UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A BÖLÜM 4
Yeşil Kod Mahmut Yıldırım
20/6/2000 - 11:00
Atin
Asgar SMİTKO ve Lazım ESMAEİLİ’nin polis görünümlü ekip tarafından alınıp kaybolmalarının üzerinden bir hafta geçmişti.
İranlıların akibeti ile ilgili herhangi bir bilgi yoktu.
Oklar Yeşil'i Gösteriyor
Oklar, Yeşil Kod Mahmut YILDIRIM’ı gösteriyordu. Basına yansıyan haberler, İranlı uyuşturucu kaçakçılarını Yeşil’in kaçırdığına dairdi.
Para trafiğinin de Yeşil’in banka hesabı istikametinde olması, Yeşil Kod’un bu olayın içinde olduğu fikrini kuvvetlendiriyordu.
İstanbul’da şehrin göbeğinde, tepe lambalı, polis görüntülü bir ekiple iki İranlı uyuşturucu kaçakçısını kaçırdığı söylenen Yeşil Kod Mahmut YILDIRIM kimdi.?
Kim Bu Yeşil?
Hacı, Sakallı, Terminatör, Metin ATMACA, Ahmet DEMİR, Ahmet YEŞİL, Mehmet KIRMIZI, Hasan TANRIKULU adlarıyla da tanınan Yeşil Kod Mahmut YILDIRIM, 1953 yılında Bingöl, Solhan’da, Yenidal (Asmakaya) köyünde, baba Salih ve anne Derdi’den dünyaya gelmişti.
YILDIRIM’ın çocukluğu Elazığ’da geçti. Çocukluğunu kendisi şöyle anlatıyor:
“Rahmetli babam çiftçiydi, arazileri filan vardı. Yani durumumuz iyiydi. Babam bana, rahmetli dedemin Rus Harbinde vuruluşunu anlatırdı. 8 kurşunla yaralanmış. Babam o zaman 8-9 yaşlarındaymış. O zaman doktor yokmuş, kocakarı ilaçlarıyla yaşamış. Çektiği acıları öyle anlatırdı. Küçük bir çocuktum, daha okula filan başlamamıştım. Sokakta oynarken aklıma gelirdi, ah şu Ruslar gelse de bir tanesini haklasam. Böyle bir duygu vardı bende. Sonra okula başladım, tarihe merakım oldu, bende bir Rus kini oluştu. İlkokulda bir hocamız vardı, bize muazzam bir bayrak sevgisi aşıladı. Yani ben belli bir tarihte ülkücü olan bir adam değilim. Doğarken öyle gelmişim işte.. Ondan sonra sağ-sol davası çıktı. Bu sol nedir dedik, dediler bunlar Rus. Kinim gittikçe attı. Ondan sonra başladık duvarlara yazı yazmaya. Elazığ’da ilk duvarlara yazı yazan adam benim. İşte böyle başladı.”
Komünist Düşmanı Ülkücü
Ülkücü olarak doğduğunu ve komünist nefretiyle büyüdüğünü söyleyen Mahmut YILDIRIM’ın ülkücü faaliyetler içinde yeri neydi? Ülkü Ocakları ve tanınmış ülkücülerle bağlantısı var mıydı? Bunu da kendi anlatımından öğrenelim:
“Ülkücüyüm ama, belli bir konuma geldikten sonra öyle Ülkü Ocaklarına filan gidip gelmeyi düşünmedim. Elazığ’da benden habersiz bir şey olmuyordu ama, oraya gidersem prestij kaybederdim. Yani benim çok az, sınırlı kişilerle irtibatım oldu. Gerçekte benimkisi, parti ve dernekten uzak bir düşünüş. Elazığ’lı ünlü ülkücüler arasında Vahit FİŞEK, Komando Recep filan vardı. Yanlız Komando Recep sonra ANAP’a kaydı. Ülkücü camiada en büyük ünvan “reislik” ama reislik şimdi ayağa düştü... Abdullah ÇATLI ile yüzyüze 1-2 defa görüştüm. Pek birbirimize ısınamadık. Ayrı dünyaların insanıyız. Onunla hiç bir konuda uyuşamıyorum. Bir toplumda oturduğunda insanlara bir değişik bakar. ÇATLI şu anda menfaat temin edebileceği kim olursa olsun işbirliği yapar. Türkeş camiadan kovdu bunu resmen. Onun hayatta en korktuğu adam Türkeş’tir. Tahsilatçılık yapan Ülkücü Abdürrahim vardı. ÇATLI, “ben Abdürrahim’in kalemini kırdım” diye hava atmış. O arada ben İstanbul’a gitmiştim. Göztepe’de spor tesislerinde çocuklar vardı, onlara söyledim, “ÇATLI’yı bulun beni arasın” dedim. Aradı, dedim sen Abdürrahim’in kalemini kırmışsın, cenazesine 20 bin kişi dökülür, “katili ÇATLI’dır” diye 5 bin tane pankart asılır, sen de kendine dünyada yer ararsın dedim. Şimdi, ÇATLI grubu, o grup, bu grup. Aslında hepimiz dolaylı olarak aynı grubuz. Türkeş benim durumumu biliyor, bana deli oğlan diyor. 1989’da Elazığ Garajı’nın açılışında beni otel odasına çağırdı ve uyardı. “Bu işlere karışma, PKK devletin işi, ne yaparlarsa yapsınlar, ben komünistlerden fazla ceza yedim” dedi. Haksız da değil yani. “Siz hazır olun, ne zaman bu görev bize verilirse, o zaman yaparız” dedi. Ben onu dinlemedim, devletin güvenlik güçlerine yardıma devam ediyorum. Türkeşin kesin talimatı var. Teşkilatındakiler bu işe karışmıyor. “İstihbarat dahi vermeyin” diyor. Eskiden çok katıydı. Şimdi bu son zamanlarda yumuşadı. Haksız da değil yani. Sen gel komünistlerden fazla Ülkücüleri cezalandır. Hayret birşey.”
Yeşil MİT Elemanı
20 yaşına gelen komünist düşmanı Mahmut YILDIRIM, 1973 yılından itibaren MİT’e çalışmaya başladı. MİT’den önce irtibat kurduğu Jandarma, verdiği bilgileri değerlendirmede güçlük çekince, YILDIRIM’ı MİT’e devretmişti.
Yeşil, MİT'le çalışmaya başlamasından 6-7 ay sonra vatani görevini ifa etmek için askere gitti. Dönüşünde MİT elemanı olarak görevine devam etti.
Yeşil'in MİT'le ilişkisi 1989 yılı Mayıs ayında koptu.
Kontrolu güç bir eleman olması, kendi başına hareket etmesi ve talimatlara uymaması, güvenlik güçleri arasında sürtüşmelere neden oluyordu.
Yeşil Jitem'de
MİT'in İlişkisini kesmesi üzerine Jandarma onu sahiplendi.
Tunceli Jandarma Bölge Komutanlığı'nın emriyle, anılan komutanlık adına, Nazimiye ve Ovacık bölgelerinde istihbari bilgiler toplamaya, güvenlik kuvvetleriyle birlikte uygulamalara katılmaya başladı.
Bu çalışmalar sırasında Tunceli bölgesinde deşifre olması üzerine Jandarma Asayiş Komutanı tarafından Diyarbakır'a çekildi ve Jandarma Asayiş Komutanlığına bağlı olarak kırsal alanda, çalışmaya başladı.
Emekli Albay Yeşil
Yeşil, bu çalışmalar sırasında önemli operasyonlarda yer aldı, Asayiş ve İl Emniyet Komisyonu toplantılarına katıldı, Polis'in İstihbarat ve Özel Harekat birimleriyle koordine etti, kendisine, silah, hüviyet, ve telsiz verildi.
Yani, Yeşil artık resmen, devletin bir güvenlik görevlisi olarak çalışıyordu. Halktan bazıları onu Türk ordusunun bir subayı, bazıları da "emekli albay" olarak biliyordu. Yeşil, Diyarbakır döneminde Cem ERSEVER ile yakınlaştı ve birlikte bir çok operasyona girdiler.
Yeşil Ankara'ya Yerleşiyor
Yeşil'in bu bölgedede deşifre olması ve taraflı basın organlarında adının bir çok failimeçhul ve haraç alma olayına karıştırılması üzerine Jandarma 1994 yılında, kendisini ailesi ile birlikte batıya, Ankara'ya yolladı.
Aktif çalışmaya alışmış olan Yeşil, Ankara'ya intibakta zorlandı.
MİT'e Dönüş
Aynı yıl MİT'e dönen Mehmet Eymür'ün operasyonel faaliyetlerin başında olduğunu duymuştu. Bingöl'den tanıdığı bir MİT mensubu vasıtası ile Ekim 1994'de Mehmet Eymür'le temas sağladı ve onun emrinde çalışma arzusunu belirtti. Mehmet Eymür Yeşil'e, kendilerinin yurt içinde bir faaliyetlerinin olmadığını, yurt dışı çalışmalarda yer almak istiyorsa, kendisinin denenebileceğini belirtti.
Yeşil'in vasıfları, Eymür'ün başında olduğu ünitenin faaliyetleri açısından uygundu. Yapılan arşiv tetkikinde de her hangi bir sakıncalı durumuna rastlanmamıştı. O tarihte Yeşil, herhangi bir suçtan aranmıyordu.
Durum Müsteşar'a arzedildi ve onay vermesinden sonra "eleman adayı" statüsüne alınan Yeşil Kod Mahmut YILDIRIM ile irtibat devam ettirildi.
http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=209
Yeşil Kod Mahmut YILDIRIM, 22 Ocak 1995 gecesi, Ankara Emniyet Müdürlüğüne bağlı ekiplerce, Ankara, Ulus’taki bir gece klübünden çıkarken gözaltına alındı.
"22 Ocak 1995 Pazar akşamı yemeğe gitmek üzere Dikmen Polis Evi'nden .....'i ve ...... Belediye Başkanını, ayrıca .... otelinde kalan .......'nı aldım.
Yemekten sonra misafirlerimi aldığım yerlere bıraktım. En son .....'nı otele bırakıp dışarı çıktığımda, polise ait olduğunu tahmin ettiğim 3 arabanın otelin alt tarafında beklediğini gördüm. Beni beklediklerini anladım ve otelin hemen yanında bulunan CANBERK Gazinosuna girdim. Gazinonun içinden aynı isimli otele çıkış olduğunu bildiğim için o tarafa yöneldim ve otele çıktım. Yanımda bulunan çantada bir sürü evrak vardı. Polis şimdi bunları görürse bir sürü sual sorar diye düşündüm ve çantayı oteldeki tanıdığım görevliye emanet ettim. Bilahare otelden çıkmayı denedim. Ancak otelin kapısı çoktan tutulmuştu. Beni aldılar ve Emniyete götürdüler. Üzerimde ne varsa hepsini alıp tek tek incelemeye başladılar. Yanımdaki 16'lı Cz tabanca ruhsatsızdı, onu da aldılar. Benim kimliğimde 14'lü bir tabancanın numarası olduğundan dolayı bu silahı nereden, kimden ve ne amaçla aldığımı sordular. Üzerimde unuttuğum ve bir süre önce bir örgüt üyesinden aldığım eski Amed eyalet şemasıdan dolayı beni PKK masasına götürdüler, ifademi aldılar ve bir örgüt üyesi gibi fişlediler. Arkasından sorgu başladı.
