. 

Zerdüşt’ün kurduğu dinin adına Mazdeizm deniliyor. Zerdüşt, Mazdeizm’le tek tanrılığa yönelirken, egemenlerin gücüyle bütünleşen çok tanrılığı aşıyor ve tanrıyı egemenlerden alarak, insanlığın özlemleriyle birleştiren bir güce dönüştürüyor. Soran, sorgulayan tanrının kötülükleri affetmeyeceğine inanıyor, bu nedenle kötülüklere karşı savaşımını bir tanrı emri olarak öne sürüyor. Zerdüşt’ün güçlü bir filozof ve düşünce adamı olduğu, doğa, toplum ve insan gerçeğine ilişkin bilimsel perspektifler getirdiği, örneğin Antikçağ Yunan 
filozoflarının hareket noktasının, Zerdüşt inanışının geliştirdiği kavramlara dayandığı ısrarlı bir şekilde vurgulanıyor. 

‘Tarihte Zerdüştlük, ilk defa insan iradesine özgürlük tanıyan ve iradeye önem atfeden bir düşünüş olur. Burada özgür irade, felsefenin başlangıcı ve dinin kul anlayışının reddi olmaktadır. İlk felsefenin (Hint, Çin, Batı felsefesi) Zerdüşt’ten dünyaya yayıldığını belirtmek abartı olmaz. Bu yönüyle gerek felsefede, gerekse inanç boyutunda çok özel bir yere sahiptir.’ Öcalan'ın çoğunluğu Müslüman olan Kürtleri İslam'dan uzaklaştırma projesi aynı zamanda Türklerle en güçlü ortak paydanın yok edilmesi anlamı taşıyor. Birey özgürlüğünü firavunlaştıran bu anlayış oldukca laik, Batı Liberalizmine uygun ve sosyalist dinsizliğe de kapı açıyor. Peygamber Efendimizin de işaret ettiği gibi; ahir zamanın alameti olan Fırat’la Nil arasında kan ve gözyaşının akabileceği dönemlere doğru hızla 
gidiyoruz. 

Barış müzakereleri adı altında başlayan yeni dönem böl–parçala- yut diyen zihniyeti şimdilerde ise çarpıştır-yücelt-kandır-yut dönemine dönüştürdü. PKK ile Fethullah Gülen Hocaefendi ve onu seven camiası çarpıştırıldı, MazAPO yeteri kadar da firavunlaştırıldı ve yüceltildi. Hocaefendi’nin açılımdan önce yaptığı müthiş öngörülü sulh çıkışı olmasaydı, barışı isteyemeyenler olarak camia günah keçisi yapılacaktı. MİT, 30 yıldır kucağında olan Öcalan’ı bir anlamda bu müzakerelerle adeta yeniden küllerden doğan bir lider olarak destekliyor 
ve onun statü kazanmasında ona yardımcı oluyor. MİT bu manevralarla yeniden Öcalan’ın örgüt üzerindeki etkinliğini artırıp, onu tekrar merkeze yani örgütün yönetiminde tümüyle söz sahibi olacak bir hale getirmeyi amaçlıyor. Böylece PKK’yı aklınca çok başlı sisteme girmesinin yerine, tek başlıya çevirip, müzakerelerde muhatabının kim olduğunu da netleştirmiş olmayı arzu ediyor. 

Oysa PKK, birbiri içine geçmiş dış ülkelerin istihbarat örgütleri tarafından kullanılan bir terör oyuncağına çevrildi. Hiçbiri sorunun çözümünü istemiyor. Yolda bir milyar doları aşkın haraç toplayan ve uyuşturucu, kaçakçılık geliri olan PKK’nın lordları asla çözümden yana değil. Osman Öcalan’ın sivil dünyaya atılması ve yaptığı işi batırması kötü örnek oldu. Kandil patronları normal hayata dönerse koca hiçler olmaktan çekiniyor. Son kozlarını oynuyorlar. 2009’dan beri terör saldırılarının azması ve şehit sayısının artması, ülkemizi 2013’de yeniden yol ayrımına getirdi. Terörü sonlandırmak için iki çarenin var olduğu zannedilir: Şiddet kullanarak başını ezmek, köklerini kurutmak veya karşılıklı tavizler vermek, barışçıl yöntemle kanı durdurmak, orta yolu bulmak... 

Aslında her zaman bir üçüncü yol daha vardır. Türkiye’de ve gurbetteki Türkiyelilerin dilinde, kalbinde, gönlünde aynı özlem hissediliyor: Yeter artık, sabır taşı kırıldı; ne olacak bu PKK’nın hali! PKK sorunu Türkiye’yi bölmeye doğru koşuyordu. 2014 veya 2015’e kadar ülkemiz bölünmeden dayanırsa, bölgesel güç olacak ülkemizi bu tarihten sonra ne İsrail, ne Almanya ne ABD bölebilirdi. Ameller niyetlere göredir. Niyetler karanlıksa aydınlık yola çıkılması güçtür. İçte ve dışta bazı hain odaklar ve güçler PKK’yı bitirmemek için direniyorlar. 
Kürtler elinden silahı bırakırsa pazarlık güçlerini kaybedermiş... Verdikleri şeytani akıl buydu! 

Oysa gelinen nokta tam tersine doğru işliyordu. PKK şiddette ısrar ettikçe Kürtler, elde ettiği kazanımları kaybetme riski taşıyordu. Bölgede AK Parti'nin demokratik reformları hep PKK'nın başarısı olarak lanse edildi, ediliyor. Tarihimiz boyunca, hiç bir isyancı hayal ettiklerini elde edememiştir, hep aksiyle tokat yemiştir. Kabakçı Mustafa’dan Şeyh Bedreddin’e Patrona Halil’den Şah kulu isyanına kadar ayaklanmalara kısaca bir göz atınız. Şah kulu’nu bizzat öldürtenin, isyan emrini veren Şah İsmail olduğunu göreceksiniz. PKK isyanı da bir savaş değildir, ayaklanmadır ve isyancıların iki dünyada da yatacak yeri yoktur. Oyuncağı kuranlar oyuncaktan bıkınca oyuncağı parçalar, çöpe atar. PKK pimi çekilmiş serseri bir bomba, mayındır. Kendisini gümletmesine az kaldı! 

Ortada yakın geçmişte Sri Lanka’da yaşanan Tamil Kaplanları örneği bulunuyor. 30 yıl süren ayrılıkçı terörün ardından Norveç’in devreye girmesiyle Sri Lanka hükümeti 2006 yılından itibaren ateşkes ilan etti ve silahların bırakılması ile ilgili barış görüşmeleri taraflar arasında Cenevre’de yapıldı. 

Sonuçta, Tamil Kaplanlarının asla silah bırakmaya niyeti olmadığı üç yıl sonra başlayan terör olayları ile anlaşıldı. Tıkanan görüşmelerin peşi sıra Sri Lanka hükümeti ordusunu Tamil Kaplanlarının bölgesine sürdü. 

Sonuç 20 binden fazla ölüydü, milyonlarca Tamil ise yurt dışına kaçtı. Bugün Batı ülkeleri ve Hindistan’da 6 milyon Tamil ilticacı konumunda. Tamillerin lideri Vellupillai Prabhakaran dahil örgütün tüm elebaşları öldürüldü ve örgüt ülke içinde bitirildi. Kanada’da 300 bin Sri Lankalı var, çoğu Tamil. Burada barış içinde birbirlerini öldürmeden yaşıyorlar. Colombo hükümetinin 2009 ve 2010 katliamlarına BM dâhil tüm dünyanın sessiz kaldığını PKK’lıların dikkatine arz ederim. Silah bırakmayan terör örgütü masum değildir. 

ABD ve AB ülkelerinin acizlikten Suriye’deki katliamlara müdahale edemediğini Barak Obama’nın ikinci defa seçilmesinin ardından Suriye ile savaş işini tamamen Türk ordusuna ve özel harp birimlerine Katar ve Suudi Arabistan’ın finansmanıyla havale ettiğini unutmayalım. Ve bu plan Rusya’nın başarılı girişimleri ile çöktü. Geride ikiyüz bin müslüman ölü, bir o kadar yaralı ve iki milyona yakın Suriyeli mülteci sorunu bıraktı. Dış konjonktürün ekonomik krizlere kitlendiği bir dönemde, kimse PKK’yı dinlemezdi. Türk ordusu ve polisinin ortaklaşa büyük ve gerçekçi bir operasyon düzenlenmesi halinde rahatlıkla yok edilebileceği beş bin PKK militanına dünya kamuoyunda hiç kimse yas tutmayacaktı. PKK, eğer ‘KCK ile dağdan şehre indik, şehirleri yakarız’ 
diyorsa, şehirlerdeki bin beşyüz kişilik yapılanmalarının tüm isim ve adreslerinin emniyet güçlerinin elinde bulunduğunu unutuyorlardı. Bol katliamlı politikalara yol yaparak Ankara hükümetini yanlış yapmaya zorlamakla Kürt hakları savunulamazdı! 

AK Parti’nin yürüttüğü ilk Kürt açılım paketini PKK militanları ve BDP, Ergenekon ile dirsek temasında baltaladı ve ellerine koca bir hiç geçti! Kürtlerin ülke nüfusunun yüzde 20’si olduğunu varsaysak bile yüzde beş oy alan BDP’nin Kürtlerin tamamını temsil etmediği açık. BDP’nin PKK’nın borazanı, sözcüsü olduğu ise bariz belli, hatta belgeli ve partilerini kapatacak kadar da aşikâr. 

O halde horozlanmaları nafile çaba! Kürtlerin üçte ikisi AK Parti’ye oy verdiğine göre pazarlık güçleri zayıf. 

Kürtlerin hakları bugün çiğnenmiyor, tersine pek popülerler, son yıllarda yayınevleri habire Kürtlerle ilgili kitap basıyor. Ülkemizdeki Lazlar ve Çerkezler Kürtlere tanınan hakları kıskanmaya başladı. O halde PKK kime güveniyor? Elbette, 1998’den beri PKK’yı taşeron örgüt olarak kullanan ve denetimine alan MOSSAD’a bel bağlıyorlar. Oysa Ankara hükümetinin İsrail ile ilişkileri limoni ve eskisi gibi Genelkurmay’da odaları, MİT’de eğitmenleri yok. Ülkemizin her tarafını dev kulaklarıyla dinleseler de, etkili olamıyorlar. Ancak yüzlerce ajanları 
bölgede cirit atıyor. PKK’yı cesaretlendiriyor, organize ediyorlar. 

Bu zamana kadar Ergenekoncu askerler, MOSSAD ile PKK işbirliği olmasaydı, çoktan terörün kökleri kurutulmuştu. PKK, 1980 ile 1987 arasında Diyarbakır Cezaevinde yapılan işkencelerle zorla doğurtuldu. Kasıt vardı. Daha sonra PKK’yı kullanmayan istihbarat örgütü kalmadı, ‘Yedi Kocalı Hürmüz’e döndü. Devletin karanlık yüzü elini uyuşturucudan, insan kaçakçılığından, silah ticaretinden çekmeden PKK veya Kürt sorunu bitirilemez. 

Birbirinden beslenen vampirleri mağaralarından çıkartmayacak hamleleri yapmanın zamanı geldi. Hakkâri’de Kavaklı mevkiinde ve Kazan Vadisi’nde 16 tane PKK kampı olduğunu 2011’de ilk yazdığımda önce bana kimse inanmak istemedi (1). 

Emniyet istihbaratı raporlarına dayanarak bunu yazmıştım. Bu kampların bazıları eskiden beri bizim askeri birliklerimize 3-5 km mesafedeydi. Kimse kimseye güvenmiyordu. Polis timleri bu kampları 2011’in yaz ve sonbaharında dağıtmaya başlayınca bölgede Ergenekoncu askerler ile PKK arasındaki derin ilişki su yüzüne çıktı. Bu nedenle, halkın korkusu bitirilip, belirsizlik devletine güvene dönüşmeden açılım ve yatırım paketleri abesle iştigaldir, yılan hikâyesidir... 

O halde üçüncü yoldan başka mantıklı seçenek kalmıyor. Bölgeye gelecek beş bin kişilik özel eğitimli polis timlerinin aynı personeli, 2 yıl değil 10 yıl orada kalacak ve halk ile iç içe, kardeşçe yaşayacaktır. 
Öldürmeye değil yaşatmak için gelecekler. Bu sefer, 1993 ile 1996 periyodunda ‘bin operasyonla on bin kişiyi faili meçhul cinayet’ ile yok eden Ergenekon’un silahlı örgütü JİTEM yok! Ergenekon’un karanlık general ve subayları hapiste yargılanıyor. İsrail ülkemize batamıyor! ABD, Irak ve Afganistan’da çuvallamış, yeni maceradan uzak duruyor. Ekonomik krizlerle boğuşanlar, ekonomik patlama yapan ülkemizin dinamizmini pörsümüş PKK ile durduramaz... 

Bundan sonra, halkın dinine, inancına, gelenek ve göreneklerine saygılı, devletin gülen yüzünü gösteren bir polis kuvveti görev başında olmaya başladı. AK Parti’nin camiaya bağlı diye 2013 yazında 700 polisi doğuya sürmesi aslında kaderin bir cilvesi oldu. Kandil Dağında göstermelik şovlara da ihtiyaç kalmadı, zira yalandan dağ taş dövmekle, 18 yaşında dağa zorla çıkartılmış fidanları öldürmekle terör sona ermiyor. Vatandaşı yaşatırsan, devlet bölünmeden yaşar! 

En can alıcı makalemi 12 Haziran 2011 genel seçimden hemen önce yazdım. Hakkâri ve Diyarbakır’dan seçim öncesi ulaşan bilgiler hoş değildi. Global Ergenekon’un Suriye’de başlattığı Baas rejimini devirme hamlesine ve Hakkâri’de oynanan eşgüdümlü büyük oyuna daha fazla sessiz kalamayız. Çünkü düğmeye aynı merkezden basıldı. Ergenekon’un baronu ve ejderi, global Ergenekon’dan aldıkları cesaretle ‘Kürt kozunu’ sahneye koydular. Kandil ve İmralı’nın emirlerini CIA ve MOSSAD’dan aldığı talimatlarla yerine getiren 
Demokratik Toplum Kongresi (DTK) ve BDP, “sürgünde Kürdistan parlamentosu” veya Türkiye’de KCK ile ‘gölge Kürdistan’ devleti kurmaya hazırlanıyordu. Mesele Kürt sorununu çözmek değil, çözdürmemekti... 

Bu noktaya nasıl ve neden geldik? 10. Ergenekon dalgasında mason localarına ulaşılması, global Ergenekon’u rahatsız etti. İstanbul baronları ve medya ayaklarına dokunulmaması için hükümetle pazarlığa giriştiler. Başarılı oldular, Ergenekon soruşturması sadece ordudaki ayaklara yönelirken, işi maliyeleştiren leri bilerek ıskaladı. Medyanın propaganda ayağında tutuklananlar devede kulaktı. Seçimde zoraki seçtirilen Silivri ve PKK adaylarının oluşturacağı keşmekeş, seçim sonuçlarına gölge düşürmek için “Baron” ve “Ejder” ikilisinin dünya çapında Ergenekon’dan aldığı onayla tasarlandı. Aslında onları kendilerine dokunulmaması ve ihalelerden daha fazla pay kapmak amacıyla hükümete şantaj için kullanıyorlardı. Servetlerine servet katmayı sürdürmelerinden rahatsız değilim ama Hakkâri’de oynadıkları oyunu artık deşifre etmek zorundayım. 

MHP liderinin başdanışmanlığına getirilmiş, “Silivri milletvekili” emekli korgeneral Engin Alan, MHP’nin imajını tek başına çizmeye yetiyordu. Ergenekon ve Balyoz davalarında aldığı müebbet cezalar haklı olduğumu gösterdi. Alan analizimden dolayı milliyetçi çevreden epey eposta almıştım. Elimde Alan’la ilgili neler olduğunu merak ediyorlardı. Sahte ülkücü olduğunu belirtmem kanlarına dokunmuştu. Öyleydi ama! 2023 yazarı, Avukat Tolga Akalın, Türk Özel Kuvvetleri’nin efsane komutanı Alan’ın MHP’ye Allah’ın emaneti olduğu iddiasındaydı. 
Yazısındaki şu ifadeler dikkatimi çekti: “Ülkü ocaklarının yaptığı tavsiye neticesinde Harp okuluna girmiş ve 1980 ihtilali akabinde ülkücü olması hasebiyle 35 gün cezaevinde işkence görerekyatmıştır.” 
12 Eylül darbesi günü tüm MHP il başkanları ve ülkü ocakları liderleri gözaltına alındılar ve yıllarca işkence gördüler. Bunlardan 35 tanesi ertesi gün, 13 Eylül 1980’de serbest bırakıldı. Bu sansasyon bilgiyi benimle Ekim 1998’de Kazakistan’ın Türkistan kentinde sabaha kadar süren sohbetimizde paylaşan MHP’nin 12 Eylül öncesi üç siyasi eğitmeninden biri olan Namık Kemal Zeybek’ti. Bu bilgiyi daha sonra rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’na teyit ettirmiştim. Zeybek, daha sonra Demokrat Parti lideri oldu, yürütemedi ve siyasi sahneden çekildi. Çıksın konuşsun. Gladyo’nun Özel Harp subaylarını sivil görüntüde çaktırmadan nasıl kendi aralarına soktuğunu ve il başkanlıklarını ele geçirdiğini anlatsın. Taha Akyol ve Mümtaz’er Türköne de bildiklerini anlatmalı. O günlerde MHP’nin diğer iki siyasi eğitmeni onlardı. Hapiste aralarında neler konuştuklarını dile getirsinler. Rahmetli Alparslan Türkeş’in yorumunu artık gizlemesinler. Çünkü serbest bırakılan o 35 kişinin hepsi MİT mensubu Özel Harpçi idi. MHP’yi geçmişte ele geçiren Gladyo mensupları, bugün rahat duruyor mu sanıyorsunuz? MHP ve BBP, İslam ve Türk sentezinden uzaklaştırılıyor, kuru kafatasçı ulusalcı bir Türkçülükle bagnazlaştırılıyor du. İttihat ve Terakki Partisi’ne Fransız masonlarının yüzyıl önce uygulattığı aşırı milliyetçilik virüsü nüksetmişti. Bu oyunu ülkücüler bozmalıydı... 

Alan’ı Bakü’de askeri ateşi olduğu 1992 yılından beri yakından tanıyordum. 1994 ve 1995’de Azeri lider Haydar Aliyev’e karşı düzenlediği başarısız suikast ve darbe girişimleri ile ülkemizi rezil etmiş ve ülkeyi CIA ve 
Amerikan politikaları üstünlüğüne bilerek veya bilemeyerek bıraktırmıştı. Başarısızlığa mahkûm suikast ve darbe teşebbüslerini oysa CIA elemanlarıyla ortak ve direkt Pentagon’dan gelen talimatlarıyla yapmıştı. Eski Genelkurmay başkanı Doğan Güreş tarafından Özel Harp biriminin Özel Hareketler Komutanlığı’na çevrilmesinin ardından başına 1995’de Alan’ın getirilmesine hiç şaşırmamıştım. Başarısızlığı mı yoksa ABD tarafından başarısı mı (!) ödüllendirilmişti. Alan’ın kariyeri 1999’da PKK elebaşçısı Öcalan’ı Kenya’dan paket teslim getirilmesi ile düzeltildi. Oysa daha sonra o uçağın içinde olmadığı ortaya çıktı. Gazeteci Şamil Tayyar net belgelerle açıkladı. Bir balon daha söndü. Zaten ortada Gladyo’nun paket teslimi vardı. ‘Kahraman’ denilen Alan, aslında hep CIA ile dirsek temasında çalıştı. PKK’ya destek veren JİTEM birimine yıllarca özel eğitimli subay vermiş bir Özel Harpçi idi. Faili meçhulleri çok iyi bilirdi. Azerbaycan’da görev yaptığı 1990’lı yılların başlarında eski Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’e karşı organize edilen başarısız darbe ve suikast girişimleri ülkemize pahalıya patlamış ve Aliyev uzun süre ülkemizle ilişkileri askıya almıştı. 

Bunlar aslında Gladyo ve CIA planlaması olan ‘çakma’ girişimlerdi. Alan, başarısızlığa mahkûm darbeleri bilen az sayıda üst düzey yöneticiden biriydi. Başbakanlık örtülü ödeneğinden finanse ettiği darbe fiyaskolarını kimseye izah edemezdi. Türkiye’nin mükemmel imajını bir hamlede yıktı. Türkleri sokağa 
çıkamaz hale getirdi. ABD’nin imajını parlattı, Türkiye’yi batırdı. MHP, yanlış bir ata oynuyordu ama MHP lideri esir veya rehin olduğu için yanlış yaptığını itiraf edemezdi. Hakkâri için 2006’da alınan küresel Ergenekon kararı, 12 Eylül referandumu ve 12 Haziran 2011 seçiminde başarı ile uygulandı. Hakkâri’de yaşayan her vatandaşımızın evinden baskıyla, zorbalıkla, şantajla dağa, PKK’ya en az bir adam kaçırma projesi, bölgedeki Ergenekoncu komutanların göz yumması ile gerçekleştirildi. 

2008 yılına kadar PKK’ya Hakkâri’den katılan insan sayısı yılda elli iken, son beş yılda bu rakam yılda beş yüze çıkartıldı. Bu ilimizden dağda iki bini aşkın militan grubu oluşturuldu. Kimse inkâr etmesin, elimde sağlam bir istihbarat raporu vardı. Karakol baskınları ile hükümet küçük düşürüldü. Halk korkutuldu. Silah zoruyla yapılan seçimde BDP, Hakkâri’de tamamı, 36 bağımsız adayını seçtirdi. Böylece planın ilk aşaması olan “kurtarılmış” Hakkâri kotarıldı. Bundan sonra Şırnak ve Cizre başta olmak üzere başka iller Türkiye’den kopartılacak ve dört yıl içinde bölge halkının tüm oyu sadece PKK’nın gösterdiği aday veya partiye kaydırılacaktı. Bunun adı demokrasi değildir, diktatörlük, despotluktur. Hükümet acilen Yüksekova’ya il statüsü vererek emniyet güçleri kadrolarını burada artırmalıydı veya bölgeye özel eğitimli tim birimleri kaydırılmalıydı. 

 3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

PKK - CUMHURİYETİ VE AK-PARTİ., BÖLÜM 1

PKK - CUMHURİYETİ VE AK-PARTİ.,  BÖLÜM 1



PKK Cumhuriyeti 
Faruk Arslan 

İçindekiler  Önsöz .............................................................. 27 

Giriş  PKK Cumhuriyeti ........................................................ 27 

 Birinci Bölüm 

Yeşil’in Pkk Macerası .................................................... 27 

İkinci Bölüm 

Gayretullah’a Dokunur Zulüm ....................................... 27 

Üçüncü Bölüm 

Pkk Dolu Rüyalarım ....................................................... 27 

Dördüncü Bölüm 

PKK’lı Çocuk Askerler .................................................... 27 

Beşinci Bölüm 

Zerdüştlük Özentisi ........................................................ 27 

Altıncı Bölüm 

Pkk’ya İhale Edilen Yeni Görev .................................... 27 

Yedinci Bölüm 

KCK: Paralel Devlet ....................................................... 27 

Sekizinci Bölüm 

PKK’yı Ancak Kürt Aydınları Bitirebilir ....................... 27 

Dokuzuncu Bölüm 

PKK Başarabilir mi? ...................................................... 27 

Onuncu Bölüm 

PKK ve KCK Nereye Koşuyor? ..................................... 27 

Son Söz: Kardeşiz .......................................................... 27 


FARUK ARSLAN  Kimdir? 

Toronto’da York Üniversitesinde Liberal Sanatlar ve Profesyonel Eğitimleri Honour Sosyoloji alanında mezun oldu . Sosyoloji, Uluslararası İlişkiler, Sosyal Hizmetler, Gazetecilik ve İletişim alanlarındaki yüksek öğrenim kursları için öğretim üyesi ve sosyal araştırma uzmanıdır, lisans ve lisanüstü eğitim alan öğrencilere Kuzey Amerika Eğitim sistemine uygun konsept ve kalitede yüksek eğitim ve öğretim modeli sunmakta, kitap, makale ve şiir yazmakta, seminer ve konferanslar vermekte, aynı zamanda sosyal sorunlarda danışmanlık hizmetleri 
önermektedir. 

Toronto Belediyesi’nin Sosyal Planlama Departmant’ının Yeni Gelen Kadınlar Merkezi ile ortaklaşa yürüttüğü ‘Kazanım’adlı projede Sosyal Araştırmacı, Sosyoloğdur. Kanada’nın Wilfred Laurier Üniversitesi Social Work 
Fakültesinde Master of Sosyal Work yapmıştır, Pskikoloji Uzmanı olarak Kanada devlet kurumunda psikoterapist olarak görev yapmaktadır ve Wilfred Laurier Üniversitesi’nde Öğretim Görevlisidir. Kısa adı MANA (Media Asembly of North America) olan Kuzey Amerika Medya Birliği’nin kurucu başkanı ve halen genel 
sekreteridir. Kanada’da yayınlanan Canadatürk ve Çorum yerel gazetesi Türkiye’de Manşet’de köşe yazarıdır ve Kanada Türk Ticaret Odası’nın Business Platform adlı İngilizce haber bültenini Genel Yayın Yönetmeni olarak 
çıkartmaktadır. Kanada’nın Ontario Eyalet’inde Kayıtlı Sosyal Hizmetler görevlisidir (Registered Social Worker). 

   Arslan, 12 Nisan 1969'de Ankara’da doğdu. Alanya nüfusuna bağlı olmakla beraber aslen Çorumludur. 3 yıllık GATA Sağlık Astsubay Hazırlama Okulu’ndan 1986'da mezun oldu. Sağlık Astsubay Sınıf Okulu’dan mezun olmaya 3 ay kala 1987'de ayrıldı. Azerbaycan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünü bitirdi ve Hazar’ın Statüsü konusunda tez yazarak 1997'de ‘Uluslararası Hukukçu’ ünvanını kazandı. Kanada’da Centennial College’den 2008’de ‘Sosyal Toplumcu’ diploması ile mezun oldu. 

Toronto Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı devlet okullarında Toronto ve Kitchener’da talep kadrolu öğretmen olarak Türkçe dersleri vermektedir. Azerbaycan Gazeteciler Cemiyeti, Ankara Diplomasi Muhabirleri Derneği, Kanada 
Etnik Gazeteciler Derneği ve Ontario Sosyal İşçiler Koleji ile Derneğinin üyesidir. 

Evli ve iki çocuk babası olan Arslan, Kanada ve Türk vatandaşı olarak Kanada’da gazetecilik ve akademik yaşamını sürdürüyor. Arslan, iyi derecede İngilizce, Almanca ve Azerbaycan Türkçesi biliyor. 

GAZETECİLİĞİ 

Orta Asya’ya Zaman Gazetesini kurmaya 17 Şubat 1992'de giden 19 kişilik ilk ekibin içinde yer aldı. Azerbycan Zaman’a bölge büroları kurma görevini 1995'e kadar yürüttü. Aynı zamanda Azerbaycan Zaman’da haber ve yazı dizisi yazmaya başladı, Karabağ, Çeçenistan ve Abhazya savaşlarını yakından takip etti. 1995 ile 1996 arası Azerbaycan Zaman’da aktif gazeteciliğe yoğunlaştı. Hazar’ın enerji rezervleri ile ilgili yazdığı 3 binden fazla haber ve makale Türk ve yabancı basında yayımlandı. 

Azerbaycan Zaman Gazetesi’nin her biriminde dağıtımdan reklama, bürolar, matbaa gece sorumluluğundan, muhabirlik, haber müdürlüğü ve köşe yazarlığına kadar her alanında yaptı. 1995 ile 1998 arası CHA Azerbaycan 
temsilciliğini 3 yıl yürüttü. Üç yıl arka arkaya en fazla haber yazan CHA muhabiri ödülünü aldı. 2 yıl süresince Türkiye’de yayımlanan Zaman gazetesinde Bakü Mektubu adlı köşeyi yazdı. Azerbaycan’da yayımlanan 60 bin tirajlı ilk çocuk gazetesi Tomurcuk’un kurucularından oldu. Ersin Demirci yönetiminde ki Azerbaycan Zaman’da ülkenin en popüler yazarları Bahtiyar Vahapzade ve Rafael Hüseynov’u, en iyi televizyon gazetecisi Gulu Muharremli ve daha on meşhur yazarı köşe yazısı yazmaya ikna etti ve yazarlar sorumlusu oldu. 
1997'de Azeri başyazarlardan Rafael Hüseynov ve rahmetli Bahtiyar Vahapzade’nin ortaya attığı Avrasya Diyalog Platformu ve Dergisi köprüsü önerisi ve Avrasya oluşumunun Eylül 1999'da Bakü’de yapılan ilk kuruluş 
toplantısında hazır bulundu. Ağustos 1998'den itibaren Zaman gazetesinde 2000 yılı sonuna kadar Ankara’da diplomasi, ‘Yurtdışı Baskılar’, dış politika, enerji ve başbakanlık muhabirliğini yürüttü. 14 ülkede basılan Zaman’lara yönelik özel araştırma dosyaları hazırladı. Türk dünyası özel muhabirliği yaptı. Kırka yakın ülkeyi gazeteci ve fotoğrafçı olarak gezen Arslan, dış politika, diplomasi, Türk dünyası, Rusya, Almanya, Orta Doğu, Avrupa Birliği ve enerji politikaları konularında uzmanlaştı. 

2000-2001’de Kanada Zaman gazetesi temsilciliği görevini üstlendi, Toronto muhabiri olarak çalıştı. Kanada Türklerinin posta ile dağılan ücretsiz haber dergisi Sunrise’ı kurdu ve bir yıl boyunca editörlüğünü yürüttü. 
1998-2004 periyodunda Ali Alperen mahlasıyla sırasıyla Muhsin Yazıcıoğlu’nun kurduğu Büyük Birlik Partisi’nin yayın organları Gündüz, Muhalif, Gelecek Gazetesi, Hür Gelecek gazetelerinde Türkistan adlı köşeyi yazdı. 2008 
başından itibaren ise Alperen Ocakları’nın online medyası olan Milli Ocak haber portalında 9 yıllık müstear dönemine son vererek kendi ismiyle 2011 yılına kadar köşe yazısı yazdı. 2004 yılllarında Metafizik Magazin dergisinde yazıları yayınlandı. 2004’den beri Kanada’da beş bin tirajla yayımlanan Canadatürk’te aralıksız olarak, 2006’dan beri Almanya’da yayımlanan Platform dergisinde köşe yazarlığı yapıyor. 2000’den 2006'ya kadar aralıksız her gün makaleler yazarak, sonsaniye.net gibi çeşitli İnternet medyasında köşe yazılarıyla haberciliğini 
sürdürdü. 

KİTAPLARI 

Ergenekon örgütünü tüm yönleriyle 2001'den beri sık sık yazan ve ortaya çıkartan ilk gazetecidir. 2005 yılında yazdığı ‘Vadi’nin Şifresi Çözülüyor’ adlı kitabı, eski Ergenekon’dan yeni Ergenekon’a geçilen süreci deşifre 
ettiği için Ergenekon çetesi tarafından toplatılmıştır. Ergenekon’un karakutusu Tuncay Güney’i ilk defa Toronto’da bulan, röportaj ve haberleriyle 2006 ve 2007 yıllarında meşhur eden isimdir. Ölüm kuyuları ve Asit kuyuları olarak bilinen JİTEM kuyuları, Arslan’ın Karakutu Tuncay Güney kitabında verilen bilgiler savcılık tarafından ihbar ve delil kabul edilerek açılmıştır. Halen Mason Bektaşiler kitabı, ABD, İngiltere ve Türkiye’de üniversitelerde doktora tezi konusu olarak incelenmektedir. Hazar’ın Kurtlar Vadisi kitabı, Türkiye Enerji Bakanlığı tarafından en değerli enerji araştırması olarak taltif edilirken, Türkiye’de Bakü Ceyhan petrol boru hattı ve Kafkasya ve Azerbaycan’da Hazar bölgesinde enerji politikaları konusunda master ve doktora yazan öğrencilerin ana kaynak eseri oldu. Arslan, 4 Kasım 2000’den beri Kanada’da ikamet ediyor. Bu süre içinde 
Türk vatandaşlarının yararlandığı sosyal sorumluluk projelerinde aktif olarak görevler aldı. Sunrise Eğitim Vakfı’nda Kasım 2000’den Ağustos 2003’de kadar Türk toplumunun eğitimsel, kültürel, dini ve sosyal etkinliklerini organize etti, bülten çıkardı, toplumun sosyal sorunlarıyla sosyal toplum görevlisi olarak ilgilendi. 

Yayımlanmış Eserleri: 

. Matrix’in 11 Eylül Kurgusu, Q-Matris Yayınevi, Nisan 2004. 
. Hazar’ın Kurtlar Vadisi: Petrol İmparatorluğunda Güç Savaşları, Karakutu Yayınları , Nisan 2005, Ağustos 2006. 
. Net Kırılma: Evenjelik Harbin Kurgusu, Karakutu Yayınları, Nisan 2005. 
. Petrol Satrancı, Lulu Publisher, Nisan 2006. 
. Kanada’ya Gelmenin Yolları-Kurtar Bizi Kanada, Lulu Publisher, Haziran 2006. 
. Mesih’in Hızır’ı Barnaba: Hristiyanlığın Gizli Tarihi, Karakutu Yayınları, Kasım 2006. 
. Keşmir’de Hz. İsa Efsanesi, Karakutu Yayınları, Aralık 2006. 
. Vadi’nin Şifresi Çözülüyor,Evreca Yayınevi, Temmuz 2005. Toplatıldı. 
. Kurtlar Vadisi Fenomeni, Lulu Publisher, Eylül 2006. 
. Karakutu Ergenekon’un Karanlık İsmi: Tuncay Güney, Karakutu Yayınları, Kasım 2008. 
. Mason Bektaşiler, Karakutu Yayınları, Nisan 2009. Mayıs 2010. 
. Van Gölü Canavarı JİTEM. Lulu Publisher, Mayıs 2011. 
. Gurbette Aykırı Konuşmalar, 15 Tarihi Röportaj. Lulu Publisher, Haziran 2011. 
. Türkistan ve Ötesi, Gezdiklerim, Gördüklerim. Lulu Publisher, Temmuz 2011. 
. Biladı Ekrad Kürdistan, Nisan 2014. Öteki Adam Yayınları. 
. Teşkîlât-ı Ergenekon, Lulu Publisher, Ağustos 2011. 
. Tevhid Eri Barnaba, Öteki Adam Yayınları, Ağustos 2014. 
. PKK’nın Çocuk Askerleri, Öteki Adam Yayınları, Haziran 2014. 

Önsöz 

Ergenekon, AK Parti ile Anlaşma yapıp Hizmet Hareketi’nin ‘ Paralel Devlet ’ yalanıyla hedef haline getirirken, Kürt sorununda Devlet ayarlarını da 1993 dönemine döndürdü ve asıl paralel devleti MİT eliyle kurdurdu. 
Dağa çıkartılan ortaokul ve lise çağındaki 2350 çocuk, üniversitelerden toplanan toplam 6 bin yeni genç militan adayı çocukla herhalde barış sürecine katkı hazırlığı yapmıyorlar. Son bir yıldır daha fazla dağa çıkanlar, daha fazla çocuk kaçırmalar oluyor. PKK terör örgütüne halk desteği bilinçli olarak arttırıldı. PKK’nın barış adı altında tek muhatap yapılmasını Türk milleti af etmeyecektir. 

Eğer gerçekten bir barış süreci olsaydı, dağdan terörist inseydi, elimizden gelen herşeyi yapmaya hazırdım. Ancak görünen köy kılavuz istemiyor, 2012’de bitirilen PKK canlandırıldı, 6 bin genç dağa zor kullanılarak kaldırıldı. 
Ülkemize çok pis bir oyun oynanıyor. Birileri AK Parti’yi ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olma hırsını kullanarak PKK terör örgütünü güçlendirdi, bunun adına da ‘çözüm süreci’ dedi. Gördük ki barış yok, 
tam tersine topyekün bağımsızlık savaşı için ciddi bir hazırlık yapılıyor. 

Barış süreci çoktan kördüğüm oldu ama kime gam! Terör örgütü yol kesiyor ve devlet açamıyor yolu. 16 askerimiz yaralandı, kimsenin umrunda değil. Bu süreçte AK Parti milleti kandırdı. Kütahya Bağımsız Milletvekili, eski AKP’li İdris Bal, 2013 yılı Mart ayında hazırladığı terör raporu ile terör örgütünün güçleneceğini ve meşrulaşacağını ifade ettiğini ve hükümeti uyardığını hatırlattı. Nitekim öyle oldu, PKK mahkeme kurdu, vergi topluyor, Askere adam 
alıyor, infaz yapıyor. 1993’deki gücüne ulaştırıldı. Ahir zamandaki kıyamet savaşı sanki kurgulanıyor. PKK il görüşmeleri artık Hükümet adına üç bakan Beşir Atalay, Bekir Bozdağ ve Efkan Ala yürütüyor. Erdoğan’ın Öcalan 
ile Mudanya’da gemide yaptığı yüzyüze pazarlıkta özerklik vaadinde bulunduğu ileri sürülüyor. Öcalan, aynı gemide CIA ve MOSSAD yetkilileri ile de görüşmeler yaptı. Bu sır saklanıyor. 

Bu feryada kim kulak verecek bilmiyorum, sanki bir savaş varmış gibi 6 bin üzerinde gencin dağa gönderildiğini kaçırılan çocukların aileleri söylüyor. Diyarbakır’da PKK’nın kaçırdığı çocuklarının geri getirilmesi için 2014 
Haziran'ında oturma eylemi yapan aileler, 6 binin üzerinde üniversite ve lise öğrencisiin dağda olduğunu teyit ettiler. 

1993 sisteminde Ergenekon’a çalışan komutan ve polisler, PKK ile ortak yürüttükleri uyuşturucu ticaretini milyarlarca dolara çıkarmışlardı. Şimdi o günlere geri dö-nüyoruz. Örtbast edilen KCK soruşturmasında tutuklanıp 
serbest bırakılan 2000 kişiden 500'ünün MİT görevlisi Özel Harp elemanı olduğunu unutmayalım. Savcı Zekeri-ya Öz, Panzehir belgesinde ortaya çıkan gerçeğe göre, Özel Harbin en iyi subaylarının KCK’da üst düzey komu-
tan olduğunu twitter’dan yazdı. Çocukları onlar eğitiyorlar. 

Dört ülkede Büyük Kürdistan kurdurulması ihalesi verilen MİT ama bunu yapacak KCK tüzüğünü yazan Alman BND’den Prof. Ude Steinbech olduğunu biliyoruz. Öcalan ile Ankara arasında arabuluculuk yapabilirim önerisini 1993'de yapacak kadar Öcalan ile sıkı fıkı dost olan Steinbech, 1994’den beri ülkemize giremiyordu, yasaklıydı. 
Peki, neden şimdi Alman Ergenekonu Kılıç’ın lider isimlerinden Steinbech ile Ergenekon tekrar işbirliğine başladı? Neden MİT’in yardımıyla Kuzey Suriye’de Kürt devleti kuruldu? Orada gerçek bir devlet yapılanması var. 

KCK’yı organize eden MİT, MOSSAD, CIA ve BND konsorsiyumudur. 

‘Absürt Cemaatın polisi’ yaftasıyla Türk polisinin Kürt sorununda bertaraf edilmesinden sonra sıra Türk ordusuna geldi. Bu CIA, BND ve MOSSAD planıydı, uyanalım ve büyük oyunu artık görelim. Sözcü gazetesi, Öcalan ile anlaşan 
Erdoğan’ın Türk askerini Güneydoğu’dan geri çek-tiğini yazdı, Jandarma’nın yapısı da değişiyor. Yerel yönetimlere kendi güvenlik sistemini, polis ve ordusunu kurma yolu açılıyor. 

Peki, Türk Polislerinin Kürt sorunu çözümünde Elimine edilmesi kimin planı olabilir? 

A) Dış Güçlerin 
B) Erdoğan’ın 
C) Ergenekon’un 
D) CIA, BND ve MOS-SAD’ın! 
E) Hepsinin. El Cevap: Hepsi. 

   Dağa kaçırılan Kürt çocuklarının son bir yıldır İstanbul varoşlarından toplandığını öğrendim. Polis Akademisine fesat yuvası diyen acaba bir müstamleke gazetesi mi, yoksa Türk medyası mıdır? O halde Polis Akademisini kaldırmak isteyenlerde dış güçlerdir! 

Madem doğuda silahların gölgesi kalkmadı, 2350 çocuk dağa militanlık için çıkarıldı, bu barış süreci neye hizmet ediyor? Yoksa tek amaç başından beri özerklik miydi ve Erdoğan buna onay mı verdi? Şırnak Valisi, yol kesenlere 
engel olacağına barış için Erdoğan’a ve bu konuda ciddi gayretleri olan Abdullah Öcalan’a minnetdarlığını sundu ve barış sürecini takdirle karşıladı. Eskiden Osmanlı da şekavet ehliyle arasıra masaya oturur, pazarlık eder, hatta 
Celâli reislerine olduğu gibi paşalık bile verirdi ama işin cılkını bu denli çıkarmadılar! Barış sürecinin suyu çocukların dağa kaçırılması ile çıktı. 

Erdoğan, yol kesme ve çocuk kaçırma işini de Öcalan’a çözdürüp, sakın ola aralarında Mudanya’da gerçekleşen skandal özerklik pazarlığını örtbastı için PR yapmaya çalıştı! Barış sürecinin devam edemeyeceğini fark etti. 
Unuttukları bir gerçek vardı: Çocuk hakları. Sierra Leone iç savaşında çocuk asker kullandığı için eski Liberya Devlet Başkanı Charles Taylor uluslararası mahkeme tarafından savaş suçlusu ve insanlığa karşı suç işlemekten 2012’de suçlu bulundu. Benzer suçu Öcalan ve komutanları kırk yıldır işliyorlar. Utanmadan birde milletvekili olmayı umuyorlar. PKK’nın çocuk askerleri suçu, Kandil’in komutanlarını ömür boyu parmaklıklar arkasına gönderir, ülkemizde bugün olmasa bile yarın elbet Avrupa’da hapise sokmaya yeterde artar bile… 

İşte PKK’nın Çocuk Askerleri kitabımı, yakın gelecekteki savcıların dikkate alması için delil niteliğinde bir suç duyurusu yapmak için yazdım. Zulme uğramış Kürtlerin demokratik haklarına saygı duymak başka şey; yol keserek, çocuk kaçırarak devlete şantaj yapmak çok daha başka. Çocukları, ölüm makinesi haline getirdiler. Kendi yayın organlarında propagandasını yaptılar. PKK’nın bugün yarısı çocuk, ders sırasından, oyundan alınıp militan yapıldılar. Abdullah Öcalan ve diğer PKK liderlerinin sonu Nazi subayları gibi, tıpkı Charles Taylor 
gibi mi olacaktır? Olmalıdır… 

Kürt sorununda akıl tutulmasına son verilerek nihayet Osmanlı formülüne geri dönüldüğü yanılsaması 21 Matt 2012’den itibaren PKK elebaşısının Nevruz konuşması ile oluşturuldu. Silahların gölgesi kalkıyor ve millet sisteminin öngördüğü haklar güya Kürt toplumununa veriliyordu. Ancak PKK Cumhuriyeti mi kuruluyor sorusu kafaları karıştırıyordu. Beklentiler çok yüksekti. KCK’nın kurduğu paralel devlet yapılanması ve açılan dava ne olacak, PKK’lılar gerçekten silah bırakacak mıydı? Terör sorunu bitiyor mu, yoksa ayrılıkçı terör siyaset ile ülkemizi bölmeye mi çalışıyordu? Maalesef olmadı. PKK, bu süreçten güçlenerek çıktı, çıkıyor. 

18 Ekim 1525 tarihli Kanuni Sultan Süleyman’ın fermanında egemenlik alanı dile getirilirken Kürdistan ifadesi kullanılıyordu. Türk milliyetçileri Kürdistan kelimesi tabusunu artık yıkmalıydı. Bilad-ı Ekrad: Kürt diyarı demektir. Bu isimle bir kitap yazarak barıştan yana olduğumu vurguladım. Kürdistan, tarihi bir realite ve gerçekliktir. Kürt sorunu, aslında II. Mahmut’la (1808-1839) başlayan modernleşme ve merkezileşme çalışmaları sırasında, Kürt bölgelerinin özerk statüsü kaldırılmasıyla başlamıştır. Dörtyüz yıl boyunca Kürt beylerinin yönettiği Van ve Diyar Bekir adlı iki ayrı vilayete bağlı sancaklar, aşiretlere verilmiş emirlikler, tımara verilmiş otonom bölgeler vardı. Musul ana eyaletti. 19. yüzyılın ikinci yarısında tapular dağıtıldı, bazı şeyhler ve ağalar aslan 
payını aldı, zulüm, adaletsizlik arttı. Önce Ermeniler isyan etti. İsyanların ardı arkası kesilmedi. Osmanlı’nın Kürt beylerini yenilgiye uğratması ve bu Kürt Emirliklerini ortadan kaldırması beklendiğinin tersine, bölgedeki kontrolünü kolaylaştırmamış, ortaya çıkan yüzlerce başı boş aşiret nedeniyle zorlaştırmıştır. PKK, son Kürt isyanıdır. 

İngilizlerin ünlü yazarı William Şekspir, “beklentisi yüksek olanların kalplerinin kırılması kaçınılmazdır” mealinde kelam etmiş vaktiyle. Beklentisizlik Sufi İslam kültürünün de ana eksenidir. “Terki dahi terketmek” Nakşilerin dillere pelesenk sözüdür. Toplumu beklenti içine sokmak ürkütücüydü. Kamuoyuna aşırı pompalanan barış umudu soruna vakıf her aydını korkutuyordu. “Balon patlayacak ve düş kırıklığı yaşıyacağız” diye endişeliyim. 

PKK’dan ayrı düşünülemez hale getirilen Kürt sorununda inisiyatif PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın cebine kondu. 

Gerçekten ilk defa milli bir süreç mi yürütüyoruz? Yoksa stratejisi yıllar öncesinden yazılmış bir filmin kusursuz tiyatrosu mu seyrettiğimiz? Öcalan’ın müdafaasına soyunduğu ve mesajının içinde iki kere tekrarladığı 
“Misak-ı Millî davası” yeni dönemin önemli işaretlerinden biriydi. 

   21 Mart 2013 Nevruz’unda kullandığı barış dili nedeniyle yüceltilen Öcalan’ın sızdırılan İmralı tutanaklarındaki firavun kişiliği unutuldu. Öcalan’ın konuşmasını sanki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Kürt sorunu Başdanışmanı, AK Parti Milletvekili Doç. Dr. Yalçın Akdoğan yazmıştı! Daha 2012’de MİT’in işgüzarlığı ile 4. Zerdüşlüğe soyundurulan Öcalan, bu sefer yıkılması mümkün olmayan bin yıllık İslam kardeşliğinden dem vuruyor. Gelde samimiyetine inan! ‘Sulhda hayır vardır, hayır sulhtadır’ çıkışıyla önalan Fethullah Gülen Hocaefendi olmasa pek çoğumuz bu suni sürece güvenmeyeceğiz. Zaten cesaret edip, risk alıp başka 
konuşan ne cemaat lideri var nede konuşan gerçek Kürt kökenli sivil akil adamlar. PKK’nın silahlarının gölgesi, korkusu devam ediyor. 

‘Zamanı doğru okumak’tan söz ediyor Öcalan. Kendi ‘okumasına’ göre mevcut koşullar ‘silahlı mücadele’ döneminin bittiğini söylüyor. Öcalan biliyor ki ya gelişen koşullara kendini uyarlayıp barış yapacak ya da Kürt siyasal hareketi toplumdan, bölgeden, dünyadan kopup, yok olmasa bile marjinalleşecek. Irak Kürtleri devlet olurken, Suriye Kürtleri Esed’e karşı dünya ile birlikte hareket etmeye başlamışken PKK’nın silahı, Öcalan’ın ve Kürt siyasal hareketinin sırtında bir yük. Çözüm süreci, bu anlamda genel Kürt siyasetinde Öcalan’ın ‘küllerinden 
doğma’ girişimi. PKK Cumhuriyeti’ne giden yol tavizkar olmasını gerektiriyor. 

Öte yandan on yılı aşkın bir süredir Kürt sorununa yönelik atılan adımlar, inkâr ve asimilasyon politikalarına demokratikleşme, çoğulculuk, dindaşlık ve stratejik ortaklık adına son verilmesi karşısında ‘silah’ anlamlı bir tavır olmaktan zaten çıktı. Buna paralel olarak 2007’den itibaren Kürt siyasal hareketinin Türkiye siyasetine Meclis üzerinden entegre olması PKK’yı iyice anakronistik hale getirdi. KCK yapılanması PKK’nın silahlı mücadeleden, silahların gölgesinde siyasal sürece katılma ve siyasal aktöre dönüşme arayışını yansıtıyordu. 

Sonuçta, uzun zamandır PKK’nın silahlı mücadelesini gerektirecek, haklılaştıracak bir durum kalmadığı ortadaydı. Öcalan bunu Nevruz konuşmasında itiraf etti. Şimdi sorun; işi, işlevi biten PKK’yı ne yapacağıydı. 

Öcalan ‘yeniden doğmaya’ çalışırken Kürt siyasal hareketine ‘kaybetmediniz, başardık’ mesajı veriyordu. Türklere ‘İslam bayrağı’ altında toplaşmaktan, birlik ve beraberlikten, kardeşlik hukukundan söz ediyordu. ‘Yeni Türkiye-Yeni Ortadoğu’ sözleriyle iktidar partisine ‘ortak vizyon’ mesajıgönderiyordu. Yani ciddi ciddi ‘siyaset yapan’ bir Öcalan vardı Nevruz miladı ile karşımızdaydı. Gerçekten samimiydi? 

Ayrıca, Marxist-Stalinist bir jargondan ‘medeniyetçi’ bir dile sarılmıştı. Bu toprakların medeniyet birikimine ve vizyonuna dayanan bir ‘yeni model’ arayışından söz ediyordu. ‘Özüne ve aslına dönen Anadolu ve Kürdistan 
halkı’ için ulus devlet ötesi, yerli, medeniyetçi bir model… 

Bu arada Kürt sorununa aşırı milliyetçi yaklaşan Kurtlar Vadisi Pusu dizisinde kim kahraman, kim hain belirlenemez, seçilemez hale geldi. Bağımsız ülkücülerden, MHP’lilere, Solcu Kemalist CHP’lilerden Ergenekoncu askerlere kadar herkesin ne yazdığını okuyorum, izliyorum. Silivri mahkumu Hasan Atilla Uğur gibi 2004 yılına kadar İmralı ile görüşmeleri yürütmüş bir Özel Harpçi doğal olarak kişisel sitesinden ateş püskürüyordu. Doğu’da ömrünü PKK ile savaşarak geçirmiş nice subay ve astsubaylarımız, boşuna harcanan yılları ve emekleri içine sindiremiyor ve süreci hainlik olarak lanse ediyor. “İmralı’ya heyet, Ergenekon’a müebbet” diyerek paradoksu göze sokuyor ve elbette serbest kalmayı umuyorlar. Darbecilerin PKK üzerinden duygu sömürüsü yapmalarına alışmalıyız. Ancak tüm gücü PKK’ya vermek mantıklı mı? 

PKK içinde değişik kollar bulunuyor ve hepsinin Öcalan’ın ruhani önderliğine sonuna kadar sadık kalacağı şüpheli. Kandil Lideri Murat Karayılan, aynı zamanda KCK denilen paralel devlet yapılanmasının da başkanı idi, bu görevi 2013’de Cemil Bayık’a teslim etti. Polis güçlerinin 2010 ile 2012 yılları arasında kan kusturduğu yapılanma dolayısıyla hapiste ve yargılanan on bin kişi var. Karayılan, sürece bu tutukluların serbest bırakılması ve davanın düşmesi beklentisi ile ses çıkartmıyor. Bayık ise açıktan sert mesajlar veriyor. PKK’lıların silah bırakmadığını dile getiren Karayılan, güçlerinin Kuzey Irak’ta Barzanilerle olan limoni ilişkilerini çözmesi için Ankara’dan beklenti içinde. Suriye Kolu lideri Bahoz Erdal, AK Parti’den hiç hoşlanmıyor, Kürtleri Zerdüşt yaparak İslam’dan kopartma beklentisini karşılamayan APO’ya kızgın olmalı. Mehdi Zana, İsveç’te Leyla Zana Türkiye’de Mazdek takılanlardan. Ezberlerin bozulmasından rahatsızlardır. 

Avrupa PKK Lideri Zübeyir Aydar’ın dedesi Nakşi tarikatı şeyhi ve AK Parti’nin süreçte en güvendiği isim. 
Yılda bir milyar dolar haraç toplayan PKK, bu geliri kaybetmekten korkuyor ve Türkiye’ye paraların kaçak sokulmasına izin verilmesinin beklentisi içinde. Fransa’da açılan dava ve 2009’dan beri Almanya’ya gönderilen Türk 
polisinin resmen orada görev yapması canlarını sıkıyor. Almanya’da çalışan 81 MİT görevlisi ile araları iyiydi, şimdi ‘nereden çıktı bu dindar polisler’ diyorlar. Son üç yıldır polisin yaptığı uyuşturucu operasyonları ile para damarlarının kesilmesinden hoşnut değiller, nefes almak istiyorlardı. 2. Kürt açılımı sayesinde 50 milyar doları bulan uyuşturucu ve haraçtan gelen paralar yatırımlar adında bölgeye akacaktır. Avrupalı zengin PKK’lılar kapitalist ve saygın iş adamları olma beklentisindeler. Terörist olarak artık anılmayacaklar, siyasetçi olacaklar. 
Silah baskısı olmayan bir atmosferde PKK’ya sıcak bakmayan çoğunluk Kürtler daha net konuşur. İşte o zaman gerçek barış ortamı doğar ve demokrasiden bahsedebiliriz. 

Kanada’da yaşayan PKK’lılardan edindiğim izlenim, “emellerine ulaşmak için gerekirse şeytanla yatağa girmekten çekinmeyiz” tavırları oldu. Bu nedenle birbiri içine geçmiş dış ülkelerin istihbarat örgütleri tarafından kullanılan bir terör oyuncağına çevrildiklerini kabullenmiyorlar. Ya bunu strateji, oda olmadı zorunluluk gereği şark tilkiliği olarak yorumluyorlar. Haraç toplayan, yüklü uyuşturucu ve kaçakçılık geliri olan PKK’nın lordları aslında asla çözümden yana değiller. Normal hayata dönmek stres yapıyor. Osman Öcalan’ın sivil dünyaya atılması ve yaptığı işi batırması, dağdaki ve şehirde ayak işleri yapan militanlara kötü örnek oldu. Kandil patronları normal hayata dönerse koca birer hiçler olmaktan çekiniyorlar. Haksızda değiller, silahsız onları kimse takmaz. 

Bu süreçle birlikte 15 yıldır İmralı’da tutulan Abdullah Öcalan’ın özgürlüğüne kavuşması Kürt sorununun çözümü konusunda paradigmaları değiştirir. Öcalan’ın kendi özgürlüğü peşinde olması gayet normal. 

Peki kullandığı çocuk askerler nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde yargılanması gündeme gelebilir mi? Gelir. Bu, PKK’nın tamamen silah bırakmasına ve ilan edilecek genel affın sınırlarına bağlı. Yoksa İmralı 
konuğu ömrünü bir Avrupa hapishanesinde tamamlar. PKK, barış görüşmeleri sayesinde yakın bir gelecekte ABD ve Avrupa’nın ‘terör örgütleri listesinden’ çıkabilir. PKK, böylece Filistin Kurtuluş Örgütü muamelesi görebilir. Misakı Milli’den bahseden Öcalan, Musul ve Kerkük’ü altın tepside Ankara’ya sunarsa milletvekili olmayı bekleyecektir. Bu arada KCK ve PKK’nın Türkiye’nin siyaset sahnesinde özgürce kendisine yer bulmasını talep ediyor ki, bunu söke söke alacaktır. 

Sürecin henüz kamuoyu hazır olmadığı için söylenmeyen kısımları elbette vardır. Mesela çıkartılacak genel afla ‘Apo’ dâhil eli kanlı PKK’lılar şehirde siyaset yapacak ve milletvekili olabilecektir. Yerel yönetimlerin yetkileri artacak ve Kürt bölgesi ilan edilmemiş kültürel özerkliği yaşayacaktır. 4. yargı paketinin amacı zaten hem KCK’lıları hemde Ergenekoncuları serbest bıraktırmak için hazırlandı. Böylece hem PKK hemde Ergenekon “terör örgütünün propagandasını yapan, örgütlerin bildiri veya açıklamalarını basanlara veya yayınlayanlara ceza 
verilmesinde, ‘cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemleri meşru gösteren, öven ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik etme’ şartı getiriliyor. Bunun anlamı şiddete, teröre çağrı yapmamış pek çok KCK ve Ergenekon tutuklusunun 
serbest kalmasını sağlayacaktır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 30 Eylül 2013’de açıkladığı demokrasi paketinde ana dil hakkının teslim edilmesi önemli bir adımdı. Anadilde eğitimde Kanada’da yıllardır sadece özel sektör tarafından değil devlet tarafından da desteklenir. 20 öğrenci bulursan, bu sınıfa devlet okulunda öğretmen atamak ve maaşını vermek devletin görevidir. Henüz bu noktaya gelmedik ama iyi bir başlangıç yapıldı. Bu alanda ideali bulmuş, Norveç, İsveç ve Kanada’yı 31 yıl geriden takip ediyoruz ama olsun, niyet önemlidir. 
Demokrasi paketinde en fazla beğendiğim karar nefret ve ayrımcılığın artık suç haline gelmesi oldu. 1982’de kabul edilen Kanada anayasasında yer alan temel özgürlükler, dünyanın en özgür demokrasi paketidir. İnsan Hakları 
Bölümü’nde yer alan temel insani haklara karşı işlenen suçlar içinde nefret ve ayrımcılık ayrıca ele alınır. Bu iki suç konusunda çok ciddi yaptırımlar kanunlarla desteklenmiş, sözde kalmamıştır. Bir Kanadalıya, ırkçılık, nefret veya ayrımcılık suçu işliyorsun derseniz ödü kopar. Şikayet ederseniz davası çok ciddi görülür, Kanada başbakanı bile olsa yargıda hesap verir ve mutlaka ceza alır. Devlet memuru ise işten atılır ve bu suçu işleyen biri olarak ömür boyu, hayalet gibi yaptığı vahim hata onu takip eder. Dolayısıyla bu suçları işlemeye kimse cesaret 
edemez. Pek çok Kanadalıyı bu iki sihirli kelime ile titrettiğimi ve kendilerine getirdiğimi hatırlıyorum. 

Avrupa’da artan ırkçılık, nefret ve ayrımcılık suçları o halde neden ve nasıl oluyor dediğinizi duyar gibiyim. Suça maruz kalanın duyarsızlığından oluyor. Kanun karşısında hakkını arasa suçu işleyenler veya işlemeyi aklına getirenler titrer. Bu bilinçin yerleşmesi elbette zaman alacak ama yerleşmesi imkansız değildir. Eski Türkiye’de medyada Kürtler, azınlıklar, gayrimüslimler ve “biz”den olmayan herkes namlunun ucundaydı. Bundan sonra medya bu suçu serbestce işleyen muhabir ve yazarlarını kontrol etmek zorunda veya en azından bir uzman 
çalıştırmalı ki suç işlemesinler… Türkiye’nin son yıllarda sıklıkla tanık olduğu linç girişimlerinin ardındaki düşmanlığın beslenmesinde medyanın rolü büyük. Gerek nefret söylemi içeren ve hedef gösteren açıklamaları haberleştirme biçimiyle, gerek köşe yazarları ve yorumcuları aracılığıyla ön yargıları körükleyerek  toplumsal ayrışma ve düşmanlığı ateşlediler. Karanlık bir devri kapatan bu paketin getirdiklerini TCK’nunda yapılacak değişiklikler izleyecektir, izlemelidir. 

PKK liderleri aslında hükümetten tam afla terörist damgasından kurtulmayı, kültürel özerklikten başlayarak tam bağımsızlığa giden yolu demokrasi paketleriyle açmasını bekliyorlar. Halkların kendi kaderini belirleme 
hakkı vardır ana prensibini zamanı gelince gündeme getireceklerdir. 

Eski Savcı Gültekin Avcı, Bugün gazetesindeki 20 Mart 2013, yani Öcalan’ın konuşmasından bir gün önceki yazısında bu ironiyi şöyle betimliyordu: Çözüm süreci başlayınca Öcalan da, Karayılan da ahenkle çıtayı yükselttiler. Karayılan ne istiyor? “KCK denilen bu davaların hükmen düşmesi gerekiyor. Böyle olmazsa sürecin barışa dönüşmesinin koşulları da gelişemez.” Karayılan bunu söyleyerek darbecilere, Balyozcular’a ve Ergenekon’a da yeşil ışık yakıyor. 

Zira KCK davaları Cengiz Çandar‘ın dediği gibi bir yargı paketiyle tasfiye edilirse, eşitlik ilkesi gereği, darbeleri, Balyoz’u, Ergenekon’u da tasfiye etmek kaçınılmaz olur. 

Bu davaların hepsinin belkemiği “ Silahlı terör örgütü” olgusudur. KCK konusunda Öcalan deşifre olan İmralı görüşmesinde ne demişti? 

“ Her KCK’lının içeri alınması bir ayaklanma sebebidir…” 
“ İmralı Çözüm Süreci ” başlayınca neden değiştiler? 

Evvelce böyle söylemiyorlardı. Hatırlayalım. 1-2 yıl evvelki görüşme notlarında Öcalan, “KCK illegaldir, bunu bilir ve ona göre hareket eder”diyordu. 2010 yılında KCK’yı açıkça ‘silahlı bir örgütlenme’ olarak tanımladı. 

Şimdiyse müzakereler devam ederken, “her KCK’lının tutuklanmasını bir ayaklanma sebebi, Kürt halkına bir darbe” olarak niteliyor. Ya Karayılan? 

KCK operasyonlarında alınan “8000 kişinin 1000 küsuru bizim arkadaşlardı” diyordu. 

Diğerlerinin ise örgütle bir ilgisi olmadığını söyleyerek operasyonun sadece o kısmını eleştiriyordu. 

Kritik sorular ve cevapları arayalım. KCK operasyonlarında alınan terör örgütü üyelerine bir itirazı yoktu Karayılan’ın. 

Terör örgütü üyesi diye yargılanmasını da doğal karşılıyordu. Söylediği aynen şudur: “Diyelim ki onları tutabilir yani. Haydi, onları örgüt üyesi diye aldı, tutukladı dedim. Devlettir yaa. Terör örgütü olmaktan yargılar.” 

Öcalan İspanya örneği Üzerinde çalışılmasını istiyor ya. Bakalım İspanya’ya. Sabah gazetesinden Nur Batur 2010 yılında İspanya’nın Ankara’daki Büyükelçisi Joan Clos‘la çok önemli bir söyleşi yapmıştı. İspanyol Büyükelçi Carlos cezaevinde 3000 ETA teröristinin olduğunu belirterek “Af olamaz. Ömür boyu hapse mahkûm olanlar var” demişti. Büyük elçiye sorulan bazı kritik sorular ve cevapları şöyle: 

“Hiç Af ilan Etmediniz mi?” 

Hayır. Hiçbir zaman taviz verilmedi. Zaten resmi görüşme yapıldığı da hiçbir zaman kabul edilmedi. Bazı mahkûmların daha yakın hapishanelere nakli gibi şeyler oldu ama koşul eli kanlı teröristlerin kesinlikle affedilmemesiydi. Kanlı eylemlere katılanların affı hiç düşünülmedi. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***