PKK - CUMHURİYETİ VE AK - PARTİ., BÖLÜM 12
Derin kanatla birlikte çalışan ancak pek bilinmeyen diğer isim Baki Gül ise ‘Derin’ kadronun önemli ayağını oluşturuyor. PKK yanlısı TV ve gazetelerde boy
göstermesiyle tanınan Gül’ün geçmişinde izah etmekte zorlandığı karanlık noktalar bulunuyor. Sümen altı edilen 300 kişilik listede adı kırmızı kalemle çizilenlerden. Gül’ün karanlık ilişkileri örgüt içinde de biliniyor. Tunceli
merkeze bağlı Okurlar nüfusuna kayıtlı 1974 doğumlu Gül’ün adı ‘derin kadronun basıncısı’ olarak geçiyor. 2001 yılında adı listede olmasına rağmen Kuzey Irak’ta
gerçekleştirilen basın konferansına katıldığını tanıklar anlatıyor. Zaman zaman kırsalda bulunan, örgüt kamplarını dolaşan Gül, ‘PKK medyasının her şeyi’ olarak da anılır. 2004 yılında hakkında örgüt üyeliğine dair çok sayıda belge ve delil olmasına rağmen adliyede serbest bırakılması kafaları karıştırdı. Çünkü kendisinden daha az örgüt bağlantılı olan arkadaşları tutuklanıp cezaevine
gönderilirken, o ‘gizli el’in kurtardıkları arasındaydı.
KCK/PKK içinde başlayan ve giderek derinleşen diğer bir kavga Alevi-Sünni çatışması. Derin Alevi kanat çözüm istemiyor ve sürecin bu şekilde devam etmesinden yana.
Örgütte hayli etkili konumda olan Aleviler KCK/PKK yapılanmasını da şekillendirecek güce sahip. Ancak Sünni PKK’lılarla son dönemde araları açılıyor. Önce Zazalarla çatışmaya giren Aleviler onları örgütten uzaklaştırmayı
başardı. Şimdi ise Sünni örgüt mensuplarını sindirmeye çalışıyorlar. Kendilerinden yana olmayanları yetkisizlendiren Derin Alevi kadro şu anda örgütün tek hâkimi durumunda. Onlar KCK’yı yönlendirdiği gibi, örgüt adına resmî görüşmeleri de yapıyor. Mustafa Karasu isminin sık sık görüşmelerde geçmesi boşuna değil.
KCK yapılanması şeması içinde siyasi alan kısmında yer alan Kürdistan Aleviler Birliği, tam bir örgüt okulu olarak çalışıyor. KCK bir dönem DHKP-C’nin etkili
olduğu ve kullandığı Alevi vatandaşlarımızı aynı yöntemle kullanıyor. Daha çok “Ali’siz Aleviliği” savunan ve İslamiyet karşıtı bir propaganda yürüten örgüt, Alevileri, dinî duygularını istismar ederek örgüte kazandırıyor.
İstihbarat birimleri, son dönemde örgüte katılanların dinî-mezhebî profilini çıkarmış. Buna göre, örgüte katılanların yüzde 60’ı Alevi kökenli, yüzde 35’i Sünni, yüzde 5’i ise diğer dinlere mensup.
Aslında bu durum geçmişten beri devam ediyor. 300 kişilik listede Tuncelili ve Alevi olarak geçenlerin sayısı ise 25.
KCK, Kürtleri fişliyor KCK/PKK yapılanmasının kent meclislerine bağlı mahalle örgütlenmeleri adı altında istihbarî bilgi toplama dışında bölgede yaşayan Kürt
vatandaşları da bir bir fişlediği ortaya çıktı. Operasyonlarda ele geçirilen dokümanlar arasında çok sayıda kişiye ait özel bilgilere ulaşıldı. Bu bilgiler
Diyarbakır merkeze gönderilmek üzere her ilin Kent Meclisi tarafından tanzim ediliyor. 28 Şubat’takileri aratmayan türden fişlemeler dikkat çekici ayrıntılar
içeriyor. Örneğin, bir şahısla ilgili fişlemede maaşı, kaç çocuğu olduğu, çocuklarının yaşı, hangi okula gittikleri, bir cemaat veya vakıfla ilgisi olup olmadığı gibi bir dizi soruya cevap aranıyor. A. isimli şahıs hakkında tutulan
fişleme raporunda şöyle deniyor: “Bu Kürt bizden değildir. Kendisi Kürt, karısı Kürt ve yerli olmasına rağmen örgüte yardım ve destekte bulunmuyor. Üç çocuğu var. Bir çocuğu … cemaatine ait okuma salonuna gidiyor.
Ama büyük kızı bir yere gitmiyor, biz bunu kullanabiliriz. Ayrıca aile namaz kılıyor ve x televizyonlarını seyrediyor. Küçük oğulları girdiği sınavlarda başarılı oluyor, xx dershanesine devam ederse gerçek bir Kürt olmaktan çıkacaktır.
Bu ailenin en az bir ferdini kazanmalıyız.” Kişilerin ne zaman eve girip çıktıkları, hangi komşularıyla samimi oldukları dahi fişlemelerde yer alıyor.
Gizlenen listeden bazı isimler 2001 tarihinde hazırlanan, dağdaki teröristleri kapsayan ancak onlara yardım eden veya onlarla irtibatlı olanların da yer aldığı
listede ilginç isimler bulunuyor.
Bugün KCK yapılanmasında da bu isimleri görmek mümkün. Söz konusunu listede şu anda örgütten ayrılanlar da var.
Bunlardan biri Osman Öcalan. Hâlen geçerli olan isimlerden bazıları ise şöyle:
Zübeyir Aydar, Remzi Kartal, Rıza Altun, Duran Kalkan, Murat Karayılan, Ali Haydar Kaytan, Gülüşan Sever, Sakine Cansız, Nilüfer Koç, George Aryo, Gönül Tepe, Nuriye Kespir, Muzaffer Ayata, Sabri Ok, Makbule Eksen, Dündar Alparslan, Cemil Bayık, Mustafa Karasu, Dursun Ali Küçük, Pınar Yıldırım, Mustafa Okçu, Suna Parlak, Rukiye İncesu, Baki Gül, Reşat Ok, İrfan Dündar, Mahmut Şakar, Osman Özçelik, Hüseyin Cengiz, Fatma Gül, Mehmet Gündüz, Nedim Seven, Ruhşen Mahmutoğlu, Hamit Bayram, İsmet Öğet, Fehmi Atalay, İsmail Nazlıkul (Kasım Engin), Nurettin Demirtaş, Sebehat Tuncel, Bengi Yıldız, Nejdet Atalay, Lokman Özdemir (37).
Akit'in Ankara Temsilcisi ve Yazarı Yener Dönmez, Öcalan'ın orijinal el yazısı ile verdiği eylem talimatına ulaştı. Mektubu Öcalan Temmuz 2011’de yollamıştı.
Öcalan'ın İmralı'dan örgütü yönettiği; avukatları aracılığıyla sözlü ve yazılı talimatlar ilettiği çokça yazıldı çizildi.. Ama bizzat Öcalan'ın kaleme aldığı
böyle bir mektuba hiçbir gazeteci ulaşamamıştı. 10 sayfalık bu mektup çoğaltılarak tüm örgüt üst yöneticilerine dağıtılmıştı. Nitekim mektup Siirt Pervari'de 19 Ağustos 2011'de güvenlik güçleriyle girdiği çatışmada ölü ele geçirilen sözde Botan Eyalet Sorumlusu Zerdeşt Kod adlı Ali Gezer'in cebinden çıktı. Öcalan'ın mektubu örgüt yöneticilerine avukatları aracılığı ile ulaştırıyordu.
Öcalan'ın önceden kaleme aldığı 10 sayfalık talimat mektubunu avukatlarına, emniyet güçlerinin ele geçirdiği tarihten 23 gün önce yani 27 Temmuz 2011'de yaptığı görüşmede verdi. KCK operasyonunda gözaltına alınan avukatların Öcalan'dan aldıkları talimat mektubunu çoğaltarak, BDP ve KCK yöneticileri üzerinden Kandil'deki örgüt yöneticilerine ulaştırmıştı. Mektubun bir başka nüshasının ise PKK'ya yakın olan ANF ve Roj Tv gibi yayın kuruluşlarına dağıtıldığı ve bu sayede kamuoyunun yanlış yönlendirilmeye çalışıldığı ortaya çıktı.
Şok mektupta terörist başı, PKK militanları ve KCK yöneticilerine talimatlar yağdırıyor; örgütün pasif durumdan çıkarak, aktif olarak eylemler yapmasını
emrediyordu. Öcalan, mektubunda şöyle diyordu: “Kandil de, BDP de şunu bilmeli, ikide bir ‘Biz halkı tutamıyoruz, biz kitleyi durduramıyoruz, kitle patlama noktasındadır' diyorlar. Bırak o zaman patlıyorsa patlasın. ‘Sorun çözülmez ise devrimci halk savaşını başlatırız, savaşa da barışa da hazırız' diyorlar. Seni tutan mı var, yap! Yapar mısın yapamaz mısın sen bilirsin.”
Nitekim mektuptan 23 gün sonra 19 Ağustos'ta örgütün sözde Botan Eyalet Sorumlusu Zerdeşt Kod adlı Ali Gezer'in asker kıyafetiyle şehre inerek, Pervari'de karakola saldırı gerçekleştirmiş, çıkan çatışmada ölü ele geçirilmişti. Öcalan'ın talimat mektubu bu örgüt yöneticisinin cebinden çıkmıştı. 19 Ağustos 2011'deki bu saldırıyı gerçekleştiren Zerdeşt Kod adlı Ali Gezer ile Ferzat Nucevan adlı PKK'lı alkollüydü. Teröristlerin adli tıp raporlarında incelemenin iki gün sonra yapıldığı ve saldırı anında teröristlerin yaklaşık 150 promil alkollü
oldukları tespitine varıldı. Başbakan Erdoğan, örgüt yöneticilerine ulaştırılmış olan bu şok Öcalan mektubundan haberdar edildi. Devletin zirvesinde bir dizi
görüşme gerçekleştirildi. Başbakan Erdoğan ve devletin zirvesine, Öcalan'ın dağa nasıl eylem talimatı verdiğinin yol haritası en ince ayrıntılarına kadar anlatıldı. Öcalan'ın avukat görüşmelerinin engellenmesi kararı, ele geçen bu
mektup ve ardından yapılan görüşmeler üzerine alındı. Böylelikle Başbakan Erdoğan'ın “Öcalan İmralı'dan PKK'ya talimatlar verdiği için görüşmeleri
yasaklandı” açıklamasının perde arkası aralanmış oldu. Terörist başının 10 sayfa olarak kaleme aldığı mektubun tamamı incelendiğinde PKK ve KCK'ya yönelik
talimatların yer aldığı göze çarpıyordu. Öcalan mektupta örgütün artık pasif durumdan çıkmasını ve aktif olarak eylemler yapmasını emrediyordu. Öcalan'ın mektubunda Kandil ve KCK'yı pasif davranmak ve eylem yapmamalarından dolayı sıkça eleştirmesi de dikkat çekiciydi. Terörist başı çokça “sözün bittiği yerdeyiz” ifadesini kullanarak, artık silahlı olarak devrimci mücadelenin olması gerektiği uyarısında bulunuyordu.
Başbakan Erdoğan ve Türkiye'ye hakaretler savuran Öcalan, Mektubunda iki gazetecinin isminden ise olumlu bahsediyordu. Bunlar Cengiz Çandar ile Ahmet Altan idi. Öcalan mektubunda direkt Taraf Genel Yayın Yönetmeni ve Yazarı Ahmet Altan ve Radikal Yazarı Cengiz Çandar'a hitap ediyordu. Terörist başı mektubunda Cengiz Çandar'ın Kürt raporuna ilişkin “Cengiz de bir şeyler yazmış. Bir şeyler anlatıyor ama o da derinliğini anlamamış. Çok yetersiz kalıyor. Hepiniz birbirinize benziyorsunuz, Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş” diyordu.
Öcalan mektupta şunları söylüyordu: “Açık bir şekilde KCK'ye de, Devlete de söylüyorum. Beni taşeron olarak kullanamazsınız. KCK de beni taşeron olarak
kullanıyor. AKP de gelen heyeti taşeron olarak kullanıyor. Her iki taraf da beni taşeron olarak kullanmaya çalışıyor.”
“Kandil de bana ‘Yazdıklarınızdan çok istifade ediyoruz, önümüzü aydınlatıyorsunuz' diyor. Her iki taraf da beni idare ediyor. Aslında bu bir şantajdır. Her iki tarafın da beni taşeron olarak kullanmasına son veriyorum. Bugün itibariyle buna son veriyorum.”
“Türkiye de ikide bir ‘ Bitireceğiz, şöyle bitireceğiz ' diyor. Eğer bitirmezsen senden daha rezili yoktur. İşte ‘İşte Sri Lanka gibi olacak' diyorlar. Eğer 300 uçağı kaldırıp Kandil'i bombalamazsan, Eritemezsen sen de şerefsizsin. Sen de hazırsan Sri Lanka olmadığını ispatla o halde...”
“Ahmet Altan yazısında savaşın gümbür gümbür geldiğini, bunu durduracak tek kişinin ben olduğumu yazıyor. İyi de ben burada ayda-yılda bir yaptığım bir-iki
saatlik görüşmeyle mi bunu başaracağım? Yapabiliyorsa o koşullarda gelsin kendisi yapsın. Ona söylemeli Öcalan rolünü oynaması için hükümetin adım atması lazım, irade göstermesi lazım. Onlar da üzerine düşeni yapmalı. 30
yıldır Kandil tüm yükü omuzlarıma atmış. Kandil'i de uyarıyorum. 30 yıl dışında 13 yılda burada sırtımda taşıyorum. Benim bu önderlik tarzıma alışmışlar. Benden bu Önderlik tarzımdan sürekli yardım almaya çalışıyorlar.
BDP onlar o kadar konuşacaklarına doğru-dürüst karar versinler. Kararlarını da uygulasınlar.” (38).
Başbakan Erdoğan, Ekim 2011’de Makedonya’ya yaptığı gezi dönüşü uçakta gazetecilere, bazı Alman vakıflarının BDP'li belediyeler üzerinden PKK'ya yardım
ettiklerinin tespit edildiğini açıklamıştı. Erdoğan'ın işaret ettiği Alman vakıf ve dernekleri, Heınrich Böll Stiftung Derneği, Konrad Adenaeur Vakfı, Friedrich Ebert, Friedrich Naumann isimli kuruluşlardı. Polisin yaptığı KCK operasonları kapsamında Profesör Büşra Ersanlı'yı tutuklaması Almanları kızdırmıştı. Çünkü Ersanlı, bu Alman kuruluşlardan biri olan Heınrich Böll Stiftung Derneği tarafından Türkiye'nin iç meselelerinin konuşulacağı yuvarlak masa toplantısına katılmış ve KCK’nin gölge Kürdistan devleti kurulması projesine akademik destek vermişti. 14 Eylül 2011 günü Heınrich Böll Stiftung Derneği'nin Ersanlı ile kurduğu irtibat Ersanlı'nın sorgu tutanağına da yansıdı. Soruşturmada ayrıca, KCK'nın İstanbul yapılanmasında görev alan birçok örgüt mensubunun yanı sıra Osman Kavala'nın da Heınrich Böll Stiftung Derneği'ndeki toplantılara katıldığı
belirlendi.
Ersanlı'nın, PKK'lı öğrencilere Marmara Üniversitesi'nde Yüksek Lisans kontenjanı ayarladığı da ortaya çıktı. Savcılık kararıyla bir süredir telefonları dinlenen Ersanlı ile Yüksel isimli bir kişi arasında geçen görüşmede, PKK'nın yayın organlarından Dicle Haber Ajansı'nda çalışan 4 kişiye Marmara üniversitesi Ortadoğu
Enstitüsü'nde Yüksek Lisans kabulü almalarını istediği görülüyordu. Ersanlı görüşmede sınava giren 4 kişinin durumuyla ilgileneceğini söylüyordu. Ersanlı, BDP Parti Meclisi üyesiydi. Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak çalışıyordu. Spekülatör George Soros'un Helsinki Yurttaşlar Derneği'nin kurucularındandı.
1972 yılında TİİKP örgütü içerisindeki faaliyetlerinden dolayı tutuklanmıştı. Bu davada "Hükümetin izni olmadan belli ideolojide veya yurtdışı destekli cemiyetleri kurmak ve işletmek suçundan 15 yıl ağır cezasına çarptırılmış ama çıkarılan af kanunuyla 1974 yılında tahliye edilmişti. Eski eşi İş Adamı Mehmet Ali Zarifoğlu geçmişte TİKB örgütü mensubu olarak faaliyet gösterdiği için çeşitli tarihlerde gözaltına alınmıştı. Doğu Perinçek'in kurucusu olduğu Türkiye İşçe Köylü Partisi'nde Faaliyet göstermiş ve 1970 yılında bu gazeteyi dağıtırken gözaltına alınmıştı. Diğer eski Eşi Lazare Cem Behar da öğretim üyesiydi. Ablası Fatma Sırma Evcan, İşçi Partisi Genel Başkanı ve halen Ergenekon davasında tutuklu yargılanan Doğu Perinçek'in eski eşiydi. Emine Büşra Ersanlı Van ve İstanbul'daki Siyaset Akademilerinde Toplumsal Cinsiyetçilik Dersleri veriyordu.
Ayrıca, Siyaset Akademilerinde ders verecek eğitimcileri yetiştiriyordu. Ersanlı'nın verdiği derslerde, PKK kaynaklarını kullandığı ve PKK'nın ideolojik çerçevesi içinde hareket ettiği açıktı. Örneğin derslerinde
kullandığı ve evinde yapılan aramalarda ele geçirilen "Kadının Toplusal Sözleşmesi" isimli doküman, PKK'nın kadın yapılanması olan Partiya Azadiya Jin a Kurdistan'ın anayasasıydı. Sözde siyaset akademilerinde sınıflara PKK'lıların isimlerinin verildiği görülüyordu. O sınıflardan bazıları şöyleydi:
Sınıflardan birine ismi verilen Müslüm Doğan, 18 yaşında iken Abdullah Öcalan'ın yakalanışının protesto edildiği Adıyaman'da 2010 15 Şubat'ında düzenlenen
eylemde kendini ateşe vererek hayatını kaybetmişti. Şerzan Kurt da, Muğla Üniversitesi'nde öğrenci olduğu sırada 12 Mayıs 2010 tarihinde öğrenci
olaylarında hayatını kaybetmişti. Aydın Ertem ise, Diyarbakır Dicle Üniversitesi' nde öğrenci iken 6 Aralık 2009 tarihinde terör örgütü adına korsan gösteri ve
yürüyüş eyleminde çıkan olaylarda hayatını kaybetmiş bir isimdi (Bugün, Habervaktim, 2011).
Ersanlı'nın da aralarında bulunduğu KCK tutukluları tarafından Siyaset Akademileri'nde verilerin derslerin, terör örgütünün Kandil'deki kamplarında verdiği derslerle birebir aynı olduğu görülüyordu. İşte PKK'nın dağdaki kamplarda verdiği dersler ile KCK'nın Siyaset Akademileri'nde verilen derslerin karşılaştırılması:
Abdullah Öcalan'ın talimatıyla, PKK'ya nitelikli kadrolar yetiştirmesi için kurulduğu tespit edilen siyaset Akademilerinde eğitimler veren Büşra Ersanlı'nın evinde ele geçirilen el yazması dokümanlar, siyaset akademilerinin işlevi konusunda önemli ipuçları veriyordu. Siyaset akademilerindeki eğitim müfredatı ile PKK'nın dağ kamplarındaki eğitim içeriğinin aynı olduğu görülüyor. Büşra Ersanlı'nın el yazması notlarında, PKK'nın terör örgütü listesinden çıkması gerektiğinden, Kürt devletinin kurulması için şartların uygun olduğundan, özerkliğin tek taraflı olmayacağı ama devlet kurmanın tek taraflı olabileceğinden, Kürdistan devletinde tüm kamusal alanların Kürtler tarafından yönetileceğinden bahsediliyordu.
Büşra Ersanlı'dan ele geçirilen belgeler arasında, Siyasi Partiler ve Sivil Toplum Örgütleri Komisyonu tarafından hazırlanan bir rapor da bulunuyordu. Raporda
iki başlık altında yapılan faaliyetlerle ilgili değerlendirmelere yer verilmişti."İkinci Etap Faaliyetimiz" başlığında; "KCK Diyarbakır davası duruşmalarına dönük
yapılan çağrı, görüşme ve iletişimlerdir. İstanbul, Ankara ve Diyarbakır merkezli yürüttüğümüz bu çalışmada planlanan, öngörülen ve Hedeflenenlere ulaşıldığı
gerçekleşen duruşmalar sürecinden gözlemlenerek, görülmüş" ifadelerine yer verilmişti. 2009'da Diyarbakır'da açılan KCK davasın baskı altına alınmasına
yönelik faaliyetlerin raporlaştırıldığı görülüyordu. KCK duruşmalarına yönelik, dava duruşmalarının izlenmesi ve destek sağlanması faaliyetlerinin ilk 3 gününün değerlendirildiği raporda, KCK duruşmalarına destek veren STK, gazeteci yazarlar ve aydınlar isim isim yer verilmiş durumdaydı. Raporda Gazeteciler/Yazarlar başlığı altında, Cengiz Çandar, Ruşen Çakır, Altan
Öymen, Oral çalışlar, Murat Belge gibi kamuoyunun yakından tanıdığı ve KCK soruşturmasına ilk günden karşı çıkan isimler dikkat çekiyordu. 11 Kasım 2010 tarihli 4 sayfalık raporun son değerlendirme cümlesinde ise; Cengiz Çandar, Oral Çalışlar, Altan Öymen ve Murat Belge'nin isimlerine tekrar yer verilerek, bu isimlerin yanısıra birçok gazeteci, düşünür ve televizyon kanalları haber ve yorumlarla beklenen istikamette bir yayın politikası izlemişlerdir ifadeleri yer aldı. KCK duruşmalarına destek veren akademisyen arasında Osman
Kavala, Eşber Yağmurdereli ve Gencay Gürsoy isimleri dikkat çekiyordu.
Büşra Ersanlı'nın, terör örgütü PKK'nın ortalığı savaş alanına çevirdiği molotoflu eylemlerine de katılmıştı. Ersanlı'nın, Hatip Dicle'nin adaylığının YSK'da iptalinin
ardından 26 Haziran'da Taksim'de düzenlenen eylemde yerini aldı. Hatip Dicle'nin milletvekilliği adaylığının düşürülmesi üzerine PKK yandaşları tarafından 26 Haziran 2011'de Taksim meydanında izinsiz protesto eylemi gerçekleştirilmek istenmişti. BDP organizesinde
Cevahir İşmerkezi önünde Halaskargazi caddesi üzerinde toplanan kalabalık, polisin izin vermemesi üzerine, yolu trafiğe kapatmış, yüzleri kapalı PKK yandaşları da etrafa molotof atarak, taşlı sopalı saldırılarda bulunmuştu. PKK
yandaşlarının gerçekleştirdiği bu eylemlerde toplam 9 polis yaralanırken, 28 işyerinde ve park halindeki araçlarda hasar meydana gelmiş, olaylar sonrasında 42 PKK sempatizanı gözaltına alınmıştı. Operasyon öncesi şüpheler üzerine telefonları dinlenen Prof. Ersanlı'nın yaptığı bir görüşmede polis gazından etkilendiğini söylüyordu. Resmi dinleme kayıtlarına göre, Ersanlı, 22 Haziran 2011 günü Meral Danış Bektaş isimli şahısla telefonda konuşurken, polis gazı yediğini anlatıyordu. Büşra Ersanlı'nın sadece Hatip Dicle'nin adaylığının iptal
edilmesi sonrasında değil, başka birçok PKK sempatizanının düzenlediği yasadışı protesto eylemine katıldı. Soruşturma dosyasına yansıyan başka bir bilgide
de Ersanlı'nın PKK marşı söylediği ve Öcalan lehine sloganlar attığıydı.
Ersanlı'nın 27 Mart 2011'de “Kürt sorununda yürütülen çözümsüzlük politikalarına tepki vermek” adı altında İstanbul Demokratik Kent Konseyi ve Barış ve Demokrasi Partisi'nin desteğiyle Taksim'de çadır kurularak bekleme
eylemi olduğu kesindi. Bekleme eylemine katıldığı belirlenen Ersanlı'nın diğer eylemciler ile birlikte PKK terör örgütünün marşlarının söylemiş ve Abdullah Öcalan lehine slogan atmıştı.
Soruşturma dosyasına yansıyan bu bilgiden de Ersanlı'nın, PKK yandaşlarının 22 Haziran 2011'de İstanbul Taksim'de gerçekleştirdi ği ve Tarlabaşı Bulvarı'nın trafiğe kapatılması ile İETT otobüsüne hasar verilmesi ve 1 polis memurunun yaralanması ile sonuçlanan eyleme katıldığı anlaşılıyordu (39).
"KCK operasyonlarını eleştirenler, Türkiye'nin vücuduna yeni kanser hücreleri zerk ediyorlar"dı. Bugün gazetesinde yazan eski savcı Gültekin Avcı, KCK'nın
HPG adına yaptığı açıklamaları sorguladığı yazısında, 'PKK'nın KCK bünyesinde bir ideolojik cephe' olduğunu ifade etti. KCK'nın gençleri dağa çağırdığını belirten Avcı, KCK'nın bu eylemlerinin dahi operasyonların bugünkü yoğunlukta yapılmasını gerektireceğine dikkat çekti. BDP'nin bir siyasi parti olmadığını belirten Avcı, "KCK'yı maskelemek ve dikkatleri üzerine çekmek için sahneye
sürülen çekici bir mankendir." dedi ve bu partinin misyonunun "İşgal ettiği siyasal statünün hak ve imtiyazlarına dayanarak KCK'yı mümkün olduğunca
demokratik siyasal alan içine gizlemek ve konuşlandırmak" olduğunu ifade etti.
PKK'nın sıkça çökertilen web sitelerinden birinde TSK'nın hava operasyonunda ölen üst düzey 7 teröristle ilgili KCK açıklaması vardı. 21 Ekim 2011 tarihli
açıklama hâlâ sitede duruyordu. Hava operasyonunda ölen teröristlerden Rüstem Cudi KCK Yürütme Konseyi üyesiydi. PKK'nın askeri aparatı olan HPG Askeri Konsey Üyesi Guhar Çekirge, HPG Askeri Konsey Üyesi Alişer Koçgiri de hava operasyonu sonucu ölenler arasındaydı. Kalan 4 kişi PKK-HPG militanıydı. KCK Yürütme Konseyi ne diyordu açıklamasında?
"Bu değerli öncü konumundaki arkadaşlarımızın şahadeti bizler için ciddi bir kayıp ve acı verici bir olaydır. Bu değerli komutan ve savaşçı arkadaşlarımızın
şahadetinden dolayı tüm Kürdistan halkına başsağlığı diliyoruz. Onların anısını, özgürlük mücadelesini yükselterek yaşatacağımız sözünü tüm kamuoyun önünde veriyoruz."
Çukurca'da 24 asker evladımızın haince şehit edilmesinden sonra KCK yine açıklama yapmıştı:
"Kürdistan halkının öz evlatları olan HPG komuta ve savaşçısının bu fedai ruhu ve performansı olduğu müddetçe hiç kimse Kürt halkının iradesini yok sayamaz ve istediği gibi saldırı yapamaz. Bu büyük devrimci eylemde şahadete ulaşan 7 HPG savaşçısının direnişi ve kahramanlığı büyük bir gerçeği ifade etmiş ve bu yiğitlerin şahsında büyük bir başarıya imza atılmıştır."
KCK, 24 askerimizin şehit olduğu Çukurca saldırısının, hava operasyonunda öldürülen HPG teröristlerinin anısı için gerçekleştirildiğini açıkça ilan etti.
KCK, PKK terör örgütünün askeri aparatı HPG adına neden açıklama yapıyordu acaba?
Yapabilirdi zira PKK KCK bünyesinde bir ideolojik cepheydi. KCK'nın bu açıklamalarını özellikle KCK operasyonlarını eleştirenler okumalıydı. Hele KCK'nın şu ifadeleri her şeyi açıkça ortaya koyuyordu:
"...Hareketimizin bütün komuta, kadro ve savaşçılarını, tüm değerli sempatizanlarını, gerillada ve serhildanda mücadeleye tüm gücüyle katılmaya, Kürdistan gençliğini gerilla saflarına katılarak kahraman şehitlerimizin anılarına sahip çıkmaya çağırıyoruz."
Açıklamaların hepsi PKK'nın veya PKK askeri aparatı HPG'nin değil KCK'nın açıklamalarıydı. Bazı KCK körleri yazar ve akademisyenler olaya şaşı bakıyordu. Oysa KCK, Kürt gençlerini açıkça dağlara çağırıyordu. Siyaset veya piknik yapmak için değil tabii ki. Size hukukun gereği olan KCK operasyonlarını bile eleştirme haddi veren, demokratik sisteminizi koruyan güvenlik güçlerinizi kanlı
bir şekilde kucağınıza vermek için çağırıyordu. Bu zamana kadar KCK diye bir şey bilinmeseydi de sadece bu açıklamalar görülseydi bile, KCK operasyonları nın bugünkü yoğunlukta yapılması gerekirdi. Gazeteciliği, hukukçuluğu, aydın kimliği de bir tarafa bırakın. KCK'nın bu açıklamalarını okuyan normal, orta zekâlı bir vatandaş KCK'nın PKK'dan daha vahim ve şümullü bir yapı olduğunu anlardı. Şunu artık herkes anlamalıydı: BDP diye bir gerçeklik yoktur. Böyle bir siyasal parti de yoktur. BDP, KCK'yı maskelemek ve dikkatleri üzerine çekmek
için sahneye sürülen çekici bir mankendir. BDP'nin misyonu; işgal ettiği siyasal statünün hak ve imtiyazlarına dayanarak KCK'yı mümkün olduğunca demokratik siyasal alan içine gizlemek ve konuşlandırmaktır. Ayrıca KCK kadrolarında yoğun sayıda BDP siyasi kimliklerine görev verilmesinin sebebi, Selahattin Demirtaş ve Hasip Kaplan'ın söylemiyle "hepimiz mi teröristiz" imajıyla KCK soruşturmaları nın ciddiyetini darbelemek ve terör örgütselliğine Siyasal Meşruiyet kazandırmak tır. KCK operasyonları çok geç kaldı. Umarım kanser metastaz yapmamıştır.
KCK operasyonlarını eleştirenler, Türkiye'nin vücuduna yeni kanser hücreleri zerk ediyorlardı (40).
Prof. Büşra Ersanlı gözaltına alınmıştı ama 2012’de KCK davasında başta Almanya ve ABD’nin baskısıyla ilk salıverilen tutuklu olmuştu. Neymiş, acaba KCK operasyonları abartılıyor muymuş! Profesör olunca tüm suçlardan ömür boyu beraat ilamı mı veriyorlardı? General fetişizminden kurtulduk şimdi de akademisyen fetişizmi mi başlamıştı? Ersanlı'nın neden soruşturulduğu açıktı.
Terör suçunu sadece elinde silah olanlar veya fiilen saldırıda bulunanların işlediğini kabul ederseniz, Öcalan'ı derhal serbest bırakmanız gerekirdi. Murat Karayılan'ı elinde silah adam öldürürken gören var mıydı? Ama yana yakıla arıyorsunuz adamı. 70.000 kişinin ölümüne imza atan Peru'daki Aydınlık Yol terör örgütünün lideri felsefe profesörü Dr. Guzman da elinde silah sağa sola ateş açmamıştı.
Şamil Tayyar, BDP/ KCK/ PKK ilişkilerine dair açıklamalarda bulundu. BDP'lilerin ikili oynadığını belirten Tayyar, bunun sebeplerini açıkladı. AK Parti
Milletvekili Şamil Tayyar, bazı BDP'li milletvekillerinin dost sohbetlerinde KCK operasyonlarını yerinde bulduklarını ifade ettiklerini fakat, PKK vesayeti
nedeniyle bunu resmi açıklamalarına yansıtamadıklarını belirtti. Tayyar, KCK operasyonlarıyla beraber, artık şehirlerde eskisi gibi eylem yapılamadığını, eylem kabiliyetlerinin büyük ölçüde sınırlandığının herkes tarafından daha iyi görüldüğünü ifade etti. BDP’nin KCK operasyonlarına karşı sert tavır almasının altında bir inançtan öte PKK baskısının bulunduğunu, BDP’lilerin her gün ‘fırça yediğini’ ve dolayısıyla onların da bu ‘fırçanın gereğini yerine getirdiğini’ ifade eden Tayyar çok önemli de bir iddiaya da yer verdi. Şamil Tayyar, “Bazı
BDP’li milletvekilleri dost sohbetlerinde bu operasyonların yerinde olduğunu söylüyorlar. Çünkü, bu operasyonlar arttıkça BDP’li siyasetçiler de daha özgür
ifadeler kullanmaya başladılar. KCK operasyonları Kürt siyasetçisini, Kürt aydınını, Kürt entelektüelini özgürleştirme operasyonudur. Bunu kabul eden ve gören bazı BDP’li milletvekilleri var ve bunu özel sohbetlerde ifade ediyorlar ancak, PKK vesayeti nedeniyle resmi açıklamalarına bunu yansıtmıyorlar ve resmi platformlarda çok ağır ifadeler kullanıyorlar.
Yani ikili oynuyorlar diyebiliriz.” dedi.
Daha önce, PKK vesayetinin bölgede ortadan kaldırılması halinde BDP’nin Türkiye genelindeki oyunun yüzde 1’i bile geçmeyeceği iddiasında bulunduğunu ifade eden Tayyar, “Bu iddiamın hala arkasındayım.” dedi. BDP’nin şu anki yüzde 5-6 oy aralığına da Doğu ve
Güneydoğu ile İstanbul, Mersin gibi büyükşehirlerde vatandaşların, PKK tarafından tehdit edilmesiyle ulaştığını belirten Tayyar,“Hatta Bazı BDP’li yöneticiler başka yerlere oy verme ihtimali bulunan aşiretlerin ve kurumların telefonlarını Kandil’e vererek, Kandil’den tehdit edilmelerini sağlamışlar.” diye olayı özetledi (41).
Öte yandan terör örgütünün PKK'nın Avrupa'daki üst düzey yöneticilerinden Sabri Ok, devlet yetkililerine skandal bir mektup göndermişti. Bu devrede Türkiye'nin son dönemde PKK ile gerçek anlamda mücadelesi, Kavaklı ve Kazan Vadisi'nde yaptığı başarılı operasyonlar sonuç vermeye başlamıştı. Köşeye sıkışan, alt ekiple irtibatı kopan, yaptığı eylemlerle bölge halkı tarafından da
ciddi tepki toplayan PKK, Ok eliyle devletteki açılımcı ekibe mektup yazarak Öcalan'ın tekrar muhatap alınması, hem askeri hem de KCK operasyonların durdurulması dahil bir dizi skandal talepte bulundu. Mektubun yazan,
Oslo'da gerçekleşen MİT-PKK görüşmesinde PKK'yı temsil etmiş isim olan Sabri Ok’tu. PKK tarafından böyle bir mektubun devlet içindeki açılımcı kanada gönderilmesi ayrı bir tartışma konusuydu ama o mektubun içeriği PKK'nın içinde bulunduğu durumu çok açık ve net bir şekilde özetliyordu. Eğer PKK ile gerçek anlamda mücadele edilirse, askeri operasyonlar ve KCK operasyonları kesintisiz devam ederse çok değil kısa bir süre içerisinde PKK kendisi gelip masaya oturmak isteyecekti.
“Öldürebildiğimiz kadar Türk öldürelim” mantığıyla emrindeki örgüt üyelerine yön veren PKK yöneticisi Fehman Hüseyin'de ve örgütün Avrupa Kadrosu'nda taktik değişiklikler başlamıştı. Bu güvenlik güçlerinin başarılı operasyonları ve Kürtlerden yükselen tepkiler nedeniyle zorunlu bir değişiklikti. Çocuğu PKK saflarında ölen ebeveynler bile artık PKK ve BDP'ye tepki gösteriyordu.
Kartepe feribotunu kaçıran teröristin annesinin cenazede Emniyet Amiri'ne söylediği, “Bunları görmezden gelin, bunlar bizi dinlemiyor, istemiyorum bunları”sözleri manidardı.
PKK'ya Güneydoğu'dan ve Kürtlerden yükselen tepki örneklerini çoğaltmak mümkündü. Bu tepkiler, terör örgütünü ciddi biçimde rahatsız etti. Bastırmak için önce şiddeti Kürtlere yönelttiler. Anne karnındaki bebeklerden, 17 yaşındaki kızların taranmasına kadar sivillere yönelik saldırılar gerçekleşti. 90'lı yılların bu taktiği tutmadığı gibi ters tepti.
Van depremi sonrası pekişen kardeşliğimiz bunu iyice artırdı. Fehman Hüseyin, altındaki ekibe “Van bölgesinde eylem yapmayın, çok tepki alıyoruz Sivas bölgesine geçin” diye talimat verdi. PKK'nın yaptığı bölge taksimi bizim bildiğimizden farklıydı. Sivas bölgesi oldukça geniş bir alan dikkat edilmesi gerekiyordu. Van bölgesi ise daha çok Güneydoğu illerini kapsıyordu ve bu bölgeden örgüte yoğun tepki vardı. Kepenk kapatma için baskı yapan KCK'lılar dayak yemeye başladı mesela. Silahlı kanattan Fehman böyle panikte, beyin takımından Sabri Ok ise daha taktiksel davranıyordu. Oslo'daki görüşmelerde
PKK'yı temsil etmiş isim olan Sabri Ok, “Devletin içinde Açılımı Savunan Ekibe” Kasım 2011’de bir mektup göndererek, bazı taleplerde bulundu ve yeni bir barış
süreci başlatmak istediğini iletti.
Mektup şu Talepleri içeriyordu:
1- Abdullah Öcalan'ı yeniden muhatap alın ve görüşmeleri başlatın
2- KCK operasyonlarını derhal durdurun
3- PKK'nın dağ kadrosunun artan saldırıları Öcalan üzerinden kontrol altına alınabilir.
4- Askeri Operasyonlar hemen durdurulmalı…
Sabri Ok'un önerdiği yol haritası ve talepleri böyleydi. Kavaklı ve Kazan Vadisi operasyonları sonrası ciddi kayıp veren, KCK operasyonlarıyla alan hakimiyetini büyük ölçüde kaybeden, zaafa uğrayan, alt ekiple irtibat kuramaz hale gelen, para akışında ciddi aksaklık yaşayan PKK Üst Yöneticileri ve destekçisi güçler, böylece yeni bir süreç başlatarak “zaman kazanmak” istiyorlardı. Şu an örgüt için silahtan, paradan, kandan, ses getirmekten çok daha öncelikli şey “zaman kazanmaktı”… Bu mektubun öncesi de vardı tabi ki. Sabri Ok başta olmak üzere Avrupa'da yerleşik kanat, bölgeye giderek Murat Karayılan'la toplantı yaptılar. Bu toplantılarda özellikle 2011 yaz ve sonbaharında yapılan operasyonlarla PKK'nın aldığı ağır yenilgi sonrası yeni bir strateji geliştirme kararı alındı.
Alınan kararlar şöyleydi:
1- Öcalan'ın devlet tarafından kabulünün sağlanması ve görüşmelerin devam etmesi
2- PKK'nın ateşkes ilanının Öcalan tarafından Kandil'e Emir olarak iletilmesi sonrası ateşkesin sağlanması
3- Sınır ötesi ve bölgede yapılan askeri operasyonların pazarlıkla durdurulması
4- KCK operasyonlarının sona erdirilmesi ve gözaltına alınanların bıraktırılmasının pazarlıkla sağlanması…
Alınan kararlardan bazıları bunlardı. Toplantıda başka kararlar da alındı ama özellikle bu kararlar yukarıda bahsettiğim mektuba yansıtıldı. PKK'nın tepesi panikteydi ve yeni bir strateji ürettiler. Önemli olan “Devlet Aklı”nın bu zokayı yiyip yemeyeceğiydi (42).
PKK ile mücadele bu dönemde hızlandı ve önemli mesafeler alındı.
Bir yandan 'bazı çevrelerin yanlış öngörüleri yüzünden iki yıl geciktirilen' KCK
operasyonları kararlılıkla yapılıyordu. Öte taraftan da diplomatik adımlarla örgüt köşeye sıkıştırılıyordu.
Özellikle Kuzey Irak yönetimi ve Amerika ile yapılan görüşmeler sonuç verdi. İlk etapta İncirlik üssüne 4 adet Predatorlar geldi. Gerçi ABD'nin İncirlik'e yolladıkları sadece izleme-istihbarat amaçlıydı. Silahlı modelini Türkiye'ye vermediler. Ama şunu da hatırlatalım, ABD silahlı Predatorları bugüne kadar başka bir ülkeyle de paylaşmadı. Ayrıca Süper Cobralar da yoldaydı. Bununla birlikte Kandil'e yönelik hava akınları aralıksız olarak sürüyordu. Yurtiçinde de sığınaklar bir bir imha ediliyordu. Eylem hazırlığında yakalanan teröristler
de polisin başarısıydı. Yani ‘tam saha pres' sonuç veriyordu. Tabii ki bu durum her şeyin güllük gülistanlık olduğu anlamına gelmiyordu. Ama bu ülke Kürt sorununu çözmeden önce mutlaka PKK'yı bertaraf etmek zorundaydı. Bir başka ifadeyle kalıcı bir barışı tesis edebilmek için öncelikle savaşmak gerekiyordu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın grup konuşmalarında izlediği tavizsiz politika, Ankara'nın kararlılığını yansıtma açısından çok önemliydi. Erdoğan, KCK'nın ne olduğunu bilmeden sahip çıkanlara sert yükleniyordu. Ama aynı zamanda BDP'ye de rest çekiyordu. Özellikle de Meclis'i boykot tehdidine rest çekmiş ve sonuç almıştı.
BDP'nin tek gündemi PKK idi. Bu aşamada BDP'nin Erdoğan'ın elini rahatlatması ipleri gevşetti. BDP, hep siyasi partiden çok örgütün uzantısı gibi davrandılar.
Depremzedelerle değil de terörist cenazeleriyle uğraştılar. KCK'lıları kurtarmak için yargıyı tıkamaya çalışıyorlardı. KCK'nın talimatıyla 'Meclis'ten çekilmekle' tehdit ediyorlardı. Bu hem siyaseten hem de pratikte tutarsız bir restti. Ayrıca çekilseler nereye gideceklerdi? Öte yandan çekilmenin neye yarayacağı da ayrı bir soruydu. Üstelik tehdit ettikleri Erdoğan 'giderseniz gidin' havasındaydı.
Bütün bu gelişmelerin yanında perde gerisinde çok önemli bir gelişme daha var ki bundan sonraki süreç için önemli ipuçları barındırıyor.
Malum olduğu üzere PKK'nın en büyük kozlarından birisi Roj TV idi. Özellikle ajite edici, abartılı ve örgüt tabanını motiveye yönelik yayınlarla bildiğimiz Roj
TV'nin kapatılması için Türkiye yıllardır mücadele veriyordu. Bu mücadelede zaman zaman kendi hatalarımız, zaman zaman da Avrupa ülkelerinin ikiyüzlü
politikaları nedeniyle mesafe alınamadı. Bu arada Roj TV iki yedek kanal daha kurdu. Kopenhag'da süren kritik bir dava vardı. Davanın seyrine bakarak Roj TV için yolun sonu yakındı. Nitekim öylede oldu ve kanal kapatıldı.
Ancak kapanmadan önce kanalın yönetimi de davadan umutsuz olduğu için televizyonu sessizce İsveç'e taşıdılar. Stockholm'de 'Rohani' (aydınlık) adında bir kanal kurup Kasım 2011’in ilk haftası itibariyle test yayınına başladılar. 31 Ekim 2011 gecesi Newroz TV'de yeni kanalın haberleri yayınlandı. Kayıtlara göre Roj TV'nin eski direktörü M. Tahsili Zoonozi yeni kanalın da genel direktörü olarak gözüküyordu. Roj TV kapandı ama yayınlar Rohani üzerinden devam etti. Örgütün medya cephesindeki gelişmeler bununla sınırlı değildi. Bir yandan da Norveç'te Suriye Kürtleri'ne hitap edecek Sterk TV isimli bir kanal daha kurdular. Kanal önce iki saat yayın yapmaya başladı. Görünüşte "Rohani" gibi Suriye
Kürtleri'ne hitap edecekti. Danimarka'daki göstermelik ofis dışında tüm yayınını Brüksel'den yapan Roj TV'nin kapanmaması için BDP'nin ağır topları Danimarka 'da kulis yaptı ama pek yüz bulamadılar. Tabii son dönemde PKK içinde Suriyeliler'in ağırlığını artırması yanında örgütün Suriye Kürtleri'ne yönelik bir kanal kurması da üzerinde durmaya değer bir durumdu (43).
Taraf gazetesi yazarı Emre Uslu, KCK operasyonlarında tutuklanan bazı KCK'lıların, istihbarat elemanı olduğunu söyleyince dananın kuyruğu koptu. MİT
ve askeri istihbaratın KCK yapılanmasına sızdırdığı bazı personelin KCK'da il sorumlusu düzeyine çıktığını iddiasını dile getiren Uslu, KCK eylemlerinden en ön sırada bulunan bu şahısların MİT mensubu olduğunu bilen emniyetin bir süredir bu isimlere dokunamadığını ileri sürdü. MİT'in içindeki sola yakın bir kesimin operasyonlara direnmesinin sebebinin bu olduğunu dile getiren Uslu, "Bu damar uzun süre KCK operasyonlarına direndi. Hatta bazı elemanları KCK operasyonlarında tutuklanınca Emniyet birimlerine sert çıktılar. Ben en azından dört önemli ilde tutuklanan KCK il sorumlularının bizzat istihbarat elemanları olduğunu biliyorum." dedi.
Terör ve güvenlik konularında çarpıcı açıklamalar yapan Uslu, KCK operasyonları ve süreçle ilgili önemli iddiaları dile getirdi. Uslu, 'KCK yöneticileri istihbarat elemanı' başlığıyla kaleme aldığı yazıda, MİT ve Askeri istihbarat içinde yer alan bir grubun, KCK operasyonlarına karşı olduğunu dile getirdi. Yazısında KCK operasyonlarıyla ilgili son dönemde medyaya yansıyan en kritik bilginin Şamil Tayyar'ın paylaştığı, 'MİT'in KCK tutuklularının salıverilmesini istediği' bilgisi olduğunu aktaran Uslu, bu bilginin doğru ama eksik olduğunu ifade etti. MİT'in
içindeki sola yakın bir kesimin istihbaratın önemli kesiminin KCK operasyonların dan rahatsız olduğun aktaran Uslu yazısında, "Bu kesim medyada sola yakın
birtakım kişilere bu rahatsızlığı kurumun rahatsızlığı olarak lanse etmiş olabilirler. Özellikle 2009 yılındaki
BU BÖLÜM DİPNOTLARI;
37 Söylemez, Haşim. KCK’nın amacı BDP’yi kapattırmak. Aksiyon. 30.11.2012.
38 Dönmez, Yener. Apo'dan Elyazılı Talimatlar. Akit. 27.11.2011.
39 Bugün, Habervaktim.com. İşte Büşra Ersanlı Gerçeği. 17.11.2011.
40 Avcı, Gültekin. Yeni Kanser hücreleri zerkediyorlar. Bugün gazetesi. 17.11.2011.
41 Tayyar, Şamil. Şamil Tayyar'dan Çarpıcı 'BDP İddiası'!
42 Dönmez, Yener. Sabri Ok'tan Mektup Var. Yeni Akit. 17.11.2011.
43 Arslan, Adem Yavuz. PKK Roj TV'yi yedekledi, Suriye Kürtleri'ne de TV kurdu. Bugun Gazetesi 17.11.2011.
13 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***