İstihbarat'dan bir amir geldi ve odadakilere üzerimden çıkan telefon rehberindeki tüm isimleri ve telefon numaralarını liste halinde çıkarmalarını, kim var, kim yoksa hepsini kendisine bildirmelerini istedi. Sorgulamayı iki ayrı ekip yürütüyordu. Birinci ekip 2 kişiydi. Onlar beni YEŞİL olarak sorguluyorlar, kesinlikle işkence yapmıyorlardı. İkinci ekip ise Hasan TANRIKULU olarak sorguluyor ve her türlü işkenceyi de yapıyorlardı. Su içmem ve yemek yemem yasaklanmıştı. Sorgulamaya Orhan TAŞANLAR da giriyordu. Benden devamlı olarak bir isim istediler, herhangi bir isim, ilişkide olduğum, bilgi verdiğim veya görüştüğüm birinin ismi. Bu isim, K.K.K.'den, Jandarma'dan, Özel Kuvvetlerden, Jitem'den veya MİT'ten olabilirdi. Çünkü onlar için önemli olan polis teşkilatının üstünlüğünü kanıtlamak veya benim onları gözümde büyütmemi sağlamaktı. Bunu kendileri de devamlı olarak ifade ediyorlardı. Sorguya giren her memur, polisin üstünlüğünden bahsediyor ve Türkiye'de hiçbir şeyin polisten gizli tutulamayacağını övünerek söylüyordu. Bana MİT'le ilişkimi bildiklerini, MİT'e bilgi verdiğimden haberdar olduklarını söylediler ve ilişki kurduğum, bilgi verdiğim kişileri sordular. Ben de bir tarihte Ankara'ya gelişimde MİT'e gittiğimi, görüştüğümü, ancak bunun sadece bir ziyaret olduğunu, bilgi vermek veya devamlı ilişkide olmak gibi varsayımların doğru olmadığını anlatmaya çalıştım. Fakat bu onlara yetmedi. Sordukları sorular karşısında ne düşündüğümü daha iyi anlatabilmek için "ben neredeyim" diye sordum. Gayet sakin bir şekilde "Emniyet'te" olduğumu söylediler. Ben "yani burası Türk Emniyet Teşkilatı mı?" diye sorumu yineledim. Sorduğum soruda ki inceliği anlamadan "doğru" diye cevapladılar.
Bunun üzerine, "imkanı yok, çünkü siz PKK ile ilişkimi soracağınıza, diğer devlet kuruluşları ile ilişkimi soruyorsunuz, kendimi KGB'de sorgulanıyorum gibi hissettim" dedim.
Bir keresinde Orhan TAŞANLAR'la beraber gelen bir şahıs, telefon rehberimde bir sürü isim olduğunu, kendilerine mutlaka bir isim vermem gerektiğini, aksi taktirde benim için iyi olmayacağını söyledi. Ben de rehberimdeki isimlerin çoğunun polis teşkilatından olduğunu söyledim. Orhan TAŞANLAR rehberde Mehmet ÇAĞLAR'ın ismini görünce nereden tanıdığımı sordu, televizyondan tanıdığımı, kendisini takdir ettiğimi ve beğendiğimi, bu yüzden telefon numarasını aldığımı söyledim.
Polislerden biri, "seni basına vereceğiz, rezil olacaksın" dedi. Elinde fotoğraf makinesiyle bir başka şahıs geldi. Konuşmalarından onun da polis olduğunu anladım. Bana basın mensubu gibi sorular sormaya başladı. Ona "yapacağın habere -Kral Polis- diye başlık atarsın dedim. Nedenini sordu, "şimdiye kadar beni örgüt dahi bu hale sokamadı ama polis bunu başardı, bunun için de bu başlığı haketti" dedim.
Asayiş Şube Müdürü Deniz Bey, tabancamı yanındakilere vererek,"2 şarjör boşaltın, boş kovanlarıyla birlikte getirin" dedi. Boş kovanlar geldikten sonra bana "bundan sonra elimizdesin, bize yardım etmezsen bundan sonra ki bütün faili meçhul cinayetlerde bu boş kovanları kullanır, seni zan altında bırakırız, herkese rezil ederiz" dedi. Silahımı da geri vermediler. Bir seferinde 15-20 kişi getirdiler ve beni onlara gösterdiler. Hepsi adi olaylarla ilgili zannediyorum. Yalnız bir tanesinden korktum. Çünkü o kişiye 3 defa gösterdiler. Herhalde birkaç adi olayı benim üzerime atmak istiyorlardı. Beni PKK'lı olmakla da suçladılar. PKK ile nasıl ilişki kurduğumu sordular. Ben "bundan sonra PKK ile işim bitmiştir" dedim.
Orhan TAŞANLAR'ı beni öldürmeleri için çok tahrik ettim. Çünkü oradan sağ çıkmak istemiyordum. Ne var ki yapılan işkence neticesinde beni hastahaneye kaldırmak zorunda kaldılar, daha sonra herhangi kanuni bir işlem yapmadan beni bıraktılar. Şu anda silahım, boş kovanlarım, telefon rehberim ve parmak izlerim emniyetin elinde.
Serbest bırakıldığım 25 Ocak 1995 Çarşamba akşamına kadar, hayatımda yaşadığım veya yaşayacağım en kötü, en berbat günleri yaşadım. Şimdiye kadar Ankara'ya geldiğime hiç bu kadar üzülmemiş, pişman olmamıştım. Keşke hiç Ankara'ya gelmeseydim. Ben saf bir köylü çocuğuydum, Vatanını, milletini seven, uğrunda canını verecek bir vatandaştım. Ama bir vatan haini gibi sorgulandım, işkence gördüm. Buna herkes katlanamaz, dayanamaz. Nitekim ben de dayanamıyorum. Ve ben bittim, tükendim artık. Ben bu insanlara karşı savaşamam, beni bu gibi insanlar bitirdi. Etrafımda ki bütün adamları dağıttım, hepsini gönderdim. Bende evden dışarı çıkmıyorum. Zaten sağlık durumum da buna müsaade etmiyor. Artık kendi kendime sormaya başladım. "PKK niye devlete karşı savaşıyor", gerek yok ki, onlardan önce bu devleti yok etmeye, çökertmeye, parçalamaya çalışan o kadar çok insan var ki, PKK'nın yaptığı bunların yanında bir hiç kalır.
Sonradan öğrendiğime göre, üst düzeydeki bazı kişiler, Ankara Terörle Mücadele Şubesinde görevli Cihangir'e ve Başkomiser Hüseyin'e Bahçelievler'de bir kahvehane olduğunu, buradakilerin Avrupa ile ilişkileri olduğunu ve bu işin halledilmesi gerektiğini emretmişler. Şube Müdürü "ben bu işe girmem" diyerek faaliyete karşı çıkmış. Daha sonra görev Asayiş Şubesine verilmiş.
Gerek adamlarımın, gerekse benim tutuklanmam, planlı bir faaliyet zincirinin birer parçası gibi gözüküyor. Farkında olmadan birilerinin menfaatine dokunduğumu hissediyorum."
Ankara Emniyet Müdürlüğünde 3 gün sorguya tabi tutulan ve uygulanan sorgu sırasında kaburgaları kırılan Yeşil'e, özellikle MİT ile olan bağlantısının kiminle ve ne şekilde olduğu sorulmuştur. 25 Ocak 1995 tarihinde zabıt tutulmadan serbest bırakılan Yeşil'e, derhal Ankara'yı terketmesi tembih edilmiş, aksi taktirde bunu hayatıyla ödeyeceği söylenmiştir.
Garip olan, Yeşil'e, kaçırılan iki İranlı uyuşturucu kaçakçısı ve havale edilen paralarla ilgili hiç bir sorunun sorulmamasıdır.
Yeşil'in alındığı 22 Ocak 1995 gecesi, sabaha doğru, saat 03.00 sularında MİT Özel İstihbarat Daire Başkanı Mehmet Eymür’ün ev telefonu çalar.
Arayan Ankara Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar’dır.
Taşanlar doğrudan konuya girer.
"Bizim asayiş ekipleri, aşırı serhoş vaziyette, pavyonda olay çıkaran Hasan Tanrıkulu isimli bir şahsı gözaltına almışlar. Şahsın üzerindeki telefonlardan sizinle ilişkili olduğu anlaşılıyor. Bir ekip yollarsanız şahsı size teslim edelim."
"Hasan Tanrıkulu mu? Orhan, ben bu isimde bir kimseyi tanımıyorum. Ancak bir de ilgili arkadaşlara sorup seni arayayım".
Eymür iligili personelden araştırır.
"Hasan Tanrıkulu isimli bir irtibatımız varmı? Serhoşken olay çıkarmış, Ankara Emniyeti almış. Tanımıyor muyuz? Yok tarifini almadım, alıp tekrar ararım."
"Orhan merhaba, bu isimde bir kimseyi arkadaşlar da tanımıyor. Şahsın tarifi nasıl? 1.80 boylarında, sakallı, vs. Peki ben seni tekrar ararım"
"Şahıs, 1.80 boylarında, sakallı, vs, vs imiş. Kim? Tarife göre Yeşil Kod mu? Allah, allah. Peki bunlar aldıkları adamı bilmiyorlar mı?"
Eymür, Orhan Taşanlar'ın oyununu anlamıştır.
Gazetelere el altından, iki İranlı'nın kaçırılması olayınla ilgili olarak Yeşil Kod'un ve Tarık Ümit'in isimleri sızdırılmıştır. Olayda bir de para trafiği vardır. Eymür, Yeşil Kod'a sahip çıkıp Ankara Emniyetinden aldırdığı taktirde, müdüriyet onu muhakkak bir zabıtla teslim edecektir.
Gerisi bellidir. MİT'in ve özellikle Mehmet Eymür'ün ismi hem kaçırma olayına, hemde para işine karıştırılacaktır. Belgeli, zabıtlı bir şekilde.
"Orhan, siz, bu aldığınız adamın Yeşil Kod olduğunu bilmiyor musunuz? Daha 10-15 gün önce senin ekipler, bunun gittiği kahveyi basıp bir kaç arkadaşını almış, Yeşil'i de aradıklarını söylemişler. Sonra bunun defterinde bizden çok sizin ve Jandarma'nın ismi vardır. Bizimle bağlantılı olduğuna nasıl kanaat getirdiniz. Bizimle bir ilişkisi yok, ne suç işlediyse cezasını görsün."
Taşanlar, mantıklı bir cevap veremez, "üzerinde sizin telefonları görünce fazla araştırmadık, size haber verdik, zaten adam aşırı alkollü" diye konuyu geçiştirmeye çalışır. Neticede konuşma son bulur. Ertesi günü bu defa Korkut Eken, Mehmet Eymür'ü makamından arar. Aynı konuyu tekrarlayarak şahsı Emniyet'den aldırmalarını ister. Eymür, meslek hayatında polisin bu kadar istekli bir şekilde adam teslim etme çabasına hiç rastlamamıştır. Korkut Eken'e "Korkut, sizin birbirinizden haberiniz yok mu? Daha dün gece Orhan aynı konuyu iletti ve kendisine bizimle alakası olmadığını söyledim. Siz o adamın Yeşil olduğunu bilmiyor musunuz? Adamı bizzat sen arattırıyordun. Bırakın bu basit taktikleri. Bizimle alakası yok kardeşim, ne yaparsanız yapın" der.
Oyun bozulmuştur.
http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=210
5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***