12 Ekim 2018 Cuma

PKK - CUMHURİYETİ VE AK-PARTİ., BÖLÜM 3

PKK - CUMHURİYETİ VE AK-PARTİ.,  BÖLÜM 3



    Her yıl 1-15 Kasım aralığında Kandil merkez olmak üzere yurtdışı kamplara kış üslenmesine çekilen örgüt bu kez intikam eylemleri için Hakkâri ve Şırnak kırsalında yüzlerce militan tutuyordu. Kavaklı ve Kazan operasyonları ile büyük darbe yiyen örgüt, hem güç kaybetmediğini göstermek hem de intikam operasyonları için hazırlanıyordu. 250'ye yakın PKK'lı sürekli Hakkâri'deydi. Sadece üst düzey yöneticiler Kandil'e çekiliyordu. Hakkâri'nin civar bölgelerinde ise 700 PKK'lı vardı. Telsiz trafiğinden edinilen bilgilere göre bazı militanlar ise şehirlere sık sık iniyordu. Hakkâri civarında yerleşilen yerler ise şunlardı: Çobandağı, Çaltepe, Han Yaylası, Alandüz Tepeleri, Faraşin Yaylaları, Dağlıca, Onbaşılar, Eski Çanaklı ve Kavaklı. Coğrafi yapıyı avantaj olarak kullanan PKK'lılar mağaralarda saklanarak kışı geçiriyorlardı. Ağır koşullar nedeniyle kırsalda eylem yapamayan örgüt, şehre inmenin yollarını arıyordu. 

Yine başkente akan bilgilere göre Diyarbakır kırsalındaki Şenyayla bölgesi de sınır dışına çıkmayan PKK'lıların üslendiği yerlerdendi. Tunceli'de de benzer tablo mevcuttu. Daha önce de yazdım: Derdi, Kürtler'in hakları, yaşam standartları olmayan, yabancı istihbarat örgütlerinin elinde oyuncak olmuş bir örgüt yönetimi vardı. Kendisi hiç çatışmaya girmediği halde başkalarının ölüm fermanını imzalayan bu kişiler ısrarla kan dökülsün istiyorlardı. O yüzden barışı tesis edebilmek için savaşmak zorundasınız. Kürtler'i ezenleri ezmezseniz Kürtler'i kazanmanız mümkün değil. Bu da operasyonlara yaz kış ara vermeden etkili bir şekilde mücadeleyi gerektiriyordu. 

Mevsim kış olsa da saha hâkimiyeti kurmak ve örgütün üzerine gitmek şart. Hantepe ile Dağlıca arasındaki arazinin dağlık olmasından dolayı PKK bölgeyi sık kullanıyordu. 2007'den bu yana arazide rahat rahat dolaşan militanlar Avaşin ve Basyan kamplarına da buradan geçiyorlardı. 

Eğer PKK kamplara çekilmezse örgüt Murat kod adlı Halim Akman'ın emrindeki PKK'lılarla Hakkâri'de kışı geçirmenin yollarını arıyordu. Bahoz'un yakın adamlarından Siyabent ve Umut kod adlı PKK'lılar ise Oğul Vadisi'nde kalarak haraç toplamaya devam ediyordu. Yerini belli etmemek için son dönemde telsiz talimatı vermeyen Bahoz Erdal'ın Zap'ta olduğu iddia ediliyor, 'Kavaklı'nın intikamını alın' emrini aracılarla gönderdiği de artık sır değildi. Sonuç itibarıyla, örgüt Kandil'i Hakkâri'ye taşıdı ve eyleme hazırlanıyordu (2). 

Yaptığımız bu uyarılar fayda vermedi, defalarca baskın yedi Türk askeri ve karakolları. Yanlış olan bir şeyler vardı. Diyarbakır’da 12 Haziran 2011 genelseçimi öncesi ele geçirilen ve ağzı çözülen MOSSAD ajanından 
elde edilen bilgiler ve belgeler kamuoyuna açıklanacak mıydı acaba? Bu bilgi bana iki sağlam kaynak tarafından ulaştırıldı. En kilit soruyu soralım: Hakkâri’den ve diğer Doğu illerimizden zorla seçtirilen BDP’li milletvekillerinden kimler hangi yabancı istihbarata ve devlete çalışıyorlardu? 

BDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın MOSSAD’a İsrail’e, Ayten Tuğluk’un Alman istihbaratı BND’ye İsrail’e çalıştığına dair belgeler, yardım akışlarına dair dekontlar olduğu halde sessiz mi kalınacaktı. Başka nerelerden mali destek alıyorlardı? Bu durum, milletvekilliğinin düşmesine sebep değil miydi? 
Ülkemizde bu işleri koordine eden yabancı diplomatlar kimlerdi? Neden sınır dışı edilmiyorlardı? En önemlisi Kürt sorunu, bu karmakarışık, çapraz, ensest ilişkilerle nasıl çözümlenecekti? Yeni anayasanın yapılmasına desteğe hiç niyeti olamayan CHP, MHP ve BDP’yi kimler yanlış yönlendiriyordu? MOSSAD ajanından elde edilen istihbarat, bu sorulara ve fazlasına açıklama getiriyordu. 

Irak, İran ve Suriye’deki Kürtleri kapsayan plan çerçevesinde küresel Ergenekon, “Büyük Kürdistan” için devredeydi. Kürdistan’ı ya siz Diyarbakır merkezli kurar yönetirsiniz veya biz Erbil veya Kerkük merkezli kurar başınıza bela ederiz diyorlardı. Suriye’deki Baas rejimi iktidarı, bizdeki cuntacı Ergenekoncularla aynı meşrepten (Nusayri Alevileri dine oldukça uzak bir Şiilik koludur) olduğu halde neden tasfiye ediliyorlardı? Çünkü İran’ın Suriye ve Lübnan’daki Şii bağlantılarını sağlayan Şam rejimi artık işlevini yitirdi, miadı doldu. Bizde de Baas benzeri cunta kurmaya çalışan Mason Bektaşi çetenin savunduğu azınlıkların çoğunluğu yönetme stratejisi çöktü. Global Ergenekon, oyun ve oyuncu değiştirdi. Yüzde 85’i Sünni Suriye halkı, AK Parti’ye ve liderine bayılıyordu, er geç Türkiye’nin izinden gidecekti. 

Kendilerine ulaşılamasın diye bu kadar fırıldak çevirmeye gerek var mı? Ergenekon’da kod adı “Ejder” olan şahıs, 9 Haziran 2011 günü AK Parti Genel Merkezi’ne giderek Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la görüştü ve helâlleşti. CHP’nin birinci parti olarak çıkacağı kehanetinde bulunan kodaman işadamımız, aslında baronun sağkolu, özel ulağıydı. Rahmetli Vehbi Koç’un milyon dolarlarını Milliyet gazetesini satın alması için 1979’da Aydın Doğan’a getiren isimdi o. Ergenekon yapılanmasında ilk ona giremese bile fitne çıkarmada üstad sayılırdı. Kim olduğu zaten basına yansıdı. 

Gazeteci ve yazar Avni Özgürel, Radikal’daki köşe yazısında onu şöyle tanımladı: Yurtbank patronu Ali Balkaner’in mahkeme ifadesinde “Bizler 18 büyük aileyiz. Hepimizin bağlı olduğu bir başkanımız var. 18 büyük aile bir havuz oluşturduk. Tüm ekonomi bunların elinde toplanıyor. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nı 
manipüle eden kişi, bizim bağlı olduğumuz başkanımızdır. Tokyo Borsası’nda 800 milyon dolar kaybetti, bana mısın demedi” diye tarif ettiği kişiydi. Çılgın fitne projeleri ile baronu etkileyen, AK Parti’den ilk yerli otomobil projesini 
Karsan adına kapacak kadar da uyanık bir iş adamıydı Koçların damadı İnan Kıraç. Askerleri, siyaseti, medyayı, yargıyı, iş dünyasını hatta sendikaları yöneten, yönlendiren, dış bağlantıları güçlü ve oldukça masonik 
olan barondan bir kaç ricam var: 

Lütfen, kendi ülkenize Fransız kalmayı artık bırakın! “Bidon kafalı”, “göbeğini kaşıyan adam” dedirttiğiniz kitle ülkenin yarısı, yüzde 50’si olduğunu tescilledi. Nostaljik özlemle Jön Türkler’in ruhunu çağırmayı da bırakın! Ordumuza yazık oluyor. Genelkurmay’ın boynuna taktığınız süslü püslü kementi de çıkartın, 
sırıtıyor! Milletimiz uyandı, emanetini teslim aldı. Size bir daha pabuç bırakır mı sanıyorsunuz? Kürt kartınızda boğulmadan kördüğüm haline getirdiğiniz sorunda ve Hakkâri’de ilmekleri açınız. Kürtlere ve Türklere, bu vatana yazık oluyor. Yamalı bohçaya dönmüş darbe anayasamızın değişmesi için sadece siz CHP’yi ikna edebilirsiniz... Bugüne kadar ülkemizde milyar dolarlar kazandınız. Faili meçhul cinayetlerin altını kazırsak, emri veren eli ve elleri görebiliyoruz. Global Ergenekon da artık sizi kurtaramaz. Siz Hacısınız, toplum olarak barışalım, uzlaşalım, helalleşelim (3). Bu çağrıyı yapalı dört sene oldu. Helaleşme dönemimin bu denli hızlı başlamasını doğrusu beklemiyordum! Gezi olayları ,PKK’nın iştahını kabarttı. 

Bu aşamaya nasıl gelindi? Aklı selimi bulmakta zorluk çekmedi mason yönetici elitimiz ve ikinci Kürt açılımı doğdu. 40 kişilik Encümen’de ihtiyarların hazırladığı planı 12 kişilik Milli Birlik Komitesi onayladı ve MİT’e görev verildi. Önce çakma hapishane isyanları ve açlık grevleri ile 2012'nin sonbaharında Öcalan'ın liderlik karizması parlatıldı. Zira ne Kandil patronu Murat Karayılan nede Suriyeli Kürtlerin önderi Bahoz Erdal veya Fehmi Hüseyin , Ahura Mazda Paşa'yı dinlemeye niyetli değildi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan terörü gerçekten de iyi niyetle bitirmeye ve PKK’yı da sonlandırmaya çalışmasına rağmen, MİT’te ve bazı kabine üyelerinde ‘farklı planların ve Erdoğan sonrasının tasarımlarının kararlaştırılmasını ABD’li, İranlı, İsrailli yetkililerle uzlaşan / konuşan kişiler 
bulunuyor. Süreçte toplum, karşıdakinin ne verdiğiyle değil ne aldığıyla ilgili. Örneğin Abdullah Öcalan’ın çatışmasızlık, çift yönlü ateşkes talebi karşılığında ne veriyoruz sorusuna hükümetten tatmin edici cevap gelmediği için Türk toplumu oldukça kuşkulu. İmralı zabıtları bu kuşkuları dağıtacak özellik taşıdığı için önemli. Yalçın Akdoğan “BDP’nin Kandil’e götürdüğü metinlerin hiçbirinde bu zabıtlarda geçen konular yok” diyor ama Kandil’e giden metinde ne var onu açıklamıyor. Hâliyle insanlar Abdullah Öcalan veli mertebesine erişmediğine göre, almadan vermez diye düşünüp, Öcalan ne alıyor onu merak ediyor. Hükümet de Öcalan’a ne verdiğini açıklamadığı için Türk kamuoyu sürece kuşkuyla yaklaşıyor. Haksız sayılmaz. 

Emre Uslu'nun öngördüğü gibi İmralı zabıtların sızdırılması AKP’yi İmralı’ya mahkûm etti. Bundan sonra AKP hükümeti PKK’nın hemen hemen her türlü talebine evet demek zorundaydı. Zira silahların yeniden patlaması AKP’nin bitişini hızlandıracaktır. PKK bunun çok iyi farkındaydı. PKK liderlerinden birinin analizi şöyle: “Ya demokratik siyasi çözüm için adım atacaktır ya da 2012’den daha da şiddetli bir savaşla karşılaşacaktır. PKK savaşa da barışa da hazır olduğunu söyledi. Ancak AKP yeni bir savaşı zor götürür. Eğer yeni bir savaşa girerse bunun sonunda büyük ihtimalle AKP iktidarını kaybedecektir.” Emre Uslu haklı çıktı, barış süreci başladı. 

Cahit Mervan PKK medyasının önde gelen kalemlerinden biri. Fırat Haber Ajansı tarafından da iktibas edilen yazısında İmralı’dan Kandil’e gönderilen mutabakat mektuplarının içeriğini en net şekilde yazdı. Bu metne göre süreç hükümet medyasında anlatıldığı gibi olmayacaktı. Aksine anayasal garanti alınana kadar 
PKK’nın silah bırakması bile öngörülmüyordu. PKK bir takım adımlar atılıp, Öcalan’ın koşulları düzelmeden de sınır dışına çekilmeyecekti. Aynen yazdığı gibi de oldu. İsterseniz Cahit Mervan’ın Kandil’e giden mektupların içeriğini açıkladığı o yazısının ilgili kısmını bakın ve kararı siz verin. 

Buyurun Cahit Mervan’ın kaleminden İmralı Mektuplarının içeriği: ”Peşinen söylemek gerekirse İmralı’da görüşmelerde fikriyat düzeyinde önemli mesafe kaydedilmiş. Aslında Kürt kaynakları PKK lideri Abdullah Öcalan’ın üst not iliştirerek BDP, Kandil ve Avrupa’ya gönderdiği aynı içerikli mektubu ‘genel 
mutabakat metni’ olarak nitelemesini önemli buluyorlar. Öcalan BDP, Kandil ve Avrupa’ya gönderdiği mektubu 13 Şubat’ta hükümet yetkililerine verdiğini kardeşi Mehmet Öcalan aracılığıyla açıklamıştı. Görünen o ki Öcalan’ın 
‘genel mutabakat metni’ olarak nitelediği metne ilişkin Türk devlet ve hükümet yetkilileri de kendi aralarında istişarede bulundular. ‘Genel mutabakat metninde’ yer alan hususlara ilişkin kendi aralarında karara vardıktan sonra suni olarak yaratılan ‘İmralı’ya kim gidecek’ krizine son verdiler. Ve adaya ikinci BDP 
heyetinin gitmesine ‘izin’ verdiler. Arkası gelecektir. 

Görünen o ki Türk hükümeti ‘genel mutabakat metnine’ bağlı kalır ve atacağı adımları zamanında atarsa Kürt gerillası Kuzey Kürdistan sınırları dışına çıkmaya başlayacaktır. Ancak bu çıkış aynı zamanda yeni bir Kürt-Türk ittifakının temelini oluşturacaktır. Kürdistan parçaları arasındaki ilişkiler özgürleşecektir. Bir anlamda Kürdistan’la birlikte ‘misak-i milli’ güncelleşecektir. PKK silahlara asla veda etmeyecektir. Aksine Öcalan’ın mektupta belirttiği iddia edildiği biçimiyle Kürt ve Kürdistan’ın ‘varlık ve özgürlüğü güvence altına alınmadan silahlar bırakılmayacaktır.’ Kürtler her şart ve koşulda bu güvence sağlanmadan öz savunma güçlerini koruyacaklardır. 

Sızdırılan İmralı tutanakları, Abdullah Öcalan’ın ‘Paşa Paşa’ milletvekili olmak istediğini ortaya koydu. Hatta daha fazlasını istiyor. Büyük Kürdistan’ın devlet başkanlığına oynuyor. Oysa serbest kalsa bile gideceği son durak Avrupa’da bir ev hapishanesi. Çocuk asker kullandığı için af edilmeyecek suçlar işlemiş PKK liderinin ancak yatacağı hapishane mekanı değişebilir. Sanırsınız bir halk ve özgürlük savaşçısı kahraman var karşımızda. Terör suçunu hiç işlememiş sanki. 40 bin insanının katilinin söz aralarında hikmet arayanlar aklını peynir ekmekle yemiş olmalı. Andıçlama kokan abuk sabuk konuşmaları, şu kalıcı barış sistemi tezimi doğruladı: Öcalan’ı abartmadan Kürt toplumunda liberal demokrasi, liberal ekonomi ve sivil toplumu geliştirerek tepeden inme değil altdan gelen bir barış formülü gerekli. Gerisi angarya ve zaman kaybı… 

Narsist, megaloman, ruh hastası bir lider Öcalan. Nelson Mandela’ya özeniyor. Mandela sanıldığı gibi 28 yıl hapis yatmadı. Bugün müze haline getirilen yattığı hapishanede değil lüks bir adada özgürce, zevklerine uygun biçimde ağırlandı Mandela. Ziyaretçileri olduğu zaman göstermelik olarak hapishaneye götürülür ve bir tiyatro kurgulanırdı. Devlet başkanı olması ‘reconcilitation’ sürecinde beyaz ırkın işkencecilerinin, zalimlerinin af edilmesi karşılığında bir şekerlemesi ve oyunuydu. 

Şaşırdınız mı? Bu bir komplo teorisi değil, maalesef acı gerçekler. Güney Afrika’da ‘apartheid’ bir rejim vardı ve halkı sömüren azınlık ipleri gevşettiğinde devlet eliyle bağışlama ve bağışlanma, sosyoloji tabiriyle toplumsal 
sosyal barış süreci başlattı. Komisyon’un pek çok raporunu ve bu alanda yazılmış onlarca akademik makale okudum. İşin aslını faslını bilenlerdende Mandela’nın aslında bir İngiliz ajanı olduğunu öğrenmem zor olmadı. 

Hiç hapiste kalmamıştı, öyle gösterilmişti. Daha doğrusu Mandela, bir takım tavizler alabilmek için önüne konan tiyatroya başından sonuna kadar sadık kalmıştı. Atatürk adına verilen insan hakları ve demokrasi ödülünü ret 
etmesinden, başkanlığı döneminde izlenen politikalara kadar hepsi Londra’da planlandı. Bu İngilizler şeytana külahını ters giydirir. Öcalan boşuna Mandela aşığı değil yani... 

Öcalan ile Mandela arasındaki tek benzerlik ikisininde çok uyanık ve fırsatçı olmaları. Ters olan nokta ise Mandela, İngilizlerle yaptığı anlaşmaları ustalıkla gizlemeyi başarırken, Öcalan’ın açıktan oynamayı ve medya budalası gibi gündemde kalmayı sevmesi. Kendini seven kibirli firavun tipler, hep konuşulmak isterler. İngiliz İstihbaratı Öcalan’dan bir Mandela çıkartmaya çalışıyor ve kontrollerindeki Kürdistan’ın önünde engel olarak gördüğü en güçlü kesime fırsatı kullanarak darbe vuruyor. 

 İngilizlerin ve arkalarına aldıkları Telaviv destekli Neocon çetenin nihai planları, petrol zengini bölgede Türkiye, Suriye, İran ve Irak’tan kopartılmış 35 milyonluk bir Büyük Kürdistan kurmak. Irak’ta yaptıkları gibi 30 yıllık vergisiz algısız bedava petrol garantisi anlaşmaları imzalamayı planlıyor petrol devleri. Zayıf bir devlet olacak Kürdistan ve idaresine sözlerinden çıkmayan Öcalan getirilecek. İncirlik’teki Amerikan üssünde geçtiğimiz yıl yapılan, PKK temsilcilerinden tutun Kürt davasında yararlı gördükleri her kuklanın çağrıldığı kritik toplantıda karar alındı: Öcalan yeni dönemin maskotu, sembolü olacak... Bu fantaziye kendini kaptıran Öcalan hadi diyelim atustik özürlü zevzek biri, peki peşine takılanlara ne oluyor? ABD’nin her emrini yapacak mıyız? 

Yeni Şafak’ta yazan İbrahim Tenekeci süreçle ilgili en güzel yorumu şöyle yaptı: "Bugün, Anadolu insanı, tarihi sınavlarından birini veriyor. Unutmayalım ki, nifak ile ittifak aynı yerde durmaz. Barıştan söz edenlerin hatırı sayılır bir kısmı, vergi barışına daha çok sevinmişlerdi. Her fırsatta, kardeşlik vurgusu yapılıyor. Kim ne derse desin, güzel ahlakın olmadığı yerde, kardeşlik de olmaz. Kardeşliğin ilk işareti, üsluptur, nezakettir. Dolayısıyla, 'kardeşlik' diyebilmemiz için, önce üslup meselesini halletmemiz gerekiyor. Bazı adresler için ise ancak şunu 
söyleyebiliriz: Fitnenin kurumsallaşması." 

   ^^ PKK, Fitnenin kurumsallaştırıldığı bir ana çekim merkezi. Onca yabancı istihbarat örgütü PKK’yı Türkiye’yi firenlemek ve bölmek için kullanıyor. Ordu içindeki Ergenekoncular PKK ile barış görüşmelerini 
dibine kadar kullanmaya kararlı. PKK’nın 1989’dan beri akıl hocası olan Alman istihbaratı BND, İngilizlerin Önayak olduğu tutanak krizinde geri planda kaldı. Çıkarlar çarpışacak ve Almanya kontrolündeki Avrupa PKK’dan aykırı sesler çıkacaktır. Gülen ve Çevresini hedef alacakları istihbaratı bir yıldır değişik kaynaklardan bana ulaştığında hamlelerini zaten bekliyordum. Gülen’in A takımına Suikastlar düzenlemek yerine itibarını zedeleme politikası öncelik almış gözüküyor. ^^

Tekrar İbrahim Tenekeci’ye döneceğim, şöyle diyor: "Hep söylüyoruz: 'Kötü niyetliler suçlu arar, iyi niyetliler çözüm. 'Türkler de, Kürtler de Anadolu'nun öz evlatlarıdır. Üstünlük ise ancak takvadadır. Son zamanlarda, sıklıkla, 'bir arada yaşama kültürü'nden söz ediliyor. Bana kalırsa, bu, ayrılığı çağrıştıran, hatta daha da derinleştiren bir ifadedir. Zaten aynı evde yaşıyoruz, yaşayacağız. Ayrı eve çıkmak yahut odaların ortasına duvar çekmek gibi bir lüksümüz yok. Ayrıca bir ve beraber olmak, kültür değil, inanç meselesidir, itimat ister. Bizim, öncelikle, inancımızı pekiştirmemiz gerekiyor. Toparlayacak olursak: Otuz yıldır yaşanan yakıcı ve yıkıcı süreç, ister Türk olsun, ister Kürt, bir mazlumlar ve mağdurlar topluluğu meydana getirmiştir. Bu insanların hatırı için, daha dikkatli ve rikkatli olmamız icap ediyor." 

Sonuç olarak Öcalan üzerinden Gülen camiasına operasyon yapıldığı açık. Zira bölgede ülkenin çocuklarının PKK’nın kucağına düşmesini tek engelleyen güç Gülen grubunun dershaneleri, okulları ve okuma odaları. İşte bu nedenle 2012’den beri yanlış politikalar izleyen AK Parti’ye özel dershaneler kapattırılıyor ve PKK’nın kucağına düşen genç sayısı artırılıyor. PKK, Gülen kurumlarının Kürtleri Türkleştirdiğini savunarak uzak tutmaya çalışıyor. Sadece Doğuda değil Batıda İstanbul’da, Mersin’de, Manisa’da ülkenin dört bir yanında Gülen grubu amiyane ifadeyle PKK’lıların en fazla korktuğu işi yapıyor: Dağdan adam çalıyor veya dağa adam çıkartmıyor. Dershaneleri kapatma atılımı ile Ergenekoncuların tuzağına düştüğü anlaşılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti, ve elbette Hakan Fidan başkanlığındaki MİT, Öcalan diliyle atılan iftira ve 
andıçlama ile ateşine odun taşıyor. İkinci İmralı heyeti sonrası Öcalan’dan Fethullah Gülen’e özür çıkması takiyeden ibaret. Dine ve dindara soğuk bakışını düzeltmeye çalışan Öcalan’ın bu kaypaklığı PKK İslam dinine karşı mı yoksa değilmi sorusunu yeniden gündeme getirdi. 

Aynı MHP tabanının yüzde 95’inin dindar Türk olması gibi, BDP tabanının da yüzde 95’e yakını Kürt Müslümanlardır. Ama MHP’nin üst kademesinde ulusalcı-derin devlet ilişkili bir yapının olması gibi, BDP’nin ve PKK’nin yönetici kademesinde de Marksist- dinsiz-derin devlet yapısı söz konusudur. Kanımca Kürt Müslümanları ve Türk Müslümanları, BDP ve MHP üst yöneticilerinin oyunlarına gelmeyecek ve yapılmak istenilen oyunu sandıkta bozacaklardır. Aslında aşağıda bir Kürt kardeşimden gelen mektup da, bütün gerçekleri açık ve 
seçik olarak ortaya koymaktadır. Önder Aytaç’a gelen aşağıdaki mektup hem PKK, hem BDP’nin dine yaklaşımı hem de KCK’nin din merkezli açılımları hakkında bize önemli ip uçları verecektir. Şöyle ki; 

‘….Merhabalar Saygı değer Önder Hocam, 

PKK ve KCK’nin dinle olan ilişkileri hakkında önemli gördüğüm bir yorumda bulunmak istiyorum. 

Türkiye’nin doğusunda yaşayan, Türkiyeli olmaktan büyük haz ve keyif alan bir Kürdüm. İlk tanıştığım milliyetçilik de haliyle Kürt milliyetçiliğidir. Çocukluğumdan beri, nedeni bilmemekle birlikte, henüz fikirlerim, düşüncelerim oturmamış olmasına rağmen, hatta ve hatta Kürt milliyetçisi bir aileden gelmeme rağmen, milliyetçiliğe hiç olumlu bakmadım. Yıllar içinde de ötekileştiren dayatmacı milliyetçilikleri tanıdıkça da her türlü kökten / radikal ulusalcılıkların, ırkçılıkların hem ülkemiz hem de dünyamız için hiç de yararlı olmadığını anladım. 

Doğuda yaşadığımız için haliyle Med-TV, Medya-TV, Roj-TV yayınlarını izleyerek büyüdüm. İlk zamanlarda onlarda bütünüyle ultra ulusal Kürtçülük ve faşizme varan bir yayın yapıyorlardı. Yapılan bütün yayınlar; Marks, Nazizm, Lenin ve Stalin kokuyordu. Kürt milliyetçilileri -ki ben aşırı olanlarına şaka yollu ‘welatparez’ diyorum- dine karşı kesin bir tavır alıyorlardı. Namaz kılanlar hor görülüyor ve aşağılanıyordu. Namazla dalga geçiliyor, ateist düşünce halka empoze edilmeye çalışılıyordu. Hatta “camilerde neden domalıyorsunuz” dediklerini de bizzat duydum. 

  O zamanlar dinle dalga gecen, namazı domalma olarak gören o ırkçı faşist düşünce, şimdi ise biz Kürtlere, alenen göstere göstere dini siyasete alet ederek kandırmaya ve kullanmaya çalışıyor. Neymiş Almanya da açtıkları ibadet merkezlerinin adları Said-i Nursi, Ahmed-i Hani ve Şeyh Said mescitleriymiş. Neymiş, onların seçtikleri imamların arkasında namaz kılınacakmış. 

Son dönemdeki sözde ‘sivil itaatsizlik’ eylemlerindeki ‘sözde’ sivil cuma gösterilerinin temellerine bakacak olursak; aslında PKK kadrolarının din konusundaki düşünceleri eskiden her neyse bugünlerde de odur. 
Hatırlarsanız Abdullah Öcalan, AİHM savunmasında da “Namazın tiyatro olduğunu, Allah’ın isimlerinin Sümerlerden geldiğini” iddia etti. Bir diğer anlatımla, örgütün dağ ve yönetim kadrolarının hiç birisi dini değerlere önem vermiyordu. 

Fakat 2001’deki PKK’nin kendi özeleştirisinde, dine hassasiyet göstermediklerini, din konusuna da eğilmeleri gerektiklerini vurguladılar ve o süreçten sonrada bugüne kadar, tıpkı gerilla yetiştirir gibi imamlar yetiştirmeye başladılar. Kendilerince; “devlet de aramıza imamlar koyup ajanlık yapıyor” düşüncesinde oldukları için, biz de kendi yetiştireceğimiz imamlarla, devletin uyguladığı aynı taktiği kullanalım dediler. Bu yetiştirilen imamlardan ilkini olan Muhittin Erylmaz’ı 2008 yılında Diyarbakır’da gördük. Muhittin Eryılmaz, belki hatırlarsınız, elindeki Kuran-ı Kerim’le bir PKK mitinginde boy gösterdi. 

Muhittin Eryılmaz’ın sonrasında da, yine aynı dönem içinde Mehmet Gönden ve Abdulbari Tiryaki adında 2 emekli imam daha “PKK’yi övmekten” tutuklandı. Yine bu süreçte, Batman’da bulunan ve adı Hüseyin Bulut olan bir şarlatan, şerefsiz, imansız, ahlaksız da hoca olduğunu söyleyerek, masum Kürt halkına kendince dini sohbetler yapıyordu. Elinden sigara, ağzından küfürler düşmeyen bu adamın sözde din sohbetlerine, BDP’nin il yöneticileri, belediye başkanları da bizzat katılıyordu. Evine yapılan baskınlarda da, örgütsel dökümanların yanında, porno kaset ve cdler de çıkıyordu. 

Yukarıda somut olaylar bağlamında anlattığımız PKK yapılanması, normalde din düşmanı olmasına rağmen, aynı bölücü emellerini, farklı taktiklerle / yöntemlerle dile getirmeye çalışmakta ve Kürt halkımızı da bu şekilde kandırmaya devam etmektedir. Örneğin Hüseyin Bulut gibi bir insanın arkasında namaz kılınmasını emredebilir ve halk da ama korkudan ama cahilliğinden buna kanabilir. 

Benim sizden ricam, yukarıda sözünü ettiğim bu konu çok ama çok mühim. Kürtlerin bu konuda ayık ve uyanık olması gerekiyor. Bizler, bireysel olarak bu konuları çevremizle görüşüyor ve doğruları aktarmaya çalışıyoruz. 

Ama ne yazık ki bireyselde kalıyor ve kitlesel olmuyor. Bundan dolayıdır ki, sizin gibi değerli yazarların omuzlarına büyük yükler biniyor. Bu konuda size güvenimiz sonsuz…’ 

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın inisiyatifi ile başlayan ve devam eden İmralı süreci Kürtler açısından şimdiden önemli kazanımları ortaya çıkarmış durumda. Her şeyden önce çift taraflı ve kalıcı bir ateşkesten en fazla Kürtler yarar sağlayacaktır. Kürt-Kürt ilişkisi, Kürdistan’ın parçaları arasındaki ilişki ve dayanışma nitelikli bir sıçrama yakalayacaktır. Hewler’de Kürdistan Ulusal Kongresi kısa bir dönemde PKK’nin resmi ve eşit katılımıyla toplanabilecektir. 

Batı Kürdistan devrimi Kuzey’deki barış sürecinden olumlu etkilenecektir. Kısmen bu başlamış durumda. Güney Kürdistan, hem Kuzeyle ekonomik-sosyal-kültürel ve politik ilişkisini geliştirecek, hem de Ankara ile ilişkilerinde daha rahat ve eli güçlenerek hareket edecektir. 

Kısa bir gelecekte PKK, ABD ve Avrupa’nın ‘terör örgütleri listesinden’ çıkmış olacaktır. Kürt diplomasisinin yeni politik manevra alanları açılacaktır. KCK ve PKK’nin Kuzey ve Türkiye siyaset sahnesinde özgürce kendisine yer bulması, bu süreçle birlikte 14 yıldır İmralı’da güya esir tutulan Abdullah Öcalan’ın özgürlüğüne kavuşması Kürt sorununun çözümü konusunda nitelikli bir değişime yol açacaktır. Kürtlerin statüsü ve Türkiye’nin yeniden idari şekillenmesinin belirlenmesiyle barış sürecinin önemli bölümü bir anlamda tamamlanmış olacaktır. 
Çıkartılan genel afla MazAPO dâhil eli kanlı PKK’lılar şehirde siyaset yapacak ve milletvekili olabilecektir. Yerel yönetimlerin yetkileri artacak ve Kürt bölgesi ilan edilmemiş kültürel özerkliği yaşayacaktır. İşte barış planı tamı tamına böyle. Bu bir barış mutabakatı değil olsa olsa hezimet mutabakatıdır. PKK kendi çerçevesinden mektupların içeriğini açıkladı. Bu içerikten bir barış değil PKK cumhuriyeti doğar. Kimse kusura bakmasın ama yalın gerçek budur. 

Kürt kimliğini bulmak sorunu olarak gördüğüm Kürt sorunu içine odaklanmış kronik PKK terörü, Türkiye’nin bölgesel güç olması önünde en büyük engeldir. ABD, İsrail, Almanya, Fransa, Rusya, Yunanistan ve Büyük Britanya’nın kullandığı PKK, bugün uluslar arası bir terör oyuncağı haline geldi. Ankara’ya dış güçlerin dayattığı ya Diyarbakır merkezli Kürdistan’ı siz kurar yönetirsiniz veya Erbil merkezli biz kurar yönetiriz dayatması ile karşı karşıyayız. Yeşil, Kara ve Kürt Ergenekon’unun uyuşturucu ticareti engellenirse, korku imparatorluk ları sona erer. Politik gözüken güç elde etme savaşının arkasında hep ekonomik savaş vardır... 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder