PKK - CUMHURİYETİ VE AK-PARTİ., BÖLÜM 6
Kasım 1994 sonunda Korkut Eken'in, İstanbul'da Kürşat Yılmaz, Yavuz Bıçakcı ve Ahmet Güzel isimli arkadaşlarını gözaltına aldırıp, hakkında bilgi topladığını öğrenmişti. Kürşat Yılmaz ile bağlantı kurduğunu ve Kürşat'ın, kendisine "kendine dikkat et, seninle ilgili bilgi almak için bizi çok hırpaladılar" dediğini söylüyordu. Kürşat kendisinden tabanca ve bir cep telofonu talep etmiş, Yeşil, birilerine 5.000.000 lira rüşvet vererek istediklerini cezaevine iletmişti. Yeşil bu konuyla ilgili olarak şunları anlatıyordu:
"Aynı günlerde Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Şubesi'nde görevli H. Yarbay'dan çağrı aldım ve hemen görüşmeye gittim. H. Yarbay bana 'Bugün Korkut Eken Genel Komutan'a geldi, bir süre görüştüler. Korkut Yarbay, komutana biz Ahmet YeşlL'i tutuklayacağız, sizinle herhangi bir bağlantısı var mı? diye sormuş, Genel Komutan da, jandarma ile bu şahsın hiçbir bağı yok, tutuklayabilirsiniz şeklinde cevap vermiş, ancak tutuklama gerekçesini bilmiyoruz, Genel Komutan'a soramadık. Korkut Yarbay gittikten sonra Genel Komutan, B. Paşa'yı çağırıp, Emniyet Müdürlüğü'nün tutuklama kararını sana iletmesini istemiş, B. Paşa da bana emir verdi, Korkut Yarbay kararlıymış " dedi.
Olaydan 10 gün kadar önce, A.Çatlı da telefon ile aradı ve dikkatli olmamı tenbih etti, aynı günlerde oğlumun devam ettiği Karate Salonuna gelen telsizli iki şahıs oğluma, benimle ilgili sorular yöneltmişler.
Yine aynı tarihlerde Cumhurbaşkanlığı' na gittim ve burada Cumhurbaşkanı Danışmanı olan dostum ile görüştüm. O da Mehmet Ağar ve benim gibi Elazığlı. Görüşme sırasında bana Cumhurbaşkanına ait altın bir dolma kalem hediye etti. Sohbet ederken bana "Mehmet Ağar ile iyi geçinmiş olman lazımdı" şeklinde bir cümle kullandı, ancak o gün için bu konunun üzerinde hiç durmamıştım. Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma ile bugüne kadar hiçbir sorununun olmadı, tutuklanmam için ortada hiçbir gerekçe yok."
Yeşil'e göre, Ankara'da yeraltı dünyasında adı geçen Kürt Ahmet lakaplı şahıs kendisinin varlığından tedirginlik duyuyordu. Kürt Ahmet'ten 100 Milyon TL almış, Kürt Ahmet bunu Ünal Erkan'a aktarmıştı. Kürt Ahmet, Ünal Erkan 'a ismiyle hitap ediyordu, Emniyet Müdürlerinin kararnamesinde bile Kürt Ahmet'in onayı vardı. Kürt Ahmet bir süre önce tedavi maksadıyla Amerika'ya gitmiş ve gitmeden önce kendisinin pasifize edilmesi için Korkut Bey'den yardım talep etmişti. Korkut Bey, Kürt Ahmet'e bu konuda teminat vermişti.
Kendisinin aranmasını Korkut Bey'in sözünü yerine getirme çabası olarak mütalaa ediyordu. Korkut Eken'in yanısıra, İçişleri Bakanı danışmanı Mehmet Kıvanç Özer de kendisi ile uğraşıyordu. Aydın'lı Özer, sanki İçişlerinin
değil Kürt Ahmet'in danışmanıydı. Zira devamlı Kürt Ahmet'in yanındaydı. Özer'in çağrı numarası 3 6 2- 1 2 8 6 idi, araştırılırsa ne kadar büyük işler çevirdiği anlaşılırdı. Kemal Horzum kendisine her ay 250 milyon lira para
verirken, bunun 50 milyona düşürmüştü.
Bunun nedenini Kürt Ahmet'in yönlendirmesine bağlıyordu. Şöyle diyordu: "Kemal Horzum'un dışındaki bütün Kürt işadamları PKK'ya yardım ediyor. K.Horzum'un, PKK'lı Metın Kod adında bir ortağı vardı.
Benim baskım neticesinde ortaklıktan ayırdı ve Horzum'un çevresinden uzaklaştırıldı. Başbakan ve Cumhurbaşkanı korumaları, boş zamanlarında ve izinlerinde Horzum'un bürosuna gelerek koruma yapıyorlar. Son görüştüğümde
Horzum bana 'Seni Zülküf Ceylan'la görüştüreceğiz' dedi. Zülküf halen İsviçre'de hasta imiş. Döndükten sonra belirleyecekleri bir tarihte İstanbul'da Horzum, Zülküf ve Ceylan'ların kirvesi Emniyet Müdürü H. ile toplanıp görüşeceğiz. Birşey sormuyor ve herşeyden haberim varmış gibi davranıyorum.
Oynamayı planladıkları senaryoya göre, sözde devletin elinde terör örgütüne para yardımı yapan kürt iş adamlarının isim listesi var ve sözde devletin içindeki bazı güçler benim kanalımla bu şahısları enterne ediyorlar. Dolayısıyla ben parayı alınca Ceylan'lara yönelik herhangi bir eylemde bulunmayacağım. Horzum'un daha önce benim adımı kullanarak aynı senaryo ile tahsilat yaptığını biliyorum. Ancak herşeyden haberdarmışım gibi davrandığım için açık açık kimlerden para tahsil ettiklerini soramıyorum. Şu anda ekonomik yönden çok kötü durumdayım. Etlik'teki evimin 2 milyon liralık telefon parasını ödeyemiyorum, Diğer telefonun 7 milyon borcu vardı, ödeyemediğim için kapattılar. Her şey paraya bakıyor, araba hala sanayide rehinde.
Sonuçta, maddi durumum berbat, para olmadan hiç bir iş yürümüyor. Ne yapacağımı bende şaşırmış durumdayım Aslında buraları bana göre değil, bölgedeki halimi özlüyorum. Beni maddi yönden bitirdiler, Şehirde paranız
olmayınca gücünüz de olmuyor."
Yeşil, parasal sorunları ve polisle olan problemlerini halletmek için bazı temaslarda bulunmuştu. şöyle anlatıyordu: "Cumhurbaşkanlığı Danışmanı Hayrettin Gökdemir'in beni Köşke çağırdı, 'bir sıkıntın varsa söyle" dedi. Bakmak mecburiyetinde olduğum sekiz adamım var. Bunlar için döşeli iki ayrı eve, geçimlerini temin için bilardo salonu benzeri bir işyerine ihtiyacım var. Sanayide rehin duran iki arabamı kurtarmam lazım dedim. Bana 'Yakında Rusya'dan bir işadamının döneceğini, onunla konuşarak isteklerimi karşılayacağını söyledi. 'Ceylan ailesi zamanında Baba'yı ayakta tuttu, şimdi biraz da sana baksınlar. Baba için vinç lazım ama sana bir parmak hareketi yeter' dedi. 10 gün önce çağrı alınca İbrahim'le buluştuk. Maltepe'deki Monako Pavyona gittik. Korkut
Eken ile anlaşmazlığım konusunu açtım. İbrahim anlaşmazlığın boyutlarının sıkıntı yarattığını, Korkut Eken'in Emniyet Genel Müdürlüğünde normal bir memur odasında sığıntı gibi oturduğunu, acz içinde olduğunu,
sorunu çözmeye yardımcı olabileceğini, büyütmemeleri gerektiğini söyledi.
Korkut Eken, 12 Aralık 1994 günü ekibi ile Azerbaycan'a gitti. Benim hakkımda ' ülkücü katili' şeklinde konuşmalar yapıyormuş. Ankara İl Jandarma Alay Komutanlığı İstihbarat Şubesinde görevli A. Binbaşı Korkut Eken'le benim için görüştü, beni müdafaa etti. Ancak görüşmeden bozuk ayrılmış. Mehmet Ağar bütün gelişmelerden haberdar. A. Binbaşının elinde M.Ağar ile ilgili 42 milyar liralık bir yolsuzluk belgesi var, fakat kullanamıyor."
Aynı tarihlerde Yeşil'in "adamlarımdan biri" diye bahsettiği bir kişi kaçarken polisler tarafından ayağından vurulmuştu. Yeşil, "Ayın 1.nde İstanbul'da polisler Osman Özbek isimli adamımı kaçarken ayağından vurdu. Ne kadar malzeme varsa gitti. Ev, araba, cep telefonları, çağrı cihazları, elbiseler hepsi gitti. Adamım şimdi İstanbul'a giremiyor. Bu çocuğun yaptığı özel bazı mafyavari işler vardı." diyordu. Yeşil'in kastettiği kişi Osman Gürbüzdü. Hani Veli Küçük’ün Necip Hablemitoğlu’nu öldürttüğü tetikçi. Halen Ergenekon sanığı olarak içeride...
Yeşil, Ankara Emniyet Müdürlüğüne alınmadan bir hafta kadar önce, polisler onun yakın arkadaşlarını gözaltına almışlardı. Bu konuyu ise şöyle naklediyordu Yeşil. "Sorgu çok ağır geçmiş, işkence yapılmış. Ankara Emn. Md. Orhan Taşanlar bizzat sorguya katılmış. Sorguda ağırlıkla benim üzerimde durmuşlar. Cem'in yazdığı kitabı açarak Tunceli'den, Muş'tan başlayarak sorular yöneltmişler Çocuklar, istiyorsanız telefon ve çağrı numarasını verelim, arayın buraya çağırın, kesin gelir, gelmez ise bizi öldürün demişler. Gerçekten de
çağırsalardı giderdim. Devletten kaçmak olmaz, ben devlet ile uğraşamam. Adamların sorgulanmasında tamamen beni hedef aldılar, bana göz dağı vermek istiyorlar. Bana açıkca "çalışacaksan, bizim hesabımıza çalış" şeklinde Mehmet
Ağar kaynaklı bir mesaj ilettiler. Ben Mehmet Ağar'ın kim olduğunu gayet iyi biliyorum. Sorguya alınan çocukların ikisinin üzerinde silah vardı. Hakan'ın üzerindeki Kırıkkale silah daha önce öldürülen ve İstihbaratta çalışan polisin kendi silahıydı. Ben onun Hakan'ın üzerinde olduğunu bilmiyordum. Bir kenarda duruyordu. Tesadüfen o gün Hakan üzerine almış. En çok o silahtan korkuyordum. Ancak olayı kapattılar. Sadece ruhsatsız silah taşımaktan muamele yapacaklar.
Çocuklardan iki şekilde ifade almışlar. Adliye'ye gönderilecek olan ifade de, silahları Yeşilden aldıklarını söylemişler. Kendilerine sakladıkları ifade de ise silahın birini Jitem'den aldım diye ifade vermesini istemişler. Hakan'da baskı üzerine, Diyarbakır'da Jitem'de çalıştığını söylediği ancak gerçekte var olmayan Zülfü Astsubay diye birinden aldığını söylemiş. Mart 1996'da yurtdışına gönderildi. Dönüşünde Türkiye içinde büyük bir trafik kazası yaptı. Arabayı kendi kullanıyordu. Herhalde yine bir konuya kitlenmişti. Kaza neticesinde boyun
kemiklerinde kırıklar meydana gelmiş, ilk yardım ve doktor tedavisinden sonra dinlenmeye Antalya'ya gitmişti. O günlerde "Antalya'da evin nerede?" diye sormuştum. "Lara'da Ofo otelinin tam karşısında" diye cevapladı. "Ofo otelinin arkasındaki sitede de benim ev var, şu anda kirada, kaça aldın?" dedim. "Ben para vermedim, Gazinocu Ömer Lütfü Topal hediye etti. Jandarmadan ve polisten bir iki arkadaşın daha orada dairesi var diye" konuştu. Ömer Lütfi Topal, Yeşil'e daireleri kendisini koruması için hediye, etmişti. Antalya'ya gidince rahat ettiğini, yemeğinin de gazinodan yollandığını söylüyordu.
Yeşil'i Mart ayında DEP Milletvekili Ahmet Türk aramıştı. Sırrı Sakık'ın bürosunda buluşup hep birlikte yemeğe gitmişlerdi. Türk'ün bir derdi vardı. Akrabası "Zekiye" PKK'dan kaçmıştı. Avrupa'ya göndermek için pasaport çıkarmışlar, bilahare Avrupa'ya gönderirlerse iyi olmayacağını, tekrar örgüte bulaşacağını düşünmüşlerdi. Devlet'e teslim etmeyi de düşünmüyorlardı. İtirafçı konumuna düşüp halkına zarar vermesini istemiyorlardı.
Her an yakalanacağından korkuyorlardı. Bu sorunu Yeşil halledebilirdi. Yeşil, bu şartlarda yardımcı olmasının imkansız olduğunu söyledi "ya Avrupa'ya gönder yada Devlet'e teslim et" diye cevapladı. Türk, bu cevaptan hoşnut olmamıştı ama bozuntuya vermedi. Yeşil'e şaka yollu "arkadaş çok sıkışırsam senin evine gönderirim, Zekiye senin yeğenin sayılır sen ne yaparsan yap" diyerek
konuyu kapattı.
Orhan Taşanlar'ın Ankara Emniyet Müdürlüğünden gitmesinden sonra Yeşil daha rahat hareket ediyordu.
Antalya'da Emniyet Müdür Muavini ile görüşmüştü. Bir sorunu yoktu. Ankara'da ise Emniyet Müdürü ile Çiftlik Merkez Lokantasında yemek yemişti. Yemek fotoğrafı Yeşil'in MİT'deki yöneticileri tarafından fotoğraflanmıştı.
Bir akşam İşkembeci'ye gittiğinde Mehmet Ağar ve Ünal Erkan ile karşılaşmıştı. Ayaküstü kısa bir konuşmaları olmuştu. Yeşil, Ağar'a karşı tavırlı hareket ettiğini söylüyordu. Polis ve Jandarma'dan verilen hüviyetleri hala taşıyor, Yurtdışı görevlere giderken bunları MİT'teki yöneticilerine bırakıyordu. (14).
Taraf Gazetesinden Neşe Düzel’e (Radikal'de iken) verdiği röportajda CHP'li Sinan Yerlikaya, Yeşil’in tüm işlerini kasetlere aldığı için devletin ona dokunamadığını savundu. Yeşil'i kimin koruduğunu, haraç işlerini, derin
devletin suç ve suçluyla ilişkilerini sürdürme ısrarını, Yeşil'i yakından bilen, Yeşil'in kim olduğunu kamuoyuna ilk duyuran kişi olan CHP'nin en üst organı Merkez Karar Yürütme Kurulu üyesi Tunceli Milletvekili Sinan Yerlikaya’ydı. Yerlikaya, Yeşil’in kim olduğunu şöyle izah ediyordu:
“Yeşil itirafçı değil. PKK veya TİKKO sempatizanı olup dağa çıkmış, sonra da dağdan inmiş biri değil o. Yeşil, devletin yetiştirdiği bir operasyon adamı. Direkt halkın içinden alınmış bir adam o. Yeşil, Bingöl Solhanlı bir vatandaş. Ailesi Elazığ'a yerleşmiş. Yeşil de, Elazığ'da doğmuş büyümüş. Elazığ'da devlete ait Ferro Krom tesislerinde işçilik de yapmış. Bu vatandaşın asıl adı Mahmut Yıldırım. 'Yeşil', onun kod adı. Bir kod adı daha var: 'Sakallı'. Yeşil, adını ilk Tunceli'de duyurdu. O zaman 'Sakallı' kod adıyla ünlüydü. Olağanüstü Hal döneminde devlet, Yeşil türü bir sürü insanla çalıştı. Abdullah Çatlı gibilerine, kimlikler, paralar, silah izin belgeleri, yeşil ve kırmızı pasaportlar verildi. Yeşil de bu insanlardan biri işte.
Yeşil, önce MİT'e çalıştırıldı. Sonra JİTEM'e kaydırıldı. Emniyet'te ise hiç çalışmadı. 90'da Tunceli'nin Ovacık ilçesinde avukatlık yapıyordum. Yeşil'i o zaman tanıdım. Emrinde 20-30 kişilik bir özel tim vardı. Bunların arasında İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal'ı vuran Haydar kod adlı zat da vardı. Bu adamlar asker elbisesine benzer elbiseler giyiyorlardı. Yeşil bazen de sivil dolaşıyordu. Bunlar köylere operasyonlar yapıyor, insanlara işkence ediyorlardı. Dağa gidip PKK'yla çatışmıyordu bunlar. Normal vatandaşla uğraşıyorlardı.
Yeşil ve adamlarının yaptıkları çok korkulu bir hal almıştı. Yeşil, Ovacık'ta bir kahveye veya lokantaya girdiğinde orası hemen boşalırdı. Yeşil, Ovacık Emniyet Amirliği'nin üst katında kalıyordu. Benim bürom da emniyetin yanındaydı. Yeşil'i sık sık görüyordum. Zaten bizim karşılıklı konuşmamız da dağ başında olmadı. Bir lokantada, kahvede de olmadı. Emniyet amirliğinde oldu.
Yeşil ve adamlarının işkencelerini vatandaş yetkililere şikâyet ediyordu ama çare bulamıyordu. O, köylüleri dövüyor, suya batırıyor, onları çırılçıplak soyup karın içine sokuyor, bazılarını da karısının önünde çırılçıplak soyuyordu. Elinde hep iki defterle dolaşırdı. Size isminizi ve köyünüzü sorardı. Sonra o defterlere bakıp sizinle ilgili bütün bilgileri söylerdi. O defterler, ona verilmişti. Yeşil, terörle mücadele kapsamında görevlendirilmiş biriydi. Onun gözünde herkes PKK'lıydı, her Kürt potansiyel suçluydu. Zaman zaman Abdullah Çatlı'nın da bölgeye
geldiği, bunlarla hareket ettiği söyleniyordu.
İşte ben o dönemde, Ovacık'ın tek avukatıydım. Vatandaş bana geldi. Ben de durumu savcıya, kaymakama söyledim. 'Biz karışamayız' dediler. Hatta jandarma komutanı yüzbaşı çok iyi biriydi. 'Bizim bu adamla uğraşmamız mümkün değil. Bu adam direk yukarıya, Genelkurmay'a bağlı. Gidin, derdinizi oraya anlatın. Yoksa burada daha çok pislikler yapacak bu. Benim yapabileceğim bir şey yok' dedi. Ovacık'ta Yavuz bey diye bir savcı vardı. Ondan, beni Yeşil'le görüştürmesini rica ettim. Çünkü bu savcı bey, Yeşil'le çok samimiydi. Onunla
emniyetin bahçesinde sık sık tavla oynuyordu, lokantaya gidip rakı içiyordu. Savcı Yeşil'in vatandaşlara neler yaptığını biliyordu. Olayları tüm çıplaklığıyla anlatıyorum. Yorumu da artık size bırakıyorum. Savcı bir akşam beni aradı ve 'Yeşil seni emniyet amirliğinde bekliyor' dedi. Yanıma üç kişi alıp, gittim. Bir polis bizi emniyet amirinin odasına aldı. Az sonra Yeşil geldi ve emniyet amirinin makamına oturdu.
Kendisine bu insanların terörist olmadığını, devletine bağlı insanlar olduklarını anlattım. Bana, 'Sen ne karışıyorsun' dedi. 'Avukatım' dediğimde de, defterini açtı. 'Senin dosyan da çok kabarmış. Yakında senin hesabın da
görülecek. Milletvekili olmak istiyorsun, unut' dedi.
Düşünün ben o zaman Sosyal Demokrat Halkçı Parti'nin ilçe başkanıydım. PKK'li değilim, DEP'li değilim. Yeşil'in birçok cinayet işlemesine rağmen bir dokunulmazlığı vardı anlaşılan.
Düşünün.
Bir savcı, bir yüzbaşı, kendilerinin görev alanında türlü olaylara karışan Yeşil'le ilgili 'Biz onunla uğraşamayız.
Ona bir telkinde bulunamayız' diyorlardı.
Yeşil'e bu dokunulmazlığı tabii ki devlet sağlıyordu. Derin devlet dediğimiz yapı koruyordu onu. Devletin içinde ona bu dokunulmazlığı sağlayan kimdi derseniz... Bu, ya JİTEM'dir, ya da MİT'tir. Yeşil, o dönemde JİTEM'e çalışıyordu. Sonsuz yetkileri vardı. Ne kaymakam ne de yüzbaşı ona kimse karışamıyordu. Onu, Olağanüstü Hal Valiliği tanıyordu. Gittiği ilin valisi ve emniyet müdürü de tanıyordu. Elinde resmi bir belge olmalı ki, gittiği yerlerde resmi binalarda kalıyordu. Gittiği ilçelerin kaymakamı, emniyet amiri ve yüzbaşısı da onu tanıyordu. Eski OHAL Valisi Ünal Erkan, Hayri Kozakçıoğlu Yeşil'i çok iyi tanırlar. Emniyet Genel Müdürlüğü yapan Mehmet Ağar da onu çok iyi tanır. Üstelik o da Elazığlı. MİT'in eski önde gelenlerinden Mehmet Eymür zaten tanıdığını
söyledi. Yeşil, MİT'te Eymür'ün adamıydı. Hatta Eymür Yeşil için 'öldü' dedi.
Yeşil ölmedi, yaşıyor. Ama kamuoyuna öldüğü söyleniyor. Gündemden çıkarılmak istendiği için ölmüş gösteriliyor. Çünkü bu adam onlarca faili meçhul cinayet işledi. Şavaş Buldan'lar, Musa Anter'ler, Behçet Cantürk'ler... Bütün bu cinayetlerin içinde Yeşil var. Elazığ'da bir doktorla avukat infaz edilmişti. Tunceli'de genç bir kız kaçırılıp öldürülmüştü. O olaylarda da Yeşil vardı. Ama bu cinayetlerle ilgili Yeşil hakkında hiçbir dava açılmadı. Yeşil'in hakkında askeri mahkemede itirafçılarla birlikte yargılandığı tek bir dava var. O davanın da ne olduğu belli değil. Ciddi bir dava değil o. Oysa Yeşil'le ilgili binlerce dosya olması gerekirdi. Ben Yeşil'in yaşadığını biliyorum. Daha geçen baharda, Yeşil'i eskiden beri bölgeden tanıyan bazı insanlar bana onunla görüştüklerini söylediler. Birkaç müteahhit bana, 'Yeşil'le oturduk Ankara'da lokantada yemek yedik' dedi. Bunlar benim tanıdığım kişiler. Bu müteahhitler, Elazığlı, Diyarbakırlı ve Bingöllü. İnsanlar Yeşil'in arkasındaki desteğin çok kuvvetli olmasından korkuyorlar. Bunu yaşadılar çünkü. İnsanlar öldürülmekten korkuyor. Yeşil'in kim olduğunu kamuoyuna ilk açıklayan benim. Kumarhaneci Topal öldürüldükten sonra, Topal'ın Kızılay'da bir bankanın hesabına Mahmut Yıldırım adına 10 milyon dolar yatırdığı haberi gazetelerde çıktı. Bu adamın kim olduğunu kimse anlamadı. Mahmut Yıldırım'ın 'Yeşil' olduğunu basın benden öğrendi. Onun robot resmini de ben çizdim basına. Zaten Yeşil, Topal cinayetinden sonra konuşulmaya başlandı. 97'nin Şubat'ıydı. CHP Genel Merkez'den Yeşil beni telefonla aradı. Konuşmaya, küfürle, hakaretle, tehditle girdi. 'Benden ne istiyorsun? Her şeyi devlet adına yaptım ben' dedi. Ben de, 'Büyük pislikler yaptın. Gel bunların hesabını ver. Bunlar kayıt dışı kalsın diye devlet seni zaten bir gün öldürtür. Konuşmaman için seni öldürürler' dedim. 'Kimse bana dokunamaz. Ben tedbirimi aldım. Yaptığım bütün işleri kasetlere aldım. Kim bana emir vermiş, kim bana ne demiş, hepsini, yaptığım her şeyi kasetlere anlattım. Adam öldürüyorsam, devletim için yapıyorum. Bu kasetleri ilgili yerlere verdim. Eğer bana bir şey olursa kasetler ve ilişkiler ortaya çıkacak' dedi. Sonra da, benimle buluşmak istedi. Ankara'da Gölbaşı'ndaki parkta randevu verdi. 'Yalnız gel' dedi.
Odamda arkadaşlarım vardı. Onlara, 'Arkamdan gelmeyin. Bu adam istese beni zaten istediği yerde vurur' dedim. Parka yalnız gittim. Ama Yeşil gelmedi. Baktım arkadaşlar üç arabayla gelmişler. Yeşil sonra beni aradı, 'Sözünde durmadın. Niye onları getirdin' dedi. Bir süre sonra da Akın Birdal'ı vuran Haydar kod adlı kişi aradı. 'Bizimle uğraşmaktan vazgeç, bu işlerin peşini bırak' dedi.
Yeşil, G. Doğu'da daha çok devletin talimatlarıyla iş yapıyordu. Ama zamanla kimliği ortaya çıkınca, devletin bazı kesimleri ona G. Doğu'dan el çektirdi. Onu Batı'ya aldılar. O da Batı'da işin kuralına göre görevini yapıyor.
Haraç alıyor. Yeşil, Doğu'dan Ankara'ya ve İstanbul'a geldikten sonra lüks yaşamın içine girdi ve para toplamaya koyuldu. Kumarhaneci Topal'ın onun adına bankaya yatırdığı 10 milyon doların akıbeti hiç sorulmadı. Bu para
ne için yatırıldı, devlet bunu ortaya çıkarmadı. Bu da dahil,Yeşil'in her türlü olayı kapatıldı. Yeşil de yakalanmadı. Bir ara Antalya'da Yeşil'in yazlığına operasyon yapıldı. Yok yarım saat önce, yok on dakika önce kaçtı açıklamaları oldu. Polisten yarım saat önce kaçan adam yakalanmaz mı? Çok kolay yakalanır. Devlet,
Yeşil konusunda ciddi değil. Üstelik Yeşil öldü gibisinden de kamuflajlar yapılıyor.
Kısacası devlet, Yeşil konusunda samimi değil. Her şeyi bilen ve bulan emniyet Yeşil'i nasıl bulamaz? İnsanlar onun Ankara'da Mercedes'le dolaştığını, Sakarya çevresindeki barlara gittiğini, lokantalarda yemek yediğini görüyorlar. Yeşil'in oğlu İstanbul'un göbeğinde adamlarıyla yakalandı. Yeşil'in de aynı evi kullandığı
söyleniyor. Yeşil destek almasa İstanbul'da çete kurabilir mi? Hayır kuramaz. Yeşil'in maddi ve manevi desteği olmadan oğlunun silahlı çeteye sahip olması, haraç toplaması mümkün değil. Ama ben Yeşil'in o evde olduğunu tahmin etmiyorum. Yeşil işi olgunlaştırır, adamlara emir verir ve sonrasını tepeden takip eder.
Üstelik Türkiye'de sadece Yeşil'in ki değil bir sürü çete var. Devletimiz maalesef bu konuda çürümüşlük içinde. Ama bakıyoruz, Yeşil'in oğlunu yakalayan, Yeşil'i deşifre edenler de devlet görevlileri. Devlet görevlileri kendi içlerinde bir güç çekişmesi yaşıyorlar. Devletin içinde, kurumlarında bu işlere karşı çıkan, dürüst,
namuslu, iyi niyetli görevliler de var. Yeşil, JİTEM'in yani Jandarma İstihbarat'ın adamı olarak tanınıyor. Ama son zamanlarda Silahlı Kuvvetler'in dürüst ve şeffaf bir yapıya kavuşmak için çok ciddi çalışmalar yaptığını görüyoruz.
Ordunun zirvesi temiz bir yapı isterken, ordunun içinde birileri eski ilişkileri sürdürmeye çalışıyor. Terörle mücadelede sap ve saman karıştırıldı. 'Gerçek suçludan ziyade, potansiyel suçlular arandı. Askeriyede, JİTEM'de bu tür yanlışlıklar çok oldu. Mesela Veli Küçük. Onun da kendine göre çetesi vardı. Ama doğru dürüst yargılanmadı. Bunları yargılamaktan ziyade, dışlayarak yavaş yavaş temizleme yoluna gidildi. Şu anda düzgün olmayan işlere bulaşmış kişileri temizleme gayretleri var. Ama bu kişiler yargıda cezalandırılsalar, sonuç daha etkin olur. Tabii bir de hükümetler devletin içindeki çetelere, askeriyenin, JİTEM'in, MİT'in işine fazla giremediler ya da girmek istemediler. Biz 91-95'te DYP'yle koalisyon kurduk ama İçişleri ve Savunma gibi bakanlıklara hep OHAL valilerini getirdiler. Susurluk'ta adı geçenler bürokrasiye getirildi, bakan yapıldı. Bu işleri çözmek bu nedenle mümkün olmadı. Herkesin yargılanabildiği, kimsenin dokunulmaz olmadığı, şeffaf, demokratik bir devlet olmadıkça, içindeki
suçluları tümüyle ayıkladığına inandığımız bir devlete sahip olamayız.
Bakın... Susurluk sırasında Mersin Cezaevi'nden biri bana telefon etti. 'Ben bunlarla bir dönem çalıştım.
Susurluk'taki kazada araba sayısı iki değil, üç' dedi. ' Birinci Arabada Çatlılar vardı. İkincide Korumalar. Üçüncüde Eroin.
Bursa'da Çelik Palas'a gidiyorlardı. Yeşil malı almak için onları otelde bekliyordu. Zaten Yeşil zaman zaman Berlin'e gider.
Orada Türkiyem spor diye bir kulüp var. Orada malı dağıtırlar' dedi. Ben bunu açıkladım. Konu Alman parlamentosuna da gelmiş, operasyon yapılmış, olayın doğru olduğu çıkmış. Telefondaki adam benimle daha çok şeyler paylaşacaktı
ama bağlantı koptu, ailesini aradığımda, 'öldü' dediler. Bütün bu yaşananlar, bir gün yargılanacak” (15).
Neşe Düzel’in röportajında Sinan Yerlikaya’nın anlattıkları pek çok kimseyi şaşırtmadı. Yıllarca Doğu ve Güneydoğu'da görev yapan eski Jandarma Kıdemli Yüzbaşı Özcan Tuzlu, JİTEM'in varlığının tartışılmasının abes olduğunu söyledi. Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesindeki bir duruşmada JİTEM'in varlığının
Genelkurmay ve Jandarma Genel Komutanlığı'na sorulmasına karar vermişti. Bunun üzerine tartışmalar yeniden alevlenirken, Özcan Tuzlu, JİTEM'in faaliyetlerinin dönemin içişleri bakanları ve bölge valileri tarafından bilindiğini anlattı. "Bürolarının üzerinde JİTEM yazılı levhaları vardı. Merkezi Ankara idi, yetkileri sınırsızdı." diyen Tuzlu'ya göre 'Yeşil' de yaşıyor. Özcan Tuzlu, Doğu ve Güney-doğu'da JİTEM'in kurucularından Cem Ersever, Abdülkerim Kırca ve 'Yeşil' kod adlı Mahmut Yıldırım ile Ergenekon terör örgütünün tutuklu sanıklarından Veli Küçük ile İstanbul'da birlikte çalışmış. Zaman'a konuşan Tuzlu, JİTEM'in varlığını tartışmanın, resmiyetini aramanın sadece bir oyalama taktiği olduğunu anlatıyor. JİTEM'in çok profesyonel bir teşkilat olduğunu söyleyen Tuzlu, şu bilgileri veriyor: "İz bırakmadan çalışırdı. İyi eğitimli kişilerden oluşuyordu. JİTEM'i, Doğu ve Güneydoğu bölgesinde aklı başında herkes bilir. Çünkü halkın, korucuların ve polisin bile arasına girmişti. JİTEM çalışanları, ordu mensupları içinde tanınmaları için beyaz renkli Renault marka araçlarla dolaşıyordu. Her biri
çok iyi derecede Kürtçe biliyordu ve tam yetkiye sahiptiler."
Özcan Tuzlu, 1991 yılında JİTEM bölge müdürlükleri ile çalışanlarının ordu içinde ayrı ayrı telsiz kodlarının olduğunu ve bu kodlarla telsiz üzerinden bağlantı kurulduğunu anlatıyor: İşte Tuzlu'nun açıklamaları: "1991 yılının mayıs, haziran aylarında JİTEM'in de içinde bulunduğu telsiz kodları hazırlanıp dağıtıldı. Buna göre, terörle mücadelede sıcak temas sağlandığında, yasadışı unsurların kaçmalarına karşı, 'Süngü'den izci istiyorum' koduyla çağrı yapılıyordu. 'Süngü' Diyarbakır Jandarma Asayiş Komutanlığı'ndaki JİTEM bölge müdürlüğünün
koduydu. 'İzci' ise o zamanki lakabıyla 'müdür' olarak anılan Mahmut Yıldırım'dı. 'Yeşil', çağrı üzerine helikopterle ve ekibiyle anında olay yerine götürülürdü. Yıldırım, o dönem ordu içinde JİTEM'ci olarak bilinmesi için boynuna (yeşil) kaşkol takardı. Daha sonra adı kaşkolun renginden yola çıkılarak 'Yeşil' olarak anılmaya başlandı. Cem Ersever ve Abdülkerim Kırca Ekrem, Levent Temizöz ise 'Fırat' kodunu kullanıyordu. Bunlar, onların telsizdeki il JİTEM kodları idi. JİTEM'in bölge müdürlükleri bir timden oluşuyordu ve 7 ayrı tim olarak
Türkiye genelinde faaliyet gösteriyordu. Doğu ve Güneydoğu Komutanlığı'nın merkezi Diyarbakır'dı. Diyarbakır'daki bürosu Sur içindeydi. Elazığ'da 8. Kolordu Komutanlığı'ndaki askeri mahkemenin altında, Batman ve Mardin'de il jandarma komutanlığında, Şırnak'ta ise Silopi Botaş içinde faaliyet gösteriyordu. Diyarbakır, Maraş ve Urfa'ya; Elazığ, Tunceli'ye; Bingöl, Muş, Mardin'e, Batman ve Şırnak ise diğer bölgelere bakıyordu. İstanbul ve Ankara'da birer büro vardı. Buraların birer merkezi timi bulunuyordu. JİTEM birimleri asayiş komutanlarının
emriyle bölge valisinin bilgisi dahilinde çalışıyordu. Resmi varlığı bilinmesine rağmen JİTEM direkt yazışmalar yapmıyordu. Bilgileri asayiş komutanlığı istihbarat şubesine, oradan ilgili yerlere gönderiliyordu. JİTEM'i dönemin İçişleri bakanları, polis yetkilileri ile bölge valileri de biliyordu. Çünkü jandarma asayiş
komutanlarının denetiminde, bölge valisinin bilgisi dahilinde çalışılıyordu. Bürolarının üzerinde JİTEM yazılı levhaları vardı. Bölgeleri vardı ama yetkileri sınırsızdı. Bir bölgeden Türkiye'nin farklı bir ucuna gidip iş yapabiliyorlardı. Her şeyi resmileştirilen JİTEM halen JİT adıyla görev başında." Özcan Tuzlu, o dönemde görev arkadaşlarını sık sık uyararak yapılanların yanlış olduğunu ilettiğini ancak dışlandığını vurguladı. Diyarbakır'da sırasıyla Ersever, Kırca ve Temizöz'ün JİTEM bölge komutanı olarak görev yaptığını kaydeden Tuzlu, Yeşil'in ise halen yaşadığını ileri sürerek şu iddiayı dile getirdi: "Eski çalışma arkadaşım Levent Göktaş'a Ergenekon'dan gözaltına alınmadan önce Ankara'ya gittiğimde Yeşil'in ne olduğunu sordum. Bana, Yeşil'in Ankara Yenimahalle'de
olduğunu ve tecrit edildiğini, normal bir hayat sürdüğünü anlattı." (16).
Ergenekoncuları mahkûm etmenin en sağlam yolu, JİTEM davalarının Ergenekon ile birleştirilmesidir. Yıllardır infiale uğrayan kamuoyu, JİTEM suçlularının
cezalandırılması ile bir nebze olsun rahatlayacaktır. Avrupa Birliği üyesi bir Türkiye’de korku imparatorluğu kuranlara, halkın özgürlüğünü elinden alanlara,
işkencecilere yer yoktur. Onların yeri hapishanedir. Yeşil, bugün 62 yaşında bir emeklidir ve yargılanması gerekir. Öte yandan Yeşil, Kurtlar Vadisi'ndeki Polat Alemdar'ın ekibine hiç yakışmadı. Ağar'ı kurtarmak için Yeşil'i Vadi'ye kahraman olarak monte etmek diziyi yer bitirir... Belki izleyici kaybeden diziye bir süre izleyici ve reklam kazandırabilir, o kadar. Yeşil aklanamaz beyler... Kara
karadır... PKK konusunda eğer AK Parti, Emniyet, Askeriye veya İstihbarat birimleri tekrar yararlanmak istiyorsa, 1993 ile 1996 yıllarında yaşanan kaos yıllarına geri dönülüyor demektir. Kürtlerin Türklere ve devletlerine tekrar inanmaya ve güvenmeye ihtiyacı var. Ne zaman ki Kürtler ile Türkler kafa kafaya vermişse süper güç olmuş, dünyayı yönetmiştir. Bu birliğe engel
olmak isteyenlerin amacı iki millet arasında güven bunalımı meydana getirerek ipleri koparmaktır. Yeşil'in tarzı ile kardeşlik ve güven iklimi değil düşmanlık ve
nefret ortamı oluşur (17).
2013 yazı ve sonbaharında Yeşil’in ölmediği resmen deşifre oldu. Korkut Eken, Emniyetteki sorgusunda ‘Yeşil yaşıyor’ dedi ve gözler bu gerçeğe çevrildi. Ancak
neredeyse bas bas bağırarak konuyu gündeme getirdiğim haber ve yorumlarımı ana medya ıskalıyor. NTV gazetecilik başarısı göstermiş, Eken’in ifadesini diğer
medyadan üç gün önce yayınlamış. Günaydın! Eken, elbette Yeşil’in yaşadığını biliyor, zira Lübnan’da Beka Vadisi’inde Suriyeli muhalifleri eğitirken ve Suriye’de Özel Harp operasyonlar yaparken yanındaydı! Yeşil’in yaşadığına dair en sağlam bilgiye ise Lübnan’da beraber görev yaptığı sağkolundan Mayıs 2012'de aldığım bir email sayesinde kavuştum. Yeşil’in Romanya yıllarında
sağ kolu olan vatandaş ile 1999'da Ankara’da röportaj yapmıştım. Öldürüldüğünü yazdım diye bana kırılmıştı, yaşadığını söylemekle kalmadı, emailde şunları yazdı:
Sayın Arslan
Ben ( Buraya sansür koyuyorum), Tesadüfen sitenizde ki `Yeşil yaşıyor mu? Yaşıyor dedik ya` yazınızı okudum. Yazınızda benden de bahsetmişsiniz, ortadan kaybolduğum doğrudur ama henüz ölmedim. Görüşmemizde de söylediğim gibi bazı şeyler hep gömülü kalmalı, yada gömülü kalmaya mahkumdur. Zamanında hepimiz üstümüze düşeni yaptık, deli dediler, yalancı
dediler, ama onların bilmedikleri şey ne derlerse desinler ölü demelerinden iyidir. Bana deli ve yalancı diyenlere zamanında Aksiyon dergisine söylediklerimi okumalarını söylüyorum, hep söylediğim gibi beni zaman haklı çıkaracak ki, 11-12 sene önce söylediklerim buna Ergenekon dahil ortaya çıkması sadece bir delinin yada yalancının salladığı şeyler olarak mı görülecek?. Benim üzüldüğüm bana deli veya yalancı demeleri değil, sadece bildiklerimizin ağırlığı altında ezilmemdir. Saygılarımla.
Ona cevaben bazı sorular sormak istediğimi yazdım ve yanıt bekledim. Şu cevap geldi:
Sayın Arslan,
Benim yaşama sebebim bana hala ihtiyaçları olduğundandır. Yanlız şunu söyleyebilirim ki, hiçbirşey ortaya çıkarılmış değil, yukarıdan kimsenin kuyruğu
kıstırılmadı. Ortaya çıkanlar sadece onların çıkmasını istedikleri şeyler. Sizin Ergenekon dediğiniz yapılanma ahtapotun en ufak kolu. Sizler Ergenekon denen şeyle uğraşırken esas olanı gözden kaçırıyorsunuz. Size araştırmanız için tek bir şey söyleyeceğim AVRASYA feribotu size neyi hatırlatıyor? Gemiye kimin çıkmasına izin verilmişti yayın yapsın diye? Kime dosyalar servis ediliyordu o zamanlar? Bu bağlantıyı çözdüğünüzde medya ayağını zaten çözdünüz demektir. ( Gazeteci Fatih Altaylı bota çıkmıştı).
Sayın Arslan, hükümet kararlı olabilir, ülke kararlı olabilir bu yapılanmayı çözmeye ama benim şahsi fikrim ASLA tam olarak çözülemeyecektir. Bölgede bu kadar önem kazanmış bir ülke olmuşken, Türkiye üzerinde egemen
olan devletler kurdukları bu yapılanmayı asla ve asla deşifre etmezler. Aradan geçen bu zamanda patronlarım değişti ama yeni patronların amaçları ve niyetleri hep aynı kaldı. Daha yeni Lübnan’dan geldim, ülkeyi Suriye ve Lübnan bataklığına nasıl sürüklemek istediklerine bizzat şahit oldum. Demek istediğim şey, sizler gibi ülkenin iyiliğini isteyenler ülke içindeki Ergenekon dediğiniz yapılanma ile uğraşırken esas yapılanmanın içindeki bizler gibi piyonlar ülke dışında, ülkenin yararına olmayan işler yapıyoruz. Şimdi diyebilirsiniz ki, ` bırakın, ne işiniz var, gelin bunları yetkililere anlatın`. Evet doğrudur, ülkesini
seven herkesin yapması gerekende budur. Denedik sayın Arslan. İçimizden deneyenler oldu. Ya trafik kazasında öldüler yada Guatelama hapishanelerinde El Kaide üyesi diye hapsedildiler. Vaktinizi almak istemem. Size bol şanslar diliyorum. Bu yazdıklarımı kullanırsanız, benim adımı kullanmamanızı özellikle rica ediyorum. Yinede sormak istediğiniz, cevaplayabileceğim sorulara cevap
vermekten onur duyarım.
Ve zor sorularımı sordum:
Sayın……….,
Samimi cevap için teşekkürler. Medyanın kim ve kimler olduğu belli zaten ama nedense henüz operasyon yapmadılar. Biraz soru sorayım, hepsini bilemeyebilirsin.
Uyuşturucu, kumar, kadın ve insan ticareti, kaçakçılık, kısacası kara paranın yönetimi şu anda kimin elinde? Mehmet Ağar’ın durumu nedir?
BND’nin istasyon şefini biliyorum, MOSSAD ve CIA’nınkiler şu anda kim? AK Partiyi yeniden dizayn etmeyi planladıklarını biliyorum. Erdoğan’ın yerine yoksa
Hakan Fidan’ı mı düşünüyorlar? Önümüzdeki 10 yılda kimler parıldatılacak?
Yeşil’in kaydettiği videolar ve belgeler önemli. Karanlık bir dönemim kapatılması için bunlara ihtiyaç var. Nerede olduklarını biliyor musun? halen JİTEM ve faaili meçhul cinayetlerde yeterli delil emniyetin elinde yok?
İsrail,
Türkiye’yi komşularıyla kavga ettirip sıcak savaşa sokmaya, ekonomisine darbe vurup eskisi gibi yönetmeye hevesli ama o dönem geçti. Hangi provakasyonu planlıyorlar?
Alevilik sorunu konusunda kimler kullanılıyor? Nasıl bir fitne ateşi yakacaklar. Yahudi Alevilik, Mason Bektaşilik, çakma Kemalist Alevi Solculuk nereye koşuyor? Yeni plan nedir?
CHP’nin başına önümüzdeki dönemde Osman Faruk Loğoğlu’nu mu koyacaklar? Solu nasıl organize edecekler?
Göktürk yapılanması konusunda ne biliyorsun? Miktat Alpay ve MİT ve Özel Harpteki Çerkez grubu ne planlıyor?
MİT ve Emniyet içindeki kara koyunlar kimler?
Kürt Hizbullah’ı ve Kürt İslam Teali grubunu kimler kurduruyor? PKK’ya hangi rol verilecek?
Ajan Gazetecilerin listesi sende var mı?
Zor sorular sorduğumun farkındayım. Sen kendi açından nasıl görüyorsun merak ediyorum. Suriye’yi ikiye üçe böleceklerini, MOSSAD’ın planlarını ve İran olayını
elbette biliyorum, ülkeyi karanlığa sürükleyen içteki hainler kimler?
Selamlar
Şu Cevap geldi:
Sayın Arslan,
Sorularınızdan bazılarının cevabını biliyorum, bazılarını zaten bilmem mümkün değil. Benim sağ kalmamın sebebi, daha evvelde söylediğim gibi bildiklerimi kendime saklamam ve hala işlerine yaramam. 10-15 gün sonra
Hongkong ‘da olacağım. Oradan size daha güvenli bir iletişim kuracağımı sanıyorum. Oradan bazı bilgiler aktarabilirim, ama daha önemli bir konu ortaya çıktı. Hocaefendi’ye yada danışmanlarından birine ulaşabiliyorsanız bir mesajım olacak. Simbetin kodlu Şin Bet ve Lashgare 23 Takavar kisvesinde, kendisine karşe eylem plane var. Umarem bunlareen ne anlama geldiğini biliyorsunuzdur, Allah yardımcıları olsun. Saygılar.
SİM veya SİMBET, İsrail’in özel infaz grubunun operasyonel adı. Kurumun tam adı İsrail Güvenlik Servisi Şin Bet. Şin Bet, epey insanımızı casusluk tuzağına
düşürmek için her türlü yolu deniyor. Önceden şebeke sistemiyle çalışıyordu şimdi ise facebook ve twitter gibi sosyal iletişim ağları üzerinde yoğunlaşmaya başladı. Özellikle ’araştırma merkezleri’ veya ‘hayır kurumları’ gibi adlarla faaliyette bulunur Şin Bet. En geniş kadroya sahip ve en önemli departmanlar dan biridir. Karşı-casusluk, yabancı diplomatların takibi görevlerinin yanı sıra, komünistlerle ve diğer politik aşırı-uçlarla mücadele eder. Dezenformasyon, yanlış veya doğruluğu bulunmayan ve kasıtlı olarak yayılan bilgidir ve Şin Bet’in
en başarılı olduğu alandır. Hasmı rencide etmeyi, aşağılayıp küçük düşürmeyi amaçlayan Karşı propaganda ile benzerlik taşır. Sahte belge, el yazısı, fotomontaj ve montaj filmler ile fabrikasyon istihbarat ve dedikoduların
duyurulması gibi yöntemleri bulunur. Sosyal alanda bireyleri ve toplumları yönlendirmek amacıyla, yanlış bilgi ve haber vermek için kullanılan en önemli araçlardan biridir. Espiyonaj veya askeri istihbarat alanında dezenformasyon, düşman kuvvetleri yanlış kararlar aldırmaya yönelik olarak çıkartılır. Hasım tarafta psikolojik çöküntü oluşturulması ve motivasyonun
kırılması için de kullanılır.
Yanlış bilgi üretme ve yayma yoluyla yapılabileceği gibi mevcut bir bilgiyi kötü maksatla kullanma ve çarpıtarak verme yöntemi de uygulanabilir. Geleneksel propaganda veya Büyük Yalan teknikleri toplumsal seviyede hissiyatı motive veya demotive etme amacı taşırken dezenformasyon, makul seviyede kitleleri kuşkuda bırakan çarpıtma bilgiler veya bu bilgilerin yanlış kasıtlı sonuçlara bağlanması yoluyla manipüle etme amacına hizmet eder.
Eğer hedef kitle bu tip kontrolden etkilenebilecekse uygulanan diğer bir teknik, gerçeklerin gizlenmesi veya sansürlemedir. Eğer bilgi alma kanalları tamamen
kapatılmadan bırakılabilirse, bu kısıtlı bilgilerin dezenformasyon ile doldurulabilmesi ve hasmın kolayca ispatlanamaz birçok iddialar ile birlikte kuşkulu bir halde bırakılabilmesi mümkündür. Bazı gerçek bilgileri ve
gözlemleri bazı yanlış yorumlar ve yalanlarla karıştırmak veya bazı gerçek bilginin sadece bir kısmını vererek yanlış yorumlarla bilgiyi dağıtmak yaygın dezenformasyon taktiklerdendir.
Operasyon Bölümü
1. Koruma ve güvenlik. (İsrail elçiliklerini ve görevlilerini, Başkan’ı ve İsrail Savunma Sanayini şemsiyesi altına alır.)
2. Arap ülkelerle ilişkileri yürüten teşkilat. (Özellikle İsrail sınırlarındaki Arap ülkeleriyle ilgilenir.)
3. Araplar olmayan ülkelerle ilişkileri yürüten teşkilat. (En geniş kadroya sahip ve en önemli departmanlardan biridir.
Karşı-casusluk, yabancı diplomatların takibi görevlerinin yanı sıra, komünistlerle ve diğer politik aşırı-uçlarla mücadele eder.)
1998'de mensuplarını yine İsraillilerin oluşturduğu İşkenceye Karşı Genel Komite adlı oluşumun İsrail Yüksek Mahkemesi‘nde Şin-Bet’in işkenceleri hakkında dava açması üzerine, teşkilatın o dönemdeki Genel Müdürü General Ami Ayalon mahkemeye bir rapor sunmuş ve İsrail İç Güvenlik Teşkilatı’nın Filistinlilere
işkence yapmadan edemeyeceğini, Şin – Bet soruşturmaları açısından işkencenin zorunlu olduğunu ileri sürmüştü. Ayalon aynı raporda, işkenceye herhangi bir sınırlama getirilmemesini de talep etmişti. Sonuçta Yüksek Mahkeme, Ayalon’un raporunu esas alarak İşkenceye Karşı Genel Komite’nin davasını reddetti.
İsrail güvenlik servisi Şin Bet’in eski başkanı Avi Dicter, terör zanlılarına yönelik düzenlenen suikast operasyonlarının her birinin başbakanın özel onayıyla yapıldığını söyledi.
ABD’de Brookings Enstitüsü‘ne konuk olan Dicter, İsrail’in terörle mücadele operasyonlarının perde arkasına ilişkin yaptığı alışılmadık açıklamasında, suikast operasyonlarının her birinin tek tek başbakan tarafından onaylandığını anlattı.
Sherut-ha-bitachon ha-khali’in kısaltması, İsrail’in ülke içindeki olayları izlemekle yükümlü istihbarat servisi. genel güvenlik servisi anlamına gelir. Aslında İsrail’in ülke içerisinde istihbarati faaliyet yürüten istihbarat kurumudur ama destek ve operasyon olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Özellikle devlet görevlileri nin ülke içerisinde korunması bu kurumun görevidir. Yargsız infazlar, işkenceler, adam kaçırma ve cinayetler sıradan işleridir. Ülkemizdeki pek çok suikastı Uğur Mumcu cinayeti gibi bu birimin üyeleri bizim kirli birimlerle ortak yapmıştır. Hücreler halinde çalışan bazı infaz timleri özel harp elemanlarımızla içiçe geçmiştir.
1980’den itibaren İsrail’in gizli servisi Şin Bet’i yönetenler aslında Yahudi Hahamlar Konseyi’dir. Yani bir bakıma İsrail’i gerçek manada yönetenler bunlardır. Hatta dünyaya şekil verenleri de denebilir. Şin Bet’in eski
yöneticilerinden Avraham Şalom (1980-86), Yaacov Peri (1988-94), Carmi Gillon (1994-96), Ami Ayalon (1996-
2000), Avi Dichter (2000-2005) ve Yuval Dichter (2005-2011) daha önce hiç röportaj vermemişti. Yönetmen Dror Moreh’in karşısına geçtiler ve bir belgesele içlerini döktüler. Oscar’a aday gösterilen The Gatekeepers adlı bu belgeseli izleyen İsrail’deki şahinler “Bizim Şin Bet sol saçmalıklara kurban gitmiş” diye eleştiriyordı. Nedamet getirmiyorlar aslında, daha zalim olmadıklarına yanıyorlar.
Yuval Diskin, yani Şin Bet’in en son taze yöneticisi, şöyle diyor: “Biliyorum, onlara göre de ben teröristim. Benim düşman bellediğim beni terörist olarak görüyor. Birinin teröristi, diğerinin özgürlük savaşçısıdır.”
Bizler için zafer nedir? Daha çok terörist öldürmek mi? Daha çok güvenlik mi? Zafer dediğiniz şey… Kim daha iyi bir siyasi gerçeklik yaratırsa onun olur. Siyasi bir algı yaratma işidir zafer. Bu kadar basit. Şin Bet’in yöneticilerinin genel politikası bu cümlelerde gizli; toplumda algı meydana getirerek olmazı olur kılmaktır.
Yeşil’in sağ kolu ile bundan sonraki konuşmalarımız sırdır.
Bundan sonraki emailleşmemizde aldığım cevap korkunçtu: Maalesef ülkemizle Suriye’yi savaşa sokmak için malum devletin gözetiminde ve emriyle provokasyonlar hazırlıyoruz ve kendimi ülkeme ihanet ettiğim için çok kötü hissediyorum. Bu yazdıklarım sanal bir dizi senaryosu veya komplo teorisi değil acı gerçekler… Daha fazlasını yazmaya mezun değilim, mesajı alacak almıştır umarım! Suriye ile savaş demek ekonominin batmasıdır.
Yeşil’in sağkolunun telefonunu Emniyet’e verdim ve dinlemeye almalarını tavsiye ettim ki, Yeşil ne haltlar karıştırıyor öğrenebilelim. 2012 yazında Türkiye’ye gittiğimde abimin telefonundan ona mesaj çektim. Ertesi gün abimin telefonu bozuldu ve üç gün tamirciden çıkmadı. Elbette kopyalandı. Zavallı abimin başını derde soktum. Gerçi ‘başının derde girmesini istiyorsan bir mesaj çekeyim, bak sonra neler olacak?’ dedim de telefonunu bilerek kullandım. MİT’dekiler boş yere abimin telefonu kopyaladı, abimin telefon konuşmalarında en fazla, ‘Cimbom ne haber’, ‘hey Afrika nasılsın’ diye arkadaşlarıyla geyik muhabbetleri vardır. Epey gülmüştük. Neyse, bu işin matrak tarafı. MİT ile dalga geçmeyi seviyorum…
22 gün sonra çektiğim mesaja yanıt geldi, şöyle diyordu: Çok hızlı bir dönem geçirdik, yoğundum. 10 ay sonra 2013 yazında gelen kısa mesajda ise tırsmıştı: Yazdıklarınızla beni çok kötü bir duruma düşürdünüz, ben size sadece yardım etmek istemiştim. Artık beni de hedef yaptınız, teşekkğrler, saygılar….
Şu yanıtım son mesajlaşma mız oldu: Mesela. Kimse kimseye haybiye yardımcı olmaz, belkide hedef saptırmak için beni kullanmak istediniz. Her neyse. Verdiğim rahatsızlık olduysa özür dilerim.
Vatana Millete faydalı oldu ise çektiğiniz hiç bir şey önemli kalmaz…
Gazeteci ile Hamama giren Terler…
DİPNOTLAR.,
1 Arslan, Faruk. Ejder ve Baron’un Hakkâri oyunu! Canadatürk gazetesi. 01.07.2011.
2 Arslan, Adem Yavuz. PKK, Kandil'i Hakkâri'ye taşıdı. Bugün gazetesi. 29.11.2011.
3 Arslan, Faruk. 2011.
4 Arslan, Faruk. Yeşil, Kara ve Kürt Ergenekon! Farukarslan.com. 30.11.2011.
5 Arslan, Faruk. Yeşil’in PKK Macerası ve AK Parti’nin Aymazlığı! Çorum Manşet, 10.06.2012.
6 Arslan, Faruk. Yeşil Yaşıyor. Peki Nerede? Ankara’da veya Belarus’ta! Farukarslan.com. 11.11.2011.
7 Arslan, Faruk . 2011.
8 Altan, Mehmet. Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın adresi. Star 24.12.2011.
9 Alper, Polat. “Yeşil” KKTC`de yaşıyor, kimin umunurunda… Kıbrıs Postası. 2011.
10 Arslan, Faruk 2011.
11 Berkan, İsmet. "Susurluk sırları" ve Neden yadırgamıyoruz?" Radikal Gazetesi.12 ve 13 Temmuz 2000.
12 Eymür, Mehmet. "Terör ve PKK ile mücadele kapsamında" yürütülen illegal faaliyetler. 10 Mayıs 2003. Kapandığı için internet ulaşımı yok. Atin.org.
13 Kıvanç, Taha. Bir değil, iki değil, üç değil. Zaman. Yeni Şafak. 1995 ve 2005.
14 Eymür, Mehmet 2003.
15 Düzel, Neşe. Yeşil Yaşıyor. Sinan Yerlikaya röportajı. Radikal gazetesi. 2006.
16 Tuzlu, Özcan. Bürolarının üzerinde JİTEM yazılı levhaları vardı. 2006.
17 Arslan.2011.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder