12 Ekim 2018 Cuma

PKK - CUMHURİYETİ VE AK-PARTİ., BÖLÜM 2

PKK - CUMHURİYETİ VE AK-PARTİ.,  BÖLÜM 2



“Hâlâ Hapiste ETA Teröristi var mı?” 

Üç bin terörist var. Eli kanlı teröristlerin hepsi hapiste. Ömür boyu hapse Mahkûm olanlar da var. 

“Genel Afla Siyasete atılmadılar mı?” 

Hayır. “Af Çıkartalım diyen yok mu?” 

Bazen birileri söylüyor ama böyle bir şey olamaz. Ayrıca sadece ETA teröristleri değil sağcı teröristler ve 1981'de Parlamento’yu basıp darbe yapmak isteyen albay da hâlâ hapiste. Hükümetten rest gibi yanıt 

Bask bölgesinin bağımsızlığı için 45 yıldır silahlı mücadele yürüten ETA terör örgütü, 2011'de silahlı mücadeleye son verdiğini açıklamıştı. 26.11.2012'de BBC‘nin haberine göre, kendini feshedip silahlarını teslim etmek üzere İspanyol ve Fransız hükümetleriyle masaya oturmaya hazır olduğunu bildirdi. 

Bask bölgesindeki Gara adlı gazetenin web sitesinde yayınlanan ETA bildirisinde, fesih ve silah bırakma kararı için örgütün bazı şartları olduğu belirtilerek müzakere çağrısı yapıldı.Bu şartlardan birinin de hapiste bulunan ETA militanlarının kendi memleketlerine yakın şehirlere nakledilmesi olduğu belirtildi. 

Dikkat buyurun serbest bırakılmasını bile istemiyorlar. Hapisteki ETA militanlarının memleketlerine yakın şehirlerin cezaevlerine nakledilmesini istiyorlar. 

Ne oldu? ETA‘nın müzakere teklifine İspanyol hükümetinden rest gibi ret cevabı geldi. 

İçişleri Bakanı Jorge Fernandez Diaz, “Bugüne kadar terörist bir örgütle hiç müzakere etmediğimiz gibi bundan sonra da etmeyeceğiz. Hükümetin, tek talebi değil, tek emri kayıtsız şartsız örgütün feshedilmesidir” dedi. 

İşte İspanya. KCK davalarının ortadan kaldırılması demek, devletin kendini ve yakın geçmişi inkâr etmesi sayılır. Hukuk ise asla itibar edilmemesi gereken bir kurum haline gelir.Öte yandan Büyük Türkiye, Kürtlerin katılımı olmadan kurulamaz, bu nedenle süreci baltalayanlar hain görülecektir… Zaman yazarı Ali Bulaç, 25 Mart 2013’de Öcalan’ın verdiği şu yedi mesaja dikkati çekti. 

1) Batı’nın tarih yazdığı büyük parantez kapanıyor, yeni bir dünyanın eşiğindeyiz. 
2) Aydınlanma, emredici modernleşme ile beraber ulus devlet de çökmüş durumda. 
3) Bölgenin bütün halkları bir araya gelip ortak yaşama arzusu ve modeli geliştirme becerisini göstermezlerse küresel güçlerin hegemonyası altında zillet içinde yaşayacak, üstelik sürekli olarak birbirlerinin kanını akıtacaklardır. 
4) Yeni dünyayı ulus devlet çıkarını veya tarihi mirası esas alan Neo-emperyalizmi (Emevi, Abbasi, Safevi, Osmanlı) üzerinden kuramayız. 
5) Sünnilik, Şiilik, Vehhabilik, Selefilik bölge halklarının tek başlarına birleştirici kubbesi olamazlar; her bir mezhep kendi tabii alanında varolmaya razı olmalıdır. 
6) Irk, etnisite, ulus, bölge temelinde yeni yapılar eskinin tekrarıdır. Hiçbir milliyetçilik diğerinden daha masum, iyi veya olumlu değildir. 
7) İslam’ın üst referans olduğu bölgede bütün gayrimüslimler yeni siyasi birliğin ortakları olarak yerlerini almalıdırlar. 

Dağdan inişlerin biçimini, yeni anayasanın içeriğini daha hararetli tartıştığımız günlerde herkes kendi zaferine çekiliyordu ister istemez. Dağdakileri temsil edenler, barış sürecini tek başlarına tesis etmişler gibi, sıra devlette 
diyorlardır. Hükümeti temsil edenler ise bugünlere gelinceye dek devlet geleneğinde hakkaniyetli bir uygulamayla karşılaşmamış ve hep mağdur edilmiş kesimlere dahi umut aşılamanın keyfinde idi. 

Velhasıl, zafer burada kendi iktidarını kurmak değil, ötekini ele geçirmek, alt etmek, ona diz çöktürmek değil; Barışın ruhunu hep birlikte diriltmektir. Erğenekoncuların saflarını barış karşıtı olarak belirlemeleri nedeniyle sürece 
destek vermeliyiz… 

Ancak ülkemizin bölünmesine, emperyalist planı olan Kürdistan bölgelerinde PKK Cumhuriyeti kurulmasına da karşı çıkmalıyız. 

Hizmet’e karşı yürütülen paralel devlet hikayesi aslında tilkinin bir “Haçsız Haçlı Savaşı” olabilir. Zira bu yöntem CIA ve MOSSAD’ın yıllardır Jakop’un kullandığı bir tilki hikayesidir. Süfyanizm Oligarşisi ve global İslam düşmanları Hizmet’e savaş ilan etti, PKK teröristleri ve Ergenekon ile ittifak yapıldığı artık gizlenmiyor. Bundan sonra tilkinin gayesi paralel bahanesi ile kamuoyu oyalanırken ve aldatılmış iken belirlenen Büyük Kürdistan haritasında Türkiye ayağını MİT ile ülkemizden ustalıkla kotarmaktır. CIA ve MOSSAD, Kürdistan’ın 
Suriye ve Irak ayağını MİT ile beraber kurdu, kopardı, sıra büyük hırsızlığa geldi. KCK, dört ülkede kurgulanan üst yapının adıdır. 

Anlaşılması kolay olsun diye bunu bir hikâye ile anlatalım isterseniz. Köyün birisinde sığırcılık yapan zalim, ceberut, ama güçlü bir aile varmış. Bunlar çalışmadan yemeyi, başkasının malına-mülküne el koymayı, kafasına eseni 
dövmeyi, istediği kimsenin bağına-bostanına girmeyi iş edinmişler. Bunların dedeleri de böyle imiş zaten. Köyde ilk yer edinmeleri de birilerinin canını alıp malına el koyarak olmuş. Bunlar gider başkalarının bağını, bostanını talan eder, harmanlarını yağmalar emeksiz, çabasız, ama refah içinde yaşarlarmış. Üstelik bir de malını yağmaladıkları kimseleri “hırsız”, canını aldıkları insanları “katil” ilan ederlermiş. Bu yağmacı, kan dökücü ailenin geçmişi herkes tarafından bilinirmiş ve bunlardan çekinilirmiş. Hırsızlık ve kan dökme konusunda şöhretleri 
pek fazla artınca bu aile oturmuş düşünmüş ve daha yeni, ince teknikler geliştirmeye karar vermişler. İçlerinden birisi daha kolay hırsızlık yapmanın, ev basmanın, bağ-bahçe talan etmenin gelişmiş bir yönetimini bulduğunu 
söylemiş talancı ve yalancı aileye. Bütün ailenin dikkati o tarafa yönelmiş. Aklı veren bu ailenin içine yerleşen ve onlardan gibi görünen, ama onlar üzerinden kendi hedeflerini gerçekleştiren, sinsi Jakop’muş. 

Jakop aile toplantısında yeni projesini anlatmaya başlamış: “Bakın dostlarım, kardeşlerim. Yeni planım çok akıllıca ve risksiz. Üstelik bu planı devreye sokarsak kimse bizi hırsız, arsız diye adlandıramayacak. Biz “mağdur” 
olarak bu ahmakların bağına, bostanına gireceğiz. Göstere göstere gireceğiz ve kimsenin gıkı bile çıkmayacak. Kimse bize bir şey demeye cesaret edemeyecek” demiş. 

Nasıl olacak bu Jakop demişler? 

Jakop: “önce geceden bizim tavuklardan bir kaçını boğazlayacak ve bizim bahçenin-bostanın farklı yerlerine serpiştireceğiz. Sabah kalktığımızda boğazlanmış, telef edilmiş tavuklarımızı vaveyla ile bütün köye duyuracağız. 
“Bir tilki girmiş ve bizim tavuklarımızı telef etmiş, bu kabul edilemez bir şeydir. Biz bu tilkiye haddini bildireceğiz. Kimse bizim evimizde bizim tavuklarımızı böyle heder edemez! Tilkiye ve onu koruyanlara karşı savaş ilan ediyoruz! Ya bizimlesiniz, ya tilkilerle!” diye deklare edecek ve bütün köylüye korku salacağız. Sonrada kimin evine-bostanına girmek istiyorsak tilki sizin evde saklanıyormuş! Öyle bilgi aldık. “Ya tilkiyi ver bize, veya biz ne yapacağımızı biliriz!” diyerek evlere, bostanlara dalacağız. Böylece hırsızlık ve talan için değil, tilkiyi 
bulmak, adaleti sağlamak için girmiş olacağız” demiş. Jakop’un teklifi herkese çok cazip gelmiş ve bunu hemen uygulamaya karar vermişler. 

Bir gece planı uygulamaya koymuşlar 3-5 tane tavuğu boğazlayıp, yaralayıp evlerinin farklı yerlerine atmışlar. O esnada Jakop’un aklında yeni yıldırımlar çakmış, ailenin büyüğüne: “efendim tavuklar bize yeterince güçlü gerekçe 
de oluşturmayabilir; bir kaç koyun, hatta sığır da telef edersek elimiz daha güçlü olur” demiş. Ailenin içinden bir kaç kişi “olmaz öyle şey, tavuğu anladık tamam ama, bir tilki koyunları, sığırları nasıl boğazlar, buna nasıl inandırırız köylüyü” demişler. Diğerleri önemli değil demişler, biz tilkinin sığırları da telef ettiğine inandırırız köylüyü. Çok mantıklı olmasa da, gece 3-5 tavuğu, bir kaç koyunu, bir kaç sığırı telef etmişler. 

Bir sabah bütün köylü sığırcı ailesinin feryat figanı, vaveylası ile uyanmış. Evde herkes dizlerini dövüyor, kadınlar ağlaşıyor, erkekler tehditler savuruyor, intikam yeminleri ediyormuş. Bütün köylü bu gürültüye dikkat kesilmiş. Köylü olanları anlamaya çalışırken sığırcı ailesi: “bizi can evimizden vurdular; bunu kim yaptı ise göstereceğiz; intikamımız feci olacak! Caniler! hainler! katiller! vs.” diye dövünüyor ve tehditler savuruyorlar mış. 

Bunu yapanlar iğnenin deliğine dahi girse bulacağız, cezasını mutlaka vereceğiz” diyorlarmış. Bu ailenin şerrini, zarar verme kabiliyetini bilen, bunların yalakası onursuz bazı aileler-kişiler hemen bunların yanında yer almış ve: “evet sığırcı ailesine yapılanlar kabul edilemez! 

Yapanlar bulunmalı ve cezalandırılmalıdır! Biz de bunların yanındayız!” demişler. 

Bunun üzerine sığırcı ailesi göz koyduğu stratejik noktada evi olan bir aileyi sorumlu tutmaya başlamış. Delil, ispat vs. beklemeden bu ailenin evine girmiş. Bunun gayet kolay olduğunu ve kimsenin gıkını çıkaramadığını görmeleri, 
dahası pek çok köylünün bunların mağduriyetini kabul etmek zorunda kalması bunların çok hoşuna gitmiş. 

Ailenin reisi Jakop’a “afferin lan Jakop, ne güzel düşünmüssün!” diye iltifatta bulunmayı da ihmal etmemiş. Bakmışlar bu iş tutuyor, ardından varlıklı, zengin bir mahalleyi gözlerini kestirmişler. “Bu mahallede zenginlik çok, insanları da güçsüz, ayrıca bunlarla bizim husumetimiz de var. Katilleri arayacağız diye girelim mahalleye ve talan edelim” demişler. Ardından aşağı mahallenin zengin evlerine birer birer girmeye başlamışlar. Bu evlere girerken “biz yeni saldırılardan korkuyoruz, bu nedenle bizim yaptığımız önleyici saldırıdır” demişler. 

Böylece Jakop’un fikri ile pek çok mahalleyi, evi talan etmişler. Tilki üzerinden talan işinin tadına varan sığırcı ailesi “tilki görüldü”, “tilki burada olabilir”, “kokusu geliyor”, “sesi duyuluyor” vs diyerek köydeki pek çok eve izinsiz girmeye, ailelere baskı uygulamaya başlamış. Tilki hikayesi üzerinden köyde terör estiriyor, dilediği gibi hareket ediyor, istediklerinin başına bela oluyorlarmış. Köyde tilki tehdidinin bertarafı adına toplantılar yapılmaya, tedbirler geliştirilmeye başlanmış. Bütün köylü artık tilki ile yatıp, tilki ile kalkıyormuş. Bu konuda bilimsel toplantılar yapılır, kitaplar yazılır olmuş. Sığırcı ailesi tilki malzemesini köpürte köpürte, gayet verimli şekilde kullanmış. Nereye girmek istese “tilki burada görüldü duyuldu” deyip o eve baskın düzenliyor, evde talan yapıyormuş. Tilki sayesinde köyün kontrolünü eline almış. 

Erdoğan ve AKP, hikâyedeki sığırcı ailesidir ve tilkilerle ortaktır. Hizmet ve cemaata ise kümese sokulmak istenen mağdur tavuk rolü biçilmiştir. Sığırcı ailesi, tilkiler ve sinsi Jakop’un hain planlarından dolayı Hizmet mazlumdur, davacıdır, ama hırpalanmaktadır. Bir gün toplum tilki, Jakop ve sığırcık ailesinin zalimliğini anlar diye ummakta, herşeyden haberdar şaşkınları oynamakta, dünkü kardeşlerinin mal, makam, kadın, para ve güç karşısında dinlerini ve vatanlarını nasıl sattığına hayret etmektedir. Sığrcı ailesi, Tilki ve sinsi Jakop bir defa anlaştı mı terörist barış elçisi olur, barış sembolü adanmışlar, muhabbet fedaileri terörist diye suçlanır. 

Jakop’un fikrini hayata geçiren CIA ve MOSSAD, sığrcık Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı hırsını kullanarak PKK’ya Öcalan’ı da lider koydurarak Kürdistan’ı MİT’e kurduruyor. Bu durumu başta güya muhafazakar AKP 
değilde CHP olsa asla kabullenmiyecek toplum zokayı yuttu. Hizmet’i paralel diye bahane eden AKP halkın kafasını karıştırdı. Oysa çok uluslu firmalar çoktan ülkemize girdi, kaynaklarımıza özelleştirmelerde el koydu, bankalarımızı satın aldı, İstanbul Borsa’sında yabancı neoliberal tilkiler ağırlığı üstünlüğü ele geçirdi. Dünya üzerindeki hakimiyetini pekiştirmiş neoliberal işgalciler, bazı stratejik-zengin bölgeleri yeni kolonial stratejilerle kontrolü altına almıştır. Milletimiz, hızla Amerikanlaştığı ve Batı kültürünün, tüketim ürünlerinin çılğını ve kölesi 
olduğu halde özgürleştiğini sanmaktadır. 

Global ve yerli tilkiler, paralel bahanesiyle rehavet içindeki toplum ahlaki ve ekonomik çöküşe doğru hızla yol alırken, Erdoğan sığırcı ailesi de bu arada malı götürmektedir. Milton Friedman’ın kemikleri sızlasın, neoliberal işgalcilerin 3. dünya ülkelerini nasıl soyacağının sosyolojik teorisini o yazdı. Neo liberal 
tilkiler, 10 yıl social inclusion, yani sosyal yakınlaşma, toplumla bütünleşme, güvenini kazanma istedi, harfiyen ülkemizde Erdoğan ile uyguladılar. Şimdi sıra bir Fransız modeli olan social exclusion’a, yani ötekileştirme, içe kapatma, sömürme ve büyük soyguna geldi. Soygun sonrası ekonomik kriz ve büyük tufandır, sosyal adalet, hukuk ve insanlık tüketildiği için devlet çökecek ve yeniden kurulacaktır. 

PKK Cumhuriyeti, CIA, MOSSAD ve BND tarafından adım adım kurdurulurken, Sığırcı ailesi ise ülkemizden 8 ülkeye kaçırdığı servetle kaçacaktır. Kısacası tilki bahane soygun şahane diye gerideki koyunlara gülecektir. Büyük soygunun adı, 4 Ülkede kurulan PKK Cumhuriyeti’dir. 

Faruk Arslan 
Kitchener, Kanada 
08 Haziran 2014 


GİRİŞ 
PKK - CUNHURİYETİ
Faruk Arslan 
Kitchener, Kanada 
08 Haziran 2014 

Komünistlikten Zerdüştlüğe devşirilen PKK'da Abdullah Öcalan'a biçilen yeni rol, dört ülkede kurdurulacak 
Büyük Kürdistan veya PKK Cumhuriyet’inde Ahura Mazda Paşa olmasıdır. İsrail’in Mavi Marmara rezaleti 
nedeniyle ABD Başkanı Obama’nın zoruyla İsrail Başbakanı Netanyahu’nun zoraki özür dilemesi, 
Suriye ve İran’ı kapsayan yeni operasyonda İsrail, Türkiye ve Ürdün’e biçilen yeni rollerden kaynaklanıyor. 

   28 Şubat sürecindeki eski gücüne kavuşmak isteyen İsrail, Kürt sorununda PKK’nın silahlı terör örgütünden 
siyasi yapıya dönüştürülmesine gizli destek veriyor. Suriye, İran, Irak ve Türkiye’den kopartılacak Kürt bölgesinde 
Mandela olacağı vaadine kanan Öcalan, Türk toplumunda yerleşik barış umudunu kullanıyor. 

4. Zerdüştlüğe MİT'in katkılarıyla soyundurulan “ Atakürt ” Apo, 

    PKK'yı Filistin Kurtuluş Örgütü kisvesine sokarken, Kürt sorununu da Filistin leştiriliyor. 
Güya Abdullah Öcalan, 2. Barış Müzakere Açılımı sürecinde ‘stratejik hedef’ olarak bölge ekseninde ‘Türkiye-Kürtler beraberliği’ni belirledi! Bunun için de bir ‘yol haritası’ çizdi. Bu ‘yol haritası’na göre ‘çatışmasızlık ilanı’ ve buna bağlı ve bazı adımlara paralel olarak silahlı PKK unsurlarının ‘sınır dışına çıkması’nı ilan etti. 

Kandil-Avrupa yani PKK, Öcalan’ın bu çağrısına uymadı. Yaşlı, kadın ve çocukları taşırken, 6500 yeni genç Kürt militan adayını da dağa çıkardı. KCK Lideri Cemil Bayık, PKK’nın sözünde durmaması konusunda 2013’un bahar, yaz ve sonbaharında epey pişkin açıklamalar yaptı.Öcalan, bu devrede kardeşi Mehmet Öcalan vasıtasıyla talimatlar yağdırdı ve süreci çok ustaca yöneterek istediğini kopartana kadar silahı aslında hiç bırakmayacakları şantajı yaptı. Hemde devlet izniyle bunu yaparken, Cemil Bayık kötü polis rolündeydi. Ateşkese devam ama çekilmiyoruz bazında açıklamalardı bunlar. Israrla saklanan gerçekler, silah gölgesinde yaşamın ve PKK’nın otoriter baskısının sürdüğüdür. 

Oysa Narşist, megololan kişiliği kasten sızdırılan İmralı zabıtları ile ortaya çıkan MazdAPO, Alman Gestapo’sundan beter bir zulmü Kürt halkına CIA, MOSSAD ve BND’nin hazırladığı strateji gereği sunabilir: Din değiştirme… PKK’lılar Apo ne seçerse doğrudur görüşündedir. BDP Milletvekili Ayten Tuğluk’un Öcalan’ın ‘bin yıldır müslüman kardeşiyiz’ söylemini tersinden okuyup, ‘PKK laikliğin teminatıdır’ demesi, büyük oyunun farkında olduğunu simgeliyor. 

Zerdüşt dininin kurucusu olan üç aydın vardır. Birinci Zerdüşt yaklaşık olarak MÖ üç bin yıllarında yaşayan Mahabat, ikinci Zerdüşt yaklaşık olarak MÖ iki bin kırk yıllarında yaşayan Haşeng (bunun Hz. İbrahim de olduğu söyleniyor), üçüncü Zerdüşt ise MÖ altı yüzlerde yaşayan Zerdüşt’ün kendisidir. Üçüncü Zerdüşt’ün bir bilgedir ve Zerdüştlük onun tarafından sistemleştirilip yaygınlaştırıldı. Büyük antik çağ filozofu Eflatun’un (Platon) kendisini Zerdüşt’ün öğrencisi olarak tanımlar. MİT’in teşvikiyle Öcalan, manevi, ruhani liderliğe kendini kaptırmış durumda. 

Çünkü Doğu İran’da yaşamış olan Zerdüşt, esasında ilk sosyalist reformcuydu. Onun mesajı, daha önceki dini tecrübeye birçok yönden muhalefetti; çünkü o bir monoteist idi. Bu dinde Ahura Mazda, Yüce Rabb’dir ve bütün zıtlıkların yaratıcısıdır. Zerdüşt, her şeyin yaratıcısı olan, insanlara iyilik yapan tek bir Tanrı’nın, Ahura Mazda’nın (Hürmüz’ün) peygamberidir. Rivayete göre kitap kendisine, Yüce Tanrı Ahura Mazda tarafından vahiy edilmiş ve o da dini yaymak için halka vaazlarda bulunmuştur. Zerdüşt belki de peygamberdi; daha önceki 
dini arıtıp temizlemiş, İran çok-tanrıcılığını, tek-tanrıcılığa doğru yöneltmiş ve çok yüksek bir ahlâkın kurallarını koymuştur. Kitap, peygamberlik, ahiret inancı ve tektanrıcılık görüşleriyle Zerdüştlük’ün, ilâhî bir dinin temel vasıflarını üzerinde taşıdığı kabul edilir. 

Zerdüşt’ün kurduğu dinin adına Mazdeizm deniliyor. Zerdüşt, Mazdeizm’le tek tanrılığa yönelirken, egemenlerin gücüyle bütünleşen çok tanrılığı aşıyor ve tanrıyı egemenlerden alarak, insanlığın özlemleriyle birleştiren bir güce dönüştürüyor. Soran, sorgulayan tanrının kötülükleri affetmeyeceğine inanıyor, bu nedenle kötülüklere karşı savaşımını bir tanrı emri olarak öne sürüyor. Zerdüşt’ün güçlü bir filozof ve düşünce adamı olduğu, doğa, toplum ve insan gerçeğine ilişkin bilimsel perspektifler getirdiği, örneğin Antikçağ Yunan 
filozoflarının hareket noktasının, Zerdüşt inanışının geliştirdiği kavramlara dayandığı ısrarlı bir şekilde vurgulanıyor. 

‘Tarihte Zerdüştlük, ilk defa insan iradesine özgürlük tanıyan ve iradeye önem atfeden bir düşünüş olur. Burada özgür irade, felsefenin başlangıcı ve dinin kul anlayışının reddi olmaktadır. İlk felsefenin (Hint, Çin, Batı felsefesi) Zerdüşt’ten dünyaya yayıldığını belirtmek abartı olmaz. Bu yönüyle gerek felsefede, gerekse inanç boyutunda çok özel bir yere sahiptir.’ Öcalan'ın çoğunluğu Müslüman olan Kürtleri İslam'dan uzaklaştırma projesi aynı zamanda Türklerle en güçlü ortak paydanın yok edilmesi anlamı taşıyor. Birey özgürlüğünü firavunlaştıran bu anlayış oldukca laik, Batı Liberalizmine uygun ve sosyalist dinsizliğe de kapı açıyor. Peygamber Efendimizin de işaret ettiği gibi; ahir zamanın alameti olan Fırat’la Nil arasında kan ve gözyaşının akabileceği dönemlere doğru hızla 
gidiyoruz. 

Barış müzakereleri adı altında başlayan yeni dönem böl–parçala- yut diyen zihniyeti şimdilerde ise çarpıştır-yücelt-kandır-yut dönemine dönüştürdü. PKK ile Fethullah Gülen Hocaefendi ve onu seven camiası çarpıştırıldı, MazAPO yeteri kadar da firavunlaştırıldı ve yüceltildi. Hocaefendi’nin açılımdan önce yaptığı müthiş öngörülü sulh çıkışı olmasaydı, barışı isteyemeyenler olarak camia günah keçisi yapılacaktı. MİT, 30 yıldır kucağında olan Öcalan’ı bir anlamda bu müzakerelerle adeta yeniden küllerden doğan bir lider olarak destekliyor 
ve onun statü kazanmasında ona yardımcı oluyor. MİT bu manevralarla yeniden Öcalan’ın örgüt üzerindeki etkinliğini artırıp, onu tekrar merkeze yani örgütün yönetiminde tümüyle söz sahibi olacak bir hale getirmeyi amaçlıyor. Böylece PKK’yı aklınca çok başlı sisteme girmesinin yerine, tek başlıya çevirip, müzakerelerde muhatabının kim olduğunu da netleştirmiş olmayı arzu ediyor. 

Oysa PKK, birbiri içine geçmiş dış ülkelerin istihbarat örgütleri tarafından kullanılan bir terör oyuncağına çevrildi. Hiçbiri sorunun çözümünü istemiyor. Yolda bir milyar doları aşkın haraç toplayan ve uyuşturucu, kaçakçılık geliri olan PKK’nın lordları asla çözümden yana değil. Osman Öcalan’ın sivil dünyaya atılması ve yaptığı işi batırması kötü örnek oldu. Kandil patronları normal hayata dönerse koca hiçler olmaktan çekiniyor. Son kozlarını oynuyorlar. 2009’dan beri terör saldırılarının azması ve şehit sayısının artması, ülkemizi 2013’de yeniden yol ayrımına getirdi. Terörü sonlandırmak için iki çarenin var olduğu zannedilir: Şiddet kullanarak başını ezmek, köklerini kurutmak veya karşılıklı tavizler vermek, barışçıl yöntemle kanı durdurmak, orta yolu bulmak... 

Aslında her zaman bir üçüncü yol daha vardır. Türkiye’de ve gurbetteki Türkiyelilerin dilinde, kalbinde, gönlünde aynı özlem hissediliyor: Yeter artık, sabır taşı kırıldı; ne olacak bu PKK’nın hali! PKK sorunu Türkiye’yi bölmeye doğru koşuyordu. 2014 veya 2015’e kadar ülkemiz bölünmeden dayanırsa, bölgesel güç olacak ülkemizi bu tarihten sonra ne İsrail, ne Almanya ne ABD bölebilirdi. Ameller niyetlere göredir. Niyetler karanlıksa aydınlık yola çıkılması güçtür. İçte ve dışta bazı hain odaklar ve güçler PKK’yı bitirmemek için direniyorlar. 
Kürtler elinden silahı bırakırsa pazarlık güçlerini kaybedermiş... Verdikleri şeytani akıl buydu! 

Oysa gelinen nokta tam tersine doğru işliyordu. PKK şiddette ısrar ettikçe Kürtler, elde ettiği kazanımları kaybetme riski taşıyordu. Bölgede AK Parti'nin demokratik reformları hep PKK'nın başarısı olarak lanse edildi, ediliyor. Tarihimiz boyunca, hiç bir isyancı hayal ettiklerini elde edememiştir, hep aksiyle tokat yemiştir. Kabakçı Mustafa’dan Şeyh Bedreddin’e Patrona Halil’den Şah kulu isyanına kadar ayaklanmalara kısaca bir göz atınız. Şah kulu’nu bizzat öldürtenin, isyan emrini veren Şah İsmail olduğunu göreceksiniz. PKK isyanı da bir savaş değildir, ayaklanmadır ve isyancıların iki dünyada da yatacak yeri yoktur. Oyuncağı kuranlar oyuncaktan bıkınca oyuncağı parçalar, çöpe atar. PKK pimi çekilmiş serseri bir bomba, mayındır. Kendisini gümletmesine az kaldı! 

Ortada yakın geçmişte Sri Lanka’da yaşanan Tamil Kaplanları örneği bulunuyor. 30 yıl süren ayrılıkçı terörün ardından Norveç’in devreye girmesiyle Sri Lanka hükümeti 2006 yılından itibaren ateşkes ilan etti ve silahların bırakılması ile ilgili barış görüşmeleri taraflar arasında Cenevre’de yapıldı. 

Sonuçta, Tamil Kaplanlarının asla silah bırakmaya niyeti olmadığı üç yıl sonra başlayan terör olayları ile anlaşıldı. Tıkanan görüşmelerin peşi sıra Sri Lanka hükümeti ordusunu Tamil Kaplanlarının bölgesine sürdü. 

Sonuç 20 binden fazla ölüydü, milyonlarca Tamil ise yurt dışına kaçtı. Bugün Batı ülkeleri ve Hindistan’da 6 milyon Tamil ilticacı konumunda. Tamillerin lideri Vellupillai Prabhakaran dahil örgütün tüm elebaşları öldürüldü ve örgüt ülke içinde bitirildi. Kanada’da 300 bin Sri Lankalı var, çoğu Tamil. Burada barış içinde birbirlerini öldürmeden yaşıyorlar. Colombo hükümetinin 2009 ve 2010 katliamlarına BM dâhil tüm dünyanın sessiz kaldığını PKK’lıların dikkatine arz ederim. Silah bırakmayan terör örgütü masum değildir. 

ABD ve AB ülkelerinin acizlikten Suriye’deki katliamlara müdahale edemediğini Barak Obama’nın ikinci defa seçilmesinin ardından Suriye ile savaş işini tamamen Türk ordusuna ve özel harp birimlerine Katar ve Suudi Arabistan’ın finansmanıyla havale ettiğini unutmayalım. Ve bu plan Rusya’nın başarılı girişimleri ile çöktü. Geride ikiyüz bin müslüman ölü, bir o kadar yaralı ve iki milyona yakın Suriyeli mülteci sorunu bıraktı. Dış konjonktürün ekonomik krizlere kitlendiği bir dönemde, kimse PKK’yı dinlemezdi. Türk ordusu ve polisinin ortaklaşa büyük ve gerçekçi bir operasyon düzenlenmesi halinde rahatlıkla yok edilebileceği beş bin PKK militanına dünya kamuoyunda hiç kimse yas tutmayacaktı. PKK, eğer ‘KCK ile dağdan şehre indik, şehirleri yakarız’ 
diyorsa, şehirlerdeki bin beşyüz kişilik yapılanmalarının tüm isim ve adreslerinin emniyet güçlerinin elinde bulunduğunu unutuyorlardı. Bol katliamlı politikalara yol yaparak Ankara hükümetini yanlış yapmaya zorlamakla Kürt hakları savunulamazdı! 

AK Parti’nin yürüttüğü ilk Kürt açılım paketini PKK militanları ve BDP, Ergenekon ile dirsek temasında baltaladı ve ellerine koca bir hiç geçti! Kürtlerin ülke nüfusunun yüzde 20’si olduğunu varsaysak bile yüzde beş oy alan BDP’nin Kürtlerin tamamını temsil etmediği açık. BDP’nin PKK’nın borazanı, sözcüsü olduğu ise bariz belli, hatta belgeli ve partilerini kapatacak kadar da aşikâr. 

O halde horozlanmaları nafile çaba! Kürtlerin üçte ikisi AK Parti’ye oy verdiğine göre pazarlık güçleri zayıf. 

Kürtlerin hakları bugün çiğnenmiyor, tersine pek popülerler, son yıllarda yayınevleri habire Kürtlerle ilgili kitap basıyor. Ülkemizdeki Lazlar ve Çerkezler Kürtlere tanınan hakları kıskanmaya başladı. O halde PKK kime güveniyor? Elbette, 1998’den beri PKK’yı taşeron örgüt olarak kullanan ve denetimine alan MOSSAD’a bel bağlıyorlar. Oysa Ankara hükümetinin İsrail ile ilişkileri limoni ve eskisi gibi Genelkurmay’da odaları, MİT’de eğitmenleri yok. Ülkemizin her tarafını dev kulaklarıyla dinleseler de, etkili olamıyorlar. Ancak yüzlerce ajanları 
bölgede cirit atıyor. PKK’yı cesaretlendiriyor, organize ediyorlar. 

Bu zamana kadar Ergenekoncu askerler, MOSSAD ile PKK işbirliği olmasaydı, çoktan terörün kökleri kurutulmuştu. PKK, 1980 ile 1987 arasında Diyarbakır Cezaevinde yapılan işkencelerle zorla doğurtuldu. Kasıt vardı. Daha sonra PKK’yı kullanmayan istihbarat örgütü kalmadı, ‘Yedi Kocalı Hürmüz’e döndü. Devletin karanlık yüzü elini uyuşturucudan, insan kaçakçılığından, silah ticaretinden çekmeden PKK veya Kürt sorunu bitirilemez. 

Birbirinden beslenen vampirleri mağaralarından çıkartmayacak hamleleri yapmanın zamanı geldi. Hakkâri’de Kavaklı mevkiinde ve Kazan Vadisi’nde 16 tane PKK kampı olduğunu 2011’de ilk yazdığımda önce bana kimse inanmak istemedi (1). 

Emniyet istihbaratı raporlarına dayanarak bunu yazmıştım. Bu kampların bazıları eskiden beri bizim askeri birliklerimize 3-5 km mesafedeydi. Kimse kimseye güvenmiyordu. Polis timleri bu kampları 2011’in yaz ve sonbaharında dağıtmaya başlayınca bölgede Ergenekoncu askerler ile PKK arasındaki derin ilişki su yüzüne çıktı. Bu nedenle, halkın korkusu bitirilip, belirsizlik devletine güvene dönüşmeden açılım ve yatırım paketleri abesle iştigaldir, yılan hikâyesidir... 

O halde üçüncü yoldan başka mantıklı seçenek kalmıyor. Bölgeye gelecek beş bin kişilik özel eğitimli polis timlerinin aynı personeli, 2 yıl değil 10 yıl orada kalacak ve halk ile iç içe, kardeşçe yaşayacaktır. 
Öldürmeye değil yaşatmak için gelecekler. Bu sefer, 1993 ile 1996 periyodunda ‘bin operasyonla on bin kişiyi faili meçhul cinayet’ ile yok eden Ergenekon’un silahlı örgütü JİTEM yok! Ergenekon’un karanlık general ve subayları hapiste yargılanıyor. İsrail ülkemize batamıyor! ABD, Irak ve Afganistan’da çuvallamış, yeni maceradan uzak duruyor. Ekonomik krizlerle boğuşanlar, ekonomik patlama yapan ülkemizin dinamizmini pörsümüş PKK ile durduramaz... 

Bundan sonra, halkın dinine, inancına, gelenek ve göreneklerine saygılı, devletin gülen yüzünü gösteren bir polis kuvveti görev başında olmaya başladı. AK Parti’nin camiaya bağlı diye 2013 yazında 700 polisi doğuya sürmesi aslında kaderin bir cilvesi oldu. Kandil Dağında göstermelik şovlara da ihtiyaç kalmadı, zira yalandan dağ taş dövmekle, 18 yaşında dağa zorla çıkartılmış fidanları öldürmekle terör sona ermiyor. Vatandaşı yaşatırsan, devlet bölünmeden yaşar! 

En can alıcı makalemi 12 Haziran 2011 genel seçimden hemen önce yazdım. Hakkâri ve Diyarbakır’dan seçim öncesi ulaşan bilgiler hoş değildi. Global Ergenekon’un Suriye’de başlattığı Baas rejimini devirme hamlesine ve Hakkâri’de oynanan eşgüdümlü büyük oyuna daha fazla sessiz kalamayız. Çünkü düğmeye aynı merkezden basıldı. Ergenekon’un baronu ve ejderi, global Ergenekon’dan aldıkları cesaretle ‘Kürt kozunu’ sahneye koydular. Kandil ve İmralı’nın emirlerini CIA ve MOSSAD’dan aldığı talimatlarla yerine getiren 
Demokratik Toplum Kongresi (DTK) ve BDP, “sürgünde Kürdistan parlamentosu” veya Türkiye’de KCK ile ‘gölge Kürdistan’ devleti kurmaya hazırlanıyordu. Mesele Kürt sorununu çözmek değil, çözdürmemekti... 

Bu noktaya nasıl ve neden geldik? 10. Ergenekon dalgasında mason localarına ulaşılması, global Ergenekon’u rahatsız etti. İstanbul baronları ve medya ayaklarına dokunulmaması için hükümetle pazarlığa giriştiler. Başarılı oldular, Ergenekon soruşturması sadece ordudaki ayaklara yönelirken, işi maliyeleştiren leri bilerek ıskaladı. Medyanın propaganda ayağında tutuklananlar devede kulaktı. Seçimde zoraki seçtirilen Silivri ve PKK adaylarının oluşturacağı keşmekeş, seçim sonuçlarına gölge düşürmek için “Baron” ve “Ejder” ikilisinin dünya çapında Ergenekon’dan aldığı onayla tasarlandı. Aslında onları kendilerine dokunulmaması ve ihalelerden daha fazla pay kapmak amacıyla hükümete şantaj için kullanıyorlardı. Servetlerine servet katmayı sürdürmelerinden rahatsız değilim ama Hakkâri’de oynadıkları oyunu artık deşifre etmek zorundayım. 

MHP liderinin başdanışmanlığına getirilmiş, “Silivri milletvekili” emekli korgeneral Engin Alan, MHP’nin imajını tek başına çizmeye yetiyordu. Ergenekon ve Balyoz davalarında aldığı müebbet cezalar haklı olduğumu gösterdi. Alan analizimden dolayı milliyetçi çevreden epey eposta almıştım. Elimde Alan’la ilgili neler olduğunu merak ediyorlardı. Sahte ülkücü olduğunu belirtmem kanlarına dokunmuştu. Öyleydi ama! 2023 yazarı, Avukat Tolga Akalın, Türk Özel Kuvvetleri’nin efsane komutanı Alan’ın MHP’ye Allah’ın emaneti olduğu iddiasındaydı. 
Yazısındaki şu ifadeler dikkatimi çekti: “Ülkü ocaklarının yaptığı tavsiye neticesinde Harp okuluna girmiş ve 1980 ihtilali akabinde ülkücü olması hasebiyle 35 gün cezaevinde işkence görerekyatmıştır.” 
12 Eylül darbesi günü tüm MHP il başkanları ve ülkü ocakları liderleri gözaltına alındılar ve yıllarca işkence gördüler. Bunlardan 35 tanesi ertesi gün, 13 Eylül 1980’de serbest bırakıldı. Bu sansasyon bilgiyi benimle Ekim 1998’de Kazakistan’ın Türkistan kentinde sabaha kadar süren sohbetimizde paylaşan MHP’nin 12 Eylül öncesi üç siyasi eğitmeninden biri olan Namık Kemal Zeybek’ti. Bu bilgiyi daha sonra rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’na teyit ettirmiştim. Zeybek, daha sonra Demokrat Parti lideri oldu, yürütemedi ve siyasi sahneden çekildi. Çıksın konuşsun. Gladyo’nun Özel Harp subaylarını sivil görüntüde çaktırmadan nasıl kendi aralarına soktuğunu ve il başkanlıklarını ele geçirdiğini anlatsın. Taha Akyol ve Mümtaz’er Türköne de bildiklerini anlatmalı. O günlerde MHP’nin diğer iki siyasi eğitmeni onlardı. Hapiste aralarında neler konuştuklarını dile getirsinler. Rahmetli Alparslan Türkeş’in yorumunu artık gizlemesinler. Çünkü serbest bırakılan o 35 kişinin hepsi MİT mensubu Özel Harpçi idi. MHP’yi geçmişte ele geçiren Gladyo mensupları, bugün rahat duruyor mu sanıyorsunuz? MHP ve BBP, İslam ve Türk sentezinden uzaklaştırılıyor, kuru kafatasçı ulusalcı bir Türkçülükle bagnazlaştırılıyor du. İttihat ve Terakki Partisi’ne Fransız masonlarının yüzyıl önce uygulattığı aşırı milliyetçilik virüsü nüksetmişti. Bu oyunu ülkücüler bozmalıydı... 

Alan’ı Bakü’de askeri ateşi olduğu 1992 yılından beri yakından tanıyordum. 1994 ve 1995’de Azeri lider Haydar Aliyev’e karşı düzenlediği başarısız suikast ve darbe girişimleri ile ülkemizi rezil etmiş ve ülkeyi CIA ve 
Amerikan politikaları üstünlüğüne bilerek veya bilemeyerek bıraktırmıştı. Başarısızlığa mahkûm suikast ve darbe teşebbüslerini oysa CIA elemanlarıyla ortak ve direkt Pentagon’dan gelen talimatlarıyla yapmıştı. Eski Genelkurmay başkanı Doğan Güreş tarafından Özel Harp biriminin Özel Hareketler Komutanlığı’na çevrilmesinin ardından başına 1995’de Alan’ın getirilmesine hiç şaşırmamıştım. Başarısızlığı mı yoksa ABD tarafından başarısı mı (!) ödüllendirilmişti. Alan’ın kariyeri 1999’da PKK elebaşçısı Öcalan’ı Kenya’dan paket teslim getirilmesi ile düzeltildi. Oysa daha sonra o uçağın içinde olmadığı ortaya çıktı. Gazeteci Şamil Tayyar net belgelerle açıkladı. Bir balon daha söndü. Zaten ortada Gladyo’nun paket teslimi vardı. ‘Kahraman’ denilen Alan, aslında hep CIA ile dirsek temasında çalıştı. PKK’ya destek veren JİTEM birimine yıllarca özel eğitimli subay vermiş bir Özel Harpçi idi. Faili meçhulleri çok iyi bilirdi. Azerbaycan’da görev yaptığı 1990’lı yılların başlarında eski Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’e karşı organize edilen başarısız darbe ve suikast girişimleri ülkemize pahalıya patlamış ve Aliyev uzun süre ülkemizle ilişkileri askıya almıştı. 

Bunlar aslında Gladyo ve CIA planlaması olan ‘çakma’ girişimlerdi. Alan, başarısızlığa mahkûm darbeleri bilen az sayıda üst düzey yöneticiden biriydi. Başbakanlık örtülü ödeneğinden finanse ettiği darbe fiyaskolarını kimseye izah edemezdi. Türkiye’nin mükemmel imajını bir hamlede yıktı. Türkleri sokağa 
çıkamaz hale getirdi. ABD’nin imajını parlattı, Türkiye’yi batırdı. MHP, yanlış bir ata oynuyordu ama MHP lideri esir veya rehin olduğu için yanlış yaptığını itiraf edemezdi. Hakkâri için 2006’da alınan küresel Ergenekon kararı, 12 Eylül referandumu ve 12 Haziran 2011 seçiminde başarı ile uygulandı. Hakkâri’de yaşayan her vatandaşımızın evinden baskıyla, zorbalıkla, şantajla dağa, PKK’ya en az bir adam kaçırma projesi, bölgedeki Ergenekoncu komutanların göz yumması ile gerçekleştirildi. 

2008 yılına kadar PKK’ya Hakkâri’den katılan insan sayısı yılda elli iken, son beş yılda bu rakam yılda beş yüze çıkartıldı. Bu ilimizden dağda iki bini aşkın militan grubu oluşturuldu. Kimse inkâr etmesin, elimde sağlam bir istihbarat raporu vardı. Karakol baskınları ile hükümet küçük düşürüldü. Halk korkutuldu. Silah zoruyla yapılan seçimde BDP, Hakkâri’de tamamı, 36 bağımsız adayını seçtirdi. Böylece planın ilk aşaması olan “kurtarılmış” Hakkâri kotarıldı. Bundan sonra Şırnak ve Cizre başta olmak üzere başka iller Türkiye’den kopartılacak ve dört yıl içinde bölge halkının tüm oyu sadece PKK’nın gösterdiği aday veya partiye kaydırılacaktı. Bunun adı demokrasi değildir, diktatörlük, despotluktur. Hükümet acilen Yüksekova’ya il statüsü vererek emniyet güçleri kadrolarını burada artırmalıydı veya bölgeye özel eğitimli tim birimleri kaydırılmalıydı. 

 3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder